22 Mart 2024 Cuma

Birgün KÖŞEBAŞI - 22 MART 2024 -

 


Yılların 'çılgınlığı' Kanal İstanbul (Gözde Bedeloğlu)

Üç yıl kadar önce, Kanal İstanbul üzerine inşa edilmesi planlanan altı köprüden biri olan Sazlıdere'nin temel atma törenine katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin bu projeye neden ihtiyaç duyduğunu şu sözlerle açıklamıştı: “Petrolden organik ürüne kadar çok farklı türden yük taşıyan gemilerin kaza yapmaları durumunda denizdeki doğal hayat da çok büyük tehlikeleye giriyor. Karaya çarpmaları halinde kültürel miras zarar görüyor, yıkım ve yangınlarla karşılaşabiliyoruz. Kanal İstanbul projesiyle amacımız her şeyden önce İstanbul Boğazı ve çevresindeki vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Güvenlik altına almak için de bu projeye ihtiyaç vardır.” Erdoğan'ın, yaklaşık 15 milyar dolarlık bir maliyeti olacağından söz ettiği Kanal İstanbul'un altı yıl içinde tamamlanması hedeflenmişti. Üçü gitti geriye kaldı üç. 

                                                            ***

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Erdoğan'ın iddia ettiğinin aksine İstanbul Boğazı'ndaki gemi trafiğinin de, son on beş yılda yaşanan kaza sayısının da azaldığına dikkat çekmişti. Bu durumda, boğaza alternatif bir geçiş koridorunun zorunlu hale geldiği yönündeki tespit tartışmalıydı. Kanalla ilgili uluslararası ölçekteki sorun ise Montrö Sözleşmesi'ydi. Türkiye, sözleşmenin ikinci maddesi ve diğer uluslararası kurallara göre gemileri Kanal İstanbul'dan geçişe zorlayamazdı. 126 emekli diplomat ortak bir açıklama yayınladı. Buna göre “Montrö, Türkiye'nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşme” idi ve tartışmaya açılması Türkiye'nin aleyhineydi. Benzer biçimde uyarılarda bulunan 103 emekli amiral de yayınladıkları bildiride, Montrö'nün Türkiye'nin haklarını en iyi şekilde koruyan ve 2. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalmasını sağlayan bir anlaşma olması nedeniyle önemini vurgulamıştı. 

                                                            ***

Bu uyarılar iktidar katında hiç hoş karşılanmadı. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu amiralleri kastederek, “bunlar zavallıdırlar, milleti bilmezdirler, edepsizdirler, sabrımızı zorlamasınlar” dedi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bildiride imzası bulunan amirallerin rütbelerinin sökülmesi gerektiğini, emekli maaşları kesilerek haklarında çok yönlü adli ve idari soruşturma yapılması gerektiğini söyledi. Öyle de oldu, generallerden bazıları gözaltına alındı. Dönemin AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş'a göre bedelini ödemeleri gerekiyordu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da, “demokrasiye ve millet iradesine saygı duyan herkesi, bu hadsiz bildiri karşısında amasız ve fakatsız tavır almaya” çağırdı. Bunların hepsi, Erdoğan'ın Kanal İstanbul'u 'çılgın proje' olarak duyurduğu 2011'den tam on yıl sonra yaşandı. 2016 yılında Meclis'de kabul edilen torba yasada adı su yolu olarak geçen kanalla ilgili Erdoğan “Kanal İstanbul olacak. Kanal İstanbul'u yapacağız. Kim ne derse desin yapacağız” demişti. İstanbul Boğazı ve çevresindeki vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamak Erdoğan için işte bu kadar önemliydi. Bir de gemilerin kaza yapınca kirletmesinden endişe edilen Marmara Denizi vardı ki, kendisi müsilaj yüzünden yarı ölü hale geldiğinde, nedenlerinin mecliste araştırılması AKP ve MHP oylarıyla reddedilmişti. 

                                                         ***

Kanal İstanbul yıllar içinde bilimsel, askeri, diplomatik, siyasi derken her yönden tartışıldı ve söylenenler hep olumsuzdu. Denizin iklim dengesini alt üst edecek dendi. Bölgedeki su havzalarına, tarım alanlarına, Marmara'nın akciğeri ormanlara ciddi anlamda zarar vereceği söylendi. Bölgenin imara açılmasının İstanbul'u daha da plansız ve kaotik bir şehir haline getireceği konusunda uyarılar yapıldı. Nüfus ve bina yoğunluğunun artmasının beklenen depremde can kaybını artıracağı ve hatta kanalın bizzat depremi tetikleyici etkisinin olabileceği konuşuldu, ancak Erdoğan'ın “kim ne derse desin yapacağız” dediği Kanal İstanbul'da yola devam edildi. Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, itiraz dilekçesi vermek için bakanlığa bağlı il müdürlüklerinin önünde uzun kuyruklar oluşturan İstanbullulara rağmen ÇED raporunu onayladı. Yapılan kamuoyu araştırmaları, halkın büyük çoğunluğunun projeyi desteklemediğini gösteriyordu. Kurum'a göre 'Ya Kanal Ya İstanbul' diyenler, Türkiye'nin tüm projelerine itiraz eden takozcu meslek odaları, ülkedeki her hayra fren olmaya çalışan kör muhalefet, millet iradesini yok sayan 126 emekli diplomat ve darbeci 103 emekli amiraldi. 

