7 Mart 2024 Perşembe

EVRENSEL GÜNDEM - 7 MART 2024 -

 Mısır Çarşısında taneyle hurma satışı

Mısır Çarşısında Cennet hurmasının kilogramı 280 liraya tezgahta yerini alırken jumbo hurmanın tanesi ise 15 TL'ye satılıyor.(https://www.evrensel.net/haber/512515)

Ayvalık'ta halk demir madenine tepkili: Maden zehir saçıyor (M. Deniz Çırakoğlu)

Balıkesir’in Ayvalık ilçesi Karaayıt köyü yakınında, Bilfer Madenciliğin demir madenine paterni eklenmesi ile ilgili ÇED gerekli değildir kararına itirazlar sonucu bilirkişi incelemesi yapıldı.(https://www.evrensel.net/haber/512488)

Kadınlar istihdamdan uzak, kız çocukları liseye gidemiyor
                                                                      
Fotoğraf: Mehmet Yirun/DHA

TÜİK verileri, nüfusun yarısını oluşturan kadınların istihdam oranının erkeklerin yarısından bile az olduğunu gösterdi. Açıklanan her veri grubunda kadınlar erkeklere göre dezavantajlı durumda.(https://www.evrensel.net/haber/512430)

MESEM yolsuzluğu! | Sahte kayıtla milyonları şirketlere aktarmışlar (İzel Gözde MEYDAN)

Kocaeli’de bulunan Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinde okul müdürü ve müdür yardımcısına, MESEM programına sahte kayıt yaptırdıkları ve kayıt başına düşen ücreti tanıdıkları şirketlere aktardıkları iddiası nedeniyle soruşturma açıldı. 2023 yılında ortaya çıkan iddialara rağmen İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından soruşturma açılmadığı, Şubat 2024’de iddiaların yeniden gündeme gelmesiyle iki idarecinin açığa alındığı öğrenildi. Kimlik numarası ile kayıt yaptırılan öğrencilere ders veriliyormuş gibi gösterilerek, toplamda 500 milyon liranın farklı şirketlere aktarıldığı da iddialar arasında yer alıyor. Yaşanan durumla ilgili iddiaları sormak için aradığımız bir yetkili ise konuyla ilgili müfettişlerin okulda olduğunu ve soruşturmanın devam ettiğini ifade etti.

Ankara-Bağdat-Erbil üçgeni! (Hediye Levent)
                                                              
Fotoğraf: Mustafa Kamacı/AA

Bir süredir Ankara ile Bağdat arasındaki temaslar hız kazandı. Elbette en dikkat çekici olanı önce Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Bağdat-Erbil’i ziyaret etmesiydi. Bu ziyaretin ardından MİT Müsteşarı İbrahim Kalın ve son olarak da Savunma Bakanı Yaşar Güler bölgeye gitti.

Bu karşılıklı ziyaret trafiğini daha da ilginç kılan faktörlerden biri de Haşd-i Şaabi Lideri Falah El Fayyad’ın katılımı oldu. Türkiye yakın zamana kadar İran destekli silahlı grup olan Haşd-i Şaabi’yi de terörist olarak nitelendiriyordu.

Peki Ankara-Bağdat-Erbil hattındaki bu yoğun diplomasi trafiğinden hangi taraf ne bekliyor?

Ankara’dan başlayayım.

Ankara açısından en önemli mesele PKK. Bu çerçevede Bağdat’ın ve Erbil’in tam desteğini almak isteyen Ankara Bağdat ve Erbil’deki muhataplarını ikna etmeye çalışıyor. Elbette Ankara açısından en önemli muhatap Bağdat. Çünkü Bağdat PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmiyor. Ayrıca bütçesi Bağdat tarafından sağlanan Haşd-i Şaabi’yi sahada PKK karşıtı operasyonlara dahil edebilmek Ankara açısından çok önemli.

Ankara’nın bir diğer hedefi ise yine PKK meselesinin uzantısı olarak gördüğü Süleymaniye yönetimini örgütten uzaklaştırmak. Bu çerçevede Erbil’i Süleymaniye yönetimine baskı yapması için sıkıştıran Ankara açısından Bağdat’ı ikna etmek zaman alabilir gibi görünüyor.

Çünkü Erbil’deki KDP yönetiminin aksine Süleymaniye’deki KYB yönetiminin İran ile ve buna bağlı olarak Bağdat’taki İran destekli siyasi çevreyle ilişkileri oldukça iyi. Gerçi Ankara bir süredir Süleymaniye’ye yönelik markajını daralttı ve Süleymaniye’ye uçuşları askıya aldı. Ayrıca geçtiğimiz aylarda yapılan Vilayet Meclisleri Seçimlerinde Kerkük’te KYB’nin önünü kesmeye çalışan Ankara Bağdat’ı ve Haşd-ı Şaabi’yi Süleymaniye-PKK ilişkisi çerçevesinde birlikte hareket etmeye ikna etmeye çalışıyor.

Bağdat açısından Ankara-Erbil hattındaki diplomasi trafiğinin gündeminde ‘kuru kanal’ adı verilen bir ticaret hattı projesi var.

Basra Körfezi’ni Necef’e, Necef’i Bağdat’a ve Bağdat’ı Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlaması öngörülen hat için tahmin edilen bütçe 17 milyar dolar civarında.

Bağdat’tan yapılan açıklamalara bakılırsa Bağdat, hat konusunda oldukça heyecanlı ve şimdiden hattın Irak toprakları içindeki kısmını finanse etmek üzere körfez ülkeleri ile temaslara başlamış. Yine Bağdat merkezli haberlerde körfez ülkelerinin bu hatla yakından ilgilendiği vurgulanıyor.

Eğer bu hat hayata geçirilebilirse Basra Körfezi’ne kıyısı olan ülkelerin Türkiye ve Avrupa ile ticaretinde taa Kızıldeniz’i ve Süveyş kanalını dolaşması gereken rota hem kısalacak hem de maliyeti düşecek.

Tam da bu noktada PKK meselesi Bağdat açısından da önem kazanmaya başlıyor çünkü Irak ekonomisini canlandıracağına kesin gözüyle bakılan proje için gerekli en önemli şart güvenlik. Türkiye sınırının bir kısmında PKK’nın yapılanmış olması hattın güvenliğine tehdit unsurlar arasında sayılıyor.

Bağdat açısından bir diğer önemli mesele elbette su konusu. Fırat ve Dicle Nehirlerinden serbest bırakılan su miktarı on yıllardır Türkiye-Irak ve Suriye arasında karşılıklı suçlamalara varan meseleler arasında yer aldı. Bu çerçevede Bağdat Türkiye’den daha fazla su vermesini istiyor ki, yine basında yer alan haberlere bakılırsa Türkiye de bu konuda müzakerelere açık bir tavır sergiliyor.

Erbil’in ise bir süredir Bağdat ile başı belada. Son olarak Bağdat’ta bir federal mahkeme IKBY’nin gelirlerini Bağdat’a göndermesi yönünde karar aldı. Kararın uygulanıp uygulanmayacağı belirsiz ancak her halukarda Erbil bu gelişmeyi Bağdat’ın baskısı olarak değerlendiriyor. Keza Erbil’in İran ile ilişkilerinin iyi olmadığı ve Bağdat siyasetindeki İran nüfuzu göz önüne alındığında bu baskının devam etmesi beklenebilir.

Erbil hem Ankara hem de Bağdat ile yakın durarak hem Türkiye-Irak arasındaki süreçlerin bir parçası olarak kalarak projelerde yer almak istiyor hem de Bağdat’ın baskısını Türkiye ile dengelemek…

Haşd-i Şaabi açısından Türkiye ile ilişkiler her şeyden önce meşruiyetinin daha geniş çevrelerce kabullenilmesi anlamına geliyor. Bağdat’taki İran eksenli siyasetten bağımsız hareket etmeyen Haşd-i Şaabi’nin nasıl hareket edeceği de yine Bağdat siyaset koridorlarında alınacak kararlara, belirlenecek politikalara bağlı.

