12 Aralık 2023 Salı
Birgün KÖŞEBAŞI - 12 ARALIK 2023 -
Yorma planı tepti (İbrahim Varlı) Zelenski, azalan desteği canlandırmak için bu hafta ABD’ye gidecek. (Fotoğraf: AA)
Kiev’de yaşayan gazeteci-yazar Deniz Berktay, Ukrayna’daki savaşı ve Batı’daki çatlağı değerlendirdi. Savaşın başından bu yana Kiev’de olan Berktay’ın “Ukrayna: Dünyanın Siyasi Fay Hattı” kitabı geçtiğimiz aylarda raflardaki yerini almıştı.
"Ukrayna: Dünyanın Siyasi Fay Hattı" başlıklı kitabınıza referansla “fay hatlarında” ne tür bir sarsıntı/kırılma yaşanıyor?
Ukrayna, geçiş yolları üzerinde yer alan, bu nedenle de hem Batı’nın hem de Rusya’nın göz diktiği bir bölge. Rusya’nın Ukrayna’yı kendi nüfuzu altında bulundurmak istemesinin ayrıca tarihten gelen, milli ve dini nedenleri var. Bu özellikleri nedeniyle Ukrayna, Rusya ile Batı arasında bir çatışma bölgesi. Bunun dışında, Ukrayna, hem Doğu ile Batı arasında kalmış olması, hem de tarih boyunca farklı ülkelerin yönetiminde bulunmuş olması nedeniyle, Doğu ile Batı’nın bir buluşma noktası idi. Ukrayna’da Rusya ve Batı arasındaki fay hattı, eskiden, Galiçya’yı ayıran Zbruç Nehri’nden geçiyordu. Ukrayna’da Rus kültüründen ve etkisinden arınmaya yönelik politikaların da sonucunda bu fay hattı, giderek doğuya kaymaya başladı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile başlayan bu savaşta bazı çevrelerin, bu ortamdan yararlanarak Ukrayna toplumunun tamamen Rusya karşıtı bir topluma dönüştürme çabasında olduğunu görüyoruz. Böylelikle, eğer Biden ve çevresindekilerin istediği olursa Ukrayna, Batı’nın bir ileri karakolu haline gelecek ve Batı ile Rusya arasındaki fay hattı, Ukrayna-Rusya sınırından geçecek.
Savaşın gidişatına dair neler konuşuluyor, ne tür tartışmalar yaşanıyor?
Rusya, şu ana kadar bu savaşta istediğini elde edemedi. Fakat işler, Ukrayna’nın istediği gibi de gitmiyor. Ukrayna, 4 Haziran’da Rusların işgalindeki bölgeleri geri almaya yönelik karşı taarruza başladı. Ne var ki, aradan altı aydan fazla zaman geçmesine rağmen, Ukrayna’nın kazanımları çok sınırlı kaldı. Savaşın tıkandığını bizzat Ukrayna Başkomutanı Valeri Zalujni söylüyor. Ayrıca, Rusya, bazı bölgelere yığınak yaparak yeni bir taarruza girişti ve yavaş yavaş, tekrar inisiyatif ele geçirmeye başladı. İleriki aylarda durum nasıl olur bilinmez. Fakat şu an için Ukrayna açısından durum iç açıcı değil. Ukrayna’da gazeteciler, uzmanlar, “Nerede hata yapıldı?” sorusuna yanıt arıyorlar. Bu şartlarda, Ukrayna’da beklentilerin daha mütevazı hale geldiğini söyleyebiliriz.
Washington ve Batı’nın “savaş uzun sürecek” söyleminden “sonsuz savaş olmayacak” söylemine dönüş neden? ABD ve Batı’nın yardım ve destekleri azaltma açıklamaları neyin işareti?
ABD’de Biden yönetimi ve İngiltere, hem Karadeniz ve çevresine egemen olmak, hem de bu savaş vesilesiyle Rusya’yı yıpratmak için, savaşın kısa sürede sona ermemesini, uzun sürmesini arzu ettiler. Bu amaç doğrultusunda, Avrupa’yı da seferber etmeyi başardılar. Ne var ki, Rusya’nın zannedildiği şekilde kısa sürede dize getirilemeyeceği görüldü. Ayrıca Rusya, silah konusunda İran ve Kuzey Kore’den destek almaya başladı. Savaş beklenenden uzun sürünce ve Rusya çökme alametleri göstermeyince, Batı dünyasında yorgunluk belirtileri giderek arttı.
Avrupa ülkelerindeki atmosfer, geçen yılkinden çok farklı. Rusya’ya uygulanan yaptırımların sıkıntısını hissediyor. Batı dünyasında “Ukrayna bir şekilde Rusya’yla anlaşsın” diyenlerin sesleri daha gür çıkmaya başladı. Hele ABD’de bu savaşa mesafeli yaklaşan Cumhuriyetçilerin güçlenmesi, ABD yönetiminin bile Ukrayna’ya desteğini epey zora soktu. Belirsiz bir döneme girilmiş durumda.
Zelenski’nin savaş sebebiyle seçime gitmemesi nasıl karşılandı?
Ukrayna’da muhalifler, seçimlerin bu şartlarda yapılmasını kesinlikle istemiyor. Çünkü devlet aygıtının savaş nedeniyle hükümeti denetimine tabi olduğu şartlarda seçim yapılmasının, Zelenski’ye bir beş yıl daha hediye etmek anlamına geleceğini düşünüyorlar. Batı dünyası da bu şartlarda yapılacak bir seçime sıcak bakmıyor.
/././
Sanayi düştü, işsizlik geriledi (Hayri Kozanoğlu)
Ekim ayında işsizlik yüzde 8,5 olarak açıklandı. Bir önceki aya göre işgücü 83 bin kişi artarken, istihdamdaki insan sayısı da 246 bin yükseldi. Böylelikle işsiz sayısında 163 bin düşüş gözlendi.
İşgücüne katılma oranı yüzde 53,1 olurken, istihdam oranı yani çalışma yaşındaki nüfusun işbaşı yapabilenlere oranı ise yüzde 48,5 düzeyinde gerçekleşti. Bu oran kadınlarda yüzde 31,6. Son 10 yılın en düşük manşet işsizlik oranının yaşandığı ayda dahi çalışma yaşındaki yurttaşlarımızın yarısının bile bir işi bulunmaması, her üç kadından birinin bile çalışmaması yapısal bir işsizlik sorunumuz bulunduğunun en açık örneği.
Böyle bir ayda dahi atıl işgücü oranı yüzde 21,3. Bu gösterge işsizlerin yanı sıra tam zamanlı çalışmak isterken kısmi zamanlı iş bulabilenleri, iş bulmaktan umudunu kesenleri, iş aramadığı halde bir iş olsa çalışırım diyenleri de içeriyor.
İşsizliğin göreceli düşük seyretmesinin bir nedeni de, özel sektörde asgari ücretin norm haline gelmesi ve yüksek enflasyon ortamında zam görmemesi. Şu anda asgari ücret 393 dolara kadar gerilemiş durumda.
