13 Aralık 2023 Çarşamba

Adaletsizliğin tabelası - Timur Soykan / BİRGÜN

 

Deprem felaketinin ardından örgütlediği dayanışma ile binlerce depremzedeye destek olan Avukat Bülent Akbay, İskenderun Adliyesi’nin önünde başsavcının şoförü ve korumasının saldırısına uğramıştı. Adliyenin yanı başındaki saldırının görüntüleri bulunmadı. Savcının aracının girdiği yoldaki ‘Girilmez’ tabelası söküldü.

Deprem felaketinin ardından örgütlediği dayanışma ile binlerce depremzedeye destek olan Avukat Bülent Akbay, İskenderun Adliyesi’nin önünde başsavcının şoförü ve korumasının saldırısına uğramıştı. Adliyenin yanı başındaki saldırının görüntüleri bulunmadı. Savcının aracının girdiği yoldaki ‘Girilmez’ tabelası söküldü. 

Başsavcının makam aracının girdiği yoldaki ‘Girilmez’ tabelası kaldırıldı, sadece direği kaldı.

Başsavcının makam aracının girdiği yoldaki ‘Girilmez’ tabelası kaldırıldı, sadece direği kaldı.

Avukat Bülent Akbay, 30 Kasım 2023 sabah 08.35’te İskenderun Adliyesi ile İskenderun Teknik Üniversitesi arasında bulunan tek şerit yolda ilerliyordu. Ters yönden hızla gelen İskenderun Başsavcısı Muhammet Emin Ünal’ın makam otomobili karşısına çıktı. Bülent Akbay, otomobilini taksi durağına doğru yanaştırdıktan sonra camı açarak “Neden ters yönden geliyorsunuz” dedi. Bunun üzerine Başsavcı’nın koruması ve şoförü, Avukat Bülent Akbay’ı araç içinde ve dışında dakikalar boyunca darp etti. İddiaya göre; koruma ve şoför, Bülent Akbay’ı tekmelerken makam aracından inen Başsavcı Muhammet Emin Ünal sadece seyretti.

Yaralı halde adliyeye giren Bülent Akbay, Başsavcı Muhammet Emin Ünal’ın makam odasının olduğu 5. katta da koruma ve şoför tarafından darp edildi.

BirGün’ün saldırıyı haberleştirmesinin ardından İskenderun Başsavcılığı’ndan yapılan açıklamada yolun çift şeritli olduğu iddia edildi ve Bülent Akbay’ın yolu ortalayarak gittiği öne sürüldü. Bülent Akbay’ın makam aracının geçişine engel olduğu iddia edilen açıklamada “Hakaretler eden ve koruma polisine fiziki müdahalede bulunan kişi koruma polisi tarafından kontrollü şekilde etkisiz hale getirilmiştir” denildi. Darp olayının çok sayıda tanığı olmasına karşın koruma polisinin de yaralandığı iddia edildi.

Bülent Akbay hakkında görevini yaptırmamak için direnme, kamu görevlisine alenen hakaret, ulaşım araçlarının alıkonulması suçlarından soruşturma başlatıldı. Savcılık, koruma polisi ve şoför hakkında kasten yaralama suçundan soruşturma açıldığını duyurdu.

Avukat Bülent Akbay ve Hatay Barosu ise Başsavcı hakkında Hakimler Savcılar Kurulu’na şikayette bulundu. Ayrıca Başsavcılığın yaptığı açıklamadaki iddiaların asılsız olduğu belirtilerek suç duyurusunda bulunuldu. Avukatlar, Başsavcılığın zorunlu olmasına karşın bu suç duyurusunu Adalet Bakanlığı’na göndermediğini öne sürdü ve suç duyurusunu doğrudan bakanlığa göndereceklerini açıkladılar.

Ayrıca İskenderun Başsavcılığı Hazırlık Bürosu’nca soruşturmayı yürüten Jandarma İlçe Komutanlığı’a gönderilen yazıda olay yerine gösteren kamera bulunmadığı anlatıldı, MOBESE ve çevre araştırması yapılması istendi.

Adliye içindeki kamera kayıtları incelendiğinde ise Başsavcılık makamı önünde şoför Yusuf Çelik ile koruma polisi Abdulkadir İnce’nin Avukat Bülent Akbay sırtından ve omuzundan ittikleri, avukatın ise fiziki müdahalede bulunmadığı görüldü. 

Olaya karışın koruma polisinin görev yerinin değiştirildiği de iddia edildi. HSK’nin ve emniyetin olayla ilgili müfettiş görevlendirdiği öğrenildi.

Öte yandan Emniyet Müdürlüğü, adliye önündeki yola girişin kamera kayıtlarını dosyaya gönderdi. Başsavcılığın açıklamasının aksine yolun trafiğe kapalı ve tek yön olduğu bu kayıtlarda görülüyor. Saldırı olayından bir dakika önce Başsavcının makam aracı ‘Girilmez’ tabelası olan ve ancak bir aracın geçebileceği yola girerken görülüyor. Başka araçlar da karşıdan geliyor.

Başsavcının makam aracı ‘Girilmez’ tabelası olan ve ancak bir aracın geçebileceği yola girerken görülüyor

Avukat Bülent Akbay’ın suç duyurusundan sonra ‘Girilmez’ tabelasının sökülmesi de dikkat çekti.

Timur Soykan / BİRGÜN

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 13 ARALIK 2023 -

Alpay Özalan’a ve Cübbeli Ahmet’e kötü haber (Barış Pehlivan)

Arka Bahçe’nin kadim takipçileri hatırlar...

AKP Milletvekili Alpay Özalan ile Ahmet Mahmut Ünlü’nün yani namıdiğer Cübbeli Ahmet’in adliyelerde yarattığı yoğunluğu yazmıştım. İki isim de kendisine sosyal medyadan hakaret eden herkese dava açıyor, binlerce insanı şüpheli ya da sanık yapıyordu. Ceza almaktan korkanlar da iki isimle uzlaşma yoluna gitmeyi tercih ediyordu. Yani insanlar para vererek sanık olmaktan kurtuluyordu. Mevcut yasa bu uzlaştırma yöntemine izin veriyordu.

Dahası...

Binlerce dava dosyasının ciddi bir kazanç kapısı olmasının yanı sıra, bu suç duyuruları ile uğraşmak adliyede ciddi bir mesaiye yol açıyordu.

Ama görünen o ki “ünlülerin” bu gelir kapısı artık kapanıyor. Zira yakında yasalaşması beklenen yeni yargı paketinde oldukça kritik bir düzenleme var.

Buna göre, sosyal medya aracılığıyla işlenen hakaret suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinin ikinci fıkrası “uzlaştırma” kapsamından çıkarılıp “önödeme” sistemine sokuluyor. Yani...

Diyelim ki hakkınızda “internet üzerinden birine hakaret ettiğiniz” iddiası var. Mevcut kanuna göre, dava açılmadan önce uzlaştırmacı sizinle şikâyetçiyi anlaştırabiliyordu. Para verip yargılanmaktan kurtulabiliyordunuz.