Velhasıl Ankara-Erbil ve Bağdat arasındaki diplomasi trafiğini yakından izlemek gerekiyor.

Faiz haram (Arif Nacaroğlu)

Güzelim mart günümü zehir edeceğini anladım ama kapımı kilitlememe fırsat bulamadan odama söylene söylene daldı.

- Hatırlıyor musun, bir Allah’ın günü Reis kızdı. “NAS var, sana bana ne oluyor?” diye hem bize hem kendine çıkıştı. Faiz yüzde 8’e düştü. Faizin yüzde 50’si haram, yüzde 8’i az haram mı? Ulemaya sormalı.

- Eeeee?

- İşin uhrevi yanı eksik kalınca dünyevi yanı devreye sokuldu; “Ne yapacağız? Faizi düşüreceğiz. Faiz sebep, enflasyon sonuç.”

- Değil mi?

- Okumuş yazmış muhalif tayfa da işi senin gibi ciddiye alıp, “Hayır. Enflasyon sebep, faiz sonuç” diye işin akademisini gevelemeye başladı.

- Sonra?

- Yandaş vatandaş malum bankalardan yüzde 10 ile 8 milyon çekip 4 daire aldı. Diğer yandaşlar durur mu? Mallar yüzde 8, yüzde 10 faizli kredilerle 5’er, 10’ar talan edildi. Yandaş vatandaş voliyi vurmuş, beleş krediyle dünyalığa el koymuştu. Mallar yerini bulup, yüzdeler paylaşıldıktan sonra, aaa bir de baktık heterodoks, ortadoks numarasıyla faizler yükseldi, dolar patladı, fiyatlar 5’e katladı.

- Borçlar?

- Ne borcu? 8 milyon borca 4 daire alan, dairenin birini satıp banka borcunu ödedi, 3 daire beleş. Malları 4’e katladı borçlar 4 kat azaldı.

- Kimin?

- Emekli Muhammet amcanın değil herhalde. Devletin bankasından kredi alabilen yandaşın. Krediyle 2 araba alıp biri ile borcunu kapatan, diğer arabayı kemiksiz cebe indiren milliyetçi muhafazakarın.

- Ne zaman?

- Kasım 21’den Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar seçim kazanıldı. Teori değişti Enflasyon sebep, faiz sonuç oldu. Kendine ekonomist diyen ulema da, “Bak biz demedik mi. Reis tezinden vaz geçti. Biz haklıydık” diye ortalıkta böbürlenmeye başladılar.

Bu arada Reis seçimi kazanmış, krediyi kapan Üsküdar’ı geçmiş, bankaları boşalmıştı.

(Evrensel)


BİRGÜN GÜNDEM - 7 MART 2024 -

Dövize müdahale, krediye ayar geldi (Havva Gümüşkaya)
Seçim sonrası kurlarda artış beklentisi dövize talebi artırdı. Doların 32 TL’ye dayanması üzerine döviz satışına başlayan TCMB, kredi musluklarını kıstı. İktidarın hedefinin seçimlere kadar dolar kurunu 32 TL’nin altında tutmak olduğunu kaydeden Prof. Oyan “İş biraz çığırından çıkmış gözüküyor” dedi.

Seçim sonrasına yönelik beklentilerin kötüleşmesi ve kurda artış beklentisi son günlerde döviz talebini tetikledi. TL kaynaklı kur korumalı mevduat hesaplarının artık açılamaması ve çıkan paranın büyük bölümünün dövize kaymasının da talebi körüklediği tahmin ediliyor. TL'deki düzenli değer kaybı son günlerde hız kazanırken dolar/TL 32 lirayı zorluyor. Yılbaşından bu yana döviz kurundaki artış yüzde 7’nin üzerine çıktı.

Enflasyonun beklentilerin üzerine çıkması, cari açık ve seçim öncesi yabancı portföy çıkışı olmasının etkisiyle döviz ve altına talep arttı. Merkez Bankası’nın (TCMB) yüzde 45'lik politika faizini seçim sonrasında artıracağı yönündeki tahminler de yükselmeye başladı.

TCMB’nin artan döviz talebinin kaynağını anlamak ve piyasadaki "gereksiz oynaklığı engellemek" için bankalarla telefonda görüştüğü iddia edildi. Reuters'a konuşan iki bankacılık kaynağı, artan döviz talebini mart sonundaki yerel seçimler öncesinde oluşan ‘psikolojik talebe’ bağladı.

REZERV HARCANIYOR

TCMB seçimlere kadar kurları tutmakta zorlanmaya başlayınca, 2023 yılı Temmuz ayından bu yana ilk kez TL uzlaşmalı vadeli döviz satım işlemi gerçekleştirdi. Artan döviz talebi nedeninin etkisiyle TCMB tarafından 475 milyon dolar tutarında TL uzlaşmalı vadeli döviz satım işlemi yapıldı. TCMB en son 14 Temmuz 2023 tarihinde söz konusu işlemi gerçekleştirmiş, daha sonraki dönemde herhangi bir işlem yapılmamıştı.

Döviz talebi belirginleşirken TCMB döviz rezervlerinde azalış da devam ediyor. Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervinde 16-23 Şubat haftasında 2,5 milyar dolarlık, zaten eksi durumdaki net rezervinde ise 4,3 milyar dolarlık azalış yaşandı. Bankanın brüt rezervi 23 Şubat itibarıyla 131,8 milyar dolara gerilerken swap ve diğer borçları düştükten sonra kalan net rezervi ise -46,2 milyar dolara kadar indi. Yılbaşından 23 Şubat’a kadar olan dönemde TCMB'nin brüt rezervinde 9,3 milyar dolarlık, eksi durumdaki swap dahil net rezervinde ise 8,7 milyar dolarlık azalma yaşandı.

MÜCADELE HIZLANACAK

Kurdaki hareketlilik ve enflasyonun beklenenin üzerinde gerçekleşmesinin ardından TCMB’den ek sıkılaşma adımı geldi. Ticari kredilerde yüzde 2,5 olan aylık büyüme sınırı yüzde 2’ye, ihtiyaç kredilerinde yüzde 3 olan aylık büyüme sınırı yüzde 2’ye düşürüldü. Taşıt kredilerinde değişikliğe gidilmedi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, X hesabından yaptığı paylaşımda yeni sıkılaşma adımlarını değerlendirdi. Şimşek, "Aylık enflasyon şubat ayında beklentilerin üzerinde gerçekleşti. Dezenflasyon zaman ve kararlılık gerektiriyor. Sabırla ve azimle fiyat istikrarı sağlanıncaya kadar çalışmaya devam edeceğiz. Merkez Bankası’na desteğimiz tamdır. TCMB’nin ilave sıkılaşma adımlarının büyümede dengelenmeye, cari açıkta daralmaya ve enflasyonist eğilimleri kırmaya katkısı olacaktır" görüşünü dile getirdi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, 2025 yılında enflasyonla mücadele sürecinin çok daha hızlanacağını belirtti. Yılmaz, “Orta vadede (2026 perspektifinde) ise sürdürülebilir kalkınma hedeflerimiz çerçevesinde tek haneli enflasyon oranlarına yeniden ulaşmaya kararlıyız” diye ekledi.

