2 Şubat 2024 Cuma

Van gerçeği: Emekçiler için sefalet patronlar için cennet + Van'dan işsizlik manzaraları: 'Bebeğim var diye işe alınmadım' -soL

Van gerçeği: Emekçiler için sefalet patronlar için cennet (Banu Yıldırım-soL/Görüş)

Çalışanlarının açlığa mahkum edilirken patronlarının her geçen gün zenginleştiği Van patronlar için bir cennet emekçiler için ise yaşanmaz halde. Bunu değiştirmek elimizde.

TÜİK her yıl olduğu gibi bu yıl da kişi başına düşen milli gelir tablosu yayımladı. Bu istatistiklere göre il düzeyinde kişi başına GSYH hesaplamalarında, 64 bin 416 TL ile Şanlıurfa, 55 bin 296 TL ile Ağrı ve 54 bin 272 TL ile Van son üç sırada yer aldı.

Van, yakın zamanda genç işsizliğin de en yüksek olduğu illerden biri unvanını aldı. Tablonun emekçiler açısından ne kadar korkunç olduğu ortada. Düşük maaşlar, işsizlik, yoksulluk… Bölge illerinin kaderi gibi; ya işsizsiniz ya asgari ücretin dahi altında ücretlere çalışırsınız ya da batı illerine gidip inşaatlarda ölümle burun buruna ekmek mücadelesi verirsiniz. Emekçiler açısından Van ve bölge illerinde ne yazık ki daha ötesinde bir gelecek yok. Bir de tabloya bölgedeki patronlar açısından bakalım. 

Özellikle Van’da artan bir biçimde çağrı merkezi şirketlerinin varlığını görüyoruz. Bunlardan en büyüğü Webhelp diyebiliriz. Webhelp Fransız menşeili bir çağrı merkezi şirketi. Fransız menşeili şirketimiz önce Türkiye’de ucuz emek gücünü keşfediyor ardından da Van’da ucuz emeğin de en örgütsüzünü bulduğu gibi kaçırmıyor. Webhelp’in kurucu ortağı Türkiye için "Türkiye, Webhelp'in en hızlı büyüyen bölgelerinden biri" diyor. Bunun nedeni bizim açımızdan çok açık. Ne tesadüf ki Webhelp gibi uluslarası bir şirketin de Türkiye’de en çok çalışanı Van’da var. Koşullar berbat; yoğun ve molasız çalışma, yönetici baskısı, komik prim ücretleri, asgari ücret… Geçtiğimiz yıl Webhelp işçileri Patronların Ensesindeyiz ile birlikte kötü çalışma koşullarına karşı ayağa da kalkmıştı. Şirket açısından beklenmedik bu adım canlarını da sıktı. Ne de olsa bölge illerindeki örgütsüzlüğe güveniyorlardı ve bu güveni işçiler bir miktar yıktılar. Webhelp her yıl kârlarını katlıyor. Bir yandan bölgede yatırım yaptığı için aldığı teşvikler bir yandan istihdamı artırdığı için devletten aldığı ödüller… Anlayacağınız Webhelp için Van bir cennet.

Van’da başka bir büyüyen sermaye grubu da Türkerler Holding. Enerjinin özelleştirilmesi ile birlikte Van Gölü Elektrik Dağıtım AŞ ihalesini alarak hayatımıza daha çok giren Türkerler’in öyküsü, halkın olanın sermayeye nasıl teslim edildiğinin de öyküsü aynı zamanda. 2013 yılında VANGÖLÜ Elektrik Dağıtım A.Ş. yok pahasına özelleştirilerek Türkerler Holding’e devredildi. Türkerler Vangölü Elektrik Şirketi böylece Van, Bitlis, Hakkari ve Muş halkının sırtından zenginleşmeye başladı. Türkerler’e satıldıktan sonra ise özellikle Van’da sürekli elektrik kesintileri yaşanmaya başladı. Tarife ücretlerinin de sürekli arttığı elektrik artık karşılanması güç bir temel ihtiyaç haline geldi. Eğer faturanızı birkaç gün geciktirirseniz de gelip anında elektriğinizi kesiyorlar. Üstelik birçok yerde elektrikle bağlantılı suyun da kesildiği biliniyor. Ama Türkerler’in umurunda mı, onlar kaçınılmaz yükselişlerinin keyfini çıkarmakta. Bölge halkı ise düşük ücretlerle artan elektrik tarifelerini nasıl karşılayacağını düşünüyor. 

Türkerler’in Vedaş ile birlikte zenginleşmesi sadece halkın sırtından kazandıkları ile olmamış elbette. Bir de işçilerin üstünden kazandıklarına bakalım. İş güvenliği önlemlerinin yok sayıldığı, çalışma koşullarının rezil boyutlara ulaştığı Vedaş’ta işçiler asgari ücret düzeyinde ücretler alıyorlar. Zaman zaman buna karşı ses çıkaran işçilere ise şirket işçi düşmanı yüzünü göstermekten çekinmemiş hiç. Bununla da yetinmemişler işçileri sarı sendikaya zorla üye yaparak haklarını sendika ile el ele daha da budamışlar. Yüksek gerilim hatlarında çalışan işçilerin can güvenliğini sağlamayan Türkerler, birçok işçinin ölümüne de sebep olmuş. 

Yine Türkerler’in karşısına da işçiler Patronların Ensesindeyiz Ağı ile birlikte dikilmişlerdi. Yani Türkerler için de Van bir cennet.

Bir diğer emekçilerinin yoksulluğu büyürken patronlarının zenginleştiği sektör ise tekstil. Van’da Organize Sanayi Bölgesi (OSB) yerleşkesindeki 42 hektarlık alan Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı'nın (DAKA) desteğiyle altyapısı tamamlanarak 13 tekstil firmasına tahsis edildi. Bu tekstil firmaları da 6. Bölge teşviklerinden yararlanacak. DAKA Genel Sekreteri Halil İbrahim Güray, AA muhabirine, Van'ı dünyanın sayılı tekstil üretim merkezlerinden biri haline getirmek istediklerini söylemiş. Tekstil sektöründe istihdamın artmasını mutlulukla karşıladıklarını da söylemeyi ihmal etmemiş. Bölgesel asgari ücretin en can yakıcı biçimde uygulandığı yerlerden biri tekstil sektörü. İşçiler arasında asgari ücret alan neredeyse yok. Patronların işçilerin maaş kartlarında elinde bulundurup asgari ücretin bir kısmına el koyduktan sonra işçilere kartları geri verdiği bile söyleniyor. Teşvikler, düşük ücretlerden elde edilen kârlar, destekler… Van’ın cennet olduğu bir diğer kesim ise tekstil patronları.

Çalışanlarının açlığa mahkum edilirken patronlarının her geçen gün zenginleştiği, Van’da her sokak başında açılan ve patronların eğitimi zenginleşme aracı haline getirdiği özel okullara bakalım. 

Dönemin İl Milli Eğitim Müdürü Hasan Tevke, Van'da 2019-2020 eğitim öğretim yılında özel okul sayısında yüzde 65'lik bir artışın gerçekleştiğini belirterek bunu mutlulukla paylaşmış. Bu sayı her yıl giderek artıyor. Öğretmeni olmayan onca köy okulu varken Van’da sürekli özel okul sayısı artarken öğretmenler de bu özel okullara mahkum ediliyor. Özel okul ücretlerine gelen zamlar yüzde 100’lere ulaşırken öğretmenler enflasyon oranında dahi zam almıyor. Van özel okul patronları için de bir cennet.

TÜİK bu istatistiklerle birlikte Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması da yayımladı. En zengin yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1,8 puan artarak yüzde 49,8'e çıktı. En düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise 0,1 puan azalarak yüzde 5,9 oldu. Bu tablo yukarıda çizdiğimiz tablo ile çok uyumlu. Van ve bölge illerinde emekçilerin koşulları zorlaşırken patronların payına düşen her geçen gün artıyor. 

