6 Şubat 2024 Salı

6 ŞUBAT 2023 (DEPREM DOSYASI) - 6 ŞUBAT 2024 -

1) Şimdi de deprem anmalarını yasaklıyorlar: Malatya Valiliği'nden 3 günlük yasak (soL)

                                                                             Vali Ersin Yazıcı

6 Şubat tarihli depremlerden en çok etkilenen illerin başında gelen Malatya'da, valilik tarafından depremin yıldönümünde yapılacak anma ve törenlere yasak getirildi.

Merkez üssü Kahramanmaraş olan ve 11 ili etkileyen depremlerin üzerinden bir yıl geçti. Açıklanan resmi verilere göre, depremlerde 53 bin 537 kişi yaşamını yitirirken, 107 bin 213 kişi de yaralandı. 36 bin 932 bina deprem anında yıkılırken, yüz binlerce bina da kullanılamaz durumda.

Depremzedelerin yaşadığı sorunlar ise devam ediyor. Depremin ilk anından bu yana mağdur edilen edilen yurttaşlar, elektriksiz ve susuz bırakılıyor, "Bizi seçmezseniz hizmet gelmez" denilerek açıkça tehdit ediliyor, çadırlara ve konteynerlere mahkum ediliyor.

Şimdi de depremlerden en çok etkilenen illerin başında gelen Malatya'da, valilik tarafından depremin yıldönümünde yapılacak olan anma ve törenlere yasak getirildi.

Valilikten 3 günlük yasak

Malatya'da 3 gün süreyle basın açıklaması, toplantı ve gösteri yürüyüşü, miting ve açık alan etkinlikleri yasaklandı.

Malatya Valiliği söz konusu yasağın 5 Şubat Pazartesi günü saat 00.01'den 7 Şubat Çarşamba günü saat 23:59’a kadar süreceğini bildirdi.

Valilik tarafından yapılan açıklama şöyle:

"Malatya Valiliği'nin Oluru ile Valilik ve Kaymakamlık Makamının uygun göreceği etkinlikler ile 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli deprem felaketinde vefat eden vatandaşlarımızı anma amaçlı yapılacak etkinlikler, kamu kurum ve kuruluşlarının düzenleyeceği, resmi bayram, resmi anma ve kutlamalar, spor faaliyetleri, bilimsel, ticari ve ekonomik amaçlarla yapılan etkinlik ve toplantılar hariç olmak üzere, yapılması muhtemel her türlü eylem/etkinlikler ile belirtilen konuların devamı niteliğindeki (toplanma, yürüyüş, basın açıklaması, oturma eylemi, araç konvoyu, her türlü karşılama uğurlama, açık ve kapalı yer toplantısı, açlık grevi, miting, stant açma, çadır kurma, bildiri/broşür dağıtma, afiş - pankart asma, imza kampanyası düzenlenmesi vb.) her türlü açık ve kapalı alanlardaki eylem/etkinlikler ile bu eyleme destek vermek amacıyla gelen araçların ve şahısların ilimiz sınırlarına girişlerinin, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/A ve 11/C maddeleri gereğince engellenmesi, ayrıca 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 17. ve 19. Maddeleri hükmü gereğince belirtilen konuların devamı niteliğindeki her türlü eylem/etkinliklerin Malatya İl Geneli (tüm dış ilçelerin tamamı Polis ve Jandarma Sorumluluk Bölgesi dahil) 05/02/2024 Pazartesi günü saat 00.01'dan 07/02/2024 Çarşamba günü saat 23.59'a kadar (3) gün süre ile YASAKLANMASINA karar verilmiştir."

TKP: Valiliğin kararı hükümsüzdür

TKP, Sol Parti, EMP, KESK ve kentteki diğer siyasi parti, sendika ve meslek örgütlerinin oluşturduğu 6 Şubat Platformu tarafından depremin yıldönümü nedeniyle anma programı ve anma yürüyüşü gerçekleştirilecekti.

Söz konusu yasakların ardından açıklamada bulunan TKP Malatya İl Örgütü, Malatya Valiliği kararının hükümsüz olduğunu belirtti.

Yarın saat 04.17'de Hayat Sitesi önünde kurum temsilcileri tarafından anma programı, ardından 12.30'da Emeksiz Caddesi üzerinde buluşarak anma yürüyüşü gerçekleştirilecek.

TKP Malatya İl Örgütü tarafından yapılan açıklama şöyle:

"Malatya Valiliği'nin 6 Şubat eylemlerini ve anmalarını yasaklama kararı hükümsüzdür.

6 Şubat 2023'te halkını, yurttaşlarını çaresizliğe terk edenlerin kararını tanımıyoruz. Unutmayacağız!

Hem bu kararı alanlardan, hem de 6 Şubat'ta yaşanılan yıkımlarda sorumluluğu olanlardan hesap soracağız."

Vali birçok kişiye mezar olan binaları diken müteahhitle poz vermişti

Malatya Valisi Ersin Yazıcı, iktidara yakın MÜSİAD'ın Malatya Şubesi tarafından 3 Ocak'ta düzenlenen ''Dost Meclisi'' toplantısına onur konuğu olarak katıldı.

Konuşmasını depremin Malatya'daki etkilerine ayıran vali, "Sizlerle birlikte bu görevi yapmaya ve şehri ayağa kaldırmaya gayret edeceğim'' dedi. MÜSİAD'lı patronlarla ''görüş alışverişinde bulunan'' Yazıcı, programın sonunda katılımcılarla birlikte fotoğraf çektirdi.

                               Malatya Valisi Ersin Yazıcı, MÜSİAD'lı Muharrem Poyraz ve Hüseyin Kalkan ile

Fotoğrafta Vali Yazıcı ile aynı kareye girenler arasında iki kişi dikkat çekti. Bu isimlerden ilki, inşa ettiği konutlarla depremde çok sayıda kişinin ölümüne neden olan ve tutuklanan müteahhit Muharrem Poyraz'dı. Valinin yanındaki diğer isimse depremin ardından muhalefet partilerine yönelik provokasyonlara imza atan ve bu nedenle gözaltına alınan Hüseyin Kalkan'dı.

                                                               /././

2)Jeoloji Mühendisleri Odası'ndan 6 Şubat raporu: Sorumsuzluk sonucu yaşanan bir katliam (soL)

Jeoloji Mühendisleri Odası 6 Şubat'tan bir yıl önce Cumhurbaşkanı dahil tüm yetkilileri raporlarla uyardıklarını belirterek sonucu "sorumsuzluk ve bunun sonucu yaşanan katliam" olarak niteledi.

Jeoloji Mühendisleri Odası 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremlerde meydana gelen ölümlerin ve yaralanmaların "sorumsuzluk ve bunun sonucu olarak yaşanan bir katliam" olduğu değerlendirmesini yaptı.

Depremin birinci yılında "Afet Risklerine Karşı Kırılganlığımız Artmaya Devam Ediyor" başlığıyla bir rapor yayımlanan Jeoloji Mühendisleri Odası 24 Ocak 2020'de 6,8 büyüklüğündeki Elazığ depreminden sonra "Fay Üzerine Oturan Kent Raporları" hazırladıklarını hatırlattı.

Bu raporların Cumhurbaşkanı başta olmak üzere TBMM Başkanı, TBMM’de grubu bulunan tüm siyasi partilerin genel başkanları, ilgili bakanlar, milletvekilleri, valilikler ile belediye başkanlıklarına gönderildiğini belirten Jeoloji Mühendisleri Odası, olası risklere dikkat çekilerek depreme ilişkin önlemlerin alınmasının acilen istendiğini bildirdi.

"Fay Üzerinde Yaşayan İllerimiz: Kahramanmaraş" raporunda il merkezinin "10-11 km kadar güneyinden geçen Doğu Anadolu Fayının Pazarcık ya da Türkoğlu segmentinin 1513 yılından bu yana yıkıcı deprem üretmediği, 7.4 büyüklüğüne varacak bir deprem üretme potansiyeline sahip olduğu ve Türkiye’nin üzerinde deprem beklentisi olan önemli sismik boşlularından birisi” olduğu belirtilerek gerekli önlemlerin acilen alınması talep edildiği hatırlatıldı.

"Fay Üzerinde Yaşayan İllerimiz: Hatay" raporundaysa "Hatay kent merkezi (Antakya ve Defne) dahil Hassa, Kırıkhan, Reyhanlı, Dörtyol, Erzin ilçe merkezleri ile 25 mahallesi doğudan diri fay hatları veya zonlan üzerine oturmaktadır. Tarihsel dönemde çok sayıda yıkıcı depremle karşı karşıya kalan Hatay ilimizin deprem zararlarından etkilenmesinin önlenmesi amacıyla bir dizi çalışmayı acilen başlatması gerektiği”nin ifade edildiği kaydedilen açıklamada yine Osmaniye için de benzer öneriler dile getirildiği anımsatıldı.

Ne bir soru sordular ne halkı uyarma gereği duydular

Ancak bu raporlar 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremlerden yaklaşık bir yıl önce dağıtımlı olarak ilgili tüm kişi ve kurumlara gönderilmesine rağmen merkezi ve yerel idarelerin tek bir tedbir almadığı gibi Odaya bir soru dahi sormadıkları, halkı uyarma gereği de duymadıkları vurgulandı.

6 Şubat depreminin 11 ilde 15 milyonu aşkın kişiyi etkilediği kaydedilen raporda "Resmi açıklamalara göre 53 bin 537’si ülkemizde, 8 bin 476’si Suriye’de olmak üzere toplam 62 bin 13 kişi yaşamını yitirmiş, yaklaşık 107.500’ü ülkemiz insanı olmak üzere toplamda 122.000 kişi yaralanmıştır. 310 bine yakın bina ve bina türü yapı yıkılmış ya da ağır hasar almıştır
Baraj, gölet, boru ve enerji nakil hatları, köprü, otoyol, viyadük, tünel, demiryolu, limanlar, hava limanları gibi altyapı, enerji, telekomünikasyon, yol, kanalizasyon, içme ve kullanma suyu şebekesi gibi birçok sayıda tesis zarar görmüş veya kullanılmaz hale gelmiştir. 1,5 milyonu aşkın insanımız barınma sorunu ile karşılaşmış, 2 milyonu aşkın insanımız bölgeden göç etmek zorunda kalmıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) verilerine göre çok sayıda işyeri, ofis, fabrika ve sanayi tesisinin yıkılması veya ağır hasar görmesi nedeniyle 650.000’den fazla insanımız geçim olanaklarını yitirmiştir. TBMM Deprem Zararlarını Azaltma Komisyonun Raporuna göre deprem 148.8 milyar dolar ekonomik kayba neden olmuştur
" denildi.

Sorumsuzluk ve katliam

Raporda depremdeki kayıpların ve yaralanmaların "sorumsuzluk ve bunun sonucu yaşanan bir katliam" olduğu değerlendirmesine yer verildi:

"Sonuç olarak, bir kısmı yukarıda belirtilen raporlar çerçevesinde konuya bakıldığında, gerek siyaseten sorumlu olan Sayın Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, TBMM Grubu bulunan tüm partilerin Genel Başkanları, bölge milletvekilleri ile idari sorumlu olan Bakanlar, Belediye Başkanları, Valiler ve ilgili genel müdürler yıllardır uyarılmasına rağmen bölge insanın depremlere hazırlanması, gerekli risk azaltma ve acil durum çalışmalarının yürütülmesi konusunda gerekli eylemleri hayata geçirmemişlerdir. Jeoloji Mühendisleri Odası uyarılara rağmen gerekli önlemlerin alınmaması sonucunda 53.537 insanımızın yaşamını yitirmesi, 107.000’i aşkın vatandaşımızın yaralanmasını SORUMSUZLUK ve bunun sonucu yaşanan bir KATLİAM olarak değerlendirmektedir."

'Doğa olaylarının afete dönüşmesi kader değil'

Jeoloji Mühendisleri Odası'nın raporunda afet riski altındaki alanların sağlıklı ve güvenli yaşam alanları haline getirilmesi, yani “insan odaklı ve afet dirençli kentler”in oluşturulmasının öncelikli ve acil bir ihtiyaç olduğu vurgulandı.

​​​​​Türkiye'nin afet sonrası müdahale ve iyileştirmeye odaklanan yapıdan bir an önce kurtularak afet öncesi tehlike ve risklerinin azaltılması konusuna odaklanması gerektiği vurgulanan raporda şu ifadelere yer verildi:

"Doğa olaylarının afete dönüşmesi 'kader' değildir ve toplumsal acıların tekrar tekrar yaşanmaması bizim elimizdedir. Doğa kaynaklı olayların afete dönüşmemesi ve ülkemizde yaşanan acıların tekrarlanmaması için doğa ve teknoloji kaynaklı afet risklerine karşı 'etkin bir mevzuat altyapısını, güçlü kurumsal yapılanmayı, afet güvenliğini önceleyen bir ekonomiyi, tedbirleri kararlılıkla uygulayan bir siyaseti ve afet farkındalığı yüksek bir toplumu' yaratmak ve bu yolda ilerlemek zorundayız. Üzerinde yaşadığımız yerkürede tanık olduğumuz gelişmelere, aklın ve bilimin ışığını yansıtmaya çalışmak temel anlayışımız olmaya devam edecektir."