                                                          ***

TOPLUM SAVUNMA MEKANİZMASI GELİŞTİRİYOR

Siyasal iktidarın hedefinin seçimlere kadar dolar kurunu 32 TL’nin altında tutmak olduğunu kaydeden Prof. Dr. Oğuz Oyan, “Birkaç hafta önceye kadar bu mümkün gözüküyordu fakat şimdi iş biraz çığırından çıkmış gözüküyor. Çok hızlı gelişti her şey. Dolara bir hücum var. Arz tarafında da mevsim koşulları gereği yetersizlik var. Türkiye’nin zaten çok ciddi dış açıkları var. Merkez Bankası bu defa daha önce yaptığı kapalı müdahaleyi açık müdahaleye dönüştürmüş durumda.

                 Prof. Dr. Oğuz Oyan - Ekonomist 

Piyasaya müdahale ettiklerini söylediler. İlk iki aydaki enflasyon yüzde 10,5 dolarda 29,50’den 31,73’e geldi. Enflasyonun altında bir yükselme bu” ifadeleriyle değerlendirdi. Toplum kesimlerinin savunma pozisyonuna geçtiğini söyleyen Oyan, “Seçim sonrasında kurların üzerindeki görünmez baskılar terk edilecek ve kurlar yükselecek beklentisi var. Bu şirketler kesimini de ilgilendiriyor. Onlar da döviz pozisyonlarını yükseltiyorlar. TL’de kalmaktan kaçıyor insanlar. Enflasyonda patlamanın süreceği, kurlardaki artışın ayar tutmayacağını bekleniyor. Dolayısıyla şimdiden dövize talebi arttıran bir takım ve ithal edilen mallara talebi arttıran bir eğilim var. Bu bir kaçış, bir kendini savunma pozisyonu aslında. Hem tüketici kesimleri arasında, şirketler kesimi açısından” diye konuştu.

                                                            /././

TCMB’den ilave sıkılaşmada zorunlu karşılık adımı: 1 yıl bloke tutulacak (Birgün)

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB), ilave sıkılaşma adımları kapsamında, kredi büyümesine dayalı zorunlu karşılık tesis edilecek. Bu kapsamda Merkez Bankası tarafından belirlenen kredilerin aylık yüzde 2 büyüme oranını aşan kısmı için TL cinsinden zorunlu karşılık 1 yıl süreyle bloke olarak tutulacak (https://www.birgun.net/haber/tcmbden-ilave-sikilasmada-zorunlu-karsilik-adimi-1-yil-bloke-tutulacak-512088)

                               /././

AKP afişini asmayan esnaf ‘‘not alındı’’ (Mustafa Bildircin)

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’ne tüm kamu olanakları ile hazırlanan AKP, “Bu kadarı da olmaz” dedirten yeni bir uygulamaya daha imza attı. İddiaya göre, yeniden aday gösterilen Gaziantep Şahinbey Belediyesi Belediye Başkanı Mehmet Tahmazoğlu’nun seçim afişlerini asmak istemeyen esnafın isimleri kaydedildi. Uygulamaya tepki gösteren Şahinbey Belediye Meclisi'nin CHP’li Üyesi Hasan Şencan, “Esnafın belini bükenler, evine ekmek götürmeye hasret bırakanlar şimdi siyasi mafyalığa soyundular” dedi.

Antep’in Şahinbey ilçesinde seçim çalışması yürüten AKP'liler, çalışmalar kapsamında Mavi Kent Sanayi Sitesi’ni ziyaret etti. Ellerinde Şahinbey Belediye Başkanı Mehmet Tahmazoğlu’nun afişlerini taşıyan AKP’liler, sanayi sitesindeki dükkanlara afişleri asmak istedi.

Esnafın bir bölümü, Tahmazoğlu’nun afişinin dükkanına asılmasına izin verirken bazıları ise karşı çıktı. Afiş astıran esnafı not alan AKP’lilerin, astırmayanları da “Afiş astırmadı” şeklinde not aldığı savunuldu. Sanayi esnafı, uygulamaya tepki gösterdi.  

AKP’li Tahmazoğlu’nun afişlerinin zorla astırılmak istendiğini öne süren CHP’li Hasan Şencan, BirGün’e konuştu.  AKP’nin, “Her görüşten insanı fişlediğini” savunan Şencan, şunları söyledi:

“Bu utanmaz ve demokrasi dışı hareket de AKP’ye yakışırdı. Gaziantep'te devlet imkanlarını ve Cumhurbaşkanlığı forsunu arkasına alıp seçim çalışması yapanlar aslında bir figürandır, bunlar hep birilerinin gölgesinde var olmuştur. Biz de biliyoruz, bizim Belediye Başkanlarımızın karşısında Partili Cumhurbaşkanı var. İstanbul başardı, Ankara başardı, Gaziantep de başaracak. Bu demokrasi dışı hareketler, AKP’nin kara lekelerine yeni bir sayfa daha açtı. Yazıklar olsun.”

                                                    /././

Kurum ‘650 bin konut yapacağız’ demişti: AKP’li belediye 100 konutu yapamadı (Kayhan Ayhan)
                                                                             Hasan Tahsin Usta

                        Gaziosmanpaşa’daki kentsel dönüşüm 2013’ten bu yana sürüyor. (Fotoğraf: İHA)
Gaziosmanpaşa’da 2013’te başlayan kentsel dönüşüm kapsamındaki konutlar hâlâ teslim edilmedi. Evleri yıkılan yurttaşlara kira yardımları da ödenmedi. Mahkeme ise belediyenin şirketini sorumlu buldu ve tazminata hükmetti. (https://www.birgun.net/haber/kurum-650-bin-konut-yapacagiz-demisti-akpli-belediye-100-konutu-yapamadi-512040)

(BİRGÜN)


Erdoğan’ın seçim sonrası planı hazır - Yaşar Aydın / Birgün

Rejimin tahkimatı sürecine şimdilik yerel seçim molası veren iktidarın 31 Mart sonrası ajandasının ilk sırasında kısa süre önce rafa kalkan Anayasa var. Bu hamle ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir kez daha aday olma yolu açılırken partiler arasında yeniden dizilişin de düzenlenmesi hedefleniyor.

Yerel seçime sayılı günler kala siyasetin ateşi hala istenilen noktada değil. Özellikle de iktidar cenahında. 10 ay önce tarihi bir seçim kazanmış halleri yok. AKP neredeyse hiçbir ilde -Erdoğan’ın katıldığı mitingler dışında- heyecan yaratamıyor. Durumu korumaya yönelik bir çaba içerisindeler. Bahçeli neredeyse sahaya bile çıkmadı. MHP yaşanacak yenilginin ortağı olmayacak pozisyona çekilmiş gibi. Cumhur İttifakı içinde en çok tartışılan partinin Yeniden Refah olması iktidar blokunun içinde bulunduğu durumu gösteriyor.

Muhalefet ve iktidarıyla statükoyu korumaya çalıştığı bir seçim süreci yaşanıyor. Partiler bugünden başlayarak yığınağı 31 Mart sonrasına yapmak için sözleşmiş gibi. Her şeye rağmen siyasi partiler ve liderler içinde 31 Mart sonrasına en hazırlık yapanın AKP ve Erdoğan olduğunu söylemek gerekiyor. Çünkü onlar için kazanılacak ya da kaybedilecek bir kentten çok daha önemli bir mesele var ki o da rejimin devam ettirilmesi.

ERDOĞAN’IN MECBURİYETİ

Ekonomik kriz ve yerel seçim gündemi içinde geçen hafta çok konuşulmayan bir olay yaşandı. AYM, Cumhurbaşkanlığı teşkilatı hakkında Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin çok sayıda hükmünün iptal edilmesine ilişkin gerekçeli kararı yayımladı. Birkaç köşe yazısı ve haber dışında çok konuşulmadı. Özetle AYM bir kez daha Cumhurbaşkanına “kanunla yapacağın işleri kararnameyle yapma” demiş oldu ve de ekledi “Anayasayı delme kanunu değiştir”. Önemli bir gelişme. Bir yanıyla iktidar içinde çatışmanın varlığı bir kez daha hatırlanırken diğer yanıyla da orta ve uzun vadeli planın parçası olarak görülebilir.

