7 Mart 2024 Perşembe

CUMHURİYET GÜNDEM - 7 MART 2024 -

 

‘Risalei Nur Sözler’ cemaati seçimlerde Cumhur İttifakı’na oy vereceğini açıkladı (Aytunç Ürkmez)

Risalei Nur Sözler cemaati, 31 Mart yerel seçimlerinde Cumhur İttifakı’nı destekleyeceklerini açıkladı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/risalei-nur-sozler-cemaati-secimlerde-cumhur-ittifakina-oy-2182892)

Okula 'tatbikatla' sızdılar! (Cengiz Karagöz)

Eğitim başta olmak üzere birçok alanda yürüttüğü faaliyetleriyle dikkat çeken bu tarikatlar son zamanlarda afet, arama-kurtarma ve insani yardım anlamında da yürüttüğü faaliyetlerle dikkat çekiyor. Söz konusu tarikatların arama kurtarma ekipleri 6 Şubat’taki, Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından görünür olmaya başladı. Bu vakıflar AFAD ve Kızılay gibi kurumlarla ortak faaliyet yürütürken birçok belediyeyle de protokol imzalayıp çeşitli etkinliklerde de işbirliği yapıyor. Bu kurumların başında, İnsani Yardım Vakfı (İHH) Menzil cemaatine bağlı Beşir Derneği, Nur cemaatine bağlı Hayrat Vakfı, Nakşibendi tarikatına bağlı Sadakataşı Derneği gibi kurumlar yer alıyor. Son olarak Hayrat Arama Kurtarma ekibi Van’da 5 Temmuz Şehitleri Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde geçtiğimiz günlerde “Afet Farkındalık Eğitimi” kapsamında deprem tatbikatı düzenledi.  İHH, Beşir Derneği, Deniz Feneri Derneği, Hayrat Vakfı, Aziz Mahmut Hüdai Vakfı, Sadakataşı Derneği, 2020’de eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun imzaladığı bir belgeyle Suriye’de yardım çalışmalarında da bulundu.(VARLIKLARI KATLANDI) Söz konusu dernek ve vakıfların birçoğu “kamu yararına dernek” statüsünde faaliyet yürütüyor. Bu derneklerin birçoğunun da izinsiz bağış toplama hakkı bulunuyor. Bu derneklerin ekonomik olarak büyümesi de dikkat çeken konular arasında.(KAYIP ÇOCUKLAR) 6 Şubat depremlerinin ardından birçok çocuğun kayıp olduğu ve bu çocuklardan bazılarının tarikat ve cemaatlerin yurtlarına yerleştirildiği iddia edilmişti. Şu ana kadar depremlerin ardından kaç çocuğun kayıp olduğuna ilişkin resmi bir veri bulunmuyor.

500 milyon TL'yi dalgalar yuttu (Faik Bakoğlu)

Rize Şehir Hastanesi’ne ait sahile 500 milyon TL harcanarak dolgu alan yapıldı. Olumsuz hava koşulları nedeniyle yapılan dolguyu dalgalar yıktı. 2024 bütçesinden aynı dolgunun tamiri için 500 milyon TL daha ayrıldı. CHP Rize Milletvekili Tahsin Ocaklı, konuyu TBMM gündemine taşıyarak zararın, dolgu kararını veren kamu görevlilerinden tahsil edilmesini istedi. Ocaklı, “Deniz dolgusu ısrarı ilginç. Yandaş inşaat şirketlerine kamu kaynaklarının aktarılması için mi dolgu yapılıyor” dedi. Ocaklı verdiği soru önergesinde, uzmanların önerilerinin dikkate alınmadığına dikkat çekerek “Bilim insanları dolgunun uygun olmadığını söylüyor. Ancak kimse dinlemiyor. Şimdi 500 milyon TL’lik kamu zararı çıkmıştır” ifadesini kullandı.

Baraj Muğla’yı kurutacak... Uzmanlardan Milas ve Akbelen için uyarı (Rıfat Kırcı)

Devlet Su İşleri, Milas’ta 2.6 milyon metrekarelik alana baraj yapacak. Bu kapsamda taşocağı, kırma ve eleme tesisi ile beton santralı inşa edilecek. Çevreciler, “Termik santrallar üç Milas kadar su tüketiyor. Onlar olmazsa baraja da gerek yok” diyor.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/baraj-muglayi-kurutacak-uzmanlardan-milas-ve-akbelen-icin-uyari-2182885)

Öğrenci velilerinin şikâyetiyle yakalanan tacizci eğitmen için 94 yıl hapis isteniyor (Bülent Ecevit)

Geçen yıl 14 yaş altındaki 5 erkek öğrenciye cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla yargılanan eğitmen Gani Rüçhan U.’nun taciz ettiği öğrenci sayısının 10 olduğu belirlendi. Antalya’nın Alanya ilçesinde Süleymancılar olarak bilinen cemaate bağlı olduğu iddia edilen Sugözü Erkek Öğrenci Yurdu’nda rezalet, dehşet bitmiyor. Öğrencilere taciz ve istismarda bulunduğu gerekçesiyle eğitmen Gani Rüçhan U. (21) hakkında açılan davada toplam 94 yıla kadar hapis istendi. Yurtta görevli eğitmen Gani Rüçhan U.’nun, geçen yıl 14 yaş altındaki 5 erkek öğrenciye cinsel istismarda bulunduğu yönünde şikâyetler dile getirildi. Bunun üzerine ifadesi alınıp serbest bırakılan Gani Rüçhan U. hakkında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, suç duyurusunda bulununca 21 Kasım 2023’te yeniden gözaltına alındı. İşlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen sanık tutuklandı. Alanya Cumhuriyet Savcılığı’nca yürütülen soruşturma ve alınan ifadeler kapsamında taciz ve istismara uğrayan öğrenci sayısının 5 değil, 10 olduğu belirlendi. Gani Rüçhan U. hakkında “sarkıntılık yapmak suretiyle cinsel istismar”, “çocuğa karşı cinsel taciz”, “çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünleri vermek ya da bunların içeriğini göstermek”, bir öğrenciye yönelik ise “nitelikli cinsel istismar” suçlamasıyla toplam 94 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Alanya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edilen iddianamede öğrencilerin ifadeleri de yer aldı. Öğrenciler, eğitmen U.’nun kendilerinin özel bölgelerine dokunduğunu, kendisine karşı konulduğunda fiziksel şiddet uyguladığını, müstehcen içerikli videolar izlettiğini anlattı. Suçlanan eğitmenin cep telefonu incelendiğinde müstehcen internet sitelerine girip sohbet programlarına katıldığı belirlendi. Gani Rüçhan U.’nun öğrencilere uyguladığı şiddetin, bir öğrencinin cep telefonunda ortaya çıktığı da iddianamede yer aldı.(SORUŞTURMA SÜRECİ BAŞLADI) Öğrenci velileri de taciz olaylarını çocuklarından duyduklarını bildirdi. Veliler yurtta kalan çocuklara tecavüz, taciz, hırsızlık, cinsel içerikli videolar izletildiğini öne sürdü. Bir öğrenci velisi, “Şikâyette bulunduk ve soruşturma süreci başladı. Bu süreçte kendi çocuğumuzun durumunu sorgularken bir sürü çocuğun mağdur olduğunu öğrendik” dedi.

Tahir Elçi davasında ‘inceleme’ taleplerine ret (Fahrettin Öztürk)

Diyarbakır Barosu eski Başkanı Tahir Elçi’nin, 28 Kasım 2015’te yaptığı basın açıklaması sırasında çıkan çatışmada vurularak öldürülmesine ilişkin davada mahkeme, avukatların “inceleme” taleplerini reddetti. Ara kararını açıklayan mahkeme, mütalaasını hazırlaması için savcıya son kez süre verdi. Duruşma 12 Haziran’a ertelendi.