                                                              /././

3)İMO'dan '6 Şubat' raporu: İktidar 650 bin konut sözünün yüzde 8'ini gerçekleştirdi (soL)

İnşaat Mühendisleri Odası'nın 6 Şubat tarihli depremlere ilişkin açıklamasına göre; iktidar 650 bin konutun yapılacağı yönündeki beyanlarının oldukça gerisinde kaldı.

Resmi verilere göre 50 binden fazlayurttaşın yaşamanı yitirdiği, yaklaşık 40 bin binanın yıkıldığı, 200 binden fazla binanın ise ağır hasar aldığı 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki 6 Şubat 2023 Depremlerinin üzerinden 1 yıl geçti.

Depremin üzerinden 1 yıl geçmiş olmasına karşın depremzedelerin yaşadığı sorunlarsa devam ediyor. Birçok farklı sorunla baş başa bırakılan yurttaşlar, verilen sözlere rağmen çadırlara ve konteynerlere mahkum edildi.

AKP iktidarı deprem sonrası kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, hayatın normale döndürülmesi doğrultusunda 319 binini 1 yıl içerisinde teslim etmek üzere toplam 650 bin konutun yapılacağı yönündeki beyanlarının oldukça gerisinde kaldı.

TOKİ verilerine göre; kısa vadede bitirilip teslim edilebilecek konut miktarı 25 bin civarında kaldı. Söz konusu veri, iktidarın verdiği sözlerin veya ortaya koyduğu hedefin ancak yüzde 8’ine tekabül ediyor.

İnşaat Mühendisleri Odası'ndan açıklama

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, 6 Şubat tarihli depremlerin 1'inci yılına dair açıklamada bulundu.

"Böylesi sarsıcı bir afetin ardından beklenen ve de olması gereken hiç şüphesiz, bugüne kadar alınmamış tedbirlerin alınması için derhal harekete geçilmesi, güvenli ve sağlıklı yapılaşma için bilim çevrelerinin, meslek odalarının önerilerinin hayata geçirilmesidir" ifadelerine yer verilen açıklamada, depremin üzerinden geçen 1 yılda bahsi geçen adımların atılmadığı vurgulandı.

'Dehşet verici seviyelerde olmasının önüne geçmek pekâlâ mümkündü'

Depremin, Türkiye tarihinin en büyük depremlerinden biri olduğu aktarılan açıklamada, "Bu kadar büyük ve yaygın depremler karşısında kayıpları sıfıra indirmek belki mümkün olmayabilirdi fakat ortaya çıkan yıkımın ve kayıpların böylesi dehşet verici seviyelerde olmasının önüne geçmek pekâlâ mümkündü" ifadelerine yer verildi.

Dünyada her yıl ortalama 7,0 ve üzeri 19 deprem olduğu ancak bunlardan sadece bazılarının yıkıcı etkisi olduğu belirtilirken, söz konusu etkinin depremin niteliğinden çok gerçekleştiği bölgedeki yaşam alanlarının kırılganlığından kaynaklanmakta olduğunun altı çizildi.

Açıklamada, "Ülkemiz ise yaşam alanlarının kırılganlığı açısından dünyada en olumsuz örneklerden birini oluşturmaktadır. Çünkü ülkemiz ortalama olarak her 1,5 yılda yıkıcı sonuçları olan depremleri yaşamasına rağmen bir türlü gerekli adımlar atılmamaktadır" denildi.

'Depreme hazırlık konusunda zafiyetler görmezden gelindi'

Açıklamada, Marmara depremlerinden bu yana geçen 24 yıllık zaman diliminde atılan adımların, yapılması gerekenlerin yanında son derece zayıf kaldığı ve son yıllarda Elazığ ve İzmir’de meydana gelen göreli olarak sınırlı depremlerde bile ortaya çıkan yıkımın boyutlarına rağmen depreme hazırlık konusunda zafiyetlerin görmezden gelindiği vurgulandı: "Sonuçta Şubat 2023 Depremlerinin büyüklüğü bahane edilerek yüzbinlerce konutun yıkımı veya ağır hasarlı hale gelmesi ilahi takdirle izah edilmiştir."

"Afet sonrası arama-kurtarma, yardım ulaştırma, beslenme ve acil barınma ihtiyaçlarını karşılama çalışmalarında kamu gücünün sınıfta kaldığı, geçmiş depremlerden ders alınmadığı tüm kamuoyunun malumudur" denilen açıklamada, yurttaşların dayanışma bilinci ve gönüllü çalışmalarının büyük katkısıyla depremin ilk elden yaralarının sarılması konusunda eksiklikler giderilmeye çalışılmış olsa da afete müdahalenin devamındaki aşamalarında da krizin yönetilemediği aktarıldı.

Deprem bölgesinde en temel insani ihtiyaçlara yönelik sorunların hâlâ devam ettiği belirtilierek, şöyle denildi:

"Geçici yerleşim alanlarının kurulması, enkaz kaldırma işlemleri, ulaşım, elektrik, su, kanalizasyon, haberleşme gibi altyapı hizmetleri, depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen sağlanamamıştır. Depremlerin 1. yılını geride bırakırken depremin en çok etkilediği Antakya başta olmak üzere deprem bölgesinde barınma, beslenme, sağlık, hijyen, içmesuyu, eğitim gibi en temel insani ihtiyaçlara yönelik sorunlar hala devam etmektedir. Yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı yapılar insan hayatını tehlikeye sokmaya devam ederken, kontrolsüz bir şekilde yürütülen enkaz kaldırma işlemleri çevreye ve insan sağlığına zararlar vermekte, enkaz toplama alanları ise içmesuyu kaynaklarını kirletmesi bakımından ciddi riskler oluşturmaktadır."

Söz verilen konut sayısının yüzde 8'ine ulaşılabildi

Şehirlerin yeniden kurulması, yeni yerleşim alanlarının oluşturulması, konut ve işyeri ihtiyacının karşılanması konularında seçim öncesi verilen taahhütlerin ötelendiği belirtilirken, diğer yandan yapılan çalışmaların da sağlıklı kentleşme ve güvenli yapılaşma açısından (yer seçiminden inşa kalitesine kadar) kaygı verici örnekler içerdiği ifade edildi.

Açıklamada, siyasi iktidarın deprem sonrası kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, hayatın normale döndürülmesi doğrultusunda 319 binini 1 yıl içerisinde teslim etmek kaydıyla 650 bin konutun yapılacağı yönündeki beyanlarının oldukça gerisinde kaldığına dikkat çekildi.

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının hasar tespit raporlarına ve TOKİ’nin resmi internet sitesinde yayınlanan bilgilere göre hazırlanan tablo

Açıklamada yer verilen tabloya göre, orta ve hafif hasarlı yapılar hariç olmak üzere, deprem bölgesindeki 11 il kapsamında yıkılan veya yıkılacak olan (konut, işyeri vb. dahil olmak üzere) toplam 674 bin 416 bağımsız bölüm bulunuyor. 

Açıklamada, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın hasar tespit raporları ve TOKİ’nin resmi internet sitesinde yayınlanan veriler ile 1 yılda gerçekleştirilen hedefler kıyaslandı:

"Son 1 yılda TOKİ tarafından ihalesi yapılmış konut miktarı ise toplamda 108 bin 936 adettir. Bu ihalelerin toplam bedeli 203.973.988.559,00 Türk Lirasıdır. Bunlardan bir kısmının inşasına henüz hiç başlanmamış olmakla birlikte, tamamlanma oranı %70’in üzerinde olan konut sayısı 25 bin 119 adettir. Yani kısa vadede bitirilip teslim edilebilecek konut miktarı TOKİ verilerine göre 25 bin civarındadır. Bu durum siyasilerin geçen yıl verdikleri sözlerin veya ortaya koydukları hedefin ancak yüzde 8’ine tekabül etmektedir."

'Siyasi irade sorumluluğu üstlenmekten ısrarla kaçınmaktadır'

"Her büyük depremde olduğu gibi bu depremlerde de yaşanan yıkımın teknik nedenlerini 6 ana başlıkta sıralaya biliriz" denilen açıklamada, yıkımın teknik nedenleri şöyle sıralandı:

Birincisi, zayıf zemin koşulları, ikincisi malzeme zafiyetleri, üçüncüsü konstrüktif zafiyetler, dördüncüsü yapı düzensizliklerinin yarattığı hasarlar, beşincisi sonradan yapılan bilinçsiz tadilat ve müdahaleler, altıncısı ise yıpranmışlık ve bakımsızlık.

Söz konusu sebeplerin birden fazlasının bir araya gelmesinin hasar ve yıkım oranlarını artırdığı belirtilen açıklama, "Ancak her depremde aynı sebeplerden dolayı can kayıpları ve yıkım ortaya çıkıyorsa ortada tüm bu teknik sorunların üstünde sistemsel zafiyetler var demektir ve siyasi irade bu sorumluluğu üstlenmekten ısrarla kaçınmaktadır. Sorumluluktan kaçınmak bir yana yapılaşma sistemini ve kültürünü değiştirmek için hiçbir anlamlı adım atmamaktadır" denildi.

Açıklamanın devamında şu ifadeler kullanıldı:

"Ülkemizin yapı stokunda önemli oranda riskli yapı bulunmaktadır ve bu durum on yıllardır bilinip söylenmektedir. İlave olarak birkaç yılda bir çıkarılan imar aflarıyla riskli yapı stoku daha da şişirilmektedir. Ayrıca her yıl 100 bin civarında yeni yapı inşa edilmektedir. Yeni yapılan bu yapıların sağlıklı ve güvenli olduğu konusunda hala derin kuşkular vardır. Çünkü tarımsal alanlara ve zemini sorunlu bölgelere yüksek katlı ve yüksek yoğunluklu imar izinleri verilmekte, emsal artışlarıyla kentler yoğunlaştırılmakta, mühendislik hizmetleri kağıt üzerinde kalmakta, yapı üretimi ve denetimi serbest piyasanın kuralsız kârlılık hesaplarına teslim edilmektedir.

Kamu binalarının sorunları da aynıdır. 530 bin civarında olduğu tahmin edilen kamu binalarının envanteri çıkarılabilmiş değildir. Başta Okullar, Hastaneler, Yurtlar, Hizmet Binaları, Spor Tesisleri ve diğer tüm kamu binalarının deprem güvenlikleri belirsizdir.

Bütün bu olumsuzlukların sonucunda her deprem mevcut yapı stokumuz içindeki bu riskli yapıları bulup tahrip etmektedir. Bunun insani, maddi ve çevresel kayıpları korkunç boyutlarda olmaktadır.

Yapılması gereken mevcut yapı stokumuzdaki riskleri tespit edip yenilemek veya güçlendirmek ve ayrıca yeni bir yapılaşma düzeni getirmektir.

Bir yapı, mülkiyeti ister devlette, ister gerçek kişilerde, isterse özel kuruluşlarda olsun doğrudan toplumun güvenliğini, tarihini, kültürünü, konforunu, ekonomisini ve çevresini etkileyen/ilgilendiren bir varlıktır. Bu özelliklerinden dolayı yapılar bir kamusal varlıktır. İnşasına da, denetimine de bu perspektifle bakılması gerekir."

'İvedilikle hayata geçirilmesi gerekmekte'

"6 Şubat Depremleri coğrafyamızın tanık olduğu ilk büyük deprem olmadığı gibi son da olmayacaktır. Ne zaman nerede büyük bir depremin meydana geleceği bilinmemekle birlikte felakete dönüşmesini önlemek için ivedilikle hayata geçirilmesi gerekenler bellidir" denilen açıklamada, hayata geçirilmesi gerekenler şöyle sıralandı:

  • Öncelikle sağlam, kararlı ve istikrarlı bir siyasi irade ile kamunun ihtiyaç ve menfaatlarını gözeten, meselelere bütüncül ve bilimsel bakabilen politik bir anlayışa ihtiyaç vardır.
  • Afetlere hazırlık çalışmaları kaynak ve zaman gerektiren uzun soluklu çalışmalardır. Yani siyasi kadroların ihtiyaç duyduğu ve kendi dönemlerinde yapıp bitirebilecekleri gösterişli yapılar/faaliyetler olma özelliğine sahip değildir. Dolayısıyla gerek merkezi, gerekse yerel yöneticilerin esnetip gevşetemeyeceği yasal düzenlemeler yapılmalı, kaynakların doğru ve yerinde kullanımı için önlemler alınmalı, aksine davranışların hukuki ve cezai yaptırımları olmalıdır.
  • Rant odaklı imar düzeni ile yapılaşmada kuralsızlığın ve cezasızlığın hakim olması kaçak yapılaşmanın önünü açmakta bunun sonucunda da imar afları zorunlu hale gelmektedir. Unutulmamalıdır ki, yozlaşma kültürü büyükten başlayıp küçüğe doğru yayılmaktadır. Sermaye gruplarının, “güçlü” kesimlerin inşaatlarına göz yumup tam tersine özel düzenlemelerle hukukileştirmeye çalışılması toplumun geneline emsal teşkil etmektedir. İmarda kural kuraldır. Merkezi ya da yerel siyasi/iktisadi aktörlerin çıkarlarına göre delinmemelidir.
  • Ülkedeki riskli yapı stoku belirlenmeli, yapı envanteri çıkarılarak belirli bir risk sırası ile tüm binaların deprem güvenliğinin belirlenmesi zorunlu hale getirilmelidir.
  • Kentsel dönüşümde kamu yararı gözetilmeli, rant odaklı kentsel dönüşüm anlayışı terk edilmelidir. Dönüşüm sosyal, ekonomik ve mekânsal gelişmenin bir bütünü olarak ele alınmalıdır.
  • Yetkin mühendislik uygulaması muhakkak hayata geçirilmelidir. İnşaat mühendisliğinin ilgi alanına giren konularda halkın güvenli yaşam hakkının korunması ve mühendisliğin gerekliliklerinin yerine getirilmesi amacıyla bilgili, deneyimli ve etik kurallara bağlı mühendisler eliyle yapılabilmesi için, meslek kuruluşlarının sorumluluğunda yetkin mühendislik uygulamasına geçilmelidir.
  • Mevcut Yapı Denetim Yasası’nın öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi modeli yerine; mesleğinde yetkin yapı denetçilerinin faaliyetlerine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir model hayata geçirilmelidir. Proje denetimi ve yapı denetimi birbirinden ayrılmalı, Proje Denetimi doğrudan kamu tarafında ve yetkin mühendisler eliyle yapılmalı, Yapı Denetim Kuruluşları ve Laboratuvarları doğrudan kamuya karşı sorumlu olmalı ve onun denetiminde çalışmalıdır.                                                                                          /././
4) Depremin birinci yılında TÖB-SEN'den eğitim raporu: Okuldan kopuş hızlandı (soL)
TÖB-SEN'in raporuna göre sadece Hatay'ın Antakya ilçesinde depremden önce öğrenci sayısı 120 bine yakınken şu anda 68 bin civarında. Özellikle kız çocuklarının okuldan kopuşu hızlandı.