Aylardır devam eden yargı krizine baktığımızda iktidar cenahı tarafında tüm yolların yeni bir anayasaya çıktığınızı görürüz. Bu kararın da iktidar cenahında sistemin tıkandığına işaretle yeni bir anayasaya altlık olarak değerlendirileceğine şüphe yok.

Yeni anayasa tartışması seçim sonuçlarınsan bağımsız Erdoğan için bir tercihten öte zorunluluk. Bu yüzden seçim sonucu ne olursa olsun anayasa tartışması gündeme getirilecek. Seçimler sadece zamanlamasını o da belli oranda etkileyecektir.

Erdoğan anayasa tartışmalarından birkaç önemli sonuç bekliyor. Birincisi rejimi krize sokan en önemli nedenlerden biri Erdoğan olmadan nasıl yürüyeceğine dair belirsizlik. Bu belirsizlik ancak Erdoğan’ın bir kez daha aday olması önündeki engellerin kaldırılmasıyla aşılabilir. Böylece kriz kaynaklarından en azından biri egale edilmiş olacak.

İkincisi ise bu tartışmayla aynı zamanda siyasi partilerin yeniden tasnif edilmesinde önemli bir işlev göreceği düşünülüyor. Rejimin varlığını büyük ölçüde benimsemiş görünen muhalefet partilerinin neredeyse tamamının “masaya otururuz” dediğini de hatırlamakta fayda var.

Bir de tüm bunlara anayasa tartışmasının örteceği Türkiye’nin asıl sorunları eklenince mesele daha da iyi anlaşılmış olur.

AKP MECLİS’İ AŞAR

Erdoğan’ın yeni anayasa teklifini referanduma götürmesi için 360 milletvekilinin desteğine ihtiyacı var. Bu rakamla Meclis aynı zamanda erken seçim kararı da alabiliyor. Şu anda AKP-MHP blokunun bu rakama ulaşması zor gözüküyor. HÜDA-PAR, DSP, YRP destek verse bile 35 vekile daha ihtiyacı var.

Ama Meclis’te yaşanan kafa karışıklığı, DEVA, Gelecek ve İYİP gibi partilerin varlığı düşünüldüğünde olanaksız olduğu söylenemez. Kısa süre içinde iş partilerin taleplerinin ne kadarının karşılanıp karşılanamayacağına kadar ilerleyebilir. O saatten sonra süreç Erdoğan’ın marifetine kalmış olacak ki çok mahir olduğunu söylemeye gerek yok.

Muhalefet gündemi soğutacak, krizi konuşturmayacak ve Erdoğan’a alan açacak böyle bir sürece neden evet desin sorusu çok haklı kuşkusuz. Ama hep birlikte yaşadıklarımızı düşündüğümüzde bu olmaz diyecek bir şey kalmadığını da hatırlamakta fayda var.

Erdoğan için esas mesele halkı ikna etmekte. Burada çok büyük bir barikat orta yerde duruyor. Meclis ne derse desin halkın yol vermesi çok olası değil. Ama zamana yayma, süründürme ve bıktırma Erdoğan’ın en iyi yaptığı şey. Şimdiden mevziiyi sağlam tutmakta fayda var.

Meclis’teki partiler arasındaki milletvekili dağılımı anayasa değişikliği için Cumhur İttifakı’na cesaret veriyor. Özellikle yerel seçimlerden sonra oluşacak tablo siyasi partilerin kendilerini ve ittifaklarını yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kılacak. Erdoğan tüm bu koşulları da hesaba katarak Meclis’ten gerekli olan 360 vekilin desteğini almayı umuyor. 

Yaşar Aydın / Birgün

Saray rejimi Irak’ta da "tampon bölge" peşinde: Çember nasıl tamamlanacak? - İbrahim Varlı / Birgün

 

                                                                              Fotoğraf: AA

‘Çemberi tamamlamak üzereyiz’ diyen Erdoğan Irak’a operasyon sinyali verdi. Kalın’ın ardından Fidan da ABD yolcusu. Erbil, ABD’den destek isterken uzmanlara göre Irak mahkemesinin IKBY kararının arkasında İran var.

Sadece Türkiye’yi değil Ortadoğu’yu da sıcak bir yaz bekliyor. 31 Mart yerel seçimleri Türkiye’deki siyasetin dizilişini, Irak ve Suriye’deki gelişmeler de bütün bir Ortadoğu’yu derinden etkileyecek. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan Pazartesi günkü Kabine Toplantısı sonrası seçim sürecinden bağımsız ele alınmayacak ifadelerle bunun işaretlerini şu sözlerle verdi: "Irak sınırlarımızı güven altına alacak çemberi tamamlamak üzereyiz. İnşallah bu yazın Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturmuş olacağız." Suriye sınırları boyunca 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenlik koridoru oluşturma iradelerinin baki olduğunu belirten Erdoğan, daha önceki harekâtlarla bir kısmının tesis edildiği bu koridordaki boşlukları yeni adımlarla doldurmakta kararlı olduklarını dile getirdi.

AKP’li Cumhurbaşkanı, “Türkiye'yi güney sınırları boyunca kuracağı bir teröristanla dize getireceğini düşünenlere yeni kâbuslar yaşatacak hazırlıklarımız var” sözleriyle Suriye’dekine benzer bir “tampon/güvenli bölge” hevesini açıkça dillendirdi.

KALIN-FİDAN ABD’DE

Erdoğan, Irak’a operasyon çıkışı yaparken aynı gün Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın soluğu ABD’de aldı. Kalın, Washington’da CIA Başkanı William Burn, istihbarat yetkilileri, Kongre ve Dışişlerinde temaslarda bulundu. Kalın’ın ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da bugün bölgesel gelişmelerin damga vuracağı buluşmalar için ABD’ye gidiyor.

Fidan’ın da çantasında Kalın’ın dosyaları var: Irak’a askeri hareket, PKK ile mücadele, Suriye’deki gelişmeler. Bunların yanında tabi F16’lar gibi Ankara-Washington arasındaki diğer ihtilaflı meseleler de yer alıyor.

Türkiye’yi yeniden ABD/NATO koordinatlarına oturtan Kalın-Fidan ikilisinin diplomatik girişimleri sahadaki gelişmeleri de tayin edecek. Her iki isim de Batı ve NATO ile ilişkileri rejim adına tayin eden aktörler. Irak’a operasyonun “izni”ni almak için yapılan seferlerde istenilen sonuç alınırsa sahadaki denklem de değişecek.

TÜRK KORİDORU

Seçime gidilirken AKP iktidarının kabaran sınır ötesi harekatının birçok boyutu var. Siyasal İslamcı rejim İran sınırından başlayıp Irak ve Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e uzanan bütün bir güney hattı boyunca bir tampon bölge oluşturma peşinde. Ankara’nın savaş sebebi saydığı “Kürt koridoru”na karşılık İran’dan Akdeniz’e uzanan 1.300 kilometrelik “Türk koridoru” hayalini Erdoğan 4 Mart’taki konuşmasında açıkça deklare etmiş oldu.

Erdoğan bu isteği Eylül ayında BM Genel Kurul konuşmasında da açıkça dile getirmiş, "Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinlikte güvenli bölgeler oluşturmak için başlattığımız çalışmaların eksik kısmıyla ilgili adımları atacağız” ifadeleriyle bunu kayda geçirmişti.