                                                           ***

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun 'felaket' diye tarif ettiği Kanal İstanbul, eski Bakan Murat Kurum'a göre cumhuriyet tarihinin en muazzam projesiydi. Bugün, AKP'nin İBB adayı olarak İmamoğlu ile yarışıyor. Kendisine yöneltilen Kanal İstanbul sorularına da “İstanbullunun gündeminde olmayan bizim gündemimizde olmayacak dememize rağmen ısrarla, temcit pilavı gibi, Kanal İstanbul da Kanal İstanbul” diyerek cevap veriyor. Vaktiyle milletin onayı olduğunu iddia ettiği projeden bugün seçim çalışmaları çerçevesinde hiç bahsetmiyor. Fikrini değiştirmiş olabilir ama karşı çıkanları kör, takozcu ve  darbeci ilan edişine dair bir öz eleştirisine henüz rastlanmadı. Fikrini değiştirmemiş de olabilir, ki suskunluğu kanalın İstanbullunun talebi olmadığını ispatlar şekilde. 

                                                          ***

Murat Kurum'un gündeminde olmadığını söylediği Kanal İstanbul projesi, ne var ki AKP İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe'nin açıkladığı ve Birgün muhabiri İsmail Arı'nın CİMER'den aldığı yanıtla belgelendirdiği üzere Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'nın gündeminde hayli yer tutuyor. Öyle ki seçime günler kala milyarlarca liralık konut ihaleleri ardı ardına yapılmaya devam ediyor. Murat Kurum, devasa bütçeli kanal projesi yerine depreme dayanıklı binalar talep eden İstanbulluların sesine kulak verip, söylediği gibi Erdoğan'ın isteklerine direnebileceği konusunda seçmeni ikna edebilir mi bilinmez. Ancak zamanında cansiperane şekilde savunduğu, Türkiye'nin özgürlük projesi dediği Kanal İstanbul'u gündeminden çıkarmış olması, insanların da hafızasını aynı hızla sileceği anlamına gelmez. 

                                                             /././

Oyun kirlenmişse...(Zafer Arapkirli)

Demokrasiyi, esas itibarıyla "belli kurallar çerçevesinde oynanan bir oyun" olarak kabul edersek, o kurallara ne kadar uyulup uyulmadığı konusu da, "oyunun kalitesi ve sonuçların/skorların ne kadar adil olduğuyla" doğrudan ilişkilidir.

Başka bir deyişle, işin içine "kural ihlâli, şike, hile hud’a vs." girerse, oyun kirlenmiş, sonuçlar da şaibeli hale gelmiş demektir. Aynı bir spor müsabakası, örneğin bir futbol maçında olduğu gibi, düzenleyici otoritenin, sonuca bir tarafın lehine haksız bir müdahalesi ya da kayırması, ya da "gücü elinde bulunduranın, karar vericileri bir şekilde etki altına alma ve bağlama" etkisi işin içine girerse, "skor levhasında" yazılan sonuç tartışmalı, hattâ geçersiz hâle gelir.

Çok partili yaşamın dönemsel yarışması ya da boy ölçüşmesi olan seçimler, işte böyle bir müsabakanın vücut bulmuş halidir.

Avrupa’da "Demir Perde"nin yıkılışını takiben yeni oluşturulan Venedik Komisyonu, işte "Demokrasiye (Avrupa tipi burjuva demokrasisine) yeni adım attığı varsayılan eski "zayıf demokrasilerde" anayasal sistemlerin ve tabii ki seçimlerin adil ve sağlıklı, en önemlisi şeffaf işlediği rejimlerin oluşturulması amacıyla kurulmuştur.

Belirli aralıklarla toplanan Komisyon’un "Venedik Kriterleri" diye de anılan ölçütleri arasında seçimlerin icrasına yönelik yönelik esaslar da vardır.

Bunlar, esas olarak seçme ve seçilme hakkı konusundaki eşitlik, anayasal özgürlüklerin adil biçimde kullanılması, seçim döneminde propaganda özgürlüğünden herkesin eşit biçimde yararlanabilmesi, kamu gücünü elinde bulunduran otoritenin bu "adaleti ve eşitliği sağlamak için gereken önlemleri alması" gibi esaslardan söz ediyoruz.

Türkiye’ye baktığımızda, geçmişte sağ iktidarların (zaten sol ne zaman iktidar oldu?) elindeki kamu kuvvetiyle bu "eşitlik ve şeffaflık ilkesini" olabildiğinde hayata geçirmediğini hatırlarız. Çok partili yaşama geçilen 21 Temmuz 1946 genel seçiminden bu yana hep benzer tartışmalı bir seçim icraatı ve tasnif sürecinden söz edilmiştir. 1946’daki seçim "sopalı seçim" diye anılmış ve "açık oy gizli tasnif" diye adlandırılabilecek şaibeli-kirli yöntemlerin hayata geçtiği, CHP’nin yaşattığı bir acı tecrübe olarak siyasi arşive kazınmıştır.

1950’de iktidara gelen Demokrat Parti rejimi de öncekilere rahmet okutacak ölçüde "manipülatif seçim" süreçlerini yaşatmıştır.

