Saray’daki AKP’li İstanbul’u geri alabilmek için yanıp tutuştuğundan perde arkası pazarlıklara hız verildi.
Saray’ın, Kürtçülüğü araç edinen siyasi hareket ile yürüttüğü görüşmelerde öne çıkan önerileri şöyle sıralayabiliriz:
1- AKP’ye destek olacak adımlar atılması karşılığında Selahattin Demirtaş cezaevinden çıkarılacak.
2- Kobani davası, yargılananlar açısından olumlu sonuçlandırılacak.
3- Cezaevlerinde bulunan ve siyasi kadroların çoğunlukta olduğu 15 bini aşkın tutuklu serbest bırakılacak.
Saray, İstanbul’u istiyor. Gerisi ayrıntıdır onun için.
ABD’Yİ KIRARLAR MI HİÇ?
İsveç’in NATO üyeliğine onay verilmesi, Türkiye’nin siyasi ve askeri yakın tarihine bakıldığında hiç de beklenmedik bir olay değil.
İkinci Dünya Savaşı sonundan bu yanaki gelişmeler, Türkiye’yi yöneten siyasetçiler ve askeri bürokrasinin Amerika’ya bağımlılıktan asla ayrı düşemeyeceğinin örnekleri ile doludur:
DP döneminde Milli Emniyet Hizmeti Reisliği’ne getirilen general Behçet Türkmen, emekli olduktan sonra ünlü Amerikan şirketi Coca-Cola’yı Türkiye’ye getiren kişi olur. Behçet Türkmen’in oğlu İlter Türkmen de ABD’ye, NATO’ya büyük ödünler verilen 12 Eylül cuntası sürecinde Dışişleri Bakanlığı’na atanır.
DP iktidarının Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, 1958’de İzmir’de Six Ataf adıyla anılan NATO Hava Kuvvetleri karargâhında bir brifinge katılır. Orada yaptığı konuşmada Türk, Amerikan, İtalyan ve Yunan general ve subaylarına “Hava savunma babında bu memleket sizindir” der. Aynı Erdelhun, 1960 devrimine giden günlerde, dönemin ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Fletcher Warren ile her gün temas içindedir ve Türkiye’deki gelişmeleri kendisine aktarır.
27 Mayıs 1960’ta Milli Birlik Komitesi’nin 27 numaralı tebliği ile dışişleri bakanının Fahri Korutürk olarak açıklanmasına karşın, bir iki saat sonra bu göreve Selim Sarper getirilir. Selim Sarper’in bakanlığa getirilmesinde ABD ile yakın ilişkilerinin etkisi olduğu bilinmektedir.
12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştiren Kenan Evren ve dört general için Amerikan istihbarat örgütüne “Ankara’daki çocuklar yaptı” değerlendirmesi yapılmıştır.
Süleyman Demirel yıllarca “Morrison Süleyman” olarak tanınmış; başbakanlık, ardından cumhurbaşkanlığı yapan Turgut Özal ANAP’ı kurarken ABD’den destek almıştır.
ABD vatandaşı olduğu saptanan Tansu Çiller de başbakanlık yapmıştır.
2002 yılında New York’ta toplanan Dünya Ekonomik Forumu’na Kemal Derviş ve İsmail Cem ile birlikte “Türkiye’de yükselen lider adayı” olarak çağrılan Recep Tayyip Erdoğan, o yıldan beri Türkiye’nin başındadır.
ABD’den liyakat madalyası almış olan Hulusi Akar, Genelkurmay Başkanlığı makamında 15 Temmuz darbe girişiminde casusluk örgütü FETÖ’ye teslim olmasına karşın AKP iktidarı tarafından sürekli ödüllendirilmiş, milli savunma bakanı, milletvekili yapılmıştır.
Böyle bir geleneği olan ülke, İsveç için ABD’yi, NATO’yu kırabilir mi hiç?
ŞERİAT DESTEKÇİLERİ
Saray’daki AKP’li, kurdurduğu Diyanet Akademisi’nde şeriat çağrısı yaptı.
Diyanet Akademisi kurulmasına olanak tanıyan yasaya olumlu oy veren CHP milletvekilleri ile onları yönlendiren Kemal Kılıçdaroğlu’nun kulakları çınlasın!
