"Gazetecilerin, siyasetçiler ile yakın ilişki kurup, siyasetçi gibi davranmaları, bağımsızlıklarını ortadan kaldırır; verilere nesnel yaklaşmalarını ve yalın gerçeği topluma aktarmalarını engeller. Hem gazeteci hem partili olunmaz; olunursa da ondan yarar gelmez"
Barış Yarkadaş, CHP kurultay sonucuna yönelik tahmini yanlış çıkan çok sayıda gazeteciden biriydi. Yarkadaş’ı öbürlerinden ayıran, TV100’deki canlı yayında “Özgür Özel kazanırsa mesleği bırakırım” gibi hayli iddialı sözler sarfetmiş olmasıydı.
Elbette her gazeteci hata yapabilir. Önemli olan, özeleştiri yapmak, hatanın nedenlerini ortaya çıkarmak ve bir daha yinelenmemesini sağlamak. Yarkadaş, hatasını kabul ederek “aktif gazeteciliği bıraktığı”nı açıkladı. Fakat yanlışın nedenleri üzerinde durmadı, özeleştiri yapmadı.
Gördüğüm kadarıyla yanlışının kökeninde eski bir CHP milletvekili olarak, politikadan kopmamış olması yatıyor. Gazeteciliğe döndükten sonra parti içi kulislerin içinde olmaya devam ediyordu. Son genel seçimde de milletvekili adaylığı için CHP’ye başvurmuştu. Öyle olunca tahmin, beklenti, istek ile analiz ve gözlemin birbirine karışması doğal.
İmambakır Üküş de pek tanınmayan bir haber sitesinin sahibi ve yazarı. O vesileyle gazeteci olarak görünüyor ama CHP ile içli dışlı bir ilişki içinde. Dahası Kılıçdaroğlu’na yakın bir isim. Yoksa bir gazeteci, ikinci tur öncesinde çekilmeyi düşünen CHP Genel Başkanı’nın kararına “Hayır, hayır, izin vermiyorum çekilmenize” diye bağırarak itiraz edebilir mi?
Üküş bağırabiliyor; çünkü kurultay salonunda gazeteci değil, siyasetçi kimliği ile hareket ediyor. Öyle bir gücü var demek ki. Fakat bu ölçüsüz davranışlar gazeteciliğe zarar verdi. Gazetecilerin tarafsızlığı ve siyasetçilerle ilişkisi hakkında olumsuz algı yarattı.
CHP kurultayı sonrasında Barış Yarkadaş ve İmambakır Üküş’ün tavırları gündeme geldi ama temas-mesafe kuralına uymayan başka gazetecilerin de olduğu biliniyor. Ayrıca AKP saflarında da aktif politikacı gibi davranan epeyce gazeteci var.
Televizyonlarda partili gibi yorum yapan, hatta AKP yöneticilerinden daha ileri giden onlarca gazeteci var. Bu gazetecilerden Hulki Cevizoğlu, Mehmet Şahin ve Şebnem Bursalı milletvekili oldu; Hasan Basri Yalçın da AKP Genel Başkan Yardımcılığı’na getirildi. Bursalı ve Yalçın, doğru bir tavırla Sabah’taki, Mehmet Şahin de Türkiye gazetesindeki yazılarına son verdiler.
Fakat milletvekili seçilen Ayşe Böhürler, Yeni Şafak’taki yazılarına hâlâ devam ediyor. Eski Milletvekili Mehmet Metiner de Yeni Şafak’ta yazmaya devam etse de bir AKP’li olarak konuşuyor, değerlendiriyor, yazıyor. AKP İstanbul İl Örgütü’nde yöneticilik yapan, son seçimlerde milletvekili adayı olan Star sitesi yazarı Halime Kökçe’nin de partili kimliği önde.
Yeni Akit yazarı ve Anadolu Yayıncılar Derneği Başkanı Sinan Burhan da partili yazarlardan. AKP’den Belediye Meclis üyesi iken genel seçimlerde partisinden milletvekili olmak için o görevinden istifa etti ama aday gösterilmedi.
Sinan Burhan, sık sık bakan ve parti yöneticilerini dernek merkezinde Ankara Temsilcileri ile buluşturuyor. Onun düzenlediği bu toplantılar, gazetecilere katkı ve toplumu bilgilendirmeden çok AKP’nin aktivitesi halinde. Zira Sinan Burhan da gazeteciden çok bir AKP’li.
Gazetecilerin, siyasetçiler ile yakın ilişki kurup, siyasetçi gibi davranmaları, bağımsızlıklarını ortadan kaldırır; verilere nesnel yaklaşmalarını ve yalın gerçeği topluma aktarmalarını engeller. Zira partinin çıkarlarının, kamu çıkarının önüne geçmesi riskiyle yüz yüze kalır partili gazeteciler. Hem gazeteci hem partili olunmaz; olunursa da ondan yarar gelmez.
“Mescid-i Aksa biblosu” dedikleri şekerlikti!
İktidar medyası, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Ankara ziyaretini ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile görüşmesini, ele alınan konular ile sonuçları yerine “subliminal mesajlar” ve “vücut dili” üzerinden okumayı yeğledi.