Zaten sermaye kesimi asgari ücreti emekçiler karşısında bir sopa olarak kullanıyor. Bunu en son TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan’ın, “Geniş işsizlik oranı diyebileceğimiz atıl işgücü oranı yüzde 22’ler civarında dolaşıyor” ifadesinde gördük. Asgari ücret kayda değer oranda artarsa işsizlik de tırmanır mesajı verilmek isteniyor.
İŞSİZLİK ÜNİVERSİTE MEZUNLARINDA EN YÜKSEK
İşgücü göstergelerinde en dikkat çekici olanlardan biri de, yüksek öğretim görenlerde işsizlik oranının lise altı eğitim görenlerin üzerine çıkmış olması. Üniversite mezunlarının işsizlik düzeyi yüzde 10.7 iken, lise eğitimini bile tamamlayamayanlarda bu oran yüzde 7,3. Bunun üç açıklaması olabilir: 1) Sayıları mantar gibi çoğalan üniversitelerden nitelikli eleman çıkmaması, firmaların verilen diplomaları geçerli kabul etmemesi. 2) Açılan işlerin çoğunlukla hizmet sektöründe kuryelik, garsonluk, tezgahtarlık gibi üniversite mezunlarına uygun, nitelikli pozisyonlar olmaması. 3) Asgari ücretin işgücü piyasasında egemen hale gelmesi, diplomalıların bu ücretlerden çalışmaya rıza göstermemesi.
Bunlardan her biri, ciddi ekonomik ve sosyal sorunlar doğurabilecek vahim bir duruma işaret ediyor. Bu konunun titizlikle araştırılması gerekiyor.
SANAYİDE ZAYIF SİNYALLER
Dün sanayi üretim endeksi de açıklandı. Sanayi üretiminin yıllık bazda yüzde 1,1’lik çok sınırlı bir artış gösterirken, bir önceki aya göre yüzde 0,4 azaldığı görüldü. Sanayinin motor gücü imalat sanayisi ise yıllık yüzde 1,3 artış, aylık yüzde 0,3 gerileme sergiledi.
Sanayinin bu zayıf performansı önümüzdeki aylarda haliyle büyüme ve istihdam verilerini de olumsuz etkileyecek. Nitekim otomotiv sektöründe de yavaşlama belirtileri gözleniyor. Kasım ayında üretim bir önceki yıla göre sadece yüzde 4 artarken, otomotiv ihracatı yüzde 2,8 düşüş gösterdi.
KREDİ KARTI HARCAMALARI PATLADI
Ekonomide talebi bireysel kredi kartı (BKK) harcamalarının ayakta tutması dikkat çekiyor. Tüm krediler yavaşlarken aylık yüzde 3,69 faize karşın BKK bakiyeleri dolu dizgin artıyor. 1 Aralık 2023 itibarıyla BKK kredilerinin haftalık 35 milyar lira sıçramayla 1.079,1 milyar liraya çıktığı anlaşıldı. Bunun 611,5 milyar lirası taksitsiz, 467,5 milyar lirası taksitli kredilerden oluşuyor.
Rakamların ayrıntılarına indiğimizde, Bankalararası Kart Merkezi verilerine göre ülkemizde 114 milyon BKK bulunuyor. Buna göre kart başına borç 9.440 lira civarında. BKK kullanan insan sayısı ise 35 milyon 787 bin. Buradan kişi başına bakiyenin yaklaşık 32 bin lira olduğu söylenebilir. Ancak aktif kart kullananların 27 milyon kişi olduğu söylenebilir. Böyle bakınca aktif kullananlarda bakiye 42 bin 200 liraya, asgari ücretin 3.7 katına kadar çıkıyor.
Bilindiği gibi 25 bin liraya kadar BKK’lerde asgari ödeme oranı yüzde 20, bunun üzerinde ise yüzde 40. Asgari tutarı ödeyip de bunun bir kısmını borca bırakanların toplam yükümlülükleri 120 milyar lira. Buna karşın asgari ödemeyi dahi yapamayanların borcu 80 milyar lira. Bu tutarı 1.079 milyar lira toplam bakiyeyle oranlayınca ise yüzde 7.4 gibi oldukça yüksek bir risk düzeyi ortaya çıkıyor.
Toplam bakiyenin %72.6’sını 100 bin liranın üzerinde limite sahip kartların oluşturduğu görülüyor. Yeni yılda maaş artışları ile birlikte limitler de güncellenecek. Eğer Merkez Bankası politika faizine paralel kredi kartı faizleri de artırılırsa 2024’te ciddi bir borç krizi yaşanabilir.
En son Kasım ayı yıllık enflasyonu yüzde 61.98 olarak açıklandı. Buna karşın gıda enflasyonu yüzde 67.16 idi. İşlenmemiş gıdada yıllık fiyat artışı yüzde 80,85 olurken, kiralar yüzde 105,81, ulaştırma ise yüzde 95,40 artmıştı. Haliyle geliri ihtiyaçlarına yetmeyen yurttaşlar kredi kartlarına dayandılar. Yaygın ifade ile “kredi kartlarına takla attırarak” bugünlere geldiler.
Mehmet Şimşek ekibinin parasal sıkılaştırma politikaları bu ivmeyle sürer, hele bir de asgari ücreti yılda bir kez ayarlama politikası hayata geçerse, dar gelirli yurttaşları çok zor günler bekliyor olacak. İşsizlik oranları artar, ekonomik büyüme duraklarken, kredi kartı ödemelerinde de büyük sorunlar ortaya çıkacak.
Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 12 ARALIK 2023 -
Vahdettin’in ABD başkanına mektubu(Özdemir İnce)
Özgün hali yani Osmanlıcası Osman Selim Kocahasanoğlu’nun AtatürkVahdeddin Kavgası (Temel Yayınları, 2020, s.528) kitabında bulunan ihanet belgesini günümüz Türkçesiyle okuyalım:
“Amerika Cemahir-i Müttefikiye Reisi Mösyö Coolidge Cenablarına
Siyasi olayların ve gelişmelerin tüm iç yüzünü, hangi nedenlerden dolayı saltanat merkezimi geçici bir süre için terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu konuda ayrıntılı bilgi sunmayı gereksiz görüyorum. Bu süresiz uzaklaşmamın, babadan kalma sahip olduğum saltanat ve hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara meclisi gibi bir isyancı fitnenin bu konuda alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm. Şöyle ki İslam hilafetinin Osmanlı saltanatından soyutlanması ve ayrılması ve hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararı ile çözümlenecek büyük bir evrensel sorundur. İslam bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Bundan başka bu durumun, içinde bulunulan koşullarda İslam dünyasında sonuçları pek vahim olabilecek büyük bir heyecana yol açacaktır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine de büyük bir etki yapacaktır. Hanedanın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararlar hanedanımın bireylerini, insan ve kişilik haklarından soyutlar mahiyettedir. Bu konuda yüce kişiliğiniz ve cumhuriyet hükümetiniz tarafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur. Bu vesile ile sağlıklı olmanızı yüce haktan niyaz eylerim. 13 Mart 1924 Mehmed Vahideddin”1
Mektup, San-Remo’da düşük Padişah Vahdettin tarafından yazılmış ve Halis Reşat Bey tarafından Paris’te bulunan Amerikan elçiliğine teslim edilmiştir. Elçilik de bu mektubun orijinalini ve İngilizce çevirisini 15 Nisan 1924 tarihli yazısıyla Washington’a göndermiştir. Mektup ABD Ulusal Arşivi’nde 86700/1788 numarasıyla kayıtlıdır.