Daha sonraki dönemlerde, örneğin 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası 1982 Anayasa Referandumu da, Kenan Evren Cuntası’nın her türlü baskıya ve sindirmeye başvurduğu ve "5’nci sınıf demokrasilere has" yüzde 90’lar mertebesinde onaylı sonuçların çıkmasını beraberinde getirmiştir.

Sonrasında inişli çıkışlı, görece bir demokratik muhtevadan bahsedilebilmesine rağmen, yine de kırsal kesimde, feodal etkiler ve devletin elindeki gücü kullanmasıyla, yerel düzeyde de olsa arızalar hep yaşandı.

2002 yılında iktidara gelen ve geçen 22 yıldır ülkeyi her anlamda gerilettiği gibi demokratik kriterler ve adil seçimler anlamında da büyük hasara uğratan Tayyip Erdoğan Riyaseti’ndeki rejim, Venedik Kriterleri’nin de çanına ot tıkayan bir yönetim olarak tarihe geçmektedir.

Kamu gücünün pervasızca iktidar partisi ve ortaklarından yana kullanılmasından tutun da, TRT ve Anadolu Ajansı’nın "tek notalı borazanlara" dönüştürülmesi, muhalif adaylara baskı yapılması, sesinin kısılması, propaganda çalışmalarına her alanda engel çıkarılması dahil, her türlü adaletsizliği, üstelik zaman içinde geliştirip çeşitlendirerek devam ettirmekteler.

Sandık seçmen listelerinin tanzimi aşamasından başlayarak, "bölgesel seçmen kaydırma, asker - polis vb. kamu görevlilerini topluca tayinlerle oy gücünü lehine dönüştürme" gibi yöntemlere bile başvurulabiliyor.

Zaten icrası her zaman tartışmalı olmuş SEÇSİS adlı sistemin klavye başında tamamen iktidarın atadığı personelin bulunması, itirazları sonuçlandıracak hakimlerin (İlçe ve İl Seçim Kurulları ile Yüksek Seçim Kurulu) iktidar tarafından atanması, geçen seçim öncesinde yapılan seçim kurullarıyla ilgili düzenlemenin de iktidara hizmet edecek kurallar içermesi, başlı başına "adaletten uzaklaşmanın"  somut örnekleridir.

Dahası ve belki de en vahimi, sansür yasası ile iletişimin tamamen rejimin denetimi altına alınması medyanın olağanüstü manipülasyona açık sahiplik üzerinden büyük ölçüde kontrol altında tutulması da ortada "kriter mriter" bırakmamıştır.

Muhalif siyasetçilerin kolluk gücü ve güdümlü yargı tarafından sindirilmesine yönelik baskılar, gözaltı ve tutuklamalar da bütün bunların üzerine bolca tuz - biberi boca edince, "Venedik Komisyonu" ve onun kriterleri buruşturulup çöpe atılmaktadır.

Buna rağmen, gözlemciler aracılığıyla seçimleri izleyen Avrupa Konseyi, Parlamentosu, Komisyon gibi organlar, her seçim sonrasında bir iki "mahcup, utangaç" eleştiri getirmenin de ötesine geçmeyince, muhalefet de "genel sunucu etkileyici düzeyde bir arıza yok" diyerek tembellik edince, rejim sandıkta istediği gibi at oynatabilmektedir.

Bu yüzden de her seçim ve referandumun sonucu tartışmalı hale gelmektedir.

Son 10 - 15 yıldır neredeyse her seçim öncesinde bu konuda yazmaktan ve muhalefeti uyarmaktan yorulmuş olan bu satırların yazarına da bunu ısrarla bir kez daha bugün de (seçime 9 gün kala) hatırlatmak kalmaktadır.

Razı olmamak, itiraz etmek lazım.

Yoksa her birlikte "kirlenmiş bir oyun"un piyonu haline geliriz.

Temiz oyun istiyoruz.

(BİRGÜN)

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 22 MART 2024 -

 


Onları arayan da polis değildi (Barış Pehlivan)

Siz eski sevgilinizden mesaj beklersiniz, heyhat gönderen İçişleri Bakanlığı’dır:

“Sizleri telefonla arayarak kendilerini polis, asker ve savcı olarak tanıtıp ‘adınız terör örgütü soruşturmasına karıştı’ diyerek sizden para ve altın isteyen şahıslara inanmayın.”

Murat Ağırel’in yeni kitabı Havala’yı okuyana kadar bu dolandırıcılık yönteminin sadece Türkiye’ye özgü olduğunu sanırdım. Meğer değilmiş. Daha doğrusu, yine Türkler var işin başında ama kurbanlar sadece Türk değil.

Ne mi demek istiyorum?

Havala’da okuyorum...

Her şey bir Almanın Bremen polis karakoluna gitmesiyle başladı. O kişi, Alman polise “Benden aldığınız altınlar ne oldu? Geri vermediniz” dedi.

Sonradan anlaşıldı ki...

Kendilerini polis olarak tanıtan birileri,

“Sizin mahallede hırsız yakaladık. Hırsızın üzerinde sizin adres bilgileriniz vardı. Bu hırsızın iki arkadaşı kaçak durumda. Sizin eve girebilirler. Altın ve paranız varsa korumaya almamız lazım” diyerek mağdur Almanı dolandırmıştı.