Bebeği açlıktan ölen Gazzeli baba: 'Oğlum zaten öldü, diğer bebekler ne olacak?' (Cumhuriyet)

                                                                  Getty Images

Geçtiğimiz günlerde, Gazze'nin kuzeyindeki tek çocuk hastanesinde yetersiz beslenme susuzluktan ölen Ali'nin babası, burada tedavi gören diğer çocuklar için yardım istedi. Bu sırada BM de yardım teslimatları önemli ölçüde artmazsa açlık yaşanacağı uyarısında bulundu.(https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/bebegi-acliktan-olen-gazzeli-baba-oglum-zaten-oldu-diger-bebekler-ne-2182915)

(Cumhuriyet)


Sinan Akçıl paylaşmıştı: Murat Kurum'un o fotoğrafının sırrı çözüldü - CUMHURİYET

Şarkıcı Sinan Akçıl’ın ‘Şırnak Silopi Komando’ notuyla paylaştığı AKP’nin İstanbul adayı Murat Kurum’un askerlik fotoğrafını, güvenlik analisti Burak Yıldırım değerlendirdi.

Güvenlik analisti Burak Yıldırım, şarkıcı Sinan Akçıl’ın ‘Şırnak Silopi Komando’ notuyla paylaştığı Murat Kurum’un askerlik dönemindeki fotoğrafı değerlendirdi.

Yıldırım’ın paylaşımı şu şekilde: 

“Öğrenci spoleti var, botlar yanlış bağlanmış, komando üniforması değil. Silopi’de eğitim birliği de yok, hiç olmadı. O spoletle Silopi’de olma ihtimali yok. Kimseye birden fazla tüfek zimmetlenmez, başkasının tüfeğiyle de poz verilmez. Tweet’i atan da askerliğini bedelli yaptı.”

                                                                    Sinan Akçıl

Şarkıcı Sinan Akçıl, AKP’nin İBB adayı Murat Kurum’a yönelik desteğiyle biliniyor. Kurum için, “Kendisini tanıdığım günden beri çok güzel duygular besliyorum ona karşı” diyen Akçıl, “geceleri rahat uyumak için” oyunu Kurum'a vereceğini söylemişti.

CUMHURİYET

Avrupa’nın çiftçileri: Can çekişen bir toplumsal tabakanın umarsız direnci - CEMİL FUAT HENDEK / soL-Görüş

 

Ne var ki, artık tekellerin doymak bilmez iştahı karşısında yok olup gitmekten kurtulamayacaklar. Ve tarih boyunca düşmanı oldukları emekçi kitlelere karışacaklar.

Avrupa’nın en batısında, Portekiz ve İspanya’da traktörleriyle sınırları kapatanlardan, Polonya’da Ukrayna sınırında furgonlardan Ukrayna buğdaylarını boşaltıp, yerlere saçanlara dek… Avrupa bir kez daha can çekişen orta ve küçük çiftçilerin direnişleriyle sarsılıyor. Tarihte sokaklara taşan toplumsal direnişlere Avrupa’da en son katılan Almanya’da bile traktörleriyle yolları kestiler. Traktörleri, pullukları, romörkleriyle Berlin’e yürüdüler. Son on yılda bu kaçıncı kez...

Geçenlerde, Almanya’daki bir çiftçi örgütünün, “Serbest Çiftçiler”in başkanı Alfons Wolff şikayet dolu bir serzenişte bulunmuş ve “Bizi anlamanız için aç kalmanız mı gerekiyor?” diye sormuştu.

Bu direnişleri engellemeye çalışan hükümet çevreleri Serbest Çiftçiler’i, örneğin Schleswig Holstein’da 250 bin avro para cezası ve altı ay hapisle tehdit etti. Çitçilerin federal sözcülerinin buna karşılık savunması şu oldu: “Federal yasalara ve düzene karşı bir şey yapmıyoruz. Sadece tarımda daha adil düzenlemeler talep ediyoruz.”

Böylece tabutlarına çakılacak son çivileri neden engelleyemeyeceklerini de ifade etmiş oldu. Yani bu çiftçiler aslında düzenin devamı için yeminliler. Ve bu yemini bozmadıkları sürece teker teker yok olacaklar. Çünkü bu düzenin hem ekonomik, hem de hukuksal yasaları onları yok etmek üzere işlemekte. 

Gelin şimdi çoktan tabuta yatırılmış küçük ve orta çiftçilerin kaçınılmaz yok oluşuna bakalım:

Önce tarihsel yasallık

Tarih boyunca her yeni toplumsal düzen ve onun yarattığı ekonomik ilişkiler yeni sınıfları tarih sahnesine çıkarırken, eski bazı sınıfları da ortadan kaldırdı. Kapitalizmin tarih sahnesine çıkışıyla ve burjuvazinin iktidara gelişiyle birlikte feodalizmdeki alt sınıfların ortadan kalkışı ve işçi sınıfının toplumda yerini alışı da aynı yasaya bağlı olarak gerçekleşti. (Burjuvazi iktidara geldikten sonra devrim için yedeğine aldığı emekçi halk yığınlarına ihanet etti. Feodal üst sınıflarla yeni baştan işbirliğine gitti. Birçok ülkede krallara ve asillere dokunmadı. Klerikallerin (ruhban sınıfının) varlıklarını başkaca yapılar içinde devam ettirmesine göz yumdu. Onun için sadece “alt sınıflar” dedim.)

Kapitalizmin gelişim sürecinde topraksız köylüler başta olmak üzere zanaatkârların, küçük üreticilerin de adım adım konumlarını kaybederek işçi sınıfına katıldığına şahit olduk. Kimi büyük dönüşümler ve krizler de bu sürece hız verdi. Böylesi dönemlerin, bir anda yüz binlerce insanın konumlarını yitirmesine, “zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan” işçi sınıfına katılmasına neden olduğunu biliyoruz.

En temel suçları yasal kılan “özgürlük”

Büyük bir aldatmaca peşinde olan burjuva ideologlarının savunduğu “özgürlük”, birçok alanda insanlığa karşı işlenen korkunç suçları gizlemek için yayılan bir örtü. Bu suçlardan biri de, sürgit ekonomik alanda işlenmekte. Çünkü bu düzende en temel özgürlük, “başkalarını sömürme, gücünün yettiğini ezme, mal ve mülkünü kendi eline geçirme özgürlüğü”dür.

Bu, aslında önüne geçilemez bir yasanın, Sermayenin Yoğunlaşma ve Merkezileşme Yasası’nın dayattığı bir durumdur. Dolayısıyla kapitalist devletlerin hukuk yasalarında da ifadesini bulur. Olan biten, tümden yasalara uygundur. (Kartel yasalarının varlığı ve bunların ekonomideki hareketleri gözlemleme yalanına aslan kanılmamalı. Bulundukları bütün ülkelerde bunların en temel görevi finans sermayesinin genel çıkarlarını savunmaktan ibarettir. Yoksa ne sermayenin yoğunlaşmasına, ne de merkezileşmesine karşı bir engel oluştururlar.)

Serbest rekabet yok, büyük balığın küçük balığı yutması var!

