8 Aralık 2023 Cuma

Kara parada paylaşım: Gelir belediyeye, reklam Akit’e, ceza bana - Bahadır Özgür / duvaR

 

Yasadışı online bahis ve kumar operasyonunda, parayı aklayan kişi olarak Fedlan Kılıçaslan tutuklandı. Bu ismi bir yıl önce yazmıştım. Peki ne olmuştu? Yazıma erişim engeli geldi, AKP’li belediye milyonluk arsasını ona sattı, Akit, Türkiye, Yeniçağ ve bazı internet siteleri “Yapay zekada devrim yapan Türk” diye bahis baronunu öven paralı haber yayınladı.

Yasadışı bahis ve kumardan gelen milyonlarca lira kara para, gözümüzün önünde nasıl aklandı?

İşte size bir örnek: Yasadışı bahis ve kara parayla ilgili yazdığım yazıya yayın yasağı geldi, AKP’li belediye ona milyonluk arsa sattı, Yeni Akit ve Türkiye gazeteleri “Türklerin Elon Musk’ı” başlığıyla reklam aldı. Ve o kişi geçen hafta yakalanıp tutuklandı.

Gelin organize suçun ‘organize’ halini anlatan hikayenin arka planına bakalım şimdi.

                                                                ***

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 25 Kasım’da İzmir, Balıkesir, Manisa, Eskişehir, Mardin, Mersin, Kocaeli, Bursa, Burdur ve Hakkari’de eş zamanlı ‘bahis’ operasyonu yapıldığını duyurdu. Toplam 59 kişi gözaltına alındı ve 38’i tutuklandı. Yeni Asır  gazetesi operasyonun detaylarını yazdı. Çetenin paraları valizlerle Balıkesir’e götürüp kuyumcular üzerinden akladığı tespit edildi. Kuyumcu ağının merkezinde Gold Money şirketi bulunuyor. Şirketin sahibi KKTC vatandaşı Fedlan Kılıçaslan. El konulan dijital materyallerde de çok sayıda bahis sitesine ait veriler bulundu.

Peki kim bu? Ne zaman karşımıza çıktı, neler yaptı?

FOREX, KUYUMCULUK, BAHİS SİTELERİ

Kılıçaslan 2019’da Balıkesir’de kuyumculuk şirketi Gold Money’i kurdu. Şirketin sermayesindeki hızlı artış dikkat çekiciydi. Kuruluş sermayesi 1 milyon liraydı. Sermaye 2021’de 11 milyon, 2022’de 50 milyon, 2023’te 80 milyon ve birkaç ay sonra da 120 milyon liraya çıktı. 2021’de ayrıca 12.5 milyon lira sermaye ile Gold Money Madencilik ve Enerji adlı başka bir şirket daha açtı.

Bir yandan forex faaliyeti de yürütüyordu. Bunun için yine Balıkesir’de 2019’da eşinin üzerine LLC Uzman Tranding’i kurdu. 2021’de şirket İstanbul Bakırköy’e taşındı. Şirket ‘uzmanfx’ adlı internet sitesine içerik sağlıyordu. Ancak Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), izinsiz faaliyette bulunduğu gerekçesiyle 19 Şubat 2019 günü siteye erişim engeli getirdi. Tüm sertifikalarının sahte çıkması ve çok sayıda şikayet gelmesi üzerine 29 Nisan 2021 günü SPK, Fedlan Kılıçaslan hakkında suç duyurusunda bulundu.

Türkiye’de kuyumcu olarak bilinen Fedlan Kılıçaslan’ın asıl bağlantısı ise online bahis ve kumardı. Bu faaliyetini Ukrayna üzerinden organize ediyordu. Balıkesir’de kurduğu LLC Uzman Tranding ile aynı adı taşıyan bir şirketi 2018’de Ukrayna’da açmıştı. ‘Betexpress1.com’ adında bir bahis sitesi vardı. Sitenin lisansı Curacao’da, Redsoft N.V. adlı bir şirkete aitti. Şirket Londra’daki Globalmoneyservice LTD’de bağlıydı. Sitenin istatistiklerine bakıldığında, oyuncuların yüzde 91’i Türkiye’dendi. Yani Kılıçaslan yasadışı bahis ve kumar suçu işliyordu.

8 BİN METREKARE ARSA ONA SATILDI

Kısaca bahis işleriyle de ün salmış Kılıçaslan, Balıkesir’de saygın ‘iş insanı’ muamelesi görüyordu. O kadar rahattı ki, belediye ihalelerine girmeye başladı. AKP’li Balıkesir Belediyesi 2020 yılında, kentin en değerli yerlerinden birisi olan ve üzerinde lunapark bulunan 7 bin metrekare arsayı satma kararı aldı. 2020’deki ihaleyi 23.4 milyon lira bedelle BSY Yapı kazandı. CHP’liler konuyu mahkemeye taşıdılar. Ancak mahkeme sonuçlanmadan Başkan Yücel Yılmaz, bedelin düşük bulunduğu gerekçesiyle ihalenin iptal edildiğini açıkladı.

Yeni ihale kararı 28 Aralık 2021’de meclisten geçirildi. Bu sefer satılacak alan 8 bin 270 metrekareye çıkarılıyor, muhammen bedel de 49.6 milyon liraya yükseltiliyordu. 26 Ocak 2022 günü yapılan ihaleye tek bir firma katıldı: Golden Money Kuyumculuk. Ve 52 milyon 50 bin liraya arsanın sahibi oldu.

Birgün gazetesinde “AKP’li belediyenin ihalesinde kara para mı aklandı?” başlıklı yazımdan sonra, CHP’li meclis üyeleri Başkan Yılmaz’a, “Araziyi alan firmanın Halil Falyalı ile bağlantısı var mı?” sorusunu yöneltiyordu. Elbette belediye buna dair tek satır açıklama yapmıyor, olayı incelemiyordu bile. Sadece araziyi iyi fiyata satmakla övünüyordu.

Kılıçaslan arsayı aldıktan sonra Balıkesirspor’a da sponsor oldu. 22 Ağustos 2022 günü imzalanan anlaşma sonrası kulüpten şu açıklama yapıldı: “‘Karanlıktan Aydınlığa’ sloganıyla çıktığımız bu yolda, şehrimize yapmış olduğu kıymetli yatırım ve katkılarıyla gündeme gelen iş insanı Fedlan Kılıçarslan (NO 10 COMPANY), yeni sezonda kulübümüzün forma sırt sponsoru olmuştur.”

No 10 Company sahibi Fedlan Kılıçarslan ve Balıkesirspor Başkanı Nedim Ömer

MURAT TİBUK’TAN İMALI VİDEO

Balıkesir Belediyesi’nden arsa aldığı haberi çıktıktan birkaç gün sonra, YouTube’a bir video yüklendi. Kısa görüntüde, Ukrayna polisi Fedlan Kılıçaslan’ın kaldığı otel odasına baskın yapıyor ve onu yarı çıplak halde sorguluyordu. Videoyu yükleyen kişi Net Holding’in sahibi Besim Tibuk’un oğlu Murat Tibuk’tu. KKTC’de kumarhane sahibi Merit Otelleri’nin veliahtı, Kılıçaslan’ın videosunu “Yasadışı bahis sitesi baronuna Ukrayna’da gözaltı” etiketiyle yayınlamıştı.