Ama şimdi ise direkt savcılık size para cezası kesebilecek. Belirlenen miktarı taksitle de ödeyip hakkınızda dava açılmasının önüne geçebileceksiniz. Lakin vereceğiniz para bu kez “hakaret ettiğiniz” kişinin hesabına değil, devletin hazinesine gidecek.

Sözün özü...

Alpay Özalan’ın ve Cübbeli Ahmet’in davalardan edindiği zenginliğin sonu geliyor. Son bir iddia paylaşayım; A Haber spikeri Erkan Tan da bu yolla oldukça para kazanmış, onun için de kötü bir haber olacak bu yasa.

CHP’li Ali Kılıç’ın avukatından açıklama

Bu köşede CHP’li belediye başkanı Ali Kılıç ile onun yönetiminde olan Maltepe Belediyesi’ne dair yürütülen soruşturmaları ve bilirkişi raporlarını yazmıştım.

Bilirkişi raporunda şu tespit göze çarpıyordu:

“Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın malvarlığında kaynağı belirlenemeyen önemli bir artış görülmüş olup ilgilinin banka hesaplarında mevcut para miktarı ve nakit akışının ailenin geliriyle uygun olmadığı, geliriyle uygun kabul edilemeyecek harcamalar şeklinde ortaya çıkan artışlar olduğu, başkaca somut belge ve bilgi elde edilmediği takdirde 5 milyon 155 bin 41 liranın 3628 sayılı kanunun 4. maddesinde belirtilen haksız mal edinme sayılması gerektiği, kanaat ve sonucuna varılmıştır.”

Başkan Kılıç’a görüşlerini sormuş ve kendisinin raporu “saçma ve temelsiz bulduğunu” da köşeme aktarmıştım.

Yazımdan sonra da Ali Kılıç’ın avukatı Elkan Albayrak hem bana açıklama gönderdi hem de sosyal medyada paylaşımlar yaptı. Kılıç’ın yanıt hakkını kullanmıştım ancak saygı gereği yine de avukatının paylaşımlarını özetleyeyim:

-Bahse konu soruşturma 2019 yerel seçimlerinden 23 gün önce yapılmış, başkanı karalamaya yönelik somut bilgi içermeyen bir şikâyetten kaynaklıdır. Şikâyet dilekçesinde başkan ile birlikte sekiz kişi daha şikâyet edilmiştir. Belediye başkanlarının soruşturulması ayrı usule tabi olduğundan başkanın dosyası ile diğer şüphelilerin dosyası ayrılmıştır. Savcılık Ali Kılıç dışındaki şüpheliler ile ilgili olarak takipsizlik kararı vermiştir.

-Araştırma geriye doğru 9 yılı kapsar bir şekilde yapılmış, ayrıca Ali Kılıç’ın yıllar önce boşandığı eşinin ve bu eşinden olan reşit kızının mal varlıkları da buraya dahil edilmiştir. Ki bu kişiler uzun yıllardır Almanya’da yaşamaktadırlar. Rapor ile ilgili veriler toplanırken Ali Kılıç’a hiçbir şey sorulmamış, bilgi ve belge istenmemiştir. Dolayısıyla müvekkilin Almanya’da ve Türkiye’de ortağı olduğu şirketlerden gelen kâr payları ile ilgili bilgiler buraya dahil edilmemiştir.

-Ayrıca raporda mal beyanına ilişkin usulü eksiklik dışında bir tespit bulunmamakta olup herhangi bir yolsuz kazanç, rüşvet, haksız gelir vs. iddiası da yoktur.

Paranın değeri, karşılığı (Öztin Akgüç)

Dolanımdaki kâğıt para, banknotun reel, gerçek değeri yoktur. Değeri, nominal itibarıdır. Para birimine göre kâğıt para üzerinde 5 basılı ise değeri 5 lira, 100 yazıyorsa değeri 100 liradır. Kâğıt para değerinin itibarı olması tüm para birimleri ABD Doları, Avro için de geçerlidir.

Dolanıma banknot çıkarma tekeli, imtiyazı merkez bankalarına; fiyat ve finansal istikrarı, paranın iç ve dış değerini korumak göreviyle verilmektedir. Kâğıt paranın değeri, satın alma gücünden, borç alma, ödeme, birikim aracı olmasından kaynaklanır. Paranın toplumda ödeme aracı olarak genel kabul görmesi gerekir. Merkez bankalarının çıkarmış olduğu kâğıt para, ülkelerinde ödemelerinde zorunlu olarak kabulü gereken paradır. (Legal tender)

19. yüzyılda merkez bankalarına banknot çıkarma tekeli verilirken karşılığında belli oranda altın karşılığı bulundurma zorunluluğu aramış; kâğıt paranın altına konvertibilitesi, değişim dönüşüm serbestisi, altın standardı (gold standard) uygulanmıştır. Altın külçe standardında (gold bullion standard) yine kâğıt paranın altına konvertibilitesi, değişimi vardır. Ancak belli tutarın üstünde paranın altına, belli bir ağırlığın üstünde altının da kâğıt paraya dönüşümü olanaklı olduğundan kâğıt para-altın konvertibilitesi sınırlanmış olmaktadır. Altın standardı, zaman zaman duraklamalara, askıya alınmalara karşın ilke olarak, 1817 yılından I. Dünya Savaşı’na değin sürmüştür. Savaşın finansmanı için aşırı kâğıt para basımı, kâğıt para altın ilişkisini, konvertibilitesini koparmıştır.

I. Dünya Savaşı sonrası tekrar altın standardına dönme girişimleri olmuş, bazı ülkelerde uygulamaya geçilmiş, ekonomik kriz sonrası altın standardını İngiltere 1931, en son ABD 1933 yıllarında terk etmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası finansal sisteme yeni bir düzen getirilmeye çalışılmış, savaş sonlanmadan bu amaçla ABD’de Bretton Woods Konferansı toplanmış; toplantıda Bretton Woods Sistemi olarak anılan, altın kambiyo standardı olarak da nitelendirilen altın standardının bir çeşitlemesi uygulamaya konulmuştur. Bu sistemde ABD Doları, rezerv para olarak kabul edilmiş, diğer ülkelerin ulusal paraları sabit bir kurdan dolara bağlanmış; ABD de yabancı merkez bankalarının talebi üzerine ABD Doları’nı sabit bir fiyat üzerinden bir ons altın (31.8 gram) 35 dolar olarak altına çevirmeyi taahhüt etmiştir. Bu sistem, ABD’ye tüm dünya için rezerv para basma olanağını sağlamıştır. ABD cari işlemler açığı vermesi üzerine diğer ülkeler merkez bankaları ellerinde biriken dolarları altına çevirmek isteyince ABD önce doları devalüe etmiş, talebi engel olmayınca Başkan Nixon 15 Ağustos 1971 tarihinde dolar-altın konvertibilitesine son vererek “altın penceresini” kapatmıştır. Bilinenleri yinelemenin amacı, rezerv paraların USD; Avro dahil reel karşılığının olmadığını, değerlerinin itibarı olduğunu anımsatmaktır.