Alman polisi benzer şikâyetleri toplayıp soruşturmaya karar verdi. Ve çarpıcı bir gerçekle karşılaşıldı: Dolandırıcılar Almanları Türkiye’nin İzmir şehrinden arıyordu.

Eldeki bilgiler Türk Emniyeti’ne bildirildi. İşin elebaşlarından biri olan Halit Demir, suçları nedeniyle Almanya’dan memleketi Türkiye’ye sınır dışı edilen biriydi. Halit Demir’in sosyal medyada paylaştığı bir videosunda “Alman devletini her gün si... orum” demesi dikkat çekiyordu.

SES KAYDINDAKİ POLİS SİRENİ

Soruşturma evrakında bir ses kaydının deşifresi de vardı...

Arayan kişi: “Merhaba Bayan B., ben Kriminal Soruşturma Departmanı’ndan Müfettiş Bach. Bütün kapı ve pencereleri kilitlediniz mi?”

Bayan B: “Neden, neden?”

Arayan kişi: “Bugün sokağınızda üç hırsızı tutukladık. Tutuklananlarda bir liste bulundu ve üzerinde şu not yazıyordu: ‘Kadının çok parası var.’ Evde paranız ya da mücevheriniz var mı?”

Öyle bir tezgâh vardı ki o anlarda caddede bir polis sireni çalmaya başlıyordu. Bir devriye arabası kadının evinin olduğu sokaktan geçiyordu. Çağrı merkezindeki sahte polis de olup biteni ahizeden duyuyor ve bu anın tadını çıkarıyordu:

“Meslektaşlarım geçiyor, kaçan bir fail görmüşler.”

Alman kadın B. de arayanın gerçek bir polis olduğuna ikna oluyordu ve telefonun diğer ucundaki sesin dediklerini harfi harfine yapıyordu.

Peki, tam telefon çaldığı sırada polis arabası nasıl evin önünden geçebiliyordu? Aslında hem basit hem de korkutucu. Halit Demir’in dolandırıcı çetesi, hırsız olduğu iddia edilen kişiler hakkında ihbarda bulunarak yakındaki istasyona isimsiz bir çağrı yapıyordu. Alman kadının tüm bu tezgâhtan haberinin olmaması, işlerin dolandırıcıların istediği gibi gitmesini sağlıyordu.

Neyse ki sonunda çeteye uluslararası bir operasyon yapılıyor ve yargılama süreci başlıyordu.

Hazırlanan 181 sayfalık iddianamede, 25 Alman vatandaşı mağdur sıfatıyla yer alırken 24 farklı eyleme yer verildi. Yani 24 farklı seferde Almanları dolandırmayı “başarmış” bir örgütten bahsediyoruz. İddianamede şu ifadeler kullanıldı: “Şüphelilerin Almanya’da yaşayan yaşlı Almanların sabit hatlarını arayarak kendilerini polis, savcı, devlet görevlisi ve banka görevlisi olarak tanıttıkları, güvenlerini kazanarak bundan acımasızca yararlandıkları, soygun, saldırı masalları ile onları korkuya sevk ettikleri belirlenmiştir. Mağdurların eleştiri yapabilme ve muhakeme yeteneklerini kaybeden yaşlı insanlar oldukları, şüphelilerin mağdurlara duygusal anlamda baskı uyguladıkları ve mağdurları büyük miktarda zarara uğrattıkları, bazılarının tüm birikimlerini aldıkları anlaşılmıştır.”

Murat’ın okurla buluşan yeni kitabında buna benzer onlarca gerçek öykü, ilk kez okuyacağınız detaylarla yer alıyor. Polisten değil sevdiklerimizden gelen mesajlarla dolu bir geleceğin özlemiyle okudum Havala’yı...

                                                    /././

Devlet hata yapamaz (Özdemir İnce)

Önce alet çantamı açıp “devlet” ile “hükümet” kavramı arasındaki karmaşaya bir kez daha son verelim ve sonra bir örnek üzerinden giderek yanlışı onaralım.

DEVLET NEDİR? 1

“Devlet teriminin biri geniş, öteki de sınırlı iki anlamı var: Geniş anlamda devlet, milli bir topluluk olup, tarihi geçmişi ve belli bir birliği ile özgünleşir. Bu birlik, özellikle farklı dillerin, dinlerin ve etnik grupların bir arada bulunduğu topluluklarda, doğal olmaktan çok insanların istek ve gayretleri sonucu oluşur. Milli topluluk, zorunlu olarak, devlete bağımlı olan ya da devletlerüstü öteki topluluklardan farklı olarak bazı siyasi ve hukuki özellikler taşır. Bu özelliklerin başında, devleti yönetenlerin hukuk kuralları koyma ve kamu gücünü kullanma tekelini bulundurmalarıdır. İkincisi, sınırlı anlamda, devlet terimi, bu topluluğun çeşitli zorlama araçları ile yegâne yönetim aygıtını ifade etmektedir.”