Van patronlar için bir cennet emekçiler için ise yaşanmaz halde. Bunu değiştirmek ise elimizde. Başımızdaki yoksulluğun nedeni yukarıda adı geçen patronlar ve onların zenginlik arzusu. Van’ın yoksulluğunun kaynağını arıyorsak çok uzağa gitmeye gerek yok. 

                                                                  /././

Van'dan işsizlik manzaraları: 'Bebeğim var diye işe alınmadım' (Cihan Mert-soL/Özel)

İşsizliğin en yüksek olduğu yerlerden Van'da yaşayan yurttaşlar artık sektörüne bakmadan iş ararken bir yandan da geçim derdiyle mücadele ediyor.

Pahalılık işsizlikle mücadele etmek zorunda kalan yurttaşlar için hayatta kalmayı daha zor hale getirirken, aylarca iş arayıp bulamayanların sayısı da her geçen gün artıyor.

TÜİK’in açıkladığı verilere göre Van’da her geçen yıl işsizlik artarken bu sene de işsizliğin en yüksek olduğu yer yüzde 19,2 ile Van, Muş, Bitlis ve Hakkari'yi kapsayan bölge oldu. İşsizliğin her sene katlanarak arttığı Van’da mesleğini yapamayan yurttaşlar çağrı merkezlerine ve tekstil atölyelerinde ucuz emek gücü olarak görülüyor.

Kendisi tıbbi laboratuvar, eşi tarih öğretmenliği mezunu olan fakat atanamadıkları için Van’da çağrı merkezinde çalışmak zorunda kalan Mihriban, yaşadığı ekonomik zorluk nedeniyle bebeğinin bakıcı ücretini karşılayamayacağı için kendisinin bakmak zorunda olduğundan bahsederken bir yandan da geçim sıkıntısı yüzünden çalışmak istediğini anlatıyor. Yaşadığı sıkıntıları şöyle ifade ediyor:

'Mülakata girmeye hak kazanmama rağmen bebeğimin olması nedeniyle elendim'

Şu anda iş arıyor musunuz? Eğer öyleyse, hangi sektörde veya pozisyonda bir iş bulmaya çalışıyorsunuz? İş ararken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Şu an fiili olarak iş arayışında değilim. On aylık bebeğim var. Ekonomik zorluklar nedeniyle bakıcı ücretini karşılayamadığım için kendim bakmak durumundayım. Fakat yine geçim sıkıntısı yaşadığımız için çalışmak istiyorum. Tıbbi laboratuvar bölümü mezunuyum. Sağlık sisteminde çokça ihtiyaç olmasına karşın atamalar hayli zor. Ben de atanamayınca özel hastanede ve birçok başka sektörde çalıştım. Artık kendi alanlarımızda iş aramak lüks oldu. Birkaç ay önce Kızılay’a kendi mesleğimi yapabileceğim bir alanda iş alımı yapıldı. Mülakata girmeye hak kazanmama rağmen bir yaşından küçük bebeğimin olması nedeniyle elendim. Ayrıca Van'da özel hastane olarak da iki yer hizmet veriyor ve özelde bile işe girmek hayli zor.

'Devlet üç çocuk derken kadınları ve anneleri aslında yoksulluğa mahkum ediyor'

İşsizlikle mücadele ederken karşılaştığınız zorluklar neler?

İşsizlikle mücadele ederken en çok ekonomik sıkıntılar öne çıkıyor. Bugün bez mama fiyatları akıl almaz derecede yüksek. Kirada oturuyoruz. Devlet en az üç çocuk derken kadınları, anneleri "ev hanımlığı" konumunda görmek isterken aslında yoksulluğa mahkum ediyor.

'Kayyım atanınca işten çıkartıldım'

Yerel yönetimlerden işsizlik sorununa dair beklentiniz var mı?

Daha önce büyükşehir belediyesinde çalıştım. Kayyım atanınca işten çıkartıldım .Yerel yönetimlerden en büyük beklentim ben ve benim gibi işinden edilmiş yüzlerce insana tekrar haklarının teslim edilmesi.

'Derdim sadece evime ekmek götürmek'

İşsizlikle mücadele eden Ferhat Ekinci'yse soL’un sorularını cevaplarken pek çok kuruma başvuru yapmasına rağmen herhangi bir geri dönüş alamadığını söyledi. Ekinci, "İşe alım süreçlerinde hep torpille karşılaştım” dedi. 

Şu anda iş arıyor musunuz? Eğer öyleyse, hangi sektörde veya pozisyonda bir iş bulmaya çalışıyorsunuz? İş ararken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Evet, iş arıyorum. Birçok kuruma başvuru yapmama rağmen herhangi bir olumlu sonuç elde edemedim. Sektörün pek bir önemi yok artık benim için. Benim gibi yüzlerce hemşehrim sadece evine ekmek götürme derdinde. İş arama sürecinde karşılaştığımız en büyük sorun yeterli iş olanaklarının ve fabrikaların olmaması, olan kurumların çoğunda da torpille işe alımların olması.

'Geçinemeyen aileler, gurbette çalışan babalar ve sevgiye muhtaç çocuklar…'

İşsizlik sorunu sizin ve aileniz üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?

İşsizken insanın en çok hissettiği duygu tabiri caizse ‘bir baltaya sap olamamak’. Van’daki işsizlik sorunu beraberinde aile içindeki sevgi bağları yıkılmasına sebep oluyor. Çoğu vatandaşımız gurbette çalışıyor. Geçinemeyen aileler, gurbette çalışan babalar ve sevgiye muhtaç çocuklar…

Van’da işsizlik sorununu azaltmak için neler yapılabilir sizce? Beklentileriniz neler?

İşsizliği azaltacak en önemli faktörlerden birisi devletin buralara yatırım yapması ve fabrikalar, maden ocakları açması. Bunlar için bu bölgede olanak var yahut hayvancılık ve tarım bölgesi olduğu için insanlarımıza bu konuda destek verebilir ve olanak sağlayabilirler.

KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - 2 ŞUBAT 2024 -

Diyanet tatilde de durmadı (Berkay Sağol-Birgün)
Diyanet İşleri Başkanlığı, ülke genelinde "Gençliğe Değer Ara Dönem Kampı" düzenledi. Camilerde ve Kuran kurslarında düzenlenen kamplarda, çocuklarla dini bilgiler ve değerler eğitimi adı altında etkinlikler yapıldı.(https://www.birgun.net/haber/diyanet-tatilde-de-durmadi-503357)

Cemaate ‘Milli, manevi’ kılıfı (Mustafa Bildircin-Birgün)
Milli Eğitim Bakanlığı, cemaat ve tarikatlarla işbirliğine kılıf hazırladı. MEB’in 2024-2028 dönemine yönelik yol haritasında, “Milli ve manevi değerleri önceleyen kurum ve kuruluşlarla işbirliğinin artırılması gerekir” denildi(https://www.birgun.net/haber/cemaate-milli-manevi-kilifi-503356)

AK Partili belediye halk plajına balıkçı barınağı yapmaya başladı (İsmail Akduman-duvaR)

2007 yılından beri hizmet veren Samsun'daki Mert Plajı'nın yakılıp yerine balıkçı barınağı yapılması yeniden gündem oldu. Belediye barınakların yapımına başladı. Halk ise duruma tepki gösterdi.(https://www.gazeteduvar.com.tr/ak-partili-belediye-halk-plajina-balikci-barinagi-yapmaya-basladi-haber-1666329)

13 ilaç geri ödeme listesine alındı (Birgün)

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Bakan Işıkhan, 13 ilacın daha geri ödeme listesine alındığını duyurdu.

(https://www.birgun.net/haber/13-ilac-geri-odeme-listesine-alindi-503413)

Birgün KÖŞEBAŞI - 2 ŞUBAT 2024 -

 

Erdoğan’ı Sevgililer Günü’nde Sisi’nin ayağına götüren koşullar (İbrahim Varlı)

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 14 Şubat Sevgililer Günü’nde Mısır'a giderek “Darbeci Sisi” ile bir araya gelecek. On yılı aşkın bir süredir kopuk olan ilişkiler dikkate alındığında ziyaret her açıdan dikkat çekici. Hem zamanlama, hem politik muhteva, hem de Ortadoğu’daki denklem açısından.