/././
ABD’nin 2024 Çin stratejisi (Mehmet Ali Güller)
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan 30 Ocak 2024’te Dış İlişkiler Konseyi’nde yaptığı “ABD-Çin İlişkilerinin Geleceği” başlıklı konuşmasıyla ve CIA Direktörü William Burns, aynı gün Dış İlişkiler Konseyi’nin ünlü dergisi Foreign Affairs’te yayımlanan “Casusluk ve Devlet Yönetimi” makalesiyle, Washington’ın Pekin’e karşı 2024 stratejisini ortaya koydular:
ABD: ASIL RAKİBİMİZ ÇİN
Her iki yetkili de ABD’yi tahtından etme potansiyeline sahip tek ülkenin Çin olduğu saptamasını yapıyor öncelikle:
Sullivan: “Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine hem de bunu yapabilecek ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek devlet olduğunu tespit ettik.”
Burns: “Çin, ABD’nin hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine hem de bunu yapabilecek ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek rakibi olmaya devam ediyor. (...) Rusya en yakın tehdit olsa da Çin uzun vadede daha büyük bir tehdit.”
ABD’NİN MÜTTEFİK AĞI OLUŞTURMA ÇABASI
Trump yönetiminin Çin stratejisinin sorunlu olduğunu belirten Sullivan, Çin’e karşı “müttefik ağı” oluşturan yeni bir strateji uyguladıklarını belirtiyor: “Hint-Pasifik müttefiklerimiz ve ortaklarımızla bağlarımızı birkaç yıl önce pek mümkün olmayan, hatta düşünülemeyecek şekillerde güçlendirmeye çalıştık. AUKUS’u başlattık. Dörtlüyü yükselttik. Vietnam, Filipinler, Hindistan, Endonezya ve diğerleriyle ilişkilerimizi geliştirdik. Japonya ve Kore Cumhuriyeti ile Başkan Biden’ın Camp David’de ev sahipliği yaptığı tarihi bir zirve ile sonuçlanan tarihi bir üçlü başlattık. ASEAN’ın yanı sıra Pasifik Adaları liderleriyle de zirveler düzenledik.”
Sullivan’a göre bu stratejinin merkezinde “Avrupa ve Hint-Pasifik ittifaklarını birbirine bağlama” konusu var.
BÜYÜK REKABET
Gerek Sullivan gerekse Burns, ABD’nin Çin’e karşı tutumunu “büyük rekabet” olarak niteliyorlar ve içini şu şekilde dolduruyorlar:
Sullivan: “ABD ve ÇHC’nin ekonomik olarak birbirlerine bağımlı olduklarının ve ulus ötesi sorunları ele alma ve çatışma riskini azaltma konusunda ortak çıkarlara sahip olduklarının da farkındayız. On yıllar boyunca ÇHC’yi şekillendirmek ya da değiştirmek için gösterilen açık ya da zımni çabaların başarılı olmadığının farkındayız. ÇHC’nin öngörülebilir gelecekte de dünya sahnesinde önemli bir oyuncu olmasını bekliyoruz. Bu da rekabet ederken bile birbirimizle yan yana yaşamanın yollarını bulmamız gerektiği anlamına geliyor. ÇHC ile rekabet çatışmaya, karşı karşıya gelmeye ya da yeni bir Soğuk Savaş’a yol açmak zorunda değildir.”
Burns: “Çin ile rekabet, bu ülke ile ABD arasındaki yoğun iktisadi karşılıklı bağımlılık ve ticari bağlar zemininde gerçekleşiyor. Bu tür bağlar iki ülkeye ve dünyanın geri kalanına oldukça iyi hizmet etti ama aynı zamanda ABD’nin güvenliği ve refahı açısından kritik kırılganlıklar ve ciddi riskler yarattı.”
ABD NE YAPACAK?
Peki seçim yılı olan 2024’te ABD Asya-Pasifik’te, Avrupa’da ve Ortadoğu’da nasıl bir yol izleyebilecek?
Sullivan: “Uluslararası hukukun izin verdiği her yerde uçarak, yelken açarak ve faaliyet göstererek bölgede seyrüsefer özgürlüğünü desteklemeye devam edeceğiz. Ve ulusal güvenliğimizi korumak üzere tasarlanmış özel ulusal güvenlik tedbirlerini uygulamaya devam edeceğiz. (...) Kızıldeniz’den Kore Yarımadası’na kadar zorlu bölgesel ve küresel meseleler hakkında Pekin ile konuşacağız.”
Burns: “Çin ile rekabet Washington’ın en yüksek önceliği olmaya devam edecek, ancak bu diğer zorluklardan kaçabileceği anlamına gelmiyor. Bu yalnızca ABD’nin dikkatli ve disiplinli bir şekilde hareket etmesi, aşırıya kaçmaktan kaçınması ve nüfuzunu akıllıca kullanması gerektiği anlamına geliyor.”
