22 Mart 2024 Cuma

T24 KÖŞEBAŞI - 22 MART 2024 -

 



İstanbul metrolarında kaostan çözüme (Çiğdem Toker)

İBB'nin CHP'ye geçtiği 2019 seçimlerinin ardından metro yatırımlarındaki gelişmelere bugün bakacağız.

AKP'nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni (İBB), yönettiği son dönemde yaptığı metro yatırımlarının bir başarı öyküsü değil, tersine hesabı verilmemiş ciddi bir kamu zararıyla sonuçlandığını bir önceki yazımda verilerle ele aldım.

Önceki yazımda aynı gün ihale edilen beş metro hattındaki kamu zararının, yaklaşık maliyet üzerinde verilmiş tekliflerle sözleşme imzalanmasından kaynaklandığını, ortaya çıkan bu kamu zararının döviz kuru üzerinden 500 milyon doların üzerine çıktığını belirttim.

Mart 2017'de beşi bir arada çıkan o ihaleler şunlardı:

Kirazlı-Halkalı/ Ümraniye-Ataşehir-Göztepe/ Çekmeköy-Sancaktepe-Sultanbeyli/ Kaynarca-Pendik-Tuzla/ Başakşehir-Kayaşehir.

Beş yıl önceki metro tablosu

İBB'nin CHP'ye geçtiği 2019 seçimlerinin ardından metro yatırımlarındaki gelişmelere bugün bakacağız.

İBB verilerine göre, 23 Haziran 2019 (ikinci İstanbul yerel seçimi) öncesinde ihalesi yapılmış olan toplam 12 adet raylı sistemi hattının uzunluğu (yukarıda sıraladığım 5 hat dahil) 141 kilometreydi.

Bu uzunluğun yaklaşık 103 km'lik kısmının ihalesi ödenek yetersizliği dolayısıyla dönemin İBB Başkanı Mevlüt Uysal tarafından iptal edildi.

Uysal'ın 29 Aralık 2017 tarihli yazısıyla durdurulan 7 metro hattı şunlar: Kirazlı-Halkalı/ Ümraniye-Ataşehir-Göztepe/ Çekmeköy-Sancaktepe-Sultanbeyli/ Kaynarca-Pendik-Tuzla/ Başakşehir-Kayaşehir/ Mahmutbey-Bahçeşehir-Esenyurt/ Yenidoğan-Cumhuriyet/Emek

Bunlara ek olarak Uysal'ın yazısının dışında, yine ödenek yetersizliği dolayısıyla durmuş 3 raylı sistem hattı daha vardı:

- Dudullu-Bostancı Metro Hattı

- Eminönü-Alibeyköy Tramvay Hattı

- Rumeli Hisarüstü-Aşiyan Füniküler Hattı.

Yedisi dönemin başkanı Uysal'ın resmi yazısı, üçü fiilen durmuş olan bu hatların toplam uzunluğu 110 km civarındaydı.

İnşaatı devam eden iki metro hattı ise şunlardı:

- Kabataş Mecidiyeköy-Mahmutbey

- Ataköy-İkitelli

İşler nasıl yürüdü?

 2019 yılında İBB yönetimi değiştiğinde, durdurulmuş ya da durmuş metro yatırımları arasındaki yer alan Çekmeköy-Sancaktepe-Sultanbeyli metrosunun 1. Etabı, geçtiğimiz hafta, 16 Mart'ta açıldı.

Durmuş, durdurulmuş metro yatırımlarına dair sorunların nasıl çözüldüğünü ve güncel duruma dair soruları, -İmamoğlu'nun liyakat ve mesleki biriminini her platformda övgüyle andığı- İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Pelin Alpkökin'e sordum.

İnşaat mühendisi bir akademisyen olan Alpkökin'e Raylı Sistemler Dairesi ile Çevre Koruma ve Kontrol Dairesi bağlı.

Alpkökin: Sözleşme yönetimi önemli

Alpkökin, altyapı yatırımlarında ve ihale süreçlerinde sözleşme yönetiminin önemine vurgu yapıyor. İlk aşamada duran yatırımları, yüklenicilerin sürdürmesi için görüşmeler yaptıklarını belirten Alpkökin, müteahhitlere tek taraflı fesih hakkı veren ("Başka hiçbir ülkede böyle şey görülmez. İdare'ye söz hakkı vermeden şirkete tek yanlı fesih olacak şey değil" diye ekliyor.) yasal düzenleme dolayısıyla Kaynarca-Pendik-Tuzla metrosunu üstlenmiş müteahhitin (Cengiz/Alarko-Alsim) sözleşmeyi tek taraflı olarak feshettiğini söyledi.

Cengiz feshetti ihale yenilendi

Bu gelişme üzerine Pendik Merkez-Kaynarca Merkez-Fevzi Çakmak kesimine öncelik verilerek yeni ihale açılıyor. Alpkökin, tünel delme makinalarının açıkta olduğunu kazıların durumu dolayısıyla bu ihalenin kamu yararı açısından çok acil olduğunu belirterek, 21/b usulüyle yaptıklarını, ihalenin şeffaf, açık ve rekabetçi gerçekleştiği bilgisini verdi.

KRK Holding bünyesindeki Özgün İnşaat'ın üstlendiği Kaynarca-Pendik metro birinci etap ihalesinde sözleşmeye konu tutar ise 2 milyar 896 milyon TL olmuş. Fesih sırasında yüzde 30'lar düzeyinde olan inşaat, şu sıra yüzde 65'e ulaşmış. Hedef 2025'de açmak.

Kalyon feshetti ihale yenilendi

İkinci benzer gelişme Kirazlı-Halkalı metrosunda yaşandı. 2017 ihalesinde 2.4 milyar TL Kalyon-İçtaş- Makyol-Astur'a ihale edilen Kirazlı-Halkalı hattında da tek yanlı fesih kullanıldı. Kalyon ve ortakları projeden çekildi. Alpkökin bu hattı yeniden ele alıp güzergahında iyileştirmeler yaptıklarını belirterek tekrar ihaleye çıktıklarını ve ihale sürecinin henüz devam ettiğini kaydetti.

Türlü türlü zorluklar

İBB Genel Sekreter Yardımcısı Pelin Alpkökin, "Devralaldığımız işler hiç başlatılmamış olsa, sıfırdan başlasak daha iyiydi" diyor ve merkezi yönetimin daha önce verdiği izinlerin şimdi nasıl verilmediğini anlatıyor. Sözgelimi, metronun açılacağı bir noktada bazen kentsel dönüşüm binası çıkıyor. Ya da daha önce rahatlıkla geçici kazı alanı olarak tahsis edilen yerler artık edilmiyor. Proje finansmanı bulunsa bile İBB Meclisi'nde yahut Hazine ve Maliye Bakanlığı'nda bekliyor da bekliyor.

Alpkökin, alanında öne çıkmış yetkin firmaların daha çok katılımının sağlanması gereğine işaret ederek, bunun için mühendislik ve taahhüt sektörünün "normalleşmesi" gerektiğini söylüyor. Bu olgunun da büyük oranda ekonominin normalleşmesiyle ilgili olduğunu vurgulayan Alpkökin, yabancı finansmanlı işlerde ihaleler TL ile yapıldığında, şirketlerin kur riskini öngörememekten dolayı, verdikleri teklifleri çok yüksek riske göre belirlediklerine dikkat çekiyor.