Peki Tibuk bunu niye yapmıştı? Kılıçaslan, ‘meritroyalbet’ adlı yeni bir bahis ve kumar sitesi kurmuştu. Merit Otelleri de isim hakkı dolayısıyla İsviçre’deki online fikri mülkiyet haklarıyla ilgilenen WIOP’a dava açmıştı. Ve 2017 yılında Merit Otelleri haklı bulunmuştu.

YENİ AKİT ÖVDÜ: TÜRKLERİN ELON MUSK’I!

Fedlan Kılıçaslan 2 Şubat 2023 günü hakkında yazdığım yazı için mahkemeden erişim engeli kararı çıkardı. Belli ki hakkındaki bilgileri ‘temize’ çekmeye başlamıştı. Nitekim Haberler.com, Memurlar.net gibi pek çok internet sitesinin yanında, üç gazetede aynı içerikte olan ve gerçekten acayip bilgileri barındıran haberler yayınlandı. Haberler her halinden, “ben pahalı bir reklamım” diye bağırıyordu. Bazı gazetelerin paralı içerikten sorumlu editörlerinin, “Kim bu adam?” diye Google’da arattıklarında yazımın erişime engellendiğine dair bilgilere rastlayınca beni aradıklarını ve bu içeriği yayınlamadıklarını da not düşeyim.

Paralı haberin içeriğini buraya bütünüyle aktarmam mümkün olmadığından linklerini sırasıyla iliştiriyorum: Türkiye Gazetesi, Yeni Akit Gazetesi, Yeniçağ Gazetesi, Haberler.com internet sitesi, Memurlar.net internet sitesi. 

Hepsi aynı gün, benzer başlıklarla yayınlanan içeriğin en çarpıcı başlığı Yeni Akit’ten geldi: Türklerin Elon Musk’ı Fedlan Kılçaslan Yapay Zekada Devrim Yaptı!

Haberin girişi şöyleydi: “Yapay zeka konusunda devrim açan Fed Startup kurucusu Fedlan Kılıçaslan, iş dünyasına ve gençlere yön vermeye devam ediyor. Türklerin Elon Musk’ı olarak nitelendirilen başarılı iş adamı Fedlan Kılıçaslan, yapay zeka destekli sohbet robotu Virtual Assistant sayesinde iş dünyasına ve gençlere yol haritası çiziyor. Fedlan Kılıçaslan, Fed Virtual Assistant sayesinde gençlere ilham vererek onların potansiyellerini keşfetmelerine yardımcı oluyor.”

Kara para işte böyle bir şey. Suçun sınırlarını sürekli genişletiyor. Zehirli ağacın meyvesini yiyen de zehirleniyor.

Bahadır Özgür / duvaR

Binali Yıldırım ve oğlu istedi, Metin Cihan'ın "İsrail'e sevkiyat" paylaşımları yasaklandı! - T24

 

Eski Başbakan Binali Yıldırım ve oğlu Erkam Yıldırım mahkemeye başvurarak, Metin Cihan'ın "Gazze'ye bomba yağarken Türkiye'den İsrail'e sevkiyat devam ediyor" paylaşımlarından isimlerinin silinmesini istedi. Mahkeme, Cihan'ın paylaşımlarından baba-oğul Yıldırım'ın isimlerinin silinmesine karar verdi. 

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ailesinin ardından eski Başbakan Binali Yıldırım ile oğlu Erkam Yıldırım da serbest gazeteci Metin Cihan'ın, Türkiye'den İsrail'e sevkiyatın devam etmesine ilişkin paylaşımlarına karşı yargıya başvurdu.

FreeWeb Turkey'in aktardığına göre, mahkeme, Cihan'ın yayımladığı ve Erkam Yıldırım'a ait gemilerin Gazze bombalanırken İsrail limanlarına sevkiyat yaptığı" iddialarının yer aldığı tüm gönderilerden Binali Yıldırım ile oğlu Erkam Yıldırım'ın adının silinmesine hükmedildi.

Karar, İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından verildi.

FreeWeb Turkey'in sosyal medya hesabını alıntılayan Cihan, kararla ilgili şunları yazdı:

"Erdoğan dava açtı umursamadım. Çünkü ticareti herkese açık resmi kaynaklardan doğruladım. Şimdi de Binali Yıldırım twitlerimi sildirmek istiyormuş. Tabii ki silmeyeceğim. Hatta tek tek RT edeceğim. Milyonlarca dolarlık rende binanız gerçekle baş edemiyorsa bu benim sorunum değil.

Haberleri sildirmek için mahkeme kararı aldırmışsınız @BY. silmiyorum. İddia değil, herkese açık resmi kaynaklar. Bu nedenle yalanlayamadınız bile. Bildirilen kararı da aynen böyle yanıtladım. Hakimi bağlamanız, beni bağlamaz. Silmiyorum. Filistinli çocuklar için, silmiyorum."


Akın Atalay "3 yıl sonra hidayete mi erdiniz? dediği AYM kararı için uyardı: Talihsiz tesadüf var; Samast’a açılan dava da güme gitti! - T24

 

AYM'nin "Örgüt adına suç işleyip üyesi gibi ceza alma" kuralını iptal eden kritik kararını değerlendiren avukat Akın Atalay, TİP Milletvekili Ahmet Şık'ın da yargılandığı Cumhuriyet davasını hatırlatarak, "Ne oldu? 2-3 yıl sonra hidayete mi erdiniz?" diye tepki gösterdi. Hrant Dink'in katili Ogün Samast'ın "FETÖ adına suç işlemek"ten yargılandığı yeni davanın da AYM'nin iptal ettiği kuraldan açıldığına dikkat çeken Atalay, "İşte o da güme gitti" dedi.

Anayasa Mahkemesi (AYM), 15 Temmuz yargılamaları ve çok sayıda "silahlı örgüt" davasında sıklıkla uygulanan Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 220 maddesinin 6. fıkrasında yer alan "Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir. Bu fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır"  kuralını, Anayasa'ya aykırı bularak iptal etti. Yüksek mahkeme, kararına gerekçe olarak, “Bu suçtan ceza alanların örgüte üye oldukları kanıtlanamamasına rağmen örgüte üye olanlardan daha fazla hapis cezasıyla cezalandırılıyor olmalarını" gerekçe gösterdi. AYM, boşlukta olmaması için Meclis’e 4 ay süre verdi ve iptalin bu sürenin sonunda yürürlüğe girmesini kararlaştırdı.

AYM'nin, TCK'nın "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" başlıklı 220'nci maddesinin 6'ıncı fıkrasındaki düzenlenmeyi iptal etmesinin ardından, Meclis yeni bir düzenleme yapsa da aralarında Cumhuriyet davasında bu suçtan ceza alan TİP Milletvekili Şık’ın da bulunduğu çok sayıda sanığın dosyası yeniden ele alınacak. 

TIKLAYIN - Anayasa Mahkemesi’nden çok kritik karar: "Örgüt adına suç işleyip üyesi gibi ceza alma" kuralına iptal!

