9 Aralık 2023 Cumartesi

soL KÖŞEBAŞI - 9 ARALIK 2023 -

 

Solun iyi zamanları için(Aydemir Güler)

Yeniden solun “iyi zamanlarını”, aynı anlama gelmek üzere halkımızın umutlu zamanlarını yaşayabiliriz. Üstelik bu kez adlı adınca sosyalizm halkımızın umudu haline gelebilir.

Bizde de solun iyi zamanları da oldu. Birinci Dünya Savaşı dünyanın uzun süredir Türkiye diye adlandırdığı ülkenin üstüne çizik atılması anlamına geliyordu. İşte o sıra muhtaç olduğu barışın adresini Devrim Rusya’sı olarak karşısında bulan Türkiye siyaseti topluca sola döndü. İşçi sınıfına değil, sınıfsız topluma giden yol olarak komünizme de değil; ama emperyalizme karşı duran ve Anadolu’ya elini uzatan Bolşevizme duyulan sempati bir solculaşma dalgası yarattı. Tomurcukları boğmak için az uğraşmadı, egemen güçler.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Türkiye’nin, Nazizmden feyz alan bir sağcılığın hüküm sürdüğü limandan demir alması zorunluydu. Sağın dibinden ayrılış solculaşma anlamına gelecekti. Sendikalar kuruldu, aydınlar başlarını dikleştirdi. Siyasette komünizmin rüzgârı esmese de, ateşini komünistlerin harladığı bir demokratikleşme havası oluştu. Egemen güçler bu havayı, Tan matbaasını basarak, tez zamanda Kore üstünden kapağı NATO’ya atarak, Amerikancılığı kökleyerek ve komünistleri toplama kampına koyar gibi topluca zindana doldurarak zor bela dağıttılar. 

1960’a gelindiğinde sağ ülkeyi yine batırmıştı ve yeniden toparlanmak gerekiyordu. Bu kez mecburi sola dönüşün içini dolduran, yeni, topluma yayılmış özneler vardı. Mücadeleci işçi önderleri, devrimci aydınlar vardı. Artık yükseköğrenime erişen halk çocukları, kentlere göç etmiş Aleviler, avukat, öğretmen, doktor çıkmış Kürt demokrat aydınları vardı. Elbette onlarca yıldır deneyim biriktirmiş solcular, komünistler de vardı. Solculaşmanın önü neredeyse yirmi yıl kesilemedi!

Hikâyemizin bu noktasında 12 Eylül darbesine geliyoruz. Adı üstünde darbe. Katliamlarla hazırlanan, işkencelerle süren bir askeri faşist darbe. Ama kesinlikle bu kadar değil. 

Sol sadece şiddetle ezilmedi. Solculuk, siyasete devrimci mücadelenin birikimiyle değil liberalizmle iğdiş edilmiş biçimlerde yansıdı. Arkamızda 15-16 Haziran vardı. 1 Mayıslarda ortaya konan sınıf iradesi vardı. Devrimcilerin kanıtlanmış boyun eğmezliği vardı. Lakin bunların yerini tövbe etme ayinine dönen örgüt özeleştirileri aldı. İktidarı nasıl ele geçireceğini tartışan sol gitti, tövbe ayinine dua kitabı niyetine sivil toplumcu teoriler geldi.

“Memleket hazır değildi sola! Kapitalizm ne kadar gelişmişti ki? Hâlâ köylü değil miydik! Bu işçilerle mi olacaktı devrim? Marksizm Türkiye’yi açıklamaya yetmiyordu zaten. Ve örgüt diye diye bireyi yok etmiştik…” 

Asıl yenilgi budur. O gün bugündür solun üstünden “liberal vesayet” kalkmamıştır. 

Bugün Türkiye bir kez daha sağ tarafından batırılmış bulunuyor. Sağın batağından çıkışta mecburi istikamet solu gösterir. Bu, 2023’ün yeniliği değil. Doğrusu, sermaye “AKP zaferini” solun görevini yapmamasına borçludur dersek durumu abartmış olmayız. Sol, sivil toplumun gelişmesiydi, birlikti, yenilenmeydi, 21.yüzyıl sosyalizmiydi, toplumsal hareket solculuğuydu diye tumturaklı laflarla geri çekmiş, ortalığı gericilere bırakmıştır. 

Bu durum değişmek zorundadır. Türkiye yüzünü sola dönmeye hazırdır. Yeniden solun “iyi zamanlarını”, aynı anlama gelmek üzere halkımızın umutlu zamanlarını yaşayabiliriz. Üstelik bu kez adlı adınca sosyalizm halkımızın umudu haline gelebilir. Bunca yoksulluktan ve rezillikten, zulümden ve karanlıktan sonra bu pekâlâ mümkündür.

Ancak belirleyici olan, toplumun, soluna baktığında ne göreceğidir. Sermayeden ve burjuva siyasetinden medet uman, ilkesizliğe ve fırsatçılığa prim veren bir sol bataklığın garantisi olacaktır. Sola dönen orada vicdan görmelidir, düzenin kökten yıkılma çağrısını duymalıdır, pazarlıklarla değil ilkelerle tanışmalıdır. 

ABD’de işçi sınıfı uyanışının tarihsel önemi(Erhan Nalçacı)

ABD emperyalist düzende hegemonya erozyonu yaşıyor. Bunun parçası olarak işçi eylemleri yükseliyor. Kazanımlarla üretim maliyeti artıyor, sermayenin uluslararası piyasalarda rekabet şansı azalıyor.

ABD işçi sınıfı tarihsel olarak sert mücadelelerin içinden geçip gelmiştir. Hatta Marx’ın da yöneticisi olduğu Birinci Enternasyonal merkezini 1872’da New York’a taşımıştı. 

Buna karşılık egemen sınıfın terör ve komploları, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD sermayesinin işçi sınıfı tabakalarından bir orta sınıf yaratma becerisi, işçi sınıfı içinde siyah/beyaz kastlarının oluşturulması, sendikal bürokrasinin sermaye tarafından ele geçirilmesi, sermayeden bağımsız bir işçi sınıfı öncü siyasetinin ortaya çıkmaması ve genel bir siyasetsizleşme işçi sınıfını düzene mahkûm etmiştir.

1990 sonrası hız kazanan neo-liberal saldırı ise, evet, ABD liderliğinde dünyanın bütün emekçilerini hedefledi, ancak ABD işçi sınıfı da bu saldırıdan muaf değildi. 

Yukarıdaki koşullara ek olarak sermaye üretim maliyetlerinden kurtulmak için fabrikaları yurt dışına taşımaya başlamıştı ve işçileri işsiz bırakmakla tehdit ederek boyun eğdirdi. Sendikasızlaşma yayıldı, bugün özel sektördeki işçilerin ancak %6 kadarı ABD’de sendikalılar. Ücretlerin sınırlanmasının yanı sıra fabrikalarda formel olmayan çok daha düşük ücrete ağır işleri yapan bir geçici işçi katmanı oluşturuldu.

Buna karşılık sınıfsal uçurum tekel kârlarıyla inanılmaz bir şekilde arttı. 2003’ten bu yana işçi ücretleri %30 kadar azalırken, örneğin biraz sonra bahsedeceğimiz üç otomotiv tekelinin son altı aylık kârı 21 milyar dolardı.

Ancak böyle gidemezdi, gitmedi de.

Hizmet sektöründe 15 dolar saatlik ücret için yaygın bir ağın ve direnişin oluştuğu görüldü. 2018-2019’da büyük eğitim emekçileri grevi yaşandı. Sendikal bürokrasiler işçileri kontrol edememeye başladılar ve taban inisiyatifi oluştu. Amazon gibi sendikanın hiç giremediği yerlerde işçiler örgütlendiler. Daha önce hiç örgütlü olamayan bilim emekçilerinin sendikalaştığı izlendi. Bu yıl yazarların ve oyuncuların katılıp film üretimini aylarca durdurduğu Hollywood grevi gerçekleşti. Burada anılmayan sayısız direniş ve greve sahne oldu ABD.

Ve geçen ay zaferle sonuçlanan, 150 bin kadar işçiyi ilgilendiren üç ayrı otomotiv tekelinde birden 50 bin kadar işçinin greve çıktığı görüldü. İşçiler önce referandum ile sendika bürokrasisinden kurtuldular. Birleşik Otomotiv İşçileri Sendikası (UAW)’nın yönetimine aşağıdaki fotoğrafta görülen Shawn Fain liderliğinde bir ekip seçildi.