Merkezi Hatay'da bulunan Tüm Öğretmenler Birliği Sendikası'nın (TÖB-SEN) depremin birinci yılında yayımladığı Eğitim Raporu deprem bölgesinde okuldan kopuşun arttığına işaret ediyor.

Depremde yaşamını yitiren öğrenci ve öğretmen sayısının halen net olarak bilinmediğine işaret edilen raporda eğitimden kopuşun göç ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın açıköğretim ve MESEM gibi uygulamaları teşvikiyle hızlandığı, özellikle kız çocuklarının örgün eğitimden uzaklaştığına dikkat çekiliyor.

TÖB-SEN'in raporuna göre depremin vurduğu illerden özellikle Hatay'da sağlıklı bir eğitim öğretim
ortamı sağlanabilmiş değil.

MEB de bilmiyor: Yoklama listesinde adları okunan kayıp öğrenciler

MEB'in depremde yaşamını yitiren öğrencileri net olarak bilemediği için okul sınıf listelerinde depremde kaybedilen öğrencilerin isimlerini silemediği dile getirilen raporda "Okulun başladığı günlerde okul listelerinde yoklamada hayatını kaybeden öğrencilerin isimlerinin okunması depremzede öğrenci ve öğretmenlerde bir travma yaratmıştır" ifadesine yer verildi.

Hatay'da yıkımın az olduğu 7 ilçede 27 Mart'ta ve sonrasında 24 Nisan 2023’te deprem bölgesinde eğitim-öğretime başlayabilecek tüm okulların açıldığı açıklanmıştı.

TÖB-SEN'in raporuna göre giderilmeyen sorunlar nedeniyle "Hatay'da eğitim başladı" açıklaması yalnızca sözde kaldı.

Raporda depremin birinci yılında halen çözülemeyen sorunlar, başlıklar halinde sıralanırken ilk sırada okul ve derslik sorunu yer aldı.

Hatay'da 2 derslikten 1’inin kullanılamadığına işaret edilen raporda sadece Hatay’ın Antakya ilçesinde 190 civarı okul binasının yarısında eğitim öğretime devam edilemediği kaydedildi.

Sağlam olduğu açıklanan binalarda birleştirme yoluyla iki ya da üç okulun öğrencilerinin ders gördüğü, ikili öğretim yapıldığı kaydedilen rapora göre Antakya ilçesinde çadırkent ve konteyner kent sayısı 60’a yakınken bu konteyner kentlerde 18 konteyner okul hazır.

Sağlam okul binaları devlet dairesine dönüştürüldü

2 ay öncesine kadar Defne ilçesinde sağlam olan 3 okulun valilik, emniyet olarak kullanıldığı kaydedilen raporda şu bilgilere verildi:

"Antakya ilçesinde de il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri, YSK, kaymakamlık gibi kamu kurumları okullarda hizmet veriyordu. Defne ilçesinde 9 lisenin 3’ü hasarlı ve kullanılamıyor. Geriye kalan 3 lise Necmi Asfuroğlu Anadolu Lisesi, Hatay Valiliği. Selim Nevzat Şahin Anadolu Lisesi, İl Emniyet Müdürlüğü olarak; Selim Tevfik Eskiocak Anadolu Lisesi, Defne Kaymakamlığı olarak, Çekmece Şehit Türkmen Anaokulu vilayet karakolu olarak kullanılıyordu.

2 ay önce nitelikli okul olan Nevzat Şahin Anadolu Lisesi dışında okullar boşaltıldı. Öğrencilere ait olan ve ihtiyacı karşılaması gereken binalar maalesef devlet dairesine dönüştürüldüklerinden dolayı öğrenci ve veliler zor durumda kalmış, çocukların eğitimi için il dışına çıkmak zorunda kalmışlardı."

Öte yandan açılan okullarda hijyen ve su sorunlarının yaşandığı, bazı okullarda tadilat devam ederken diğer yandan eğitim öğretim yapıldığı belirtildi.

Öğrencilerin can güvenliği sorunu

Ders saatleri diğer kentlerde 40 dakikayken ikili eğitim veren okullarda 30 dakikaya düşürülmüştü.

Derslerin 30 dakikaya düşürülmesi, ikili eğitim-öğretim nedeniyle sınıf mevcutlarının artması ve okulların gün aydınlanmadan başlayıp geç saatte karanlıkta bitmesinin eğitimin niteliğini düşürdüğü tespitine yer verildi.

Hasarlı binalar ve altyapı, aydınlatma gibi sorunlar nedeniyle öğrencilerin can güvenliği sorunlarıyla da karşı karşıya olduğu ifade edilen raporda bir başka sorun başlığınınsa depremzede çocukların eğitime erişim sorunundan dolayı YKS, LGS gibi merkezi sınavlara yeteri kadar hazırlanamaması olduğu belirtildi.

Hatay'a gelen öğretmenler barınma sorunu yaşıyor

Hatay’dan gitmek zorunda kalan depremzede öğretmen sayısının oldukça fazla olduğu kaydedilen raporda "Hatay’a dışarıdan gelen öğretmen sayısı 4 bin 465, bu öğretmenlerin birçoğunun çocuğu varken aile olarak kalacak yerleri tahsis edilmedi" denildi.

Milli Eğitim Müdürlüğü'nün barınma ihtiyacı olan öğretmenlere konteyner kentlere yerleştirmek için 4 kez form doldurttuğu ancak yaklaşık 6 bin 500 kişi barınma talebinde bulunmuş olmasına rağmen şu ana kadar öğretmenlerin çoğunun konteynerlere yerleştirilmediği tespitine de raporda yer verildi.

Okuldan kopuş hızlandı

Hatay’da okul öncesindeki çocuk sayısının yüzde 15 azaldığı, bunun sebebinin can kayıpları, göç ve okula kayıt yaptıramama olarak değerlendirildiği raporda "zorlu koşullardan dolayı velilerin çocuklarını okula göndermemeyi tercih ettiği"ne de dikkat çekildi.

Bakanlığın Açıköğretim ve MESEM alternatifinin örgün eğitimden kopuşu hızlandırdığı tespitinde bulunan TÖB-SEN raporunda "Depremzede öğrencilere açık öğretime geçiş hakkı tanınarak özellikle kız çocuklarının okuldan kopuşu hızlandırılmıştır" ifadesine yer verildi.

MESEM uygulamasının depremzede çocuklarının maddi sorun yaşayan ailelerine destek vermek için zorunlu bir alternatife dönüştüğüne işaret edilirken, Hatay'da ve Pazarcık'ta yapılan bir ankete göre (Suna'nın Kızları) deprem sonrasında okula devam etme oranının yüzde 10’a gerilediğine dikkat çekildi.

Raporda "TÖBSEN olarak sahadan aldığımız verilere göre Antakya ilçesinde depremden önce öğrenci sayısı 120 bine yakın iken şu anda 68 bin civarındadır, Defne ilçesinde ise depremden önce öğrenci sayısı 36 bine yakın iken şu an 27 bindir. Özellikle Hatay’da sayısal verilerin sır gibi saklandığı da kamuoyu tarafından bilinmelidir" denildi.

Öğrenciler ve öğretmenler okula ulaşım sorunu yaşıyor

Konteyner kentlerde yaşayan halkın ulaşım sorunu yaşadığına değinilen raporda "Eğitim öğretiminin başlamasıyla servis ihtiyacı öncelikli bir sorun haline geldi. Valilik sadece konteyner kentlerde olan öğrencileri taşıyacağını belirterek hasarsız veya az hasarlı eve geçen aileleri ve çocuklarını cezalandırmış oldu. Buna rağmen hala öğrenci servis bekliyor. Ne konteyner kentte kalan öğrenciler ne de evlerinde kalan öğrenciler henüz servis ile taşınmış değiller" ifadelerine yer verildi.

Arabası olmayan ailelerin çocuklarının ve öğretmenlerin okula ulaşım sorunun en kısa sürede çözülmesi gerektiği, aksi durumda okul terkleri veya okul devamsızlıklarının artacağı da vurgulanan raporda, deprem sonrası kentten taşınan ancak daha sonra geri dönen öğrencilerin de nakil sorunu yaşadıklarına işaret edilerek bu sorunun da okul terklerini artırma riski olduğu belirtildi.

Öğrenciler beslenme sorunu yaşıyor, okullarda uyuz vakaları görülüyor

Öğrencilerin beslenme sorunu yaşadığı, çoğu okula harçlık almadan gelen çocukların içecek su bile alamadığı vurgulanan raporda "Çocuklar aç ve susuz bir okul süreci görüyor" denildi.

Konteyner kentlerde kalabalık ve yakın temas içinde yaşayan depremzedelerin güvenli içme suyu, tuvalet ve hijyen imkanlarının halen tam olarak sağlanamadığı da belirtilen raporda okullarda sabun, temiz suya erişim ve hijyen ihtiyacının tam olarak giderilmediğine, birçok okulda uyuz ve bulaşıcı hastalık vakası görüldüğüne dikkat çekildi.

TÖB-SEN'den 10 talep

TÖB-SEN'in depremin birinci yılında yayımladığı eğitim raporu 10 madde halinde sıralanan talep listesiyle son buldu:

1. Tüm öğrencilere her gün en az 1 öğün yemek sağlanmalıdır.
2. Merkezi sınavlar eşitsizlik yaratmaktadır. Depremzede öğrencilere ayrıca bir kontenjan belirlenmeli, merkezi ve ortak sınavlarda deprem bölgesine farklılıklar sağlanmalıdır.
3. Deprem bölgesindeki eğitim emekçilerine düzenli olarak 5 yıl boyunca her ay depremzede desteği sağlanmalıdır
4. Güvenli okul binası konusunda seferberlik ilan edilmeli, hafif çelikten okullar inşa edilmelidir.
5. Hatay özel afet bölgesi olarak ilan edilmeli kaynak aktarımı hızlandırılmaldır.
6. Hatay’da tüm öğrencilere karşılıksız, geri ödemesiz burs desteği verilmelidir.
7. Yıkılan okul binaları yerleri sadece okul için kullanılmalıdır. Hasarlı okulların onarım ve güçlendirme çalışmaları yapılmalıdır.
8. Protez ve ortezlerle ilgili olan 2 Mayıs 2023’te yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı uygulanmalı, ilgili tedavi giderleri devlet tarafından karşılanmalıdır.
9. Özel eğitim ihtiyacı bulunan çocuk sayısı net tespit edilmeli, özel eğitim gereksinimi olan çocukların araç-gereç, eğitim materyali ihtiyaçları ilgili bakanlık tarafından karşılanmalıdır.
10. Okullarda sağlık taraması yapılmalı veriler şeffaf biçimde paylaşılarak bulaşıcı hastalıklar konusunda önlem alınmalıdır.     
                                  

                                                         /././

5) Eğitim sistemi de enkaz altında: Deprem bölgesinde öğrencilerin üçte biri okula devam etmedi (soL)

Eğitim-Sen'in yayımladığı rapora göre 6 Şubat depremlerinin üzerinden bir yıl geçmesine karşın barınma, sağlıklı beslenme ve eğitim sorunları devam ediyor. Öğrencilerin üçte ikisi okula devam etmedi.

Eğitim-Sen 6 Şubat depremlerinin birinci yılında yayımladığı raporda deprem felaketiyle birlikte sadece binaların değil eğitim sisteminin de yerle bir olduğuna işaret etti.

Raporda, depremlerin üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen barınma, sağlıklı beslenme ve eğitim sorunları başta olmak üzere, en temel ihtiyaçların karşılanmasında yaşanan sorunların halen sürdüğü vurgulandı.

960 öğretmen depremde yaşamını yitirdi

Deprem bölgesinde bulunan öğrencilerin ve öğretmenlerin büyük bir kısmının depremden zarar gördüğü ifade edilen raporda depremde yaşamını yitiren öğretmenlerin sayısının 960 olduğu bilgisine yer verildi.