Finansmanı İBB'nin yurt dışından sağladığı projelerde onay sürecindeki tıkanıklığın aşılması için İBB Başkanı İmamoğlu'nun Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek'i ziyaret ettiği kamuoyuna yansımıştı. Alpkökin sorum üzerine, ziyarette kendisinin de yer aldığını belirtirken, metro yatırımları ile deprem konusundaki yapılacakların siyaset üstü olduğuna vurgu yapıldığını paylaştı.

Kesinti mi ceza mı?

Ancak birçok gelişme iktidarın elindeki büyük yetki gücünü, ana muhalefette olan yerel yönetimleri cezalandırma amaçlı olarak kullandığını da gösteriyor. Bunların başında da belediyelerden yapılan kesintilerde olağanüstü artışa yol açan Cumhurbaşkanlığı kararı geliyor. 1014 sayılı bu kararla metro projelerinin maliyet bedeli, belediyeye aktarılan merkezi bütçe vergi gelirlerinden yüzde 5 kesintiyle karşılanmaya başlandı.

2019 seçimleri öncesinde bu düzenleme farklıydı. Raylı sistemi devralan bir belediye, hattan elde ettiği hasılatın sadece yüzde 15'ini Hazine'ye aktarıyordu. Bu düzenleme İBB'ye devredilen hatların, İBB'ye çok ağır bir finansal yükle geri dönmesi anlamına geldi.

Bu zorluklara karşın İBB'nin durmuş metro yatırımlarını canlandırmanın da ötesine geçerek yeni yatırımlarla büyük ivme kazandırdığını söylemek gerekiyor.

En büyük sorun ise yazının başında belirttiğim milyarlarca liralık kamu zararının hesabının ne sorulması ne de verilmesi…

2015'te tasarlanıp 2017 yılında ihale edilen devasa metro yatırımları, 10 yıla yakın bir süre sonra ancak yoluna girebiliyor, yapılmış ihaleler tekrarlanmak zorunda kalınıyorsa, bu tablo bugünkü enflasyona, yoksulluğa yol açan sebeplerden biridir. Kuşkunuz olmasın.

                                                                 /././

AYM başkanlığında yeni dönem için “denge” formülü: Yeni başkan Kadir Özkaya, Barış Akademisyenleri, sansür yasası için “aleyhte”, Can Atalay için lehte oy kullandı (Gökçer Tahincioğlu)

Emin Kuz da emekli olacak, yeni dönem başlayacak.

Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) üç dönemdir başkanlık görevinde bulunan, özellikle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ağır sözlerle yüklendiği Zühtü Arslan’ın 20 Nisan’da emekliye ayrılacak olması nedeniyle yapılan başkanlık seçimini, 15 üyenin 9’unun oyunu alan Başkanvekili Kadir Özkaya kazandı. Yüksek Mahkeme’de “iktidar bloğu” olarak bilinen bloğa yakın olduğu söylenen, buna karşılık TİP Milletvekili Can Atalay ile ilgili kararda, yargılamanın durdurularak, tahliyesi yönünde oy kullanan Özkaya’nın ismi, seçim öncesi kulislerde, “denge unsuru” olarak anılıyordu. İktidarın seçilmesine “tepki” göstermeyeceği bir isim olarak anılan Özkaya, uzun süredir başkanlık için adı geçen eski İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın adaylık konusunda “çaba göstermediği” seçimde, çoğunluğu “iktidar bloğu” içerisinde gösterilen 9 üyenin oyuyla, rahat biçimde başkanlığa seçildi.

TIKLAYIN - Anayasa Mahkemesi’nde bir dönemin sonu: Tartışmaların odağındaki başkan Zühtü Arslan veda ediyor

Erdoğan’ın atadığı üyeler arasından seçilen ilk başkan

Anayasa Mahkemesi’nin yeni başkanı Özkaya, aynı zamanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından mahkemeye atanan isimler arasından başkan seçilen ilk üye oldu.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünde memurluk, Tarım Kredi Kooperatiflerinde kontrolörlük görevlerinde bulunan Özkaya, 1993’te Danıştay tetkik hâkimliğine atandı.

Kasım 2004’te Anayasa Mahkemesi raportörlüğü görevine getirilen Özkaya, bu görevi sürdürürken, 2011’de, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSK) tarafından Danıştay üyeliğine seçildi.

Muhafazakâr kimliği ile tanınan Özkaya, Danıştay’ın 2010 referandumundan sonra üye sayısının arttırılmasıyla profilinin değiştiği bir dönemde Yüksek Mahkeme’ye seçilmiş oldu.

Buna karşılık, Gülen cemaatine yakın isimlerin ağırlıklı olarak seçildiği dönemde, tarikat-cemaat kimliğinin olmaması, “muhafazakâr ve Milli Görüş’e yakın” olarak tanınmasına rağmen kararlarında demokrat kimliğini öne çıkaran bir tavır alması takdir topladı.

2011’de Danıştay’da, Anayasa Mahkemesi üyeliği için yapılacak ve üç adayın belirleneceği seçimde Gülen cemaatinin kendi gösterdiği adayların seçilmesi için büyük çaba harcaması üzerine, Özkaya da aday oldu. Ancak en yüksek oyu alan üç aday arasına giremedi.

2014’te ise 17/25 Aralık krizinin etkisiyle Danıştay’daki havanın da dağılması, Özkaya’nın Anayasa Mahkemesi üyeliği seçiminde en yüksek oyu alan üç isimden biri olmasını sağladı. Erdoğan, bu üyeler arasından Özkaya’yı Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçti.

İktidara yakın profil çizdi

Özkaya, Anayasa Mahkemesi üyeliği süresince “iktidar bloğu” olarak gösterilen, kritik dosyalarda iktidarın görüşlerine yakın çizgide oy kullanan arasında yer aldı. Ancak bu bloktaki diğer üyelerden farklı olarak, kimi zaman, “muhalefet bloğu” adı verilen blokla birlikte hareket ettiği kritik davalar da oldu.

Özkaya, sansür düzenlemesi olarak bilinen Dezenformasyon Yasası, Barış Akademisyenleri’nin hak ihlali başvurusu gibi davalarda, iktidar bloğu ile hareket ederken, TİP Milletvekili Can Atalay dosyasında, muhalefet bloğu ile aynı yönde karar verdi. Özkaya, 2020 ve Mart 2024’te, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili görevine de seçildi. Seçime de başkanvekili kimliği ile girdi. Özkaya, 12 yıllık görev süresinin dolacağı Aralık 2026’ya kadar başkan sıfatıyla görev yapacak.

Arslan, veda edecek

Zühtü ArslanAYM İçtüzüğü’ne göre, AYM Başkanı’nın emekliliğine iki ay kala seçim sürecinin başlatılması gerekiyor. Süreci görevdeki, başkanlık görev süresi bitecek olan başkan yürütüyor. Başkanın belirlediği günde, AYM üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla dört yıl için yeni başkan seçiliyor.