/././
Yeşil darbe (Mehmet Ali Güller)
21 yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), CHP’li vekillerin desteğiyle anayasayı değiştirerek Erdoğan’a milletvekili olma yolu açtı.
21 yıl sonra TBMM, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymayarak Hatay’dan seçilen Can Atalay’ın milletvekilliğini düşürdü.
21 yıllık bu dönüşüm, AKP’nin renkli darbelerinin son halkasıdır: AKP, ABD destekli turuncu darbe ile iktidar oldu, FETÖ destekli mavi darbeyle devletin kurumlarını tasfiye etti, Türk-İslam sentezli yeşil darbe ile kendi rejimini inşa etmeye çalışıyor.
MİLLETİN İRADESİNİ YANSITMAYAN MECLİS
TBMM, fiilen artık milletin meclisi değildir çünkü vekilleri, milletin aleyhine karar almaktadır. Sadece son bir haftada alınan şu iki karar bile vekillerin oylarının milletin tutumunu yansıtmadığını göstermektedir:
1) Milletin çoğunluğunun tutumunun aksine, Meclis’teki vekiller NATO’nun genişleme programını onayladı.
2) Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyulmadı ve Can Atalay’ın milletvekilliği hukuksuz olarak düşürüldü.
Öyle bir hukuksuzluk ki zaten “anayasal düzen” olmaktan çoktan çıkmış düzeni, artık “anayasalı düzen” saymak bile zor...
ANAYASAYA DARBE
Can Atalay üç kez Anayasa Mahkemesi’ne hak ihlali için başvurdu. Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararı verdi ama hem İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi hem de Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Saray’ın desteğiyle karara uymadı. Üstelik Yargıtay 3. Ceza Dairesi, “Anayasa Mahkemesi’nin kararının hukuki değerinin olmadığını” savundu!
Böylece Yargıtay 3. Ceza Dairesi, bu tutumuyla anayasanın 153. ve 158. maddelerini yok saymış oldu. Anayasanın 153. maddesine göre “Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir” ve “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar”. Yine anayasanın 158. maddesine göre “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır”.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, iki maddeyi yok sayarak anayasayı da yok saymış oldu. Böylece Saray desteğiyle anayasaya darbe yapılmış oldu.
HEDEF: YENİ REJİM İÇİN YENİ ANAYASA
AKP için anayasa, uyulması gereken bir toplum sözleşmesi değil. İktidar o nedenle defalarca anayasayı değiştirdi, gücü oranında deldi. Hatta Bahçeli, “Madem Erdoğan anayasaya uymuyor, biz anayasayı Erdoğan’a uyduralım” diyerek Erdoğan’a “Türk tipi başkanlık modeli” hediye etti. O da yetmedi. Erdoğan sonrasında anayasaya aykırı olarak üçüncü kez cumhurbaşkanı oldu.
Sonuç olarak AKP, 21 yılda anayasayı neredeyse baştan aşağı değiştirdi, idari sistemi yıktı, parlamenter sistem yerine uygulaması “tek adam rejimi” olan başkanlık sistemini getirdi.
Ancak Saray’ın hâlâ ulaşamadığı hedefi var: Rejimi yıktı ama yerine yenisini tam olarak inşa edemedi. İşte Erdoğan “yeni anayasa” ile inşa etmekte olduğu rejimine anayasallık kazandırmaya çalışıyor. Saray, bu amaçla Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasında kendisini “hakem” gibi konumlandırarak “çözüm yolunun yeni anayasadan geçtiğini” savunuyor. Yani yarattığı krizi, kendisine kaldıraç yapmaya çalışıyor.
MECLİS YOKSA ALANLAR VAR
Can Atalay meselesinin iktidar açısından bu kadar önemli olmasının nedenlerinden biri de Gezi’dir, yani milyonların katıldığı Haziran Halk Hareketi’dir.
İktidar, -tekrarlanmamasını umarak- Gezi’yi “suç” gibi göstermeye çalışıyor. O nedenle de Can Atalay başta, Gezi davasından tutuklananların içeride kalmasını sağlamaya uğraşıyor.
Ancak mesele şu: Haziranda milletin iradesi alanlardaydı, Meclis’in iradesine darbe vurulduğu şartlarda, milletin iradesini yine alanlarda göstermesi, anayasal hakkıdır.
/././
‘Sen kimsin ve kimi tehdit ediyorsun’ (Miyase İlknur)
Gezi Direnişi sırasında insanların üzerine gaz, plastik mermi ve TOMA’larla polisleri saldırtan dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan hızını alamayıp “Evlerinde zorla tuttuğumuz ülkenin en az yüzde 50’si var” diyerek tehdit sopasını da kullanmıştı.