HÜKÜMET NEDİR? 2

“Hükümet, genellikle bir devletin yönetimini üstlenen ve düzenli bir topluluğu idare eden sistem veya insanlar grubudur. Hükümetin geniş bir tanımıyla, genellikle yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşur. Hükümet, organizasyonel politikaların uygulandığı ve politikaların belirlendiği bir mekanizmadır. Birçok ülkede hükümetin kendi anayasası bulunur, bu anayasa yönetim ilkelerini ve felsefesini belirtir.”

Ayrıca hükümetin tanımı, “Devlet nedir?” sorusuna yanıtın, “Bu özelliklerin başında” ile başlayan bölümünde yer almaktadır.

Birkaç yıl öncesine kadar ülkemizde “devlet” ve “hükümet” kavramları eşanlamlı olarak kullanılıyor ve devlet ile hükümetin aynı şeyler olduğu sanılıyordu. Bu saçma karmaşaya şu bilgece örnekle son verdim: “Devlet” (teşbihte hata olmaz ve söylemesi ayıp) eşektir (ya da herhangi bir taşıttır) “Hükümet” ise eşeğe binip dehleyen Göde Omar’dır ve şofördür, makinisttir, vatmandır, pilottur. Göde Omar üzerine binmezse eşek olduğu yerde durur, pilot olmazsa uçak uçmaz. Otomobil de öyle, kamyon da öyle, tren de öyle... Kısacası eşek, kamyon, tren, uçak devlettir; sürücü insan kadrosu ise hükümettir.

13 Mart 2024 günü Şırnak ve Mardin’de seçim propagandasına çıkan AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan Türkçesi zayıf konuşmalar yapmış. 14 Mart 2024 tarihli Cumhuriyet’te şöyle bir konuşmasını okuyorum: “Şırnak ile aramıza girmek isteyenler oldu, bu bölge ile bağımızı kesmek istediler. Devletin hataları elbette olmuştur ama bölücü örgüt karanlık bir senaryonun maşalığını yapmıştır. Biz bu sinsi oyunu bozduk.”

Siyaset diline hiç yakışmayan bir cümle: Şırnak ile R.T. Erdoğan sevdalı çift mi ki araya arabozucular girmiş olsun. Arabozucu bölücü örgüt Şırnak’ı ele mi geçirdi? Hayır! Peki 2023 cumhurbaşkanı seçiminde Şırnak’ta vaziyetin durumu ne? Kılıçdaroğlu: yüzde 75.85; Erdoğan: yüzde 21.23. Buna göre Şırnak ile Erdoğan arasında bir aşk yok. 2023 milletvekili seçiminde durumun vaziyeti ne? Emek ve Özgürlük İttifakı: yüzde 62; Cumhur İttifakı: yüzde 24. Şırnak, Erdoğan’ın partisi AKP ile ortaklarına hiç de kara sevdalı değil? Bir hüsnükuruntu söz konusu. R.T. Erdoğan, bu sonuçlara göre “Ama bölücü örgüt karanlık bir senaryonun maşalığını yapmıştır. Biz bu sinsi oyunu bozduk” diyor. Ancak seçimi muhalefet kazandığına göre bölücü örgüt PKK’nin istediği olmuş (!)... Aslında bu bir vehim. Şırnak halkının özgür iradesine vicdansızca kara çalınmakta. Eğer seçimlerde bizzat Erdoğan ve partisi seçimi kazanmış olsaydı “sinsi oyun” bozulmuş olurdu. Ama tam tersi olmuş. Erdoğan özür dilemek zorunda. Tek yanlı bir aşk.

Beni asıl şaşırtan şu cümle: “Devletin hataları elbette olmuştur. Son 21 yılda gerçekleştirdiğimiz demokrasi ve kalkınma devrimiyle tüm unsurlarıyla bu sinsi oyunu bozduk.”

Yazımızın başında DEVLET ile HÜKÜMET’in tanımını boşuna yapmadık. Bu tanımlara göre devlet hata da yapmaz mucize de yaratamaz. Devlet aygıtının örgüt ve kurumlarının başında hükümet vardır. Beni şaşırtan cümleye göre o bölgede 21 yıl içinde devlet hatalar yapmış ama Erdoğan’ın başında bulunduğu iktidar yaptığı demokrasi ve kalkınma devrimiyle büyük bir başarı kazanmış. Günahlar suçsuz devletin sırtına, sevaplar Erdoğan’ın kucağına. Olmaz öyle şey!

Erdoğan iktidarı demokrasiyi de kalkınmayı da d-e-v-i-r-m-i-ş ve bu devriğin altında kalmış durumda!

1 Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, 20. basım, 2016, s.128. 2 Vikipedi.

                                                   /././

Devrimcileri şeriatçılarla aynı grup içinde anamazsınız (Zülal Kalkandelen)

DEM Parti Erzurum Milletvekili ve İstanbul Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Adayı Meral Danış Beştaş, sosyal medya hesabında miting görüntülerinin üzerine şu sözlerin okunduğu bir video paylaştı:

Meral başkanla Murat başkan size kimlerin emanetidir biliyor musunuz?   Deniz’lerin, Mahir’lerin, Seyit Rıza’ların, Şeyh Sait’lerin, Demirtaş’ların,    Kışanak’ların, bedel ödeyen milyonların emanetidir. Emanetinize sahip çıkın İstanbul!”