Fidan ile Blinken’ın arasına “Ay yıldız içinde Mescid-i Aksa figürü yer alan bir biblo konulduğunu” önce sosyal medyada Misvak Caps gibi hesaplar keşfetti! Bu keşfin üzerine Yeni Şafak, A Haber, Takvim gibi haber siteleri hemen atladı; Fidan’ın o biblo ile Blinken’a “Kudüs, Ay Yıldız'ın koruması altında olacak” mesajı verdiğini yazdılar. Basılı gazeteler Akşam “Kudüslü mesaj”, Yeni Akit “Siyoniste hak ettiği karşılama” ve Takvim ise “Blinken’a Mescid-i Aksa mesajı” başlıklarıyla ilk sayfaya taşıdı biblodan okunan mesajı.
Fakat Dışişleri Bakanlığı’ndan gazetecilere iletilen bilgi notunda Fidan’ın masasına Blinken ile görüşmeye özel bir biblo konulmadığı, ay yıldızlı bir şekerlik ile kalemlikteki dolmakalemin daha önceki görüşmelerde de orada durduğu vurgulandı. Kanıt olarak da Fidan’ın, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile 1 Kasım’daki görüşmesinde çekilen ikili fotoğrafı anımsatıldı. Gerçekten ay yıldızlı şekerlik ve kalemlik o fotoğrafta da yer alıyordu.
Nitekim Teyit.org da aynı sonuca vardı. Fidan-Blinken fotoğrafında “Mescid-i Aksa figürlü biblo” sanılan görüntü, kamera açısı nedeniyle ay yıldızlı şekerlik ile kalemliğin bütün gibi görünmesinden kaynaklanan bir yanılsamaydı!
Bu kadar da değil. Aynı medya kuruluşları, Blinken’ı, Esenboğa Havalimanında Bakan Fidan’ın değil, Ankara Vali Yardımcısı Namık Kemal Nazlı’nın karşılamasını da konuk bakana “mesaj” olarak nitelemişti. Ama konuk bakanlar hep böyle karşılanıyor; Dışişleri Bakanı mevkidaşlarını karşılamak üzere havalimanına kadar gitmiyor. Bu da yanlış.
Doğru olan sadece, Fidan’ın geri çekilerek Blinken’ın sarılıp öpme çabasını boşa çıkararak tokalaşmasıydı. O da Hande Fırat’a göre, Blinken’ın arabasında telefonla konuşup, bakanlığın kapısında karşılayan Fidan’ı bekletmesi “nezaketsizliği”ne verilen özel bir yanıttı.
Kaldı ki, Blinken, bu gazetelerin yazdığı gibi ne “soğuk rüzgarlar” hissetmiş, ne de o mesajları algılamıştı! Ülkesine dönerken gazetecilere “Az önce Türkiye'de Dışişleri Bakanı Fidan'la çok güzel, uzun ve verimli bir sohbet gerçekleştirdik” dedi. Pek öyle “şoka uğramış” bir havası da yoktu konuşurken.
Velhasıl, ay yıldızlı şekerlikten ve vali yardımcısının karşılamasından hayali mesajlar üreten gazeteciler çok yaratıcı. Sıfır veriden hareketle Blinken’a müthiş bir protesto çıkarıp, Hakan Fidan’a “kahramanlık” atfedebiliyorlar! Yazdıklarının tümden palavra olduğu ortaya çıktıktan sonra düzeltme yayımlamayacak kadar da vurdum duymazlar…
Erdoğan’ı üzme suçu!
Hedef gösterme Yeni Şafak’ın yeni alışkanlığı. İmam Hatip mezunlarıyla ilgili espri yapan sanatçı Gülşen’i, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Feshane’deki sergisini, “Cinsiyet hoşnutsuzluğu” hakkında bilimsel makale yazan 11 hekimi de hedef göstermişti bu gazete
Yeni Şafak, şimdi de Hatay Milletvekili Can Atalay’ın serbest bırakılması kararı veren Anayasa Mahkemesi’nin dokuz üyesini hedef gösterdi. Hem de “FETÖ ve PKK’ya kapı açtılar” gibi absürt bir suçlamayla tümünün fotoğraflarını da yayımlayarak…
Elbette mesele AYM üyelerinin FETÖ ya da PKK ile ilgisi olup olmaması değil, Yeni Şafak gerçeklerle ilgilenmiyor! Bu üyelerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “üzen kararlar” vermiş olmaları yetiyor Yeni Şafak’a. Sonuçlarının ne kadar ağır olabileceğini de umursamıyorlar.
Yeni Şafak’ın bu yayını, Vakit’in (Yeni Akit’in eski adı) 2006 yılında “İşte o üyeler” manşetiyle üç Danıştay üyesini hedef göstermesini anımsattı. O manşetin ardından meydana gelen saldırıda 2. Daire Başkanı M. Yücel Özbilgin öldürülmüştü. Saldırıya zemin hazırlayan Vakit yöneticileri, 111 bin lira para cezasıyla kurtuldular; aynı yayınları yıllardır sürdürüyorlar.