ABD’de üç büyük otomotiv tekeline karşı zaferle sonuçlanan grevin lider sendikacısı Shawn Fain ortada görülüyor.

Shawn Fain ve ekibinin sosyalist devrimci olduğunu tabi ki iddia etmiyoruz, ne kadar düzen dışı ufukları olduğu da belli değil. Ancak sert bir sınıf dili kullandıkları, sürekli olarak işçilerin nabzını tuttukları ve üç tekele karşı bir satranç oyunu oynar gibi mücadeleyi yönettikleri söyleniyor. 

Örneğin, klasik olarak toplu sözleşmelerin başladığı gün sendika bürokrasisi ile patronlar bir araya gelerek kameraların önünde el sıkışırlarmış. Bu çirkin gösteriyi Fain’ın reddettiği ve “Ne elinizi sıkacağım” dediği biliniyor.

Ayrıca eskiden Türkiye’de olduğu gibi ABD’de de grevci işçiler toplumsal olarak yalnız bırakılır, işçi sınıfının geride kalan kısmı vatandaş olarak grevin verdiği rahatsızlıktan yakınırdı. Şimdi ise grevcileri toplumun %50’sinden fazlası destekliyor.

Sendika yönetiminin bundan sonra elektrikli araçlara yönelen ve giderek büyüyen elektrikli araç tekellerini hedef alacağı söyleniyor. Örneğin, Tesla’da bir grev dalgası yaşanırsa buna şaşırmayalım.

Bütün bunların üstüne işçilerde bir siyasallaşma, genel tabirle bir solculaşma yaşandığı ve özellikle genç işçilerin haklarını koruma konusunda kararlı olduğu görülüyor.

Böyle giderek büyüyen işçi eylemleri eğer emperyalist düzenin tepe ülkesinde gerçekleşiyorsa bunun uluslararası etkileri olur. 

ABD’de bir kısır döngü oluşuyor. ABD emperyalist düzende hegemonya erozyonu yaşıyor. Bunun parçası olarak işçi eylemleri yükseliyor. Kazanımlarla üretim maliyeti artıyor, sermayenin uluslararası piyasalarda rekabet şansı azalıyor. Hegemonya krizi daha da büyüyor.

Tekeller fiktif sermayeye yönelseler zaten orada patlamak üzere olan bir balon var. Fabrikaları yurt dışına taşısalar, taşınan ülkelerin sermaye sınıfları şişiyor ve ABD’ye rakip olarak ortaya çıkıyorlar.

Ayrıca işçi hareketinde yükseliş siyasallaşma ile gidiyor. Örneğin, İsrail’in Gazze katliamını örtemediler. Kentli, siyasallaşmış emekçilerin büyük gösteri ve protestoları ile karşılanıyor katliam.

İngiltere 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ile savaşa girmeden emperyalist hegemonyayı ABD’ye teslim etmiş, yanında bir yamak olmayı ister istemez kabullenmişti. Çünkü arada üretim gücü ve askeri olanaklar açısından dev bir açı oluşmuştu.

Şimdi ABD’nin Çin’in yanında ikincil bir emperyalist pozisyonu kabul etmesi çok zor. Hala dünyanın en güçlü ordusuna sahip.

Ancak bu kadar hareketli ve yükselen bir işçi sınıfı içerideyken savaşması da çok zor.

ABD şu anda emperyalist bir paylaşım savaşının iç savaşa evrilmesi en olası ülke olarak gözüküyor.

Süreci izleyelim, ancak bu arada bu köşede ABD işçi sınıfının durumuna ilişkin çıkan başlıca yazılara göz atabilirsiniz:

https://haber.sol.org.tr/yazar/devrimimizi-ararken-orta-siniflarin-coku… 

https://haber.sol.org.tr/yazar/bu-yaz-dort-ayaklanma-hangisinden-umut-b…

https://haber.sol.org.tr/yazar/yapay-zeka-ve-sosyalizm-hollywood-grevi-… 

https://haber.sol.org.tr/yazar/abdde-isci-eylemlerindeki-yukselme-ne-an… 

https://haber.sol.org.tr/yazar/silikon-vadisinde-neler-oluyor-370394 

https://haber.sol.org.tr/yazar/gezinir-devrim-cografyasi-dunyada-360725 

https://haber.sol.org.tr/yazar/duzenin-devrime-karsi-tamponlari-eriyor-…

https://haber.sol.org.tr/yazar/koronavirus-degil-abdyi-toplumsal-esitsi… 

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/erhan-nalcaci/caresiz-akp-cubugu-abdy… 

https://haber.sol.org.tr/yazar/21-yuzyil-sosyalist-devrimlerini-ariyor-… 

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/erhan-nalcaci/yuz-yildir-uyuyan-dev-d… 

Türkiye solunu CHP'ye mahkum, halkı seçeneksiz sananlara hodri meydan!(Kemal Okuyan)

TKP Genel Sekreteri Okuyan, "Bu düzen devrimcileri kendi ağına düşürmek ve halkı çaresiz bırakmak için bize kendi siyaset anlayışını dayatıyor. Biz de diyoruz ki onlara, hodri meydan" dedi.

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, bugün TKP'nin Sesi'nde yayınlanan "Haftaya Bakış" programında, arkalarına NATO, ABD, Avrupa, cemaat ve sermayeyi alanların bu ülkeyi değiştiremeyeceğini vurguladı.

"Türkiye solunu CHP'ye mahkum, halkı seçeneksiz sananlara hodri meydan!" başlıklı bölümde, karamsarlık ve umutsuzluğun hızla yaygınlaştığını gözlemlediğini aktaran Okuyan, "Bu ülke, AKP karşısında gerçek bir seçeneğin ortaya çıkmaması için elinden geleni yapanlar sayesinde bu hale geldi. Bu ülke NATOculuğa, Amerikancılığa, Avrupacılığa, fonculuğa bulaşarak hatta cemaatlerden medet umarak AKP’yi alt etmeyi düşünen sözde muhalif, sözde devrimcilerle bu hale geldi" dedi.

Okuyan, İYİP'in CHP'nin yerel seçimlere ilişkin iş birliğini teklifini reddetmesine ve CHP'nin seçim stratejisine dair "Şimdi CHP ne yapacak, yüzünü sola dönecek. Ne güzel ya, Zafer Partisi ile olmadı, DEVA, Gelecek, Davutoğlu, Babacan tayfası kaçtı gitti, hadi solculuk yapalım. Nasılsa Türkiye solu CHP’ye mahkum" yorumunda bulundu.

Türkiye’de çaresiz bırakılan insanlara, umutsuzluğa düşürülen insanlara bir kez daha “makyajlı CHP” zokasını yutturmak isteyenlere anlayış göstermeyeceklerinin altını çizen Okuyan, "Bu alçak düzen bütün dünyada 150 yıldır ne yapıyor , devrimcileri kendi ağına düşürmek ve halkı çaresiz bırakmak için bize kendi siyaset anlayışını dayatıyor. Biz de diyoruz ki onlara, hodri meydan" ifadelerini kullandı.

Okuyan'ın programdaki konuşması şöyle:

'Bu ülke bu hale nasıl geldi?'

"Biraz canım sıkkın, açıkçası öfkeliyim de. Çünkü anlamıyorum gerçekten, herkes de bir karamsarlık var. Gördüğüm, rastladığım solcular da dahi ya AKP belediyeleri alırsa kaygısı var. Herkes bundan söz ediyor. Birkaç gündür tesadüf mü bilemedim, memleketin bütün karamsarları beni  mi takip ediyor, yoksa bu karamsarlık ve umutsuzluk hızla yaygınlaşıyor mu? Bunu bilmiyorum gerçekten de. Sanıyorum İYİ Parti’nin aldığı İdare Kurulu kararı etkili oldu çünkü İYİ Parti, CHP’yi desteklememe kararı verince çok az belediyeyi alabileceği konuşuluyor her yerde.

Dün bir harita yayınlandı, haritada İYİ Parti-CHP iş birliği olmadığı takdirde yerel seçimlerde sonuç ne olur diye, en azından büyükşehir ve diğer kentlerde belediye başkanlıklarında harita gerçekten de ürkütücü. Ben de baktım haritaya, karşınıza aldığınızda haritayı haritanın sol tarafında birkaç kent, sağ tarafında birkaç kent, gerisi silme AKP-MHP ittifakı. Yani, baktığınız zaman ülkeyi AKP’ye boyamışsınız gibi, birkaç yerde de boya yetişmemiş sanki. Şimdi bu tablo, korkutucu mu düşündürücü mü? Bu soruya yanıt vermek için bir başka soruyu sormamız gerekiyor kendimize. Bu ülke bu hale nasıl geldi?