Bunun öncesinde birkaç gün önce bir video daha izlemiştim. Yenikapı’da düzenlenen Nevruz etkinliğinde, üzerinde Deniz Gezmiş’in resimlerinin bulunduğu flamalar yakıldı. Barzani’nin destekçisi olduğu anlaşılan kişiler, Atatürk’e de küfrederek “Biji Kürdistan” ve “Kemalizm p*çleri, yıldıramaz bizi” sloganı attılar.

Bu olay, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Esengül Demir’in de katıldığı mitingde meydana geldi.

Yenikapı’daki provokasyonu yapanların ellerinde taşıdıkları bayraklarda, siyah zemin üzerine sarı güneş ve Kürt milliyetçileri Remzi Nafi ile Gazi Muhammed’in resimleri vardı.

DİNCİLİK, ETNİKÇİLİK VE MEZHEPÇİLİK SOLUN ZEHRİDİR

Tam da bu olayın olduğu gün, geçen pazar günü bu köşede, “Dincilik, etnikçilik ve mezhepçilik solun zehridir” başlıklı yazım yayımlanmıştı. O yazıya farklı kesimlerden çok sayıda yorum ve tepki aldım.

Özetle diyordum ki Şeyh Sait, Said Nursi gibi gericiliğin bu coğrafyadaki simge isimlerinin izinden gittiğini, onların torunu olduğunu söyleyenlerin etnikçi, dinci ve mezhepçi siyasetinin “sol” olarak tanımlanması yanlıştır ve sol üzerinde kurmaya çalıştıkları hegemonyaya son verilmelidir.

Meral Danış Beştaş’ın paylaşımı, belli ki Yenikapı’daki olaya yönelik tepkileri püskürtmek ve o provokasyonu yapanlardan ayrıldıklarını göstermek için yapılmış. Deniz Gezmiş’in resminin olduğu flamaları yakanlarla, Atatürk ve onun yolundan gidenlere küfredenler ile birlikte görünmeleri, seçim öncesinde hiç de akıllıca olmaz sonuçta...

BU ÇÜRÜMÜŞLÜKTÜR!

Ancak ben yine söz ettiğim yazımdaki temel düşünceye döneceğim. Çünkü hem Deniz’lere hem de Şeyh Sait’e aynı anda sahip çıkılamaz.

Deniz Gezmiş, bu ülkede emperyalizm karşıtı mücadelenin öncülerinden biridir. Yazılarında, mektuplarında ve mahkemedeki savunmalarında her zaman emperyalizme karşı mücadelede örnek aldığı Mustafa Kemal’e atıf yapan, 30 Ekim 1968’de Samsun’dan Ankara’ya “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü”nü başlatan devrimcidir. 

Yaşamlarını “Tam bağımsız Türkiye” mücadelesine adayan, emperyalizme canları pahasına direnen yurtsever sosyalist devrimcileri, emperyalistlerle işbirliği yapan gericilerle, laik Cumhuriyete karşı olan şeriatçılarla, onun kurucusuna hakaret eden aşiret ve tarikat liderleri ile bir arada anmaya kimsenin hakkı yoktur.

Yenikapı’daki provokasyonu açıkça kınayabilir, atılan sloganlara katılmadığınızı söyleyebilirsiniz ama devrimcileri karşıdevrimci feodal şeriatçılarla aynı yerde gösteremezsiniz. Bu çürümüşlüktür!

(Cumhuriyet)

Orak çekiçli halaylardan İslam kardeşliğine: Türkiye’de Newroz’un yakın tarihi - YEKTA ARMANC HATİPOĞLU / soL-Özel

 

Dili, kültürü ve emeği yok sayılanların Newroz’u kutlu olsun. Newroz pîroz be!

Newroz; Anadolu, Mezopotamya, Orta Asya ve çevresindeki pek çok halk tarafından baharın gelişini müjdelemek amacıyla 21, 22 ve 23 Mart günlerinde kutlanıyor. Ancak Newroz’u Kürtler açısından farklı kılan, Kürt halkının ona kazandırdığı politik içerik.

1970’li yıllarda, Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın (DDKO) etkisiyle Newroz yok sayılan Kürtçe ve Kürt kültürünün, yoksul ve işsiz bırakılan Kürt emekçilerinin  haykırış günü oldu.

                              İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (Gilyan Cumhuriyeti) pulu, 1920. 'Demirci Kawa'

Anadolu coğrafyasında ilk olarak 1900’lü yılların ilk çeyreğinde İstanbul’da sınırlı sayıda Kürdü bir araya getiren Newroz, Devrimci Doğu Kültür Ocakları tarafından 1970’li yıllarda örgütlenmiş haliyle Kürt emekçilerin mücadelesinin ayrılmaz bir parçası haline geldi.

Newroz anlatısının kökeni olan Demirci Kawa Destanı’nda özetle zalim bir kral olan Dehak, sahip olduğu hastalıktan ötürü her gün iki Kürt gencini öldürmek zorundadır. Dehak’ın bu zulmüne karşı koyanlar, zaman içinde dağlara sığınarak saklanırlar. 21 Mart günü yakılan Newroz ateşiyle birlikte kralın sarayı zapt edilir, kral yenilir ve Demirci Kawa’nın öncülüğünde Kürtler özgürleşir.