Yeniden değerlendirme ve itiraz

AYM'nin iptal kararına ilk yorumlardan biri de eski Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı avukat Akın Atalay'dan geldi. Cumhuriyet gazetesi davasında yargılananların tutukluluğunun, dava açılana kadar bu maddeye dayanarak sürdürüldüğünü hatırlatan Atalay, iptalin Samast'a tahliye olduktan sonra "FETÖ adına suç işlemek"ten açılan davayı da düşürebileceğine dikkat çekti.

Zira karara göre mahkemeler, 4 ay sonra yürürlüğe girecek iptal kararıyla yok hükmünde sayılacak düzenlemeyi uygulayamayacağı için bu suçtan yargılananların durumu yeniden değerlendirilecek. 4 aylık sürede bu suçtan kesin ceza alanların da iptal kararı yürürlüğe girdiğinde itiraz etmeleri söz konusu olabilecek.

TIKLAYIN - Ogün Samast hakkında "FETÖ" iddianamesi: "Silahlı terör örgütü adına suç işlemek"ten 12 yıla kadar hapsi istendi

Atalay da bu durumu şöyle değerlendirdi:

"Anayasa Mahkemesi oybirliği ile TCK’nun 220/6. maddesini iptal etti. Karar bugünkü Resmî Gazete’de yayınlandı. 

Cumhuriyet gazetesi davasında yargılananların tutukluluğunu, dava açılana kadar bu maddeye dayanarak sürdürmüşlerdi, o gün kanunsuz olduğunu görmeyip (görenleri tenzih ederim), bugün bu madde kanunilik ölçütünü karşılamıyor, anayasaya aykırı diyenlere şöyle bir selam çakalım:

Ne oldu? 2-3 yıl sonra hidayete mi erdiniz?

Talihsiz bir tesadüf daha var: Hani Hrant Dink’in katili Ogün Samast’a yeni bir dava daha açılmıştı ya, işte o da güme gitti."

Samast'a açılan dava

Samast hakkında, 15 Kasım'da cezaevinden tahliye olduktan yalnızca 4 gün sonra "silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte silahlı terör örgütü adına suç işlemek" suçundan hazırlanan iddianamede, "FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğuna ilişkin somut delil elde edilemediği" ifade edilerek, Samast hakkında ele geçirilen bir kısım delillerin, örgütün yönetici ve üyeleriyle irtibatının olduğuna ve Dink cinayetini işlerken ve sonrasında örgütün çıkar ve amaçları doğrultusunda hareket ettiğini ortaya koyduğuna dikkat çekildi. Samast'ın 7 yıl 6 aydan 12 yıla kadar hapsi istenen davanın ilk duruşması 6 Aralık'ta görüldü. Samast'ın avukatu duruşmada, hazırlanan iddianamenin yeni tebliğ olduğunu belirterek, savunma alınmamasını talep etti. Mahkeme talebi kabul etti, Samast'a yurt dışı yasağı getirildı.

Dava 6 Mart 2024 tarihine ertelendi.

TIKLAYIN - Ogün Samast'ın "örgüt adına suç işlemek"ten yargılandığı davada ek süre talebi kabul edildi

(T24)

Asgari ücretin el birliğiyle yanlış hesaplanması(III+IV)- Murat Batı / T24

III: Vergi yönüyle…

Asgari ücretten fazla ücret geliri elde edenler, alması gerekenden daha düşük ücret almakta hem de vermeleri gerekenden daha fazla gelir ve damga vergisi ödemekteler

Asgari ücret, Asgari Ücret Yönetmeliği’nin 4/d maddesine göre “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücreti,” şeklinde tanımlanmıştır. Görüldüğü üzere asgari ücret günlük hesaplanmalı ve çalışanın gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek düzeyde olmalıdır.

Asgari ücretin günlük hesaplanması gerektiğini bu yazıda izah etmeye çalıştım. Bu sorunun SGK boyutuyla ne tür hak kaybı yarattığını da bu yazıda anlatmaya çalıştım.

Ancak asgari ücretin bu şekilde hatalı uygulanmasının asgari ücretten fazla ücret elde eden çalışanlara da olumsuz etkisi bulunmaktadır. Asgari ücretten fazla ücret geliri elde edenler, alması gerekenden daha düşük ücret almakta hem de vermeleri gerekenden daha fazla gelir ve damga vergisi ödemekteler.

Nasıl oluyor bu? diyeceksiniz, şöyle oluyor…

1 Ocak 2022 tarihinden itibaren asgari ücret elde eden kişilerin ücret gelirleri gelir vergisinden istisna edilmiştir. Asgari ücretten fazla ücret geliri elde edenlerin ise asgari ücrete kadar olan kısmı gelir ve damga vergisinden istisna edilmiştir. 2023 yılı ilk altı ayı için brüt 10.008 TL ve net 8.506,80 TL; ikinci altı ayı için ise brüt 13.414 TL ve net 11.402 TL ücret gelirlerinden gelir (net) ve damga (brüt) vergisi alınmayacaktır. Bu tutardan fazla ücret geliri elde edenler için ise asgari ücreti aşan tutar üzerinden gelir ve damga vergisi alınacaktır.

Bu uygulamayı düzenleyen GVK m.23/18 uyarınca literatürde dekot namı diğer vergiden indirim denilen bir sistem uygulanarak asgari ücrete kadar olan kısım için istisna uygulanmaktadır.

Daha basit bir ifadeyle asgari ücretten fazla olan ücretler GVK m.23/18 uyarınca önce GVK m.103’teki vergi dilimine tabi tutulup sonra asgari ücret istisnası uygulanmaktadır.

Ancak GVK m.23/18’de istisnayı düzenleyen fıkrada yer alan “asgari ücretin aylık brüt tutarından” ifadesi yanlış anlaşılmaktadır. Çünkü madde hükmünde geçen aylık brüt asgari ücret tutarı asgari ücret komisyonu tarafından açıklanan tutar olmayıp 5510 sayılı Kanun uyarınca işverenlerce belirlenen SGK matrahıdır.

Bu hatalı yaklaşım, vergi mevzuatımızın muhtelif yerlerinde geçen “brüt asgari ücret” için de uygulanmaktadır. “Bir (1) günlük asgari ücret ile o ayın/yılın gün sayısının çarpımı sonucu bulunacak tutar” üzerinden işlem yapılması gerekirken bunun yerine 5510 sayılı Kanun m.88 uyarınca belirlenen her ay için 30 günlük SGK matrahı dikkate alınmaktadır. Bu durum özellikle asgari ücretten fazla ücret geliri elde edenler açısından eksik istisna (her yıl için 5 günlük) uygulanmakta ve dolayısıyla da aynı tutar kadar da fazla gelir ve damga vergisi ödenmektedir.

Özetle asgari ücretten fazla gelir elde eden ücretlilere uygulanan GVK m.23/18 uyarınca asgari ücrete kadar olan ücret istisnası yanlış/eksik uygulanmaktadır. Uygulanan bu tutar SGK matrahı olup yıllık sadece 360 günlük tutar istisna kapsamında değerlendirilmektedir. 365 günlük yılda 5 gün; 4 yılda bir de 6 günlük tutar istisna kapsamına alınmamakta ve dolayısıyla eksik istisna uygulanmaktadır.