Erdoğan, neden gidiyor? Ajansların servis ettiği haberlere göre liderlerin görüşmede, iki ülke ilişkileri, Gazze'deki İsrail saldırıları ve Doğu Akdeniz meselesini görüşmesi bekleniyor. Bekleniyor çünkü henüz “resmi” olarak ziyaret açıklanmış değil.

Bu sıradan bir ziyaret olmayacak. İki ülke ilişkileri 2013'ten bu yana kopuk. İhvancı rejime Sisi’nin askeri darbe ile son vermesi sonrası başlayan kriz, Mısır ile tüm bağları koparmıştı. Erdoğan, Mısır’daki iç iktidar kavgasını ülke siyasetine eklemlemiş, “Rabia” üzerinden muhalefeti ve siyaseti dizayn etmeye girişmişti.

Olası ziyaret Erdoğan ile Sisi arasındaki ilk temas olmayacak. Erdoğan ve Sisi, Eylül’deki G-20 Zirvesi ve Katar'daki Dünya Kupası'nın açılış töreninde bir araya gelmişti. Mısır ve Türkiye, ilişkileri yeniden başlatmak için yaklaşık 2 yıldır görüşüyordu.

ERDOĞAN’IN AJANDASI

• Refah Kapısı’nda seçim şovu

Middle East Eye'a konuşan yetkililer, Erdoğan'ın, 1 milyondan fazla yerinden edilmiş Filistinliye ev sahipliği yapan Gazze'deki Refah Bölgesi'ni de Filistinlilere destek vermek amacıyla ziyaret edebileceğini ileri sürdü. Ancak, bu konuda alınmış kesin bir karar yok. İsrail buna izin verecek gibi değil. Buna rağmen Erdoğan’ın olası sınıra gitme hamlesi seçim öncesi kullanışlı bir aparata dönüştürülecektir.

• Doğu Akdeniz denkleminde söz almak

Doğu Akdeniz enerji denkleminde Türkiye uzun yıllardır yalnızlığı oynuyordu. Libya’daki Trablus yönetimi ile imzalanan anlaşma ile denkleme ucundan dahil olsa da, kurulan yeni düzende Ankara kendisine yer bulamıyordu. Mısır, İsrail, Filistin, Güney Kıbrıs, Ürdün, Yunanistan ve İtalya arasında oluşturulan Doğu Akdeniz Enerji Forumu’na dahil edilmemişti. Tek taraflı hamleler yeterli değildi. Öyle ki “Mavi Vatan” ilanı dahi bir süre sonra kendisine ayak bağı olmaya başladı. Ankara ile Kahire arasında Doğu Akdeniz’de işbirliğini artırma hedefleri olacak.

• Ortadoğu denkleminde rol almak

ABD’nin Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı yeni düzenle Türkiye’nin bölgedeki ülkelerle “normalleşme”ye gitmesi eş güdümlüydü. Abraham Anlaşmaları ile Mısır, İsrail ve BAE ile Ortadoğu yeni bir sürecin arifesinde. 7 Ekim saldırılarının yol açtığı fırtına, taşları yerinden oynatırken denklem de yeniden kurulmaya çalışılıyor. Her aktör kendi tahkimatını yaparken Türkiye de bu süreçte yeni roller üstlenmek, oluşan boşluktan yararlanmak niyetinde. Mısır ve İsrail ile ilişkilerin kurulması ABD’nin bölgesel stratejisinin bir parçasıydı. Yeni Ortadoğu denkleminde, Türkiye’ye biçilen misyon çerçevesinde Kahire-Tel Aviv hattıyla ilişkilerin “normalleştirilmesi” gerekiyor.

SAHADAKİ OYUNLAR

Ortadoğu’yu tek bir vaka üzerinden değerlendirmek kuşkusuz ki eksik kalır. Son dönemlerde yaşanan gelişmelere, görüşmelere, hamlelere bakılacak olursa bu tablonun daha net görülmesini sağlar.

• ABD’nin Suriye-Irak planları

Suriye ve Irak’ı, İran ile ön cephe sahasına dönüştüren ABD’nin bölgeye dair emperyal planlarında görünür bir değişiklik yok. Dışişleri Bakan Yardımcısı Vekili Victoria Nuland, Suriye'den çekilmeyeceklerini, Amerika’nın bölgesel çıkarlarının çekilmeyi öngörmediğini, Ankara ile de sahada iş tutmaya hazır olduklarını söyledi.  

• İsrail’in savaşı yayma girişimi

Denklemin önemli aktörlerinden İsrail, Gazze’de başlattığı savaşı kademeli olarak tüm bölgeye yayma peşinde. Lübnan’dan Irak ve Suriye’ye ve hatta İran’a uzanan alanda istikrarsızlığın hakim olması Tel Aviv’in istediği tablo. Lübnan, Suriye ve Irak’ı vuran İsrail istediğini alırken ABD’nin Irak ve Yemen’e operasyonları planın işlediğini gösteriyor.

Kızıldeniz’deki saldırı ve kriz de İsrail’in işine geliyor.

• İran’ın nüfuz alanını genişletme hesapları

Bölgesel bir güç olan İran’da Ortadoğu’daki karışıklıktan faydalanarak etki alanının neredeyse sınırlarına ulaştı. Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkileri yeniden başlatan İran, “vekil güçleri” üzerinden Yemen’den Lübnan’a, Irak’tan Suriye’ye tüm bir Şii Hilali’nde gücünü konsolide etti. Bu durum hem şimşekleri İran’ın üzerine çekerken hem de Tahran’a karşı yeni ittifakların oluşmasının önünü açtı.

SAVAŞ SONRASINA HAZIRLIK

Gazze savaşının uzaması Ortadoğu'da daha geniş kırılmaların yaşanma riskini de artırıyor. Mevcut bölgesel ve küresel dinamikler, ABD’nin gerilemeye başlayan gücü, yeni aktörlerin devreye girmesi gibi etkenler ABD’nin Ortadoğu’da istediği oyunu, istediği şekilde oynamasını zorlaştırıyor. 7 Ekim saldırılarının oluşturulmaya çalışılan Amerikan merkezli denklemi yerle bir etmesi de gösterdi ki, Ortadoğu’da İran ve Filistin’in dikkate alınmadığı veya dışlandığı planların bir geçerliliği yok.

Bu gerçeklik ortadayken bölgesel güçlerin harekete geçirildiği, İsrail'in yakın Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri'nin yanı sıra Katar ve Türkiye’ye yeni roller verildiği bir sürecin arifesindeyiz. Saflaşmalar, tahkimatlar, yığınak sürüyor.

Ortadoğu’daki ve bölgedeki inşa edilmeye çalışılan yeni denklemde Türkiye’nin koordinatları da belirlenmeye çalışılıyor. O koordinatlar da Amerikan eksenli. Yandaşlar son günlerdeki temaslar üzerine "ABD ile ilişkilerde bahar havası yaşanıyor" diye sevinirken bu "bağımlılık ilişkisi" Türkiye'nin "kara kış"ına dönüşebilir! 

                                                          /././

Hukuk dışı karara karşı durmak (Nurcan Gökdemir)

TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliği beklenildiği gibi düşürüldü. Bu karar, “Gezi Direnişi’nin rövanşı olduğu, hukuki olmadığı, siyasi amacının bulunduğu” tartışmaları arasında alındı.

“Hayır hukukidir, hakkında kesinleşmiş hüküm var” diyenlere karşılık söylenecek çok fazla hukuki kural, gösterilecek bir çok örnek var. Elbette, “Hukuk, Anayasa, ulusal egemenlik hakkı” demeyi bırakmamak lazım. Ancak Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi hukuki bir karar olmadığı için bunu ortadan kaldıracak ya da yenilerinin olmasını engelleyecek mekanizmaların, hukuki çerçevede kalan itirazlar olmayacağı gerçeğinin kabullenilmesi gerekir.

GÖREV BOZDAĞ’A VERİLDİ

Yargıtay,  Anayasa Mahkemesi, TBMM arasında cereyan eden sürecin hukuk dışılığına karşın siyaset zemininde söylem olmaktan öteye gidemeyen, zaman zaman da sokağa yansıyan sınırlı tepkilerle sonuç alınamadığını bir kez daha deneyimledik.

