1 Mart 2024 Cuma

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 1 Mart 2024 -

 

Aslında biliyorlar (Ali Sirmen)

25 kişinin can verdiği Çorlu tren kazasında dün karar bir kere daha ertelendi. Mahkeme heyeti duruşmaya gelmesine rağmen, girmedi. Duruşma 25 Nisan gününe ertelendi. Oradaki yetkililer yargı heyetinin geldiğini ve avukatlara falan aksi yönde haber gönderilmediğini bildirdiler.

Onlar da herkes de biliyor ki Çorlu tren kazasında verilecek karardan utanan yargıçlar kimsenin yüzüne bakamıyordu. Onlar da biliyorlar ki yargıçların kimsenin vicdanını rahatlatacak bir karar vermesi imkânsızdı. Kamuoyunun vicdanını susturmak için verilecek karar da asıl sorumluları gizleyecek başka garibanları okkanın altına atacaktır. Düzen böyle sürdükçe kazalar da birbiri ardından gelecektir. Durum her alanda böyledir. Enflasyona karşı cart curt yapan ilgili makamlar bir şey yapabilecek durumda değiller. Muhalefetin de elinde bir sihirli değnek yok. Yalnızca topluma amin dedirtmek üzere olmayacak dualar üretmeye çalışıyorlardı.

                                                     ***

AKP önerdiği yolların, uyguladığı politikaların çıkar olmadığını biliyordu. Bunlar hep yazıldı söylendi. Kendilerine bir daha kimsenin yüzüne bakamayacakları anlatıldı. Dinlemediler. Ürettiğinden çok üreyerek, tükettiğini üretmekten aciz olanlar sonunda iflas bayrağını çekeceklerdir. AKP ürettiğinden çok tüketen toplumların çıkışı olmadığını bildiği halde yağma ve talanla işi götürdüğünü zannettiren bir tutumla yağma ve talancının talanına ortak olmuş, hırsızlığını, zalimliğini, baskıcılığını, adaletsizliğini, lüpcülüğünü yağma ve talan düzeni için seferber etmiştir. AKP devlet gücünü yağma ve talan politikasının cebir şiddet unsuru haline sokmuştur. Onun suçu umar olmadığını bildiği reçeteleri topluma cebir veya hile ile yutturmaktır.

İşlevi yukardakinden ibaret olan AKP seçmenin karşısına çıkamayacağını, çıkarsa da uzun süre karşısında duramayacağını ve söyleyecek başka bir şeyi olmadığını bilmektedir. AKP yarınlara yatırım için çakacak bir çivisi bile olmadığını bilmektedir. Bu durumda olan bir iktidarın enflasyon karşısında emekçiyi ezdirmeyecek bir ücret uygulamayacağını, sürülecek merhemlerin kimsenin derdine deva olamayacağını bilmemesi mümkün müdür?

Evet şunun şurasında seçime 30 gün kaldı. Kürsüye çıkanlar enflasyonu halkın cebinden söküp aldıklarıyla finanse edeceklerini bilmekte ama yine fütur etmeden “Evet bu durumlara sizi talan ve yağmacıların ellerini ayaklarını bağlayarak, kaynakları onların çıkarlarına harcayarak ben getirdim. Ama bilin sizi bu durumdan yine ben kurtarırım” demekte ve halkın da bunu yutmasını istemektedir.

Bugünkü durumda kimsenin sihirli bir enflasyon reçetesi olmadığını söylemek zorundayız.

orundayız. Kim olursa olsun bilmektedir ki enflasyonun yalnızca emekçilerin fedakârlıklarıyla ve uzun süre uygulanacak kemer sıkma politikalarıyla çözüleceğini görecektir.

Türkiye iflas etmiş, kimsenin yüzüne bakamayacağı bir ülke haline gelmiştir.

Hâkim karar verir, kimsenin yüzüne açıkça okuyamayacağı için kürsüye çıkamaz. Politikacı yalanını topluma yutturur, baskısını topluma azmettirir ama politikasıyla sefaleti, rezaleti çözemez.

Kimsenin kimseye bakacak hali yok. AKP de biliyor. Herkesin vaatlerinin gerçek yüzünü bildiğini AKP de sokakta haykıran vatandaş da feryatların mazlumun son tehdidi olduğunu biliyor.

Aslında oynayanların hepsinin niteliğini bildiği tarafların birbirlerinin yüzlerine bakarak oynadıkları bir oyundur bu.

AKP kürsüden milleti azarlıyor: “Genç adam önce dinlemeyi öğren.”

Genç adam dinlemeyi biliyor. Ama o da hasretle dinletmeyi öğreneceği günleri bekliyor.

Bu arada herkes herkesi biliyor.

                                                        /././

Kütahyalı, ÇYDD’ye para kazandıracak mı? (Barış Pehlivan)

Okumuşsunuzdur: RTÜK üyeleri Tuncay Keser ve İlhan Taşcı, TRT’nin seçim yayınlarına ilişkin üst kurula şikâyet dilekçesi sundu. Zira gözle görülen açık bir gerçek vardı: TRT, iktidar partisi ile muhalefet partilerinin adayları hakkında tek taraflı yayın yapıyordu. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “TRT’yi cenazeme istemiyorum, dirimde olmayanın ölümde de gözü olmasın” dedi.

Bunun üzerine düşünürken RTÜK’ü de ilgilendiren bir başka dava aklıma geldi.

2023’ün ilk günleriydi.

“Derin Futbol” adlı programın yorumcularından Rasim Ozan Kütahyalı’nın yayında sarf ettiği küfürler nedeniyle, Beyaz TV’ye oybirliğiyle yüzde 3 oranında para cezası verilmişti. Bu idari para cezası üzerine Kütahyalı yine aynı ekranda RTÜK üyesi İlhan Taşcı’yı kastederek şöyle demişti:

“RTÜK’ün dilekçe veren adamı da ‘Bu ülkeye özgürlük getireceğiz, bu ülkede ifade özgürlüğü yok, diktatörlük var’ diyen adam. Bunlar manyak. Bunlar faşist.”

Daha da ilginci... Aynı yayının içerisinde, sunucu Ertem Şener idari para cezası verilmesinin nedenini tartışırken Kütahyalı’nın zamanında “askeri vesayet ile mücadele etmesine” bağlıyordu.

Bunun üzerine İlhan Taşcı, programın yorumcusu Rasim Ozan Kütahyalı’ya dava açtı. Taşcı, kişilik haklarına yönelik sarf edilen bu sözlerden dolayı 20 bin liralık manevi tazminat istiyordu.