'Şimdi CHP ne yapacak, yüzünü sola dönecek'

Eminim, söyleyeceklerimi dinlemek istemeyenler vardır ama gerçeklerden kaçma şansımız yok. Bu ülke nasıl bu hale geldi? Bu ülke, AKP karşısında gerçek bir seçeneğin ortaya çıkmaması için elinden geleni yapanlar sayesinde bu hale geldi. Bu ülke, örneğin 2014’te Ekmeleddin kepazeliğine ses çıkarmayanların yol açtığı yılgınlık yüzünden bu hale geldi, bu ülke NATOculuğa, Amerikancılığa, Avrupacılığa, fonculuğa bulaşarak hatta cemaatlerden medet umarak AKP’yi alt etmeyi düşünen sözde muhalif, sözde devrimcilerle bu hale geldi. Yahu, NATO bu ülkede iktidar, cemaatler bu ülkede iktidar, büyük sermaye bu ülkede iktidar. Yani biz şaka mı yapıyoruz, ne yapıyoruz? Bunları arkanıza alarak nasıl bu ülkeyi değiştireceksiniz?

Bu ülke, yine örnek vereceğim İmamoğlu denen sağcı patronu sol adına kahramanlaştıranların sorumsuzluğuyla bu hale geldi. İmamoğlu’na Amerikan projesi dediler, bir hafta sonra değişimci kesildiler şimdi İmamoğlu’nu destekliyorlar. Onlar yüzünden bu hale geldi. Bu ülke solculuğu popülizmle, medya soytarılığıyla, düzen içi pazarlıkla kirletenler sayesinde bu hale geldi. Bunların sesi gür çıkıyor çünkü bu ülkede toplumun nabzını elinde tutanlar yani Türkiye’de insanların algısını yönetenler, bu beceriye sahip olanlar, parayı elinde tutanlar, gerçek bir tepkinin, gerçek bir seçeneğin ortaya çıkmaması için uğraşıyorlar. Şimdi, bütün bunlardan sonra yine panik başladı. İYİ Parti, Meral Akşener kapıyı çarptı gitti. Şimdi CHP ne yapacak, yüzünü sola dönecek. Ne güzel ya, Zafer Partisi ile olmadı, DEVA, Gelecek, Davutoğlu, Babacan tayfası kaçtı gitti, hadi solculuk yapalım. Nasılsa Türkiye solu CHP’ye mahkum.

Akşener masadan kalktı TKP'den randevu talep edildi

Bir şey anlatmak istiyorum, böyle şeyleri konuşmayı pek sevmeyiz ama bu konuştuklarımızı çok iyi anlatıyor. Meral Akşener’in o ünlü altılı masadan kalktığı sırada, o gün geç vakitte benim telefonum çaldı, Genel Başkanımız yarın sizi ziyaret etmek istiyor, Kılıçdaroğlu’nun bir danışmanı veya sekreteri arıyordu. Randevu talep ediyorlardı. Benim de ertesi gün deprem bölgesinde bir programım vardı. Ayrıca bayram değil, seyran değil öyle hemen yarına plan yapacak kadar falan böyle şeylerden biz pek hoşlanmayız. Dolayısıyla bir gün sonrası için yapılan bir görüşme davetini biz zaten kabul edemezdik ama hafta içi şu günler bizim için uygun, o günlerde görüşebiliriz dedik. Görüşsek ne olacak, görüşme talebi onlardan geldi, dinleyeceğiz biz de sözümüzü söyleyeceğiz. Biz size geri döneceğiz, tarihi o zaman netleştirelim dediler, geri dönmediler çünkü Akşener masaya geri döndü. Durum budur.

'Görevimiz Türkiye’de solu ayağa kaldırmak'

Türkiye solunu CHP’ye mahkum sanıyorlar. Başkasını bilmeyiz ama biz CHP’ye mahkum falan değiliz. Daha ötesini de söylemek istiyorum. Açık ve net bir biçimde, solu burjuva siyasetinin mezesi getirme girişimlerini hem püskürtürüz hem rezil ederiz. Biz, Türkiye’de sözünü ettiğim haritaya bakıp korkmayız sadece üzülürüz, görev çıkarırız. Görevimiz var bizim. Görevimiz, Türkiye’de solu ayağa kaldırmak. Düzen içinde köşe kaparak değil, düzen siyasetinin saçtığı kırıntılara tamah ederek değil, tribüne oynayarak değil, Türkiye gerçeğine müdahale ederek. Peki, bu müdahale nasıl olur? Bir kere bu müdahale her şeyin önünde açık sözlülükle, dürüstlükle olur. Bu müdahale tutarlılıkla olur, bu müdahale örgütlülükle, örgüt kültürüyle olur. Bu müdahale, dünya ve ülkede olup bitenleri sağlıklı bir biçimde izleme yeteneğiyle olur, doğru sonuç çıkarmakla olur, birikimle olur, ekiple olur, kadroyla olur, uluslararası alanda insanlığın eşitliği için, emperyalizme karşı, sömürüye karşı mücadele eden güçlerle açık ve eşit ilişkiyle olur.

Efendim; Batılı devletlerden, parlamentodan, vakıflardan bütün bunlardan medet olarak olmaz, bunlardan uzak durarak olur. Bu müdahale, sosyalist devrimi ertelenemez bir görev olarak görerek olur. Bu müdahale, Cumhuriyetçilikle ve bu ülkedeki Cumhuriyetçi  birikimi ayağa kaldırma iradesiyle olur. Sonra bu müdahale, işçi sınıfı devrimciliğini kimlikçilikle boğmaya kalkanlara prim vermeyerek olur. Bu müdahale, Kürt emekçilerinin eşitlik ve özgürlük arayışını Türkiye’nin laik, bağımsız, egemen bir ülke olması için süren mücadelenin parçası haline getirerek olur. Bu müdahale, CHP tabanını CHP içinde durmakta inat eden solcu siyasetçileri uyararak olur.

Sevgili dostlar; bugün gelinen noktada Türkiye’de çaresiz bırakılan insanlara, umutsuzluğa düşürülen insanlara bir kez daha “makyajlı CHP” zokasını yutturmak isteyenlere anlayış göstermeyeceğiz. Yaklaşan seçimlerde her yerde, her fırsatta, gücümüz oranında komünist seçeneği güçlendirmek için kolları sıvıyoruz. Kısa bir süre sonra komünist belediyecilikle ilgili programımızı, seçim stratejimizi açıklayacağız. Biz kazanmak için her şeyi yapmayacağız, biz kendi değerlerimiz ve kendi programımızla kazanmak için her şeyi yapacağız ve mutlaka kazanacağız. Çünkü değerlerimizi, programımızı, ilkelerimizi, kendimize ait olanları bir kenara koyarak kazanmaya kalktığımızda ya da kazandığımızı zannettiğimizde biz değil başkaları kazanıyor. Bu alçak düzen bütün dünyada 150 yıldır ne yapıyor , devrimcileri kendi ağına düşürmek ve halkı çaresiz bırakmak için bize kendi siyaset anlayışını dayatıyor. Biz de diyoruz ki onlara, hodri meydan. https://youtu.be/X9G1PbKbNVo

Bir devrim aletinin siyasal tarihi(Orhan Gökdemir)

Zalimler ne zaman bizi aşağılasa, dövse, vursa giyotini hatırlamamız boşuna değil. Şiddetin anası hüküm süren eşitsizlikçi düzendir çünkü. Bu düzene son vermek için yeni aletlere ihtiyacımız var.