Bir devlet adamının ağzından çıkan bu sözler dehşet vericiydi. Yanlış anlamayın evinde zorla tuttuğu yüzde 50’den korktuğumuzdan değil, hukuku uygulamakla yükümlü ve anayasadan kaynaklı gösteri hakkını kullanan sivil halkı, kendisini destekleyen paramiliter gruplarla tehdit etmesiydi dehşet verici olan.
Başbakanın bu sözlerine muhalefet liderleri anında tepki gösterdiler. Ama içlerinden birinin sözleri kayda değerdi. Şöyle diyordu o muhalefet lideri:
“Başbakan diktatörlüğe kaymaktadır. Polis, aldığı talimatlar gereğince şiddete başvurmaktadır. AKP, tıpkı Nazileri aratmayacak derecede sanki gaz odalarına başvurmaktadır. Başbakan ve hükümeti insanlarımızın özelini işgal etmekte, her şeye burnunu sokmaktadır.
Erdoğan’ın böyle bir ortam ve gündem içinde gitmekten vazgeçmediği yurtdışı seyahati öncesinde, bir basın mensubu ile polemiğe girerek ‘Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var’ ifadeleri talihsizlik, aynı zamanda da büyük bir sorumsuzluk örneğidir. Sayın başbakan sen kimsin ve kimi tehdit ediyorsun. Kendi partinin bir belediye başkanı gibi sen de Taksim’deki itirazları bir kaşık suda boğmak merakında mısın? Kara gömleklilerini ve bindirilmiş kıtalarını nereye konuşlandırdın?”
Hepimizin altına imzasını atacağı bu sözleri sarfeden bu muhalefet lideri, başbakana sorumluluğunu anımsatarak “Kara gömleklilerini ve bindirilmiş kıtalarını nereye konuşlandırdın” sorusu ile de gayri yasal işlere soyunmaması konusunda uyarılarda bulunuyordu.
Peki kimdi bu sözleri söyleyen muhalefet lideri?
TORBACILARLA YAPMA MAFYAYI KULLAN
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli.
Eminim şaşırmadınız. Sayın Bahçeli’nin pek çok konuda geçmişte söylediklerinin tam zıddı şeyler söylediğinin çetelesini tutmaya kâğıt kalem yetmez.
Erdoğan’ın Gezi Direnişçilerini tehdit eden sözlerine karşı esaslı posta koyan Bahçeli, şimdi Gezi Direnişi nedeniyle tutsak alınan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliğinin darbe yoluyla düşürülmesine tepki gösterenleri aynı sözleriyle tehdit ediyor.
“Sokağı ve kanunsuz direnişi adres gösterenler, dahası ülkemiz aleyhine her türlü pozisyonun alınmasından bahsedenler husumet figüranlarıdır. Hiç kimse bedeli ve sonuçları çok ağır olacak bir yanlışın faili olmamalıdır.”
Şimdi biz de Bahçeli’ye soralım: Ne olurmuş bedeli? Sen de kara gömleklilerini ya da torbacıları mı üstüne salacaksın gösteri yapanların? Belki de Sinan Ateş cinayetinde çok iz bırakan amatör torbacılar yerine önünde el öpme kuyruğuna giren mafya liderlerini görevlendirirsin herhalde.
AKŞENER’İN AFİŞLERİ
İYİ Parti lideri, cumhurbaşkanı seçimleri öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nu, yerel seçimler öncesinde de İBB ve ABB başkanları İmamoğlu ile Yavaş’ı hedefine oturttu.
Önce partisinin içine müdahale etmekle suçladığı iki başkanı geçen gün de afişlerini bilboardlara asılmasına engel olmakla itham etti. Afiş olayında şirketin tehdit edildiği iddiaları somut kanıt olmadığı için bir şey demek mümkün değil. Ancak afiş demişken Akşener’in cumhurbaşkanı seçim sürecindeki bilboardları, üstgeçitleri donattığı afişler geldi aklımıza.
O afişlerde cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu ile kendisinin resimleri olması gerekirken İstanbul’da İmamoğlu, Ankara’da ise Yavaş’la kendisinin resimleri yer alıyordu. Ayıp olmasın diye de birkaç tane Kılıçdaroğlu’nun afişlerini görünmeyen yerlere astırmıştı.
Bu afişlerle topluma bir mesaj mı verilmek isteniyor diye Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez’e sorduğumuzda “Elbette bir mesajı da var bu afişlerin” demişti.
Afişle vuran afişle vuruldu desenize.