Adamdaki kafaya bakın, sanki ABD başkanı bu mektubu aldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti devletine sert bir nota yazarak kararından vazgeçirecek! Çocukça bir davranış.
Bu türden davranış bir tane değil. İngiliz Muhipleri (Dostları) Cemiyeti üyeliği var:
“Bu derneği kuranlar kendi çıkarlarını gözetenler ile, kendi çıkarlarının korunma çaresini Lloyd George hükümeti aracılığı ile İngiliz himayesini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların, İngiliz Devleti’nin Osmanlı Devleti’ni bir bütün olarak korumak ve himaye etmek isteğinde olup olamayacağını bir defa olsun dikkate alıp almadıkları, üzerinde düşünülmeye değer. Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı padişahı ve halife-i ruy-i zemin unvanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) olan Ali Kemal, Adil ve Mehmet Ali beyler ile Sait Molla bulunuyordu. Dernekte Rahip Frew (Fru) gibi İngiliz milletinden bazı macera heveslileri de vardı. Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Frew idi.”2
Bir de Ege bölgesinde kurulacak İyonya Devleti’ni onaylaması var...
Bu iş böyle parça pürçük yazılarla olmayacak. Siz en iyisi Mehmet Alev Coşkun’un yayına hazırladığı Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. Şerafettin Turan, Prof. Dr. Bülent Tanör, Prof. Dr. Salahi R. Sonyel, Turgut Özakman, Attilâ İlhan, Prof. Dr. Sina Akşin, Prof. Dr. Emre Kongar, Dr. Bilal N. Şimşir, Sinan Meydan, Doç. Dr. Orhan Çekiç ve Osman Selim Kocahasanoğlu’nun yazılaryla katkıda bulunduğu Vahdettin Dosyası Hainlik Belgeleri adlı kitabı okuyun.
1 İhsan Güneş, Vikipedia.
2 Mehmet Alev Coşkun, Vahdettin Dosyası Hainlik Belgeleri, Cumhuriyet Kitapları, 2023, s.30.
/././
Filipinler’de yakalanan karaparacı Hintli Türk vatandaşı!(Murat Ağırel)
Her sabah uyandığımızda İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmiş çete liderlerinin, uyuşturucu kaçakçılarının yakalandığını öğreniyoruz.
“İskoçlar Çetesi” diye bir çete varmış ve uyuşturucu madde imal ve ticareti yapıyormuş. Çete çökertildi.
Başka haberde “Çengel-4” operasyonu yapılıyor ve sahte alkol yakalanıyor, “Mercek-7” operasyonu yapıldı ve 787 ruhsatsız tabanca, 38 uzun namlulu tüfek dahil olmak üzere 1038 silah ele geçirildi.
“Kafes-16” operasyonunda İngiltere’nin Kuzeydoğu bölgesinde uyuşturucu madde ticareti yapan silahlı organize suç örgütü lideri Shaun Monaghan yakalanıyor.
“Kafes-15” operasyonunda ise Rusya’da faaliyet gösteren “Thieves in Law” organize suç örgütü yöneticilerinden hakkında dolandırıcılıktan mavi bülten bulunan Shamil Amırov yakalanıyor.
18 Kasım’da İstanbul Üsküdar’da ise kırmızı bülten ile aranan Hırvat uyuşturucu baronu Nenad Petrak yakalandı. 250 bin dolarlık daire satın alarak vatandaş olan Nenat Çelik ismini almış.
Peki, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı alıp başka ülkelerde yakalananlar?
Bir takipçim Filipinlerde çıkan haberi gönderdi. Biri ABD’li, biri Türk iki kişinin Filipinlere giriş yapmasına izin verilmediği yazıyor.
Filipin Cumhuriyeti Ajansı Göçmenlik Bürosu konuyla ilgili 29 Kasım 2023 tarihinde yaptığı basın açıklamasını duyurdu.
Açıklama aynen şöyle: “Göçmenlik makamları, hüküm giymiş bir Amerikalı seks suçlusu ile Türk dolandırıcı olduğu iddia edilen iki kişinin, istenmeyen yabancılar oldukları gerekçesiyle sabıka kayıtları nedeniyle ülkeye girişini engelledi.”
Elin Amerikalısından bize ne de Türk dolandırıcı kim diye merak ediyorsunuz değil mi?
Efendim Filipinlerde Türk dolandırıcı diye haber olan kişi Amol Awasthi adında bir Hintli!
Habere devam edelim. “Çarşamba günü yapılan bir basın açıklamasında Göç Bürosu (BI) Komiseri Norman Tansingco, 57 yaşındaki Amerikan vatandaşı Michael David Steinborn ve 48 yaşındaki Türk vatandaşı Amol Awasthi’nin, Ninoy Aquino’ya vardıklarında farklı vesilelerle geri çevrildiklerini söyledi.”
Filipin polisi, Amerikan vatandaşı Michael David Steinborn’un ahlak yasalarına aykırı geldiği için sınır dışı edildiğini açıkladı. Peki, bizim Hint asıllı Türk vatandaşımızın suçu neymiş!
Amol Awasthi için Hindistan hükümetini dolandırma iddiasıyla cezai soruşturmayla yürütülüyormuş. Geçen yıl Interpol tarafından mavi bülten ile aranıyormuş.
Mavi bültenle aranıyor ama bizden vatandaşlık almış ve pasaportumuzu taşıyor...
Zaten Hindistan basınında ailece tanınıyorlar. Hindistan’daki The Economic Times adlı gazetede ve birçok gazetedeki haberlerde manşet olmuş.
Hindistan’da IFFCO ve IPL adlı iki firma var. Indian Farmers Fertilizer Cooperative Limited (IFFCO) çok ortaklı bir çiftçi kooperatifi. IPL ise gübre tedarikinde yer alan ve hükümetin gübre oranlarını çiftçiler için uygun fiyatlı tutmak amacıyla sübvansiyon sağladığı bir şirket.
İsimleri çok önemli değil.
Bizim Türk vatandaşı Amol Awasthi’nin babası, IFFCO Genel Müdürü ve CEO’su baba Awasthi ile Indian Potash Limited (IPL) Genel Müdürü PS Gahlaut’un 2007’den itibaren gübre tedarikçiler tarafından 685 milyar rupi komisyon yani rüşvet ve karapara iddiası ile yargılanıyorlar.