Çarpıcı olan ise Taşcı’nın mahkemeye sunduğu dilekçesindeki bitiş paragrafıydı:

“Manevi zarar sonucu elde edilecek tazminat yine davalının kirli bir dil kullanımı ile zarar verdiği, toplumda itibarsızlaştırmaya çalıştığı, hukuksuzluğu ispatlanmış kumpas davası mağdurları ve yakınlarının oluşturduğu, KUMPASDER ile yine davalının daha önce seviyesizce hedef aldığı Türkan Saylan’ın kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne (ÇYDD) bağışlanacak.”

şte bu davanın duruşması geçen hafta gerçekleşti. Dava dosyasına Rasim Ozan Kütahyalı’nın beyanına göre hazırlanan ekonomik durum araştırması da girdi.

Buna göre...

Kütahyalı polise verdiği bilgide, kira geliriyle birlikte aylık 27 bin 500 lira kazandığını belirtiyordu. Lakin Volkswagen, Land Rover, Jaguar ve Mercedes markalarında dört ayrı arabası da yine tutanaklara geçmişti. Belgenin altında “Kesin olmayıp, teyide muhtaç bilgilerdir” notu da vardı.

Bu davanın sonucu ne olur, merak ediyorum.

Zira FETÖ’nün kapatılan gazetesi Taraf’ın eski yazarı Kütahyalı eğer cezalandırılırsa, yıllarca yalanlarıyla hedef aldığı insanların yaşattığı KUMPASDER’e ve ÇYDD’ye istemeden de olsa ilk kez bir yararı dokunacak.

                                                   /././

‘Eğitimde mantık yok’ (Özdemir İnce)

Bugün, 27 Şubat 2024 tarihli Cumhuriyet gazetemizde manşet olan “Eğitimde mantık yok” haberini yazan genç muhabirimiz Aytunç Ürkmez’i kutlayıp öveceğim.Genellikle güncelin peşinde koşmayan beni, güncele davet edip çağırdığı için öveceğim. “Mantık” bilginin yapısını inceleyen, doğru ile yanlış arasındaki akıl yürütmeyi sağlayan disiplindir, doğru düşüncenin aracıdır. Gerçeğin evrensel ölçülerinin bilimsel olarak, özellikle akla uygun açık ve kesin olarak incelenmesidir. “Eğitimde mantık yok”u bu ölçüye göre değerlendirebiliriz. Yani mantık yoksa eğitim öğretim de yoktur.

Türkiye’de evrensel bilişsel bilimlerin ve genel olarak bilimlerin içerdiği bilimsel gerçekler uzun süredir din naslarının terazisi ve mezurasıyla ölçülmektedir. Din nasına göre dünya (yeryüzü) Tanrı tarafından bir halı gibi döşenerek serilmiştir. Yani düzdür. N’olacak şimdi, gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiğine göre.

Aytunç Ürkmez kardeşimizin haberi şöyle: Biyoloji dersine “yaratılış teorisini” koymaya hazırlanan MEB, “integral”i kaldırdı, “kümeler” ve “mantık”ta ise sadeleştirme yapacağını bildirdi. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) eğitimde milli ve manevi değerlerin ön plana çıkarıldığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” kapsamında öğretim programları çıkarmayı hedefliyor. Bu model kapsamında yapılan müfredat değişikliğinde son olarak 2024-2025 eğitim-öğretim yılından başlayarak uygulanacak ortaöğretim kademesindeki biyoloji dersinin merkezine “yaratılış teorisinin” koyulduğu ortaya çıkmıştı.

Laik ve bilimsel eğitime karşı atılımın ortaöğretim matematik dersinde de yaşandığı ortaya çıktı. Kaynaklardan edinilen bilgiye göre 2024-2025 eğitim öğretim yılından sonra geçerli olarak ortaöğretim matematik dersi konuları arasından “integral” çıkarıldı. Bunun yanı sıra “kümeler” ve “mantık” konularının içeriğinde de sadeleştirme yapılıp derslerin sınıfları değiştirildi.

Öte yandan bakanlık, yeni müfredata göre ders kitabı hazırlamaya başladı. Bakanlığın yayınevlerine derslerin içeriklerine ilişkin bilgilendirme yazısı gönderdiği ortaya çıktı. Söz konusu yazıda, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Ortak Metni” adıyla bir belgeden söz edildi...

Bilim çocuklarda MERAK ile başlar. Okullar çocukları merakını kamçılamalıdır. Ama merak sabit değildir. Değişir ve gelişir. Çocuk tek kitabın dogmalarıyla değil dünyanının bütün kitaplarıyla buluşmalıdır. Çocukları çiçek açmadan yobaz düşüncelerle soldurmayın.

Bre aymazlar; derslerin öğrenciler tarafından seçmeli alındığı ABD’yi saymıyorum, bütün Avrupa ülkelerinde, Japonya ve Çin’de ortaöğretimde anadilinin yanı sıra matematik (geometri dahil), fizik, kimya, astronomi, felsefe, mantık, psikoloji mutlaka öğretilir. Bu dersleri öğrenmeden meslek sahibi ve bilimci olmak mümkün değildir. Marangozluk sanatında bile matematik ve geometri vardır. Savaş uçaklarını, füzeleri, uyduları nasıl yapıp uzaya, Ay’a gideceksiniz? Bu kafayla ancak mehtaba çıkarsınız. Hangi sivri akıllı “Milli ve manevi değerlerin ön plana çıkarıldığı ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ kapsamında öğretim”i (!) keşfetti? Evrensel bilgi ve bilim öğretilen okullarda “milli ve manevi değer (bilgi)” diye bir safsata yoktur. Milli ve manevi değerlerle soslu uzay geometrisini nasıl öğreteceksiniz? Bilim sütü ossat kesilir. Cehaleti mezarından çıkardınız. Mezarından çıkan hortlak cehaletin ilk işi egemenliğini kurmak için sizi boğazlamak olacaktır. Şunu iyi biliniz ki hortlaklar bilime karşı hiçbir şey yapamaz. Bilim cehaleti def edecek aşıyı mutlaka bulur. Ama AKP kendini boğazlayacak Frankenstein’lar yaratmış olur.

Çoktanrılı dinlerde hiçbir din savaşı olmamıştır. Bir halk öteki halkın beğendiği tanrısını kendi tanrısı yapmıştır. Dinler dünya sorunlarını çözemedi çözemez. Türkiye’nin sorunlarını da İslam çözemez. Laik bir ülkede devlet ya da hükümet, Türkiye’de olduğu gibi din simsarlığı, din misyonerliği yapamaz. Yasaktır, çağ ve tarih dışıdır. Bu türden girişimler halkı böler, birliği yok eder, aymazlıktır, “beka sorunu”dur. Matematik ve bilim düşmanlığı köleliğin başlangıcıdır.