Şimdi gelinen aşamayı tartışmadan önce önceki gün TBMM Genel Kurulu’nda yaşananları hatırlayalım. “Meclis’in onurunu korumak için kararı okutmadığı” iddia edilen TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un bir yurtdışı gezisi sırasında “Saray’ın talimatlarını uygulama” konusundaki becerisi ile bilinen Bekir Bozdağ’ın yönettiği TBMM Genel Kurulu’nda milletvekilliğini düşürmeyi sağlayacak süreç için düğmeye basıldı. CHP süreci uzatmak için kapalı oturum talebinde bulundu. Heyecanı ellerinin titremesinden anlaşılan AKP’li Katip Üye Muhammed Adak tarafından okunan CHP önergesinin kabulü ile kapalı oturum kararı alındı.

35 DAKİKALIK GECİKTİRME

CHP Milletvekillerinin imzasını taşıyan önergede kapalı oturum talebinin gerekçesi şöyle ifade edildi:

“Konu yalnızca bir milletvekilinin seçme ve seçilme hakkının engellenmesi değil açık biçimde Anayasa’nın ihalel edilmesi ve yüksek yargı organları arasındaki çatışma üzerinden Anayasal düzenin işlemez hale getirilmesidir. TC Anayasa’nın ihlali anlamına gelen, ülkemizin ve demokratik rejimin geleceğini tehdit eden bu gelişmeyi değerlendirmek üzere…”

Sadece 35 dakika süren geciktirme sonunda kapalı oturum tamamlandı ve Bozdağ, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararını okudu ve milletvekilliğinin düştüğünü ilan etti. Kürsüye Anayasa kitapçığı fırlatıldı, muhalefet milletvekilleri kürsü önüne toplanarak yüksek sesle bağırdı, dövizler kaldırarak tepkilerini gösterdi, bir de sıra kapaklarına vuruldu. Bozdağ ise sağlıklı çalışma ortamı bulunmadığını bahane ederek oturumu kapattı ve kürsüden ayrıldı.

İLK DEĞİL SON OLMAYACAKTIR

Bu durum TBMM Genel Kurulu’nun ilk kez yaşadığı bir şey değil, daha önce de milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, üyelikleri düşürüldü, bunlar arasından geri dönenler oldu, hâlâ cezaevinde olanlar, yurt dışına çıkmak zorunda kalanlar da var. Ortak özellikleri “AKP iktidarına muhalefet” olan bu milletvekillerine yenileri ekleninceye kadar perde geçici olarak Can Atalay’la kapandı.

Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından bu kararın ortadan kaldırılmasını sağlayacak hukuk kuralları hatırlatılarak tartışmalar başladı. AKP içindeki “sağduyulu isimlerin” daha önce Enis Berberoğlu ve Faruk Gergerlioğlu olaylarında olduğu gibi Anayasa Mahkemesi mekanizmasının işletilmesini istediği hatırlatıldı. Bu iki milletvekilinin, üyeliklerinin düşürülmesinin ardından AYM’ye yaptıkları bireysel başvuru sonrası alınan ihlal kararı ile TBMM’ye geri döndükleri anımsatıldı.

Anayasa Hukuku duayenlerinden Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun kararın yok hükmünde olduğu temelindeki şu açıklaması gündeme düştü:

“TBMM, Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa dışı olduğunu iki ayrı kararında tescil ettiği bir ‘fiili karar’ metni okuyarak kendisinin de varlık nedeni olan Anayasal düzeni inkâr etmiştir.

Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesi hukuken yok hükmündedir. AYM kararlarında ihlale sebep olduğu tespit edilen Yargıtay kararının, madde 84/2 kapsamında okunması Anayasa dışıdır.

Cumhur ittifakının Anayasa suçunun işlendiği olay yerine dönüşen Meclis kendi varlık nedeninden uzaklaştı. Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nden sonra TBMM de anayasal düzeni ilga girişiminde bulunmuştur."

Gazeteci Gökçer Tahincioğlu, hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun, TBMM’nin Atalay hakkında kesinleşmemiş kararı Genel Kurul’da okuttuğu, usule aykırı biçimde yapılan yazışma sonunda gelen yazının okunmasına yol açıldığı, bu nedenle de Atalay’ın vekilliğinin düşmüş sayılamayacağı iddialarını haberleştirdi.

“GÜRÜLTÜ OLDU”

CHP TBMM’ye bir başvuru daha yaptı. Genel Kurul’daki gürültü nedeniyle Yargıtay kararının okunmasının duyulmadığı bu nedenle de “hukuken okunmuş bir karar bulunmadığı” iddiasını dile getirdi, kararın hukuken yok sayılması talebinde bulundu. Genel Kurul’da bu yönde açılması istenen usul tartışması talebi elbette iktidar çoğunluğu tarafından reddedildi.

Bundan sonra Can Atalay’ın avukatlarının Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurunun sonuçlanması ve Berberoğlu/Gergerlioğlu örneklerinde olduğu gibi Atalay’a milletvekilliğinin iadesinin yapılması beklenecek. TBMM bu prosedüre bu kez uyacak mı, aynı nitelikte olmasına karşın her biri birbirinden farklı sonuçlanan bu süreçlerden hangisi Atalay için işletilecek, bunu zaman gösterecek.

“YOK SAYILAN BENİM İRADEM” DEMEDİKÇE…

Ancak, siyasiliği çok ortada olan bu kararın hukuk yoluyla ortadan kaldırılmasını beklemenin boşunalığı ortada. Yurttaş, oyuna sahip çıkmadıkça, kendisi adına görev yapma vekaleti verdiği kişilerin haksız, hukuksuz şekilde cezalandırılmasını engelleyici iradesini ortaya koymadıkça yeni örneklerle karşı karşıya kalmak sürpriz olmayacaktır. Egemenliğin “kayıtsız şartsız ulusun olması” kuralının işlemesinin ancak bu hakkın kullanılmasında ısrar etmekten geçtiği kuralı içselleştirilmelidir. Oy kullanarak yönetimde söz sahibi olmak isteyenler, bu görevi verdikleri vekillerinin kaderini muktedirlerin iki dudağı arasına, onları savunmayı da salt siyasilere bırakmamalıdır. 

                                                           /././

Zamanlama (Yalçın Karatepe)

Piyasalarda zamanlama (market timing) önemlidir. Hangi finansal ürünün ne zaman alınması ya da satılması gerektiğinin doğru tahmin edilmesi gerekir. Tahmin edilmesi ifadesini kullandım çünkü piyasa dinamiklerinin ne olacağını bilemezsiniz. Mevcut verilerden, analizlerden, bilgi birikiminizden vs yararlanarak bir öngörüde bulunur ve hangi zamanın daha uygun olduğuna karar vermeye çalışırsınız. Tabi bunu yaparken her zaman doğru sonuç elde etmeniz de söz konusu olmaz. Sonuçta bir tahminde bulunuyorsunuz. Tahmin de tanımı gereği belirsizlik içeren bir durumdur.

Görünen o ki “zamanlama” sadece piyasacıların hesaba kattıkları bir şey değil, aynı zamanda siyaset kurumunun da yakından ilgilendiği bir konu. Fakat siyaset kurumu için “zaman” bilinen bir şeydir: seçim tarihi. Bu tarihin ne olacağı konusunda bir belirsizlik yoktur, önceden bilinir. Mesela bir sonraki seçim 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak. Burada zamanı tahmin etmeyi gerektiren bir durum yoktur.

Peki, tarihi net olarak bilen siyasetçiler bu tarihi dikkate alarak nasıl kararlar alırlar? Bunu net bir biçimde geçtiğimiz mayıs ayında yapılan seçimler öncesinde gördük. Temmuzda yapılması gereken emekli aylığı artış işi, en düşük emekli aylığı alan milyonlarca insan için “ilginç bir biçimde” mayıs ayında yapıldı. 5 bin 500 lira olan en düşük aylık 7 bin 500 liraya çıkarıldı. Sadece bununla sınırlı kalmadılar. Mayıs ayı doğalgaz faturaları “devlet tarafından” ödendi, emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) konusunda yasal düzenleme hemen seçim öncesinde yapıldı. Muhalefetin önde gitmekte olduğu seçimin hemen öncesinde yapılan bu düzenlemeler sanırım seçmenlerin oy kullanma davranışlarına bir biçimde etki etmiştir. Sonuçta iktidar seçimi kazandı.