Seçim günü, tüm üyelerin adlarının yazılı olduğu, aynı renk ve şekildeki kağıtlar üyelere dağıtılıyor. Mahkemenin mührünün de yazılı olduğu oy pusulası niteliğindeki kağıtlarla oylama yapılıyor.  12 yıllık görev süresi bitecek olan Arslan dışındaki tüm üyelere seçimde oy verilebilecek. 15 üyeli mahkemede en az 8 üyenin oyunu alan isim başkan seçiliyor. Seçim, bir üye bu oy sayısına ulaşana kadar devam ediyor. Arslan’ın da seçimde oy kullanma hakkı bulunuyor.

Fidan geri çekildi, Özkaya seçildi

Bu kurallara göre yapılan seçimde, kulislerde başkanlık için adı geçen eski İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın adaylık için çaba göstermesi durumunda seçim sürecinin uzayabileceği, iktidar bloğundaki kimi üyelerin de Fidan’ın başkanlığına yeşil ışık yakmaması nedeniyle 8 oyu bulamayabileceği konuşuluyordu.

Fidan, beklentilerin aksine, adaylık için çaba göstermedi. Bunun üzerine kulislerde Özkaya ve Yusuf Şevki Hakyemez’in adı öne çıktı. 15 üyeli seçimin ilk gününde, Özkaya, blok oyları alarak 9 oya ulaştı ve başkan seçildi. Zühtü Arslan çizgisine yakın isimlerin tercihi olarak gösterilen ve Fidan’ın aday olması durumunda seçimde şansının artacağı belirtilen Hakyemez ise 6 oyda kaldı.

Yargıtay kontenjanından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilebilmesi için Hakimler Savcılar Kurulu tarafından 27 Kasım 2020’de Yargıtay üyeliğine atanan Fidan, Yargıtay’da fiilen hiç görev yapmamasına rağmen AYM üyeliği seçimine girmiş ve en yüksek oyu alan isim olmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da en yüksek oyu alan üç Yargıtay üyesi arasından Fidan’ı 25 Ocak 2021’de Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçmişti. Fidan, 2 Şubat 2023’te yapılan AYM Başkanlığı seçiminde de favori gösterilmesine rağmen seçilememişti.

Arslan dönemi bitiyor

Görev süresi 20 Nisan’da dolan ve AYM’ye veda edecek olan Arslan, Yükseköğretim Genel Kurulunca gösterilen 3 aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından 17 Nisan 2012'de Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildi. Arslan, 20 Nisan 2012'de başladığı AYM üyeliği görevini sürdürürken, ilk kez 10 Şubat 2015'te Anayasa Mahkemesi Başkanlığına seçilmişti. Görev süresinin dolmasının ardından 25 Ocak 2019'daki seçimde de oyların salt çoğunluğunu alan Arslan ikinci kez başkan seçilmiş, son olarak da 2 Şubat 2023'te AYM Genel Kurulunda yapılan seçimde 15 üyeden 8'inin oyunu alarak üçüncü kez AYM başkanı olmuştu.

Emin Kuz da emekli olacak, yeni dönem başlayacak

30 Ocak 2024’te emekliye ayrılan Muammer Topal’ın yerine eski Danıştay üyesi Yılmaz Akçil’in seçilmesi, Arslan’ın yerine de yeni üyenin atanacak olması Anayasa Mahkemesi’ndeki dengeleri de değiştirdi. Bu isimlere, Yüksek Mahkeme’nin en saygın isimlerinden biri olarak gösterilen Emin Kuz da eklenecek. Mahkemenin tüm üyelerinin görüşlerine büyük değer verdiği Kuz, yaş haddinden Mayıs ayında emekliye ayrılacak. Arslan ve Kuz’un ardı ardına emekliye ayrılması, mahkemede bir dönemin kapandığı anlamına da geliyor. Erdoğan, iki ismin yerine yeni iki üye seçecek.

Anayasa Mahkemesi üyeleri, 12 yıllığına bu göreve seçiliyor.  15 üyeli Anayasa Mahkemesi'nin 7 üyesini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 5 üyesini 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 3 üyesini ise TBMM seçti

Gül döneminde seçilen Başkan Arslan’ın ve Kuz’un görev süresi bitiyor. Engin Yıldırım, 2010’daki anayasa değişikliği öncesinde göreve seçildiğinden, 8 yıl sonra, 65 yaşında emekli olacak.

Arslan’ın emekliye ayrılmasıyla, Gül döneminden şu isimler kalacak:

Hasan Tahsin Gökcan Başkanvekili (17 Mart 2026 emeklilik) - Engin Yıldırım (2032 emeklilik)

TBMM tarafından seçilen ve görevleri süren üyeler şunlar:

Muhterem İnce (5 Ekim 2034 emeklilik), Rıdvan Güleç (17 Mart 2027 emeklilik),  Kenan Yaşar (1 Şubat 2034 emeklilik)

Erdoğan döneminde seçilen üyeler, şu isimlerden oluşuyor:

Kadir Özkaya (Başkanvekili) (22 Aralık 2026 emeklilik), Yusuf Şevki Hakyemez (20 Ekim 2028 emeklilik), Recai Akyel (25 Ağustos 2028 emeklilik), Yıldız Seferinoğlu (25 Ocak 2031 emeklilik), Selahaddin Menteş (6 Temmuz 2031 emeklilik), Basri Bağcı (6 Nisan 2032 emeklilik), İrfan Fidan (25 Ocak 2033 emeklilik), Yılmaz Akçil (30 Ocak 2036 emeklilik)

İki ayrı blok

Bu üyelerden, Erdoğan tarafından atanan Kadir Özkaya, Recai Akyel, Yıldız Seferinoğlu, Selahattin Menteş, Basri Bağcı ve İrfan Fidan genellikle iktidarın söylemlerine paralel oy kullanıyor. Gül tarafından atanan ve emekliye ayrılan Muammer Topal ile TBMM’nin seçtiği Rıdvan Güleç de genellikle bu grupla birlikte hareket ediyordu. Kenan Yaşar da bu gruba yakın bir profil çiziyor. Yeni üye Yılmaz Akçil’in tutumu henüz netleşmedi ancak bu grupla birlikte hareket edeceği iddia ediliyor.

Gül tarafından atanan Zühtü Arslan, Başkan vekili Hasan Tahsin Gökcan, üyeler Engin Yıldırım ve Emin Kuz özgürlükler lehinde oy kullanan gruptalardı. Bu grupta yer alan Hicabi Dursun emekliye ayrıldı ve yerine Muhterem İnce geldi. Bu gruptan Arslan ve Kuz da emekli olacak. “Denge, ağırlıklı biçimde diğer kanada kayacak” yorumları bu nedenle yapılıyor.

                                                              /././

Trabzon'daki maçta yaşananları sadece stat anarşisi görmemek lazım; TFF seçimini etkileyecek sürecin başı...(Tolga Şardan)

Küçük bir ipucu vereyim; Trabzon merkezli bir yapılanma olacak TFF'de

Hafta sonunda Trabzon'daki Fenerbahçe maçında yaşanan olayların ilk aşamasında beş kişi tutuklandı.

Her ne kadar bireysel bir hareket gibi görülse de; işin ardında başka planlar bulunduğunu söylemek, bir Türkiye gerçeği artık.