Buna göre son altı aylık asgari ücreti baz alınıp bir hesap yapılırsa bir çalışanın bir (1) günlük net asgari ücreti 380,078 TL (11.402,32/30 gün) olacaktır. Asgari ücretin bir yılda 5 gün eksik hesaplanması nedeniyle bir asgari ücretliye 2023 yılında 1.900,39 TL (380,078 TL*5 gün) eksik ödenmiş olacaktır. Asgari ücretten fazla ücret alanlar için uygulanacak asgari ücrete kadar gelir ve damga vergisi istisnası nedeniyle bu kişilerden fazla damga ve gelir vergisi alınmakta dolayıyla da eksik istisna uygulandığından eksik ücret almış olacaklardır.

Örneğin GVK m.23/18 uyarınca asgari ücretten fazla ücret elde eden bir çalışanın aylık maaşından hesaplanan gelir vergisinden 1.900,39 TL’ye isabet eden istisna tutarı mahsup edilmeli ancak uygulamada mahsup edilmemekte ve dolayısıyla da aynı tutar kadar da eksik ücret alınmaktadır.

Bu tutarı (1.900,39 TL) GVK m.103’teki ilk dilim oranı (yüzde 15) dikkate alarak gelir vergisinden istisna etmek için hesaplarsak yıllık 285 TL (1.900,39*0.15) fazladan gelir vergisi alınmakta ve dolayısıyla da 285 TL eksik ücret alınmaktadır.

Yıllık 285 TL’lik tutar size çok küçük gelebilir ancak Temmuz 2023 itibariyle ücretli çalışan kişi sayısı 21 milyon 496 bin kişidir. 21 milyon 496 bin kişinin 10 milyon kişisinin asgari ücretin üstünde ücret aldığını varsayarsak bu kişilerden yıllık 285 TL -eksik istisnadan dolayı- fazla gelir vergisi alınmakta ve dolayısıyla da yıllık 285 TL eksik ücret almış olacaklar. 10 milyon kişi ile 285 TL’yi çarparsak damga vergisiyle birlikte yaklaşık yıllık 3 milyar TL fazladan vergi alınmaktadır[1]. Dolayısıyla da yaklaşık 3 milyar TL eksik ücret alınmaktadır.

Özetle çalışanın cebine girmesi gereken bu tutar (3 milyar TL) Hazineye vergi olarak girmektedir.

[1] Bu yazı “Murat Batı&Engin Uzuner; Asgari Ücretin Günlük Yerine Aylık Hesaplanmasınının İş, Sosyal Güvenlik Ve Vergi Mevzuatları Açısından Karşılaştımalı Olarak İncelenmesi, Bakırçay Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Volume: 3/Issue: 5/Year: 2022, p. 3-32” isimli makale referans alınarak oluşturulmuştur.

IV: Asgari ücreti eksik ödeyenlere idari para cezası var

Asgari ücretli çalışan birine 31 gün ile biten aylarda ­-Komisyonca belirlenen günlük tutarı 30 gün olarak hesaplar- yani 11.402,32 TL ödemeye devam ederseniz Bakanlık denetim elemanlarınca ya kendiliğinden ya da şikâyet üzerine yapılan bir denetimde tespit edilirse İş Kanunu m.102/a uyarınca işverene her ay için işçi başına 956 TL idari para cezası kesilecektir

Mevzuat gereği asgari ücretin günlük hesaplanması gerektiği ancak 5510 sayılı Yasa m.88 uyarınca 30 günlük SGK prim matrahı ile aynı anlaşıldığı ve bu nedenle asgari ücret ödenirken aylık maaşın da 30 gün üzerinden ödendiğinden dolayı yıl içinde 5 günlük tutarın da ödenmediğini bu yazıda izah etmeye çalıştım.

5 günlük ücretin ödenmemesinin SGK prim kaybına neden olduğunu bu yazıda, bu durumun aynı zamanda ücretlilere eksik maaş ödenmesine neden olduğu ve 2023 yılı için de fazladan 3 milyar TL vergi alındığını bu yazıda izah ettim.

Peki bile bile asgari ücreti eksik ödemenin cezası yok mu? Var elbette. Bu yazının konusu ise bile bile yapılan bu hatanın tespit edilip idari para cezası kesilmesidir.

Uzatmadan asgari ücret aylık ödenemez, her ne kadar aylık sözleşme yapılsa da günlük hesaplanıp ödenmelidir; yasa koyucu düzenlediği mevzuatlarla bunu emreder.

Yani olur da asgari ücret aylık net 11.402,32 TL ödenirse ne olacak? O zaman idari para cezası devreye giriyor. Çünkü Asgari Ücret Yönetmeliği'nin 12'nci maddesi "İşçilere, Komisyonca belirlenen ücretlerden düşük ücret ödenemez. İş sözleşmelerine ve toplu iş sözleşmelerine bunun aksine hükümler konulamaz. İşverenler tarafından, işçilere sağlanan sosyal yardımlar sebebiyle asgari ücretten herhangi bir indirim yapılamaz." şeklinde emreder.

Özetle İş Kanunu'nun 39'uncu maddesi ile Yönetmeliğin 11'nci maddesi asgari ücret, Resmi Gazete'de yer alan Komisyon Kararıyla ilan edilen tutardır ve 12'nci maddesi de bu tutarın altında ödeme yapamazsın lafzıyla emreder.

2023 yılının ikinci altı ayına ilişkin asgari ücret tutarıyla alakalı Asgari Ücret Tespit Komisyonu Kararı 24 Haziran 2023 tarihli Resmi Gazete'de yayımlandı. Resmi Gazete'de yayımlanan söz konusu Asgari Ücret Tespit Komisyonu Kararı'nda "İşçinin bir günlük normal çalışma karşılığı asgari ücretinin; 1/7/2023-31/12/2023 tarihleri arasında (447,15) dört yüz kırk yedi lira on beş kuruş olarak tespitine, oybirliğiyle," ve Karar Gerekçesinin son kısmında "Alınan karar uyarınca; işçinin günlük asgari ücreti; 1/7/2023-31/12/2023 tarihleri arasında (447,15) dört yüz kırk yedi lira on beş kuruş olarak belirlenmiştir." şeklinde cümleler bulunmaktadır.

Buna göre Temmuz 2023 için bu kişiye brüt 447,15x31 gün= 13.861,65 TL üzerinden ödeme yapılmalıdır. Ancak asgari ücretlinin Temmuz 2023 brüt maaşı 13.414,50 TL olarak dikkate alınırsa bir günlük ücret eksik ödenmiş sayılır.

Bunun sonucunda ise İş Kanunu m.102/a uyarınca komisyonun belirlediği asgari ücreti işçiye ödemeyen veya noksan ödeyen işveren hakkında işçi başına her ay için 956 TL idari para cezası kesilir.

Aylık sözleşme yapanlara da aynı ceza kesilecek…

Şimdi birçok kişi şunu aklından geçiriyordur: "Ama biz sözleşmeyi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın internet sayfasında yer alan aylık net 11.402,32 ve brüt 13.414,50 TL üzerinden yaptık, şimdi ne olacak?."

Komisyonca Resmi Gazete'de ilan edilen günlük tutarın altında ödeneceğine ilişkin iş sözleşmesi düzenlense bile -örneğin, Bakanlığın açıkladığı 11,402,32 TL olarak sözleşme tesis edilip ödense bile- Yönetmelik m.12 ve ilgili diğer mevzuat hükümlerinin lafzı bu, devleti bağlamaz ve ceza kesilmesine engel değildir şeklindedir.