Türkiye bugüne kadar Suriye’ye üç askeri operasyon gerçekleştirdi. Bu harekatlar sonucu 911 km uzunluğundaki Suriye sınırının 400 km’lik kesiminde bir “tampon bölge” oluşturuldu. Fırat Nehri’nin batısında Azez-Cerablus, Fırat’ın doğusunda da Tel Abyad-Resulayn arasında “tampon bölge” oluşturuldu. Tel Abyad ile Cerablus arasındaki Kobani Kürtlerin yönetiminde. AKP iktidarının Suriye’deki ilk amacı Kobani ve Resulayn’da Irak sınırındaki Malikiye’yi de kontrol etmek. Irak’ın kuzeyinde oluşturulacak bir tampon bölge Suriye’deki bölgelerle entegre edilecek, böylece yaklaşık 1.300 km uzunluğundaki bütün bir güney hattı 25-30 km genişliğinde tampon/güveli bölge ile örülecek.

ÇOK AKTÖRLÜ OYUNLAR

Irak, Suriye ile birlikte Ortadoğu’daki etkinlik, güç kavgasının en açık ve fütursuzca verildiği ülkelerden. ABD ve İran arasındaki nüfuz hesaplaşmasının kanlı bir şekilde verildiği Irak’ta bir diğer önemli aktör de Türkiye.

1995’ten bu yana düzenlenen askeri harekâtlarla Kuzey Irak’ta irili ufaklı onlarca üs kuran Türkiye, buradaki varlığını kalıcılaştırmanın peşinde. Bunun için de oradaki fiili durumun “resmileştirilmesi” gerekiyor.

TSK’nin Irak’ın kuzeyindeki varlığı Bağdat’ın tepkisini çekiyor. Irak Başbakanı Sudani, son Ankara ziyaretinde Erdoğan ile görüşmesinin arından düzenledikleri ortak basın toplantısında, Türkiye'nin 30 kilometrelik Irak topraklarını geçtiğini belirterek, Irak'ın egemenliğine saygı gösterme tutumunu vurgulamıştı.

Resmi olarak biten ancak fiili olarak devam eden ABD işgali sonrası İran’ın Irak’taki ağırlığı arttı. İran da Türkiye gibi PKK’nin Kuzey Irak’taki varlığını kendisine tehdit olarak algılıyor. Tahran yönetimi ABD’nin Irak ve Suriye’de kendi hedeflerine yönelik saldırılarına Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde yanıt veriyor. Sık sık hava harekatı düzenleyen İran, MOSSAD ve CIA bağlantılı olduğunu ileri sürdüğü hedefleri vuruyor.

İRAN’IN PARMAĞI VAR

Irak Federal Mahkemesi’nin Kürt yetkilerini gasp etmesinin arkasında da İran’ın olduğu, Kürtlerin etkisinin kırılmak istendiği ileri sürülüyor. DEM Parti Van Milletvekili Sinan Çiftyürek, Türkiye ile İran arasındaki Kerkük çekişmesinin federal mahkemenin kararına tesir ettiğini şu sözlerle açıklıyor: “Irak Anayasa Mahkemesi’nin IKBY ile ilgili kararları bölgesel yönetimin statüsünü ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Bu kararları uygulamak kolay değil ancak pratikte uygulanırsa IKBY ortadan kaldırılır. Bu kararın arkasında kim ya da kimler var. Bu kararın arkasında İran var. Bir süre önce Kerkük seçimleri oldu. Kerkük valisini kimin belirleyeceği İran ile Türkiye arasında büyük çekişmeye sahne oldu. Her iki ülke de Kerkük seçimine müdahil oldu. Türkiye Türkmen olmazsa en azından KDP yanlısı birisinin vali olmasını istiyor. İran ise Türkmen ve KDP yanlısı bir isme karşı, Arap bir valinin kenti yönetmesinden yana. İran ile Türkiye’nin Kerkük üzerindeki kavgası İran yönlendirmeli olarak Federal Anayasa Mahkemesi’nin kararına tesir etti. Bu kararın arkasında İran var. Kürt Başbakan Washington’a çağrıldı, bu gelişmeler nedeniyledir.

Sinan Çiftyürek DEM Parti Van Milletvekili

ERDOĞAN IRAK YOLCUSU

Ankara ile Erbil ve Bağdat arasındaki diplomatik trafik yeni yılla birlikte yoğunlaşmıştı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’e güvenlik bürokrasisinin temsilcileri Bağdat ve Erbil’e peş peşe seferler düzenlemişti.

Erdoğan da seçim sonrasında Nisan ortalarında Bağdat yolculuğuna çıkacak. Bağdat ile Ankara arasında pek çok krizli mesele var.  PKK ile mücadele, Kerkük meselesi, Süleymaniye’ye yönelik abluka, TSK’nin varlığı, Irak Federal Mahkemesi’nin Kürt Parlamentosundaki kotayı kaldırarak Türkmenleri vurmasının yanı sıra su krizi hepsi birer sorun yumağı.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 1 Mart’ta da Antalya Diplomasi Forumu için kente gelen Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani ile görüştü.

CENTCOM ROJAVA’DA

Türkiye IKBY’de KDP ile ilişkileri geliştirirken Süleymaniye merkezli Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) yönetimi ile “düşman” konumunda. KYB’nin PKK’ye destek sunduğu gerekçesiyle Süleymaniye’ye sıkı bir ambargo uygulanıyor. Süleymaniye havalimanına uçuşlar yasaklandı, yetkileri kırmızı listede.

KYB Başkanı Bafil Talabani, KYB’nin PKK'yı desteklediği yönündeki suçlamalarını reddederek "PKK, KYB’nin düşmanı değil. Türkiye'nin saldırılarına son vermesi gerekir” diyerek Ankara’nın restini gördü. Bağdat’taki bir forumda konuşan Talabani, “Amerika ile ilişkilerimizi güçlendirmemiz gerekiyor” ifadelerini kullandı. Irak’ta bu gelişmeler yaşanırken ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’ndan (CENTCOM) Orgeneral Michael Erik Kurilla Suriye’nin kuzeyinde SDG/YPG ve Rojava Yönetimi etkilileri ile buluştu. Kurilla’nın Derik'in Rimelan bölgesindeki ABD üssünün yanı sıra IŞİD'lilerin tutulduğu Hol ve Roj kamplarını ziyaret ettiği açıklandı.

TÜRKİYE’NİN HEDEFİ

Erbil’de yaşayan Kürt gazeteci Mervan Özdemir Irak Mahkemesi’nin kararını şu şekilde değerlendiriyor: Irak’ta mevcut siyasete hükmeden İran ile yakın ilişkileri olan ve İran tarafından desteklenen Şii Koordinasyon Çerçevesi. Koordinasyon Çerçevesi, Sadr Hareketini parlamentoda işlevsiz kıldı, yargı eliyle Sünnilerden yeniden seçilmesi beklenen Parlamento Başkanının yetkileri de sınırlandırıldı. Şiiler, yargı eliyle Kürt Bölgesi’nin de yetkilerini gittikçe sınırlandırıyor. Kısa vadede KDP’ye zarar verecek gibi duran tüm bu kararlar Kürt Bölgesi’nin statüsünü çok büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakacaktır.”