Fransa’da eski düzenin, ancien regime, sembolü XVI. Louis giyotine doğru yürüyordu. Hapsedildiği yerden alınan kral, askerlerin eşlik ettiği bir atlı arabayla Paris sokaklarından geçirilerek “Devrim Meydanı”na getirilmişti. On binlerce yurttaşın beklediği meydana erişimi sağlayan köprü ve kavşaklarda topçu birlikleri konuşlandırılmıştı. Ulusal Muhafız taburlarının çevrelediği sehpa ve giyotin monarşinin son sahnesini kapatmaya hazırdı. Giyotinin yanında Parisli cellât yurttaş Charles-Henri Sanson duruyordu. Devrimden sonra “yurttaş Capet” diye hitap edilen eski kral XVI. Louis arabadan indirildi. Üzerindeki palto çıkarıldı ve gömleğinin yakası açıldı. Elleri bağlandı, sehpaya çıkmasına yardım edildi. Boynu kalın olduğundan giyotinin yarım ay biçimindeki oyuğuna tam olarak oturmadı. İnen giyotin, çenesi ile kafasının arka kısmını ayırdı ama tam olarak koparamadı. Cellât ağırlığını kullandı, işlemi tamamladı. 21 Ocak 1793’te, kralın vücudundan ayrılan başı halka gösterildi. Meydanı dolduran kalabalık “yaşasın cumhuriyet” diye karşılık verdi bu gösteriye. 

XVI. Louis’nin infazı, monarşiyi ilga eden devrimin bir güç gösterisiydi. Mekân olarak eskide monarşiyi temsil eden, ancak artık yeni Fransa’nın sembolü haline dönüşmüş olan Devrim Meydanı’nın seçilmesi bile rastlantı değildi. Giyotine ve yaydığı dehşete takılmayın, bu aslında devrimini yapmış bir sınıfın, burjuvazinin, bir güç gösterisidir. Öyleyse giyotin de önünde sonunda bir devrim aletidir. Eski düzenle yenisinin bağını kesmek, geri dönüşü imkânsız hale getirmek için iner eski rejimin başına. Yeni sınıfların elindeki giyotin eşitlikçidir, devrimcidir, cumhuriyetçidir. Öyle ki uçurduğu en önemli kelle bile artık bir kralın değil yurttaş Capet’in kellesidir… 

***

Louis'nin ölümünden dokuz ay sonra, artık eski Fransa kraliçesi olan eşi Marie Antoinette de, Paris'te, Devrim Meydanında giyotinle idam edildi.


Antoinette, Fransız halkı nezdinde bir nefret objesiydi. Savurganlığı, kibri, kadınlı erkekli sevgilileri yol açmıştı bu nefrete. Paris sokaklarında dolaştırıldıktan sonra Devrim Meydanı’na binlerce Fransız yurttaşının yuhalamaları eşliğinde girdi. Kraliçe olarak girdiği meydandan rütbeleri sökülmüş ve meydandakilerle eşitlenmiş ölü bir yurttaş olarak çıktı. Giyotin eşitlikçidir; eski düzenden kalan şan-şöhret ve rütbeleri kesip atar, geride sade bir yurttaş kalır. Devrimdir. 

Tabii irkiltir, dehşet salar, sindirir aynı zamanda. Teröristtir giyotin. Devrim biraz da bunlar değil mi?

Fransız Devriminin lideri, beyni, bilinci Robespierre, “devrimsiz bir devrim mi istiyordunuz?” diye sormuştu o hararetli günlerde. Sözü giyotinin yaydığı dehşet karşısında tereddüt edenlereydi. Çünkü dehşet giyotinde değil, onun kesip atmaya çalıştığı eski düzende, monarşideydi. Haliyle giyotinsiz devrim, devrimsiz bir devrimdir. Monarşinin, kralın, cumhuriyet düşmanlarının kafasını koparmayan devrim imkansızdır çünkü. Her durumda bir düzleyiciye, kesiciye ihtiyacı var. 

***

Ancak sonuçta bir alettir. Kötü ellere geçebilir, amacına aykırı kullanıldığı da olmuştur. Alet, adını mucidi Joseph-Ignace Guillotin'den alıyor. Bir hekim olan Guillotin idam cezalarını infaz etmek için bir makine tasarlamıştı. Amaç daha “insancıl”, daha modern, daha devrimsel bir idam cezası uygulamaktı. İcadı ilk kez, 1792’de, Jacques Nicholas Pelletier adlı bir hırsızı idam etmek için kullanıldı. Başarılı olunca kabul gördü. Devrimin ateşi yükseliyordu, “terör dönemi” olarak adlandırılan Haziran 1793 - Temmuz 1794 arasında bolca kullanıldı. Hatta giyotinli idamlar kalabalıklar için bir eğlenceye dönüştü. 

“İnsancıl” dememiz şaka değil. Fransa'da giyotinden önce soylular genellikle kılıçla ya da baltayla idam ediliyordu. Asılma da yaygın bir idam biçimiydi. Yakılma gibi daha acı verici yöntemler de vardı. Bazı hallerde kurbanın yakınları ölüm acısız ve hızlı olsun diye cellatlara para teklif ediyordu. Devrimci Fransa buna da bir son vermek, ölüm cezalarını daha hızlı ve acısız uygulamak istemişti. 1792'de giyotin Fransa'nın idam aleti haline geldi. 1939'da rafa kaldırıldı, 1981'de idam cezasının kaldırmasına dek resmi idam aleti olarak varlığını korudu. 

                                                          ***

Uluorta idam devrimci Fransa’ya özgü sanılmasın diye not ediyorum. Osmanlı’da ve Cumhuriyet Türkiye’sinde de infazlar halka açıktı. Osmanlı’da infaz için Sultanahmet- Hipodrom, Çarşıkapı, Beyazıt ve Eminönü gibi merkezi yerler seçilmekteydi. Asılarak idam, yaygın yöntemdi. Bunun için bir ağaç veya ondan esinlenerek oluşturulan üç ayak bir “dar ağacı” yeterliydi. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da halka açık infazlar devam etti. İstanbul’da Beyazıt, Eminönü, Sultanahmet ve Ayasofya, Ankara’da ise Samanpazarı meydanları infaz meydanlarıydı. Uygulama, idamların cezaevlerinde gizli olarak yapılmasını öngören 1965 tarihli 647 sayılı yasayla kaldırıldı. 

***

Tabii amaç devrimse eğer, eskiyle bağı kesme, ilişkiyi koparma sadece giyotinle mümkün değildir. Kesilenin yerinde yeşerene, yurttaşa-yoldaşa-halka, yeni bir tarih ve yeni bir takvim gereklidir. Haliyle giyotine eşlik eden takvim değişiklikleri, Fransa’da, Rusya’da veya Türkiye’de, tarihte büyük sıçramalara işaret eder.

Fransız Devriminden sonra eski toplumla bağların tamamen koparılması için takvim radikal biçimde değiştirildi. Devrimciler kilisenin günlük hayat üzerindeki hegemonyasını kırmak için takvimin de değişmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Ulusal Meclis, 1793’te, Halk Eğitim Komitesi başkanı C. Gilbert Romme’a takvim değişikliği için yetki verdi. İki matematikçi Joseph-Louis Lagrange ve Gaspar Monge’nin aralarında bulunduğu bilim insanları yeni takvimi oluşturması için görevlendirdi. Fransızca adıyla “Calendrier Républicain de la Révolution de 1789”, 1789 Devrimi’nin Cumhuriyetçi Takvimi, 1793 yılı sonunda kabul edildi. Yeni takvimin ilk günü olarak devrim günü değil Cumhuriyetin kurulduğu gün kabul edilmişti. Gregoryen takvimine göre 1792 yılı, birinci yıldı. O yılda Hıristiyanlık çağı kapanmış ve Cumhuriyet çağı açılmıştı. Cumhuriyetin kuruluşu yeni takvimin miladıydı. Çağlar artık İsa’dan önce ve İsa’da sonra olarak değil, Cumhuriyet’ten önce ve Cumhuriyet’ten sonra olarak tarif edilecekti. Çağımızın ruhuna uygundur. 

Demek ki giyotin gibi, devrim takvimi de cumhuriyetçidir. Devrimciler, yeni takvim ile eski düzenin tamamen yok edildiği bir çağ açmak istiyordu. Yenisini kurmak için eski ile bağları koparmak şarttı. Giyotin veya takvim, bu işe elverişli aletlerdir. İhtiyaç keşfin anasıdır; unutulmasın her iki alet de devrimin icadıdır.

***

Cumhuriyeti yıkan çakma kral Napolyon, 1801’de, Papa ile anlaştı, Cumhuriyetçi takvime pazar günü ve paskalya geri geldi. Bu geri adımdan bir süre sonra da Cumhuriyetçi takvim kaldırıldı ve Gregoryen takvime geri dönüldü. 