Hayatı akışını kendi mecrasına bırakmayınca işlerin boyutu değişiveriyor bir anda.

Olaylı maçta yaşananların arka planında ne olup olmadığını aktarmadan önce, kimi zaman olduğu gibi yakın geçmişe gitmekte fayda var.

Meraklıları hatırlayacaktır; Haziran 2017'de, Süper Lig'e çıkacak son takımı belirlemek amacıyla Antalya'da yapılan maçta olaylar çıkmıştı.

Göztepe ile Eskişehirspor arasındaki maçtaki olayların vahim boyutlarda olması ve bugün gibi kimi organize olma iddialarının gündeme gelmesi, soruşturmayı farklı noktaya taşıdı.

Antalya Emniyet Müdürlüğü, stadda yaşanan olaylara karışanların belirlenmesi amacıyla özel bir ekip oluşturdu. Dönemin Antalya Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya, soruşturmaya özel önem gösterdi.

Yeri gelmişken; bu soruşturmayı takip eden günlerde Emniyet Genel Müdürü oldu Uzunkaya. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile çalışma ve yöntem konusunda anlaşamayınca görevinden ayrılmak zorunda kaldı.

Neyse, asıl konuya dönelim. Savcılık, polisin yaptığı tespitler sonrasında sporda şiddeti önlemeyi amaçlayan özel yasa yerine, TCK kapsamındaki "örgütlü suçlarla mücadele" çerçevesinde hazırlık soruşturması başlattı.

Bu çerçevede, karşılaşmanın oynanmasını organize eden Yıldırım Demirören  döneminde Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) yöneticileri başta olmak üzere Göztepe ve Eskişehirspor yöneticileri, maçta görev alan özel güvenlik görevlileri hakkında "çete" soruşturması yapıldı.

Uzunkaya, kendi personeline de acımadı. İhmali görülen 107 polis hakkında da adli ve idari soruşturma yürütülmesini sağladı.

Savcılık isimleri belirlenen şüpheliler hakkında örgütlü suçlar çerçevesinde iddianame hazırladı. Ve sanıklar yargılandı.

Geçmiş gün sonuç ne oldu, şimdi bilemiyorum. Ancak, futbolda şiddet olaylarını esas alan bir konuda Türkiye tarihinde ilk kez "çete" soruşturması yapıldı!

Bu dosyayı o dönem çalıştığım Milliyet gazetesinde epey detaylıca duyurmuştum.

* * *

Gelelim bugüne.

Kamuoyuna yansıyan görüntülere bakıldığında ve adli soruşturmadaki ilk bilgilere göre, Trabzon'daki maçta yaşanan olayların bireysel olduğundan pek de söz edemeyiz.

Gözaltılar var, tutuklananlar var. Polisin dolayısıyla valiliğin ihmalleri ortada. Özel güvenlikçilerin ihmali olduğu anlaşılıyor. TFF Temsilcileri raporlarını yazıp federasyona teslim ettiler.

Bu veriler ışığında savcılık işi ne kadar derinleştirecek henüz belli değil.

İlk örnekteki gibi örgütlü suçla mücadele kapsamına alması şimdilik zor görünüyor.

Önümüz seçim malum.

Maçla ilgili yansıyan bilgilere bakıldığında, elinde köçe gönderi ile sanki düşmana doğru koşan taraftarın başkasına ait passolig kimliği ile tribüne girdiği ifade ediliyor.

Keza olayların başlamasına neden olan ve Almanya'dan "maç için" kente geldiği anlaşılan taraftarın kullandığı maskenin nasıl üst aramasında tespit edilemediği soru işareti.

Yetmedi; bu maç için Trabzon'a yakın çevre kentlerden takviye polis gücü getirilmesine karşın, polisler ve özel güvenlikçiler tribünleri izlemek yerine neden maçı izlemeyi tercih ettiler?

İstanbul'daki derbi maçlarda bile bu kadar polis ve özel güvenlikçi görev almazken, Trabzon'daki olayların önlememesi ayrıca dikkat çekici.

* * *

Madalyonun diğer yüzü var her zamanki gibi.

Gerçi Türk futbolunu yakından takip edenler elbette daha iyi bilecektir, fakat bu konuda ulaştığım bazı bilgileri şöyle aktarabilirim.

Hatırlanacağı gibi; Türkiye Süper Kupası'nın Suudi Arabistan'da oynanması konusunda büyük kriz yaşandı geçen yılın son günü.

Krizin patlamasıyla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi'den görevi bırakmasını istediği ancak Büyükekşi'nin görevi bırakmak için Erdoğan'la yüz yüze görüşmekte ısrarcı olduğu bilgisi kamuoyuna yansıdı.

Büyükekşi, artık kendisine destek veren kişiler ve grupların bile eleştiri oklarının hedefi olmasına karşın başkanlığı o günden bugüne bırakmadığına göre, henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan ile istediği görüşmeyi yapamadı!

Ancak bilinen bir başka Türkiye gerçeği daha var: Sistem boşluk kaldırmaz! Sistem, boşalacak yere / yerlere alternatiflerini her zaman yaratır!

Bu "garip" prensipten hareketle, sistem, Büyükekşi'nin alternatifini de yavaş yavaş hazırladı kuşkusuz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatı sonrasında Büyükekşi'nin alternatifi tespit edildi geçtiğimiz günlerde. Bu isim şimdilik yüksek sesle konuşulmuyor.

Küçük bir ipucu vereyim; Trabzon merkezli bir yapılanma olacak TFF'de.

Bir bilgi daha; İstanbul'daki futbolu şekillendirmeyi kendilerine amaç edinmiş söz sahibi güçlü bir grup, ellerinde milyarlarca liralık finans kaynağı gördükleri TFF ve futbolun şekillenmesi gücünü kaybetmek istemiyor.

TFF'nin Riva tesislerindeki garaja giren olsa da, federasyona sponsor olan dünyaca ünlü otomobil firmasının hibe ettiği sıra sıra lüks araçları görseler. Az da olsa bir fikir sahibi olurlar.

* * *

Komplo teorilerine inanmamakla birlikte, şimdi federasyon ve Türk futbolunun şekillenmesinde gücü yitirmek istemeyenlerin yürüttüğü kulis faaliyetleri ile Trabzon'da yaşananları ayrı düşünmek, en hafif anlamıyla iyimserlik olur.

Ama Türkiye, böylesi iyimserliklerin altında neler neler yaşandığının ve nasıl sonuçlarla karşılaşıldığının kötü örnekleriyle dolu bir geçmişe sahip, unutmamak lazım.

Çalışkan: "Profesyonellik içinde siyasetin rolü çok fazla"

Trabzonspor - Fenerbahçe maçında yaşananları Emekli Emniyet Müdürleri Derneği Genel Başkanı İsmail Çalışkan'a sordum.

Çalışkan'la görüşmemin gerekçesi, kendisinin emniyet teşkilatı içinde sporda şiddet konularını yürüten Emniyet Genel Müdürlüğü Güvenlik Dairesi Başkanı olması.

Bundan da önemlisi Çalışkan, sporda şiddetin önlenmesi çerçevesinde Emniyet Genel Müdürlüğü merkez ve taşra teşkilatında "Spor Büro Amirliği"ni hayata geçiren isim.