685 milyar rupi Türk Lirası olarak 237 milyar TL’ye denk geliyor.
Hindistan mahkemeleri adı geçen kişilerin mal varlıklarına el koymuş ama kayıp paraların da peşine düşmüş.
Çok uzatmayayım.
Türk vatandaşlığını nasıl aldı araştırıyorum. Ev alarak mı, yoksa yatırım(!) yaparak mı aldı öğreneceğiz.
Peynir ekmek gibi dağıtılan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı neticesinde kendi ülkesini dolandıran Hintli, Filipinler’de Türk dolandırıcı diye basına çıkıyor.
Türk vatandaşlığını bu kadar ayağa düşüren kim varsa tarih hepsini nefretle hatırlamamıza sebep olacak. Emeği geçen herkesi tebrik ederim.
/././
Amerikan neo faşizmi(Mehmet Ali Güller)
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, görev süresi boyunca yetkisini ilk kez kullanarak BM Şartı’nın 99. maddesini işletti ve BM Güvenlik Konseyi üyelerine 6 Aralık’ta bir mektup gönderdi: “Güvenlik Konseyi üyelerini insani felaketin önlenmesi için baskı yapmaya çağırıyorum ve insani ateşkesin ilan edilmesi talebimi tekrarlıyorum. Bu çok acil.”
Guterres’in bu mektubu, öncelikle ABD-İsrail ikilisinin demokrasi ve insan hakları maskesini indirdi. İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen, sanki neofaşist saldırganlığıyla Gazze’de etnik temizlik ve soykırım uygulayan ülkesi dünya barışını tehdit etmiyormuş gibi, Guterres döneminin “dünya barışı için tehdit olduğunu” savundu!
Ahlaksız yalnızlık
Guterres’in mektubunun ardından BM Güvenlik Konseyi üyesi Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), yaklaşık 90 ülkenin “eş sunucusu” olduğu karar tasarısını sundu ve düzenlenen acil oturumda tasarı oylandı.
15 üyeli Güvenlik Konseyi’nde bir tek ABD tasarıya karşı çıktı ve veto etti, İngiltere bile çekimser kaldı. Çin, Rusya, Fransa, BAE, Brezilya, Arnavutluk, Ekvador, Gabon, İsviçre, Mozambik, Malta ve Japonya ise tasarıyı onayladı.
Böylece ABD, bir kez daha BM’de yalnızlaştı. Anımsayacaksınız, daha önce yapılan BM Genel Kurulu’ndaki oylamada da 120 evet, 14 hayır, 45 çekimser oy çıkmış ve ABD ile İsrail’e dünyada sadece 12 ülke tam destek verebilmişti.
ABD’nin durumu artık siyaseten yalnızlıktır, üstelik ahlaksız bir yalnızlık. Çünkü ABD’nin BM Daimi Temsilci Yardımcısı Robert Wood;
1) Oylamadan önce, “Yeni bir konsey kararı faydalı değil. Gazze’de insani durumu düzeltmek için sessiz diplomasiyi tercih ediyoruz” sözleriyle,
2) Oylamadan sonra ortaya çıkan tablo karşısında da tasarıyı “aceleye getirilmiş, gerçeklikten kopuk, ibreyi somut bir şekilde ileriye doğru hareket ettirmeyen, dengesiz bir karar tasarısı” diye niteleyerek, ABD’nin “diplomatik sahtekârlığını”, “siyasi ikiyüzlülüğünü” ve “insani utanmazlığını” sergiledi!
O kadar sergiledi ki Çin’in BM Daimi Temsilcisi Zhang Jun bile diplomatik ifadeleri bir kenara bırakarak ABD’yi açıkça “ikiyüzlülükle” suçladı.
ABD düzeni ile Küresel Güney düzeni çarpışması
BM düzeni, Alman faşizmine karşı kazanılan II. Dünya Savaşı’nın ardından oluşturulan belli ölçülerde bir demokrasi düzeniydi. Ancak ABD, özellikle SSCB’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan tek kutuplu dünya döneminde bu düzeni tahrip etmeye başladı: BM kararlarını veto ederek, yok sayarak, aykırı hareket ederek, BM’den karar çıkartmadan müdahale, savaş ve işgallerde bulunarak “kısmi demokratik düzeni” felç etti.
Çok kutuplu dünyanın inşa olmaya başlamasıyla birlikte ABD’nin bu tahripkâr tutumu frenlenmeye başladı. Öyle ki ABD veto kartını kullansa da tutumuyla yalnızlaşıyor ve gün geçtikçe bunun “siyasi bedelini” yavaş yavaş ödemeye mecbur kalıyor.
ABD, işte bu nedenle bir süredir BM’yi “Küresel Güney”in hâkim olduğu bir yapı olarak nitelemeye ve eleştirmeye başladı. İsrail’in Guterres dönemini “dünya barışı için tehdit dönemi” diye suçlamaya kalkması bundandır.
Çünkü ABD-İsrail ikilisi için “dünya barışı”, “tersyüz ettikleri savaş”tır; istedikleri ülkeye saldırabildikleri, işgalle topraklarını genişletebildikleri, “demokrasi ve insan hakları” maskesiyle “neofaşist” saldırganlıklarını uygulayabildikleri düzendir.
Bu nedenle Gazze’de sadece İsrailFilistin savaşı değil, tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi, gerileyen “ABD düzeni” ile yükselen “Küresel Güney” düzeni çarpışmaktadır.
/././
2024’e girerken-I (Ergin Yıldızoğlu)
Eski yıldan yeni yıla miras kalan sorunlar, yeni yıla ilişkin beklentiler üzerinde düşünme çabaları, özellikle aralık ayının ikinci yarısında yoğunlaşır. Bu yıl gündem dolu, erken başlamakta yarar var.
Gündemin en önemli maddesini, küresel ısınmayı önleme çabaları oluşturuyor. Küresel ısınma tüm dünya halklarının, hatta gezegende yaşayan canlıların varlığını tehdit eden, dahası, tüm diğer sorunları da kapsayan bir sorun.
Küresel ısınma, küresel olduğundan, önlemek için gereken önlemler, küresel ısınmaya neden olan fosil yakıtları en çok üreten, tüketen ve yoğun tarım yapan ülkelerin işbirliğini gerektiriyor.
Bu noktada karşımıza iki temel jeopolitik sorun çıkıyor: Birincisi, önce sanayileşerek atmosferi 18-19. yüzyıllardan bu yana, ikinci küreselleşme döneminde, daha da hızlanarak kirleten “gelişmiş ülkeler” ile sanayileşme aşamasına sonradan, birincilerine bağımlı bir süreç içinde girmiş olan “Küresel Güney”in (eski sömürgeler, sonra gelişmekte olan ülkeler) beklentileri arasında aşılması zor bir uçurum var. İkincisi, ekonomik, kültürel hatta askeri olarak gerilemekte olan ABD merkezli Batı hegemonyası ile yükselen yeni büyük güçler arasındaki çelişkiler çok karmaşık ve uzlaştırılamaz bir yönde derinleşmeye devam ediyorlar.