Özdemir, Erdoğan’ın ima ettiği operasyona dair ise şöyle diyor: “Türkiye ABD, İran ve Irak’ı da içerisine alacak şekilde (KDP zaten işin içerisinde) PKK’ye karşı artık noktayı koymak istediği son bir hamle geliştirmek istiyor. Sınırlarının tamamen kapatılacağını ifade eden Erdoğan, geliştirilmek istenen yeni konseptin de rengini belli ediyor. Behdinan’daki son bir hafta içerisindeki yoğun askeri hareketliliğinin PKK aleyhinde geliştiği gözlemleniyor. Irak’ta her ne kadar askeri hareketliliğin Türkiye’nin saldırılarının durdurulması yönünde olduğu ifade edilse de KDP’nin böylesi bir askeri hareketliliğini kendi sınırlarında kabul etmesi mümkün değil. KDP’nin de destek olduğu bu hareketlilik, önümüzdeki aylarda farklı bir planın hayata geçirileceğini gösteriyor. Bu plan, Erdoğan’ın iddia ettiği gibi kendi sınırlarıyla sınırlı değil. Sınırlar çoktan aşılmış ve saldırılar genişletilmiş durumda. ABD, İran ve Irak’la gerçekleştirilen görüşmelerin Şengal ve Mahmur’u da içerisinde alacak kadar geniş bir harekatın startını vermek amacıyla olduğu anlaşılıyor.”

Mervan Özdemir Gazeteci

SICAK YAZ SANCISI

Çok aktörlü Irak-Suriye hattında yaşanan gelişmeler bölgenin önümüzdeki günlerde çok daha fazla karışacağının işareti. Türkiye’nin de dahil olduğu denklemde her gelişme iç siyaseti de şekillendirecek. ABD emperyalizminin uzun erimli planlamalar yaptığı bölgede Türkiye ve İran gibi bölgesel aktörlerin birbirini kesen hamleleri tüm Ortadoğu’yu ateş çemberine atıyor. Bu ateş de tüm bölgeyi yakacak.

İbrahim Varlı / Birgün

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 7 MART 2024 -

 

Murat Kurum’a kim inanır (Barış Terkoğlu)

Kurtlarla beraber gezip kuzuyu ödünç istiyorlar. Sonra da onlara inanmamızı istiyorlar.

Maraş depreminin hemen sonrasıydı. Binalarla birlikte yollar da göçmüştü. Bölgeye ulaşım zordu. Maalesef devletin hazırlığı yoktu. “Yoktu” diyorum. Çünkü Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü, çözüm için havadan müdahaleyi düşünmüştü. Bu sebeple hava aracı olan 142 şirkete yazı yazmış, araçlarını soruyordu. Ama bunu depremden sonra, 6 Şubat günü akıl etmişti! Üstelik yolladığı yazı, şirketlere, ertesi gün, yani 7 Şubat’ta ulaşmıştı. Üstelik birçok şirket, “Yardım için helikopter uçurmaya hazırız” yanıtı verdiği halde, ne arayan ne soran olmuştu. Sanki devlet merakından sorup defteri kapatmıştı. Tabii ölen ölmüş, kalan kalmıştı!

Bütün bu hikâyeyi, sivil havacılık görevi yapan ve deprem üzerine düşünen bir grup havacıyla konuşarak, belgeleriyle yazmıştım. Aradan bir yıl geçti. Türkiye yerel seçime kilitlendi. İstanbul seçimlerinin ana gündemi de elbette deprem. En radikal vaadi ise Murat Kurum yapıyor. 650 bin konutu yenileyeceklerini söylüyor. “Ayinesi iştir kişinin diyor” ya Ziya Paşa, dönüp havacıların o çalışmasına baktım. Ve çok ilginç bir hikâyeyle karşılaştım.

İBB’NİN HELİKOPTERLERİ YOK

Önce bir soruyla başlayayım. İBB’nin kaç tane helikopteri var? Cevap: sıfır. Koca metropolün helikopterinin olmaması biraz garip. Ama sanmayın ki hiç yoktu. Murat Kurum’u ilgilendiren deprem hikâyemiz şimdi başlıyor.

İBB raporlarına göre, 7.5 büyüklüğündeki bir depremde, İstanbul’da 91 bin bina ağır veya çok ağır hasar, 167 bin bina orta hasar alacak. Üstelik yıkım sadece binalarda olmayacak. Altyapısıyla, yollarıyla İstanbul büyük bir çöküş yaşayacak. Sokaklar ulaşılmaz hale gelecek. İşte böyle bir durumda havadan ulaşım hayati hale gelecek. Yardım ekipleri, enkaz kaldırmak için aletler, gıda ve lojistik, tıbbi personel, yaralılar havayoluyla taşınmak zorunda kalacak.

Üstelik...

Hava ulaşımı sadece yıkım için lazım değil. Trafiği yönetmek, yukarıdan aydınlatmak, yıkımı haritalandırmak için bile gerekli. Üstelik her yanı gökdelenle dolu şehirde, olası yangınlar bile havadan söndürülmek zorunda. İşte sivil havacılar politikacılara anlatamasalar da bu ihtimale karşı bir hazırlık yapmışlar.

Gelelim İBB’ye...

AKP YÖNETİMİ İKİSİNİ DE SATMIŞ

İşte bu noktada İBB’nin elindeki helikopter sayısı gündeme gelmiş. Aslında İBB’ye ilk helikopteri eski başkan Bedrettin Dalan kazandırmış. 2 adet Jet Ranger helikopter, 1985-88 aralığında alınarak belediye hizmetine sokulmuş ve ömrünü tamamlamış. Sonrasında çoğunlukla kiralamalarla, kimi yangın söndürme için kimi meteorolojik çalışmalar için kimi de imar denetimleri için hava araçları kullanılmış.

2019 belediye seçimlerine yaklaşan günlerde, belediyenin elinde, kendisine ait 2 tane helikopter varmış. Bunlardan biri BELL 206 B III Jet Ranger helikopter. 1999-2018 aralığında uçan helikopter, ilaçlama ve ulaşım kontrolü için kullanılıyormuş. Diğeri S-76 Sikorsky TCHKN helikopteriymiş. Bu helikopteri, Kale Grubu, neredeyse bağış gibi çok düşük bir bedel ile belediyeye satmış. Başlangıçta haftada 5, sonrasında 2 gün çevre ve imar müdürlüğü ekipleri ile denetim maksatlı uçuşlar yapıyormuş.

Peki, İBB’nin depremde kullanmasını beklediğimiz, belki de hayati öneme sahip bu iki helikoptere ne olmuş diyeceksiniz. Hemen yanıt vereyim. İkisi de 2019 seçimleri yaklaşırken aynı firmaya satılmış. Önce BELL 206 tipi helikopter, ardından 2018 Ekim’inde Sikorsky helikopter ihaleye çıkmış. 2019 başı itibarıyla yeni sahibi Coşkun Vinç’in olmuş.

Coşkun Vinç’in sitesine girdim. “Kiralık helikopterler” bölümünde iki helikopter de görünüyordu. Helikopterlerin fotoğrafına yaklaşıp bakıldığında, İBB logosu bile halen üzerinde duruyordu. Şirketin sahipleri pek tanınmamakla birlikte, havacılık sektöründe eski ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a yakın oldukları konuşuluyordu.

Dahası var...

RUHSAT DA GİTTİ

İki helikopter de satıldıkları tarihte uçar durumda olmalarına karşın, satın alan firmanın ruhsat başvurusu olmamıştı. Başka bir işletme altına da verilmediği için uçamaz hale gelmişti. İBB’ye ait son helikopterin de 2018 sonunda satılması nedeniyle, İBB’nin uçuş ruhsatı ise sona ermişti.

Kısacası...

İstanbul depremi beklerken, İBB’nin elindeki hepi topu iki hava aracı, AKP’li yönetim tarafından, seçimlere aylar kala, “tanıdık” bir şirkete satıldı. Yetmedi, şirketi tanıyan Ulaştırma Bakanı İBB adayı olup kaybetti. Şimdi aynı partinin adayı Murat Kurum, depremi ciddiye aldıklarını söyleyip 650 bin konut yapacaklarından bahsediyor.

Belediyenin deprem için kullanacağı helikopterine bile rant gözüyle bakan bir anlayış, depremden İstanbul’u nasıl koruyacak merak ediyorum...