Dün telefonla görüştüm. Anlattıklarını şöyle özetlemek mümkün:

"Böyle bir olayın yaşanması ihtimali günler öncesinden bellidir. Polis, bunu bilir, bilmeli. Kentteki İl Spor Güvenliği Kurulu toplanır. Müsabaka güvenlik amiri belirlenir. Kaç polis ve özel güvenlikçi görev yapacak tespit edilir. İç ve dış kapılarda nasıl önlem alınacak, bunların hepsi bellidir.

Talimatlar var, genelgeler, görev yazıları hepsi vardır aslında. Ancak talimatlara göre görev yapılmıyor maalesef. Yasa, mevzuat belli ama uygulanmada iş yok. Bunlar bilinmeyen işler değil ama sorumlular görevlerini iyi yapmıyorlar.

Tabii; yereldeki toplumsal ilişkiler de önemli ne yazık ki. Profesyonel olmak lazım. Bu profesyonellikte siyasetin rolü çok fazla. Yerel siyasetçiler, kamu görevlileri üzerinden baskı unsuru. Valiler, emniyet müdürleri toplumsal baskıyla karşılaşıyor. Örneğin, bir müsabakaya protokolden giriş yapacak kişiler bellidir. Ama ilgisi olmayan kişilerin, bu imkanı kullanarak müsabakayı izlemesine izin verilmese önce siyasetçiler devreye giriyor. Siyasetçi kamu görevlisini arıyor.

İşin çözümü yasa veya mevzuat eksikliğinde değil. İş, insanda çözülüyor. Kuralları koyanlar ile kuralları uygulayanlar kendi alanlarında dirayetli olmalı. Siyasetçi, kamu görevlileri üzerindeki baskı unsurunu kaldırmalı. Kuralları uygulayan kamu görevlileri ise, görev yaptıkları bölgedeki yerel halkla iç içe olmaktan kaçınmalı."

(T24)

 


21 Mart 2024 Perşembe

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 21 MART 2024 -

 

31 Mart’ta kime oy verelim (Barış Terkoğlu)

Sorsan adı büyükşehir. Her gün asfaltında çukura giriyorsun. Yola söveceğine asfaltın altındaki çıkara söv.

Her yerde 32 dişini gösteren aday fotoğrafları. Partiler kazanmak için birbiriyle yarışıyor. Oysa asıl galip sandıktan çıkmayacak. Seçimden sonraki belediye ihaleleri, milyonlarca insanın değil milyonları alanların kazandıklarını görmeyenlere gösterecek.

Öyle ya... Hükümet milletin kredi kartlarına “borçlar azalsın” diye sınır koyma peşinde. Ama ülkenin en borçluları başta kendi partisininkiler olmak üzere belediyeler. Üstelik delik gittikçe büyüyor. Geçen yılın verilerine göre 30 yerel idarenin sadece Hazine’ye borcu 10.5 milyar lira. Sebebi belli, halk için ayrılan kaynaklar şirketlere dağılıyor. Haliyle, kamudan beslenen sınıf, “O para senin değil benim” diyor.

Çok taze bir hikâye var...

İstanbul’da yolların asfaltlanma ihalelerinin başını Met-Gün İnşaat çekiyordu. Kamuoyuna yansımasaydı rakamı bilmeyecektik. İBB, AKP döneminin son bölümünde Met-Gün’e borçlanmıştı. Mart 2019 seçimlerinde AKP belediyeyi kaybetti. Şirket, yeni idareden parasını almak için harekete geçti.

Peki hangi para diyeceksiniz? Malum, AKP döneminde İstanbul’da pek çok metro inşaatı başlamış, “Para yok” diyerek yarım kalmıştı. Anlaşılan o ki metroya olmayan para asfalta gitmişti. İşte İBB’nin yeni yönetimi, yarım kalan metroları tamamlamak için yurtdışından kredi bulmuş, inşaatları yeniden başlatmıştı.

Derken...

BELEDİYENİN PARASI ŞİRKETE

Met-Gün İnşaat “Bana borcu var” diyerek belediye hakkında icra takibi başlattı. Belediyenin Vakıfbank’ta bulunan yaklaşık 565 milyon lirası, bankanın da oluruyla şirketin hesabına geçti.

“Bankanın da oluruyla” diyorum. Zira bir şirketin belediyenin parasına el koyması o kadar kolay değil. İcra İflas Kanunu’na göre devlet malları haczedilemiyor. Haliyle devletin olan metro projesi için ayrılan paraya el konamıyor. Öte yandan Belediye Kanunu’na göre proje paralarına ya da şartlı bağışlara da dokunmak mümkün değil. Ancak bir kamu bankası olan Vakıfbank, şirket ile belediye arasında kalmış, belediye hesabına gelen dövizi Türk Lirası’na çevirerek Met-Gün hesabına aktarmıştı.

Üstelik bu, bankayla ilk gerilim değildi. Koronavirüs döneminde toplanan yardımları İçişleri Bakanlığı bloke ettiğinde de iki kurum karşı karşıya geldi. İBB el değiştirince Hamidiye Suları ile bankanın anlaşmasının iptal edilmesi de bir meseleydi.

İBB DAVALARI KAZANDI

İşte İBB’nin metro paralarının Met-Gün hesabına geçirilişi o günlerde mahkemeye taşındı. Süreç neredeyse dört yıl sürdü.

Madde madde sonucunu anlatayım...

İBB’nin 179.5 milyon liradan fazla kısmı içeren “haczedilemezlik” davası İBB lehine sonuçlandı. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nde 23 Ocak 2023’te bu karar kesinleşti.

İBB’nin 161 milyon liradan fazla kısmı içeren “haczedilemez” başvurusu da lehine sonuçlandı. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nde 20 Aralık 2023’te karar kesinleşti.

İBB, 223 milyon 695 milyon liranın üstündeki parası için yaptığı başvuruyu yerel mahkemede kaybetti. Ancak istinaf bu kararı hatalı olduğu gerekçesiyle bozdu. Şimdi dava yeniden İstanbul 11. İcra Hukuk Mahkemesi’nde görülüyor. Onun da İBB lehine çıkması muhtemel görünüyor.

İşin ilginç yanı kararlarda Vakıfbank da yargı tarafından eleştiriliyor. Örneğin İstanbul Bölge Adliyesi 23. Hukuk Dairesi, Vakıfbank’a şöyle göndermede bulunmuş:

Dosya içerisinde bulunan banka yazısında, haczi kabil olmayan hesaplarda bulunan bu paraların belediyenin talimatı olmadan, icra dairelerinden gelen ısrarlı talepler üzerine banka tarafından bakiyelerin ... nolu hesaba aktarıldığı ve buradan takip dosyalarına ödemeler yapıldığı anlaşılmıştır.”

PARA HÂLÂ ALINAMADI

Dün İBB’yi arayarak kazandıkları davaların sonucunda paralarını geri alıp alamadıklarını sordum. Paralar halen İBB’nin hesabına geçmemişti.

Sonuç olarak...

Halka hizmet vermekle yükümlü olan belediyenin hesabında olması gereken yarım milyar liradan fazla para dört yıldır bir asfalt şirketinde. 565 milyon liraya enflasyonu, dövizin artışını, pahalılığı ekleyin. Halk için nelerin yapılabileceğini tahmin edin.