MB’ler, yabancı para, devlet, kamu borçlanma senetleri, devlet tahvili, Hazine bonosu alımı; bankaları kredilendirme yoluyla dolanıma banknot çıkarırlar. 2007-8 krizi sonrası gelişmiş ülkeler MB’leri varlık alım programları (VAP) çerçevesinde özel kesimin çıkarmış olduğu borçlanma senetlerini de dolanıma banknot çıkarmanın teminatı olarak almışlardır.

MB’ler, para politikası araçları, kısa vadeli faiz oranları belirleme yoluyla, fiyat ve finansal istikrarı sürdürecek düzeyde ekonominin likiditesini ayarlamalıdır. İktisatta öncülüğünü Milton Friedman’ın yaptığı yaklaşıma göre enflasyon parasal bir olgudur, MB’nin ekonominin likiditesini ayarlayamamasından kaynaklanır. MB’ler, ekonominin büyüme hızı ile uyumlu parasal genişleme yaparak paranın iç ve dış değerini korumak istikrar sağlamakla görevlidir.

Bireyler için paranın değeri, öznel olarak nasıl kazanıldığına ve miktarına bağlıdır. Emek karşılığı kazanılan para değerlidir. Havadan inme, paradan para kazananlar için değeri daha az olduğundan savurganca kullanarak iktisatta “marjinalist” ekole göre paranın da miktarı çoğaldıkça marjinal değeri, faydası azalır. Böyle olmasına karşın bireylerin daha fazla kazanmak için girişimde bulunmalarının nedeni bireylerin paraya karşı doyumsuz (insatiable appetite) iştahlarıdır. Fon olayında, halkın büyük bölümünün algılayamadığı milyonlarca doları, halk deyişiyle yedi sülalesine yetecek parası olanların niçin girişimde bulunduğudur. Yanıtı; doyumsuz iştah. Bir yabancı atasözü uyarısı: “Tamahkâr, açgözlü olma her şeyini yitirebilirsin.

VAHDETTİN’İ VE ŞEYH SAİT’İ AKLAMAK! (Sinan Meydan)

“Bugün bu makamı işgal eden zat (Padişah-Halife Vahdettin), bu millet ve memleket için hain bir adamdır. (Alkışlar). Müsaade buyurunuz beyim ‘hain’ bir adamdır. (Alkışlar, bravo, sedaları)” (Atatürk, TBMM, 25 Eylül 1920)

Geçtiğimiz hafta İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Tunç Soyer’e “Vahdettin soruşturması” açıldığını öğrendik. Kısa bir süre sonra da yandaş bir yazarın bir televizyon programında “Vahdettin’e hain diyenler yargılanacak!” dediğini duyduk. Bu arada Diyarbakır’da açılan bir bulvara “Şeyh Sait Bulvarı” adının verildiği öğrendik. Birçok Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı gibi ben de sosyal medya hesaplarımdan bu duruma tepki gösterdim. Yıllardır söylediğim gibi AKP iktidarı, “Yeni Türkiye” dediği yapıya yeni bir tarih yazmak istiyor. Bu süreçte “Eski Türkiye” dedikleri Atatürk Türkiye’sinin tarihsel kahramanları “hain”, hainleri ise “kahraman” ilan edilmek isteniyor. İktidarın ve muhalefetin Cumhuriyet karşıtı gerici ve bölücü paydaşları da bunu destekliyor. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında Vahdettin’i ve Şeyh Sait’i yüceltmek, onurlandırmak, Türkiye’de caddeye, sokağa, çeşitli kurumlara bunların adlarını vermek doğrudan doğruya Atatürk’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk milletine karşı bir harekettir. Hele hele Atatürk’ün de “hain” dediği Vahdettin’e “hain” diyeni yargılamaya kalmak Atatürk’ü yargılamaya cüret etmektir.

Peki, Kurtuluş Savaşı’nda yapıp ettikleriyle düşmanın işini kolaylaştıran ve savaştan sonra “Burada hayatımı tehlikede görüyorum” diyerek bir İngiliz gemisine binip ülkeden kaçan Halife Vahdettin ve Cumhuriyeti daha doğarken boğmak amacıyla silahlı bir isyan başlatan Şeyh Sait “vatana ihanet” etmediler mi?

Vahdettin’in ihaneti

Mondros Mütarekesi sonrasında Padişah Vahdettin’in, düşmana karşı direnişle ülkeyi kurtarmak gibi bir planı yoktu. Onun planı tahtını, tacını, sarayını, yani kendini kurtarmaktı. Onun kendini kurtarma planı ise İngiliz merhametine sığınmaktı. Bunun için İngilizlerin bir dediğini iki etmeyecek, hatta İngilizleri bile şaşırtan tekliflerde bulunacaktı. Öyle ki 30 Mart 1919’da Türkiye’nin yönetimini 15 yıllığına İngiltere’ye bırakmayı bile teklif edecekti.

Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), 9. Ordu müfettişi olarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkıp da -Saray hükümetinin kendisine verdiği görevin tam tersine- milli direnişi körükleyince -İngilizlerin isteği ile- İstanbul’a geri çağrıldı. Geri dönmeyince, Padişah Vahdettin, 8 Temmuz 1919 gecesi Atatürk’ü 9. Ordu Müfettişliği görevinden aldı. Bunun üzerinde Atatürk de askerlikten istifa ederek sine-i millete döndü.

Saray, İngilizlere yaranıp kendini kurtarma politikası gereği Milli Harekete karşı var gücüyle saldırıya geçti. 5 Nisan 1920’de kurulan 4. Damat Ferit Hükümeti -Prof. Dr. Sina Akşin’in deyişiyle- Milli Mücadele’ye karşı bir iç savaş başlattı.

Sarayın (Vahdettin’in) Şeyhülislamı Dürrizade Abdullah, 11 Nisan 1920’de, -padişahın onayıyla- “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir” fetvasını yayımladı.

Sarayın (Vahdettin’in) Sadrazamı Damat Ferit, 11 Nisan 1920’de, -padişahın onayıyla- Milli Hareketi, “fitne” ve “fesat”, Kuvayı Milliyecileri de “isyancılar” diye adlandıran bir hükümet bildirisi yayımladı.

Padişah Vahdettin de 11 Nisan 1920’de yayınladığı bir hattı hümayunla Milli Hareketin ülkeye zarar verdiğini anlattı. Milli Mücadele karşıtı şeyhülislam fetvası, hükümet beyannamesi ve padişah hattı hümayunu, üçü bir araya getirilerek gazetelerde yayımlandı. Ayrıca basılıp İngiliz uçaklarıyla Anadolu’ya atıldı.

Saray hükümeti (Damat Ferit), 8 Nisan 1920’de -padişahın onayıyla- Anzavur’a “paşalık” verip onu Anadolu’da Kuvayı Milliyecilerin üzerine saldırttı. Anzavur kuvvetleri, 23 Mayıs 1920’de Adapazarı’nda Milli Kuvvetlere yenilip dağıldı. Anzavur İsyanı bastırıldı. Adapazarı kurtarıldı.