Daha basit bir ifadeyle; asgari ücretli çalışan birine 31 gün ile biten aylarda ­-Komisyonca belirlenen günlük tutarı 30 gün olarak hesaplar- yani 11.402,32 TL ödemeye devam ederseniz Bakanlık denetim elemanlarınca ya kendiliğinden ya da şikâyet üzerine yapılan bir denetimde tespit edilirse İş Kanunu m.102/a uyarınca işverene her ay için işçi başına 956 TL idari para cezası kesilecektir. 2023'te ise 31 gün ile biten 7 ay bulunduğu gerçeğiyle birlikte bir ay için kesilecek idari para cezasını 7 ile çarpmamız gerekecektir. Bu da yıllık (956 TLx7) 6.692 TL yapar. Ve bu işlemin geriye doğru zamanaşımı süresince de (Kabahatler Kanunu uyarınca 5 yıl) yapılabilir olduğunu da ısrarla belirtmek isterim.

Ayrıca 31 gün ile biten aylarda eksik SGK primi de söz konusu olacağından oradan da bir ceza tutarı var.

Murat Batı / T24

7 Aralık 2023 Perşembe

Tahmin edilebilir bir Celal Şengör portresi: Tamek Celal Jeolog Celal’e karşı + Celal Şengör doktora tezini Osmanlı hanedanına ithaf etmiş+‘İstanbul’da şöyle yakışıklı bir deprem olsun her tarafı yıksın geçirsin, temizlensin ya' demiş... (soL)

Tahmin edilebilir bir Celal Şengör portresi: Tamek Celal Jeolog Celal’e karşı (Orhan Gökdemir)
O şımarık veletlikte aklını özgürleştiren bir bilim insanı değil, hep besili bir patron çocuğu olmanın iticiliği var. Jeolog çocuğu bastırıyor, altından bir canavar olan “Tamek Celal" çıkıyor.

Pepsi'nin Türkiye İmparatoru Melih Sipahioğlu aile içinde yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle şirketini 100 milyon dolara sattı. Sipahioğlu 1955’te Fruko şirketini kurarak, Pepsi üretim ve dağıtım işini 40 yıl boyunca sürdüren Tamek Holding'in büyük hissedarıydı. Kıbrıs'ta kurulu Universal Bank'ın da yüzde 50 hissesine sahipti. Şirketlerinin yarım milyar dolara yakın cirosu vardı. Sipahioğlu’nun büyük ortağı deprem uzmanı jeolog Celal Şengör'ün babası Asım Şengör’dü. 

Gazeteciler bu ani satışın sebebini araştırdı. Şirketin dört varisinden hiçbiri aile işiyle doğrudan ilgilenmemişti. Çocukların en parlak olanı diye bakılan Celal tamamen başka bir yola sapmış, “iş adamı” olmak yerine, gidip deprem uzmanı olmuştu. Sipahioğlu yeğenine bu kararı nedeniyle kızgındı. O da hayırsız çıkmıştı.

Kamuoyu herkesin tanıdığı papyonlu Profesör Celal Şengör'ün, zengin ailenin iş hayatı ile ilgilenmeyen şımarık çocuğu olduğunu bu satış haberleri vesilesiyle duymuştu. 

2015’te Tamek’te bir 'huzur hakkı' kavgası patlak verdi. Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu listesinde yar alan Tamek Gıda’da ortaklar arasında anlaşmazlık yaşanıyordu. Celal Şengör’ün de ortağı olduğu şirkette yönetim kurulu başkanı Melih Sipahioğlu ve yardımcısı Güngör Sipahioğlu’na aylık ödenen 15 bin liralık huzur hakkı “fahiş” bulunarak dava açıldı. Davayı açan isim ise Şengör’ün kardeşi İ. Meral Taşlıklıoğlu ve eşiydi. Dava konusu edilen ve iptali istenen karar Celâl Şengör’ün oğlu H. C. Asım Şengör’ün de aralarında olduğu diğer yönetim kurulu üyelerine aylık 2 bin 500 TL huzur hakkı ödenmesini öngörüyordu.

Bu kavganın patlak verdiği tarihte İSO 500 listesine 332 milyon TL cirosuyla 307. sıradan giren Tamek Gıda’nın birbiriyle yakın akraba 10 hissedarı bulunuyordu; M. Melih-Güngör Sipahioğlu, çiftin kızları Sema Kızıl, Selda Sipahioğlu ile Yılız Budin, Prof. Dr. Celal Şengör, Şengör’ün oğlu Asım Şengör ile Şengör’ün kardeşi İkbal Meral Taşlıklıoğlu ve Haluk Taşlıklıoğlu. 

Jules Verne'i de yanlış anladı

Hararetli bir eğitim hayatı olmuştu. Eğitimine Şişli Terakki Lisesi'nin ilkokulunda başlamış, 5. sınıfta öğretmeniyle tartışınca okuldan atılmıştı. İlkokuldan mezun olduktan sonra kimi özel okulların sınavlarına girse de hiçbirini kazanamadı. Kendi iddiasına göre torpille Işık Lisesi Ortaokulu'na girdi. 1969'da Robert Lisesi'nin sınavlarını kazandı. Robert Koleji bitirdikten sonra öğrenimine devam etmek üzere ABD'ye gitti. Nasıl olsa para ganiydi.

Tam adıyla Ali Mehmet Celal Şengör bir Tamek varisi olarak daldı bilim dünyasına. Yapısal yer bilimi ve tektonik dallarındaki çalışmaları ile tanındı. Pek çok ödül aldı. 1992'de İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Genel Jeoloji Ana Bilim dalında profesörlüğe yükseldi. 2022’de İstanbul Teknik Üniversitesi'nden emekliye ayrıldı.

Jeolojiye olan merakının nasıl başladığını şöyle anlattı: “Ben jeolojiyi küçük yaşta Jules Verne’in Arzın Merkezine Seyahat kitabını okuduğum günden itibaren sevmeye başladım. Kendi kendime, ‘Adam olmak demek, Jules Verne’in tarif ettiği gibi olmak demektir’ diye düşündüm. Bana jeolojiyi Jules Verne sevdirdi...” Jules Verne’i okumuş onu da yarım anlamıştı. Çünkü Verne bir sosyalistti. O ise her türlü eşitlik fikrinden nefret ediyordu.

Hafif otistik, aşırı narsistik

Tuhaf davranışlarının ve şımarıklığının zenginliğinin yanında fiziksel bir nedeni de var kendi iddiasına göre. Şöyle anlatıyor bu engelini; “Hafif Aschberger ile teşhis edilmiş bir insanım. Ve bu özelliğime şükran borçluyum. Otistik olmasaydım bilimde elde ettiğim başarıları elde edemezdim.” İsmini Hans Asperger'den alan otizm spektrum bozukluğunun bir çeşidi olan asperger sendromu, sosyalleşebilme ve etkili iletişim kurabilme yeteneklerini sınırlayan gelişimsel bir bozukluk. Dar ilgi alanları, katı rutinler ve sıklıkla tekrarlayan davranışlar yan etkilerinden. Celal Şengör biyografisine giriş niyetine okuyabilirsiniz bunları. 