                                                  /././

100 yıllık ihanetin mirası (Zülal Kalkandelen)

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, AKP’yi sol politikalara yakın parti olarak değerlendirmiş. Bu çarpıtma özgün bir değerlendirme olsaydı, yazıma “Bu da oldu!” diyerek başlayabilirdim. Ne var ki Prof. Dr. İdris Küçükömer’in 1960’larda ortaya attığı tezlerden bu yana İkinci Cumhuriyetçilerin, dönek solcuların savunduğu bir düşünce bu.

Dolayısıyla lise ve üniversite yıllarında sosyalist siyasetin içinde yer alan ama sonradan AKP milletvekili ve şimdi de Saray’ın kadrolu çalışanı olan Uçum’un da aynı yanlışı yayması hiç şaşırtıcı değil.

Öyle ki “İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri” adlı kitabımda, Küçükömer’in solu sağ, sağı sol olarak gösteren tezleri günümüze yansıtıldığında bu sonucun ortaya çıkacağını yazmıştım.

Jön Türklerin Prens Sabahattin kanadı, Hürriyet ve İtilaf, TBMM’deki saltanat ve hilafet yanlılarının da içinde yer aldığı İkinci Grup, şeriatçı Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra irticayı yüreklendirdiği gerekçesiyle kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, kurulduktan sonra gericilerin odağı haline gelen Serbest Fırka, Cumhuriyet Devrimi’nin kazanımlarını baltalayan, emperyalizmin güdümünde tarikatlarla, şeyhler, şıhlar ve ağalarla el ele ilerleyen ve ilk çıkışını Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na muhalefet ederek yapan Demokrat Parti ve onun izinden giden Adalet Partisi’ni sol kanada koyan Küçükömer’in takipçilerinin de aynı çizgiyi izleyen AKP’yi sola koyacağını anlatmıştım.

Bu nedenle kitabımın alt başlığını “İkinci Gruptan Yetmez Ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanetin Mirası” olarak belirlemiştim.

BAYATLAYAN TEZLER

Uçum’un Oda TV’deki yazısında, laik Cumhuriyete dair şu satırları görüyoruz: “Bürokratik devlet, halkı, batıcı/ aydınlanmacı ideolojiye göre şekillendirme görevi üstlendiği için halk karşıtı uygulamaların merkezi olmuş bir tür bürokratik oligarşi doğmuştur.”  Artık bayatlayan bu düşünceler, Küçükömer’in tezleridir.

Oysa saltanat ve hilafeti kaldırıp Cumhuriyeti ilan eden, halkın temsilcilerinden oluşan TBMM’yi kurup egemenliği kayıtsız şartsız millete veren, şeriat hukukunu sona erdirerek laik hukuku uygulamaya koyan, medreseleri kapatıp çağdaş ve bilimsel eğitimi başlatan, kadının olması gerektiği gibi toplumsal hayatta öne çıkmasını sağlayan, her alanda bilimi referans alan Cumhuriyet Devrimi, tartışmasız hem siyasi hem de toplumsal açıdan ileri bir adımdır.

Henüz üretim ilişkilerindeki dönüşümün tam olarak sağlanmasına olanak bulunmayan bir toplumsal/ ekonomik yapıda ve dönemde gerçekleştiği için bu devrimi “halk karşıtı” olarak değerlendirmek ancak acınacak bir tarafgirliğin ürünüdür.

SOLA HAKARET BU

Bu tarafgirliğe bir diğer örnekse Uçum’un CHP’nin bugünkü durumundan hareketle yaptığı AKP övgüsüdür.

“Türkiye’de gerçek anlamda kendini yurtsever sol demokrat olarak kimliklendiren veya buna layık olan güçlü bir sol siyasal akım yoktur. Ancak günümüzde solun ayırt edici karakterlerine bakıldığında, antiemperyalizm, yurtseverlik, darbe karşıtlığı, mültecilerin korunması, kadın hakları savunuculuğu, gençliğe sahip çıkılması, güçlü sosyal politikalar gibi temel sol yaklaşımlar üzerinden değerlendirildiğinde siyasi niteleme açısından olmasa dahi siyasi pratik bakımından sol ilkelere daha uygun hareket eden liderin R.T. Erdoğan, sol politikalara yakın olan partinin AK Parti olduğu çok güçlü bir şekilde söylenebilir.”

CHP, ideolojik savrulma yaşayarak ortanın sağına geçmiş olabilir ancak bu ülkede gerçek anlamda yurtsever, sol siyasal akım vardır. Ama Uçum da epeyce sağa savrulduğundan göremez olmuş.

O kadar ki ülkenin tüm kamusal birikimini emperyalist şirketlere satan, anayasayı çiğneyerek sivil darbe yapan, kadınları şiddete karşı koruyan uluslararası sözleşmeden çekilen, sınırları kevgire çevirip IŞİD, Taliban teröristlerinin ülkeye doluşmasına yol açan, gençlerin en büyük hayallerinin yurtdışında yaşamak haline gelmesine neden olan, açlıkla sınanan vatandaşları sadakaya mahkûm eden AKP’yi sol ile ilişkilendirebiliyor. Bunu ancak ihanetin mirasına konanlar yapar!

(Cumhuriyet)


Lezita'da grev için geri sayım başladı: Sendikaya engel olamayan patron Hindistan'dan işçi getirdi + İşçiler 7 Mart’ta grevde: Lezita’da patron greve karşı fabrikaya barikat yığdı (soL)

Lezita'da grev için geri sayım başladı: Sendikaya engel olamayan patron Hindistan'dan işçi getirdi  (Emre Alım-soL/Özel)

Lezita'da greve günler kala işçiler üzerindeki baskıyı artıran patron bu defa yabancı işçi transferiyle grev kırıcılığa soyundu. Öz Gıda-İş hukuki yollara başvuracağını duyurdu.

İşçilerin 7 Mart'ta iş bırakmaya hazırlandığı Abalıoğlu Lezita'da greve engel olmak isteyen patron Hindistan'dan işçi getirdi.

İzmir Kemalpaşa’da bulunan Abalıoğlu Lezita'da işçiler arasında çoğunluğu elde eden Öz Gıda-İş Sendikası, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndan yetki belgesini almış ancak işveren tarafı itiraz etmişti. İtiraz davası lehine sonuçlanan sendika, toplu iş sözleşmesi imzalamak için işvereni masaya davet etti ancak yanıt alamadı.

Yasal hakkı olan greve başvuran sendika, işçilerin 7 Mart'ta işbaşı yapmayacağını ilan etti. Bunun üzerine çok sayıda işçiyi işten çıkaran Abalıoğlu Lezita, fabrika alanında işçilerin daha önce direnişe geçtiği alanı da dikenli tellerle çevirdi.