Bu yalanın bir uzantısı da pazarda “serbest rekabet” olduğu iddiasıdır. Burada “rekabet” denen mücadele, aynı pazara mal sunanlar arasında kıyasıya süren bir savaştır. Bunlar arasında, ortak tek bir hedef ve üzerinde anlaştıkları tek bir tutum dışında hiçbir ortak değer bulunmaz. Yeri geldiğinde birbirlerinden bilgi ve deney çalmaktan, önemli uzmanlıkları olan işçileri ayartmaktan, pazarları ve hammadde kaynaklarını ele geçirmek için rüşvetler dağıtmaktan tutun da, bizim gündelik yaşam ufkumuzun almayacağı her türlü etik dışı eyleme dek her yola açıktırlar. (Tabii yasalara uygunluğuna dikkat etmek ya da onları by-pas edecek yollar bulmak koşuluyla.)

Tek ortak hedefleri, herkesin tahmin edebileceği gibi, mümkün olan en yüksek kârı elde etmekten ibarettir. Dikkatle üstünde durdukları tek ortak tutuma gelince: İstihdam ettikleri işçilere verilecek ücret ve haklardır. Yani sömürü oranlarında aralarında farklar olmaması için büyük dikkat sarfederler. Bundan gerisine gelince; Gücü gücüne yetene...

Büyüdükçe yırtıcılaşan, yırtıcılaştıkça büyüyen balıklar

Demek ki, bu vahşice ve acıma bilmez savaşta, balıklardan birinin bir diğerini yutması kaçınılmazdır. Yutan balık doğal olarak diğerlerine nazaran büyümekte, güçlenmekte ve giderek daha çok sayıda küçük balıkları yutmaktadır.

Bu yasa işlemeseydi, kapitalizm tekelci kapitalizm aşamasına yükselebilir miydi?

Sembollerle konuşmayı bırakalım. Olayın adını koyalım: Bu gelişme yeni de değil. Marks’ın ölümü ardından Engels’in “rekabetçi kapitalizmin, yerini sermayenin merkezileşme eğilimine bıraktığını” ilan ettiğini biliyoruz. Birinci Dünya Savaşı öncesinde bazı ekonomistlerin  tekeller ve kartellerin oluşumunu haber verdiğini de biliyoruz. Lenin’in 1916’da İsviçre’de kaleme aldığı “Kapitalizmin En Yüksek Aşaması: Emperyalizm” tezinde de temelleri ayrıntılarıyla işlenmiş bir sürecin bugün vardığı yerdeyiz.

Günümüzde kapitalist dünyada tarım ve hayvancılık da tekellerin hâkimiyeti altına düşmüş bulunmaktadır. Ve bu tekeller, doğaları gereği küçük ve orta çiftçileri boğmakta, teker teker ortadan kaldırmakta. Büyük sermayenin temsilcisi partiler ve kurdukları hükümetler de ellerinin altındaki devletin gücüne dayanarak bu süreci hızlandırmakta.

Tekelleşme sürecinin gözlerden kaçan bir gayretli destekçisi

Konu açılınca hemen geleneksel burjuva partileri düşünmek doğal. Ne yazık ki, bu tekelleşme sürecine çok belirleyici katkıları olan bir parti gözlerden kaçıveriyor: Yeşiller! Bunlar aslında çevre sorunlarına hassasiyet göstererek siyasete girdiler. Ne var ki, bu sahneye basan ayakları sağlamlaştıkça çevre dostu olmaktan çok, tekelci sermaye yanlısı bir liberal parti oldukları ortaya çıktı. (Barış yanlısı görünürken, birdenbire Atlantik’in öte yakasının temsilcisi ve savaş sevdalısı oldukları gibi.) Bunlar, çevre koruması için sanayide yerinde dönüşümler dayattılar. Ama devletin bu amaçla tekellere desteği için de titizlik göstermeyi ihmal etmediler. Nitekim filtre sistemleri, üretim süreçlerinde kullanılan kimyasal maddeler, atık sorunlarının çözümü ve daha bir dizi yenilenme için hükümetler sanayi tekellerinin arkasında durdu. Kendisini nasıl yenileyeceğini, binlerce işçiye nasıl yol vereceğini kara kara düşünen demir-çelik endüstrisinin modernizasyonu, kömür madenlerinin kapanması, enerji alanındaki dönüşümler devlet kasalarından akan milyarlarca Mark olmaksızın başarılabilir miydi? Doğrudan yardımlar da yetmedi, büyük vergi indirimleri de yapıldı. Bunların hepsinde Yeşillerin başından itibaren yoğun etkisi vardır. 

Peki, ya tarım ve hayvancılıkta uygulamaya konan, küçük ve orta üreticiyi nefessiz bırakarak kırıp geçiren yasalar ve kurallar manzumesi? 

Onların da altında Yeşiller’in henüz kurumamış, kapkalın imzaları yatıyor.

Şimdi çabuk unutulan yakın geçmişe bakalım

1970’lerin sonlarından itibaren dünya çapında hızla yükselen bir neo-liberal saldırıyla karşı karşıya kaldık. Kimya ve gıda endüstrisindeki tekeller zaten çoktan ortaya çıkmış, dünya pazarlarının büyük kısmını ellerine geçirmişti. 70’lerin ikinci yarısından itibaren birbiri ardına gelen ekonomik krizler her zaman olduğu gibi küçükleri ezdi. Hayatta kalabilenleri de sakat bıraktı.

Ardından 1986’da saptanan deli dana (BSE) salgını küçük çaptaki çiftçileri saran yangına benzin döktü. Avrupa’da milyonlarca büyükbaş hayvan telef edildi. 2001’de Almanya’da alınan tek bir kararla öldürülenlerin sayısı 400 bindi. Hükümet, zorunlu olarak öldürülen her hayvan karşılığında çiftçilere 1000 Alman Markı tazminat ödedi. Ne var ki, küçük yetiştiriciler bütün mevsim için tüm hayvanlarını yitirmiş oldular. Ellerinde ne süt ineği kaldı, ne de kesip kasaba satacakları mal. O yıl, AB bütçesinde bu salgınla mücadele ve tazminat olarak geçen yıla nazaran yüzde 50 artışla tam 14 milyar Alman Markı ayrıldı. Ne var ki, o da daha çok ilaç, kimya tekellerine ve büyük çiftliklere yaradı. Zaten hemen salgın ardından gelen ek yaptırımların çoğu küçük çaptaki kocabaş hayvan yetiştiricilerinin sırtına altından kalkamayacakları yükler bindiriyordu. İşte o ve onu izleyen yıllar birçok küçüğün sonu oldu. Yüzlercesi çiftliklerine kilit vurarak pazardan çekilmek zorunda kaldı.

1993‘te kurulan Avrupa Birliği (AB)’nin kuruluşunun hemen ardından uygulanmaya başlayan tarım yasaları ve yaptırımlar da önce küçük çiftçileri vurdu. AB’nin “globalleşen” dünya ticaretine uygun yasa ve kararnameleri, tarım subvansiyonlarının kısıtlanarak pazarın acımasız rekabet kurallarına terk edilmesi, tarım ürünlerinin uluslararası ticaretini destekleyen bir dizi anlaşma Avrupa tarımında da tekellerin tamamen piyasaya hâkim olmasını sağladı. Bunlardan binlercesi çiftliklerini kapatmak ve emekli olmak zorunda bırakıldı. Milyonlarca insanın açlıktan öldüğü, çocukların gıdasızlıktan gelişemediği bu dünyamızda tereyağı dağları eritildi, tarım ürünleri çöpe atıldı.