İşin acı yanı, halkın parası için belediye ile şirket arasında süren kavgada, kamunun bankasının da hükümetin medyasının da şirketten yana tavır almış olması.

Haliyle “Kime oy verelim” diye soruyoruz ya...

Size bir parti öneremem. Ama yukarıdaki hikâye cevap veriyor. Kim belediyelerin varlığını ihale adı altında şirketlere dağıtmayacaksa, kim ayrıcalıklı zenginlerden paralarımızı geri alacaksa, kim kamunun çıkarını şahsi çıkarların önüne koyacaksa ona oy verelim. Afişte yakışıklıgüzel görünene değil. Üzgünüm ki kamu çıkarı için çalışması beklenen, haliyle eli sıkı olması gereken belediyeyi kazanmak için dört bir yandaki reklamlara harcanan paralar, “doğru oy kriteri”nden ne kadar uzakta olduğumuzu gösteriyor.

Zenginliğin kaynağı olarak çalışmayı gösterirler. Oysa emeğin kendi sahibini zengin ettiği pek de görülmemiştir. Zenginliğin asıl kaynağı başkalarının çalışması, başkalarının emeklerinin harcanmasıdır.

                                                                /././

‘Süreç olarak faşizm’den son görüntüler (Ergin Yıldızoğlu)

Önceki yazılarımda aşırı sağın (faşizmin) Avrupa’da güçlenmekte olduğunu vurguladım. Avrupa’da tarihsel olarak sömürgeciliğin, modern emperyalizmin merkez ülkeleri, Almanya, Fransa ve İngiltere’deki kimi güncel olaylara bakmak süreci/tehlikeyi daha iyi kavramaya yardımcı olabilir.

‘Zionism Über Alles’

Dissent dergisinde, Hans Kundani (15/03) Hamas’ın 7 Ekim saldırısına, İsrail Gazze’de soykırım ve yıkım ile tepki vermesi üzerine başlayan tartışmalarda Almanya’da oluşan iklimi analiz eden yazısında, Almanya’nın büyük uluslararası medya grubu Axel Sprinef SE’nin CEO’su Mathias Döpfner’in bir toplantıda konuşmasını “Zionism Über Alles” diyerek bitirdiğini aktarıyor. “Deutschland über Alles” ünlü bir Nazi dönemi şarkısıdır. Kundani, “Anlaşılan, Alman müesses nizamı, Holokost’un kendisine insanlığa karşı bir sorumluluk yüklediğine ilişkin inancını, ‘Sadece İsrail’e karşı bir sorumluluk yüklemiştir’ ile değiştirmiştir” diyordu.

Anlaşılan Almanya tarihindeki soykırım lekesini İsrail’i kayıtsız şartsız destekleyerek yıkamaya çalışırken bir başka soykırımı destekliyor; hatta İsrail’in Filistin halkını hedef alan politikalarını karşı çıkanları, kimi solcu Yahudi entelektüelleri bile antisemitizmle suçlayarak susturmaya çalışıyor. Bu sırada faşist AfD, İsrail’i destekleyen gösterilere katılarak “Korkmayın biz sizi koruruz” diyormuş.

Kamuoyu yoklamaları AfD’nin ülkede yüzde 20 ile ikinci parti, doğu eyaletlerinde yüzde 30+ ile birinci parti konumuna yerleştiğini gösteriyor. AfD’nin “en” radikal kanadının çok güçlü olduğu Thuringia eyaletinde, göçmenler, Gazze için protestolar düzenleyenler, ilerici avukat büroları sık sık saldırıya uğruyormuş. Ajans Press, AfD’nin Thuringia liderinin Almanya’nın tarihini 180 derece dönüşle yeniden yazmak istediğini, Thuringia’da okullarda kimi eğitmenlerin Nazi dönemini anlatmaktan korkmaya başladıklarını, bu sırada Yahudi soykırımı anıtlarına, bölgedeki Buchenwald toplama kampının duvarlarında Nazi sloganlarına, gamalı haçlara giderek daha sık rastlanıyormuş.

Fransa’da histeri krizleri

Başkan Macron’un, Paris Olimpiyatlarının açılışını ünlü şarkıcı Aya Nakamura’ya yaptırma niyeti Fransız sağında adeta bir histeri krizi yarattı. Nakamura dünyada en çok dinlenen Fransız sanatçısı, 2023’te ülkenin en çok satan 20 albümü arasında yer alan tek kadın. 2018’de çıkardığı Djadja YouTube’da neredeyse 1 milyar dinlemeye ulaşmış, 2021’de ikinci albümü Spotify’da 1 milyar dinlemeyi aşmış. Geçen yıl Paris’teki efsanevi Bercy Arena’da iki konser vereceğini duyurduğunda, biletler 15 dakika içinde tükenmiş. Ama Fransız müzik endüstrisi Nakmura’ya bugüne kadar tek bir ödül vermedi.

Sorun Nakamura’nın Afrikalı-Fransız siyah bir kadın olmasından, şarkılarında yeni sözcükler üretiyor, bunların da gençlerin benimsiyor olmasından kaynaklanıyor. Faşistler, “Olmaz. Olamaaaz” diye krizler geçirirken halkın yüzde 73’ü “Nakamura Fransız müziğini temsil etmiyor” derken, yüzde 63’ü Paris olimpiyatlarını açmasına karşıymış.

Aşırılar, ırkçılar ve bağışlar

İngiltere’de de Muhafazakâr Parti hükümeti histeri krizleri geçiriyor. Müesses nizam Gazze soykırımında İsrail’in yanında yer alırken halk, Filistin halkına destek verdi; tüm büyük kentlerde Siyonizme karşı dev gösteriler gerçekleşiyor. Muhafazakâr Parti’den kimi bakanlar önce bu gösterileri “nefret yürüyüşleri” nitelemesiyle karalamak istediler. Tutmayınca, “devletin ‘aşırı akımlar’ tanıma girenlerle diyalog kurmasını yasaklayan” bir yasa gündeme geldi. Aşırı akımlar tanımı, antisemitizm, İslamafobi ile başlıyor “Birleşik Krallık’ın liberal parlamenter demokrasi, demokratik haklar sistemini zayıflatmak, devirmek veya değiştirmek” noktasına geliyor, böylece kapitalizme, küresel ısınmaya karşı olanları da kapsamına almaya başlıyordu.

Bu yasa tartışılırken Muhafazakâr Parti’ye 10 milyon sterlin bağış yapmış bir işadamının İşçi partisinden emektar vekil Diana Abbot için “Bu kadını vurmak gerekir. Her gördüğümde tüm siyah kadınlardan nefret edesim geliyor” dediği ortaya çıktı. Ancak “aşırı akımlar” yasasını hazırlayan Michael Gove’u, bu ırkçı hatta şiddet unsuru taşıyan ifadenin sahibini “aşırı uç kategorisine sokmaya” ikna etmek mümkün olmadı. Başbakan da 10 milyon sterlini iade etmeye niyetli değil.  

                                                    /././

Erdoğan-Bahçeli muhtaçlığı (Mehmet Ali Güller)

Erdoğan’ın “Benim için bu bir final. Yasanın verdiği yetkiyle bu seçim son seçimim” sözlerini daha önce bu köşede “Erdoğan’ın finali” başlığıyla yorumlamıştım. (11.3.2024).