İşverenin greve yönelik son hazırlığıysa işçi transferi oldu. Öz Gıda-İş yetkilileri, grev kırmak için getirilen Hintli işçilerin fabrika yakınındaki Turgutlu'da bir aparta yerleştirildiğini tespit etti. Banka hesabı açılan ve servisle işe götürülen işçilere şirket yetkilileri eşlik ediyor. Hintli işçilerin Abalıoğlu Lezita'da çalıştırılmak üzere getirildikleri yetkililerce de doğrulandı.

Grev kararının hemen ardından gelen bu hamleyi ''grev kırıcılık" olarak nitelendiren Öz Gıda-İş yetkilileri ve işten çıkarılan işçiler, buna izin vermeyeceklerini, hukuki yollara başvuracaklarını belirtti.

'Hintli garibanlara kimse dokunmasın, grev kırıcılığın hesabı şirketten sorulacak'

Tepkilerinin Hintli işçilere değil, onları grev kırıcılığa zorlayan işverene olduğunun altını çizen sendika, Abalıoğlu Lezita yönetimine şu sözlerle seslendi:

"Gelen işçilerin çalışma belgesi olduğu iddiası var ancak grev kararı öncesinde bu hamlenin yapılıyor olması çok açık ki grev kırıcılıktır. Sendikalı öncü işçileri işten çıkartırken ve Turgutlu'da, civar ilçelerde onlarca işsiz varken bölgeye neden Hintli işçi getirildiği şirket yetkililerince açıklanmak zorundadır. Bu işçileri getiren, varsa bu izinleri veren yetkililer derhal açıklama yapmak zorundadır. Grev kırıcılığına asla izin vermeyecek, hukuki olarak bu meselenin sonuna kadar gideceğiz. Derdimiz Hintli işçiler değil, onları grev kırıcılığına zorlayan Abalıoğlu Lezita yöneticileridir. Buraya getirilen Hintli garibanlara kimse yaklaşmasın ancak bunun hesabı bölge halkı tarafından şirket yetkililerine sorulmalıdır. Konu çok ciddidir tüm sorumluların biran önce açıklama yapması gerekmektedir. Burada işçinin örgütlü mücadelesinin ne kadar haklı olduğu, işverenin işçilere yaptığı biz bir aileyiz edebiyatının ne kadar boş olduğu ortadadır."

Lezita'dan soL'a açıklama

Duruma ilişkin soL'a açıklamada bulunan Lezita, yabancı işçi çalıştırmanın "işin sürdürülebilirliği ve üretimin devamlılığı açısından başvurulan bir yöntem" olduğunu ifade etti.

Ramazan ayı öncesinde ürünlerine yönelik talebin yükselmesini beklediklerini belirten şirket, konuyla ilgili resmi makamlara yaptıkları başvurunun da Nisan 2023 tarihinde gerçekleştirildiğini aktardı.

Şirketin açıklamasında öne çıkanlar şöyle:

"Yerel kaynakların yetmediği noktada üretimin devamlılığını sağlamak amacıyla yabancı iş gücüne de kapı açmaktayız. Bu durum, her sektörde iş gücü temin edilmesinde zorluk çekildiği durumlarda işin sürdürülebilirliği ve üretimin devamlılığı açısından başvurulan bir yöntemdir.

Şirketimiz de üretimin devamlılığını güvence altına almak amacıyla yaklaşık iki yıldır yabancı uyruklu iş gücü konusunda çalışma yürütmektedir.

Tüm seçenekleri değerlendirmemizin ardından konuyla ilgili resmi makamlara başvurumuz ise Nisan 2023 tarihinde yapılmıştır. Ürünlerimize yönelik talebin yükselmesini beklediğimiz yaklaşan Ramazan ayı öncesinde fazla mesai yapılmamasını sağlamaya çalışmak, konunun bugünlerde gündeme gelmesine neden olmuştur."

                                                                   /././

 İşçiler 7 Mart’ta grevde: Lezita’da patron greve karşı fabrikaya barikat yığdı (İrem Yıldırım-soL/Özel)

Abalıoğlu Lezita'da işçiler 7 Mart'ta greve başlayacak, patron öncesinde fabrikaya barikat yığıyor.

İzmir Kemalpaşa’da bulunan Abalıoğlu Lezita patronunun Öz Gıda-İş’in Çalışma Bakanlığından aldığı yetki belgesine itiraz davası sonuçlandı. 

Abalıoğlu Lezita'da 2021 yılının Temmuz ayında Öz Gıda-İş Sendikası'nda örgütlenen işçiler kısa süre içerisinde yetki tespitini almış ve örgütlenme süreci tamamlanmıştı. Ardından patron tarafından yetkiye itiraz edilmiş ve mahkeme süreci başlamış, örgütlenmeye öncülük eden işçiler işten çıkartılmıştı. Sendika tarafından fabrika önünde başlatılan direniş, İstanbul'da yapılan eylemlerle devam ettirilmişti.

Patronun açtığı yetkiye itiraz davası sendika lehine sonuçlandı fakat toplu iş sözleşmesi görüşmeleri için yapılan çağrılar cevapsız bırakıldı. İşte bu sebeple de Öz Gıda-İş tarafından grev kararı alınarak grevin 7 Mart günü başlayacağı ilan edildi.

'Patron, işçilere diz çökecek'

Grev kararırının alındığı Lezita’da işçiler gelinen süreci ve grev kararını soL’a anlattı. Kararlı olduklarını dile getiren işçiler, bu işin masada çözülmesine Abalıoğlu patronunun engel olduğunu anlatıyor. “Patron, işçilere diz çökecek” ilk kurdukları cümle. İsmet, Kazım ve Cihan* çalışma koşullarını ve sendikal mücadelelerini anlattı.

Yaklaşık 4 yıldır Lezita’da çalışan İsmet, sendikal hakları için ne zaman harekete geçtilerse yönetimin engel olmaya çalıştığını anlatıyor:

“Geçici iyileştirmeler yaptılar. Biz sözleşme istiyoruz bugün verir yarın geri alırsınız dedik. Yetmeyince arkadaşlarımızı işten çıkardılar, ekmeğimizle tehdit edip göz dağı vermeye kalktılar. Yetmedi, isteyen tazminatını alıp gitsin dediler. Baktılar herkes çıkmak için müracaat ediyor, başa çıkamayacaklar ondan da vaz geçtiler. Sendikaya açtıkları davayı kaybedip yine masaya gelmediler. Ne yaptılarsa ellerine, yüzlerine bulaştırdılar. Bizi greve mecbur ettiler. Şimdi onu da yaptırmayız diyorlar.”