Derken 2006’da ilk kez Almanya’da doğadaki kuşlarda rastlanan kuş gribi kümeslere de sıçradı. Doğaldır ki, bu da yüz binlerce kanatlı hayvanın telef edilmesine neden oldu. Salgınla birlikte hayvanları kümeste muhafaza etme zorunluluğu kondu. Kümes düzeni ise küçük yetiştiricilerin altından kalkamayacağı koşullara bağlıydı. Sadece her ay hayvanların veteriner kontrolünden geçirilme zorunluluğu bile tek başına taşınabilecek bir yük değildi. 

Öte yandan, sürekli özendirmeler sonucu, arazide serbest dolaşan tavuk yetiştirmeye girişen küçük çiftlikler birdenbire -deyim yerindeyse- ayazda kaldılar. 2021’e dek zaman zaman saptanan bu hastalık da küçük çaptaki kaz, hindi ve tavuk çiftliklerini tamamen ortadan kaldırdı. Örnek vermek gerekirse, hastalığın saptanmasıyla birlikte Almanya’da sadece Kasım 2016’dan 2017’nin ocak ayına dek 545 bin kanatlı suda boğularak yok edildi. Artık Almanya’da kanatlı hayvan çiftlikleri dev işletmeler haline dönüşmüş bulunuyor.

Sayı mı isterdiniz? 1992’de Almanya’da 80 bin tavuk yetiştirilen çiftlik varken bu sayı 2020‘de 3 bin 160’a düştü. (Son üç yıl içinde bir miktar daha azaldığından yola çıkabilirsiniz.) Üstelik bu çiftliklerin bir kısmı da zorunlu olarak  PHW-Grubu, Rothkötter ya da Sprehe-Grubu gibi büyük tarım işletmelerinin kontratı altına girmiş bulunuyor. 

1992’de çiftlik başına hayvan sayısı ortalama 455 iken, bu sayı da günümüzde 29 bini aştı. Haydi bir sayı daha verelim: 

Almanya’da yetiştirilen tüm kanatlıların yüzde 60’ını oluşturan 55 milyon hayvan sadece Aşağı Saksonya eyaletinde bulunuyor.

Hep birlikte küçükleri tabuta yatırdılar

Tarım ve hayvancılıkta sadece büyüklerin taşıyabileceği kurallar değil küçükleri ezen. Dev tarım tekellerinin ezici rekabeti sadece, ülke içinde ürettikleri mallarla sınırlı kalmıyor. Bunlar aynı zamanda işgücünün ve arazilerin pek ucuz olduğu ülkelerde kurdukları dev çiftliklerde ürettiklerinin ya da o ülkelerde pek ucuza kapattıkları ürünlerin ithaliyle de küçükleri eziyorlar.

Fakat sadece bu kadar da değil. Küçük ve orta çiftçiler çepeçevre başka dallardaki tekeller tarafından da kuşatılmış bulunuyor:

Tohumu, gübreyi, tarım ilaçlarını ve hayvan yemini elinde tutanlar tarıma ve hayvancılığa hâkim olur! Binlerce yıldır kendi tohumunu kendi ürününden ayıran çiftçi şimdi bundan da mahrum kaldı. Artık tohum üreten tekellerin ürünlerini kullanmak zorunda. Üstelik bunlardan elde ettiği ürünlerin hiçbirini tohumluk ayırması da mümkün değil. Kaldı ki, bunların bir kısmı da patentli ürünler sınıfına girmekte. Dolayısıyla, çiftçiler her mevsim başında tekel fiyatlarının dayatmasıyla karşı karşıya kalıyor.

Bu arada gübre ve her türden tarım ilaçlarının da dev kimya işletmelerinin tekelinde olduğunu düşünürsek çiftçinin ne denli abluka altına düştüğünü kavrayabiliriz.

Benzer bir kuşatma da hayvan yetiştiricileri için geçerli. Her türden yem, vitamin, aşı ve ilaç da bir elin parmaklarını bulmayan tekellerin depolarından alınmak zorunda. Bu durumda ister eti için beslesin, ister sütü için… Küçük ve orta çaptaki hayvan yetiştiricilerinin yüzünün gülmesi geçen yüzyıl sonlarında tarihe karışmış bulunıyor.

Bir başka dert de daralan pazar! Aslında yanlış anlamaya neden olmayayım. Daralan genel olarak pazar değil. Üreticinin gereksindiği toptancı müşteri çevresi. Kendi mütevazi çiftliğinde on süt ineği olan bir çiftçinin bile günlük elde ettiği sütü götürüp pazarda satacak hali yok ya. Zaten pastorizasyon yasası bile buna engel. Dolayısıyla kendisine büyük alıcı bulmak zorunda. Serbest Çiftçiler’in sözcüsü, “Beş büyük süper market zinciri bütün perakende pazarlarına hâkim” diyor. “Bunlar bir yandan ‘yerli üretimi teşvik edeceğiz’ diyorlar, öte yandan bize de nefesimizi kesen fiyatlar dikte ediyorlar“ diye şikâyet ediyor.   

Ne tarafa bakarsanız bakın; Agravis, BayWa, DMK, Westfleisch... Kısacası, üretiminden ve gıda maddelerinin işlenmesinde başlayarak, süpermarketlere dek Almanya’daki gıda zincirinin tüm halkaları borsada işlem gören tekellerin avucunun içinde. Tabii bunlara tarım makine ve aletlerini üreten ağır sanayii de eklemeyi unutmayalım.

Artık zayıflara yaşama hakkı yok!

Başta dediğim gibi, Serbest Çiftçiler bu şirketleri görüyor. Taa süpermarket zinciri Aldi’ye dek tüm tekellere saydırıyorlar, ama bunları yaratan sisteme gelince iki gözleri görmez, beyinleri işlemez oluyor. Neden? Çünkü kendilerinin kapitalizmin vazgeçilmez bir sınıfı olduğunu varsayıyorlar. Tarihte de kaç kez ezildiler, horlandılar, ama en can alıcı anlarda büyük burjuvaların kanatları altına sığınıp, namlularını işçilere emekçilere doğrulttular. 

Ne var ki, artık tekellerin doymak bilmez iştahı karşısında yok olup gitmekten kurtulamayacaklar.

Ve tarih boyunca düşmanı oldukları emekçi kitlelere karışacaklar.

CEMİL FUAT HENDEK / soL-Görüş

Halka adanmış bir Etik Sözleşmesi - ANGÉLİCA PAREDES LÓPEZ / soL Küba Gerçeği

 “Bugün bu daha çok çalışmak ve en önemlisi de işimizi iyi yapmak anlamına geliyor. Anavatanın şanlı tarihine olan bağlılığımızı, şehitlere olan hürmetimizi göstermenin en iyi yolu budur.” 


Bugünün karanlık dünyasında sosyalizmin inşası ve güçlendirilmesi mücadelesinde etik değerlerin en önemli temeli oluşturduğu tespitinden yola çıkan devrimci Küba hükümeti, Küba Devrimi’nin Kadrolarının Etik Sözleşmesi başlığını taşıyan bir belgeyi onayladı.

Devrim kadrolarının görev alanları başta olmak üzere yaşamın her alanında etik değerler çerçevesinde hareket etmesinin halkın devrime olan inanç ve bağlılığının ve ülkedeki devrimci birliğin olmazsa olmaz koşulu olduğu tespitinden yolan çıkan sözleşme, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle 15 Ocak 2024’te Resmî Gazete’de yayınlandı ve 24 Şubat’tan bu yana düzenlenmekte olan törenlerle başta Cumhurbaşkanı Miguel Diaz-Canel olmak tüm devlet görevlileri ve kitle örgütü temsilcileri tarafından imzalanmaya başladı. 