Karşı devrimi devrim selamladı sonra. 1871’de kurulan Paris Komününün ilk kararlarından biri Cumhuriyetçi takvimi geri getirmek oldu. 16 Floral 79’da, 6 Mayıs 1871, devrimci takvim tekrar yürürlüğe konuldu. Devrim takvimini devrimsiz düşünemeyiz.  

***

Abartıyor değiliz, giyotin ona doğru yürüyen insanla aynı seviyededir hep. Bir yüceliği yoktur, demek istiyorum. Şiddet her defasında insan soyunu yükseldiği yerden aşağıya iter, düşürür, küçültür, ezer. Ama devrim dediğimiz şey o düşürülmeye bir isyan değil mi zaten. Unutulmasın şiddet giyotinden önce vardır ve giyotinden sonra da olacaktır. 

Fransa’da, devrimden yüz yıllar sonra, halk düşmanı iktidara karşı eylemlerde giyotin maketleri taşıdı direnişçiler. Zalimler ne zaman bizi aşağılasa, dövse, vursa giyotini hatırlamamız boşuna değil. Şiddetin anası hüküm süren eşitsizlikçi düzendir çünkü. Bu düzene son vermek için yeni aletlere ihtiyacımız var. Ve ihtiyaç keşfin anasıdır, dediğimiz bu. 

Çok sıkıştık, çok daraldık, devrimsiz bir devrime rıza göstermeyeceğiz artık. Ne aletsiz ne öfkesiz ne kinsiz yapabiliriz bunu. Öyleyse yeniden, yaşasın cumhuriyet!

(soL)

KISA KISA GÜNDEM - 9 ARALIK 2023 -

 Merkez Bankası 39 ton altın aldı(Tolga UĞUR-SÖZCÜ)

TCMB, üçüncü çeyrekte 39.2 ton altın alarak dünya genelinde üçüncü sıraya yerleşti. TCMB yıl genelinde ise 44 ton altın sattı. TÜRKİYE Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), altın rezervini üçüncü çeyrekte 39.2 ton artırdı. Dünya Altın Konseyi’nin üçüncü çeyreğe ilişkin verilerine göre Çin Merkez Bankası üçüncü çeyrekte altın rezervini 78 ton artırarak en çok altın alan merkez bankası ünvanını aldı. Çin’i 56.6 ton ile Polonya takip ederken, TCMB de 39.2 tonluk altın alımıyla üçüncü sırada yer aldı. Kazakistan’ın merkez bankası 4.15 ton altın satarak 1 tonun üzerine altın satan tek merkez bankası oldu.(2023’TE 44 TON SATTI) Dünya Altın Konseyi’nin verilerine göre merkez bankalarının altın alımı 2023’te devam ederken, TCMB ise diğerlerinden olumsuz ayrıştı. 2023’ün Ocak-Ekim döneminde altın rezervini 200 tondan fazla artıran Çin Merkez Bankası ilk sırada yer alırken, 100 tondan fazla altın alan Polonya’nın merkez bankası da ikinci sıraya yerleşti. Aynı dönemde en çok altın satan merkez bankası ise TCMB oldu. TCMB, seçimden önce, mart-mayıs dönemindeki yoğun altın satışlarının etkisiyle altın rezervini 2023’te 44 ton azalttı. 2023’te altın rezervinde somut düşüşlerin görüldüğü diğer ülkeler ise Kazakistan, Özbekistan ve Kamboçya oldu. Dünyanın en büyük altın rezervine sahip ülkesi ise bir kez daha ABD oldu. ABD, 8.133 tonluk altın rezerviyle açık ara farkla ilk sırada yer aldı. İkinci sıradaki Almanya’nın 3.352, üçüncü sıradaki İtalya’nın ise 2.451 tonluk altın rezervi bulunuyor. Türkiye ise 478.97 tonluk rezerv ile dünyada 11’inci sırada yer alıyor. Bir diğer yandan, döviz rezervinde ise Türkiye 30’uncu sırada yer alıyor. Üçüncü çeyrek itibarıyla TCMB’nın 76.3 milyar dolarlık döviz rezervi bulunuyor.(Merkez bankalarının ilgisi sürecek)  DÜNYA Altın Konseyi, merkez bankalarının geçen yıl başlayan ve bu yıl devam eden altına ilgisinin 2024’te de sürdürmesini bekliyor. Konsey, merkez bankalarının 2022’de kırılan altın alım rekorunu bu yıl bir kez daha kırmasının olası olduğunu belirtti. Konsey’in 2024 yılına ilişkin raporunda, merkez bankalarının altın alımlarının son iki yıla kıyasla azalmasına rağmen sarı metale yönelik ilginin süreceği öngörüldü. Konsey’in hesaplamasına göre merkez bankalarının artan talebi, bu yılın en çok kazandıran yatırım araçlarından altının yüzde 10 değerlenmesini sağladı.

Bodrum Cennet Koyu’nda talana tam gaz devam!(Yaşar Anter-Sözcü)
İnşaat yasağı kalktı, Cengiz Holding arkeolojik ve doğal sit alanına daldı. Yüzlerce kamyon, onlarca iş makinasıyla ‘Cennetkoy Projesi’ne başladı.(https://www.sozcu.com.tr/bodrum-cennet-koyu-nda-talana-tam-gaz-devam-p6450)

Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlunun kaçışındaki skandal ayrıntılar ortaya çıktı - Birgün

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Somali Cumhurbaşkanının oğlunun karıştığı trafik kazasına ilişkin açıklama yaptı. Başsavcılık soruşturmanın tüm yönleriyle sürdürüldüğü ve şüphelinin yakalanması için uluslararası prosedürlerin işletildiğini duyurdu. Olayla ilgili bilirkişi raporuna ulaşan Ozan Gündoğdu, "Adam tarifeli uçakla yurtdışına kaçıyor. Göz göre göre bir cinayet sanığını salıveriyorlar. Üstelik katili saldıkları sırada Yunus Emre Göçer yoğun bakımda entübe. Çok büyük bir skandal bu!” sözlerine yer verdi.

İstanbul Fatih'te motosikletli kurye Yunus Emre Göçer'e çarparak ölümüne neden olan ve 2 Aralık'ta kaçtığı anlaşılarak hakkında yakalama kararı çıkarılan Somali Cumhurbaşkanı'nın oğlu Mohammed Hassan Sheikh Mohamud hakkındaki soruşturmaya ilişkin açıklama yapıldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“30.11.2023 tarihinde Kennedy Caddesi Aksaray istikametinde; bir motosiklet ile Somali Konsolosluğuna ait bir aracın çarpışması neticesinde, motosiklet sürücüsü Yunus Emre Göçer’in yaralandığı olayla ilgili Cumhuriyet Başsavcılığımızca ‘taksirle yaralama’ suçundan derhal soruşturma işlemlerine başlanılmıştır.

Yunus Emre Göçer’in yaralanması ve suçun niteliği, kusura ilişkin ilk tespitler dikkate alınarak şüpheli Mohamed Hassan Seikh Mohamud’un aynı gün ifadesi alınmış ve ifadesinin ardından serbest bırakılmıştır.

06.12.2023 tarihinde motosiklet sürücüsü Yunus Emre Göçer’in vefat etmesi üzerine, suç vasfının değişmesi sebebiyle şüpheli hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan gözaltı talimatı verilmiştir.

Şüphelinin yurt dışına 02.12.2023 tarihinde çıkması nedeniyle gözaltı talimatı yerine getirilemediğinden 08.12.2023 tarihinde hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır.

Şüphelinin kusur durumuna ilişkin kesin raporun düzenlenmesi için adli tıp kurumundan rapor düzenlenmesi talep edilmiştir.

Şüphelinin yakalanması için uluslararası prosedür dahil tüm süreç titizlikle işletilmekte ve soruşturma tüm yönleriyle sürdürülmektedir.”

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da sosyal medya platformu X’ten konuyla ilgili açıklama yaptı. Bakan Tunç, mesajında şunları söyledi:

“Şüphelinin yakalanması için uluslararası prosedür dahil tüm süreç titizlikle işletilmekte ve soruşturma tüm yönleriyle sürdürülmektedir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.”

ALELACELE SALIVERİLMİŞ

BirGün yazarı Ozan Gündoğdu sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada olayın bilirkişi raporuna ulaştığını ve bazı çarpıcı detayları açıkladı.