72 okul tamamen yıkıldı

Deprem sonrasında hazırlanan resmi raporlara göre depremden etkilenen bölgede MEB'e bağlı 20 bin 340 eğitim binasından sadece 8 bin 162'si incelendi.

İnceleme yapılan binalardan 72 okulun tamamen yıkıldığı, 504 okulun ağır hasarlı ve acil yıktırılması gereken, 3 bin 693 derslikli 331 okulun orta hasarlı, 30 bin 961 derslikli 2 bin 533 okulun az hasarlı olduğu tespiti yapıldı.

Eğitim-Sen'in raporunda 6 Şubat depremlerine kadar güçlendirme çalışması yapılan okul sayısınınsa sadece 2 bin olduğu bilgisine yer verildi.

4 bin 159 okul fay hatları üzerinde

Jeoloji Mühendisleri Odası’nın hazırladığı deprem raporuna göre Türkiye genelinde 4 bin 159 okulun fay hatları üzerinde yüksek tehlike alanları içinde bulunduğuna dikkat çekilen raporda "Yüksek deprem riski altındaki bölgelerde yer alan okulların acilen taşınması gerekmektedir" denildi.

Deprem sonrasında başta büyükşehirler olmak üzere, pek çok ilde depreme dayanıklı olmayan okulların tespiti yapılmış ve çok sayıda okulun yıkılarak yeniden yapılmasına karar verilmişti.

Özellikle büyükşehirlerde depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle başka yere taşınan okulların arazilerinin rant amaçlı kullanılmasının hedeflendiğine dikkat çekilen raporda "Deprem nedeniyle tahliye edilen tüm okulların mevcut yerinde yeniden inşa edilmeli, ülke çapındaki tüm okullar depreme dayanıklı hele getirilerek sağlıklı ve güvenli okullarda eğitim öğretime devam edilmesi sağlanmalıdır" denildi.

Okullarda temiz suya ulaşım sorunu sürüyor

Eğitim-Sen 6 Şubat depremlerinin birinci yılında eğitim alanında öne çıkan sorunları şu başlıklar altında sıraladı:

  • Depremzede eğitim emekçilerinin barınma sorunu devam etmektedir. Özellikle şehre yeni atanan ve göreve başlayan eğitim emekçileri barınma sorunu yaşamaktadır.
  • Okullarda öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin temiz suya ulaşma sorunu sürmektedir.  
  • Özellikle şehir dışındaki konteyner kentlerde kalan öğrencilerin ulaşım sorunu çözülmemiştir.  
  • Konteynır kentlerde kalan öğrencilerin ders çalışma olanakları son derece sınırlıdır ve ders çalışma ortamı bulunmamaktadır. 
  • Aynı binada iki okulun eğitim öğretim yapmasının (sabahçı, öğlenci) yarattığı sorunlar kalıcı yaz saati uygulaması nedeniyle öğrenciler sabah karanlığında derse başlamakta veya akşam karanlığında öğrenciler kaldıkları yere gitmek zorunda kalmakta ve güvenlik sıkıntıları yaşanmaktadır.
  • Aynı binada ikili eğitim öğretim yapan okullarda ders süresinin 30 dakikaya düşürülmesi nedeniyle öğrencilerin diğer bölgelerdeki yaşıtlarına göre eksik ders görmesine neden olması, 
  • Konteynır kentlerde açılan prefabrik okullarda ısınma, ulaşım ve temizlik sorunları sürmektedir. 

Mevcut barınma şartlarının sınırlı olması nedeniyle öğrencilerin ders çalışma ortamına sahip olmamasının sadece okul içinde değil, okul dışında da eğitimi olumsuz etkilediği kaydedilen raporda "Deprem bölgesinde eğitim öğretimin sağlıklı ve güvenli ortamlarda sürdürülmesi için adımlar atılırken, öğrencilere ders çalışma ve etüt ortamlarının oluşturulması, bu ortamların profesyonel kişilerce koordine edilmesi ve depremden etkilenen öğrencilerin yakından takip edilmesi gerekmektedir" denildi.

Öğrencilerin üçte biri okula devam edemedi

Deprem sonrasında bölgeden diğer kentlere doğru yurttaşların, öğrencilerin, eğitim emekçilerinin göçü başlarken, deprem bölgesinde eğitim öğretime kademeli olarak geçilmeye başlanmıştı.

Eğitim-Sen'in raporunda "Ancak devam zorunluluğunun olmaması nedeniyle öğrencilerin üçte biri okula devam etmemiştir" denildi.

Deprem bölgesinde kalan öğrencilerin hem psikososyal açıdan yoğun desteğe hem de uygun ders çalışma ortamlarına ihtiyaçları olduğu vurgulanan raporda "Ders çalışma ortamların sağlanmasının yanı sıra öğrencilere yönelik rehberlik faaliyetlerinin düzenli yürütülmesi gerekmektedir" ifadelerine yer verildi.

'Müteahhitler suç zincirinin son halkası'

Büyük yıkımın sorumlularına ilişkinse raporda şöyle denildi:

"Deprem sonrasında gözaltına alınıp tutuklanan müteahhitler, deprem felaketinde sorumluluğu olanlardan oluşan suç zincirinin son halkasıdır. Böylesine büyük bir yıkımın asıl sorumlularının, suç zincirinin bütün halkalarını ilmek ilmek ören siyasi iktidar ve tek adam rejimi olduğu açıktır. İmar affı için Meclis’te el kaldıran vekillerin, yıkılan yapılara inşaat izni veren yerel yönetimlerin, devlet kurumlarının ve yapı denetim firmalarının içinde yer aldığı suç zinciri ve bu zincirin işleyişini kolaylaştıran tek adam rejimi sorgulanmadığı sürece sorumlulardan gerçek anlamda hesap sorulmuş olmayacaktır." 

                                                                 /././

6) Kayıtlı müteahhitlerin yüzde 70’inden fazlası vasıfsız, peki sorun bundan mı ibaret? (Burcu Günüşen-soL/Özel)

Müteahhit firmalarının çoğunluğunun vasıfsız olduğunu belirten CHP’li vekile göre sorun inşaatta “yap-sat” sektörü. TKP Antalya BB başkan adayına göreyse sorun sektörün bir rant alanı olmasında.

Resmi açıklamalara göre 53 bin 537 yurttaşımızı yitirdiğimiz 6 Şubat depremlerinin birinci yılına girerken Türkiye’de inşaat sektörü, tartışmaların odağında.

CHP Bolu milletvekili Türker Ateş deprem acılarına karşın yapı müteahhit firmalarından yalnızca yüzde 1’nin yüksek kriterleri karşıladığını açıkladı.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sistemine kayıtlı firmalar arasında yüksek kriterleri karşılayan firmaların oranının yalnızca yüzde 1 olduğunu belirten Ateş, "deneyim ve ilk başvuruda işgücü koşulu aranmayan" firmalarınsa yüzde 70’in üzerinde paya sahip olduğunu ifade etti.

Deprem acılarına karşın kriterlerin yükseltilmemesini eleştiren Ateş “Bu bir sistem sorunu” dedi ve sorunun kaynağı olarak inşaat alanında süreklilik arz etmeyen "Yap-Sat sektörü"ne işaret etti.

TKP Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı Nazlı Ece Mutlu’ya göre ise sorunun kaynağı müteahhitlerin eğitim ya da niteliğinden öte inşaat sektörünün bir rant alanı olmasında yatıyor. Mutlu’nun acil önerisi inşaat sektörünün devletleştirilmesi…

'Yüksek kriterleri karşılayanlar yüzde 1 paya sahip'

CHP Bolu milletvekili Türker Ateş

CHP’li milletvekili Türker Ateş yaptığı açıklamada, yapı müteahhitlerinin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından ekonomik, mali, mesleki ve teknik yeterliklerine göre sınıflandırılarak belgelendirildiği sistemde firma dağılımının endişe verici olduğuna dikkat çekti. 

Ateş, sisteme kayıtlı firmaların çok büyük kısmının vasıfsız müteahhitlerden oluştuğunu belirtirken, “Deprem riskimiz yüksek kriterler gerektirirken halihazırda en üst grup firmalar toplam içinde sadece yüzde 1’lik paya sahip. Üstelik bu firmalar için konmuş kriterler de tartışmalı bulunuyor. Türkiye yaşadığı büyük deprem acılarına rağmen halen müteahhitlik kalitesini yükseltemedi” dedi.

Mart 2019’da çıkarılan Yapı Müteahhitlerinin Sınıflandırılması ve Kayıtlarının Tutulması Hakkında Yönetmelik ile ülkemizin deprem riski kapsamında önemli bir adım atıldığını belirten Ateş, şöyle devam etti:

“Bu kapsamda yapı müteahhitlerinin yeterliklerine göre belirli sınıflar altında belgelendirilerek yetkilendirildiği, deneyimlerine uygun proje üstlenebildiği bir sistemin kurulması amaçlandı. Böylece herkes her işi alamayacak, müteahhitlik kalitesi artacaktı. Ancak sistem 5 yılda bir türlü tam anlamıyla kurulamadı.”

'Mevcut firmaların yüzde 73’ünün iş deneyimi yok'

Yönetmelikle oluşturulan Yapı Müteahhitliği Bilişim Sistemi’nde (YAMBİS) Eylül 2023 itibarıyla geçici faaliyet gösterenler (bunlarda hiçbir koşul aranmıyor) hariç 14 grup altında toplam 148 bin 9 yapı müteahhitlik firmasının kayıtlı olduğunu belirten Ateş, bunların önemli kısmının vasıfsız olduğunu vurguladı.

Ateş, bu firmaların yüzde 70’inden fazlasının “iş deneyimi ve ilk başvuruda işgücü koşulu aranmayan” en alt gruptan (H grubu) firmalar olurken, diğer asgari deneyim içeren F, F1, G, G1 grupları da hesaba katıldığında bu oranın yüzde 90’ı aştığına dikkat çekti.

'Yap-sat sektörü süreklilik arz etmiyor'

Ateş’e göre sorun inşaatta süreklilik arz etmediğini ve kriterleri karşılamadığını belirttiği “yap-sat sektörü”. 

Ateş şunları kaydetti:

Sektörde ekonomik, mali, mesleki ve teknik yeterlik kriterleri bir türlü yukarı çıkarılamadı. Sistemde A ve B grubunda yer alan firmaların oranı da sadece yüzde 1’de kaldı. Oysa sektörün çatı kuruluşları deprem riski yüksek olan bölgelerde A grubunun dışında hiçbir müteahhittin iş yapamaması gerektiğini vurgulamaktaydı.

Yap-Sat sektörü süreklilik arz etmiyor, gereken kriterleri karşılayamıyor. İlgili Yönetmelik geçen zamanda sonuncusu 18 Ocak 2024’te olmak üzere ve kriterler ile geçiş süreçlerinde revizyonları içerecek şekilde tam 7 kez değişti.  Bu bir sistem sorunu ve ilgili tüm kurum-kuruluş ve aktörlerle kararlılıkla izlenecek doğru politikalara ihtiyaç var. Kriterleri artırmak, kaliteyi yükseltmek mecburiyetindeyiz.”

TKP Antalya Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mutlu: Acil devletleştirmeye ihtiyaç var

TKP Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı Nazlı Ece Mutlu

CHP’li vekil Ateş sorunun kaynağını “yap-sat sektörü” olarak açıklarken, TKP Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı Nazlı Ece Mutlu ise bir bütün olarak sektörün rant alanı olarak işlemesine işaret ederek, inşaat sektöründeki sorunların ancak sektörün bütün olarak devletleştirilmesiyle çözüleceğini vurguladı.

Sorunun kaynağında yapı müteahhitlerinin ne kadar eğitimli ve nitelikli olduklarından öte, inşaat sektörünün müteahhitler ve inşaat firmalarını zenginleştirmek üzerinden hareket eden bir rant alanı olarak işlemesinin yattığını söyleyen Mutlu şu ifadeleri kullandı:

"Özelleştirilmiş inşaat sektöründe kentlerin planlaması ve binaların inşaası halkın koşullarını iyileştirmeye dönük değil, kâr odaklı yapılıyor ve ortaya bilimsel gerçekliklerle örtüşmeyen, beton yığınına dönüşmüş yaşam alanları çıkıyor.

Planlanması ve inşaasında bilimsel verilerin gözetildiği, halkın güvenli ve sağlıklı koşullarda barınma hakkını gözeten, planlı bir kentleşme için ve bunu garantileyecek merkezi denetimlerin sağlanabilmesi için acil devletleştirmeye ihtiyaç var. İnşaat sektöründeki problemler ancak sektörün devletleştirilmesi ile kalıcı olarak çözülebilir.”

                                                      /././

7) Deprem bölgelerinde yağma projeleri: Madenler, enerji ve beton santralleri...(soL)

İklim Adaleti Koalisyonu’nun raporuna göre depremin ardından göç nedeniyle insansızlaşan alanlar, maden, GES ve HES’ler için fırsat yarattı. Hatay’da maden projeleri 2022'ye göre yüzde 70 arttı.

Ekoloji Birliği ve İklim Adaleti Koalisyonu 6 Şubat depreminin birinci yılında kapsamlı bir rapor yayımladı.

Doğal bir afet olan depremin rant ve yağma düzeni nedeniyle büyük bir yıkıma dönüştüğüne dikkat çekilen raporda imar affı başta olmak üzere, kentleşme biçimleri, depreme dirençli kentlerin hazırlanmamış olması gibi çok sayıda faktörün bu yıkımın büyümesine neden olduğu vurgulandı.