Kuşkusuz iktidar koruması altında olan Yeni Şafak yöneticileri de yargılanmayacak. Gazeteci Alican Uludağ’ı sosyal medyada hedef gösteren ve pervasız bir dille hakaretler yağdıran MHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter de bir suçlamayla karşılaşmayacak.
Ama RSF’den Erol Önderoğlu’nun anımsattığı gibi, bugüne dek onlarca meslektaşımız “terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek” gibi her durumda kullanılmaya müsait suçlamaya maruz kaldı. Dönemin ruhu bu. Vicdanlarını tatile gönderen Saray’ın kalemşorlarına her şey serbest, Erdoğan’ın bir zamanlar söylediği gibi “İster asarlar ister keserler”…
Akit’in kara propagandası
Sabah, sosyal medyada “Annesi kızının başörtüsüne saldırdı” başlığıyla bir görüntü paylaşıldı. “Bir düğünde gelinin annesi, kızının başörtüsü taktığını görünce çılgına dönüp herkesin içinde başını açmaya çalıştı” denilerek, bu olayın Türkiye’de meydana geldiği izlenimi veriliyordu.
Sabah’ın YouTube hesabında ise bu olayın Kazakistan’da olduğu belirtiliyordu. Nitekim görüntüyü inceleyen Malumatfuruş da görüntünün Türkiye değil Kazakistan’da çekildiğini doğruladı ama olayın nedenini netleştiremedi.
Buna rağmen Malumatfuruş’un bu çalışmasından günler sonra aynı görüntüler Yeni Akit’in internet sitesinde “Laikçi özgürlüğe bakın! Anneden başörtülü geline çirkin saldırı” diye haber yapıldı. Hâlâ da yayında. Üstelik “görüntünün hangi ülkede çekildiğinin bilinmediği”ni yazarak olayın Türkiye’de yaşandığı algısını yaratıyorlar. Bu gazetecilik değil, bile isteye saptırma…
Tek cümleyle:
- NTV, Akşam, Hürriyet, Milliyet, Posta, Sabah, Sözcü, İnternet Haber, Haber 7, TV100 ve çok sayıda haber sitesi, Tuzlaspor Başkanına soruşturma haberlerinde, iddiaları Murat Ağırel’in Cumhuriyet’teki yazısında gündeme getirdiğinden söz etmedi; Ağırel’i kaynak göstermedi.
- Cumhuriyet, Milli Kütüphane’nin kuruluşunun anlatıldığı “Cumhuriyet ışığı ve ulusal bir kütüphane” başlıklı yazıda, Milli Kütüphane’nin Ankara Bahçelievler’deki binası yerine Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki “Millet Kütüphanesi”nin fotoğrafı kullanıldı.
- Türkiye’nin “Uçak biletinde indirim oyunu” haberinde Reklam Kurulu’nun iki firmaya ceza verdiği aktarıldı ama Enuygun ve Obilet firmalarının isimleri gizlendi.
- Sabah, bir e ticaret firmasının habere benzetilen reklamını gazetecilik ilkelerine aykırı olarak muhabir Metin Can’a yazdırdı ve reklam sayfasını imzalı olarak yayımladı.
- Hürriyet, bir e-ticaret firmasının tanıtım bültenini “Bu bir reklamdır” uyarısı koymadan haber gibi düzenleyerek tam sayfa yayımladı.
- Kurultay haberlerinde Özgür Özel’in anahtar listesini delerek CHP PM’ye girenlerin sayısı 9 olarak yazıldı ama bağımsız aday olan Deniz Yavuzyılmaz ile birlikte bu sayı 10’u buluyordu.
- Karar, “Aydın’da sel sularına kapılan üç kişi hayatını kaybetti” başlığı attı ama “sel suları” olmaz; sel zaten “su taşkını” anlamına geliyor.
- Sözcü’nün “Hamburg Havalimanı’nda Türk baba kızını rehin aldı” haberinde “Türk baba”nın adı hiç yoktu.
- Akşam, Ş. Urfa Haliliye Belediyesi’nin tanıtım metnini uyarı koymadan haber gibi yayımladı.
- Karar, “Picasso’nun ilham perisine 140 milyar dolar” başlığı attı ama tablo milyar değil, 139 milyon dolara satılmıştı.
- Ankara B. Belediyesi ile “Halk otobüsü” işletmecileri arasında 65 yaş üzerindekilerin ücretsiz ulaşımında kriz çıktığını yayımlayan iktidar medyası, krizin çözüldüğünü haber yapmadı.
- Karar, belgeselci Burak Doğansoysal’ın “Ne şanslı insanlar var. Asya’da karşılaşmama rağmen bu kadar yakından çekemedim” diye paylaştığı kertenkele görüntüsünü onun evindeki tuvaletten çıkmış gibi “Tuvaletinden öyle bir hayvan çıktı ki” diye haber yaptı.
- NTV ve Milliyet, kuzey ışıklarının Türkiye’den de görülmesini bilimsel yaklaşımla açıklamak yerine “Deprem habercisi mi?” diye endişeleri tetikleyici haberler yayımladı.