İnsanların inancı paraya inanmaya üstün geldiğinde yer sarsılsa da hiçbirimiz yıkılmayacağız.

                                                                 /././

Konumuz parçalanma (III) (Ergin Yıldızoğlu)

Avrupa’da vatandaşların, merkez sağ veya sol, ana akım partilerine güveni hızla eriyor; seçmen, liberal demokrat söylem içinde tanımlaması zor yeni siyasi akımlara, partilere yöneliyor. Bu gelişmeler II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş siyasi düzenin parçalanmakta olduğunu gösteriyor.

Almanya’da Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW), İngiltere’de George Galloway’in Britanya İşçi Partisi (BİP), Portekiz’de Andre Ventura’nın Yeter Partisi, bu “sağ mı sol mu” belirsiz yeni oluşumların iyi örnekleri. Aktarmıştım, “Almanya’da siyasi alandaki parçalanma giderek 1930’lardaki parçalanmaya benziyor”. BİP, MancheshterRochedale ara seçimlerini, İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti’nin aldığı oyların toplamından fazla oyla kazandı, lideri Galloway’i parlamentoya gönderdi. Portekiz’de Yeter Partisi’nin 10 Mart seçimlerinde oylarını iki yıl öncesine kıyasla üç kat artırarak merkez sol Sosyalist Parti ile merkez sağ Sosyal Demokrat partinin tek başına hükümet kurmalarını engellemesi bekleniyor. YP’yi 10 Mart’tan sonra konuşmak üzere, şimdi jeopolitik, ekonomik önemi büyük iki ülkedeki oluşumlarına bakalım.

‘İKİ TAKTİK’

Galloway (69) siyasi yaşamına İşçi Partisi’nde başladı, Gerry Adams gibi Sinn Fein/IRA liderleriyle kol kola yürüdü. Irak savaşına, Tony Blair’in dış politikasına karşı çıktı, “Savaşı Durdurun” hareketinin liderliğindeydi, partiden atıldı. 2005 yılında ABD parlamento komisyonundaki, ABD’yi suçlayan “efsane” konuşmasıyla (YouTube’da var) senatörleri şoke etti. Galloway, Londra Bethnal Green’den (2005-2010), Batı Bradford’dan (2012-2015) bağımsız milletvekili oldu. 1 Mart 2024 Rochdale seçimlerinden yeniden meclise döndü. Galloway’in siyasi yaşamı esas olarak emperyalizme karşı mücadele içinde şekillendi; Filistin davasını destekledi, İslamofobiye karşı mücadele etti. Şimdilerde de Ukrayna savaşında NATO’ya, Batı’nın tavrına karşı.

Rochdale seçimlerinde Galloway iki kampanya yürüttü. Bir kampanya, İşçi Partisi’nin ve Muhafazakâr Parti’nin Gazze soykırımı karşısındaki sessizliğini hedef alıyordu. Galloway’in renkli diliyle “Bunlar aynı poponun iki yanağıdır” sözü, gazetecileri sık sık komik durumlara düşüren cevapları için muhafazakâr Telegraph’ta bir yorumcu “o kadar hınzırca eğlenceli ki...” diyordu. İkinci kampanya esas olarak beyaz işçi sınıfına, muhafazakâr orta sınıfa hitap ediyordu: Burada Galloway kimlik siyasetine karşı (Tanrı her şeyi çift yarattı kadın kadındır erkek de erkek) orduya ve polise saygılı, Katolik bir aile babası resmi çiziyordu. Galloway göçmenler sorununu “anlıyor” ve çözüm bulmayı vaat ediyordu, “Yeşil fanatizmine” ve “sıfır karbon” hedefine karşıydı. Her iki platformda da özelleştirmelere karşı bir hat izliyordu: Galloway, “Rochdale’i yeniden büyük yapacağım” diyordu.

‘SOL MUHAFAZAKÂRLIK’

BSW lideri, Wagenknecht’in (55), ekonomi doktorası var, Oskar Lafontaine ile evli. Wagenknecht Sol Parti’nin eşbaşkanıyken 9 milletvekiliyle birlikte partiden ayrıldı, 23 Ekim’de BSW’yi açıkladı, hareketin partisi 27 Ocak’ta kongresinde Avrupa Parlamento seçimlerine yönelik 20 sayfalık bir manifesto yayımladı. Bu manifesto ekonomik açıdan sol sayılabilecek bir yaklaşımla, Davos elitine, küreselleşmeye karşı, büyük şirketlerin, işçi sınıfını, emeklileri ve küçük esnafı yoksullaştırırken “toplumu feodalleştirdiğini” savunuyor. BSW büyük şirketlerin gücünü sınırlarken toplumun geri kalanın durumunu sendikalar, kooperatifler, devlet kapitalizmi, sosyal hizmetler yoluyla iyileştirmek istiyor.

Diğer taraftan, BSW, Alman popülist sağında yaygın LGBTQ+ karşıtı “kültürel muhafazakârlık” olarak tanımlanabilecek bir duruşu benimsiyor: Bu hareket, liberal seçkinlerin kimlik siyasetine, yeşillerin ekolojik fanatizmine, nükleer santralların devre dışı bırakılmasına, NATO’ya Rusya’ya uygulanan yaptırımlara karşı. Sanayi kapitalizmine dayanan bir sosyal piyasa modeline dönmek isteyen BSW, güvenlik açısından bağımsız, güçlü bir Avrupa Birliği’ni savunuyor. BSW, hatalı göçmenlik politikalarının İslamcıların etkisi altında, şeriat kanunları uygulayan paralel toplumlar yarattığını savunuyor. Toplumsal desteğinin şimdiden yüzde 12-20 arasında şekillendiği düşünülen BSW için “sol muhafazakâr” tanımlaması da kullanılıyor.

                                                   /././

Küçük Amerika burjuvazisi (Mehmet Ali Güller)

Eski TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, T24’te Cansu Çamlıbel ile uzun bir söyleşi yapmış. Bugün o söyleşideki şu tezini tartışacağız:

“TÜSİAD memleket derdini kendine dert edinen, iş âlemi içindeki en önemli burjuvazi hareketi oldu. (...) Cumhuriyet burjuvazisi aslında yapabileceklerinin çoğunu yaptı. Cumhuriyet burjuvazisi içindeki grupların duruşlarından bir ödün verdiğini düşünmüyorum. Tam tersi, hâlâ durdukları yerde duruyorlar.”

BURJUVAZİ CUMHURİYETE İHANET ETTİ

Boyner’in iddiası doğru değil, sonuçları itibarıyla de görülüyor: Burjuvazi, Cumhuriyete ihanet etti ve ülkeyi siyasal İslama teslim etti!

Kuşkusuz TÜSİAD, Boyner’in ifade ettiği gibi bir burjuva hareketidir ama yerini netleştirelim: Milli burjuvazi değildir. Tersine, Türkiye’nin Atlantik sürecinde semirmiş işbirlikçi burjuvazidir. TÜSİAD’ın kökü, ABD’li Max Weston Thornburg’un, Amerikan yardımı almak için liberal ekonomiye geçmeyi tavsiye eden 1949 tarihli raporundadır.

“Toprak reformuna” karşı çıkan büyük toprak sahiplerinin CHP’den ayrılıp kurduğu Demokrat Parti’nin başbakanı Menderes, “her mahallede bir milyoner” sloganlı “Küçük Amerika” programıyla iktidar oldu.

Ancak 27 Mayıs, işbirlikçi burjuvazinin semirmesinin önünde kısmen bir kesinti dönemi oldu. 27 Mayıs Anayasası’nın sağladığı özgürlükler ortamı, ortaya çıkan sendikalar ve işçi sınıfının önem kazanmaya başlayan gücü, burjuvaziyi endişelendirdi. İstanbul sermayesinin, yani en büyük burjuvazinin TÜSİAD olarak ortaya çıkması, işte o sürecin, 12 Mart’ın içindedir.