Küba devriminin kadroları, sadakat, dürüstlük, fedakârlık, hümanizm, dayanışma, profesyonellik, işbirliği ve şeffaflık gibi on beş etik değeri merkeze alan sözleşmeyi imzalayarak ayrıcalık, konformizm, yabancılaşma ve yolsuzluğun her türüne karşı etik değerlere bağlı kalacakları sözünü veriyor ve halka ve devrime olan sadakatlerini bir kez daha ilan ediyorlar. 

Fidel, 1959 yılının ilk gününde Santiago'daki Céspedes Parkı'ndan Küba'da gerçekleşen yegane Devrimi ilan etmişti; onun – hem kanbağı hem de mücadele açısından – en sadık yoldaşı olan General Raúl Castro Ruz, 1 Ocak 2024'te bu kahraman şehrin aynı noktasından ülkeyi sarsan bir konuşma yaptı.

Konuşmasında Anayurdumuz ve Devrim için tayin edici ödeme sahip konulara değindi; bunlar arasında, “ana stratejik silahımız olan ve bu küçük adanın her zorluğun üstesinden gelmesini sağlayan” birlik konusu; ve diğer taraftan, hangi kurumda, tabandan başlayarak hangi düzeyde görev alırsa alsın ülkenin bütün yöneticilerinin çok zor koşullarda mevcut güçlüklerin üstesinden gelme ve halkımızla birlikte ilerleme sorumluluğu yer alıyordu.

Raúl, “Tüm kadrolarımızı, bunca ihtiyacın ortasında bile yurttaşlarımızın güvenini ve örnek gösterilecek desteğini haklı çıkarmak için daha fazla ne yapılabileceği konusunda her gün düşünmeye, ne naiflik ne de zafer sarhoşluğu göstermemeye, bürokratik yanıtlar vermekten, rutine teslim olma ve duyarsızlığın her türlü tezahüründen kaçınmaya, gökten bir şey yağacağını hayal etmeden elimizdekilerle gerçekçi çözümler bulmaya çağırıyorum” diyerek ülkede görev yapan herkese çağrıda bulundu.

General şöyle diyordu: 

“Mevcut zorluk ve güçlükler büyük olabilir; ama devrimin ortaya çıkardığı eserler daha da büyük. Düşmanın rezilliklerine karşı en iyi ve en kesin savunmayı onlar oluşturuyor; bu eserler Küba'nın her köşesinde hem maddi hem de manevi olarak kendini hissettiriyor.”

“Bugün bu daha çok çalışmak ve en önemlisi de işimizi iyi yapmak anlamına geliyor. Anavatanın şanlı tarihine olan bağlılığımızı, şehitlere olan hürmetimizi göstermenin en iyi yolu budur.” 

Ve bugün, 24 Şubat Cumartesi günü, bağımsızlık mücadelesinin yeniden başlamasının tam da 129. yılında, Devrim Kadrolarının Etik Sözleşmesi’ni imzalamak üzere ülke çapında çok önemli törenler düzenlenecek ve bu törenlerde Küba’da inşa edilen en önemli eserin hizmetindeki tüm Kübalılar, Fidel’i örnek alarak, Küba Devrimi'nin lideri General Raúl Castro Ruz'un işaret ettiği gibi, “tek bağlılığın halka olduğunu ve her zaman da ona olacağını” onaylayacaklar.

Derin ideolojik içeriğiyle siyasi örgütlerin, kitle örgütlerinin ve toplumsal örgütlerin yanı sıra devletin ve hükümetin tüm kurumlarında, bu kurumların her kademesinde uygulamaya konulan bu Sözleşme, Mayıs 2023'te Parti Merkez Komitesi’nin 6. Genel Kurulu’nda onaylandı ve 15 Ocak'ta Resmi Gazete’de yayınlandı.

Belgede yurtseverlik, anti-emperyalizm, sadakat, dürüstlük, onur, disiplin, fedakarlık, sorumluluk, şeffaflık, tutumluluk, hümanizm ve profesyonellik gibi temel değerler vurgulanıyor. Kuşkusuz, ülkedeki her kadro bu merkezi metni imzalayarak, bir kamu görevlisi olarak temsil ettiği halka karşı ahlaki bağlılığını ifade edecek.

Bu Etik Sözleşme yasal bağlayıcılığı olan bir belge. Metin, ülkenin içinden geçmekte olduğu zor zamanlarda devrimci bir liderin sahip olması gereken nitelikleri özetliyor.

Her zaman, ama özellikle de bugün, liderlik pozisyonunda bulunanlar devrimin ve ülkenin sorunlarıyla ilgilenmelidir; bu da halkı etkileyen konulara karşı duyarlı olmayı ve halkla sürekli temas halinde olmayı gerektiriyor.

Parti Merkez Komitesi Birinci Sekreteri ve Devlet Konseyi Başkanı Miguel Díaz-Canel Bermúdez, parti örgütünün Nisan 2021'de düzenlenen 8. Kongresi sırasında bu konuyu değerlendiren çalışma komisyonunun oturumlarında yaptığı konuşmada bunu şöyle özetledi: “Devrimin kadrosunu ayırt etmesi gereken ilk şey, onun ideolojik, devrimci, etik ve mesleki bakımdan derin bir formasyona sahip olmasıdır. Bizim Devrimimizin taşıdığı şartlarda kadro dediğimiz şey siyasidir.”

Küba, Devrim tarihi boyunca, kendilerini borçlu hissettikleri halk için her şeylerini veren dürüst liderlere sahip olmuştur. Komutan Ernesto Che Guevara, onların kusursuz davranışlarından yola çıkarak, kadroları “Devrimin belkemiği” olarak tanımlamıştır.

Ve unutulmaz ve her zaman varlığını koruyan Fidel’in yöneticilere dönük mesajı çok açıktı: “Daha fazla sorumluluk, daha fazla yükümlülük: daha fazla sorumluluk, daha fazla görev: daha fazla sorumluluk, daha fazla fedakarlık!”

Başkumandan için, “özeleştirel bir ruha sahip olma, sürekli çalışma, gözlemleme ve düşünme ihtiyacı duyma, hiçbir devrimci kadronun onsuz yapamayacağı özelliklerdir.”

Ulusumuz için tarihi bir gün olan bu 24 Şubat’ta ülkenin dört bir yanından gelen yönetici ve kadrolar, kendilerini halklarına daha fazla bağlayan Etik Sözleşme’yi imzaladıklarında, bunu Küba Devrimi ile etik tutumun yıkılmaz ilkelerle birleştiğine dair kesin bir inançla yapacaklardır.

Yazar: Angélica Paredes López

Yayınlandığı yer: Radio Rebelde

Yayın tarihi: 24 Şubat 2024

Çeviri: Derya Ünlü

"Küba Gerçeği", 2023 Şubat ayında Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) girişimiyle başlatılan bir yayın. Küba'da siyaset, ekonomi, yaşam, kültür gibi konularda Kübalı yazarların ürettiği makalelerin çevirilerini yayımlayan Küba Gerçeği'nde çıkan makaleler, artık soL'da paylaşılacak.

Şirket aynı, hedef Artvin: 'Hod Vadisi İliç olmasın' - Fatih Saygın / duvaR

 

Anagold Madencilik’in ortakları Artvin'de 495 futbol sahası büyüklüğüne denk gelen maden çıkaracak. Çevreciler ve yöre halkı, Artvin'in İliç olmasından endişe ediyor.

Erzincan'ın İliç ilçesinde felakete sebep olan Anagold Madencilik’in ortakları Artmin Madencilik ismiyle Artvin'deki Hod Vadisi'nde 495 futbol sahası büyüklüğüne denk gelen alanda altın, gümüş, bakır kompleks madeni çıkaracak.