Gazeteci Ozan Gündoğdu’nun paylaşımı şöyle:

“Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu Muhammed Hassan Sheikh Mohamud’un karıştığı kazanın bilirkişi raporuna ulaştım. Rapora göre merhum Yunus Emre Göçer’in suçu yok, Somali CB’nın oğlu asli kusurlu. İşlenen suçun adı “Taksirle Cinayet”. Fakat rapor olaydan 8 gün sonra yazılıyor. Bu esnada savcı katili alelacele saldığı için katil kaçıp gidiyor. Üstelik yurtdışına çıkış yasağı bile yok. Adam tarifeli uçakla yurtdışına kaçıyor. Göz göre göre bir cinayet sanığını salıveriyorlar. Üstelik katili saldıkları sırada Yunus Emre Göçer yoğun bakımda entübe. Çok büyük bir skandal bu!”

"GÖZALTI KARARI ÖLÜMDEN 2 GÜN SONRA ANCAK ÇIKMIŞ"

Gazeteci Alican Uludağ ise, "İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan Somali Cumhurbaşkanının oğlu ile ilgili açıklama geldi. Gözaltı kararı kazadan 6 gün, ölümden ise 2 gün sonra ancak çıkmış" dedi.

BİRGÜN

PISA 2022 sonuçları eğitimdeki kötüleşmeye ayna tutuyor - Mustafa Durmuş / T24

 

Türkiye'deki öğrenciler matematik, okuma ve fen bilimlerinde OECD ortalamasının altında puan aldılar!
Türkiye'nin ilk kez 2003 yılında katıldığı Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 15 yaşındaki öğrencilerin matematik, okuma ve fen alanlarındaki bilgi ve becerilerini değerlendiriyor.

Yapılan testler öğrencilerin karmaşık problemleri ne kadar iyi çözebildiklerini, eleştirel düşünebildiklerini ve etkili iletişim kurabildiklerini araştırıyor. Bu da eğitim sistemlerinin öğrencileri gerçek hayattaki zorluklara ve gelecekteki başarıya ne kadar iyi hazırladığına dair fikir veriyor.

Ortada bir başarı yok!

OECD bugünlerde 2022 yılına ait PISA sonuçlarını açıkladı (1). İktidar bu sonuçları eğitimde bir başarı varmış gibi bizlere sundu.

Ancak gerçekte, Covid-19 Pandemisi nedeniyle OECD genelinde PISA puanlarında ortalama bir düşüş yaşandığı için, Türkiye'nin puanları ile OECD ortalaması arasındaki açığın daralması söz konusudur. Yani Türkiye'de eğitim alanındaki kötüleşme sürüyor.

Nitekim aşağıdaki grafikte pandemi öncesinde (2018) seçilmiş bazı ülkelerdeki gençlerin okuma, matematik ve fen yeterlilikleri gösteriliyor. (2) Şekil her ülke için başlangıç düzeyindeki çok yönlü öğrencilerin (her üç alanda da Düzey 2 ve üzeri puan alan) payını gösteriyor. Ülkeler, başlangıçta çok yönlü olan öğrencilerin yüzdesine göre azalan sırada sıralanıyor. Buradan da pandemi öncesinde Türkiye'nin, OECD ortalamasının oldukça altında olduğu görülüyor.

PISA 2022'nin Türkiye'deki öğrencilerle ilgili bazı temel bulgularını özetlersek:

Türkiye'deki öğrenciler matematik, okuma ve fen bilimlerinde OECD ortalamasının altında puan aldılar!

Öğrencilerin sadece yüzde 71'i okuma alanında Düzey 2 veya daha yüksek bir seviyeye ulaştı (OECD ortalaması: Yüzde 74).

Eğitimde başarının da genelde sınıfsal bir konu olduğu bir kez daha kanıtlandı!

"Türkiye'de sosyo-ekonomik açıdan avantajlı öğrenciler (sosyo-ekonomik statü açısından en üstteki yüzde 25'e ait olanlar) dezavantajlı öğrencilerden (en alttaki yüzde 25'tekilerden) matematikte 82 puan daha iyi performans gösterdi."

Kız öğrenciler okumada daha başarılı!

Erkek ve kız çocuklar matematikte ortalama olarak benzer performans sergilerken, kızlar okuma alanında erkeklerden 25 puan daha iyi performans gösterdi. Kızların yüzde 23'ü ve erkeklerin yüzde 35'i okuma alanında 2. seviyenin altında puan aldı.

Öğrenciler genelde mutsuz!

Çalışmanın en önemli sonuçlarından biri, öğrencilerin yüzde 28'inin okulda kendilerini yalnız hissetmesi, yüzde 26'sınınsa okulda dışlanmış veya bir şeylerin dışında kalmış hissetmesi (bu konuda OECD ortalaması sırasıyla: yüzde 16 ve yüzde 17). Böylece 2018 yılına kıyasla, Türkiye'de öğrencilerin okula aidiyet duygusu azaldı. Öğrencilerin yüzde 44'ü ise hayatlarından memnun olmadıklarını bildirdiler.

Yetişkinlerin durumu da parlak değil!

Son olarak, temel eğitime ilişkin bu kötü durumun yetişkinlere nasıl yansıdığına bakalım.

Aşağıdaki grafik seçilmiş bazı OECD ülkelerinde en düşük okuryazarlık ve aritmetik seviyesine sahip yetişkinlerin yüzdesini gösteriyor (2012, 2015 ve 2019 yılları). Yani hem sayısal hem de okuryazarlık alanında 1. Düzey veya altında başarı gösteren 16-65 yaş arası yetişkinlerin yüzdesi veriliyor. Ülkeler azalan yüzde sırasına göre sıralanıyor. (3).

Görüldüğü gibi Türkiye, OECD ülkeleri arasında en düşük okuryazarlık ve aritmetik seviyesine sahip yetişkinlere sahip dördüncü ülke konumunda.

Sonuç olarak

Eğitim alanındaki bu kötüleşme tesadüf değil. Üstelik bu kötüleşme yükseköğretim ve üniversitelerde çok daha hızlı bir biçimde sürüyor.

Bu durumu, ülkede uygulanmakta olan neo-liberal Siyasal İslamcı /milliyetçi stratejik ortaklığının ve giderek kötüleşen gelir dağılımının eğitim alanına yansıması olarak değerlendirmek çok daha doğru olur.

Bu gelişme bize ünlü İtalyan Marksist Gramsci'nin hapishaneden, diğer şeylerin yanı sıra, din eğitiminin ilkokullarda zorunlu hale getirildiği 1923 tarihli Gentile Reform Yasası'na yaptığı keskin eleştirileri hatırlatıyor. Zira Gentile'nin sözde eğitim reformu, sadece din eğitimini zorunlu kılmamış, aynı zamanda ortaokula kabul için zorunlu bir giriş sınavı da getirmişti. Gramsci'ye göre bu sınav üst sınıflara mensup çocukları ayrıcalıklı kılmayı, işçilerin ve köylülerin çocuklarını ise teknik ve mesleki eğitim okullarına göndermeyi amaçlamaktaydı. (4)

Üniversitelere gelince, bu kurumlar dar siyasal ve ekonomik çıkarların esiri haline geldiklerinde, bilim ve akademide yaratıcılığı beslemek için işlev göremezler, toplumun teknolojik ve ahlaki olarak büyümeye devam etmesine yardımcı olma kapasiteleri azalır. Devletin -ya da daha kötüsü iktidardaki siyasal partilerin- yaratıkları haline gelirler ve onun çıkarlarına hizmet eden ideoloji değirmenlerine dönüşürler. Siyasal İslamcı/Milliyetçi İktidar Blokunun üniversiteleri ele geçirmesinin bizi karşı karşıya bırakacağı acı sonuç tam da budur.

Kuşkusuz böyle üniversitelerin, Gramsci'nin öngördüğü gibi, işçi sınıfının toplumu dönüştürmesine yardımcı olacak uygun niteliklere ve becerilere sahip, dayanıklı ve zeki "organik entelektüeller” yetiştirmesi de beklenemez.

Bugün ihtiyacımız olan şey ise şudur: En alt basamaktan en son basamağa kadar, anadilinde, laik ve bilimsel temelde yüzünü emeğe ve doğaya dönmüş öğrencilerin yaratıcı kapasitelerini geliştirirken, aynı zamanda onlara eleştirel, sosyal farkındalık sahibi düşünmeyi öğreten, onları akıl yürütmeye, soyut ve şematik düşünmeye teşvik ederken, bu soyutlamalardan gerçek ve dolaysız hayata geri döndürebilen, yani somut yaşam ile bağlarını kurdurabilen canlı, ilerici bir eğitim sistemidir.