∗∗

İki ay sonra yapılacak yerel seçimlere dönük hamleler gelmeye başladı. Muhtemelen başka hamleler de göreceğiz. Örneğin en düşük emekli aylığı tüm itirazlara rağmen enflasyon oranının çok altında artırılarak 10 bin liraya yükseltildi. Hele bir mart ayı gelsin. Sanırım 10 bin liranın çok düşük olduğunu o zaman “anlayacaklar” ve bu miktara bir ilave daha yapacaklardır. Geçen yıl yapmışlardı, bu sene niye yapmasınlar? 

Hafta başında Ankara’da simidin fiyatının 15 liraya çıkarıldığı ilgili Oda Başkanı tarafından duyuruldu. Oda Başkanının bu kararı tek başına veremediğini de hatırlatmak isterim. Önce valiliğe başvurup onay almaları gerekiyor. Fiyat artışı ancak valiliğini onayı ile mümkün. Valilik onay vermiş. Demek ki simitçiler odası valiliği ikna edecek maliyet artışlarını sunmuşlar.

Simit fiyatının 15 liraya çıkarılması kararı sonrasında, bir ailenin sadece çay ve simit ile beslenmesi durumunda ne kadar ödeme yapması gerektiği, bunun asgari ücrete oranı gibi konular haklı olarak gündem oldu. Bu tartışmaların gitmekte olduğu yeri ve olası etkilerini gören iktidar boş durur mu? Durmaz.

Önce simide yapılan zammın geri alındığı duyuruldu. Simitçilerin maliyetinde bir hafta içerisinde bir düşme olmadığına göre, ne oldu da yapılan zam geri alındı?

İşte “zamanlama” burada da devreye girmiş. Oda Başkanı yaptığı açıklamada “Simit fiyatlarına yaptığımız zammın haberlerde yayımlanması üzerine Ticaret Bakan Yardımcısı Mahmut Gürcan beni makamına davet etti ve niçin zam yaptığımızı sordu. Fiyat artışlarını hatırlattım. Tarım Bakanlığı uzmanlarının çıkardığı maliyeti bakan yardımcısına gösterdim. Onların hesabına göre 12 lira 70 kuruş maliyet çıktı. Yani bizim belirlediğimiz maliyetten de yüksek. Zammı ertelememizi istedi. Hatta bizi üzen, kıran bazı ifadeleri de oldu” demiş.

∗∗

Demek ki neymiş? Eğer fiyatları artıracaksan bunu seçimlerden önce yapmayacaksın. Yoksa iktidarın gazabına uğrarsın. Başkanı “üzen, kıran bazı ifadelerin” ne olduğunu bilmiyorum ama bu ifadelerin zammı geri aldırdığı bir gerçek.

İki ay sonra bugün seçimler bitmiş olacak. Biz seçim sonuçları üzerine değerlendirmeler yaparken, bir taraftan simitçiler, diğer taraftan…

Yerel seçimlerden sonra yalnızca simidin fiyatının artacağını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Artan fiyatları her yerde göreceksin. Omuzlarınıza yeni vergilerin yüklendiğini göreceksiniz. Ücret ya da emekli aylıklarında yapılacak artışların ne kadar düşük olduğunu göreceksiniz. 

Ama unutmayın, “zamanlama” iktidarın tekelinde olan bir şey değildir.

Siz de bunu iyi bir şekilde yapabilirsiniz. Eğer bu fırsatı iyi bir biçimde kullanmazsanız, bir sonraki “zamana” kadar çok büyük mağduriyetler yaşarsınız.

                                                              /././

Bu dümeni sola kim döndürecek? (Yaşar Aydın)

Halk öfkeli, iktidarın tek derdi koltukta kalma formülü. Sağ muhalefet rejime sığınmış halde. Halkın taleplerinin sözcüsü yok. CHP ve hatta DEM tereddütlü. Rejimin topyekûn karşısına geçmeden muhalefet etmek ise anlamsız.

Ankara ve İstanbul’u kesintisiz 20 yıl yönetmiş, ülkede 22 yıldır iktidarda olan AKP hafta içi Erdoğan’ın ağzından yerel yönetim vizyonu açıkladı.

Vizyon başlıkları şöyle:

Katılımcılık, şeffaflık ve hesap verebilirlik, dirençli şehirler, Türkiye Yüzyılı’nda şehir ve çevre, toplumsal refah öncelikli şehir ekonomileri, duyarlı ve kapsayıcı sosyal belediyecilik, kültür üreten şehirler, hizmet ve eser belediyeciliği. Ne vizyon ama.

Neredeyse çeyrek asırdır ülkenin birkaçı dışında tüm büyük kentlerini yöneten parti, hedef diye bunları söylüyor. Neden yapmadın ya da bu kentler neden bu halde diye soru sorulmayacağını bildiği için o kadar rahat ki. Vizyon diye anlattığı şeyin 15 yıldır papağan gibi tekrarladığı şeyin aynısı olduğunu herkes biliyor ama kimsenin yüzüne vurmayacağını bildiği için o yine de söylüyor.

Peki bu partinin İstanbul adayı eski Bakan Murat Kurum ne anlatıyor: “Bakın 11 ilde deprem oldu, İstanbul 11 ile yetişir. Ama Allah göstermesin İstanbul'a bir şey olursa ülke gider, bayrak gider, devlet kalmaz. Terörle mücadele kadar önemli diye o yüzden söylüyoruz.” Bürokrasideki ilk görevinden bakanlığa kadar her süreci tartışmalı olan bir isim çıkıp bunları anlatıyor. Üç gazete başlığı ile tüm anlatacaklarının yerle bir olacağını biliyor ama yine de anlatıyor. Yalan söyleyip hayal satıyorlar.

Peki bunu nerede ve ne zaman yapıyorlar? Emeklilerin yerlerde süründüğü, hayat pahalılığının zirve yaptığı, yoksulluğun toplumun her kademesine yayıldığı ülkede söylüyorlar. Üstelik açlığın, işsizliğin zirve yaptığı günlerde söylüyorlar.

22 yıldır yönettikleri Türkiye, Dünya Basın Özgürlüğü Listesi’nde 180 ülke arasında 165’inci, Yolsuzluk Algısı Listesi’nde 180 ülke arasında 115’inci, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 137 ülke arasında 117’inci sırada fakat yalan söylemeye devam edebiliyorlar.

İKTİDARIN GÜCÜ YETER Mİ?

Üretici toprağa, toprak üreticiye küsmüş. İyi yetişmiş gençler ülkeden kaçarken yerini ithal cihatçı çeteler dolduruyor. Şu 783 bin 562 kilometrekarelik alanda kime dokunsanız bir derdi var. Ama hala Erdoğan’ın seçim kazama ihtimalinden bahsediyoruz.  

Devasa bir medya gücü var, tarikat-cemaat örgütlenmesi ile toplumun her zerresine girmeye çalışıyorlar, devlet onların elinde, tüm bunlar doğru. Üstüne yargısı, kolluk kuvveti devreye giriyor. Anayasal bir düzen bile kalmadı yine haklısınız. Emperyalist, kapitalist dünyadan gelen desteği de ekleyelim. Alt alta yazdığımız tüm bu başlıklar yine de Erdoğan rejiminin devamını açıklamaya yetmiyor.

Nedenini aslında biliyoruz. Muhalefetin yetmezlikleri, sağcılığı, iktidara benzemesi ve kafa karışıklığı. Düğümü çözecek iradede problem var.

16 Nisan 2017 Referandumu’ndan bu yana çoğalarak devam eden rejim karşısında konuşlanan muhalefet cephesi dağıldı. Muhalefet partilerinin bir bölümü rejimin mutlaklığını kabul etti ve rejimin içinden konuşmaya başladı.