                              İşçilerin direnişe geçtiği fabrika alanı dikenli tellerle çevrildi

Fabrikaya barikat yığıldı

Son bir aydır çeşitli bahanelerle işçilerin işten çıkarılmaya başlandığını da soL’un edindiği bilgiler arasında.

Grev kararının ardından alınan önlemlerden biri fabrikaya yığılan barikatlar. İşçiler soL’a "Grev günü işçiyi koyun gibi içeri sürmek istiyorlar" diyor.

Turgutlu, Salihli, Kemalpaşa, Akhisar, Kula bölgesindeki emekçiler tarafından iyi bilinen bir fabrika Lezita. İzmirli emekçiler için Lezita “Bu bölgede yaşayan herkes tarafından bilinen, mutlaka herkesin ailesinden bir kişi çalıştığı yer” demek. Ama aynı zamanda Lezita, işçinin hakkını almaması için elinden gelenin yapıldığı yerlerden biri. Kazım bir diğer Lezita çalışanı, “Burada çalışan işçinin bu fabrikada kesilen tavuktan fazla bir değeri yoktur” diyor. Grev konusunda konuşan Kazım şunları söylüyor:

“Şimdi önümüzde grev kararı var. Bu saatten sonra patronun ve yalakalarının sözüyle hareket edecek değiliz. Biz bu kararı uygulamakta kararlıyız. Yıllarca bize hikaye anlattılar zaten, daha fazla konuşmaya gerek yok. Bundan sonra ya sendikayı tanırlar ya tanırlar. Şimdi grevi engellemek için fabrikanın çevresini kapatıyorlar. Bir sürü barikat doldurdular fabrikanın içine. Bu yasaktır, zorla bizi içeriye koyamazlar. Gerekeni yapacağız sendikayı bu fabrikaya koyacağız.”

'Burayı açık cezaevine çevirmeye çalışıyorlar ama sökmez'

Grev sürecinde işten çıkarılan işçiler arasında da öncülerden olan Cihan, “Biz içerdeki arkadaşımlarımızla çalışmaya devam ediyoruz” diyor. Sendikanın davayı kazanmasıyla birlikte yemek molalarında ses çıkarma eylemleri yaptıklarını anlatan Cihan bunun ardından işten çıkarılmış. “Bu sendika meselesi artık bizim onur mücadelemiz. Artık çıkarılmak da önemli değil. Bu bizi yıldırmak için verilen bir karar. Burayı açık cezaevine çevirmeye çalışıyorlar ama sökmez” diyerek tepkisini ortaya koyan Cihan 7 Mart günü fabrikanın önünü “düğün meydanına çevireceğiz” diyor.

*Konuşan işçilerin adı kendi istekleriyle değiştirilmiştir.

(soL-Özel)

Doyuramadıklarımız: Milyarderler ülkelerle yarışıyor, eşitsizlik derinleşiyor - Serdar Alım / soL-Özel

Dünyanın en zengin isminin serveti 50 ülkenin milli gelirine eş değer. Türkiye'de 1 yılda üretilen değerse 13 kişinin servetine bedel. Üretim Doğu'ya kayarken tekelci sermaye daha da asalaklaşıyor.

ABD'li Forbes dergisi, 37 yıldır hazırladığı dolar milyarderleri listesinin sonuncusunu açıkladı. 2023 verileriyle hesaplanan 2 bin 640 kişilik listeden bir yılda 48 kişi eksildi. En zenginlerin 2022'de 12,7 milyar doları bulan toplam servetleri de 12,2 milyar dolara geriledi.

İlk 5'te Bernard Arnault (230 milyar dolar), Elon Musk (210 milyar dolar), Jeff Bezos (196 milyar dolar), Mark Zuckerberg (172 milyar dolar) ve Larry Ellison (139 milyar dolar) yer aldı.

Listedeki tutarlar ve isimlerin kompozisyonuysa satır aralarına gizlenen eşitsizliği ortaya koyuyor. İktisatçı ve soL yazarı Prof. Dr. Serdal Bahçe, Forbes listesinden yararlanarak bireysel servetler ile ülkelerin milli gelirlerini kıyasladı. Buna göre, 221 milyar dolarla listenin ilk sırasında yer alan Bernard Arnault'un serveti, 134 ülkenin yıllık milli gelirinden daha fazla.

IMF'nin milli gelir tahminlerine göre yapılan hesaplamada Arnault'un servetinin en dipteki 50 ülkenin yıllık milli gelir toplamından büyük olduğu görüldü.

İlk 10'da yer alan patronların toplam servetleriyse en dipteki 92 ülkenin milli gelirleri toplamından fazla.

Dünyanın en zengin 10 isminin toplam serveti 1,44 trilyon dolar. Afrika ülkelerinin borç stoku 2022 sonunda 1,14 trilyon dolardı.

Türkiye'de 1 yılda üretilen değer 13 kişinin servetine bedel

Bugün açıklanan TÜİK verilere göre Türkiye'nin 2023'teki gayri safi yurt için hasılası 26 trilyon 276 milyar 307 milyon lira oldu. Bu tutar 2023'ün ortalama dolar kuruyla 1 trilyon 106 milyar liraya tekabül ediyor. Türkiye'nin bir yılda ürettiği bu değer, dünyanın en zengin 13 isminin toplam servetinden fazla değil.

Milyarderler listesinin dünyadaki servet dağılımının eşitsizliğini gözler önüne serdiğini belirten Serdal Bahçe, "Eskiden ülkeleri birbiriyle karşılaştırırdık. Ekonomik birim olarak bildiğimiz en büyük birim ülkeydi. Artık ülkelerin bireysel servetlerin daha altında gelire sahip olduğunu görüyoruz" dedi.

1 kişi 50 ülkenin milli servetinin toplamına sahip

Bireyler ve ülkelerin servetlerini kıyaslayan Bahçe, aradaki makasın önceki yıllara göre daha da açıldığına işaret ediyor:

"En yüksek servete sahip kişilerin en düşük milli gelire sahip ülkelerden yukarıda olması yeni bir olgu değil. Ama en yüksek bireysel servet 2-3 yıl önce dipteki 40 ülkenin milli gelir toplamından daha fazlaydı, şimdi bu sayı 50 ülkeye yükselmiş. Yani bu ülkeler zengin ülkeleri geçtim bireysel servetlere karşı bile çok fakirleşmişler. Bu 50 ülkenin emekçilerinin 1 yılda ürettiği değer, bir insanın sahip olduğu toplam servete anca eşit oluyor. Açıklanabilecek bir durum değil bu."