Mustafa Durmuş / T24


Dip notlar: (1) https://www.oecd.org/publication/pisa-2022-results/country-notes/turkiye (7 Aralık 2023).

(2) OECD (2018[67]), PISA veritabanı 2018, www.oecd.org/pisa/data/2018database/ temel alınarak hesaplanmıştır. Bkz: www.oecd.org/skills/piaac/publicdataandanalysis, s. 150.

(3) OECD (2012[64]), (2015[65]), (2019[66]), Yetişkin Becerileri Anketi (PIAAC) veri tabanlarına dayalı hesaplanmıştır. Bkz: www.oecd.org/skills/piaac/publicdataandanalysis, s. 149.

(4) https://mronline.org/a-rose-for-gramsci (18 November 2023).

8 Aralık 2023 Cuma

KISA KISA Birgün GÜNDEM - 8 Aralık 2023 -

 Okullara cuma namazı talimatı!(İsmail Arı)

                                   İsmail Yıldırım Ataşehir Milli Eğitim Müdürü

Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, okullara gönderdiği talimatla ders saatlerinin cuma namazına göre düzenlenmesini istedi. Ayrıca okullarda cuma namazı kılınacak koşulların oluşturulması talimatı da verildi.(https://www.birgun.net/haber/okullara-cuma-namazi-talimati-489156)

Serbest bırakılmıştı: Somali Cumhurbaşkanı'nın oğlu kaçtı!(Birgün)

Aracıyla çarptığı motokurye Yunus Emre Göçer'in ölümüne neden olan Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu Mohamud hakkında savcılık, yakalama kararı istedi. Karar yazısında Mohamud'in yurt dışına kaçtığı belirtildi.(https://www.birgun.net/haber/serbest-birakilmisti-somali-cumhurbaskani-nin-oglu-kacti-489292)

Okullara yine imam atandı(Mustafa Kömüş)

Hilal Liliyar ÖZEFSUN Kırklareli İl Milli Eğitim Müdürü


Kırklareli İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden kaymakamlıklara gönderilen yazıyla 158 okula manevi danışman adı altında imam atandı. Böylece imamların derslere girdiği üçüncü kent Kırklareli olacak.(https://www.birgun.net/haber/okullara-yine-imam-atandi-489155)

Atanmanın tek yolu cemaatler!(İsmail Arı)
Gençlik Bakanlığı’nda ‘gençlik çalışanı’ olarak atanmanın şartı Türkiye Gençlik STK’ları Platformu’nun eğitimini almak. Bu platform Menzil’den İsmailağa’ya kadar birçok cemaatle yandaş vakıf ve derneğin çatı örgütü.(https://www.birgun.net/haber/atanmanin-tek-yolu-cemaatler-489160)

‘500 TL’lik banknot’ tartışması: İktidar polemikten mi korkuyor?
TCMB eski başekonomisti Kara, 200 TL’lik banknotun kullanımdaki payının yüzde 70’e dayandığına dikkat çekerken; ekonomist Gürses, 500 TL’lik banknotların ihtiyaç duyulmasına rağmen basılmamasını iktidarın polemik endişesine bağladı.(https://www.birgun.net/haber/500-tllik-banknot-tartismasi-iktidar-polemikten-mi-korkuyor-489255)




KISA KISA soL GÜNDEM - 8 ARALIK 2023 -

 İskenderun'da okul saatinde yıkım: Çocuklara korkunç anlar yaşattılar

Hatay'ın İskenderun ilçesinde ilkokul yakınında bir binanın yıkımı çocuklar okul bahçesindeyken yapıldı. Çocukların çığlıklar içinde kaçtığı anlar cep telefonu kamerasına yansıdı.(https://haber.sol.org.tr/haber/iskenderunda-okul-saatinde-yikim-cocuklara-korkunc-anlar-yasattilar-387499)

Muğla'da ÇEDES programı kapsamında çocuklara mezar temizlettiler(Özkan Öztaş)

Muğla ve Adıyaman'da ÇEDES programı kapsamında ilkokul öğrencilerine mezarlık temizlettirildi.(https://haber.sol.org.tr/haber/muglada-cedes-programi-kapsaminda-cocuklara-mezar-temizlettiler-387485)

DEDAŞ mahallenin elektriğini kesti, mangalla ısınmaya çalışan aile zehirlendi

Diyarbakır'da bir kişinin ölümü, 2'si çocuk 3 kişinin hastanede yaşam savaşı vermesiyle sonuçlanan mangal zehirlenmesi olayının arkasında DEDAŞ'ın mahallenin elektriğini kesmesi olduğu ortaya çıktı.(https://haber.sol.org.tr/haber/dedas-mahallenin-elektrigini-kesti-mangalla-isinmaya-calisan-aile-zehirlendi-387508)

Gazze’de İsrail: Kitlesel bir cinayet fabrikası - Korkut Boratav / soL

 Oralarda insanlık tükenmiştir; ama insan tükenmez. İsrail faşizminin hesabı da tutmayacaktır.

Gazze’de İsrail faşizminin sürdürdüğü insanlık trajedisini izlemeye çalışıyorum. Betimlemek imkânsız; soykırım sınırları aşılmaktadır. Bir yerden başlayarak bazı öğrendiklerimi okurlarımla paylaşmak istedim.

Yuval Abraham’ın “dehşet verici” bir yazısı ile başlayalım. Yazarın “İsrail’den serbest bir gazeteci olduğunu, İbranice konuşanlara Arapça öğretmenliği de yaptığını” öğreniyoruz. Yazısının başlığını “Kitlesel bir cinayet fabrikası: İsrail’in Gazze’deki hesaplanmış bombalaması içinde” olarak çevirebiliriz. Bombardıman içinden insan manzaralarını aktarıyor.

Yuval Abraham’ın yazısını yayımlayan +972 (“Artı dokuz yüz yetmiş iki”) bir İsrail-Filistin dergisidir. İsrail istihbaratı kaynaklarını kullanarak son Gazze savaşındaki yöntemlerle ilgili bir araştırma yapmış. Bulgular aynı yazıda aktarılıyor (30 Kasım 2023). Gazze’deki kıyımın sadece sonuçları değil, planlanması da korkunçtur. Türkiye’de muhalif TV kanallarından biri bu bilgilere değindi. Başka yerlerde de aktarılmış olabilir; ben rastlamadım.

+972 Dergisi’nin ve Yuval Abraham’ın “İsrail-Filistin’de adil ve paylaşılmış bir toplum” mücadelesini benimsediklerini de ayrıca öğreniyoruz. Bu ilerici özellikleri, yazıdaki gözlem ve tespitleri değerli kılmaktadır. “Yaşadığımız günlere, dünyanın haline” ışık tutan kaynaklar olarak okunabilir.

Yuval'ın kaybettiği meslektaşları

Yuval Abraham’ın yazısının bir bölümü Gazze’de hayatlarını kaybeden meslektaşları ile ilgili. Aktaralım:

“12 Ekim’de İsrail Hava Kuvvetleri, Filistinli gazeteci Ahmet Alnauk’un Deir al Balah’taki evini bombaladı. Ahmet, yakın bir arkadaşım ve meslektaşımdır. Gazze’deki Filistinlilerin seslerini İsrail kamuoyuna taşımak amacıyla ‘Duvarın Öte Yanı’ adlı bir Facebook sayfasını birlikte oluşturmuştuk.”

“Bombalar Ahmet’in ailesinin yaşadığı beton blokları çökertti. Babasını, erkek ve kız kardeşlerini, hepsinin çocuklarını öldürdü. Sadece kız yeğeni Melek canlı kalmıştı; yanıklar içindeydi. Birkaç gün sonra Melek de öldü. Ahmet’in ailesinden 21 kişi evlerinin enkazı altında can verdi. Hiçbiri Hamas militanı değildi. En genci 2 yaşındaydı. En yaşlısı 75’indeki Ahmet’in babasıydı. İngiltere’de yaşayan Ahmet, ailesinden canlı kalan son kişidir.”