Elbette Erdoğan bırakmayı düşünmüyordu, bu sözü “kazanabilmek için seçmene ağıt ve kurduğu rejimden nemalanan sermaye kesimlerine mesaj olarak okumak lazım”dı.

Ve o makalede, Erdoğan’ın şu hedefine işaret etmiştim: “Erdoğan belediyeleri kazanırken aynı zamanda yeni anayasa yapma gücü de elde etmek istiyor. Böylece ‘yasanın verdiği yetkiyle son seçim’den, yeni anayasanın vereceği ömür boyu başkanlık yoluna çıkmak istiyor.”

Erdoğan’a yalvaran Bahçeli

Hafta sonu MHP’nin kurultayı vardı. Bahçeli kurultay konuşmasında Erdoğan’ın o sözüne de değindi: “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.”

Adeta Erdoğan’a yalvaran, “Bizi bırakma” diyen Bahçeli’nin bu tutumu siyaset biliminin konusu olmayı aşmaktadır.

Peki Erdoğan, nasıl ve neye dayanarak bırakmayacak? İki olasılık var:

1) Anayasanın 116. maddesine göre “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”

Biliyorum, şu anda çoğunuz iki değil, üç diyorsunuz, haklısınız. Haklısınız ama ne yazık ki ana muhalefet partisinin muhalefet edememesi nedeniyle, Erdoğan “ikinci dönemi” için yasallık kazanmış oldu!

Erdoğan’ı değil, anayasayı mağdur ettiler

Mayıs 2023 seçimi öncesinde ısrarla belirtmiştik: Anayasanın 101. maddesi açık: “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir.”

Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu ise “Erdoğan’ın 3. dönem adaylığına itirazımız yok” demişti. Neye göre itirazı yoktu? Tamam Erdoğan’ın adaylığı anayasaya aykırıydı ama Erdoğan mağdur edilmemeliydi!

Ve Erdoğan’ı değil, anayasayı mağdur ettiler!

Erdoğan anayasaya aykırı şekilde üçüncü kez seçildi ve ne yazık ki 2015’teki ilk seçilişini “eski sistem” diye elbirliğiyle iptal edip, ikincisini ilk, üçüncüsünü iki haline getirdiler! Oysa mesele sistem meselesi değil, anayasa meselesi. Yeni bir anayasa yapılmadı, bu anayasa o sistemde de bu sistemde de vardı ve 101. maddesi aynı şekilde “iki kez” sınırı koyuyordu!

Bahçeli olmasa Erdoğan kazanamaz 

2) Erdoğan’ın devam edebilmesinin ikinci yolu ise tümden yeni bir anayasa yapılmasıdır. Böylece şu kadar seçim bu kadar başkanlık diye uğraşmayıp, ömür boyu başkanlık modeline geçebilirler!

Nasılsa dün “Erdoğan anayasaya uymuyorsa, anayasayı Erdoğan’a uyduralım” diyerek Erdoğan’“tek adam rejimi” kapısı açan Bahçeli var! Bugün de çantasından başka bir tavşan çıkarır...

Çıkarır da nasıl olabiliyor bu? Erdoğan’ın ilk kez cumhurbaşkanı seçildiği 2014’te ona en sert muhalefeti yapan, bu köşede yer veremeyeceğimiz ifadeleri kullanan, en hafifinden “Erdoğan senden cumhurbaşkanı olmaz” diyen Bahçeli, çok değil üç yıl sonra “anayasayı Erdoğan’a uydurma” aktörü oldu, bugün de “Bizi bırakamazsın” diye yalvarıyor...

Çünkü Erdoğan Bahçeli’ye, Bahçeli de Erdoğan’a muhtaç: Bahçeli olmasa Erdoğan 2018 ve 2023’te cumhurbaşkanı seçilemezdi, Erdoğan olmasa Bahçeli 27 yıldır MHP genel başkanı olamazdı.

Sonucu ortada, MHP’den en az şu andaki MHP kadar büyüklükte İYİP çıktı, İYİP’ten de onu geçme potansiyeli taşıyan Zafer Partisi çıktı. MHP’nin üç parça olması pahasına o koltuk korundu, korundu çünkü o koltuk Erdoğan’a da koltuk hediye ediyor!

                                                   /././

En rahatsız olduğu konuda ‘onları not alıyoruz’ (Orhan Bursalı)

Bence muhalefet yeterince yüklenmiyor ekonomi konularında. Bunları çeşitlendirmesi gerek ve arada enflasyonu nasıl düşürebileceklerine de değinmesi. Çünkü halk röportajlarında millet de bir çözüm göremiyor. TV’lerde işte üç yıl önce beş yıl önce 2003’te şu kadardı şimdi bu kadar, hesabından da öte geçilmiyor.

Yani milletin zaten derinlemesine yaşadıklarının ve söylediklerinin aynısını millete aktarıyorlar.

Yaratıcılık konusunda hızla antrenman yapmalı her tür muhalefet. Zaman çok daraldı. Ortadaki seçmen eğer muhalefetten de akli ve gerçekçi çözüm olasılıkları duymazsa, iktidarın kabahatı ne diyecek, iktidar elemanlarının dünya enflasyon ile boğuşuyor zırvalıklarını gerçek kabul edecek.

Zaten Kurum sokaklarda, ekonomik krizi çözerse yine AKP çözer diye ortalıkta dolaşıyor. İktidar değil misiniz, hani faiz neden enflasyon sonuç diye ülkenin iki yılını yiyip bitirmediniz mi, krizi bizzat yaratmadınız mı ellerinizle, ülkeyi en yüksek faiz batağına sürüklemediniz mi... Trilyonlarca lirayı para babalarına aktarmadınız mı faiz olarak.

‘NOT ALIYORUZ’ BASKISI

Ekonominin bataklığı konusunda dile getirilen gerçeklerden cumhurbaşkanı çok rahatsız. Dün baktım “Bunları söyleyenleri not alıyoruz” benzeri sözler dile getirdi. Bir tehdit dili şüphesiz ki. Kimse yazmasın söylemesin korksun otursun oturduğu yerde.

Bence seçim sonrası milletin başına gelecekler konusunda muhalefet çok daha sıkı durmalı.

Evet genel seçimde değiliz. Ama kent bazında pahalılığa karşı üretici çözümlerinin üzerinde yoğunlaşmak kenti yönetmeye kararlı adayların kürsü vaatleri içinde yer almalı. Dahası, bizzat çözümler üretmeli...

Meyve sebze ekip biçemezler şüphesiz ama kent çevrelerinde üretici birliklerini harekete geçirebilirler. Millet et balık kurumları önünde kuyruğa giriyor. Mansur Yavaş bu et meselesine el atmış.

Dün Üsküdar’dan geçtik. AKP’nin istilası altında ana meydan. Tam iftar zamanına denk geldik. Belediye solda iftarlık sunuyordu. Kanaat Lokantası’na bakalım dedik, yer yoktu. Bir kesim şüphesiz yoksulluğun kıskacında ama bir kesim de iyi lokantaları dolduruyor.