Kapitalizmin yeni fabrikaları: Çin ve Hindistan

Listeye Çin ve Hindistan gibi üretimin yeni rotalarındaki ülkelerden giren milyarderlerin sayısındaki artışa dikkat çeken Bahçe, "Listede giderek daha fazla sayıda Çinli ve Hintli milyarderler de var. 'Kapitalizmin yeni fabrikaları' da denen bu ülkelerde de ciddi bir bozulma yaşandığını anlıyoruz. Bu liste kapitalizm açısından kara bir vesika" değerlendirmesinde bulundu.

Bernard Arnault tüm servetini bir ülkenin ürettiği mal ve hizmetleri satın almak için kullansaydı hangi ülkenin halkını kaç yıl sadece kendisi için çalıştırabilir?

                                                 Slovakya              1,5 yıl

                                                 Bulgaristan            2 yıl

                                                 Belarus                  3 yıl

                                                 Uganda                 4 yıl

                                                 El Salvador           6 yıl

                                                 İzlanda                  7 yıl

                                                 Mali                     10 yıl

                                                 Nijer                    12 yıl

                                                 Kosova               20 yıl

                                                 Surinam              60 yıl

                                                 Gine-Bissau     106 yıl

Eşitsizlik Türkiye'de de derinleşti: Koç ailesi servetine 4,5 milyar dolar kattı

Listeye göre Türkiye’de en yüksek servete sahip isim 5 milyar dolar ile yine Murat Ülker oldu. Toplam 5 patronun girebildiği listedeki 3 isim Koç ailesinden. Ailenin sadece üç ferdi servetini 1 yılda 4,5 milyar dolar artırdı.

Verilerin Türkiye'de gelir eşitsizliğinin derinleştiğini gösterdiğini kaydeden Bahçe, "Boyalı basın bu durumu övüyor ama aslında iyi bir şey değil. Veriler ülkede hakkaniyetsizliğin arttığını gösteriyor" dedi.

'Toplumsal fayda üretimi sıfır'

Sermayesini tekelleştiren milyarderlerin önemli bir kısmının gelirini meta üretiminden değil, ticaret, finans, reklam gibi aracılık faaliyetlerinden kazandığı görülüyor. Serdal Bahçe'ye göre bu durum "sıfır toplumsal faydaya" tekabül ediyor:

"15-20 yıl önce reel sektörden gelen zenginlerin ilk sıralarda yer aldığını görürdük. Şimdi elektronik-dijital pazarlama, yazılım, gayrimenkul gibi alanlardan gelen gelirle dünyanın en zengin kişisi oluyorlar. Bu kapitalizmin çürüdüğünü gösteriyor. Artık zengileşme reel üretimden değil spekülasyondan, finansal şişkinlikten veya bu tip süreçlerden geliyor. Toplumsal faydası neredeyse sıfır olan parazitik gelen bir servet birikimi olduğu açık."

Serdar Alım / soL-Özel

29 Şubat 2024 Perşembe

KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - 29 ŞUBAT 2024 -

 ÇEDES artık laik cumhuriyete karşı bir kalkışma! (soL)

ÇEDES bahanesiyle Menemen'de öğrenciler Kubilay'ı öldüren gericinin mezarına götürüldü. Isparta'da ise öğrencilerin eline bıçak verildi, "kurban kesmek" öğretildi.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın Diyanet İşleri Başkanlığı işbirliği ile okullara imam sokma, çocukları camiye götürme bahanesi olan “Çevreme Duyarlıyım ve Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesi skandallarına her gün yenisi ekleniyor.

ÇEDES kapsamında Kars’ta mezar başında yapılan ağıt tepki çekerken benzer uygulamaların başka illerde de yaşandığı ortaya çıktı. Bir okulda "kurban kesme"nin öğretilmesi bahanesiyle çocukların ellerine bıçak verildi. Başka bir okulda çocuklarla Filistin’e destek gerekçesiyle elleri kelepçeliymiş gibi etkinlikler yapıldı. Bir diğer okulda ise çocuklar camiye götürüldü ve sosyal medyada boş sınıf paylaşıldı ve “Soran olursa camideyiz. Hemen geleceğiz” yazıldı. Menemen'de öğrenciler Kubilay'ı öldüren gericinin mezarına götürüldü.

Maketten yapılan küçükbaş hayvanlar kesildi

Isparta’da bulunan Yaka Şehit Mustafa Baş Ortaokulu’nda yaşanan skandal bir uygulamayı BirGün haberleştirdi. Çocuklara hayvan sevgisinin öğretilmesi gereken yaşta "kurban ibadeti" anlatıldı. Öğrencilere ilk olarak kurban pazarlığı yaptırıldı. Bunun ardından ise maketten yapılan küçükbaş hayvanların kesilmesi gösterildi. Bu sırada eline gerçek bıçak verilen bir öğrenci hayvanı kesiyormuş gibi yaptı. Diğer öğrenciler ise bu sırada dua okudu.

                                                Yaka Şehit Mustafa Baş Ortaokulu

Öğrenciler camiye götürüldü

Yine Isparta’da bulunan Nazmiye Demirel Ortaokulu’nda ise öğrenciler geçen ay Regaib Kandili’nde camiye götürüldü. Birçok ildi ve okulda uygulanan bu durum sosyal medyada da paylaşıldı. Boş sınıfın paylaşıldığı videoda “Soran olursa camideyiz. Hemen geleceğiz” yazıldı.

Elleri kelepçelendi

Bir başka skandal olay ise Yozgat’taki Atatürk İmam Hatip Ortaokulu’nda gerçekleştirildi. "Etkinlikte" bir Filistinli gencin elleri kelepçeli şekilde öldürülürken gülümsemesi ve bu olayın sosyal medyada “Onurlu duruş” olarak paylaşılmasından esinlenildi. Boyunlarına Filistin ve Türk bayraklı atkılar takan öğrenciler elleri kelepçeli gibi yaparak kameraya bakıp olayı canlandırdı. Bu yaşananlar “Kızlarımızın onurlu duruş eylemi” ifadeleriyle sosyal medyada paylaşıldı. Okulda yaşananlar bununla da kalmadı. Bir başka Filistin konulu etkinlikte kafasına takke taktırılan çocuklara marş ve şiirler okutuldu.

                                     Yozgat’ta öğrencilerin elleri kelepçeli gibi yaptırılarak videoya alındı.

Askıda ekmek uygulaması

Mersin’deki bir okulda daha önce ‘Askıda simit’ uygulaması yapılmış ve uygulamaya eğitim sendikaları tepki göstermişti. Benzer bir uygulamanın Isparta Eğirdir’de bulunan Mehmet Akif Ersoy İlkokulu’nda yaşandığı ortaya çıktı. ÇEDES kapsamında kurulan Değerler Kulübü öğrencileri aralık ayında “Askıda Ekmek” uygulaması başlattı. Ülkedeki yoksulluğun bir itirafı olan bu uygulamada biriken paraları öğrenciler mahallenin fırınına teslim ettiler.