Saray Hükümeti, 18 Nisan 1920’de Kuvayı Milliye’ye karşı, doğrudan doğruya Padişah Vahdettin’e bağlı paralı ordu Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu) kurdu. Padişahın paralı ordusu Kuvayı İnzibatiye, 14 Haziran 1920’de İzmit’te Kuvayı Milliye’ye saldırdı. Yenildi. Askerlerin bazıları İstanbul’a döndü, bazıları Kuvayı Milliye saflarına geçti.

Saray hükümeti, 28 Nisan 1920’de Milli Mücadele’yi etkisiz hale getirmek için “Anadolu Fevkalade Müfettişi Umumiliği”ni kurdu.

İstanbul’da kurulan saray mahkemesi Divanı Harbi Örfi, 11 Mayıs 1920’de Atatürk ve bazı arkadaşlarının, 24 Mayıs 1920’de Fevzi Paşa’nın, 6 Haziran 1920’de İsmet Paşa ve bazı Kuvayı Milliyecilerin, 14 Temmuz 1920’de Refet (Bele) ve 63 subayın gıyaben idamlarına karar verdi. Bütün bu idam kararlarını Padişah Vahdettin onayladı.

10 Ağustos 1920’de Saray hükümeti, -padişahın da kabulüyle- Türkiye’yi paramparça eden Sevr Antlaşması’nı imzaladı. TBMM, bu antlaşmayı imzalayanları “vatan haini” ilan etti.

Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar vatanını savunan Türk milletiyle birlikte değil, işgalci İngilizlere birlikte hareket ettiler. Sarayın kışkırtmaları sonunda Anadolu’da Milli Mücadele’ye karşı çok sayıda padişahçı, hilafetçi iç isyan çıktı. Mustafa Kemal, dış düşmanla savaşmadan önce sarayın çıkardığı iç savaşı bastırmak zorunda kaldı. Saray hükümeti; Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit, Kurtuluş Savaşı’nda vatana, millete ve hatta Osmanlı’ya ihanet ettiler. Bu ihanetlerinin hesabını veremeyecekleri için de İngilizlere sığınıp ülkeden kaçtılar.

Atatürk Vahdettin’e ‘hain’ diyor

Atatürk, açıkça Vahdettin’in “hain” olduğunu belirtmişti.

Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı devam ederken 25 Eylül 1920’de TBMM, gizli oturumunda Vahdettin için şunları söylemişti:

“Bugün bu makamı işgal eden zat, bu millet ve memleket için hain bir adamdır. (Alkışlar). Müsaade buyurunuz beyim ‘hain’ bir adamdır. (Alkışlar, bravo, sedaları)” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.1, s. 135-136)

Atatürk, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında okuduğu Nutuk’ta da Vahdettin’i çok ağır sözlerle eleştirmişti. Nutuk’taki şu sözler Atatürk’e ait:

“Millet ve ordu, padişahın ve halifenin ihanetinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı da asırların köleleştirdiği dini ve ananevi rabıtalarla bağlı...”

Vahdettin’in İngilizlere sığınıp ülkeden kaçması üzerine Atatürk, Vahdettin’i şu ağır ifadelerle eleştirmişti:

“Vahdettin gibi özgürlüğünü ve canını kendi milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir mahlukun bir dakika dahi olsa bu milletin başında bulunduğunu düşünmek ne hazindir.”

“Şayanı teşekkürdür ki, bu alçak, mevrus saltanat makamından millet tarafından ıskat olunduktan sonra denaetini (alçaklığını) tamamlamış bulunuyor...”

“Aciz, adi, his ve idrakten mahrum bir mahluk, kabul eden herhangi bir ecnebinin himayesine girebilir. Fakat böyle bir mahlukun bütün İslamların halifesi sıfatını taşıdığını söylemek elbette doğru değildir.” (Atatürk, Nutuk/Söylev, TTK Yayını, Ankara, 1989, s. 14, 924-925)

Şeyh Sait isyanı

1925’te genç Cumhuriyete karşı Doğu bölgelerinde Şeyh Sait İsyanı patlak verdi. Nakşibendi Şeyh Sait, isyana katılan dava arkadaşı Seyit Abdülkadir’in İngilizlerle yaptığı görüşmelerden ve hazırlıklardan sonra, 13 Şubat 1925’te Diyarbakır’ın Eğil bucağı Piran (Dicle) köyünde genç Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı silahlı bir ayaklanma başlattı.

Şeyh Sait, halkı “din adına” Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı isyana çağırdı. Bu amaçla halka dinsel içerikli bildiriler dağıtıldı. “Halife sizi bekliyor!”, “Halifesiz Müslüman olmaz!”, “Halife memleketten çıkarılamaz!”, “Şiarımız dindir!”, “Hükümet dinsizdir!”, “Şeriat isteriz!”, “Kadınlar çıplaktır!”, “Mekteplerde dinsizlik ilerliyor!” şeklindeki bildirilerin ve bölgede yeterli askeri güç bulunmamasının etkisiyle isyan çabuk büyüdü.

İsyancılar 13 Şubat’ta ilk önce Piran’da bir jandarma teğmenini esir alıp bir eri şehit ettiler. Telgraf hatlarını kestiler. Buradan merkeze, Eğil bucağına geçtiler. Bucak müdürüyle 10 jandarmayı esir aldılar. Daha sonra Genç hapishanesini ve jandarma dairesini bastılar, oradaki jandarmaları da esir aldılar. İsyancılar, 16 Şubat’ta Genç ilinin merkezi Darahini’ye saldırdılar. Burada üç gün üç gece kaldılar. Şehri yağmaladılar. Ziraat Bankası’na el koydular. Buradaki isyanı Ankara’ya bildiren öğretmen Mehmet Zeki’yi önce hapsettiler, sonra öldürdüler. Oradan Diyarbakır yolu üzerindeki Lice’ye hareket ettiler. Bu güzergâh üzerindeki Hani bucağını ele geçirdiler. Lice-Hani, Çapakçur-Palu telgraf hattını kestiler. İsyancılar Çapakçur, Muş, Diyarbakır olmak üzere üç kola ayrıldılar. Çapakçur Hükümet Konağı’na saldırıp orayı ele geçirdiler. İsyancılar, 20 Şubat’ta, üzerlerine gelen Türk ordusuyla çatışmaya başladılar. 21 Şubat’ta Yarbay Cemil komutasındaki bir süvari alayını pusuya düşürüp esir aldılar. Ellerinde yeşil bayrak ve Kuran’larla ilerleyen asilere karşı çıkanlar olduğu gibi yardım edenler de oldu. 2 Mart’ta isyancılar Elazığ’ı ele geçirip yağmaladılar. Diğer taraftan Şeyh Abdullah, Muş cephesini tutarak Varto’yu aldı ve Erzurum’a doğru ilerlemeye başladı. Şeyh Sait ve adamlarının asıl hedefleri Diyarbakır’dı. Martta kendilerine katılan aşiretlerle birlikte Diyarbakır’a saldırdılar. Kuzeyde surlar dışında yapılan savunmayla geri püskürtüldüler.