Bir söyleşinde Kemalist olduğunu belirtti; “Benim siyasi görüşüm tamamen Kemalizm'dir. Hem de en koyu haliyle! Çünkü Kemalizm eşittir; akılizm demektir.” Tabii akıl her zaman var ama her zaman akılcı bir biçimde değil. İrrasyonalizm de akıldan besleniyor sonuçta. Aklı doğruda tutacak bir yöntem gerek herkese. O da Celal Şengör’de yok. Nitekim o bir Kemalist olmasına karşın aynı zamanda bir monarşist. 1982’de yazdığı tezini Osmanlı Hanedanı mensuplarına atfedecek kadar saplantılı bir tercih bu. Ona göre monarşi yargı bağımsızlığını tamamıyla sağlaması nedeniyle ideal yönetim biçimi. Cumhuriyetsiz bir Kemalist o. 

Laik değil ama ateist

Laik de değil ama sıkı bir ateist. Hafif Asperger sendromu gibi hafif bir Türkçülüğü de var. “Bugün ben kendimi Türk milliyetçisi olarak tanımlarım ama benim damarlarımda bir damla Türk kanı yok” diye gerekçelendiriyor bu hafif Türkçülüğünü. 

Birbiriyle alakasız olaylar arasında alakasız bağlar kurmayı seviyor. O bağlardan çıkardığı saçma sonuçlar da malum. “Kenan Evren’in yaptığı her şeyi istisnasız onaylıyorum, insanlara dışkı yedirmek işkence değil” demişti bir keresinde. Yetinmemiş Kenan Evren’in cenazesine çelenk göndermişti. Böyle hararetli bok yedirme savunusu yapınca “kendi dışkınızı yediniz mi?” diye sordular. “Yedim. Özellikle insan dışkısı acıydı” dedi.

Tipik bir antikomünist aynı zamanda. “Bu memlekette, Deniz Gezmiş gibi bir eşkıyaya kahraman denildiğini gördüm” diyerek dışavurmuştu bu düşmanlığını.

Bir söyleşisinde işkence-severliğini şöyle açıklıyordu; “Bak kardeşim! İhtilal ne demektir biliyor musun sen? Devrim ne demektir? Darbe? Zorla bir işi yapmak demektir! Kusura bakmasın kimse. Her yapılan haktır kardeşim.” O bir mutlak seçkin. Haliyle “cahillerin demokrasisine”, “oklokrasiye” karşı. Peki nasıl yönetilelim? Oligarşi ile. Şaka yaptığımız sanılmasın, bunları söylüyor açıkça.

Yoksuldan nefret ediyor

Mutlak bir seçkin olduğu için her türlü aşırılığı yapma hakkı görüyor kendinde. Bir öğrencisi için, “O kadar kızdırdı ki, Saniye'nin eteğini kaldırdım, kıçına bir tokat attım” dedi örneğin. Hakkında taciz soruşturması açtılar, delil bulamayıp kapattılar. Kendi sözü delil sayılmamıştı, çünkü sözünün bir ağırlığı yok. Cahilden, yoksuldan, açtan açıktan nefret ediyor. Saklamıyor da bu nefretini. “Organ bağışı yapar mısınız” diye sordular bir defasında. “Elin dangalağına verip onu yaşatmanın anlamı yok” diye cevapladı soruyu.

Peki cahil sözüyle kastettiği kim? Okuma yazması olmamak anlamında kullanmıyor bunu. Örneğin ona göre maden açılmasın diyenler de zır cahil. Madenciler doğayı tahrip etmiyormuş, doğanın yüzünü değiştiriyormuş. “Yan taraftaki köy manzarasını kaybediyormuş, bana ne” diye gerekçelendiriyor bu sivri akıllarını.

12 Eylül darbesini savunuyor ama Fransız Devrimine şaşı bakıyor. Fransız İhtilali insanlık için bir felaket ona göre. Ayak takımının yönetimi için yolu açmış ve dünyayı bugünkü haline getirmiş. Bilgisi doğru değil ama nefretinin sebeplerinden biri Fransız Devrimi’nin monarşiyi devirmesi.

Onun hanedan ve monarşi savunuculuğu da gelgitli. Bir keresinde de Kanuni Sultan Süleyman'a hakaretler savurmuş, Osmanlı ve Selçuklu'da bilim ve eğitim adına hiçbir şeyin olmadığını ileri sürmüş, Yıldırım Bayezid için de “kahraman falan değildir, enayidir” demişti. 

Bu öyle bir özgüven patlaması ki, hakkında hiçbir şey bilmediği Marx hakkında bile atıp tutabiliyor. Bunun görünür tek nedeni ilgi çekmeye çalışan bir ergen olması. Bir söyleşinde “Bu yaşta şımarık bir velet gibi görünmeyi nasıl başarıyorsunuz?” diye sordular. “Bu başarının sırrı benim çocuk olarak kalmayı başarmış olmamdır. Eğer çocuk olarak kalamasaydım zaten bilim yapamazdım. Bilim orijinal düşünmeyi gerektiren bir şey. Orijinal düşünmek için kafanın serbest olması lazım. İnsan büyüdükçe kafası kalıplaşıyor. Ben o kalıba bir türlü giremediğim için çocuk kaldım. Bundan da çok memnunum ama” diye yanıtladı soruyu.

Tabii çocukluk ile çocuksuluk arasında dağlar kadar fark var. O şımarık veletlikte aklını özgürleştiren bir bilim insanı değil, hep besili bir patron çocuğu olmanın iticiliği var. O besili çocuk jeolog çocuğu bastırıyor çoğunlukla, altından bir canavar olan “Tamek Celal” çıkıyor.

Gericilik döneminin tipik bir cahil özgüven karakteri o. Bütün karanlık yanlarını aydınlık sanıyor. Bazılarını inandırıyor da üstelik. Onda iki kişilik birbiriyle savaşıyor: Tamek Celal Jeolog Celal’e karşı…

Cumhuriyet Köşebaşı - 7 Aralık 2023 -

 

‘Hain, alçak, adi, soysuz Vahdettin’(Barış Terkoğlu)

Ne garip, eylemle sınanmış bir tarihi, talimatlı savcılarıyla yeniden yazacaklarını sanıyorlar!

İzmir Büyükşehir belediye başkanına açılan Vahdettin soruşturmasını, sözde ulusalcı bir kanaldan tanıdığımız yorumcunun, gazeteci dostumuz Ümit Zileli’ye bağırışı tamamladı: Vahdettin’e hain diyen yargılanacak!

Öyleyse soralım: Atatürk, Vahdettin’e nasıl bakıyordu?

Nutuk’un başında Vahdettin’i es geçmedi: “Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta.”

Vahdettin’in İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nden olduğunu anlatan Atatürk, cemiyettekiler için eşsiz bir tespitte bulunuyordu:

“Bence, bu cemiyeti teşkil edenler, kendi şahıslarını ve şahsi menfaatlerini sevenler ve şahıslarıyla menfaatlarinin dokunulmazlığı çaresini Lloyd George hu¨ku¨meti marifetiyle İngiliz himayesini teminde arayanlardır.”

‘Hain Vahdettin’

Nutuk’ta Atatürk, Ali Rıza Paşa kabinesinde harbiye nazırı olan Cemal Mersinli’nin oportünist sözlerini anlatırken Vahdettin’e nasıl baktığını da özetliyordu: “Harbiye nazırı, bu sözu¨ telaffuz ettiği dakikada, yalnız bir zatın itimadına sahip bulunuyorlardıO zat da devlet riyasetini kirletmekte bulunan hain Vahdettin idi.