Yüzölçümünün yüzde 71'i ruhsatlı maden sahası ilan edilen Artvin'de, 2015 yılında büyük protesto ve direnişin yaşandığı Cerrattepe'nin ardından gözler Hod Vadisi'ne dikildi. 2015 yılında AMG Mineral ismiyle Yukarımaden ve Aşağımaden köylerini kapsayan bölgeye giren madencilik şirketi 'Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir' kararı ile 1,93 hektar alanda faaliyet göstermeye başladı. Köylülerin 'ÇED gerekli değildir' kararına açtığı itiraz davasını kazanan şirket, 2016 yılında ismini Artmin Madencilik olarak değiştirdi.

Artmin Madencilik şirketinin ortakları ise Erzincan İliç'te Anagold adıyla faaliyet gösteren çok uluslu maden şirketi SSR Madencilik , Çalık Holding'e ait Lidya Madencilik ve Kanadalı maden şirketi Sandstorm'a bağlı Horizon Copper olduğu öğrenildi.

Hod Vadisi

KURUM'UN BAKANLIĞI DÖNEMİNDE ÇED RAPORU VERİLDİ

2015 yılından 2021 yılına kadar bölgede çok sayıda sondaj yapan şirket rezerv çalışmalarından olumlu sonuç aldı. Bunun üzerine maden sahası kapasite artırımına başvuran şirkete, Murat Kurum'un Çevre ve Şehircilik Bakanlığı döneminde 3 bin 511 hektarlık ruhsat alanı verildi.

Şirket ilk etapta bu ruhsat alanının 495 futbol sahası büyüklüğüne denk gelen 352 hektarlık alanında çalışma yapacak. Fiziki kullanım alanı olarak 113,801 hektarlık ÇED alanının ise 93,651 hektar alanının orman arazisi olduğu öğrenildi.

Şirketin 2021 yılında hazırladığı kapasite artırımı proje dosyasında yer alan bilgilere göre, maden sahasında yaklaşık 90 bin tona denk gelen 3 milyon 148 bin 700 onsluk altın rezervi ile 174 bin 885 ton bakır rezervi bulunuyor. Proje dosyasında ayrıca ulaşılabilir andezit rezervinin 10 milyon ton, kil rezervinin 2 milyon 566 ton olarak hesaplandığı yer alıyor.

'57 FUTBOL SAHASI BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ ALANDA KİMYASALLI PASA DEPOLANACAK'

Dinamitle patlatma ve kazı çalışmalarının yapılacağı bölgede, kompleks madenin yeraltı işletmesi şekilde yapılacağı proje dosyasında yer alıyor. Cevher üretiminde çeşitli kimyasallarının kullanılacağı ve çıkan pasanın 57 futbol sahası büyüklüğünde alanda depolanacağı belirtiliyor.

Alanda toprak sıyırma ve hafriyat dökme çalışmaları başladı.

SSR CEOSU ANTAL: İLİÇ'TEKİ İLKELER HOD'DA UYGULANACAK

Madende kullanılacak kimyasal hakkında bilgi verilmese de şirketin en büyük ortağı SSR Madencilik'in Başkanı ve CEO'su Rod Antal, projede felaketin yaşandığı İliç'teki yöntemin Hod'da da kullanılacağını söylüyor. Antal'ın Mining.com'da yer alan demecinde, "Ekip olarak Çöpler sülfür tesisi projesini zamanında ve bütçe dahilinde tamamlamamıza olanak sağlayan ilkeler ve disiplin, Hod Maden projesinin değerini maksimize etmemize yardımcı olmak için uygulanacaktır" ifadeleri yer alıyor.

Şirket ön hazırlık çalışmalarına başladığı maden için iş makinelerini bölgeye soktu. Mevsim sebebiyle kuru olan bazı derelerin üzerine hafriyat döküldü. Henüz toprak kazıma ve inşaat işlerinin sürdüğü sahada madenin faaliyete geçmesi 2027 yılını bulacak.

HOD VADİSİ TARIM VE ZEYTİNCİLİK ALANI

Artvin'in en verimli tarım topraklarının bulunduğu Hod Vadisi, bölgenin meşhur zeytininin de üretim sahası. Çoruh havzasında yer alan ve Çoruh'u besleyen derelerin yakınında yapılan maden sebebiyle hem su kaynaklarına hem de bölge tarımına büyük zarar verileceği ifade ediliyor. Yalnız Hod Vadisi'nde yaşayanlar değil Artvin halkı da Erzincan'da yaşanan maden felaketinin ardından projeden dolayı tedirginlik yaşıyor.

KARAHAN: TEHLİKE BANGIR BANGIR GELİYOR

Yeşil Artvin Derneği Başkanı Neşe Karahan, Hod Vadisi'nin Artvin için önemli bir bölge olduğunu ve maden sahasının bölgedeki yaşamı yok edeceğini söyledi. Karahan, "Maden alanının yakınında Deriner Barajı var. Bir heyelan, kayma olmasa da her türlü kimyasal, havayla suyla, yağmurlarla derelere ve baraja karışacak" dedi.

"Tehlike bangır bangır geliyor" diyen Karahan, köylülerin elinden kamulaştırma ile topraklarının alındığını söyledi. Karahan, "1.93 ile başlamışlardı sonra 3 bin 500 hektara çıktı. Bunun da devamı gelecek. Burada bir vahşetin başlangıcı var. Felaket yaşanmadan durdurmalıyız. Yaşanacak bir kaza hepimizi mahvedecek. Mücadelemize devam ederek şirketi durduracağız" sözlerini kullandı.

Yeşil Artvin Derneği Başkanı Neşe Karahan (Fotoğraf: Artvinden)
KALIN: İLİÇ'TE HANGİ HASSASİYETLERLE MADENCİLİK YAPTIKLARI BELLİDİR

Arvin'de yaşayan Türkiye Barolar Birliği Çevre Komisyonu Yürütme Kurulu Üyesi Bedrettin Kalın, madenin faaliyete başlaması durumunda İliç'teki felakete benzer bir durumun Hod'da yaşanmasının mıhtemel olduğunu söyledi. İliç ve Hod'da maden şirketlerinin aynı şirketler olduğunda dikkat çeken Kalın, "İliç'te madenciliği hangi hassasiyette yaptıkları bellidir. Hod'da da aynı hassasiyetlerle madencilik yapılacağı için aynı felaketlerin yaşanması bekleniyor" dedi.

Madene karşı hukuksal yönlerde geç kalındığını kaydeden Kalın, "İlk projedeki 1.93 hektarlık alana 'ÇED gerekli değildir' kararı alınmıştı. Köylüler buna iptal davası açmış fakat kaybetmişti. Daha sonra 2021 yılında 3 bin 511 hektara kapasite artırımına da 'ÇED gerekli değildir' kararı alınıyor. Fakat aynı avukat buna dava açmak da geç kalıyor. Böylece kapasite artırımı kesinleşiyor. Şimdi başka hukuksal yollar aranabilir" dedi.

Artvin'in sömürge madenciliğe teslim edilmek istendiğini söyleyen Kalın sözlerini şöyle sürdürdü: "Vadinin üzerinde mevsimden dolayı kuru olan bir dere yatağına pasa dolduruluyor. Şu anda alan düzeltme işlemleri yapılıyor. Maden işletilmeye başlanmadı. 57 futbol sahası büyüklüğünde pasa ve siyanür havuzu yapılacak. Buradaki maden de siyanürle işletilecek. Patlatmalar ve kazımalar yapılacak.