Muhalefette salgın haline dönüşen rejime sığınma eğilimi ilk bakışta parçalanma olarak algılandı. Ama biraz daha yakından bakınca parçalanmadan ziyade yukarıda yaşanan bir yer değiştirme olduğu görülecek. Bununla birlikte 10 yılı aşkın bir süredir ülkenin yarısından fazlasını oluşturan toplumsal kesimlerde bir hareketlenmenin olmadığı ve rejimin karşısında durmaya devam ettiğini hatırlatmakta fayda var. Beklenenin aksine mukavemet gücü yüksek bir topluluktan bahsediyoruz.

Yer değiştiren muhalefet partileri de bu yüzden ilk olarak büyük toplamdan parça koparma motivasyonu ile hamle yaptı. Her fırsatta CHP’ye yumruk sallama isteğinin arkasında da bu var.

CHP VE O’NUN SOLU

Türkiye’de en çok ve en rahat eleştirilen parti CHP’dir. Bu eleştirilerin haklı gerekçeleri olduğunu da kabul edebiliriz. Bunca yaşanmışlıklara rağmen parti içi demokraside yaşanan sorunlar, belediyelere bağlı iç iktidar tartışmaları, bir türlü halkçı bir dilin ve eylemin oluşmaması gibi sıralanıp gidebilir. Üzerine yeni yönetimin “değişim” söylemini yeteri kadar dolduramadığını da ekleyelim.

CHP’nin bu durumdan iç dinamikleri kurtulması çok mümkün görünmüyor. Onun dışında ve solunda yaşanacak gelişmeler hem partiyi hem onun seslendiği tabana etki eder, harekete geçirebilir. Kabul edelim ki o tarafta da işler çok parlak değil.

BİZİ NE ZANNEDİYORSUNUZ

İstanbul’da yapılan Can Atalay protestosunda konuşan SOL Parti MYK üyesi Alper Taş iktidar temsilcileri Bahçeli ve Erdoğan’a öfkeyle “Siz bizi ne zannediyorsunuz?” diye seslendi. Taş, vekilliğin düşürülmesinin, tehdidin, baskının devrimcilere geri adım attıramayacağını ifade ediyordu.

Solun, devrimcilerin bu ülkedeki varlığını hatırlatan ne kadar haklı bir çıkış.

Yaşadığımız günlere hatta son bir yıla bakıldığında sosyalistler için de işlerin çok yolunda gitmediğini söylemek gerekiyor. Hatay, Dersim, Kadıköy tartışmaları bile solun itiraz ettikleriyle yeterince ayrışamadığını göstermeye yetmez mi?

Ülkenin büyük bölümü ona reva görülen yaşam karşısında öfkeli ve değişim istiyor. Bu yüzden Türkiye’nin bu hale gelmesinin tek sorumlusu olan rejimi topyekûn karşısına almayan hiçbir muhalefet halk gözünde inandırıcı olamaz.

Biriken öfke ve değişim talebi sadece iktidarı değil muhalefeti de tedirgin ediyor. Göç karşıtlığı, etnik ve dini kimlikler üzerinden bir söylemle toplumdaki rejime karşı oluşan tepki kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Suyun kanalını değiştirme uğraşındalar. Ne iktidar ne de milliyetçi sağ muhalefet halkın değişim talebini karşılayabilir. Öyleyse şimdi tam zamanı. Cüretle, cesaretle, inatla.

(Birgün)

Enerjide emperyalist talana AKP’den adım adım hazırlık - Nisa Sude DEMİREL- Uğur ZENGİN / EVRENSEL

 

Kolaj: Evrensel Fotoğraflar:  DHA & Sakin Yıldıran

Geniş bir coğrafya maden kaynakları için ‘süper bölge’ ilan edilecek olan plan Türkiye’yi de kapsıyor. Toprakları, orman ve suları talana açacak plan için AKP’nin yasal hazırlığı da Mecliste.

Uluslararası sermaye, üretimde artan ham madde ihtiyacına karşı harekete geçti. Uluslararası sermaye, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bölgede değerli maden üreterek Çin ile rekabet etmeyi hedeflerken, AKP iktidarı enerji ve maden kaynaklarına ilişkin art arda düzenleme gerçekleştirdi.

AKP iktidarı 51 ilde 195 bin 222 futbol sahası büyüklüğünde maden alanını ihale etti. Resmi Gazete’de 13 Aralık 2023’te yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla Antalya, Balıkesir, İstanbul, İzmir, Kütahya, Manisa, Muğla, Mersin, Sivas, Trabzon ve Yozgat olmak üzere 11 ilde toplam 1 milyon 41 bin 980 metrekarelik alan orman sınırı dışına çıkarıldı.

İktidar eliyle TBMM’ye getirilen 15 maddelik kanun teklifi ile Maden Kanunu, Kıyı Kanunu, Doğal gaz Piyasası Kanunu, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun, Enerji Verimliliği Kanunu, Elektrik Piyasası Kanunu ve Nükleer Düzenleme Kanunu hedef alındı.

Torba yasada yer alan düzenleme ile tarım arazileri, ormanlar, meralar, zeytinlikler gibi birçok alanın maden rezervi olarak tespit edilerek ruhsatlandırılması kolaylaştırılacak.

Nükleer Düzenleme Kanunu’nda yapılacak değişiklikle, taşıyıcı kişi sorumlu olabilecek. Tesisi işleten kişi nükleer maddelerin taşınmasına ilişkin sigorta yaptırma veya teminat gösterme yükümlülüğünü taşıyıcıya devredebilecek. Yükümlülüğü devralan taşıyıcı, işleten olarak sorumlu olacak. Böylece nükleer nedeniyle oluşabilecek felakette sorumluluk, ‘taşere’ edilecek.

Yenilenebilir enerji yatırımlar ve üretim alımlarında Türk lirası değil, yeniden ABD doları kullanılacak.

ENERJİDE EMPERYALİST PLAN

Britanya sermayeli enerji, kimya, yenilenebilir enerji, metal ve madencilik endüstrilerine veri sağlayan küresel araştırma ve danışmanlık kuruluşu Wood Mackenzie (WoodMac), metal ve madencilik için ‘süper bölge’ önerdi. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ‘süper bölge’ projesi ‘Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Güney Asya’yı kapsıyor.

Wood Mackenzie, sermayenin artan enerji ihtiyaçlarına yanıt olabilecek yeni maden kaynaklarını gözüne kestirdi. Britanya sermayesi tarafından hazırlanan rapora göre maden ve değerli metal üretimi için ‘süper bölge’ oluşturulması planlanıyor. Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Güney Asya’dan oluşan süper bölgede Türkiye de yer alıyor.

Rapora göre 2.5 santigrat derecelik küresel ısınma senaryosunda elektrikli binek araçları, fotovoltaik (PV) sistemler ve rüzgar türbinlerinin satışlarının 2030 yılına kadar yüzde 164, yüzde 171 ve yüzde 132 oranında artması bekleniyor. Bu teknolojilerin mevcut ve tahmini satışları, bazı ham maddeler için benzeri görülmemiş bir talep yaratıyor.

Örneğin ortalama bir elektrikli araç, içten yanmalı motorlu (ICE) bir araca göre altı kat daha fazla mineral gerektirirken, rüzgar enerjisi, gazla çalışan bir tesise göre otuz kat daha fazla bakır yoğun olabilir. Genel olarak kobalt, lityum ve nikel gibi minerallere olan talebin 2040 yılına kadar sırasıyla yüzde 60, 300 ve yüzde 90 oranında artacağı öngörülüyor.

“Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler ve piyasalar, artan maden talebini karşılamak için yavaş yavaş harekete geçmeye başlıyor” denilen raporda, “Şirketler ayrıca enerji dönüşümüyle bağlantılı maden arama ve operasyonlarını da hızlandırıyor” ifadeleri kullanılırken şu örneğe yer verildi: “Temel durum 2.5°C senaryomuzda, 2030 yılına kadar teorik talep ile lityum ve neodimyum gibi minerallerin taahhüt edilen arzı arasında yüzde 10’dan fazla bir fark olacağını tahmin ediyoruz. 1.5°C’lik bir patikayı tutturmak, çoğu geçiş mineralinde daha da ciddi eksikliklere yol açacaktır. 1.5°C hedefi kapsamında, 2030 yılına kadar taahhüt edilen kobalt, lityum ve grafit arzının talebin yüzde 70’inden azını karşılayacağı öngörülüyor. Wood Mackenzie, arz talep açığını kapatmak ve küresel sıcaklık artışlarını sanayi öncesi seviyelerin 1.5°C üzerinde sınırlamak için 2030 yılına kadar kritik minerallerin madenciliği, rafine edilmesi ve eritilmesi için yaklaşık 400 milyar ABD doları tutarında CAPEX’e ihtiyaç duyulacağını tahmin ediyor.”


                                                 Veriler: Mackenzie Grafikler: Evrensel


YENİ TEKNOLOJİLER, YENİ MADENLER İSTİYOR

Raporda gelişen teknolojiye bağlı olarak, üretimin ihtiyaçlarının da zaman içinde değiştiği vurgusu yapıldı. Raporda şu gerekçelere yer verildi:

Metal ve madencilik sektörünün daha sorunsuz ve daha hızlı bir enerji geçişini kısıtlamak yerine mümkün kılabilmesini sağlamak için daha fazla üretime yönelik arz ve yatırım gerekiyor. Madencilik projeleri için uzun teslim süreleri, yatırımın derhal artması gerektiği anlamına geliyor.

Pek çok temiz enerji teknolojisinin uygulamaya konması yıllar alacağından ve sonunda geri dönüşüm akışına gireceğinden, kullanım ömrü sonundaki ham maddelerin maden tedariki üzerinde yalnızca 2030’ların ortalarında büyük bir etkisi olacak.

AVRUPA SERMAYESİ ÇİN İLE REKABET EDİYOR

Raporda, ham madde üretiminde Çin egemenliğine dikkat çekilirken, Çin ile rekabetin asıl unsur olduğu kaydedildi: “Çin’in maden rafinajı ve teknoloji üretimindeki hakimiyeti belirgindir. Örneğin, lityum iyon pil tedarik zincirinde Çin, küresel kobalt, lityum, nikel ve sentetik grafit rafine etme kapasitesinin sırasıyla yüzde 74, 67, 84 ve 52’sini ve küresel kapasitenin yüzde 80, 74 ve 79’unu kontrol ediyor. Devasa ekonomik fırsatların yanı sıra bu dinamikler, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Avustralya ve Kanada dahil olmak üzere Batılı ulusları yatırım çekmek, üretimi teşvik etmek ve tedarik zincirlerinin stratejik aşamalarını yakalamak için çok çeşitli politikalar uygulamaya yöneltti. Doğu Asya’da, doğal kaynak sıkıntısı çeken iki ülke olan Japonya ve Güney Kore, onlarca yıl önce minerallerin stratejik önemini fark etti ve alt üretim için yem sağlamak amacıyla yabancı madencilik varlıklarına yatırım yaptı. Güney Amerika ülkeleri de, son dönemdeki milliyetçi politika dalgasıyla madenlerden daha fazla değer elde etmeye çalışıyor. Bu arada, birçok maden tedarik zincirinin ana üreticisi olan Çin, maden tedarik zincirlerinin tüm aşamalarına yoğun yatırımlar yaparak rakiplerinden bir adım önde olmayı hedefliyor. Bu girişimlere rağmen, orta aşama işlemeye yönelik politika odağı büyük ilerlemeler sağlamakta başarısız olurken, tedarik zincirlerinin üst aşamadaki temel zorluklar büyük ölçüde ele alınmadan kalıyor. Örneğin bakır piyasasında, temel arz ile on yıllık süre için öngörülen talep arasında beş milyon tonluk zımni bir boşluk var. Bu arada projelerin taahhüt edilme hızı yavaşlıyor ve ima edilen arz açığını doldurmak için gereken yıllık 700 kt’un altına düşüyor. Maden fizibilite, inşaat ve üretime başlama sürelerinin 15 yıldan fazla sürmesi nedeniyle arz, talebi karşılayacak yolda değil.”

AB VE ABD SERMAYESİNİN ÇÖZÜMÜ: SÜPER BÖLGE

AB ve ABD sermayesi, Çin’e karşı ‘süper bölge’nin doğal kaynaklarını, mali ve insan sermayesini kullanmak istiyor. Süper bölge, kobalt, doğal grafit ve manganez gibi stratejik minerallerin sırasıyla yüzde 79, yüzde 53 ve yüzde 44’ünü barındırıyor.

Wood Mackenzie, süper bölgenin 2050 yılına kadar küresel elektrikli araç satışlarının yüzde 24’ünü oluşturacağını, dünya devlet varlık fonlarındaki sermayenin yaklaşık yüzde 42’sini elinde tutacağını ve 2050’lerin ortalarında küresel nüfusun yüzde 56’sını oluşturacağını tahmin ediyor.

Türkiye'de ocak ayında 212 yeni maden sahası açıldı.

TORBA YASA PATRONLARIN ÖNÜNÜ AÇIYOR

AKP milletvekilleri imzasıyla enerji piyasasına ilişkin 15 maddelik bir torba yasa Meclise sunuldu. Yedi ayrı kanunda değişiklik öngören yeni torba kanun maden, doğal gaz, yenilenebilir enerji sektörü için pek çok avantaj sağlıyor. Sunulan torba kanun teklifinin kabul edildiği durumda;

Yerli üretim ve farklı kaynaklardan ithal edilen doğal gaz, Türkiye’de sıvılaştırılarak dünya piyasalarına LNG olarak pazarlanabilecek. Mevcut depolama tesisleri düzenlemenin sisteme erişime ilişkin hükümlerinden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının görüşü alınarak kurul kararı ile belirli süre muaf tutulabilecek. Sıvılaştırma tesislerinde yürütülecek faaliyetlere ilişkin usul ve esaslar Bakanlık görüşü alınarak kurul tarafından belirlenecek.

Göller üzerine santral: Kıyı Kanunu’nda yapılacak değişiklikle göller üzerinde de imar planı yapılmaksızın yenilenebilir enerji üretim santralleri kurulabilecek.

‘Verimlilik’ teşviki: Enerji verimliliğini artırmak amacıyla hazırlanan projeler, Bakanlık tarafından 15 milyon lirayı geçmemek kaydıyla bedellerinin en fazla yüzde 30’u kadar desteklenecek.

Maden işletmek için rapor gerekmeyecek: Maden Kanunu’nda değişiklik yapılarak Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Komisyonu (UMREK) koduna göre raporlama zorunluluğu sadece IV. grup maden işletme ruhsatları açısından devam edecek. Diğer maden grupları açısından bu zorunluluk kaldırılacak. UMREK koduna göre rapor hazırlama şartı aranmaksızın MTA tarafından hazırlanan raporlar ile buluculuk hakkı kazanılacak.

Şirketlere birden çok kaynak izni, lisanssız da üretim yapılabilecek: Hidrolik kaynaklara dayalı ön lisans veya üretim lisansı sahibi tüzel kişiler tarafından yenilenebilir enerji kaynağına dayalı birden çok kaynaklı üretim tesisi kurulması mümkün olacak. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü veya Genel Müdürlüğün izniyle yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı lisanssız elektrik üretim tesisi kurulabilecek.

Enerji alımında dövize dönüş: YEKA yarışmalarına ilişkin usul ve esaslar, ilgili yarışma şartnamesinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından belirlenecek. Yarışma sonucunda oluşan fiyat ve/veya bedel, yarışma şartnamesinde belirlenecek süre boyunca YEK Destekleme Mekanizması kapsamında değerlendirilecek.