Atatürk, Ankara ile İstanbul arasında kararsız kalan İzzet ve Salih paşaları da acımasızca eleştirdi. Elbette seçim iki şehir arasında değildi. Milli Mücadele ile Vahdettin arasındaydı. Nutuk’ta öbür taraf “du¨şmanların elinde oyuncak bulunan Vahdettin” diye anlatılıyordu.

Atatürk, barış konferansına Vahdettin’in heyetinin çağrılmasına karşı da öfkeliydi: “Bu¨tu¨n menfaatlerini kirli bir tahtın, çu¨ru¨mu¨ş, çökmu¨ş ayaklarına sarılmakta gören Vahdettin heyeti...”

‘Alçak Vahdettin’

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırıldığı gün, Meclis’te, hanedanı “Osmanoğulları, zorla Tu¨rk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardı ve bu tasallutlarını altı asırdan beri su¨rdu¨rmu¨şlerdi” diye tarif etmişti.

17 Kasım’da Vahdettin’in İngilizlerle kaçışı Nutuk’ta “Hain Vahdettin bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul’dan kaçıyor” başlığıyla yer buldu. Atatürk, Vahdettin’e yakışan bu son için çok ağır ifadeler kullandı: “Vahdettin gibi hu¨rriyet ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir mahluk”, “Aciz, adi, his ve idraktan mahrum bir mahluk, kabul eden herhangi bir yabancının himayesine girebilir”, “mensup olduğu devlet ve milletin zararına da olsa şahsi vaziyet ve hayatlarından başka bir şey du¨şu¨nemeyecek pespaye”...

Atatürk’ün anılarında da Vahdettin geniş yer tutar. Veliaht Vahdettin’e Almanya seyahatinde refakat eden Atatürk, onun hakkında erken bir kanaate sahip oldu. İlk karşılaşmaları sonrası, Naci Paşa’ya, “Zavallı, bedbaht, acınacak”, “Bu zavallı yarın padişah olacaktır, kendisinden ne beklenebilir?” şeklinde tespitlerde bulunmuştu. Bir başka görüşmelerinde memleketi kurtarma fikrine “Ben her şeyden evvel İstanbul halkını doyurmak mecburiyetindeyim” yanıtını alınca, edebi bir benzetme yaptı: “Tilki tabiatında her entrikacının her gu¨n şahidi olduğum yu¨zlerce örneklerinden biri karşısında bulunduğuma bu¨yu¨k u¨zu¨ntu¨yle kani oldum.

‘Soysuz ve adi Vahdettin’ Özetle, Atatürk’e göre Vahdettin, “hain, devlet başkanlığını kirleten, soysuz, alçak, menfaatçi, düşmanın elinde oyuncak, kirli tahtta oturan, adi mahluk, alçak, aciz, pespaye, sefil, zavallı, acınacak, tilki tabiatındaki entrikacı...” sıfatlarıyla tanımlanır. Nasıl olmasın? O bağımsızlık mücadelesi verirken hakkında idam kararı alan, ülke işgal altındayken işgalcilerle işbirliği yapan, eşlerini bile işgalcilere emanet eden, Sakarya Harbi sırasında Saray’da Nimet Nevzad Hanım ile düğün yapacak kadar milletinden kopmuş bir şahsiyete ne denebilirdi? Atatürk “az bile söylemiş” denebilir.

Sonuç olarak Vahdettin üzerinden yeni bir tarih kurmaya çalışanlar, Tunç Soyer’i ya da Ümit Zileli’yi değil, Atatürk’ü yargılıyor. Bu cüret gücünü elbette Cumhuriyetle hesaplaşanların iktidar olmasından alıyor. Ancak unutmayalım, torbacıları genel merkezlerinde ağırlayan sözde milliyetçiler, Silivri’den Malaya gemisine koşan sözde ulusalcılar, Atatürk’ü devrimci fikirlerden arındırıp içi boş törenlere sığdıran sözde Atatürkçüler, “yenilene yenilene” elde ilke bırakmayan işportacı siyasetçiler bu işin asıl sorumlusudur.

Tarihten konuşurken geçmişten bahsettiğimizi sanırız. Konuştuğumuz aslında bugünümüz ve yarınımızdır!

                                                       /././

İsrail son fırsatı kaçırdı(Ergin Yıldızoğlu)

Aksa Tufanı” İsrail yönetimine, Hamas’tan kurtulmak, vatandaşlarının güvenliğini pekiştirmek, Arap ülkeleriyle başlayan yakınlaşmayı daha da derinleştirmek için bir fırsat kapısı açmıştı. İktidardaki fanatik dinci faşistler bu fırsatı kaçırdılar.

Gelin bir de şu senaryoyu düşünün: “Aksa Tufanı” ertesinde İsrail devleti, hemen işgal ve soykırım başlatmak yerine, önce sınırlarını yeniden güçlendirebilir, Hamas’a karşı cezalandırıcı önlemler için Birleşmiş Milletler’e başvurarak tüm dünyayı, özellikle de Çin’i, arkasına alabilirdi. İsrail, BM’den bu yönde karar çıkardıktan sonra, Filistin yönetimi ile “iki devletli çözüm sürecini” yeniden canlandırabilir, dahası Arap devletleriyle başlamış yakınlaşmayı derinleştirmeye devam ederken onlardan Filistin sorununun çözümüne, Hamas’ın tasfiyesine, İsrail’in güvenliğini sağlamaya ilişkin katkı isteyebilirdi. Bunları yapabilseydi şimdi Gazze son teknoloji ürünü bombalarla Dresden’den daha beter düzeyde dümdüz edilmemiş, 16 binden fazla insan öldürülmemiş (Bu sayı artmaya devam ediyor), İsrail’in siciline, bir de soykırım lekesi eklenmemiş olacaktı. Dahası İsrail, Batı’da, “kredisi” bu kadar hızla eriyen, “Küresel Güney”de yalnızlaşan bir ülke konumuna düşmeyecekti. Şimdi, yalnızca İsrail halkını, Avrupa ve Amerika’daki Yahudileri daha tehlikeli bir gelecek bekliyor.

İKİ BÜYÜK ENGEL

İsrail “Gazze felaketinin” içinden kolay kolay çıkamayacak. Birincisi, Hamas’ı yok etme, Gazze’yi “temizleyerek” yerleşimlere açma, Batı yakasını da bu sürecin ucuna ekleme fantezileri ile yıllardır güçlenen Ben Gvir, Smotrich ve yerleşimcilerden oluşan faşist hareket, Netanyahu’nun zaaflarından yararlanarak devletin güç merkezlerini ele geçirdiler. Onlar orada durdukça Gazze’den, Filistin halkının, Arap rejimlerinin hatta genel olarak dünyanın kabul edeceği bir “çıkış” olanaksız. İsrail toplumu da silahlı, fanatik bir tabana dayanan bu faşist politikacıları tasfiye edecek, hatta cezalandıracak bir şekillenmeyi kısa sürede geliştirecek durumda değil. Hem “Aksa Tufanı” travması hem Gazze’deki soykırımın utancı bu yönde çabaları engelleyecektir.