Öğrenciler Kubilay'ı öldüren gericinin mezarına götürüldü

Sözcü'nün haberine göre, Teğmen Kubilay’ın gerici ayaklanmada katledildiği İzmir Menemen’de çocuklar, Nakşibendi tarikatı şeyhi Esad Erbili’nin türbesine götürüldü. Şeyh Erbili, Menemen olayına karışmış, idam ile yargılanmış ve yaşı nedeniyle müebbet hapse mahkûm edilmişti.

İzmir İl Müftü Yardımcısı Oğuzhan Kadıoğlu, çocukları Şeyh Erbili’nin türbesine Menemen Müftüsü Mehmet Seven ile birlikte götürdü. Kadıoğlu, ziyarete ilişkin “Menemen ilçemizde çocuk cemaatimizle buluştuk. Cami çocukla dolu olunca onların seviyesine çıkmamız zor oldu, ama hafta sonunda güzel bir program oldu. Programın Safa Cami ve haziresinde bulunan Nakşibendi şeyhlerinden Esad Erbili (1847-1931) hazretlerinin manevi huzurlarında gerçekleşmesi ayrıca güzeldi. Mekanı cennet olsun” dedi.

Türbe ziyaretleri

Çorum’daysa Mecitözü Müftülüğü, öğrencilerle Elvan Çelebi türbesini ziyaret etti. Adana Yüreğir Gençlik Merkezi, Yüreğir İmam Hatip Ortaokulu öğrencilerini Çobandede türbesine götürdü. Bursa Gürsu Gençlik Merkezi de öğrencilerle Hz. Üftade türbesine gitti.

ÇEDES’le türbe ziyaretleri (Tarık Işık-Sözcü)
Okullardaki ÇEDES uygulaması ilkokul öğrencilerini ‘cemaat’ yaptı. Müftülük, çocukları gerici Menemen ayaklanmasından yargılanıp ceza alan Esad Erbili’nin mezarına götürdü.(https://www.sozcu.com.tr/cedes-le-turbe-ziyaretleri-p26077)

Kız çocuğu tecavüze uğradı, gebe kaldı, kürtaj istedi, mahkeme izin vermedi, AYM 'Al 75 bin lira' dedi (İrem Yıldırım-soL/Özel)

28 Şubat tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan hak ihlali kararı, istismara maruz kalan ve kürtaj olabilmek için yargıçlarla mücadele veren 16 yaşındaki bir çocuğun hikayesi.

16 yaşında bir kız çocuğu istismara uğradı, gebe kaldı. 10 haftalık gebeyken kürtaja başvurdu. Başvuru süreci, mahkemelerin tutumuyla uzadıkça uzadı. Türkiye'de yasalar, kadın cinsel istismar sonucu gebe kaldıysa 20 haftaya kadar kürtaj hakkı tanıyor. Ancak mahkemeler bu süreyi de geçirdi. Böylece mağdurun kürtaj hakkı elinden alındı.

16 yaşındayken istismara uğrayan, okumak isteyen, özel hayatına yapılan bu müdahalelerin hesabını soran bir çocuk hakkında yıllar sonra AYM hak ihlali kararı verdi. Anayasa Mahkemesi (AYM), maddi bir zarar olmadığını öne sürerek sadece manevi tazminata uygun gördü.

İstismar edilip hamile bırakılan ve yargının “alamadığı” karar yüzünden de doğum yapan 16 yaşındaki çocuğa uygun görülen tazminatsa 75 bin lira oldu.

Defalarca yapılan başvuru, süreci uzatan yargı kararları

Mağdur kız çocuğu, sürecin başında, olay henüz savcılıkta yani soruşturma aşamasındayken Konya Cumhuriyet Başsavcılığı'na bağlı Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddet Bürosu'na kürtaj hakkının kullanması için başvuru yapılıyor. 

Savcılık, Konya 4. Sulh Ceza Hakimliği'nden kürtajın kanunlara uygun olup olmadığının tespit edilmesini ve de kanunlara uygunsa yasanın uygulanması için talepte bulunuyor. Fakat hakimlik talebi “ilgili kanunlarda hamileliğin sonlandırılmasına ilişkin bir düzenleme olmadığı” ve “ceninin yaşam hakkının annenin psikolojisinden üstün olduğu” gerekçesiyle reddediyor.

Hakimliğin ret talebine istismara uğrayan çocuk ve ailesi itiraz ediyor. Bu sefer itirazı Konya 5. Sulh Ceza Hakimliği inceliyor. 5. Sulh Ceza da “ilgili kanun maddesinde sulh ceza hakimliğinin bu konuyu değerlendirme ve gebeliği sonlandırma kararı verme yetkisi bulunmadığı” gerekçesiyle reddediyor. Aynı zamanda da istismara uğrayan çocuğun kürtaja izin verdiğine ilişkin bir belgenin olmadığını söylüyor. Çocuk ve babası bir kez daha başsavcılığa kürtaj için başvuruda bulunuyor. Dilekçeye cevap dahi verilmiyor. 

Son dilekçeye cevap bile yok!

Cinsel istismara uğrayan, kürtaj yapılmasına mahkemelerce "izin" verilmeyen çocuğun 14 Ocak 2020’de yani gebelik henüz kürtaj için yasal sınırdayken başlattığı süreç 10 Şubat 2020’de teslim ettiği ve cevap verilmeyen dilekçeyle son buluyor.

AYM’ye yapılan hak ihlali başvurusunda gebeliği sonlandıracak kararın bir türlü alınamaması sebebiyle çocuğun istismar sonucu meydana gelen gebeliğe katlanmak zorunda bırakıldığı, psikolojisinin bozulduğu, intihar etmeyi düşündüğü ifadeleri yer alıyor. Eğitim ve öğretim hayatına devam edemediği, özel hayata saygı, şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiasında bulunuyor başvurucu taraf. Sonuç olarak AYM, maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlaline ve 75 bin liralık manevi tazminat ödenmesine oybirliğiyle karar vermiş oldu.