Artvin'in yüzde 71'i 525 adet ruhsatlı maden alanı. Sürekli bu ruhsat alanlarının ihaleleri yapılıyor, daha sonra işletmeye dönüşüyor. Seçim döneminde tepkilerden dolayı yavaşlama oluyor fakat seçimler atlatılırsa bir felaket dönemi başlayabilir."

Türkiye Barolar Birliği Çevre Komisyonu Yürütme Kurulu Üyesi Bedrettin Kalın (Fotoğraf: Artvinden Haber)
KÜÇÜK: 'TÜRKİYE 2040'TA ÇÖL OLACAK' DEDİKLERİ PROJEYİ YAPIYORLAR

Türkiye'de sömürge madenciliğe karşı mücadele eden TMMOB Yönetim Kurulu eski üyesi ve Metalurji Yüksek Mühendisi Cemalettin Küçük, Artvin'i, Erzincan'ın yaşadığı felaketin beklediğini söyledi. "Artvin'i yok etme planı içerisindeler" diyen Küçük, iktidar maden şirketleri ortaklığında doğa ve insan hayatının hiçe sayıldığını söyledi.

Artvin'in neredeyse tamamın, Karadeniz bölgesinin de boydan boya maden sahası görüldüğünü belirten Küçük, "Bu alanlar zaten oluşumu gereği bakır, kurşun, çinko, altın, gümüş, demir gibi elementlere sahip. Fakat bu elementlerin zuhur olarak var olması onların maden olduğunu doğrulamaz. Bu yöntemle yapılan üretilecek madenlerin nasıl bir yıkım yaptığını herkes görüyor. Bu alanlar su kaynakları. 'Türkiye 2040'ta çöl olacak' dedikleri projeyi yapıyorlar" diye konuştu. 

Küçük sözlerini şöyle sürdürdü: "İliç'te Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki madenlerin kendileri için hayati önemde olduğunu söylemişti. Bu sözden Erzincan ne kadar yıkılsa da insanlar ne kadar toprak altında kalsa da bu işten vazgeçmeyecekleri anlaşılıyor. Türkiye'nin altını üstüne getirme planlarının başında da Artvin var. Doğanın, insanların, yaşamın zarar görmesi umurlarında değil."

MMOB Yönetim Kurulu eski üyesi ve Metalurji Yüksek Mühendisi Cemalettin Küçük

6 Mart 2024 Çarşamba

Erdoğan’ın emekli maaşındaki ‘nerden nereye’ çıkışı - Bülent Falakaoğlu / Evrensel

 

                                                                                                                               Fotoğraf: Pexels

Kabine toplantısı sonrası emeklilerin ‘beklediği’ müjde gelmedi. İktidar mahfillerinden ‘kulis’ diye sızdırılanlar boş çıktı!

Cumhurbaşkanı Erdoğan kabine toplantısı sonrası bir kez daha ‘Zam yok’ dedi. Bir şey vermediği gibi üzerine istek yaptı: Bize dua edin, destek olun!

İstekte bulunmakla da yetinmedi, ‘nerden nereye…’ nidalarıyla da bugüne kadar bolca verdiklerini iddia etti; dipten aldık yukarılara taşıdık demeye getirdi.

Sahi emekliler nereden nereye geldi?

                                                   ***

İktidarları döneminde maaşların hangi seviyeye çıktığını, Cumhurbaşkanı paylaştı…

En düşük emekli maaşını 66 liradan, 10 bin liraya…

Asgari ücreti 184 liradan, 17 bin liraya…

Engelli maaşını 25 liradan yaklaşık 4 bin liraya…

22 yılda (2002-2024) doğal olarak maaşlar artmış, sayılar büyümüş.

Peki iyi bir seviyeye gelmiş mi?

                                                   ***

Önce Cumhurbaşkanının verilerine bakalım; ardından da 22 yıl boyunca emeklilerin nereden nereye geldiğine…

2002 yılında en düşük işçi emekli aylığı 257 liraydı. Yani Cumhurbaşkanının ‘184 liraydı’ dediği asgari ücretin yüzde 40 fazlası.

Şimdi asgari ücretin ne kadarı?

Asgari ücret 17 bin TL, en düşük emekli maaşı 10 bin TL olduğuna göre… Emekli aylığı asgari ücretin yüzde 42’si kadar (7 bin TL) düşük.

Yüzde 40 fazladan yüzde 42 azına (Yani yüzde 58’ine) gerilemiş. 

Eğer azalmayıp asgari ücret karşısında değerini korusaydı en düşük emekli aylığı 10 bin TL değil 23 bin 800 lira olacaktı.

Maharete’ bak!

Emeklinin 13 bin 800 lirasını gasbet, eline 10 bin lira ver; sonra da deki, ‘Biz her zaman emekliye refahtan pay verdik.

                                                       ***

Şimdi bu yazıyı dikkatli okuyan ya da Cumhurbaşkanını dikkatli dinleyen birinin aklına şu soru geliyordur: “İyi de sen, Cumhurbaşkanının ‘66 liraydı’ dediği en düşük emekli aylığını 257 lira olarak hesapladın, o bahsettiğin ‘maharet’ reiste değil de sende mi yoksa?”   

Cumhurbaşkanının verdiği 66 lira dönemin BAĞ-KUR tarım emeklilerinin aylığı…

Tarım emeklisinin sayısı çok düşük.

Asıl işçi emeklilerin (SSK) durumuna bakmak gerekir.

Çünkü…

11 milyona yakın işçi emeklisi yerine sayısı birkaç yüz bini geçmeyen tarım emeklisinden bahsetmek, gerçeği gizlemekten başka bir işe yaramaz!

YILDAN YILA KAR GİBİ ERİTİLDİLER

Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verilerini bir kenara bırakıp emeklilerin yıllara göre durumuna bakalım.

Emekliler AKP’li yılarda eriye eriye bugüne geldiler.

2016 yılına kadar her bir emekli ortalama olarak asgari ücretin yüzde 20 daha üzerinde maaş aldı. Sonraki yıllarda ise asgari ücretin altına, dibe doğru geriledi!

                                                     ***

Erime süreci AKP öncesinde başladı, AKP’li yıllarda hızlandı.

2000 yılı öncesi aylık bağlama oranları yüksekti. (Bir sigortalının aylık ortalama kazancının ne kadarının emekli aylığı olarak ödeneceği, aylık bağlama oranını gösterir).

Bu oran 2000 öncesinde 9 bin iş günü için yüzde 76 idi.

7 bin 200 gün için yüzde 69…

5 bin gün için yüzde 60… 

Sonra Bakan Yaşar Okuyan döneminde yasa değişti. Aylık bağlama oranı düşürüldü.

9 bin iş günü için yüzde 65’e… 5 bin gün için ise yüzde 43’e düşürüldü.

                                                     ***

AKP tuz biber ekti!

Emekli aylıkları 2006’da kabul edilen ve 2008’de önemli değişiklikler yapılan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’ndaki düzenlemeler ile adeta dibe vurdu!

25 yıl çalışan ve 9 bin gün prim ödeyenlerin aylık bağlama oranı yüzde 50’ye, 7 bin 200 gün prim ödeyenlerin aylık bağlama oranı ise yüzde 40’a düşürüldü.

5 bin iş günü için aylık bağlama oranı ise çok daha vahim; sadece yüzde 28

                                                      ***

Bir de…

Sigortalının geçmişte ödediği primlerin bugünkü değerini bulma yöntemi de emekli aleyhine değiştirildi.  

Tüketici enflasyonu artı büyüme hesaba katılıyordu.