Gelecek yıl yapılacak ABD başkanlık seçimlerini, küresel ısınma olgusunu reddeden Trump kazanırsa, küresel işbirliğinin daha da zorlaşması, jeopolitik sorunların daha da derinleşmesi, ABD’de ve dünyada faşistleşme sürecinin daha da hızlanmasını beklemek gerekiyor.
Ukrayna’da savaş, Gazze’de soykırım sürerken toplanan COP28, Ukrayna ve İsrail ile ilgili tartışmaları yoğunlaştırdı; İran zirveyi terk etti. Tartışmalar, ABD’nin uluslararası alanda sorun çözme kapasitesinin ne kadar gerilemiş olduğunun da bir göstergesiydi. Biden yönetiminin, AB hükümetlerinin Gazze katliamı karşısında altığı tutum hem dünya halklarının tepkisini çekti hem de ABD dış politika bürokrasisinde çatlaklar yarattı. ABD yönetiminin Netanyahu rejimini kontrol edemediği ortaya çıktı. Geçen hafta ABD Senatosu’nda Cumhuriyetçiler, Ukrayna’ya gidecek yardımı bloke ettiler. Aynı günlerde Batı medyasında, Avrupa ülkelerinin desteğinde çatlaklar oluştuğunu, “Zelenski otokratlaşıyor”, “Zelenzski ülkesinde güven kaybediyor”, “Ukrayna dünyanın en yolsuzluğa batmış ülkelerinden biridir” (Orban), gibi iddialara yer veriliyordu.
Bu sırada, Avrupa Birliği’nin ekonomisi yavaşlarken ABD ve özellikle Çin ile arasındaki ticaret sorunları derinleşiyor. Bu sorunlar da aslında küresel ısınmayla yakından bağlantılı. Çin’de hızla gelişen, kapasite fazlası yaratmaya başlayan elektrikli otomobil endüstrisinin, ihracat kapasitesinin, rekabet gücünün Avrupa otomotive endüstrisi için çok büyük bir tehlike oluşturmaya başladığından söz ediliyor. Çin’in “yeşil teknolojiler” için gerekli girdilerin, minerallerin piyasasındaki ağırlığı da Batı açısından, ekonomik, stratejik bir sorun oluşturuyor.
SINIF ÇELİŞKİLERİ
Küresel ısınmayı önlemek için gereken önlemler karşısındaki jeopolitik engellerin yanı sıra ulus ölçeğinde keskinleşen sınıf çelişkilerinden kaynaklanan engeller var: Egemen sermaye alınacak önlemlerin birikim süreci üzerindeki maliyetini ve önlemlerin halkın yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmek için gereken kamu harcamalarının toplumsal maliyetini üstlenmek istemiyor.
Emekçi sınıflar, özellikle sanayi, kara taşımacılığı işçileri, küresel ısınmanın ve kapitalizmin acı ve karmaşık gerçekleriyle yüzleşmek yerine, küresel ısınmayı reddeden, komplo terisi olarak niteleyen faşist hareketin, egemen kültür içinde anlamlandırması, anlaması kolay, en önemlisi iç rahatlatıcı iddialarının cazibesine kapılıyorlar. Bu ortamda ABD, Avrupa, Latin Amerika hatta Hindistan’da, aşırı sağcı faşist hareketlerin hızla yükselmesine tanık oluyoruz.
Kısacası tüm sorunların merkezinde, kapitalizmin ürünü, küresel ısınma var! Gelecek yazılarımda, yeni yıla girerken küresel ısınma, jeopolitik, Trump’ın kazanma olasılığının getirdiği tehlikeler, “süreç olarak faşizm”, gibi sorunlara teker teker ve daha yakından bakmaya çalışacağım.
soL GÜNDEM - 12 ARALIK 2023 -
AKP'nin kurucuları arasında yer aldı, Erdoğan'ı kurtardı: Hakeme yumruk atan Faruk Koca kimdir?(soL-Özel)
Sahaya inerek hakem Halil Umut Meler'e yumruk atarak gündeme gelen Ankaragücü Başkanı Koca, aynı zamanda AKP'nin kurucu üyelerinden ve eski AKP Milletvekili.
Trendyol Süper Lig'in 15. haftasında MKE Ankaragücü-Çaykur Rizespor karşılaşmasının ardından sahaya inen Ankaragücü Başkanı Faruk Koca, maçın hakemi Halil Umut Meler'e yumruk attı. Yumruk nedeniyle yere düşen Meler, tekmeyle darp edildi. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Meler'e yönelik saldırıda sorumluluğu bulunanlar hakkında adli soruşturma başlatıldığını duyururken, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ise "Faruk Koca emniyet güçlerimizin gözetiminde hastanede tedavi görmektedir. Tedavi sonrası gözaltı işlemleri gerçekleştirilecektir. Hakemimize saldırıda bulunan diğer 2 kişi gözaltına alınmıştır" açıklamasında bulundu. AKP de olayın ardından Koca'nın partiden ihraç talebiyle disipline sevk edildiğini bildirdi. AKP'den yapılan açıklamada, Koca'nın partiden ihracı istemiyle disipline sevk edildiği, konunun Merkez Karar ve Yönetim Kurulu'nda (MKYK) görüşüleceği belirtildi.(Faruk Koca kimdir?) Peki Faruk Koca, saldırıyla gündeme gelmeden önce ne yapıyordu? Meler'e attığı yumrukla gündeme gelen Koca, 2021 yılında Ankaragücü'nde gerçekleştirilen olağan genel kurulda 1058 oyun 802'sini alarak kulüp başkanlığa seçilmişti. AKP'nin kurucu üyelerinden olan Koca, 22. ve 23. dönem AKP Ankara Milletvekili olarak görev almıştı. AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 12 yıl yaşadığı ve 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçilince taşındığı Keçiören'deki evinin de sahibiydi. Koca, milletvekili olduğu yıllarda dönemin başbakanı Erdoğan’ın baygın halde kilitli kaldığı zırhlı aracın camını balyozla kırarak Erdoğan’ın hastaneye yetişmesini sağlamıştı. Koca, 1 yıl önce Süper Lig’de Fair Play/Adil Oyun Başkan/Yönetici Ödülü’nü de almıştı.
Yeni Akit, Zülal Kalkandelen'i hedef gösterdi (soL)
AKP'ye yakınlığıyla bilinen Yeni Akit, kamuoyunda "Cübbeli Ahmet" olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü hakkındaki yazısı nedeniyle gazeteci,yazar Zülal Kalkandelen'i hedef gösterdi.