'Bu ülkede kürtaj yasal, ama fiilen yasak'

Süreci soL'a değerlendiren Kadın Dayanışma Komiteleri (KDK) Sözcüsü ve avukat Serap Emir, "Bu ülkede kürtaj yasal, ama fiilen yasak, yapılmıyor" diyerek başladı sözlerine. Şöyle devam etti:

"Hangi yılın istatistiklerine bakarsanız bakın, bir yıl içinde kürtaj yapan devlet hastanelerinin sayısı 10’u bulmaz. Yani parası olan, özele gidebilen ancak bu haktan yararlanıyor. Parası olmayanlara ise merdiven altı kliniklerde yaşamını riske atmak veya çocuğu doğurmak kalıyor. Nihayetinde, verilen hukuki mücadeleye rağmen, ne yazık ki yargıçların dediği oluyor, itirazlar gitti geldi derken genç kadın bebeği doğurmak zorunda kalıyor. AYM de yargı mercileri kadının hakkına erişimini engelledikleri ve maddi manevi bütünlüğünü ihlal ettikleri için ihlal kararı veriyor."

'Kanun hükmü genç kadının yanında olsa da yaratılan siyasi atmosfer yargıçların yanında'

Olayı "16 yaşında istismara uğrayan ve gebe kalan bir çocukla 'ceninin yaşam hakkı'nı üstün tutarak buna izin vermeyen yargı makamlarının arasında geçen bir kavga" diye özetleyen Emir, "Ancak bu kavganın tarafları eşit değil. Kanun hükmü genç kadının yanında olsa da yaratılan siyasi atmosfer yargıçların yanında" dedi.

TCK'nin “çocuk düşürtme” başlıklı 99/6. maddesini hatırlatan KDK Sözcüsü, yaptığı hukuki değerlendirmede hakimlerin kendini karar mercii olarak görmesini ve takdir yetkisi kullanarak ret kararı vermelerini eleştirdi:

"Hakimin veya savcının uygun bulup bulmaması gibi bir koşul söz konusu değil, kanun böyle bir gereklilik öngörmüyor. Ama uygulamada ne oluyor, kanunlarda yazmayan kurallar devreye giriyor. Ve hakim, kadının talebi doğrultusunda kürtaj için hastaneye sevk etmek yerine, kendini bir karar mercii gibi görerek takdir yetkisini kullanıyor, değerlendirme yapıyor, genelde de reddediyor. Bu karara konu olan ne yazık ki münferit bir örnek değil. Her gün binlerce kadının hayatının bir cehenneme dönüp dönmeyeceği, bir hakimin veya savcının iki dudağından çıkacak söze bağlı, üstelik bu konuda böyle bir yetkileri olmadığı halde…"

'Burada hukukun çözemeyeceği çok derin bir sorun var'

Kadın cinayetleri, kadına şiddet, çalışma koşullarının eşitsizliği gibi pek çok soruna dikkat çeken Emir "hukukun çözemeyeceği sorun" olarak nitelediği durumu şöyle anlattı:

"Bu ülkede yaşam biz kadınlar için çok uzun zamandır yok hükmünde. Burada hukukun çözemeyeceği çok derin bir sorun var. Bu sorun ancak içinde yaşadığımız toplumsal sistemin, paranın ve dinci gericiliğin egemenliğinden kurtarılıp yeniden hem yasalar önünde hem toplumsal yaşamda eşitlikçi bir biçimde yeniden kurulmasıyla aşılır. Bizim bu düzende bir çıkışımız gerçekten yok. Kurtulmamız lazım, hem de bir an önce."

AYM'nin eski kararını hatırlattı: Çocuk yaşta evliliklerin önünü açmışlardı

AYM'nin son günlerde kararlarıyla sık sık gündeme geldiğini belirten Emir eski kararları hatırlattı:

"AKP’nin karşısında bir güç odağı olarak konumlandırılan, kimi çevrelerce muhalif bir karakter atfedilen, hukukun üstünlüğünün timsali… Ama aynı AYM 2015 yılında verdiği bir kararla, tam da bu olayda gündeme gelen Türk Ceza Kanunu’nun çocukların cinsel istismarı suçunu düzenleyen 103/2 hükmünü iptal etti.

"Şu gerekçeyle: '[16 yıl hapis cezası]…fiili birlikteliğin resmi evliliğe dönüşmesi gibi her bir somut olayın özellikleri dikkate alınarak ceza tayin edilmesi veya onarıcı adalet kurumunun uygulanması imkânını ortadan kaldırmakta…'

"Bu açıkça çocuğun cinsel istismarı suçuna evlilikle bir cezasızlık nedeni uydurmak ve çocuk yaşta evliliklerin önünü açmak demekti ve çok tepki gördü. Aynı gün bir hükmü daha iptal etti AYM; o da resmi nikah olmaksızın dini nikah kıyanlara ceza verilmesini öngören maddeydi. AYM’nin bu kararlarını arkasına alan AKP ise bir yıl sonra 17 Kasım 2016’da cinsel istismar faillerinin mağdurlarla evlendiklerinde cezadan muaf olmalarına ilişkin beklenen öneriyi yaptı ve halkın TBMM önünde eylemler yapması sonucu önerisini geri çekmek zorunda kaldı. Bir yıl sonra da müftülere nikah kıyma yetkisi tanıyan düzenleme Meclis'ten geçti."

Emir, "Bu ülkenin kanunlarında yazan cümlelerin biz kadınların hayatında karşılığı yok uzun bir süredir. Bu çok ağır bir şey, bilmiyorum bu ağırlığın farkında mıyız…" tespitinde bulundu.

Depremzedelere dağıtılması gereken ilaçlar üzerinden vurgun yapmışlar (Sözcü)

Hatay merkezli 9 ilde eş zamanlı düzenlenen "Kafes-50" operasyonlarında, organize suç örgütü üyesi 37 şüphelinin yakalandığını bildirdi. Hatay'daki şüphelilerin, depremzedelere dağıtılması gereken ilaçları dağıtmadıkları halde sahte evrak ve faturalar ile dağıtılmış gösterip ödeme aldıklarının tespit edildi.(https://www.sozcu.com.tr/depremzedelere-dagitilmasi-gereken-ilaclar-uzerinden-vurgun-yapmislar-p26096)

80 milyon kişinin bilgilerini 1 liraya satmışlar... Çetenin günlük geliri dudak uçuklattı (Sözcü)
İstanbul’da sahte cinsel içerikli ilaçlar üzerinden yüzlerce kişiyi dolandıran 82 kişilik şebeke hakkında yürütülen soruşturma tamamlanarak, iddianame düzenlendi. 3 yılda örgütün 3 bin kişiyi dolandırdığı, örgüt lideri Çelebioğlu’nun 80 milyon kişinin bilgilerini 1 liradan başka dolandırıcılara sattığı tespit edildi.(https://www.sozcu.com.tr/80-milyon-kisinin-bilgilerini-1-liraya-satmislar-cetenin-gunluk-geliri-dudak-ucuklatti-p26147)