Güneyde ise içeriden yardım alarak şehre girmeyi başardılar. Fakat General Mürsel Paşa’nın gönderdiği süvari kuvvetleri asileri geri püskürttü. Şeyh Sait kuvvetleri ilk kez 8 Mart’ta yenilerek geri çekildiler. Ordu birlikleri Varto, Elazığ ve Diyarbakır üzerinde temizlik harekâtına başladı. Asiler dört bir yandan kuşatıldı. Nisan başında Silvan, Palu ve Piran asilerden geri alındı. Nisanın ikinci haftasında özellikle Tük Hava Kuvvetleri’nin operasyonlarıyla isyan bastırıldı.

İsyanın elebaşlarından Şeyh Sait ve Seyit Abdülkadir yakalandı.

Diyarbakır İstiklal Mahkemesi, 23 Mayıs 1925’te Seyit Abdülkadir ve beş arkadaşını, 28 Haziran 1925’te de Şeyh Sait ve 46 arkadaşını idamla cezalandırdı.

Cumhuriyeti daha doğarken boğmayı amaçlayan Şeyh Sait İsyanı güçlükle bastırıldı. Cumhuriyet yaşamaya devam etti. Ama Musul kaybedildi. Sonuçta isyan İngilizlere yaradı.

TBMM, Şeyh Sait İsyanı sırasında şehit olan Mehmetçiklerin ve kamu görevlilerinin ailelerine maaş bağladı.

Henüz daha iki yaşındaki Cumhuriyete karşı dini kullanarak silahlı bir isyan başlatan, bazı şehirleri işgal eden, bazı devlet dairelerine el koyan ve Mehmetçiği şehit eden bir silahlı isyanın elebaşı Şeyh Sait vatana ihanet etmiştir. Hiçbir gerekçe bu gerçeği değiştirmez.

                                                      ***

Kurtuluş Savaşı’nda yapıp ettikleriyle düşmanın işini kolaylaştıran, bu nedenle daha Kurtuluş Savaşı devam ederken TBMM’de “vatan haini” olduğu belirtilen ve savaştan sonra bir İngiliz gemisine binip ülkeden kaçan Halife Vahdettin ve Cumhuriyeti daha doğarken boğmak amacıyla silahlı bir isyan başlatan, şehirleri işgal eden, devlet dairelerine el koyan, Mehmetçiği şehit eden gerici ve bölücü bir isyanın “vatana ihanetten” asılan elebaşı Şeyh Sait’i aklama çabası, Atatürk’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk milletine yapılmış büyük bir hakarettir.

Bizi uyutamazsınız; bu zulüm ne unutulur ne de affedilir! (Zülal Kalkandelen)

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı (ABB) Mansur Yavaş, sokak hayvanları konusunda yanlış bir yola girdi. Erdoğan’ın 23 Aralık 2021’de belediyelere verdiği ve bu yıl da yinelediği yasaya aykırı talimatı uygulamayı tercih etti.

Keçiören’de bir çocuğun yaşadığı üzücü olaydan sonra “Hayvanseverler de elini taşın altına koysun, sahiplensinler, popülasyon çok arttı” diyen Yavaş, küpeli de olsa sokak köpeklerinin toplatılması için harekete geçti.

Yıllardır bu konuda birçok yazı yazıp sorunun çözülmesi için neler yapılması gerektiğini anlattım. Ancak yetkililer, hukuka ve akla uygun çözümleri yerine getirmek yerine hayvanları yok etmeyi yeğliyor! Son olarak AKP Afyon Karahisar Milletvekili Ali Özkaya da sosyal medya hesabında, “Şahsi kanaatim odur ki başıboş köpekler ya sahiplendirilir ya da uyutulur” yazdı!

                                                        ***

Mansur Yavaş, sorumluluğu, sokak hayvanlarına yardım için her türlü çabayı gösteren hayvanseverlere attı ama acaba belediye görevlerini yerine getirdi mi?

ABB yetkililerine sorduğumda bana, son 4.5 yılda toplam 79 bin 717 sokak hayvanına kısırlaştırma işlemi uygulandığını bildirdiler. Kendi kapasiteleri ile bu işi yapmalarının zor olduğunu düşünerek 1 Haziran 2022’de ihale açmışlar; kazanan Celaloğulları İnşaat ile yakalama ve nakili de kapsayan kısırlaştırma projesi için 7 milyon 440 bin TL üzerinden 24 aylığına anlaşmışlar.

Bu kapsamda 13 özel hayvan hastanesiyle anlaşılarak yüzde 45 indirimli kısırlaştırma yapılmış. Ancak firma, Ağustos 2022’de ekonomik kriz yüzünden zarar ettiği gerekçesiyle tek taraflı olarak sözleşmeden çekilince 4 milyon 360 bin TL ödenmiş. Yeni ihale 5 Ocak 2024’te yapılacakmış.

2019-2023 arasında ABB, sokak hayvanları için toplam 121 milyon 243 bin 494 TL’lik alım yapmış. 2020’de ihalesi yapılan 6 bin köpek kapasiteli 94 bin metrekare inşaat alanı olan devasa Karataş barınağı için ise 47 milyon TL’lik ihaleye çıkılmış ve kazanan firma 45 milyon 850 bin TL’lik teklif vermiş. Demek ki 4.5 yılda sokak hayvanları için yapılan alımların yaklaşık 1/3’üne denk kaynak bu inşaata ayrılacak.

Bir yıl önce bu köşede, iktidarın ormanlık arazilerde hayvanlar için dev hapishaneler inşa ettirme planını açıklamıştım. Erdoğan’ın örnek gösterdiği ve bir köpeğin başına kürek vurularak katledildiği Konya’daki hayvan bakımevi gibi bunların birer ölüm kampı olduğunu gösteren sayısız örnek yaşanmışken bu yola girilmesi çözümsüzlük getirecek.

                                                         ***

“Sadece kısırlaştırma ile sorunun önünü almanın imkânı olmadığını” söyleyen Yavaş, geçen haftaki basın toplantısında “Türkiye’de kendi imkânları dışında kısırlaştırma ihalesi açan belediyeyiz. 13 klinikle anlaştık” diyerek belediyenin bu görevini de özelleştirdiklerini açıklamış oldu...

Oysa o esaret kampı için müteahhide giden para, kısırlaştırma ve aşılatma için ayırmış olsa, popülasyon birkaç yıl içinde dengelenir. İktidar, cins hayvanların üretim ve satışını durdursa; yuvalandırmalar sadece belediye barınaklarından yapılsa, gönüllülerle eşgüdüm sağlanarak besleme faaliyeti yürütülse sorun ortadan kalkar. Avrupa’nın birçok ülkesinde bunlar uygulandı.

Belediyelerin geçici hayvan bakımevleri, hasta ve engelli hayvanların bakımı ile travması ya da saldırganlığa eğilimi olan hayvanların rehabilitasyonu içindir. Adı üzerinde geçicidir. Şu anda yapılmak istenen, yasayı çiğneyerek rant için bunları kalıcı hale getirmek ve “uyutma” adı altında katliama geçit vermektir.