AKP'ye yakınlığıyla bilinen Yeni Akit, gazeteci, yazar Zülal Kalkandelen'i hedef gösterdi. Kalkandelen, 10 Aralık günü Cumhuriyet'te yayımlanan "Sanal âlemin tekkeleri" başlıklı yazısında, kamuoyunda "Cübbeli Ahmet" olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün Youtube üzerinden yayımladığı videolara değinmişti. Kalkandelen yazısında, mahkemede mesleğini "Youtuber" olarak açıklayan Ünlü'nün yayınladığı videolardaki gerici söylemlerine yer vermişti.(Hedef gösterdi, hakaret etti) Söz konusu yazı nedeniyle Kalkandelen'i hedef gösteren Yeni Akit, "Cübbeli Ahmet, resmen yerlerinden hoplattı! O sözleri o karıyı bakın ne hale getirdi" başlıklı bir yayımladı. Yeni Akit'in haberinde Kalkandelen'den "o karı" diye bahsedilirken, 1925 tarihli 677 sayılı devrim yasası ile kaldırılan tarikatları eleştirdiği için Kalkandelen'in "İslam ve Müslüman denilince tüylerinin dikenn diken olduğu" iddia edildi. Ayrıca haberde, Kalkandelen'e yönelik "kıt aklınca" ve "cahil" gibi ifadeler de kullanıldı.(Altına imza atılacak hatırlatmalarmış...) Haberde "Cumhuriyet gazetesinin “İslam” ve “Müslüman” denilince tüyleri diken diken olan yazarlarından Zülal Kalkandelen, kafayı bu defa da Cübbeli Ahmet Hoca’nın dinî telkin ve tavsiyelerine taktı. Her biri altına imza atılacak olan hatırlatmaları, kendi kıt aklınca eleştiren Kalkandelen, nasıl bir cahil olduğunu gözler önüne serdiği yazısında özetle şunları kaydetti" ifadelerine yer verildi. Kalkandelen, Yeni Akit'e göre Ünlü'nün "her biri altına imza atılacak olan hatırlatmalarını" şöyle sıralamıştı: “Hacı adam, sakallı adam, sekreteri karı! Bu ne akılsızlık ya... Ya elâlemin karısını, kızını yanında niye çalıştırıyorsun? ‘E çok acıyorum, aç kalmış.’ Sadaka ver! Kadınlar ayrı yerde çalışır, hiç erkek girmez oraya, o tamam. Ama kadın, erkek aynı ortamda memurluk da yapması caiz değil, amirlik de yapması caiz değil, işçilik de yapması caiz değil, patronluk da yapması caiz değil!” Son videolarından birinde ise yılbaşı kutlayanları namazın ve zikrin kurtaramayacağını söylüyor. Yılbaşını kutlamak ile Noel’i kutlamanın aynı şey olmadığı yıllardır anlatılsa da ayrıca Türkiye’de yaşayan insanlar arasında farklı inançta yurttaşlar olduğundan isteyenler Noel’i de kutlayabilecekken “Başımıza büyük bir bela gelmeden önce yılbaşı/Noel kutlamasına katılmaya hazırlananları uyaralım!” dediği videoları paylaşıyor. “Erkeğin kadına selam vermesinin sıkıntıya yol açacağını, çünkü bunun ‘Görüşebiliriz’ anlamına geldiğini”... “Müslüman kadınlar için, başka bir dine mensup olan kadınların da yabancı erkek hükmünde olduğunu, kâfire kadınların yanında da erkek varmış gibi oturmaları gerektiğini”... “Evin içinde köpek beslenemeyeceğini çünkü köpek olan eve rahmet meleklerinin girmeyeceğini, ölüm meleği Azrail’in gireceğini” söyleyen Ünlü, bu düşüncelerini sosyal medyadan milyonlarca insana yayıyor. Ve diyor ki tekke kurmaya ne gerek var, aç Instagram’da, YouTube’da bir kanal, oradan seslen müritlerine!"
11 Aralık 2023 Pazartesi
Belkıs Özener: Sesiyle var olan kadın (I+II) - Mesut Kara / Evrensel
(I)
Önceki hafta “Jean Mahfi Ayral Tözüm: Yeşilçam yıldızlarına ses veren o ses sustu” başlıklı yazımızda “Yeşilçam yıldızını seslendiren önemli dublaj sanatçılarımız genellikle Adalet Cimcoz, Nevin Akkaya, Jean Mahfi Ayral’dı. Bu yıldızların şarkılı sahnelerini de daha çok Belkıs Özener ve Sevim Şengül seslendirmişti” demiştim. Bugün yıllarca sesiyle var olan, görünmeden ses olarak bilinen, yıllar sonra ortaya çıkıp bedenen, yüzüyle, sohbetiyle de tanınan Belkıs Özener’den söz edeceğiz.
2021 yılında 40. İstanbul Film Festivali’nde “Sinema Onur Ödülü” verilen Belkıs Özener bu yıl da 18-24 Eylül tarihlerinde düzenlenen 30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde “Orhan Kemal Emek Ödülleri” “Türk sinemasına sesiyle büyük emeği geçen Belkıs Özener’le sinemamızın isimsiz kahramanlarından Senarist, Yazar ve Yönetmen Ahmet Soner’e verildi.Adana Belediyesi web sitesinde festival haberleri sayfasında Belkıs Özener şöyle tanıtılır:
“YEŞİLÇAM ŞARKILARINI ONUNLA SEVDİK"
Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Fatma Girik gibi sinemamızın efsane isimlerinin filmlerdeki gazino sahnelerine sesiyle emek veren Belkıs Özener İzmir’de doğdu. 1952’de Gönül Yazar’ın radyo sınavlarını kazanmasıyla birlikte ablasıyla beraber önce Ankara’ya gitti. Ardından İstanbul’a taşındı. Alâeddin Yavaşça, Zeki Duygulu ve Radife Erten’den dersler aldı. Daha sonra katıldığı ses yarışmasında birinci oldu. 14 yaşındayken Sabite Tur Gülerman’ın alt kadrosunda ilk defa sahneye çıktı. Tepebaşı Gazinosunda Perihan Altındağ’ın alt kadrosunda ise ilk yevmiyeli sahnesini yaptı. Belkıs Yazar adıyla bir süre plak ve sahne çalışması yaptı. Evlendikten sonra, Türk Sanat Müziği Sanatçısı ablası Gönül Yazar’ın aksine, çok fazla sahne çalışması yapmadı. 1967 yılında Metin Bükey’in teklifiyle ilk defa Sinekli Bakkal filminde Türkan Şoray’ın oynadığı roldeki şarkıyı seslendirdi. 100’ü Şoray’ın olmak üzere 300’den fazla şarkıyı Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Fatma Girik gibi Türk sinemasının efsane oyuncularının filmlerinde onların yerine seslendirdi.”