Maden ve enerji projeleriyle çoğalan doğa suçları

Saha deneyimleri ve gözlemlere dayanan raporun “Ekolojik ve Sosyolojik Tahribat” başlıklı birinci bölümünde, hafriyat taşınması ve moloz alanlarında ekokırım olarak tanımlanan büyük tahribatın yanısıra kentlerde yeni maden ve enerji projeleriyle çoğalan doğa suçlarına da ayrıntılarıyla yer verildi.

Raporda “yapılaşma bahanesiyle başlatılan yağma süreci, yasal düzenlemelerle yapılan saldırılar ve bunlara karşı örgütlenen itirazlar, barınma hakkının ihlali, hayvanlara yönelik sömürüler, halkın geçim alanlarının ve yardımların durumu, yaşanan zorunlu göç ve göçmenlerin yaşadıkları sorunlar” başta olmak üzere hak gaspları da ele alındı.

547 başvuru için 'ÇED gerekli değil' kararı

Ekokırım suç mahalli bir yılda giderek daha da genişledi: Yıkım projeleri deprem bölgesinin toparlanmasına engel” başlıklı bölümde yer verilen tespitler, depremin yıktığı illerde göçle insansızlaştırılan yerlerin maden, enerji, beton, çimento şirketleri için nasıl bir yağma alanına dönüştürülmekte olduğunu ortaya koyuyor.

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) duyuru sayfasından elde edilen 2022-2023 arasındaki iki yıllık verileri sınıflandırmayla tabloya dönüştüren rapora göre 7 Şubat 2023’ten 31 Aralık 2023 tarihine kadar depremden etkilenen 11 ilde (Adana, Adıyaman, Diyarbakır,  Elazığ, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye, Şanlıurfa) toplam ÇED başvuru sayısı 705.

Başvuruların 547’si “ÇED Gerekli Değildir” kararıyla sonuçlandı.

ÇED süreci başlayan 705 projenin maden, hazır  beton/çimento santrali, petrol arama, kum/çakıl ocakları, toplu konut, güneş enerjisi santrali (GES), rüzgar enerji santrali (RES), hidroelektrik santrali (HES) başlıklarıyla ilgili olan 456 proje başvurusu değerlendirmeye alındı.

Hatay'da maden projelerinde yüzde 70 artış

Hatay’da, maden projelerinin 2022 yılına göre yüzde 70 arttığına dikkat çekilen raporda “GES projelerinde önceki yıla göre artış Şanlıurfa’da yüzde 89, Malatya’da yüzde 28’dir. Petrol arama projeleri de artış gösteren sektörler arasında yer almış, artış oranları Şanlıurfa’da yüzde 150 ve Diyarbakır’da yüzde 92 olarak gerçekleşmiştir. Kum/çakıl ocağı projesi için ÇED başvuru oranları ise 2022 yılına göre yüzde 450 oranında artış  göstermiştir” denildi.

2023 yılı ÇED başvurularının incelendiği raporda maden başlığında; Hatay ve Adıyaman Merkez’in 14, İskenderun’un 11; GES başlığında Şanlıurfa’nın 59, Gaziantep’in 17; petrol arama başlığında ise Diyarbakır’ın 23, Urfa’nın 5 ÇED dosyası ile en fazla artış olan iller arasında dikkat çektiği kaydedildi.

Rapora göre hazır beton/çimento santrallerinin ise Doğanşehir, Birecik, Eyyübiye, Osmaniye Polateli, Kilis merkez, Nizip,  Bağlar, Bismil, Eğil, Türkoğlu, Arsuz, Erzin, İskenderun, Kırıkhan, Payas, Reyhanlı, Samandağ, Defne’de 1, Dulkadiroğlu’nda 2, Onikişubat’ta 3, Antakya’da 4, Şehitkamil’de 6 olmak üzere geniş bir yayılıma sahip olduğu görülüyor.

Ağır bir ekosistem yıkımı tehdidi

Hazır beton/çimento santrallerinin 12’sinin Hatay sınırları içinde olmasına dikkat çekilen raporda şu ifadelere yer verildi:

"- Antakya 14 maden, 4 beton/çimento santrali;  
- Onikişubat 8 maden, 2 GES, 3 beton/çimento santrali; 
- Şehitkamil 4 maden, 1 RES, 17 GES, 6 beton/çimento santrali ÇED dosyası bulunan iller olarak deprem yıkıcılığına maruz kalmanın yanında, bu projeler nedeniyle ağır bir ekosistem yıkımı tehdidi altındadır.”

Katılımcıların yerelden aktarımlarına göre Malatya’nın Arguvan ilçesinde yapımı devam eden barajın etrafında altın arama amaçlı 150 kadar derin kuyu açıldığının, barajın çıkış noktasından akan suların renginin kıpkırmızı/simsiyah mil aktığının ifade edildiği de tespitler arasında.

Kirletici faktörlerin su aracılığıyla geniş yayılım göstermesinden endişe duyulduğuna işaret edilen raporda “Madenler, baraj, sondaj kuyuları ile orman, endemik bitki ve hayvanlar kırıma uğratılmaktadır” denildi.

Bölgede halen yürütülen ve çeşitli kimyasalların kullanıldığı madencilik faaliyetleri ise Yeşilyurt, Doğanşehir Akçadağ, Darende, Hekimhan ve Arguvan’dakiler olarak sıralandı.

Elbistan'da olmayan suya HES kabulü

Raporda “Elbistan’da olmayan suya HES kabulü, bölgedeki mevcut maden sayısının çokluğu dikkate alınmadan yeni arama ruhsatları verilmesi, 6 Şubat’ın hemen ardından 12 Şubat tarihinde ruhsat verme işlemine başlanması aktarım yapanların tepkilerine yol açmaktadır. Mera, otlak, sulak alan ayırt etmeksizin verilen maden arama izinleri yine yetkiyle ifade edilen durumlar arasında yer almaktadır” denildi.

Maraş’ta HES ve maden çalışmalarının insansızlaştırılan bölgede bu durumdan yararlanırcasına arttığı tespitine yer verilen raporda taş ocakları için taş/kaya patlatmalarının yaşandığı bölgede halkın kazandıkları davalarda bile aynı firma/projeyi yeni ismiyle yeniden karşısında bulduğuna dikkat çekildi.

Göç nedeniyle insansızlaşan alanların madenciler, GES ve HES’ler için fırsat yarattığı, işlerini kolaylaştırdığı ve kolaylıkla verilen izinlerle petrol arama faaliyetlerinin arttığı değerlendirmesine yer verilen raporda “Ekosistemi böylesi yıkıma uğramış bir bölgede, çevre üzerinde tahrip riski yüksek projelerin karşımıza çıkması düşündürücüdür. Her ne kadar 2022 yılındaki proje sayılarına göre 2023 yılında azalma olmuşsa da (Hatay artış olan tek ildir) doğayı, insanı öncelemeyen iradenin devam ettiğini görmek endişe vericidir” denildi.

Taş ocağı dağı adım adım tüketiyor

Raporda Maraş’ın Elbistan, Yazıhan, Doğanşehir, Darende, Battalgazi ve Yeşilyurt, Doğanyurt, Kale ilçelerinin “onlarca taş, kum, çakıl, kireç ocağı, beton santrali, HES, RES ve barajlarla kuşatılmış durumda” olduğu tespitinde bulunuldu. Arguvan ve Arapkir ilçelerindeki 26 adet RES varlığınınsa doğaya yüklenen yükün taşınamazlığıyla ilgili ufuk açıcı veriler olduğu yorumuna yer verildi.

Raporda “Elbistan’daki taş ocağının patlatma faaliyetlerinin dağı adım adım tükettiği gözle görülebilmektedir. Tozuma depremzedelerin daimi olarak maruz kaldığı bir halk sağlığı sorununa dönüşmüştür” denildi.

(soL)

  

TKP: Unutmayacağız, affetmeyeceğiz - soL

 

6 Şubat depreminin yıldönümünde TKP heyeti Hatay'da düzenlenecek yürüyüş ve anma programına katılacak. TKP'den yapılan açıklamada "Unutmuyoruz affetmiyoruz" denildi.

6 Şubat 2023 tarihinde saat 04.17’de meydana gelen deprem ve onun ardından devam eden sarsıntıların yarattığı ağır tablo aradan geçen bir yılda da ilk günkü yakıcılığında. 

TKP Hatay İl Örgütü tarafından depremin yıldönümünde yapılacak yürüyüş ve anma programına TKP heyeti de katılacak. Yarın saat 13.00’te Sinanlı Yolçatı’ndan başlayacak yürüyüş 15.00’te Armutlu Uğur Mumcu Bulvarı’nda anma etkinliğiyle devam edecek. 

6 Şubat’ın yıldönümü dolayısıyla TKP tarafından “Unutmayacağız Affetmeyeceğiz” başlığıyla açıklama yayımladı. Açıklamanın tam metni şöyle:

Dün gibi aklımızda yaşadığımız büyük felaket.

Nasıl unuturuz devlet günlerce ortada yokken göz göre göre enkaz altında can veren, yerinden yurdundan edilen ve bir başlarına çaresizliğe terk edilen binlerce insanımızı, yerle bir olan mahallelerimizi, semtlerimizi, emeğimizi, tarihimizi.

Ve hiç unutur muyuz insan hayatının ne için hiçe sayılmış olduğunu. Birilerini zengin etmek için verilen ihalelerin, rüşvetin, inşaatlardan çalınan malzemenin, plansız yerleşimlerin, imar aflarıyla yaratılan kuralsızlığın, denetimsizliğin dönüp yurttaşlarımızın tepesine çöktüğünü.

Piyasa ekonomisinin egemen olduğu bu kirli düzenin sahibi patronların, onların çıkarları için çalışan siyasi iktidarın, bu düzene dur demeyen tüm siyasi aktörlerin, yaratılan ranttan nemalanmış olan herkesin bu tabloda sorumluluğu var. 

Bugünlerde görülüyor ki bu sorumluğu üzerlerinden atarak yollarına devam etmek için aradan geçen bir yılın hafızalarımızı zayıflattığına güveniyor veya şantajın sonuç vereceğine inanıyorlar.

Erdoğan, depremden sonra Hatay’ı siyasi nedenlerle ortada bıraktıklarını ilan ediyor, seçimlerle tehdit ediyor.

'Halka meydan okuma cüreti gösterenleri unutmuyoruz'

İktidar, deprem yaşandığı sırada imar ve şehircilik konusunda birinci dereceden sorumlu olan devlet yetkilisini her gün deprem korkusuyla yaşayan İstanbul’a belediye başkanı adayı gösteriyor

Muhalefet, depremin en fazla yıktığı şehir olan Hatay’da yerel yönetimin başında bulunduğu yıllar boyunca attığı adımlarla şehri deprem karşısında daha zayıf hale getirerek bu yıkıma ortak olan; türlü yolsuzlular, imar suçları ve müteahhitlerle yakın ilişkileriyle tanınan ismi Hatay’a yeniden belediye başkanı yapmaya kalkıyor.

Buna halka meydan okumak denir. 

Büyük felaketten bir yıl sonra, acısı hâlâ taze olan bir halkın karşısına seçenek diye bu acıların sorumlularının çıkarılması işte böyle bir meydan okumadır. İradesini ve onurunu yok sayarak halkı küçük düşürmek, teslim almaya çalışmaktır. 

6 Şubat’ın sorumlularını unutmadığımız gibi şimdi bunu yaşattıkları halka meydan okuma cüreti gösterenleri de unutmuyoruz, not ediyoruz.

'Bir daha yıkılmayacak şehirleri olan bir ülkeyi inşa etmek için'

Kayıplarımızı da öyle… AKP, kamuoyuna son açıkladığı kayıp sayısını kendisi unutmuş, gerçeği ve yalanı birbirine karıştırmış olabilir. Depremi yaşayan yurttaşlara, bölgedeki yaraları sarmak için gecesini gündüzüne katıp çalışanlara sorsunlar. Açıklananları, açıklanmayanları ve ne kadar istense de üzeri örtülemeyenleri.

Bir şey daha var unutmadığımız, en zor dönemlerde kendisini açığa vuran ve bir yıl öncesinden hafızalarımıza kazınan. Paranın saltanatında sürdürülen bu düzen halka büyük bir yıkım, aşağılanma ve sefalet getirirken, bunun karşısında gösterdiği direngenlik, özveri ve dayanışma ile yücelen insanlarımızı unutmuyoruz. Bu birikimin eninde sonunda bu dayatmaya ve tehdide boyun eğmeyeceğine güveniyoruz. 

İnsanımıza, ülkemize, kendimize duyduğumuz bu güvenle, 6 Şubat depreminin birinci yıldönümünde, depremde kaybettiklerimizi saygıyla anıyor, bir daha yıkılmayacak şehirleri olan bir ülkeyi inşa etmek için mücadele etmeye devam ediyoruz.”

5 Şubat 2024 Pazartesi

Göç etmeyen tek köy bir hayvanın neslini kurtardı! - ilkbaski.com

Dünya'da sadece Van'ın Gürpınar ilçesinde yetiştirilen ve nesli koruma altında olan Türkiye'nin önemli gen kaynaklarından Norduz koyununun nesli, 1990'lı yıllarda bölgeden göç etmeyen Geçerli köyü halkı sayesinde yok olmaktan kurtuldu. Neslin devamı için 2007'de çalışmalar da bu köyden başlatıldı. Büyükşehir yasasıyla mahalleye dönüşen Geçerli'de yaşayan Ömer Ertaş, "Bizim köyümüz, aslında Norduz koyununun neslini kurtardı" dedi.