SEÇİMİ HANGİ KESİM BELİRLEYECEK?

Bunca krize rağmen anketlerde AKP’nin oyları epey yüksek. 10 bin TL emekli maaşı üzerinde durmadan konuşmak, demek ki bugünkü durumu açıklamaya yetmiyor.

Kimse kalkıp da şimdiye kadarki gibi en kolaycı bir dil ve düşünce kullanarak Muhalefet muhalefet yapabilseydi iktidarı çoktan devirirdi” diye cehalet gösterisiyle ortalıkta dolaşmasın.

Oldum olası, AKP iktidarını gelip de buna dayatmak kolaycılığı yok mu, bunu da bir cehalet birikimi olarak buraya not düşeyim. Seçim sonrası tartışılacak konu olarak bu bir kenarda dursun.

BAHÇELİ NOTU:

Cumhurbaşkanı yasalar çerçevesinde son seçimim dedi ya, Bahçeli asla dedi, bu milletin sana ihtiyacı var, dedi. Fakat görülmemiş, bir özerk parti ve liderinin dile getirmemesi gerektiği tarzda. Kendisini resmi olarak iktidarda asla görmeyen bir Bahçeli.

Bahçeli, AKP iktidarı çökerse kendinde bir gelecek görmüyor.

AKP’nin de kendisi olmadan ayakta duramayacağının bilinciyle, bir gölge iktidar pozisyonun nimetlerine sahip. AKP’yi yönlendiriyor, devleti kadrolarıyla donatıyor.

Evet, Bahçeli hayatının rolünde.

(Cumhuriyet)



KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - 21 MART 2024 -

 

Depremde bant daraltma yapan BTK nedenini açıklasın (Füsun Sarp Nebil-T24)

Kahramanmaraş merkezli depremde, bant daraltma kararının nasıl verildiğini veya neden böyle bir karar verilebildiğini öğrenmemiz, bir daha aynı hatanın tekrarlanmaması için çok önemli. O nedenle BTK'nın binlerce belki on binlere kişiyi etkileyen bu kararı nasıl verdiğini ya da uyguladığını açıklaması lazım(https://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/depremde-bant-daraltma-yapan-btk-nedenini-aciklasin,44048)

Av hayvanları koleksiyonu basılmıştı; Ali Haydar Üstay Doğal Hayatı Koruma Vakfı kurucusuymuş! (T24)

İş insanı Ali Haydar Üstay’ın 27 yıl önce açtığı "Durusu Park Müzesi" kaçak olduğu ve nesli tükenen dondurulmuş hayvan ölüleri bulundurduğu için polis tarafından basıldı. Av merakıyla bilinen Üstay, Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) kurucusu çıktı. İş insanı Ali Haydar Üstay’ın 1997 yılında kurduğu "Üstay Durusu Park Yaban Hayatı Müzesi"ne ve evine İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri adeta "baskın" düzenledi. Oysa basılan müze 27 yıldır açıktı ve dün sabah sanki kaçakçılık ürünüymüş gibi "ele geçirildiği" açıklanan 405 tahnit edilmiş (doldurulmuş) hayvan ölüsü yıllardır sergileniyordu.(https://t24.com.tr/haber/av-hayvanlari-koleksiyonu-basilmisti-ali-haydar-ustay-dogal-hayati-koruma-vakfi-kurucusuymus,1156951)

Mansur Yavaş duyurdu: Belediyeden sosyal yardım alan kız çocukları ve kadınlar için ücretsiz HPV aşısı uygulaması başlıyor (T24)

Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB), sosyal yardım alan ve 9-30 yaş aralığındaki kız çocukları ve kadınlara yönelik ücretsiz HPV aşısı uygulamasını başlatıyor. Yavaş, gelişmeyi sosyal medyadan duyurdu. ABB Sağlık İşleri Daire Başkanlığı, ücretsiz HPV Aşı Uygulaması Projesi’ni hayata geçiriyor. Projeden Ankara sınırları içinde ikamet eden ve sosyal yardım alan, 9-30 yaş grubundaki kız çocukları ve kadınlar yararlanabilecek. 2024 Haziran ayında başlayacak uygulama için başvuru ise buradan yapılabilecek.(https://t24.com.tr/haber/mansur-yavas-duyurdu-belediyeden-sosyal-yardim-alan-kiz-cocuklari-ve-kadinlar-icin-ucretsiz-hpv-asisi-uygulamasi-basliyor,1156929)

Türk savunma sanayisi ne kadar dışa bağımlı? (T24)

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) uzmanı Zain Hussain, dünyanın en büyük 11'inci silah ihracatçısı konumuna gelen Türkiye'nin küresel silah pazarında giderek daha önemli bir aktör haline geldiğine dikkat çekti. DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Hussain, Türkiye savunma sanayisindeki değişimi SIPRI tarafından yayımlanan son küresel silah ticareti verileri ışığında değerlendirirken, AKP hükümetinin bağımsız savunma sanayisini güçlendirme çabaları için "Görünen o ki bu çabalar meyve veriyor" dedi. "Türk silahları, dünyanın farklı bölgelerinde gerçek muharebe şartlarında kendilerini kanıtladı" tespitini aktaran ve bunun Türk savunma sanayisine ilgiyi arttırdığına dikkat çeken SIPRI uzmanı, "Ancak Türk silah endüstrisi hâlâ temel bileşenler konusunda ciddi boyutta dışa bağımlı" diye konuştu. Türkiye'nin silah ithalatının yüzde 29 oranında gerilediğine, bunda ABD'den silah ithalatındaki yüzde 83'lük düşüşün rol oynadığına işaret eden Hussain, "Bunun en önemli nedenlerinden biri Türkiye'nin Rusya'dan satın aldığı S-400'ler, ayrıca Türkiye'nin Irak ve aynı zamanda Suriye'ye müdahaleleri" görüşünü kaydetti. Zain Hussain ayrıca "Türkiye'nin bir NATO üyesi olarak taahhütleri ve aynı zamanda jeopolitik çıkarları arasında tercihler yapmakta zorlandığını, bocaladığını görüyoruz" değerlendirmesini aktardı.(https://t24.com.tr/haber/turk-savunma-sanayisi-ne-kadar-disa-bagimli,1156950)

Makao’nun yerel parası Pataka, Türk Lirası karşısında değer kazandı! (T24)

Vatandaşın ekonomik gücü günden güne düşerken, Türk Lirası da neredeyse dünyadaki tüm para birimleri karşısında değer kaybına uğruyor. Türk Lirası 2024’te de değer kaybını sürdürüyor. Çin’e bağlı özerk bir bölge olan 28 kilometrekare büyüklüğünde ve 700 bin nüfuslu eski Portekiz sömürgesi Makao’nun “Pataka” adı verilen para birimi bile, Türk Lirası karşısında değer kazandı. Sözcü’de yer alan hebere göre, 1 Pataka geçen yıl mart ayında 2.35 lirayken, şimdi 4.01 liraya yükseldi. Pataka, 1 Ocak 2024 tarihinde 3.7 liraydı. Pataka’nın alt birimi olan “Avos” da TL karşısında değer kazandı.(https://t24.com.tr/haber/makao-nun-yerel-parasi-pataka-turk-lirasi-karsisinda-deger-kazandi,1156942)