/././
Siyaset seçmenin; seçmen sağlığının derdinde (Şükran Soner)
Medyanın, istense de istenmese de büyük çoğunluğu iktidarın emrinde, azı eleştirel olsa da olmasa da aynı türden haberlerle dolup taşması kaçınılmaz. İşin en moral bozucu yanı, televizyonların söz konusu yayınlar sürecinde, düğmelere basılmasını kaçınılmaz kılan bıktırıcılığında. Elbette iktidarın finans kaynakları ile destekledikleri işler tıkırında. Eleştirel yaklaşanlar için ise yokuşları tıksırır gibi tırmanmakta zorlanan eski trenlerin tıksırıkları gibi çıkabilenleri... Biz izleyenler kendimize daha yakın bilgi alabileceklerimizi seçmekte çırpınıp duruyor olsak da zaman içinde haber içeriklerinin aynı tornadan çıkmış gibi benzerliklerinden yoruluyoruz.
Yaşadıkları zorluklardan bıkkınlık içindeki çoğunluk, dinleyeni olsa da olmasa da artık tepkilerini sesini yükseltmiş olarak duyurmaktan korkmayacak kadar çaresiz. Küçücük çocuklara açlıktan ölmemek üzere salçalı ekmek yedirmek zorunda kalan büyükleri susabilirler mi? Yakalandığı ağır hastalık yaşamla ölüm arasında bırakmışken ilacını alamayan, doktora gidemeyen, tedavisini yaptıramayan çaresiz hasta sesini çıkarmadan durabilir mi? Ağır hasarlı olduğu için, içine giremediği depremin vurduğu evinden eşyalarını çalmakta olan hırsızı korkutmak umuduyla havaya ateş eden depremzedenin delirdiğini söyleyebilir miyiz?...
Taşındığım yeni evimde oğlumun yönlendirmesi ile çok iyi çalışmış ancak uzunca bir süre telefonu yanıt vermemiş ustanın yaşadıklarını öğrenince kulaklarıma inanamadım. Deprem yıkımı için boşaltılan işyerine iş dönüşü risk nedeniyle mühürlendiğini görüp iş gereçleri içeride kalan usta ne suç işlemiş? Kesinlikle içeri girmesine izin verilmeyince nöbetçi olmayan bir saatte içeri girip alabileceklerini almış. Polisten bir konuda bilgi alınacağı söylenerek çağrılmış, doğal olarak kandırıldığından habersiz gitmiş. Sorgusuz hapse atılıp sabıkalıların arasında haftalarca tutulmuş. Lütfedilip dışarı çıkabildiğinde telefonu geri verilmediğinden ailesi bile habersiz kalmış. Ne menem bir sadistliktir bu?
***
Her tür suçun yapanın yanında kâr kaldığı bir düzende, yaşam ezenler ile ezilenler arasında birbirinden iğrenç örneklerle çoğaldıkça, balık baştan kokmuş olarak ülkenin her köşesinde sayısız örneklerle çöp dağları gibi yükseldikçe ne olmasını bekliyoruz ki? Haksızlık, hukuksuzlukların örnekleri ülkemizin her yanından yapanların yanında kaldığı bir düzen belgeleri, görselleri ile yüzlerimize vuruldukça nasıl tepkiler gelir? En alttakiler nereye kadar ezilebilir? Ülkemiz çok sert sınav günlerinden hep birlikte geçirildiğimiz bir düzenin içinde, karmaşa, kaosları yaşıyor.
Çoğunluk yaşam refleksi, yaşam yollarının bulunabilmesidir. Refleks olarak kurtuluş gibi gelen çıkışlarımızla daha ağır bedeller ödemekte olduğumuzun deneyimleri katlandıkça yine yaşam güdüsü ile daha akılcı olabilmenin, akılca çareler üretmenin yolları aranmaz mı? Yaşam arayışları kaçınılmaz olduğuna göre de ufaktan ufaktan öncesi başlamak üzere dipten gelen dalgalar oluşup güçlenmezler mi?
İsterseniz haber akışlarını biraz daha dikkatli, tam da bu gözle okumaya çalışalım. Haberci yandaşmış, hak arayanmış fark etmez, beş aşağı beş yukarı akış değişmez oldukça, bilinçaltının çalışması derinleşip güçlenmez mi? Yaşamın her alanına dönük, önce pıtır pıtır, sonrasında patır patır haykırışlar, eylemlerin yükselişini, direnişleri hâlâ göremiyor muyuz? Safları sıklaştırımıyor muyuz? Katılmayanlar hiç boşuna sızlanmasınlar, hâlâ uyanamamış, uyuyanlar saflarındalar.
(Cumhuriyet)