Türkiye'de en fazla küçükbaş bulunan illerden olan Van'da, özellikle Gürpınar ilçesi hayvan sayısıyla dikkat çekiyor. İlçedeki küçükbaşlar arasında en dikkat çekeni ise . Dünyada sadece Gürpınar ilçesinin Norduz bölgesinde bulunan bu koyun, dayanıklılık, yaşama süresi ve adaptasyon yeteneğiyle biliniyor. Norduz koyunu, uzun bacaklı ve yüksek yapılı, boynu tamamen yapağı ile kaplı, üç parçalı kuyruklu, siyah beyaz ve kül renkli, erkekleri boynuzlu, dişilerin ise yaklaşık yarısı boynuzlu olan bir ırk olarak öne çıkıyor. Norduz koyunu, Türkiye'nin önemli gen kaynakları arasında ve nesli koruma altında bulunuyor. Irkın eti, sütü ve diğer özellikler bakımından diğer koyunlara göre daha kaliteli verim elde ediliyor. Bu koyunların başka özelliği de 13 kaburgasının bulunması.

ÜNİVERSİTEDE ARAŞTIRMA BÖLÜMÜ KURULDU

2018 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde, Norduz Koyunu ve Keçisi Uygulama ve Araştırma Merkezi kuruldu. Bu merkez, Gürpınar ilçesinde yetiştirilen ve üstün özellikler gösteren Norduz koyunu ve keçisinin koruma altına alınması, yetiştirilmesi amacıyla çalışmalar yapıyor.
Nesli koruma altında olan ve Türkiye'nin de önemli gen kaynaklarından Norduz koyunu nesli ise bir  sayesinde yok olmaktan kurtuldu. 1990'lı yıllarda Norduz bölgesindeki birçok köyde vatandaşlar, güvenlik nedeniyle başka illere  etti. Geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sağlayan köylüler, ellerindeki hayvanları satıp bölgeden ayrıldı. Bölgedeki göçlerle, Norduz koyununun nesli de tehlikeye girdi. Geçerli köyünde yaşayanlar, bölgeden ayrılmadı ve koyunlarını da satmadı. Bölgede sayısı fazla olan ancak göç sırasında satılan Norduz koyununun nesli, göç etmeyen tek köy olan Geçerli halkı sayesinde korundu. 2007 yılında ise Norduz koyunu neslinin korunması için çalışmalar da büyükşehir yasasıyla mahalle olan Geçerli'den başlatıldı.

‘BİZ GÖÇ ETMEDİK'

Halen hayvancılığın yapıldığı Gürpınar'a yaklaşık 60 kilometre uzaklıktaki Geçerli Mahallesi'nde yaşayan Ömer Ertaş, 1990'lı yıllardaki göçlere değinerek, “Biz o dönem göç etmedik, hayvanlarımızı da satmadık. Norduz koyunu, sadece o dönem bizim köyde kaldı. Hayvancılığa devam ettik. Sadece bu bölgede bizim köyümüz göç etmedi. Elimizdeki koyunları satmadık. Bizim köy, Norduz koyununun neslini kurtardı. Köyümüz olmasaydı, Norduz koyunu kalmazdı. Çok şükür şimdiye kadar da korumaya devam ediyoruz. Şu an da köyde 600- 700 koyunumuz var. Kışın sadece çobanlar kalıyor. Bizler Van kent merkezine gidiyoruz. İlkbahar da köyümüze gelerek hayvancılığa devam ediyoruz” dedi.

‘IRKIN BUGÜNE GELMESİNDE ÖNCÜLERDEN'

İlçe Tarım ve Orman Müdürü Yakup Ayten, Geçerli Mahallesi'nin değerini vurgulayarak, “Eğer Geçerli Mahallesi olmasaydı belki bugün biz Norduz koyunu ırkından bahsetmemiş olacaktık. Geçerli Mahallesi Norduz koyunu ırkının bugüne kadar gelmesinde en büyük öncülerden birisi diyebiliriz. Dolayısıyla proje buradan başlatıldı. Küçükbaş hayvancılığın yoğun olarak yapıldığı ilçemizde yaklaşık 600 bin küçükbaş hayvanımız var. Bunun yaklaşık 250 bini Norduz bölgemizde bulunmaktadır. Bu 250 bin hayvanın 18-20 adedinin saf Norduz koyunu ırkının olduğunu düşünmekteyiz. Gen kaynaklarını koruma adına işletmelerdeki hayvan sayısını arttırarak üreticinin para kazanmasını sağlamak, bunun dışında Norduz koyunu etine coğrafi işaret kazandırmayı hedefliyoruz. Son yıllarda değeri giderek azalan yün yaprağının da işlenmesi ile alakalı projeler geliştirerek üreticiyi kırsalda, kendinin daha önceden bildiği işi terk etmesinin önüne geçmek adına önlemler almayı hedefliyoruz” diye konuştu.

‘EKİPLER TEK TEK BELİRLİYOR'

Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü'ne bağlı Van Gölü ve Zap Havzası'nı içeren bölgeden sorumlu olarak Van'da kurulan Van Tarımsal Araştırma Enstitüsü, bu ırkın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaması için çeşitli projeler yürütüyor. Bu yıl başlatılan 2 proje kapsamında, Norduz bölgesindeki 26 mahalledeki koyunlar, ekipler tarafından tek tek kontrol edilip, en saf Norduz koyunları tespit ediliyor ve yetiştiren çiftçilere de destek sağlanıyor. Bölgede sayı tespit çalışmalarının sürdüğünü belirten Van Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürü Erdal Orman, çiftçilerle görüşülüp, belirlenen Norduz koyunlarının diğer sürülerden ayrı tutulmasını istediklerini kaydederek, “Bu projelerle Norduz koyununu koruma altına alma, dünyaya tanıtma ve neslinin tüm özellikleri ile birlikte muhafaza edilmesi sağlanacak” dedi.

Erdal Orman, Van, Muş, Bitlis, Ağrı ve Hakkari illerini içine alan bölgede yeni kurulan enstitünün ilk amaçlarından birinin, bu bölgeye has bitki ve hayvan genetik kaynaklarının korunması ve neslinin devamının sağlanması olduğunu söyledi. Ülkedeki küçükbaş hayvancılığının merkezi konumundaki Van'ın aynı zamanda meraların varlığının da önemli olduğuna dikkat çeken Orman, “Bu yörenin geniş mera olanakları, farklı bitki türleri ve farklı yükseklikteki yaylaları farklı koyun varyantlarının burada uyum sağlamasına, yayılmasına sebep olmuş. Norduz koyunu da bunlardan biri. Akkaraman varyantı olarak bilinen Norduz koyunu, bu bölgeye has bir koyun. Yeni kurulan enstitümüzle yeni 2, daha önce yürütülen 1 proje ile Norduz koyunu koruma altına almıştır” dedi.

‘YERİNDE KORUNMA OLACAK'

Erdal, ‘Yerli Genetik Kaynaklarımızın Yetiştirici Elinde Korunması ve Sürdürülebilirliği' adlı projenin olduğunu belirterek, “Bu proje kapsamında Norduz bölgesinde Norduz koyununun özelliklerini taşıyan koyunlar öncelikle tespit ediliyor. Daha sonra teşvik amaçlı belli sayıda hayvanlar için destekleme ödemesi yapılıyor. Bir taahhütnameyle bu proje sürdürülüyor. Buna göre sürü sahibi veya yetiştirici bu Norduz koyunu sürüsünü ayırıyor ve 5 yıl boyunca satmıyor. Böylelikle bu koyun türü kendi merasında kendi ortamında korumaya alınmış oluyor. Yani ‘Yerli Genetik Kaynaklarımızın Yetiştirici Elinde Korunması ve Sürdürülebilirliği', ‘Norduz Koyununun Fiziksel Özelliklerinin Tanımlanması, Süt Verimi ve Bileşenlerine Etkisi' ve ‘Norduz Koyununun Kontrollü Şartlarda Muhafazası' adlı 3 proje ile Norduz koyununu koruma altına alma, dünyaya tanıtma neslinin tüm özellikleri ile birlikte muhafaza edilmesi sağlanacak” diye konuştu.

‘DESTEK ARTARSA ÇİFTÇİ DE SAHİP ÇIKAR'

Norduz bölgesindeki Oğuldam Mahallesi Muhtarı Mehmet Şefik Alıcı ise çok uzun yıllardır hayvancılık yaptıklarını ve üreticilerin Norduz koyununa sahip çıktıklarını söyledi. Alıcı, İl ve İlçe Tarım müdürlüklerinin yaptığı çalışmaların önemine değinerek, “Bu çalışmaların verimli olabilmesi için üreticilerin çok daha fazla desteklenmesi lazım. Buradaki çiftçiler desteklenirse çiftçi hayvanına, köyüne sahip çıkar ve köylü istediği verimi aldıkça köyde kalma süresi daha uzar. Yoksa köylerimiz boşalıyor” diye konuştu.

ilkbaski.com

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 5 ŞUBAT 2024 -

 

Başkanlar neden yargılanmıyor?(Barış Terkoğlu)

Ölüler toprakta çürüdü. Dirilerin yaşamı soldu. Gemiler ise yüzmeye devam ediyor.

Peki şimdi ne olacak? Sallanan yeri mi suçlu ilan edeceğiz? Yoksa vergi toplarken, ceza keserken gördüğümüz devlet görevlilerinin depremin sorumluluğunu üstlenmesi gerekmez mi?

Yanıtı var. Üstelik dünyaya Türkiye’nin emsal olduğu bir karar. Elbette depremle ilgili.

1999 depreminin sembolüydü Veli Göçer. Çınarcık’ta yaptığı siteler çökmüş, insanlar ölmüştü. Göçer yargılandı, hapis yattı. Ama binaları dikerken seyredenler, ona inşaat izinleri verenler, insanlar satın alırken dur demeyenler yargı önüne çıkarılamadı.

BİLE BİLE LADES

Aslında herkes Veli Göçer’in usulsüz işler yaptığını biliyordu. Belediye meclisine geldiğinde, o günkü Belediye Başkanı Ahmet Yaşar Birinci, meclis üyeleriyle tartışmıştı. “Benden önce başlamış” diyerek elini yıkamıştı. Suçladığı eski başkan Turgut Kurt’tu.

Başkan Birinci: “(...) 17 Ekim 1994 tarihli toplantı sırasında dile getirdiğim gibi arkadaşımız geçmişte yapılan hatalara karışmaksızın tamamlanan altı katlı binaların inşa edilmesinin yasallaşmasını önermektedir (...) Haziran tarihli toplantıda daha önce belirtmiştim ve tekrar ediyorum, geçmişte yapılan hatalara karışmaksızın onları du¨zeltelim. Hataların işlendiğini kabul ediyorum.”

Meclis üyesi Nevzat Parlak: “Başkanım, söz konusu bölgede altı katlı binalar inşa edilmiştir. Hangi hakla inşa edebilir (...) kendisi kimden izin aldı? (...) kendisinin ‘pisliklerini temizlemeye’ mecbur değilim. [bu yapıların] betonla çevrilmesine haziranda karar verdik. Bu yapılar yıkılsın.”

Üye Mehmet Polat: “Kanun, bu tip yapıların, tespit edilince durdurulacağını söyler. Altı aydır görevdesin. Bunu yaptın mı yapmadın mı?”

Oylamada “Yıkılsın” diyenler ile “Kalsın” diyenler eşit çıktı. Ama başkanın oyuyla, Göçer’i sevindiren karar çıktı. Binalar olduğu yerde kaldı.

Binalar, kamyon geçerken bile zangır zangır titriyordu. Deprem olduğunda, Göçer’in deniz kumuyla yaptığı site, 195 kişiye mezar oldu. Bilirkişi raporu, “Geliyorum” diyen faciayı özetliyordu:

“Hiçbir teknik denetim yapılmaksızın bina inşa edilmiştir; projede kat sayısına oranla bina sahibinin talebi u¨zerine daire ve du¨kkân sayısının artırılması için ek bir kat eklenmiştir.”

‘BAŞKAN YARGILANMALIYDI’ KARARI

Aslında henüz deprem olmadan önce başkan Ahmet Yaşar Birinci hakkında 1995-1996 yıllarındaki imar usulsüzlükleri nedeniyle yargılama süreci başlamıştı. Birinci, 35 ay hapis cezası aldı, ertelendi. Ancak bu yargılamanın depremle bir ilgisi yoktu. Ölenlerin yakınları, belediye başkanının, deprem binalarına göz yumarak ölüme sebebiyet verdiği için Veli Göçer gibi yargılanmasını istiyordu.

Bugün İstanbul Barosu başkanı olan Filiz Saraç, o günlerde yeni avukat olmuştu. Güvenlik gerekçesiyle Konya’ya taşınan ve tam 45 duruşmada karar çıkan Veli Göçer davasını takip etti. Belediye başkanı başta olmak üzere kamu yöneticileri Türkiye’de yargı önüne çıkarılamayınca, olayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı.