Ama hak savunucularını uyutamazsınız; bu zulüm ne unutulur ne de affedilir!

(Cumhuriyet)





Atatürk Havalimanı'nda 'Millet Bahçesi' yıkımı sürüyor: Pistler oyun alanı oldu + Danıştay Atatürk Havalimanı'na Millet Bahçesi projesinin ihalesini bozdu-soL

Atatürk Havalimanı'nda 'Millet Bahçesi' yıkımı sürüyor: Pistler oyun alanı oldu

Pistleri kırılan ve atıl halde bırakılan Atatürk Havalimanı'ndaki Millet Bahçesi yapımı sürüyor.

Millet Bahçesi'nin ilk etabı AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla düzenlenen "Büyük İstanbul Mitingi" ile açılmıştı. Ancak inşaat çalışmaların devam ettiği alana şu anda yurttaşların girişine izin verilmiyor.

İnşaat çalışmalarındaki son durum havadan çekilen görüntülere yansıdı. Uçakların iniş kalkış yaptığı pistlerin üzerinde futbol, basketbol ve oyun alanları kurulmaya devam ediyor. İçeride ayrıca etkinlikler için dev led ekranlar kuruluyor.

Fidanların dikildiği ve çimlendirme çalışmalarının sürdüğü parkta 2,5 kilometre uzunluğunda yapay bir dere de oluşturulacak.

Ne olmuştu?

Atatürk Havalimanı 7 Nisan 2019'dan itibaren sivil uçuşlara, 2 Şubat 2022'den itibaren de kargo uçuşlarına kapatılmıştı. O tarihten sonra havalimanından ağırlıklı olarak özel jetlerinin kullanımı için faaliyet gösterir hale gelmişti. 

Millet Bahçesi projesi kapsamında apronda faaliyetleri sona eren tesis ve binaların yıkımı için Ekim 2019’da ihale yapıldı, bir ay sonra da yıkım başladı. O günlerde havalimanı sahasının sadece millet bahçesi olarak kullanılmayacağı, yapılaşmaya da açılacağının anlaşıldığı haberler yayınlandı. 

Bu gelişmelerin yaşandığı günlerde koronavirüs salgınıyla mücadele gerekçesiyle Atatürk Havalimanı’nda maliyeti 2 milyar lirayı bulan iki pist kırılarak pandemi hastanesi yapıldı. Hastanenin inşaatını AKP iktidarı boyunca Türkiye’de en fazla ihale alan beş şirketten biri olan Rönesans Holding üstlendi. Şirkete inşaat için Avrupa Yatırım Bankası’ndan 200 milyon avro kullandırıldı.

Mayıs 2022’ye gelindiğinde TOKİ, havalimanına Millet Bahçesi yapılması için ihaleye çıktı. İhalenin usulü Kamu İhale Kanunu’nun 21’inci maddesinin ‘b’ bendindeki istisna hallere dayandırıldı. Yasa maddesine göre yalnızca doğal afet, salgın hastalık, savaş vb. durumlarda başvurulan bu usulle yapılan ihaleye altı şirket davet edildi. Altı şirketten üçü 3’üncü havalimanını yapan ‘beşli konsorsiyum’ üyesiydi: Kolin, Mapa, Limak. Diğerleri de 3’üncü havalimanını işletmek üzere kurulan özel şirket İGA’nın üyeleriydi. İhale 2 milyar 127 milyon 978 bin liraya Yapı ve Yapı İnşaat isimli şirkete verildi.

Eski Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, 15 Mayıs 2022’de Atatürk Havalimanı’nın yıkılacağını ve 132 bin ağaçla Türkiye’nin en büyük Millet Bahçesi yapılacağını açıkladı. Bir gün sonra da havalimanına iş makineleri girdi ve yıkım başladı.

Danıştay Atatürk Havalimanı'na Millet Bahçesi projesinin ihalesini bozdu(05/05/2023)

Atatürk Havalimanı'na Millet Bahçesi yapımına ilişkin yerel mahkemenin 'hukuka uygun' bulduğu ihaleyi Danıştay bozdu.

"Millet Bahçesi"ne dönüştürülmesi için pisti kırılan Atatürk Havalimanı’yla ilgili ihalenin iptali istemiyle açılan davada Danıştay, yerel mahkemenin ihalenin hukuka uygun olduğuna dair kararını bozdu.

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Atatürk Havalimanı’na yapılmak istenen projenin ihalesinin iptali için İstanbul 4’üncü İdare Mahkemesi’nde dava açmıştı.

Mahkeme, Kasım 2022’deki kararında, ihaleyi hukuka uygun bulmuştu. Hiçbir bilirkişi incelemesine veya bilimsel rapora dayanmayan kararda, ‘inşaat alanında konvansiyonel kalıp sistemi kullanıldığından, sosyal donatı inşaatları, genel altyapı, peyzaj düzenlemesi ve rekreasyon alanı yapımı işlerini kapsadığından işin yapım tekniği açısından özellik arz ettiği’ belirtilmişti.

Diken'den Canan Coşkun'un haberine göre, Danıştay 13’üncü Dairesi, 4 Nisan’daki hükmüyle mahkemenin kararını ‘usulen’ bozdu. Daire, dava konusu işlemleri yapan Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın Ankara’da bulunması sebebiyle yargı yetkisinin Ankara İdare Mahkemesi’nde olduğunu belirtti ve dosya bu mahkemeye yollandı.

Hukuki süreç devam etse de Atatürk Havalimanı arazisindeki inşaat tam gaz devam ediyor.

(soL)

Milyon $’lık imtiyazlar bir kurye için mi feda edilecek! - Bahadır Özgür / duvaR

 

Erdoğan rejimi ve etrafında oluşan çıkar ağları açısından Afrika ülkeleri birer imtiyaz üsleri durumunda. Hava ve deniz limanlarını elinde bulunduran Erdoğan ve yandaşlarının, bir emekçiyi ezip öldürdü diye Somali’deki çıkarlarını riske atmayı düşünmesi dahi, ‘sülale rejiminin’ karakterine, ahlakına aykırıdır!

Kurye emekçisi Yunus Emre Göçer’i ezerek öldüren Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlunun, elbirliğiyle ülkeden kaçırılmasını izledik. Olay büyüyünce de birkaç polisle sınırlı bir soruşturmayla skandal geçiştirilmeye çalışılıyor. Çünkü ortada yandaş sermayenin milyon dolarlık çıkarı söz konusu. Ve bu çıkarlar, kendisiyle beraber tüm sülalesi yolsuzluğa batmış Somali Cumhurbaşkanı sayesinde korunuyor. Üstelik, AKP’nin yandaş şirketleri hakkında ciddi iddiaların olduğu resmi raporlar hiçe sayılarak…

Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005’te ilan ettiği ‘Afrika açılımı’nın kilit ülkesi Somali’ydi. 2012’ye kadar düzenli bir hükümet ve parlamento olmadı ülkede. Cihatçı terör örgütü El Şebab’ın saldırıları ve etkisi de büyüyordu. Terörle mücadele için kurulmuş Afrika Birliği Misyonu (AMISOM) Somalililer tarafından bir tür işgalci güç olarak görülüyordu. 2007’den beri geçici hükümet ile ilişki kurmak isteyen Erdoğan, 2008’de Şerif Şeyh Ahmed’in iktidarıyla bu arzusuna bir nebze kavuştu. Şerif, 2009-2011 arasında üç kez Türkiye’ye geldi ve askeri işbirliği anlaşması imzalandı.