                                 1970'lerde çıkan KKDK dergisi: 'Barış, dostluk, dayanışma'

Takvimler 1970'li yılları gösterdiğinde Demirci Kawa Destanı, Kürt siyasiler tarafından seküler bir biçimde yeniden üretiliyordu. Demirci Kawa dili yasaklanan, işsiz ve aşsız bırakılan Kürt halkı; zalim kral Dehak ise Kürt halkını aç bırakıp kültürünü, dilini yok sayan egemenler, iktidarlar ve burjuvalar olarak tasvir ediliyordu. Kürt illerinde çekilen Newroz halaylarının başında orak çekiçli bayraklar beliriyor, alanlarda sarı kırmızı yeşil filamalar dalgalanıyor, genç üniversite öğrencileri kadın erkek, hep beraber Newroz alanlarına akıyordu.

Newroz, Kürt illerinin o dönemki ekonomik ilişkileri dolayısıyla "Kürdistan’ın 1 Mayıs’ı" gibi kutlanıyordu. Emek mücadelesi, ulusal sorunla ayrışmayacak şekilde, uzun bir süre, Newrozların vazgeçilmez başlığı oldu. Bu aynı zamanda batı illerindeki sınıf imgesinin, Kürdistan'da köylü ve işçi imgesiyle yeniden üretilmesini sağlıyordu.

Bu durum Kürt edebiyatına da yansıdı. Marksist Kürt şairi Cegerxwîn “Cejne” (Bayram) şiirinde Newroz’a sınıfsal bir açıdan bakmış, Sovyetlerde de çeşitli isimlerle kutlanan Newroz hakkında şu dizeleri yazmıştı:

Cejnê nakim ta nebînim dîlbera şêrin û rind

(Güzel ve şirin dilberi görünceye kadar bayram yapmam)

Keşeker kengî bibînim ez di nav kolxoz e cejn

(Ne zaman şeker gülüşlüyü göreceğim kolhoz ve bayramda)

Çîçek û gul bel bibin, simbil ji şadî bên sema

(Gül ve çiçek saçılsa, sümbül ile sevinçle gelseler semaya)

Karker û pale bi şadî bêne ber patoz e cejn”

(İşçi ve köylü sevinçle gelseler patosun önüne, bayrama)

1970 ve 80'lerde çıkan. Kürtçe dergilerde Newroz temalı kapaklar.

***

Kürt halkının en büyük aydınlarından biri Musa Anter, namı diğer Apê Musa ise Newroz’un “İnsanlık tarihinin en eski özgürlük bayramı olduğunu” söylemişti:  “Bugün yeni gündür, Newroz’dur. Bayramımızdır bizim. Bayramımızdır ki zulmedilen ve sömürülen halkın zulme ve sömürüye karşı Demirci Kawa’yla kazandığı zafer sonucu kutlanmaya başlanan, insanlık tarihinin en eski özgürlük bayramıdır.”

1990’ların ikinci yarısında Türk sermayesi, Newroz’un karşısına Nevruz’u koydu ve Newroz’u “ateş üzerinden atlanılan, baharın gelişinin kutlanmasına” indirgediği bir içeriğe sıkıştırmaya çalıştı. Ancak Kürt halkı için Newroz, baharın gelişinin çok ötesindeydi. 1996 yılında Newroz, Türk sermayesi ve onun siyasi uzantıları tarafından ideolojik olarak kuşatılmak istendi. Başbakan Tansu Çiller, Newroz’un Nevruz olduğunu ve aslında bir Türk bayramı olduğunu söyledi. Newroz’un içinin boşaltılma çabalarına Kürt halkı izin vermedi, alanlarda Newroz’una sahip çıktı.

                                                         1992 Cizre Newrozu

Bu durum dönemin gazetelerine de yansıdı. Türkiye tarihinr "ilk olaysız, kitlesel Newroz" olarak geçen 1993 Newroz’unu Milliyet gazetesi “Ne günlere geldik” diyerek haberleştirdi. 1994 yılında, yine Milliyet gazetesi Newroz kutlamalarına Avrupa’dan gelip katılan bir grubu hedef göstererek “Nevruz’un akbabaları” dedi. Milliyet gazetesi, 1995 ve 1996 yıllarındaysa sadece devlet erkanının Nevruz’una değinmekle yetindi.

Newroz’un öncü siyasi hareketlerinden DDKO, 1969 yılında Kürtlerin ağırlıkta olduğu bir grup öğrenci tarafından kuruldu. Dönemin sosyalist ve komünist partileriyle yakın ilişkileri olan ocağın temel amaçlarından biri Kürt halkının kültürünü özgürce yaşamasıydı. Sosyalist bir örgüt olan DDKO, 12 Mart Darbesi’nden sonra kapatıldı. DDKO davalarında Musa Anter ve İsmail Beşikçi gibi isimler yargılandı, sanıkların çoğu 10 yıldan fazla hapis cezası aldı.

1980'li yıllardan sonra Newroz'un öncülüğünü Kürt ulusal hareketi üstlendi. Aynı yılların önemli kısmında Kürt ulusal hareketinin bileşenleri, devlet ve Hizbullah güçlerine karşı seküler bir çizgide durdu, ulusal mücadeleyi sol bir çizgide ördü. Hareketin kurucularından Mazlum Doğan’ın 1982 Newroz’unda Diyarbakır Cezaevi’nde bedenini yakarak yaşamını yitirmesi, Newrozların simgesi haline geldi.