BU SES BENİM DEMEDİM
Belkıs Özener Altın Koza Film Festivali’nde sahneye çıktığında çok heyecanlı ve mutludur. Yaptığı konuşmada şunları söyler: “Çok bekledim, 40 sene sustum, ‘Bu ses benim’ demedim, adım yazılmadı ve benim sesimi biliyordunuz, beni tanımıyordunuz. Şimdi karşınızdayım. Size karşı kendimi borçlu hissediyorum çünkü beni merak edip yeniden parlatan sizlersiniz. Onun bilincinde kendi değerimi anladım arka arkaya 130’un üstünde ödüller aldım, onur ödülleri, uluslararası ödül aldım. Bilgi Olgaç Ödülü aldım. O zaman da değerimi anladım ama şimdi sizi görünce ölsem de gam yemem.”
Yaşam öyküsü 28 Mart 1940 tarihinde Belkıs Özyeğiner olarak İzmir’de başlayan sanatçı müzikle çok küçük yaşta tanışır. Erzincanlı Yol Müteahhidi Mehmet Bey ile Yugoslav göçmeni Fatma Aras’ın üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Belkıs Hanım’ın büyük ablası Belma, diğeri de aralarında 4 yaş olan diğer ablası da yine çocuk yaşta müzik çalışmalarına başlayıp Belkıs Hanım’ın da önünü, yolunu açan kısa sürede çok ünlü olup gazino sahnelerinin vazgeçilmez assolistlerinden olmayı, önemli bir hayran kitlesi edinmeyi başaran, filmlerde oynayan Gönül Yazar’dı. Gönül Yazar 17 yaşında Ankara Radyosu’na girdiğinde aile önce Ankara’ya sonra da İstanbul’a yerleşir.
Ablası Gönül Yazar sayesinde radyoda Alâeddin Yavaşça, Zeki Duygulu, Radife Erten ve konservatuvar hocalarından dersler alır.
Anne babası o henüz 2 yaşındayken boşanmıştır. Ablası Belma annesine, Gönül ablası da babasına verilince, Belkıs Hanım da iki teyzesinin yanında büyür. 1952 yılında Gönül Yazar ilk evliliğini yapınca onunla birlikte tekrar Ankara’ya giderler, 1954 yılında ablası boşanınca onunla beraber İstanbul’a yerleşirler. Beyoğlu Balo Sokak’taki Madam Anna’nın evinde geçirdikleri günleri hiç unutmadığını belirtir Belkıs Özener. Gönül Yazar şarkıcılığa başlar.
Belkıs Özener 1955 yılında İstanbul’da yapılan bir ses yarışmasında birinci olur. O yılların ünlü gazinolarından biri olan Beyaz Park’ın sahnesinde alır ödülünü.
Türk sanat müziği dersleri alarak şarkıcılığa başlar. 14 yaşındayken Sabite Tur Gülerman’ın alt kadrosunda turnede ilk defa sahneye çıkan Belkıs Hanım, 16 yaşında Tepebaşı Gazinosunda Perihan Altındağ’ın alt kadrosunda ilk yevmiyeli profesyonel olarak sahne alır.
Gönül Yazar gazinolarda sahneye çıkmış ve ünlü olmuştur. Kardeşi Belkıs Hanım’a “Bir eve bir şöhret yeter, sen sahneye çıkma” der. Oysa Belkıs Hanım da sesiyle dikkatleri çekmeye başlamıştır, hakkında “Belkıs Özener şöhret yolunda” gibi haberler yapılır, kendisiyle yapılan röportajlar dergilerde yayımlanır.
’50’li yılların ortalarında çeşitli gazinolarda çalışıyor, Cumhuriyet Gazinosunda dönemin önemli solisti Hamiyet Yüceses’in kadrosunda yer alıyordur fakat ablasının Gönül Yazar’ın “gazinolarda çalışma, sahneye çıkma” demesi ve 1956 yılında 16 yaşındayken evlendiği İş Adamı Rauf Köksalan’ın da sahne yaşamına sıcak bakmaması nedeniyle gazinolara, sahne hayatına veda eder, kendini evine, ailesine, çocuklarına adar. Benek ve Bengü adında kızları ve Barkın adını verdikleri üç çocuğu olmuştur.
’60’lı yılların başında komşusu Müzisyen, Bestekar ve Yeşilçam filmlerine müzik yapan Metin Bükey, Belkıs Özener’i Yeşilçam’la tanıştırır.
(II)
Gazino sahnelerine veda eden ve yıllarca gözlerden uzak yaşamayı seçip kendisini ailesine, çocuklarına adayan Belkıs Özener TRT’nin TRT olduğu siyah-beyaz yıllarda tarihler 1978 yılını gösterirken ablası Gönül Yazar’la birlikte ilk kez Halit Kıvanç’ın programına konuk olurlar; o muhteşem sesiyle şarkılar söyleyip ekranlarda gösterir kendini.
Programda konuşmasına “Ben Belkıs Özener şimdiye kadar Türk beyazperdesinin bütün yıldızlarının şarkılarını okumaktayım; başta Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Fatma Girik gibi.” Cümleleriyle başlar. Söz Gönül Yazar’a geldiğinde “Belkıs Özener i gördünüz, tanıdınız. Sinemanın değerli starlarının, değerli sanatçıların şarkı seslerini veren kişi. Belkıs Özener aslında benim özbeöz kız kardeşimdir, kendisi benden üç yaş küçük. Bugüne kadar kendisine hiç yardımım olmadı. Tamamıyla kendi yeteneğiyle, kendi gayretiyle bu yere gelmiş bir kişidir ve ben ona abla olarak, Gönül Yazar olarak destek değil bilakis köstek oldum” cümleleriyle tanıtır Belkıs Özener’i. Belkıs Özener de ablasına yanıt olarak “Evet abla başlangıçta bana köstek değil kötek bile atmıştın fakat sonra ben de bir tesadüf eseri şarkıcı oldum. Muhitimizde komşumuz Metin Bükey ‘Türk beyazperdesine bir ses aranıyor Belkıs, kabul eder misin?’ dediği zaman hay hay dedim ve o günden beri Türk sinemasının starlarının şarkılarını okuyorum” der.
YEŞİLÇAM’IN UNUTULMAZ SESLERİNDEN OLUR
Evine kapandığı yıllarda komşuları olan, yine Yeşilçam’da yüzü, fiziği ya da sesiyle değil müziğiyle, filmler için yaptığı ve seçtiği müziklerle var olan Bestekar Müzisyen Metin Bükey bir gün Belkıs Hanımların kapısını çalar ve “Belkıs gidiyoruz, seni bir yere götüreceğim” der. Yeşilçam yeni bir ses arıyordur. Mecidiyeköy’de Acar Film stüdyosuna giderler. Seslendirme Yönetmeni Tuncer Aydınoğlu karşılar onları.