Diyelim enflasyon yüzde 40… Milli gelir büyümesi yüzde 6… İkisinin toplamı yüzde 46 hesaba katılıyordu.

AKP yaptığı değişiklikle büyüme oranının yüzde 30’unun dikkate alınmasını kararlaştırdı.

Örneğimizdeki büyüme oranı hesaplamada 6 yerine artık yüzde 1.8 olarak dikkat alınıyor.  

 Hem aylık bağlama oranı hem de güncelleme katsayısı düşürülünce emekli aylıklarındaki düşüş de vahim oldu.

Dramatik sonuçlar ortaya çıktı; gün sayısı aynı olan iki emekliden 2000 yılı öncesinde  emekli olan daha yüksek maaş alır hale geldi.

                                                    ***

Aslında durum yukarıda bahsettiğimiz erimeden daha kötü.

En düşük emekli maaşı 10 bin TL değil. Gerçek kök maaşlar çok düşük.

Hâlâ 6 bin lira ila 9 bin 700 lira arasında kök maaşı olan milyonlarca emekli var. Bunların emekli aylıkları Hazine tarafından yapılan ek ödeme ile 10 bin liraya tamamlanıyor.

Kök maaşı 6 bin lira olan emekli için Hazine 4 bin lira ödeyip 10 bin liraya tamamlıyor ama kök aylık değişmiyor.

Zam kök aylıklara yapıldığı için de ortaya bir garabet çıkıyor. Milyonlarca emekli sıfır veya yapılandan daha düşük zam alıyor.

Örneğin temmuz 2023’te emeklilere yüzde 25 zam yapıldı. Ama yapılan yüzde 25 artışa rağmen kök aylığı hâlâ 7 bin 500 TL’ye ulaşamayan milyonlarca emekli sıfır zam aldı.

Aynı sorun bu yılın temmuz ayındaki zam döneminde de yaşanacak! Şayet en düşük emekli maaş sınırını artıracak bir yasa hazırlanmazsa, milyonlarca emekli sıfır zam gerçeği ile karşılaşacak.

MİLLİ GELİRDEN KIRINTI

Hükümet tamamlama ödemesini emekliyi ‘ihya’ etme olarak pazarlasa da emeklinin durumu perişan!

Bir zamanlar maaşı 1500 TL iken emekli 500 liraya kiralık ev bulabiliyordu. Şimdi 10 bin liraya büyük kentlerde ev bulabilmesi imkansız!

Buna rağmen…

Kara emekli tablosunun müsebbipleri şöylesi cümleler kuruyorlar: “Milletimizin refah seviyesini katlayarak yükseltmiş bir hükümet olarak çalışanlarımızın sıkıntılarına gözlerimizi kapamamız mümkün mü?”Evet mümkün, hem de yıllardır.

Emeklilerin milli gelirden aldıkları paya bakınca gerçeği görmek pekala mümkün!

                                                      ***

2008 yılında emekli aylıklarının milli gelire oranı yaklaşık yüzde 6 idi.

Bu da şöyle bir bölüşüme yol açıyordu:

Varsayalım ki 2008’de 1000 liralık bir mili gelir (GSYH) vardı; nüfus da 100 kişiydi.

O dönem 1000 liralık gelirin 60 lirası (yüzde 6) emeklilere ayrılıyordu.

Emeklilerin nüfusa oranı o dönem yüzde 12 idi. Yani emeklilere ayrılan 60 lirayı 12 kişi (100 kişilik nüfusun yüzde 12’si) bölüşüyordu. Emekli başına 5 lira düşüyordu.  

Şimdi emekli aylıklarının milli gelire oranı yüzde 4.5!

Yani 1000 liralık bir milli gelir varsa bunun artık 45 lirası emekliye ayrılıyor, 2008’deki gibi 60 lirası değil.

Bu arada da emeklilerin nüfusa oranı ise yüzde 16’ya çıkmış durumda. Yani 45 lirayı 16 kişi bölüşüyor. Kişi başına da sadece 3 lira bile düşmüyor; oysa 2008’de 5 lira düşüyordu.

Sonuç: Erdoğan’ın iddia ettiği gibi emekli refahı artmamış. Aksine emekli aylıkları düşmüş, emekli yoksulluğu artmış.

YENİ PROGRAM TABLOYU DAHA DA KARARTACAK

Bu kara tablonun oluşturduğu öfke, seçim döneminde dikkate alınır diye bir beklenti oluşmuş durumda. 

Emekliler kabine toplantısı sonrası Cumhurbaşkanından seyyanen artış bekliyordu.

Beklentinin yanı sıra…

Emeklilere her bayram için 10 bin lira ikramiye verilecek’, ‘İki bayram için toplam 20 bin TL ödenecek’ şayiaları dolaşıyordu.  

“Bütün itirazlara rağmen Meclisten daha yeni 3 bin lira bayram ikramiyesi veren hükümet mi 10 bin lira verecek” kuşkusuna düşmeden milyonlar umutlandı.

Erdoğan meydanlarda ‘Kaynak yok’ diye bas bas bağırmışken, bayram ikramiyesinin 10 bine çıkarılacağına inanıldı!

Ama görüldü ki…

Hükümetin ikramiyeleri 10 bin lira yapıp, iki bayram için 16 milyon emekliye ayıracak 300 milyar TL’si yokmuş.

Mega projeler yapmış 5 müteahhide ödeyecek 150 milyar lirası var ama…

Yokluk değil tercih yani!

                                                      ***

AKP’nin açık tercihine rağmen 31 Mart’ta seçimlerin olması maaş ve ikramiye ‘artış’ beklentisini artırdı.

Öte yandan…

65 yaş üstünün AKP’nin seçmen tabanında önemli bir yer tutması nedeniyle AKP’lilerin de oy kaybedeceği endişesinin çoğaldığı da kamuoyuna yansıdı.

Özellikle büyükşehirlerde, ekonomik problemlerin etkisiyle bu seçmen uzaklaşmaya başladı. Bu kitle bize oy vermek istemiyor.

En düşük emekli aylığının 10 bin liraya çıkarılması, cumhuriyetin 100'üncü yılı sebebiyle emeklilere verilen 5 bin lira ikramiye, yine bayramlarda ödenen ikramiyenin 2 bin liradan 3 bin liraya çıkarılması yeterli değil.

Farkındalar ama uygulanan ekonomik programa bağlı kalınmasından yanalar. Belki bir parmak bal çalarlar ama o da programdan vazgeçmeden.

Neydi uygulamadaki program tezi? 

Enflasyonu düşürmek için ücretleri ve maaşları baskıla! Gerçek bu, 2024’ü emekli yılı ilan etme hikaye!

                                                    ***

Araştırmalara göre hükümet emeklilerin, yüzde 33 ile 39’u arasında değişen oranından oy alıyor. En fazla 5 milyonundan.

Bu da demektir ki… Beş AKP seçmeninden biri emekli.

Az değil ama hepsini kaybetmeyeceğini düşünen AKP zam konusunda temkinli! Reis, “Elbette yaşanan sıkıntıların farkındayız. Geçtiğimiz günlerde emekli maaşlarına şu kadar zam yapacağız diyen muhalefetin nasıl boş konuştuğunu örnekleriyle anlattım” diyerek itidale çağırıyor.

Emeklilerin seçim beklentisi boşuna!

Bugüne kadarki gidişat emeklilere düşenin ne olacağını gösterdi. Vakit kaderi ele alıp terse çevirmenin vakti değil mi sizce de, ey milyonlarca emekli!

Bülent Falakaoğlu / Evrensel