17 Kasım 2015’te beklenen karar çıktı. Mahkeme, devletin yurttaşların yaşam hakkını koruma yükümlülüğünü, sadece cinayet gibi kasten işlenen suçlarda değil deprem gibi felaketlerde de ölümüne sebep olanları yargılama sorumluluğu olduğunu hatırlattı. Hem kaçak binaya müsaade eden hem de sorumluları yargılamayan devlet görevlileri hata yapmıştı. Mahkeme, “Vatandaşı korumalı, başkanı yargılamalıydın” dedi. Bu nedenle Türkiye’yi 124 bin Avro ödemeye mahkûm etti.

SORUMLUSU CHP ADAYI OLDU

Olay, Türk medyasında, “Bu karar emsal olacak” diye haberleştirildi. Gelgelelim, Gölcük depreminden 24 yıl, AİHM kararından sekiz yıl sonra Maraş depremi oldu. Resmi rakamlara göre 50 binin üzerinde insan öldü. Bugün itibarıyla aradan bir yıl geçti. Başta sorumlu belediye başkanları olmak üzere kamu görevlileri hâlâ yargı önüne çıkarılamadı. Dünyaya emsal olan karar bir bize emsal olamadı!

Bunun bir nedeni var. Elbette iktidar partisi aynı zamanda çoğu belediyeyi elinde tutuyor. Rantla, inşaatla, müteahhitlerle işbirliği yapıyor. Bu yüzden kendi kendisine soruşturma izni vermiyor. Ancak muhalefetin de suçu var. Şöyle söyleyeyim, Veli Göçer yıkımının sorumlusu, imar usulsüzlükleri nedeniyle sabıkalı eski Çınarcık Belediye Başkanı Ahmet Yaşar Birinci’ye 1999 depreminden sonra ne oldu? Aldığı ceza nedeniyle siyasi yasaklı olan Birinci, sonraki seçimde, eşi Semra Birinci’yi ANAP’tan Çınarcık Belediye başkan adayı yaptı. Broşürlerinde “kervan yürüyecek” diyerek karı-koca poz verdiler. Siyasi yasağı kalkınca, bu kez kendisi, hem de CHP’den, belediye başkan adayı oldu, kazanamadı. Mağdur ailelerin “Nasıl yaparsınız?” isyanına, CHP’nin yanıtı, “Birinci, kötünün iyisi” şeklindeydi. Kısacası iktidarla muhalefet, deprem meselesinde “aynı gemide”! Haliyle, bugün, muhalefetin de kimi “kötünün iyisi” adaylarıyla depremle hesaplaşmadığını göstermesi sürpriz değil.

Ah keşke betondan mezarlarda son nefesini verenler konuşsa! Belki hayatın hesaplaşmasını dirilere öğretecek olanlar, yaşamdan beklentisi kalmayanlardır.

                                                      /././

Siyasal İslamın ‘uzun yürüyüşü’ (Ergin Yıldızoğlu)

Değerli yazarımız, Oktay Ekşi’nin, Erdoğan’ın “Diyanet Akademisi”nin ilk mezuniyet töreninde yaptığı konuşmayı yorumlayan “Nihayet savaş açıldı” başlıklı yazısını (3/02/24) okurken AKP hükümete geldiğinden bu yana işlediğim “pasif devrim” kavramını düşündüm. Ekşi’nin aktardıklarına bakınca da bu “pasif-karşıdevrimin” ve liderliğinin en az 30 yıl önce şekillenmeye başladığı, Gramsci’den iki kavramı ödünç alırsak kimi zaman bir “cephe savaşıyla” (bütünü etkileyen bir hamle) sıçrayan “mevzi savaşlarıyla” (parçaları etkileyen hamleler) ilerlediği görülür. Erdoğan’ın Diyanet Akademisi’ndeki konuşması yine bir “cephe savaşı” noktasında olduğumuzu düşündürüyor.

PASİF KARŞIDEVRİM

Erdoğan, 1994 yılında Refah Partisi’nin Ümraniye ilçe teşkilatının açılışında yaptığı konuşmada “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor... Yahu bu millet (‘Biz’ ve ‘Millet’ kavramlarını eşanlamlı kullandıklarını unutmadan-EY) istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu!...” demiş ve eklemiş “Biz hazmettire hazmettire geliyoruz...” (abç)

Ben 2000’lerin başında uyandım ve “pasif devrim” temasını 2007 seçimlerinden önce işlemeye başladım (Tempo, Cumhuriyet). Bu pasif devrimin bir “süreç olarak faşizm” olduğunun ayırdına varmam için bir 10 yılın daha geçmesi gerekti. CHP liderliği hâlâ uyanamadı. 

Diyanet Akademisi siyasal İslamın entelijensiyasının (egemen sınıfının) ideolojisini, bu sınıfın gelecekteki bireylerinin öznelliklerini üreten bir kurum; belki de inşa edilmekte olan devletin ideolojik aygıtlarının en önemlisi... Erdoğan’ın burada yaptığı konuşmayı, “İslamın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık, esasında dinin bizatihi kendisine husumettir... İnanıp inanmama, yaşayıp yaşamama tercih meselesidir. Dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur. (...) Bu ülkenin hukuku savunmakla görevli kimi baroları, kelimei tevhit lafzının yazılı olduğu bayraktan rahatsız oluyor, suç duyurusunda bulunabiliyor” sözlerini bu mekânın özelliğini de düşünerek değerlendirmek gerekiyor.

Erdoğan, totaliter bir din devleti projesini dile getirdi. Hatay’da sarf ettiği, “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez” sözleri de bu totaliter projeyi yansıtıyordu. Erdoğan akademideki konuşmasında, bu projeye biat etmeyenleri, dini hedef almakla suçladı, “Biz öyle bir nesil yetiştirmeliyiz ki Filistin’in düştüğü duruma düşmemeliyiz” derken projesine karşı çıkanlarla Siyonizm arasında bir paralellik kurdu. Belli ki Erdoğan siyasal İslamın 30 yıldır, “hazmettire hazmettire” inşa etmekte olduğu totaliter din devleti (kapitalizmde olduğumuza göre “faşizm” demekte bir sakınca yok) projesinin tamamlanmak üzere olduğunu düşünüyor. Bu konuşmanın seçimlerden önce, o mekânda yapılmış olması da yeni bir “cephe savaşı” olasılığına işaret ediyor. Muhalefet ise tamamen hazırlıksız ve dağınıktır!

‘SEZAR’ VE DİĞERLERİ

Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekir! Erdoğan’ın bu konuşması, onun siyasal İslamın arzuladığı devlet biçimine, total kültürel egemenliğin önemine ve düşmanlarının kimliğine ilişkin uzun erimli, en az 30 yıldır pratiğini belirleyen bir vizyona sahip, bir “street fighter” (var olan duruma göre kavga etmeyi bilir, kazanmak için ne gerekirse yapar, kural, üslup, tarz tanımaz) olduğunu da gösteriyordu.

Buna karşılık, son 30 yılda CHP liderlikleri, genelde Cumhuriyetçi ve sosyalist muhalefet, topluma bu “pasif karşıdevrime” direnecek bir vizyon, bir pratik ve bu “street fighter”ın karşısına çıkabilecek bir liderlik sunamadı. Böylece Cumhuriyetçi, sosyalist muhalefet elindeki mevzileri teker teker kaybetti, sıra İstanbul, İzmir, Ankara’ya ve nihayet anayasaya (ironiye bakar mısınız: O anayasaya hayır demişti) geldi. Seçimlere giderken CHP’nin kararsızlıklarına, DEM’in tutarsızlıklarına, solun dağınıklığına bakınca, muhalefetin o mevzileri koruyabileceğini, bir “cephe savaşını” göğüsleyebileceğini düşünmek iyice zorlaşıyor.

Ancak, umudu yeşertmek için yapılabilecek şeyler de var: Ayna karşısında bir öz değerlendirme, özveri, kararlılık, cüret, sabır ve dayanışma ruhu. Üstelik hepsi birden aynı anda ve her yerde... İsterseniz son perşembe yazıma bir kez daha bakabilirsiniz.

                                                       /././

ABD, Irak ve Suriye’den çekilir mi?(Mehmet Ali Güller)

7 Ekim, bölgemizde birden çok fayı hareketlendirmiş durumda: Kendisini direniş ekseni olarak tanımlayan örgütler, 7 Ekim sonrası şartları, ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri varlığından kurtulmak için fırsat görüyorlar. Pentagon’un açıklamasına göre 7 Ekim’den bu yana ABD üslerine yapılan saldırılar 150’yi aştı.

Irak hükümeti de ABD’nin askeri varlığını hedef almış durumda. Irak Başbakanı Muhammed Şiya el Sudani’nin ofisinden 5 Ocak’ta yapılan açıklamada, ABD öncülüğündeki IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun ülkedeki misyonunun sonlandırması amacıyla, Bağdat yönetiminin bir komisyon kuracağı duyurulmuştu.

Irak Başbakanı Sudani, o günden bu yana birkaç kez IŞİD’in Irak devleti için artık bir tehlike oluşturmadığını belirterek ABD koalisyonunun ülkeden ayrılması gerektiğini söyledi. (Suriye hükümeti zaten ABD’yi işgalci olarak tanımlıyor ve ülkeyi terk etmesini istiyor. Resmi olarak Irak’ta 2 bin 500, Suriye’de 900 ABD askeri var.)

PENTAGON VE DIŞİŞLERİNDEN ÇEKİLMEYE İTİRAZ

ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri varlığı konusu sadece bölgede değil, ABD içinde de tartışılıyor. Bu tartışmaları değerlendiren Virginia Senatörü Richard Black, ABD Başkanı Biden’ın asker çekmeyi istediğini ancak iki nedenle bu yönde bir adım atamadığını belirtiyor:

1) Yahudi lobisi engelliyor. (Çünkü İsrail, ABD’nin bölgedeki askeri varlığına muhtaç.)

2) “Dış politikada yerleşik olan müesses nizam” çekilmeye direniyor. (Sputnik, 2.2.2024).

Biden, Black’in söylediği gibi mi düşünüyor, bilmiyoruz ama bildiğimiz şu: Hem ABD Savunma Bakanlığı’ndan hem de ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bu konuda açıklamalar geldi. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, “asker çekme planının olmadığını” söylerken ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı Victoria Nuland da “Çekilme olmayacak” dedi.

IŞİD: ABD İÇİN KULLANIŞLI DÜŞMAN

ABD askerlerinin Irak ve Suriye’deki varlığının gerekçesi IŞİD. ABD bu örgüte karşı mücadele için hem bir uluslararası koalisyon kurmuş durumda, hem de bu örgüte karşı PKK’nin Suriye kolu PYD başta kimi örgütleri kullanarak onlara “meşruiyet” kazandırmaya çalışıyor. Ancak Bağdat yönetiminin de belirttiği üzere IŞİD artık Irak devleti için tehlike değil.

Ne hikmetse, IŞİD tam da bu tartışmalar sürecinde birden saldırılarını artırdı! Üstelik sadece Irak ve Suriye’de değil, İran ve Türkiye’de de terör eylemleri düzenliyor. İran’da Kasım Süleymani’nin ölüm yıldönümü törenlerini kana bularken, Türkiye’de de Santa Maria Kilisesi’ne saldırdı. (2014’te yazdığım IŞİD: Karar Terör kitabını okuyanlar bilecektir, bu örgüt ABD açısından tam bir “kullanışlı düşman” niteliğindedir. Bu, dün de böyleydi, bugün de böyle.)

Bölge ülkeleri “IŞİD tehlikesi yok, ABD askerleri çekilmeli” derken IŞİD, terör saldırıları düzenliyor. ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı Victoria Nuland da neden çekilmeyeceklerini açıklarken “IŞİD hâlâ pek çok yerde aktif. Bu dün İstanbul’da da görüldü” diyor (CNN Türk, 29.1.2024).

KISA VADEDE DEĞİL AMA UZUN VADEDE GİDİCİ

ABD’nin kısa vadede Irak ve Suriye’den çekilmesi pek olası değil. Irak yönetimi çekilmesi için baskıyı sürdürüyor ancak ABD, Irak’tan çekildiği anda Suriye’den de çekilmek zorunda kalacağını bildiği için çekilmeye direniyor.

Ancak uzun vadede ABD’nin Irak ve Suriye’den çekilmek zorunda kalacağı da ortada. Çünkü hem 3 bin 400 askerle yürütemeyeceği işlerin ağırlığı altında hem ek askere evet diyecek bir Amerikan kamuoyu yok ve imal etmesi zor hem de ABD askerleri çekilene kadar direniş ekseninin saldırılarını sürdüreceği anlaşılıyor.

                                               /././

Turgut Özal da aynı dili kullanmıştı (Miyase İlknur)

1989 yerel seçimlerinde Anavatan Partisi gazetelere birbirinin devamı olan tam sayfa ilanlar vererek “Bizim adayımızı seçmezseniz şehrinize hizmet gelmez” diyordu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP Hatay İlçe Belediye Başkan Adayları Tanıtım Toplantısı’nda yaptığı konuşmada seçmenleri tehdit eden ifadeleri tartışmalara neden oldu. Açıklamalarında “Merkezi yönetimle yerel yönetimin dayanışma halinde olmaması halinde o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi?” diyen Erdoğan’ın bu sözleri 1989 yerel seçimlerinde ANAP’ın hâlâ tartışılan ilanlarını akla getirdi.  