Asıl fırsat kapısı, 2011’de 250 binden fazla Somalili’nin öldüğü büyük kıtlıkla açılıyordu. Erdoğan insani ve askeri yardımı hemen artırdı. Somali rejiminin koruyucu gücü olan birlikleri TSK eğitti. SADAT da kârlı eğitim sözleşmeleriyla pastadan payını alıyordu. Kısa süre sonra bu ‘yumuşak güç’ misyonu, türlü ticari imtiyazlara evrildi. Erdoğan milyonlarca dolarlık iki büyük imtiyazı koparmıştı bile: Havalimanı ve deniz limanı. Birisi Kozuva’ya, diğeri Albayrak’a verildi.

Her iki sermaye grubunun da AKP ile ilişkileri malum. Kozuva Grubu tekstille başlayıp kısa sürede inşaatla palazlanmış, sonunda da yolcu garantili Adana Çukurova Havalimanı ihalesini kapmıştı. Süleyman Kozuva, 2019’da AKP’nin Çorlu belediye başkanı ve 2023’te de Tekirdağ milletvekili aday adayı olmuştu. Albayrak Grubu, Mogadişu Limanı’nın imtiyazını 2014 yılında aldı. İşletme süresi 20 yıldı. 2020 yılına gelindiğinde süre 14 yıl daha uzatıldı. Ciddi iddiaların Somali gündemini meşgul ettiği bir süreçte süre uzatımının yapılabilmesi çok önemliydi. Mogadişu Havalimanı imtiyazı ise 2013’te Kozuva Grubu’nun kurduğu Favori LLC şirketine 15 yıllığına devredildi.

Süleyman Kozuva ve Somali Cumhurbaşkanı

Ne var ki, bir süre sonra her iki imtiyaz sözleşmesi ile ilgili kayıt dışı kâr transferlerinden rüşvete, haksız kazançtan işçilere yönelik şiddete kadar ciddi iddialar dile getirilmeye başlandı. Sonunda da üst üste resmi raporlar hazırlandı. 2015 yılında Mali Hükümet Komitesi raporu, Albayrak Favori LLC’nin imtiyaz sözleşmelerinde pek çok kusur bulunduğunu, sözleşmelerin şeffaf olmadığını ortaya koyuyordu. Bir diğeri ise 2016’da Birleşmiş Milletler’in hazırladığı izleme raporuydu. Orada da Kozuva ve Albayrak’ın aldığı ihalelerin de bulunduğu imtiyaz sözleşmelerinin şaibelerine dikkat çekilirken, imtiyaz karşılığında hükümet üyelerine verilen rüşvetlerden bahsediliyordu. Asıl araştırma ise Somali’ye mali yardımda bulunan Dünya Bankası, IMF ve Afrika Kalkınma Bankası’nın 2014 yılında kurduğu Finansal Yönetim Komitesi’nin, 2019 yılında yayımladığı bir rapordu.

Somali muhalefetinin de tepki gösterdiği anlaşmalarla ilgili üzerinde durulan konu gelir paylaşımıydı. Raporda Albayrak Grubu ile yapılan sözleşmeye göre yüzde 45’e yüzde 55 olacaktı deniyor. Liman devralınmadan önce gelir aylık 6 milyon dolardı. Devirden sonraki gelirin aylık 12 milyon dolara çıktığı belirtiliyordu. Buna karşın Albayrak Grubu’nun ayda sadece 2.7 milyon dolar gelir bildirdiği ifade ediliyordu. Yani gelir paylaşımında oran yüzde 16 Somali hükümeti, yüzde 84 Albayrak Grubu olmuştu.

Bunun yanında raporda işçilere yüksek ücret gösterip az ödenmesi, işçi cinayetlerinin örtbas edilmesi, liman giderlerinin yapay olarak şişirilmesi ve rüşvet iddiaları da bulunuyordu. Benzer bir bölüm Favori LLC için de vardı. Yine şirketin maliyetleri şişirdiği, geliri düşük gösterdiği belirtiliyordu. Ayrıca şirketlerin elde ettikleri karı Somali Merkez Bankası üzerinden transfer etmesi gerekirken, paraların farklı yollardan ülke dışına çıkarıldığına ilişkin bulgular sunuluyordu.

Her iki şirketle alakalı bir diğer konu da işçi haklarıydı. Albayrak Grubu’nun limanı aldıktan sonra ilk yaptığı iş ücretleri düşürmek oldu. Ücretler yüzde 70 azaltılınca işçiler greve gitti. Polis grev önderlerini derhal tutukladı. Mogadişu Liman İşçileri Sendikası Başkanı Yusuf Warsame Afrah, daha önce 50 kg yük için 6.6 dolar aldıklarını ancak Albayrak’ın kendilerine 1.8 dolar dayattığını söylüyordu. Kabul etmeyenler de işten çıkarılıyordu. Sendikanın bir başka iddiası ise kadın işçilere yönelik tecavüz vakalarının örtbas edildiğiydi.

Benzer gelişmeler Favori LLC’nin aldığı havalimanında da yaşandı. Somali İşçi Sendikaları Federasyonu (FESTU) 2021 yılında yayınladığı bir raporla şirketin işçiler üzerinde kurduğu baskıyı gözler önüne serdi. Ücret kesintileri, işten çıkarılanların tazminatlarının ödenmemesinin yanında, fotoğraflarla ve tanıklıklarla kanıtlanan iş cinayetlerinin gizlenmesine sendika büyük tepki gösteriyordu.

Sendikanın raporunda çok sayıda işçinin yaralandığı belirtiliyor.

Sendikanın hazırladığı raporda hükümet bakanlarının aileleri ile beraber business class uçuşlarla Türkiye’ye lüks tatillere gönderildiği belirtiliyor, bazı bakanların komisyon aldıkları da ileri sürülüyordu. Mesela bu gezilerden birisine katılan Adalet Bakanı Abdulkadir Mohamed Nur, açıkça şirket lehine iş ve tazminat davalarında taraf oluyordu. ILO’nun da girişimlerde bulunmasıyla mahkeme 2021 yılında Favori LLC’yi işçi haklarını ihlal etmekten mahkum etti.

Özetle Somali’de Erdoğan’ın ve yandaşı şirketlerin imtiyaz haklarının güvencesi bütünüyle, oğlu emekçiyi ezip kaçan Cumhurbaşkanı’na bağlı.

Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şehy Mahmud bir öğretmenken 2012’de oturduğu koltuk sayesinde bugün Somali’nin en zenginlerinden birisi. Neredeyse tüm sülalesi devlet makamlarını işgal ediyor ve hepsi yolsuzlukla suçlanıyor. İhalelerden komisyon almaktan Merkez Bankası kaynaklarını soymaya kadar her türlü suçla itham ediliyor. 2017’de iktidarı kaybettikten sonra yolsuzlukları araştıran iki resmi kurum kuruldu. Lakin 2022’de yeniden iktidarı kazandığı gün her iki kurumun da faaliyetlerine son verdi. Yani Somali’de de bizimkine benzer tam bir ‘sülale devri’ hakim.

Erdoğan rejimi ve etrafında oluşan çıkar ağları açısından Afrika ülkeleri birer imtiyaz üsleri durumunda. Nitekim Albayrak Grubu, tıpkı Somali’de olduğu gibi Erdoğan’ın diplomatik ‘zaferleri’ sonucunda Gine’de de havalimanı işini aldı. Hava ve deniz limanlarını elinde bulunduran Erdoğan ve yandaşlarının, bir emekçiyi ezip öldürdü diye Somali’deki çıkarlarını riske atmayı düşünmesi dahi, ‘sülale rejiminin’ karakterine, ahlakına aykırıdır!

Bahadır Özgür / duvaR

Yeni saray yine saray - Çiğdem Toker / T24

 

Saray müteahhiti olarak anılan Rönesans grubunun yapacağı yeni adalet "sarayı" hizmete açıldığında, adalet, toplumun beklentilerini karşılayacak biçimde dağıtılabilecek mi? 

Ankara Barosu'nun internet sayfasına girip "Adliyeler" sekmesine tıkladığınızda, karşınıza uzunca bir liste çıkar. Merkez Adliye, Batı Adliyesi, Balgat Ek Hizmet Binası, Dışkapı Ek Hizmet Binası, Söğütözü Ek Hizmet Binası, İcra Hakimlikleri, İdare Hakimlikleri, Vergi Mahkemeleri, Fikri ve Sınai Haklar Mahkemeleri, Bölge İdare Mahkemeleri diye sıralanır. 

Kimileri birbirine görece yakın olsa da her birinin adresi farklıdır.

Yıllar içinde "itinayla" (!) oluşturulmuş bu parçalanmışlık, avukatları bir eğer aynı gün duruşma sayısı birden fazlaysa, tercih yapmak zorunda bile bırakır. Adalet Bakanlığı'nın bazılarına kira ödediği adliye binalarından birinin altında, bir ara popüler bir sucuk markası ile kaymaklı ekmek kadayıfı satan restoran vardı. Dış cephesinde altın varak çağrışımı yapan bir yapı malzemesiyle boydan boya kaplı binadaki sucukçu, daha sonra yerini bir marketler zincirine bıraktı. Bir diğer adliye binasının ise cemaatin öğrenci yurdu olduğu, 15 Temmuz 2016 sonrası adliyeye dönüştürüldüğü biliniyor.

* * *

Her geçen gün aciliyeti artan yeni adliye binasının, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) eski yerleşkesine yapılacağı yıllardır gündemdeydi. O kadar ki, bu amaçla Adalet Bakanlığı ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (ÇŞİDB) arasında imzalanan protokolün üzerinden bile dört yılı aşkın bir süre geçmişti. Gecikmede, protokol imzasından kısa süre sonra dünyada gündemi değiştiren pandemi ile Şehir Plancıları Odası'nın açtığı davada idare mahkemesinin verdiği yürütmeyi durdurma kararının etkili olduğu tahmin ediliyor. Ama bu bir tahmin çünkü yetkililer kamuoyunu aydınlatan bir açıklama yapmadı. Ayrıca, ÇŞİDB'nın bu karara itirazı üzerine karar kaldırıldı. 

Öte yandan avukat Ali Özdemir'in, konuyu CİMER üzerinden sorması üzerine de Adalet Bakanlığı, bu konudaki açıklamayı Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın yapması gerektiği cevabını vermişti. (Anka)

İki gün önce İsmail Arı imzasıyla Birgün'de yayımlanan haber ile yeni Adalet Sarayı ihalesinin yapıldığını ve ihaleyi ve yaklaşık 24 milyar TL teklif veren Rönesans Grubu şirketi REC Uluslararası'nın kazandığını öğrendik.

Bu tutar, ihale makamı olan ÇŞİD bütçesinin neredeyse onda biri! Bu hafta TBMM Genel Kurulu'nda görüşmeleri başlayan 2024 yılı bütçe kanun teklifine göre ÇŞİDB'nın bütçesi 271 milyar 741milyon 383 bin TL.

Konuyla ilgilenince pazarlık usulüyle yapılan ihaleye Kalyon ile Limak'ın da ayrı ortaklarla katıldığını ve toplamda üç teklif verildiğini öğrendim.

2023/1359913 kayıt numarasıyla açılan ihale 8 Aralık'ta e-ihale olarak gerçekleştirildi. Veriler şöyle:

Yaklaşık Değer: 24.799.973.080,91 TL

Sınır Değer : 19.732.986.610,20 TL

REC Uluslararası İnşaat şirketi ile birlikte Ankara Adliye Sarayı ihalesine teklif veren diğer iki ortaklık ve iki turda verdikleri teklifler de şöyle:

FİRMA1. TEKLİF  2.TEKLİFİNDİRİM (%)
REC ULUSLARARASI 25.750.000.000   23.998.700.000 3,23 (Sınır Değer)
KALYON+ÖZYAZICI26.300.061.000   24.590.061.000   0,85
LİMAK +NESMA  27.000.000.000 26.250.000.000   -5,85

Protokolden dört yıl sonra

İki bakanlık arasındaki protokol 30 Ekim 2019'da imzalandığında, dönemin Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, yeni Adalet Sarayı'nın, Cumhuriyetin 100. yılında başkente kazandırılacağını söylemişti. Gül'ün sosyal medya hesabından proje fotoğraflarını da paylaştığı Adliye Sarayı'nın MİT'in önceki yerleşkesinin 250 dönümlük kısmına yapılması planlanıyor. Projede; hukuk mahkemeleri, ceza mahkemeleri, cumhuriyet başsavcılığı ve icra dairelerini aynı kampüs içerisinde ayrı bloklarda yer alacak biçimde tasarlanmıştı.

Yeni yapılan ihalede bazı sorular öne çıkıyor. İlki maliyete ilişkin. 

REC Uluslararası firmasının verdiği teklif tutarı, yüksek enflasyon ortamında inşaat bitinceye kadar geçerli olabilecek mi? Yoksa kamuoyu bilmeden tamamlama ihaleleri yapılır mı? 

Adliye sarayının bitirilmesi için firmaya ne kadar süre verildi? 

Ve tabii en önemlisi, Saray müteahhiti olarak anılan Rönesans grubunun yapacağı yeni adalet "sarayı" hizmete açıldığında, adalet, toplumun beklentilerini karşılayacak biçimde dağıtılabilecek mi?

Çiğdem Toker / T24