Lisansı dolan tesisler farkı ödeyerek lisans alabilecek: 10 yıllık süresini bitiren lisanssız üretim faaliyeti kapsamındaki tesisler, lisans alma bedeli ile lisans süresi boyunca elektrik piyasasında oluşan saatlik piyasa takas fiyatını, tesis tipi bazında uygulanan güncel YEK Destekleme Mekanizması fiyatından fazla olması halinde aradaki fiyat farkının YEK Destekleme Mekanizmasına katkı bedeli olarak ödeyerek lisanslı üretim faaliyetine geçebilecek. Lisanssız üretime devam edecek üretim tesislerinde üretilecek ihtiyaç fazlası elektrik enerjisi için, elektrik piyasasında oluşan piyasa takas fiyatını geçmemek üzere uygulanacak fiyat ve uygulamaya ilişkin usul ve esaslar cCumhurbaşkanı tarafından belirlenecek.

Afet bölgesinde elektrik kurulun belirleyeceği şartlarla sağlanacak: OHAL kararı alınan veya afet bölgesi olarak kabul edilen yerlerde, geçici süreli elektrik enerjisi talepleri kurul kararı ile belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde karşılanabilecek.

Kamulaştırmada ödenen bedel düşecek: Elektrik dağıtım tesisleri ve/veya nakil hatlarına ilişkin irtifak alanı, en düşük yaklaşım mesafesi, iletkenin salınım mesafesi ve direkler arası uzaklık dikkate alınarak ilgili mevzuata göre belirlenecek. Kamulaştırma bedelleri azaltılacak.

Nükleer sızıntıda tesisi işletenin sorumluluğu olmayacak: Nükleer Düzenleme Kanunu’nda yapılacak değişiklikle, taşıyıcı kişi sorumlu olabilecek. Tesisi işleten kişi nükleer maddelerin taşınmasına ilişkin sigorta yaptırma veya teminat gösterme yükümlülüğünü taşıyıcıya devredebilecek. Yükümlülüğü devralan taşıyıcı, işleten olarak sorumlu olacak.

"İKTİDAR TÜM KAYNAKLARA META GÖZÜYLE BAKIYOR"

İktidarın enerji politikalarının, ‘yenilenebilir’ kılıflı projelerinin ve Meclise sunulacak torba yasanın içerisindeki çeşitli maddelerin çevre üzerindeki tahribatını TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Evrensel’e anlattı:

Yenilenebilir enerji kaynak alanı ilan edilen alanlarda imar planı yapılmaksızın her türlü yenilenebilir enerji üretim santrali kurulmasının önü açılmaktadır. İmar planlarının ortadan kaldırılmasının sonucu, enerji santrallerinin etkileri sağlıklı bir biçimde değerlendirilmeden ve onay süreçlerinden geçmeden kurulması olacaktır.

Suların üzerine kurulacak güneş enerjisi santrallerinin sıcaklık değişikliği, oksijen geçişi, buharlaşma ve ışık geçirgenliği gibi parametrelerde olumsuz etkilerinden söz edebiliriz. Rüzgar enerjisi santrallerinin de kuş göç güzergahında olması durumunda kuş popülasyonuna etkileri, oluşacak titreşim ve manyetik alanın deniz ekosistemine etkileri göz önünde bulundurulmalıdır.

Özellikle son yıllarda iktidarın yatırım teşviklerini artırdığı termik santraller; yarattığı toprak, su ve hava kirliliğine neden olarak insan sağlığı üzerinde olumsuz etkilere yol açmakta ve erken ölümlere neden olmaktadır. İklim kriziyle mücadele etmek için fosil yakıtlardan çıkılması gerekirken iktidarın karbon salımını azaltma iddiasıyla nükleer santraller kurması hem ekosistem hem de tüm canlılar üzerinde geri dönüşü olmayan ve uzun vadeli etkilere yol açma riskini taşımaktadır.

Kamu yararından ziyade rant ve talan odaklı politikalarla orman alanlarına RES, derelere, akarsulara HES, tarım arazilerine JES ve GES projeleri; “yeşil enerji” ve “yenilenebilir enerji” gibi maskelerle süslenerek yaşamı yok etmektedir. Dahası, bu gibi projelerde biyolojik çeşitlilik, tarihi eserler ve kültürel mirasın göreceği zararlar da göz önünde bulundurulmamaktadır.

Burada asıl sorun iktidarın tüm doğal kaynaklara meta gözüyle bakması ve kâr süreçlerine dahil etmesi. Dün “çevreci” ilan edilen HES’ler ile yok edilen su ekosistemleri, bugün bambaşka projelerle ve teşviklerle yine sermayenin hedef tahtasına oturtulmakta. Dün termik santrallerin bacalarına filtre takılmasına karşı çıkanların bugün yenilenebilir enerjiden, yeşil dönüşümden bahsetmesi yaşam alanları ve iklim krizi için çözüm değil ancak yeni sorunlar doğuracaktır. Çünkü amaç iklim kriziyle mücadele değil, sermaye birikimi için yeni rant alanları doğurmaktır.

İnsanlığın yaşamını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu şey temiz enerjidir. Yenilenebilir enerji ancak bulunduğu bölgedeki biyolojik çeşitliliği göz önünde bulunduran, insanların yerinden edilmesine neden olmayacak ve doğal varlıkları gözetecek bir şekilde üretildiğinde gerçek anlamda temiz enerji olarak nitelendirilebilir. Bu nedenle savunmamız gereken şey yenilenebilir enerji yalanı değil, temiz enerji olmalıdır.

Yapılan yasa değişiklikleri kamu yararı ya da enerji güvenliği sağlamak yerine gözünü doğal varlıklara diken sermayeye kaynak yetiştirmek için doğa talanının önünü açmaktadır. Dünün fosil yakıtlı motor üreticileri iklim krizinin baş suçlularından birisiyken bugün aynı şirketler elektrikli araçlarla “çevreci” marka pozlarına bürünmekteler. Üstelik bu “doğa dostu” üretim modelleri için teşvik adı altında devletten, yani halkın parasından ödenek almaktadırlar. Bu vb. torba yasalarla yapılan kanun değişikliklerine duyulan en büyük ihtiyaç, büyümekte olan “yeşil enerji” sektöründen maksimum karlılığı elde etmenin önündeki yasal engellerin kaldırılmasıdır.

"İKTİDARIN TEMEL HEDEFİ ENERJİDE ÖZELLEŞTİRME"

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Nur Güleç, iktidarın enerji politikasını ve neden böyle bir torba yasa teklifine ihtiyaç duyulduğunu Evrensel’e anlattı:

Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 60’a yakın. Türkiye’de enerji üretimi için hidroelektrik, biyogaz, rüzgâr, güneş santralleri ve termik santraller var. Türkiye’de termik ve hidroelektrik santrallerin yaşı oldukça fazla olduğu için verimi düşük. Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir kaynaklarda da verim en yüksek olduğu durumda yüzde 50 oluyor. Doğal olarak bu durumda doğal gaz önemli bir girdi haline geliyor.

Enerji alımında garantinin artık TL üzerinden verilmeyecek olması ise tamamen ekonomik bir sebep. Hesap yapılırken maliyet ve gelir arasında artık uçurumlar oluşmaya başladı. TL üstünden enerji bulunamamaya başlandı, o nedenle paranın paritesi değiştirilerek yabancı para kaynaklarına geçiş yapılıyor. Ancak şu anda dünya enerji fiyatları kısa vadede yükselmeyecek, enerji piyasası dengede. Dünyada enerjinin maliyeti değişmeyecek ancak alım garantisinin TL yerine döviz cinsinden yapılacak olması tüketiciye doğrudan yansıyacaktır.

Aslında enerjiye ilişkin atılan tüm adımlar ekonomik koşullara önlem olarak alınmak istenen tedbirler. Ancak enerjiye ilişkin yavaş yavaş ilerleyen bir süreç var: özelleştirilme. EÜAŞ’nin özelleştirilmeyen bir yüzde 17’lik payı var. Bunun özelleştirilmesi sürecini geçen yıllarda kanun olarak çıkardılar fakat aktif değil. Aktifleşmesi durumunda enerji üretimi tamamen özel sektörün eline geçecek. Bu koşullarda atılan tüm adımlar buna yönelik gibi gözüküyor.

Nisa Sude DEMİREL- Uğur ZENGİN / EVRENSEL