“Ahmet ailesinin Whatsapp grubu ‘Beraber İyiyiz’ adını taşıyordu. Oradaki son mesajı Ahmet yollamış: ‘Biriniz haber verin; iyi misiniz?’ Sonra uyumuş. Sabah 4’ te panik içinde uyanmış; telefonla aramış; ses yok…”

“İsrail hiçbir askerî özellik içermeyen konutları da vurdu. Gazetecileri Koruma Komitesi 29 Kasım’a kadar Gazze’de 50 Filistinli gazetecinin öldürüldüğünü açıkladı. Bazıları evlerinde, aileleri ile birlikte… Ain Media’nın kurucusu Rüştü Sarraj (31), Britanya doğumluydu. 22 Ekim’de İsrail evini bombaladı; Rüştü’yü uykusunda öldürdü.”

“Kadın gazeteci Selam Mema da evinin enkazında hayatını kaybetti. Üç çocuğundan Hadi (7) öldü; Şam (3) halen enkaz altında. İki gazeteci daha, Dua Şeref ve Selma Makhaymer de evlerinde çocuklarıyla birlikte öldürüldü.”

Gazeteci Yuval, İsrail bombalarının öldürdüğü, tanıdığı meslektaşlarından bahsediyor. İsrail’in özellikle gazetecileri hedeflediğini kastetmiyor. Bunlar, rastgele vurulan sivil hedeflerden örneklerdir. Peki, askerî özelliği olmayan konutlar, apartman blokları niçin bombalanmaktadır? Yanıt +972 Dergisi’nin İsrail istihbarat çevrelerinde yaptığı araştırma sonuçlarında yer alıyor ve Yuval’ın yazısında aktarılıyor.

Daha önce İsrail’in Gazze’deki stratejik hedefini açıklayalım.

Stratejik hedef: Gazze halkının Mısır'a 'tehciri'

Hamas’ın 7 Ekim saldırısından altı gün sonra İsrail İstihbarat Bakanlığı’nca hazırlanan bir politika belgesini Global Research yayımladı (11 Kasım 2023). “Demir Kılıçlar” başlığı altında Gazze’de başlatılan son savaşın stratejik hedefi bu belgede açıklanıyor.

Belge, Gazze’ye ilişkin üç senaryoyu tartışıyor. Birincisine göre Hamas tasfiye edilecek; Gazze yönetimi Mahmut Abbas başkanlığındaki Filistin Kurtuluş Örgütü’ne devredilecektir. İkincisi senaryoda, yönetimi önce İsrail ordusu üstlenecektir. Daha sonra yerel bir Arap kuruluşu oluşturacak, yönetim ona devredilecektir. Belgede bu iki seçeneğin sakıncaları açıklanıyor ve artık gündem dışı kaldıkları vurgulanıyor.

İstihbarat Bakanlığı’nın üçüncü senaryosu, Gazze’deki sivil nüfusun tümüyle Sina Yarımadası’na, yanı Mısır’a sürülmesidir. İsterseniz “tehcir”, isterseniz “etnik temizlik” olarak nitelendiriniz; 7 Ekim sonrasında İsrail’in stratejik hedefi budur. Bu kapsamlı operasyon için ABD/IMF kaynaklı astronomik bir dış finansman yoluyla Mısır’ın ikna edilebileceği rivayet edilmişti. Bu olasılık belgede yer almıyor.

Gerçekleşmesinin ön-koşulu ise Gazze halkının Sina’ya doğru hareketidir. “Demir Kılıçlar” saldırısı bu hareketi başlatmış; Gazze nüfusunun yüzde 90’ı iki ayda kenti terk etmiş; Güney yollarına dökülmüştür.

Otomatik bir 'yapay zekâ' operasyonu…

“Tehcir” hedeflenince, Gazze kentinin ve Güney’deki diğer kasabaların “oturulmaz” hale getirilmesi gerekecektir.

+972 Dergisi açıklıyor ki, Demir Kılıçlar” operasyonu bu doğrultuda tasarlanmıştır: İsrail hava kuvvetlerinin hedefleri içinde yüksek binalar, kuleler, çok katlı apartmanlar, kent merkezleri, üniversite, banka, devlet dairesi gibi sivil hayatın yoğunlaştığı mekânların yıkımı yer almaktadır. Bunlar (nedense?) iktidar hedefleri  diye adlandırılmıştır. Bir askerî sözcü, bombardımanların yarısında sivillerin, yani iktidar hedeflerinin odaklandığını açıklanmıştır.

Askerî ve sivil hedefler Habsora adında bir yapay zekâ (YZ) programınca belirlenmektedir. ABD emperyalizminin askerî terminolojiye kazandırdığı collateral damage (CL), yani “tali zarar” veya “sivil zayiat” miktarı, her operasyon için öngörülmekte ve bir CL sayısı olarak verilmektedir.

+972 Dergisi, bir İsrail istihbarat uzmanından aktarıyor: “Biz Hamas değiliz; rastgele roket atmayız: Her şeyi hesaplarız; her atışın kaç sivil zayiat (CL’nin) vereceğini kesinlikle biliriz.” Ne var ki uzman, atışlarda sivil zayiat öngörüsünün (CL’nin) asgarî (minimum) veya azamî (maksimum) bir sayı olarak mı hedeflendiğini açıklamıyor. Gazze kentini oturulmaz kılmak, yani caydırıcılık ağır basıyorsa maksimum sivil zayiat hedeflenecektir. Ola ki dünya kamuoyunun duyarlılıkları öne çıktı; o zaman minimum sivil zayiat hedefi gözetilir.

Yuval Abraham’ın açıklamasına göre Kasım 2023 sonunda bombardımanlar nedeniyle 10’u aşkın aile mensubunu kaybeden ailelerin sayısı 300’dür. İsrail’in Gazze’de daha önce yürüttüğü en ağır operasyondaki kayıplar 15 misli aşılmıştır. Anlaşılan son savaşta İsrail maksimum sivil zayiatı hedeflemektedir. Uygulanan Habsora YZ programı da, bir İsrail uzmanınca Kitlesel Bir Cinayet Fabrikası olarak adlandırılmış. “Başarılı” olduğu anlaşılıyor.

'Untermensch' yerine 'İnsan Görünüşlü Hayvan'…

Yükselen İsrail faşizminden söz ediyoruz. Soykırıma yönelmesi faşizmin dilini getirir. Bir başka İsrail’li gazeteci Jessica Buxbaum örnekler veriyor (The New Arab, 30 Kasım 2023):

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Nazilerin Slav ve Yahudi halkı için yakıştırdığı untermensch (“alt insan”) teriminin bir benzerini Araplar için kullanıyor: “İnsan görünüşlü hayvanlarla (“human animals”) savaşıyoruz; hepsini yok edeceğiz.”

Başbakan Netenyahu kutsal kitaba başvurmuş: “Kutsal kitabımız, Amalek’in bize yaptıklarını hatırlamamızı emrediyor. Hatırlayacağız.” Amalek, İsrailoğlulları’nın düşmanı bir halktır ve kutsal kitap Amalek (Arap?) soyunun yok edilmesini buyurmaktadır.

Irkçı ifadeleri kıyım çağrıları izliyor. Eski Savunma Bakanı Shaket: “Her teröristin ardında onları çiçeklerle cehenneme gönderen analar var. Yeni çıyanlar yetiştirmeden önce, onlar da oğullarının yanına yollanmalı.” Emekli tümgeneral Eiland: “Kimmiş Gazze’nin ‘zavallı kadınları’? Hamas katillerinin anaları, karılarıdır. Gazze’de bir salgın çıkmalı ki zafere yaklaşalım” (Monoweiss, 20 Kasım 2023).

ABD Vietnam’da gerillalarla savaşırken Savunma Bakanı Mc Namara’nın, Amerikan birliklerindeki her ölüme karşı 10 Vietnamlı’yı hedeflediği ileri sürülmüştü. ABD savaş teknolojisi gerillaların kaynağını böylece kurutacaktı. Hesap tutmadı; ABD Vietnam’dan yenik ayrıldı.

Hamas saldırısı 1400 İsrailli ölümüne yol açtı. Kasım sonundaki ateşkesi izleyen günlerde Gazzeli ölüler 16243’e çıkmış; McNamara’nın Vietnam için belirlediği 1’e 10 katsayısı aşılmıştır. İsrailli soykırımcılar, farklı bir katsayı öngörmüş ve Habsora YZ programı ile hedeflerine yaklaşmış olabilirler.

Oralarda insanlık tükenmiştir; ama insan tükenmez. İsrail faşizminin hesabı da tutmayacaktır.

Korkut Boratav / soL