Ve o TÜSİAD, 12 Eylül’e giderken gazete ilanlarıyla hükümet darbesine soyundu. Türkiye’yi ABD’nin serbest piyasasına eklemlemenin programı olan 24 Ocak 1980 kararlarının alınması da o kararları uygulayabilmek için 12 Eylül 1980 darbesinin yapılması da 12 Eylül’ün Özal yönetimiyle büyük burjuvazinin iyice palazlanması da yine büyük burjuvazinin ihtiyacı olarak toplumun dincileştirilmesi de hep bir ve aynı süreçtir.

Yani TÜSİAD, Türkiye’yi Atlantik sürecinde “Küçük Amerika” yapma programının sahibidir ve bu nedenle pekâlâ “Küçük Amerika burjuvazi” olarak isimlendirilebilir.

KİT’LERİ YABANCILARA SATARAK DA İHANET ETTİLER

TÜSİAD, Türkiye’nin siyasal İslama teslim olmasının hem sorumlusu hem de ortağıdır.

TÜSİAD, ABD’nin Türkiye’deki “komünizmle mücadele” programının asıl sahibidir; büyük patronların solu ezmekte kullanılan siyasal partilerle finansal ilişkileri arşivlerdedir.

Aynı TÜSİAD bu amaçla siyasal İslamcılığın palazlanmasının da önünü açmıştır. Son 40 yılda zaman zaman siyasal İslamcılığa karşı çıkışları bir kategorik karşı çıkış değil, aşırılığın törpülenmesine yönelik hamlelerdir.

Zaten TÜSAİD, AKP iktidarından en memnun kesimdir; bunu açıkça ifade de ediyorlar. Çünkü AKP’nin dayandığı dindar taban dahil halk yoksullaşırken TÜSİAD üyeleri, Cumhuriyet tarihinin en büyük kârlılık oranlarına AKP döneminde erişti. Çünkü Cumhuriyetin kamu iktisadi teşebbüsleri en çok AKP döneminde özelleştirmeler yoluyla kendilerine peşkeş çekildi. Ucuza aldıkları Cumhuriyetin bu birikimlerini kısa zamanda yabancılara satmaları bile tek başına Cumhuriyete ihanet ettiklerinin göstergesidir.

VATAN NE Kİ?

Özetle burjuvazi, 70 yılda sola karşı panzehir diye dinciliğin önünü aça aça Türkiye’yi bugüne getirdi. Zaman zaman kimi TÜSİAD yöneticilerinin demokrasi ve laiklik konusunda endişe açıklamalarının hiçbir değeri yoktur. Çünkü son tahlilde Menderes, Demirel, Özal, Çiller ve Erdoğan zincirindeki halkaların her biri, TÜSİAD üyesi holdinglerdir.

Demokrasi de laiklik de Cumhuriyet de TÜSİAD için zenginleşmekten daha önemli değildir. Nasılsa zenginliklerinin büyük kısmını da peyderpey dışarıya taşımaktadırlar!

                                                    /././

Refah AKP’nin yerini alır mı? AKP kaybettikçe Erbakan büyüyecek (Orhan Bursalı)

ErdoğanGül ve diğer kurucular, Erbakan’ı silerek AKP’yi kurdu. Erbakan’ın kurduğu partilerde büyüdüler gerçi ama Erbakan’ın Fazilet Partisi kapatılınca yerine kurulan Saadet Partisi’ne katılmadılar ve AKP’yi kurdular. Bu Erbakan ekolünden kopuş muydu yoksa Erbakan’dan kurtulmak mıydı, değerlendirmeye açık. Kuruluşta yer alan ama birer birer kopan veya dışlanan merkez sağ ve bazı sosyal demokrat politikacılardan sonra, bugün ortada kalan salt Tayyipçi bir partidir. Milli Görüş geleneğiyle ilişkisi kalmış mıdır, tartışılır.

Erbakan’ın partisi, kurduğu Saadet Partisi’dir.

HANEDAN İSMİ REVAÇTA

Saadet Partisi seçmeninden önemli bir kısmı, AKP seçmeni oldu.

Fatih Erbakan, Erbakan Vakfı’nın parçası olarak Saadet Partisi’ne katılmadı. Dahası aralarında mal mülk kavgası oldu ve partinin ana merkez binalarını almasıyla vakıf yöneticileriyle Yeniden Refah’ı kurdu.

İlginç bir durum oldu, Erbakan’ın seçmeni, önemli ölçüde AKP’ye geçti ama Saadet’te kalan seçmen yüzde 1-2 civarında oldu.

Erbakan’ın kim temsil ediyordu, Saadet mi yoksa Yeniden Refah mı? Bunu belirleyen, görüldüğü kadarıyla, Erbakan adını taşıyan oldu: Kızı ve oğlu neredeyse temsil de oradaydı. Yani hanedanlık, Erbakan adını taşıyanlar. Ve tabii ki erkek oğul Fatih Erbakan.

RTE’YE SEÇİMİ KAZANDIRDI

Dün RTE’nin Yeniden Refah’a yüklendiğini gördük, “Bize kaybettirmeye çalışanlar...”

Oysa Yeniden Refah, cumhurbaşkanı seçimlerinde RTE’ye seçimi kazandıran partiydi, Cumhur İttifakı’na katılarak. İşine gelmeyen gerçeği dile getirmemekte ünlüdür cumhurbaşkanı.

AKP’nin Erbakancı seçmeninin bir kısmı, partinin izlediği oportünist ve ikiyüzlü politikalar ve büyük ekonomik çöküş nedeniyle çözülüyor. Gittiği yer Yeniden Refah. Yani hanedan devamlılığı...

Yeniden Refah, yerel seçimlerde sıkı pazarlık yaptı. Haklıydı, RTE’ye hediye ettiği cumhurbaşkanlığına karşılık, iki vilayette ve önemli ilçelerde belediye başkanlığı istiyordu.

‘SEN KOLTUK DEĞNEĞİ KAL’

Tabii ki vermedi, RTE Yeniden Refah’ı büyütecek hiçbir kararı desteklemez. Partiyi, geçen seçimlerdeki gibi bir koltuk değneği olarak tutmayı ve kullanmayı tercih eder. Cumhur İttifakı içinde, kendisine verilen siyasi paylarla idare etmesini istiyor.

Fakat Yeniden Refah iyi bir siyasi ortam momentumu yakaladı. Önündeki iki seçenek, ya koltuk değneği olmak ya da büyümek. AKP’nin yüzde 35’in altına düşen oyların genellikle Yeniden Refah’a aktığını görüyoruz.

AKP’nin adamları TV’lerde İstanbul’da yeniden Refah’ın büyükşehir adayının seçimlere az bir süre kala çekileceği yalanını ortaya atarak seçmen kafasını karıştırma görevini üstlendi.

Bu yalan bir süre daha devam eder.

YÜZDE 10’A UZANIR MI?

AKP’nin İstanbul’u kazanmasında Yeniden Refah’ın hiçbir çıkarı bulunmuyor.

Ama kaybetmesinde var: AKP daraldıkça, kaybettikçe öyle gözüküyor ki Yeniden Refah büyüyecek.

Onlar da bu saptamayı yapmış gözüküyor.

İyi ve akıllı bir muhalefetle Yeniden Refah’ın küçük ama ciddi bir rakip parti olma potansiyeli bulunuyor.

Küçük mü dedim?

Siyaset beklenmedik gelişmelere olaylara gebedir.

Bakmışsınız yüzde 10’a doğru uzanmış...

(Cumhuriyet)