İkincisi, bugüne kadar, ABD ve Avrupa devletleri, Batı’nın “kültür endüstrisi” dünya kamuoyunu, “İsrail’in -İşgalci bir devletin- kendini savunma hakkı” gibi bir saçmalığı doğal karşılama noktasına getirebiliyordu. Bu kez İsrail’deki fanatik dinci faşist yönetimin soykırım fantezileri peşinde yaratığı büyük felaket, bunu gizlemek için ürettiği ilkel yalanlar dünya kamuoyunun sabrını taşırdı. ABD’nin, AB devletlerinin işi çok zorlaştı.

Dahası, ABD, artık tek “vazgeçilmez ülke” değil! Son 20 yılda, Çin, ekonomik askeri, süper güç statüsüne yükselirken “Küresel Güney” halkları arasında liderliğine, hatta ekonomik siyasi modeline ilgi giderek artıyordu. Buna karşılık ABD’nin “demokrasi” ve ekonomi modelinin çekiciliği aşınmaya devam etti. Batılı uzmanlar, bu aşınmayı gizlemek için biteviye, Çin ekonomisinin bir gün çökeceğini kanıtlamaya çalışadursunlar, kimi toplumsal göstergeler farklı bir öykü anlatıyor. Örneğin, bir Ipsos anketine göre, Çin, “toplumda kişilerarası güven” indeksinde yüzde 56 ile 1. sıradayken ABD yüzde 33 ile 18. sırada yer alıyor (Türkiye: yüzde 14). Bu tür gelişmeler de ABD dış politika, diplomasi çevrelerinde kaygı yaratıyor.

Çin’in artan gücünü, özgüvenini sergileyen, çarpıcı bir olay da geçenlerde BM meclisinde yaşandı. İsrail temsilcisi kendinden emin bir dille, BM personeline çıkışan öfkeli bir konuşma yaparken Çin temsilcisi, söz almadan araya girdi, İsrail temsilcisine diplomatik dil ve saygı konusunda ders veren bir konuşma yaptı. İsrail temsilcisinin yüzündeki şaşkınlık, görmeye değerdi. Dahası, Çin’in İsrail’e karşı eleştirel bir tutum almasına karşın, ABD dış politika çevrelerinde, “Ancak, ABD ve Çin birlikte çözebilir” yorumlarına rastlıyoruz. 

Gelecekte, ABD’nin, kendi bölgesel çıkarlarını tehlikeye atmadan İsrail’i koruması giderek zorlaşacak. Bölge halklarının hızla yükselen öfkesi, bu öfkenin alması olası biçimler, Arap ülkelerinin yönetimlerini bu öfkeyi savuşturma zorunluluğu, birçok noktada vekâlet savaşları yürütme kapasitesine sahip İran, İsrail için çok zor bir dönemin başladığına işaret ediyor. 

                                                           /././

Tampon bölge, yine savaş demektir(Mehmet Ali Güller)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’a “ortak basın toplantısı” yapmayı teklif ettiğini ama reddedildiğini, Gallant’ın ayrı bir basın toplantısı yaptığını yazmıştık.

Kuşkusuz bu İsrail içinde bir iç mücadeleye işaret ediyor. Nitekim ardından bir başka hamle geldi. Kudüs Merkez Mahkemesi, Netanyahu’nun savaş nedeniyle ertelenen yolsuzluk davasına iki aylık aranın ardından “devam” kararı verdi. Böylece İsrail başbakanı, savaşın ortasında, yolsuzluk nedeniyle yargılanmaya devam edecek. Bunun anlamı açık.

Bitmedi...

İsrail’in Kanal 13 televizyonunun haberine göre önceki akşam toplanan İsrail savaş kabinesinde ilginç bir olay yaşanmıştı: “İsrail Başbakanlık Ofisi’ne bağlı güvenlik ekipleri, toplantıya girerken, ‘dinleme cihazı’ bulundurma ihtimaline karşı İsrail Genelkurmay Başkanı Halevi’nin üstünü ve eşyalarını aramak istedi.”

Başbakanın genelkurmay başkanına güvenmediği, korumaların üzerini aramaya kalktığı bir tablo...

Benzerlerinin artacağını göreceğiz.

NETANYAHU’NUN GAZZE’Yİ SİLAHSIZLANDIRMA HAYALİ

Netanyahu, savaş kabinesi toplantısından sonra iki hedef açıkladı:

Birincisi, Gazze’nin yönetimini kesinlikle Ramallah’taki Filistin yönetimine bırakmayacaklarını söyledi.

İkincisi, Gazze’yi silahsızlandıracaklarını ama bunu bir uluslararası gücün değil, bizzat İsrail ordusunun yapacağını söyledi.

Ancak İsrail basınına yansıyan haberlere göre savaş kabinesinin gündeminde asıl “tampon bölge planı” var!

SÜRGÜN PLANINDAN TAMPON BÖLGE PLANINA

İsrail’in ilk planı, sürgün/tehcir planıydı. Gazze’nin kuzeyindeki Filistinliler güneye itilecek, oradan da Filistinlilerin bir bölümü Mısır’a, bir bölümü de Ürdün’e yerleştirilecekti.

ABD Dışişleri Bakanı Blinken, İsrail adına bu planı Mısır ve Ürdün yetkilileriyle görüştü ama böyle bir planın kabulü elbette söz konusu olamazdı! Nitekim iki ülke de reddetti, hatta Ürdün savaş sebebi saydı.

Ardından Netanyahu, ABD’ye bu kez “derin tampon bölge” hedefini iletti. İsrail devlet televizyonu KAN, Netanyahu’nun Blinken’e “savaş bittikten sonra Gazze’nin güvenliğini kontrol altına alacağını ve Gazze’de derin bir tampon bölge kuracağını” söyledi.

Ancak ABD yönetimi “Gazze topraklarının küçülmesine neden olacak tüm planlara karşı olduğunu” açıkladı.

TAMPON BÖLGE UYGULANAMAZ

İsrail’in Gazze’de tampon bölge planı, daha önce de uygulanmış ama İsrail’in “güvenliğini” sağlayamamıştı.

İsrail 2005’te Gazze’den çekilirken 1 km genişliğinde bir tampon bölge kurmuştu, 2014’teki savaştan sonra ise bu tampon bölgeyi genişletmişti. Yani işe yaramadığı iki kez görüldü. Üçüncü defa daha da genişletilse bile işe yaramayacak. Çünkü:

Bir kere tampon bölge demek, pratikte Filistin topraklarının bir parça daha işgal edilmesi demektir. İsrail-Filistin çatışmasının temel nedeni tam da budur zaten, İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesi. Dolayısıyla tampon bölge demek, yeni savaş demektir orta ve uzun vadede...

Diğer yandan İsrail’in Gazze’de Hamas’ı bitirmesi de Gazze’yi silahsızlandırması da gerçekçi değil. Direniş sürdüğü müddetçe de “tampon bölge” uygulaması işe yaramayacaktır.

Filistin devleti kabul edilmediği ve İsrail’in işgali sürdüğü müddetçe, Filistinliler o örgütle ya da bu örgütle, roketle ya da taşla direnmeye devam edecekler. Böyle olduğu için de savaşı en sonunda kazanacaklar.

(Cumhuriyet)