ANAP’ın tek başına iktidar olduğu 1989 yılında yerel seçimlere gidildiğinde gazetelere birbirinin devamı olan tam sayfa ilanlar vererek seçmenleri “Bizim adayımızı seçmezseniz şehrinize hizmet gelmez” mesajı veriliyordu.  Bu ilanlarda“ Farklı dilden konuşan belediye başkanı ister miydiniz?”, “Para para düşünen bir belediye başkanı ister miydiniz?”, “Kamakmız, mekânsız, imkânsız ve iktidarsız bir belediye başkanı ister miydiniz?”, “Eli kolu bağlı bir belediye başkanı ister miydiniz?” sorularının başlıkta yer aldığı ilanların alt paragraflarında şöyle deniyordu:  

‘HÜKÜMETLE UYUM İÇİNDE’

“Belediye başkanlarının iyi iş yapabilmeleri için hükümetle aynı dilden konuşmaları ve uyum içinde çalışmaları gerekir. Son beş yıldır belediyelerimizdeki ve diğer mahalli idarelerimizdeki hızlı gelişme bu uyum sayesindedir. Cumhuriyet tarihimizin en büyük yatırımları bu uyum sayesinde gerçekleşmişti. Parasız ve yetkisiz belediye başkanlarının hemşehrilerine hizmet vermesi mümkün değildir. Bu seçimde de oyunuzu hükümetle uyum içinde çalışacak, büyük işler gerçekleştirecek, geniş ufuklu, dürüst, çalışkan adaylara verelim.”  

Bu ilanları sadece gazetelere vermekle kalmayıp bilboardlara ve duraklara asarak seçmeni tehdit eden ANAP iktidarını seçim sonrasında hüsran bekliyordu. Yenilmez denen İbtanbul Belediye Başkanı Dalan bile seçimi açık ara kaybetti. Seçmen tehdit dilini kullanan ANAP iktidarını cezalandırırken SHP’yi yerel idarelerde iktidara taşıdı. SHP 39 il, 264 ilçede belediye kazandı.  

ANAP’a yaramayan bu tehdit dilinin AKP’ye de yaramayacağını en iyi bileceklerden biri olan Erdoğan, 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde RP’nin adayıydı ve kaybetmişti.

                                                 23 ve 24 Mart 1989 tarihli ANAP ilanları

                                                  /././

Küçük Kara Robot: 'Bir roman kurgulamak alternatif dünya arayışıdır' - MUSOST CANBEK / soL-Söyleşi

 

“Küçük Kara Robot”un yazarı Miyase Sertbarut: "İlk olarak internette okuduğum bir haberle zihnimde bir kurgu belirmeye başladı. Haberde İngiltere’de bir otelden kaçan robot süpürgeden bahsediliyordu."

Ülkemizde eleştirel gerçekçilikten taviz vermeden birçok önemli çocuk ve gençlik edebiyatı klasiğine imza atan Miyase Sertbarut ile Tudem Yayınları tarafından yayımlanan son kitabı “Küçük Kara Robot” hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Romanınızın yazım süreci hakkında bilgi verebilir misiniz? Ana fikrin ortaya çıkış süreci nasıl oldu?

Robotlar ve yapay zekâ 2017’de ilgimi çekmeye başlamıştı. Bu konuya “Kapiland’ın Kıyameti” ve “Kapiland’ın Külleri” kitaplarımda da büyük ölçüde yer vermiştim. Yine “Fabrika Hatası İki Robot”ta adından da anlaşıldığı gibi iki önemli karakter robottu. “Yapay Zekânın İsyanı” da aynı yoldan giden bir eser. Yani kurgu dünyasında onlarla epeyce zaman geçirdim. Ben onlardan çok şey öğrendim, onlara da bir şeyler öğretebildiysem ne mutlu. Bunu anlamak için robotların kendi kitaplarını yazmalarını bekleyeceğiz. Aslında çok da beklemeyeceğiz, yazmaya başladılar bile, sadece ustalaşmalarını bekleyeceğiz.
Bilim ve teknoloji dünyasıyla ilgili hayaller kurmak hoşuma gidiyor. Doğal olarak bu durum yazdıklarıma yansıyor. Fakat ister makineleri ister hayvanları, ister bitkileri anlatın, insan bu dünyadan, bu insanlardan, bu ilişkilerden hoşnut olmadığı için yazar. Bir roman kurgulamak alternatif dünya arayışıdır. Ben de dünyadaki bozuk işleyişten fazlasıyla rahatsızım, daha iyi bir dünya arayışındayım ve bu yüzden yazıyorum. 

“Küçük Kara Robot” da aynı sebeple yazıldı. İlk olarak internette okuduğum bir haberle zihnimde bir kurgu belirmeye başladı. Haberde İngiltere’de bir otelden kaçan robot süpürgeden bahsediliyordu. Belki de otelin reklamını yapmak için bu haberi uydurmuşlardı ama haberin o kısmıyla ilgilenmedim, daha sonra robot süpürgenin bahçedeki çitlerin altında bulunmasına ise üzüldüm. Çünkü ben bulunmasın ve kaçmayı başarsın isterdim. İşte hikâye bu haliyle zihnimde biçimlenmeye başladı. Sonra nasıl olduysa Küçük Kara Robot, Küçük Kara Balık’tan ilham alabilir, aynı yolda yürüyebilir diye düşünmeye başladım. Aynı merak duygusuyla, aynı isyankâr tavırla, aynı mücadele ruhuyla… Behrengi’nin kitabını bir daha okuduktan sonra kendi hikâyemi yazmak çok kolaylaştı.

Samed Behrengi’ye kitabınızı ithaf ettiniz. Behrengi’nin sizin için önemi nedir?

Samed Behrengi “Küçük Kara Balık”ta kendi hayatını anlatmış gibi geliyor bana. Aynı merak duygusu, aynı gezip görme arzusu, aynı mücadeleci ruh ikisinde de var. Onun daha 29 yaşındayken ölmesi/öldürülmesi herkes gibi bana da acı ve hüzün veriyor. Hani Yunus Emre “Yiğit iken ölenler, gök ekinin biçilmesine benzer” diyor ya şiirinde, Behrengi de erken biçilen o buğday başaklarından işte. İdealist bir köy öğretmeniydi, halk kültürü derleyicisiydi. Geriye pek çok kitap bıraktı, yaşasaydı daha fazlasını bırakacaktı, yaşasaydı pek çok köy çocuğunun ufkunu açacaktı. Kitaplarında özgürlüğü, barışı, eşitliği anlatmaya devam edecekti.

Behrengi’nin ilk okuduğum kitabı “Küçük Kara Balık”tı. Ortaokul dönemim, 70’li yıllar. O yaşlarda belki de üstünkörü okuduğum için bende pek iz bıraktığını söyleyemem. Fakat yıllar sonra ben de öğretmen olduğumda kitap yine karşıma çıktı. Bu seferki okumamda daha derin, daha anlamlı motifler olduğunu görebildim. Sanki çocuklar için değil de öğretmenler için yazılmış gibiydi. Çünkü bize “Bu ırmak nereye dökülür?” diye soran bir balığı/öğrenciyi susturmamak gerektiğini anlatıyordu.

Kendi kitabımı yazmak için ise motivasyonum onun kitabındaki şu cümleydi. “Ben bilmek istiyorum; gerçekten de yaşamak dediğimiz şey şu bir avuç yerde yaşlanıncaya kadar dolaşıp durmaktan mı ibaret; yoksa dünyada başka şekilde yaşamak da mümkün mü?” 

Bu durumda “Küçük Kara Robot”u elbette Samed Behrengi’ye ithaf edecektim.

Romanınız aynı zamanda merak etme duygusuna görkemli bir methiye. Karamsarlığın ve umutsuzluğun yakamıza yapıştığı dehşet verici bir dezenformasyon çağında da yaşıyoruz o nedenle bu vurgunuz ayrıca kıymetli ve her daim güncel. Yıllarca öğretmenlik de yaptınız. Var olan eğitim sistemimizin öğrencilerimizin bu en temel merak duygusunu bile baltalayıverdiği ortada. Bu husustaki gözlemleriniz neler?

Elbette benim öğretmen olduğum dönemle şimdi arasında bazı farklar olsa da işlerin daha iyiye gittiğini söyleyemem. Çocuklar değişse de sistem değişmedi. Bunu okullardaki yazar buluşmalarında görüyorum. Örneğin okul müdürü ya da öğretmen diyor ki “Çocuklara kitap okumanın faydalarından bahsedin, belki sizi dinlerler.” Yani benim çocuklara öğüt vermemi bekliyorlar. Kendileri de yıllardır öğüt vermişler. Evde anne-babalar da durmadan öğüt veriyor. Ve hâlâ öğüt vermenin hiçbir işe yaramadığını göremiyoruz. Sanırım Montaigne’in bir denemesindeydi “Öğüt verenler, örnek olamayanlardır.” diyordu yazısında. Montaigne bunu 16. yüzyılda söylemiş, biz 21. yüzyılda uygulayamıyoruz. Müdürün veya öğretmenin öğle arasında kitap okuduğunu hiç görmemiş bir çocuk için öğüt, işe yaramayan boş bir gevezeliktir. Sistemin en büyük açmazı dediğiniz gibi merak duygusunun köreltilmesidir. Çocuk soru sorarak öğrenir. Biz ise onların sormadığı soruların cevabını ezberletmeye çalışıyoruz. Çocukların zamanını heba ediyoruz. Sokakta aylaklık yapacağına okulda olması iyidir, diyoruz ve daha öteye gidemiyoruz.

Jeneratör Jena, romanınızda kilit bir öneme sahip. Jena’nın bu belirleyici rolü hakkında neler söylemek istersiniz?

Jena dayanışmanın güçlü bir sembolü. Başlangıçta herkes “Küçük Kara Robot”a sırt çevirmişken bir tek o anlıyor bizim Robi’yi ve hayalini gerçekleştirmesi için ona yardım ediyor. Jena’nın bu tutumu Robi gibi düşünen okurlara şunu söylüyor: Hayal etmeye devam et. Yalnız değilsin, senin gibi olanlar var. Onlar da bodrum katta olup görünmüyor olabilirler. Bazıları Marki gibi işlerini otomatik pilotta yapmaya devam ediyor olabilir. Ama sen hayallerinle ve içindeki enerjiyle ve iyiliğin yaratacağı güçle onların da içinde bir kıpırtı uyandırabilirsin. Bir araya geldiğinizde ise olağanüstü işler yapmayı başarabilirsiniz.

Özelde robotlar ve genel olarak da yapay zekâ konusunda son tahlilde iyimser olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Bu konuda ben de aynı izlenimi paylaşıyorum. Robotlar erozyona uğrayan insani değerlerin taşıyıcısı olarak da işlev görüyor romanınızda. Bu konudaki düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?

Evet, robotlar ve yapay zekâ konusunda iyimserim. Benim iyimserliğim sanırım Isaac Asimov’un 1950’lerde yazdığı “Ben Robot” kitabını okumamla başladı. Bu kitaptaki öykülerde robotlarla insanlar arasındaki ilişkiler anlatılırken yazarın robotların tarafını tuttuğu açıkça fark ediliyordu. 

Sanırım insan bu dünyada tutunacak bir dal arıyor. Geleceğe yönelik iyi şeyler hayal etmek istiyor. Çağın var ettiği gerçeklikte, dediğiniz gibi erozyona uğrayan insani değerler yine insana benzetilmiş bir bedende, bir zihinde, bir bilinçte somutlaşsın istiyorsun. Yani insandan umudunu kesiyorsun ama onun yerine koyduğun şey yine görünüm olarak insana benziyor. Belki de içimizdeki ilkel insanın yeni bir tanrı arayışıdır bu.

Romanınızın yayınlandığı dönemle aynı zaman diliminde robot ve insan kardeşliğine vurgu yapan Gareth Edwards’ın “The Creator” (Yaratıcı) isimli çok önemli bir bilimkurgu başyapıtı olan bir film de gösterime girdi. Bu müthiş filmi seyretme fırsatınız oldu mu?

Henüz seyretmedim ama madem ki robot ve insan kardeşliğine vurgu yapıyor ve siz de beğenmişsiniz, ilk fırsatta izlerim. Belki yeni bir kitap için bana ilham da verebilir.

Romanınızın son bölümünün başlığı olan “Hurdalık” aslında manidar bir mutlu sonu muştuluyor. Robi’nin hikâyesi tıpkı büyük insanlığın hikâyesi gibi devam edecek görünüyor. Robi’nin yolculuğu devam edecek mi?

Satın al, kullan ve at, yine satın al, kullan ve yine at döngüsünün dünyayı büyük bir hurdalığa dönüştürmesi bir gerçeklik, edebiyat bu enkazdan bile yeni bir gücün doğacağı umudunu verebilir, vermelidir. Bazen iyileşmenin nerden başladığı çok şaşırtıcı olabilir. Kitabın sonunda Akrepçip’in dönüşümü, iyiye dönüşümü, bizi bir yandan şaşırtırken bir yandan da dünyadan umudumuzu kesmememiz gerektiğini fısıldıyor. 

Robi’nin yolculuğu elbette devam edecek, çünkü o, yıllar önce “Küçük Kara Balık” olarak yazıldı. Şimdi 2024’te “Küçük Kara Robot” olarak yola devam ediyor. 2080 yılında bir başka yazar bu yolculuğu neden devam ettirmesin? Küçük Kara Balıklar bazen robot, bazen insan, bazen ağaç, bazen de ejderha formunda yaşamaya devam edecek.

MUSOST CANBEK / soL-Söyleşi