1967 yılıdır ve Osman F. Seden’in Halide Edib Adıvar’ın romanından uyarlayıp senaryolaştırdığı “Sinekli Bakkal”ı Yönetmen Mehmet Dinler filme çekmiş, Acar Film’de seslendirilecektir. Tuncer Aydınoğlu Belkıs Özener’i stüdyoya alıp önüne Türkan Şoray’ın seccade üstünde dua okurken çekilmiş fotoğrafının olduğu “Sinekli Bakkal” filminin fragmanını koyarlar. “Sinekli Bakkal” filminde şarkı yoktur, tasavvuf müziği, tekbir ve dua sesleri vardır. Senkronu yakalayıp seslendirmesi gereken sahneleri seslendirdiğinde sesinin bu sahnelere çok yakıştığını söylerler. “O zaman daha yeni başladığım için yetenekli olduğumun farkında bile değildim, herkes Türkan Şoray okuyor sandı” diye anlatır söyleşilerinde Belkıs Özener o günleri. 25 yaşında Türkan Şoray’a sesini vermiştir “Sinekli Bakkal” filminde ve sonrası gelmiştir…
O günden bu yana en çok Türkan Şoray olmak üzere Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Fatma Girik, Sema Özcan, Selda Alkor, Hale Soygazi, Perihan Savaş, Müjde Ar, Mine Mutlu ve daha birçok kadın sinema oyucusunun şarkılı sahnelerinde onlara ‘sesini verir’ Belkıs Özener. Yeşilçam’ın yıldızları, sevilen kadın oyuncuları Belkıs Hanım’ın muhteşem sesiyle daha da devleşir beyazperdede. Zerafetinden, kibarlığından yıllarca ‘Bu ses benim’ demez. Her oyuncunun karakterine uyacak şekilde belirler ses tonunu öyle seslendirir şarkıları.
Belkıs Özener, Yeşilçam’ın, yıldızlarına ses vermekten mutludur; “iyi de yaptım, en güzel, en başarılı kadınlara sesimi vererek kalıcı bir iş yaptım” der. Birçok filmde adı jeneriklere yazılmadığı için kırgındır, haklı sitemi vardır. Sinema dünyasında ve seyirci tarafından değeri yeteri kadar bilinmemiş, anlaşılmamıştır belki fakat hayatın sürprizleri onun da kapısını çalacak, ilerleyen yaşında yeniden keşfedilecek; hak ettiği değer, gecikmiş şöhret, vefa onu bulacaktır.
YILLAR SONRA YENİDEN KEŞFEDİLİR, GECİKMİŞ ŞÖHRETİ BULUR
Sinemamızın isimsiz kahramanlarından, Lale Film’in unutulmaz emekçilerinden Ses/Seslendirme Teknisyeni ve Arşivci Necip Sarıcıoğlu Belkıs Özener’in seslendirdiği şarkıların film parçalarını, bant kayıtları saklamıştır ve bir gün “Kızım artık yaşlandım gel al şarkılarını” der. 50’ye yakın şarkısını saklamıştır.
Belkıs Özener’in eşinin vefatından sonra çocuklarına daha iyi bir hayat sağlamak için iki evini sattığı, telif haklarından 3 ayda bir gelen, ancak faturalarını ödemeye yeten sınırlı parayla yaşamını sürdürdüğü günlerdir…
Filmleri izlerken, ses verdiği şarkılı sahneleri gördükçe içi sızlıyordur çünkü “nostalji şarkıları” furyası başlamış, pop müzikten sanat müziğine kadar arka arkaya “nostalji albümleri” yayımlanıyordur. Oysa Belkıs Özener hayattadır ve 300 civarında şarkı seslendirmiştir Yeşilçam’da. “O hak benim” diye düşünür içindeki sızıyı hissettiğinde. Necip Sarıcıoğlu’nun sakladığı şarkılar hakkının kendisine teslim edilmesinin yolunu açar.
2006 yılında Belkıs Özener’in, bugüne kadar arşivlerde kalmış şarkılarından oluşturulan “Yeşilçam Şarkıları” albümü Kalan Müzik tarafından yayımlanır. Yirmi beş şarkılık bu seçkiye kaynaklık eden kayıtların çoğu, filmlerde kullanılan, Necip Sarıcıoğlu’nun sakladığı ana bantlardan oluşturulur.
Sonrasında Belkıs Özener rüzgarı eser her yerde, ödül üstüne ödül verilir…
SAHNEDE PİNK MARTİNİ GRUBUYLA UNUTULMAZ FİNAL
Türkçe söylediği şarkılarla da bilinen dünyaca ünlü müzik grubu Pink Martini, 17 yıllık kariyerlerinin en güzel şarkılarını bir araya getirdikleri “A Retrospective” albümünün Avrupa turnesi kapsamında İstanbul’da konser verir. 2012 temmuzunda Kuruçeşme Arena’da sahneye çıkan grubun sürprizi sahneye Belkıs Özener’i davet etmesidir. Grubun Kurucusu Thomas Lauderdale’in övgülerle takdim ettiği Özener, Solist Storm Large’la beraber “Aşkın Bahardı” şarkısını seslendirir.(https://www.youtube.com/watch?v=zhrfTeg_xEI)
Hayatı fedakarlıklarla geçen, sevdikleri için gazino sahnelerine çıkmayıp bir anlamda kazanabileceği şöhretten, paradan, maldan-mülkten vazgeçen Belkıs Özener gecikmeli de olsa hakkı olan şöhrete de ödüllere de kavuşmanın mutluluğunu yaşar.
Mesut Kara / Evrensel
GAMLI BAYKUŞ - Mustafa Kırcı
Yeter artık!
Halk çaresiz, yoksul!
Bıktık artık, günaşırı güncellenen, ilçelerden, beklenen zamandan, şiddetinden!Bıktık artık, çaresizlik ve umutsuzluk hissettiren suratından.
Ağzından çıkan son bakla* " 9 şiddetinde bir deprem ve en dayanıklı, çok iyi yapılmış binalar bile tahrip olacak"
Ozaman günaşırı yaptığın uyarıların kime?
1990 öncesi ev sahibi olmuş, şimdi sadece emekli maaşıyla geçinen yoksul, çaresiz, umutsuzlara mı?
Enflasyonla savaşan, dinbazlarla uğraşan, yolsuzluklarla mücadele eden, eğitim, yargı, sağlık sistemi çökmüş çivisi çıkmış bir devlette ikamet eden, bir de üstelik senin görsel ve yazılı basında günaşırı yeralan halkı paniğe, çaresizliğe, sürükleyen güncellemelerine şahit olan halka mı?
Yoksa bahsettiğin ilçelerdeki sonradan oluşturulacak rezerv alanları mı?
O uyarılarından biri de İstanbul Kanal için bilimsel araştırman, incelenmen olsaydı!
Aynı taktik CORONA salgınında da geçerliydi, sizinlerin reklamları için.
Ahkam kestiğin bu soğuk kış gününde, kiralardan, taşınma masraflarından haberin var mı?
Çaren, önerin var mı?
Yeter artık!
Bıktık!
Senin hergün kamu spotu gibi aklımıza kazıdığın halkın yoksul kesimini çaresiz ve umutsuzluğa yönelten deprem güncellemelerinden.
Akıl ve ruh sağlığımızla oynama!
Mustafa Kırcı.
* T24-11/12/2023