Kürt ulusal hareketinin bu çizgisi zamanla geri çekildi, Kürt hareketinden geri adımlar geldi. Sovyetler Birliği’nin çözülmesi, pek çok ulusal harekette olduğu gibi Kürt ulusal hareketinde de etkisini hissettirdi. Sosyalist bir Kürdistan hedefinden vazgeçme eğilimi ortaya çıktı.

Zamanla sosyalist Kürdistan’ın yerini demokratik cumhuriyet, konfederalizm, özerklik gibi kavramlar aldı. Özerklik kavramının Kürt tarihindeki ilk savunucuları Nakşibendilik ve Şeyh Ubeydullah geleneği, Şeyh Sait, Sait Nursi gibi isimler bu dönemde Kürt siyasetinin öne çıkartılmaya çalışılan yüzleri oldu. Kürt illerinde, DEM Parti’nin artırmayı söz verdiği, Demokratik İslam Konferansları düzenlenirken, Şeyh Sait’in torunları bu sıfatla Kürt hareketinde siyaset yapmaya başladı.

2013 Newroz'u ve İslam kardeşliği

Ortada yıllar içinde geriye çekilen bir hareket ve ördüğü Newroz kutlamaları var. Bu geriye çekilişe bir milat koymak gerekirse 2013 Newroz’u olur. Öcalan’ın kaleme aldığı bildiriyle ilan edilen yol haritası İslam kardeşliğini işaret ediyordu. “Yeni yol,” Kürt emekçilerinden sabır ve şükür istiyor, Demirci Kawa ayakları yere basmayan bir kahramana dönüşüyordu. Oysa geçmişte her bir Kürt emekçi, aynı zamanda bir Demirci Kawa’ydı.

4 Mart 2016'da Selahattin Demirtaş ve Osman Baydemir'in katıldığı sivil Cuma Namazı. Bu fotoğraflar bir yanda devam eden 'Hendek Savaşı" adı verilen çatışmaların olduğu döneme geldiği için tepki çekmişti. 

Newroz kürsüleri yıllardır meydanları dolduran emekçilerin gücünü göstermekten uzak. Yapılması gereken ise Newroz’u tekrar bir emekçi bayramı yapmak. 1970’li yıllarda Doktor Şivan tarafından hazırlanan afişte Newroz ateşini tutan, geleneksel Kürt kıyafetleri giymiş kadın ve erkek resmedilmiş; yanına ise aşîtî, dostî, piştgirî (barış, dostluk, dayanışma) yazılmıştı. Newroz’un asıl karakterini bu afişte ve bu kavramlarda aramak yerinde.

Dili, kültürü ve emeği yok sayılanların Newroz’u kutlu olsun. Newroz pîroz be!

YEKTA ARMANC HATİPOĞLU / soL-Özel


Kaynaklar:

Kürt isyanlarının İslam’la buluşması, Gelenek, Özkan Öztaş (https://gelenek.org/kurt-isyanlarinin-islamla-bulusmasi)
Bugün 21 Mart: Newroz'un sahibi kim?, soL Haber, Özkan Öztaş (https://haber.sol.org.tr/haber/bugun-21-mart-newrozun-sahibi-kim-329995)
Kürt Şiiri ve Müziğinde Nevruz, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Daimi Cengiz (https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1852334)
1996’da Sosyalist İktidar Partisi, Gelenek, Ayşe Güresin & Handan Gürler (https://gelenek.org/1996da-sosyalist-iktidar-partisi/)
90'lardan bugüne Newroz manşetleri, Yeni Yaşam, Tolga Güney (https://mezopotamyaajansi.net/tum-haberler/content/view/235570)

 



 

soL GÜNDEM - 22 MART 2024 -

 Tekirdağ'da hızlı tren hattı çalışmasında göçük: 2 işçi yaşamını yitirdi (soL)

Tekirdağ'ın Çerkezköy ilçesinde, hızlı tren hattı şantiyesinde kayan toprağın altında kalan 2 işçi yaşamını yitirdi. Fatih Mahallesi, Ambardere mevkisindeki şantiyede çalışmalar sırasında toprak kayması meydana geldi. İki işçinin toprak altında kaldığı ihbarı üzerine bölgeye AFAD, itfaiye ve sağlık ekipleri sevk edildi. Operatör yardımcısı Halit Sural ile ile formen Sabri Ayakatik’in kurtarılması için ekiplerce çalışma başlatıldı. Toprak altından çıkarılan işçilerin hayatını yitirdiği belirlendi. İşçilerin fore kazık çalışması yapıldığı sırada açılan yaklaşık 5 metre derinliğindeki çukurdayken olayın yaşandığı belirtildi.

Türk Metal yöneticilerinden işçiye baskı ve tehdit: 'AKP'li adaylara oy verin' (ASLI İNANMIŞIK-SOL/ÖZEL)

Tekirdağ Çerkezköy'de bulunan ve Türk Metal sendikasının örgütlü olduğu Kale Kilit, BSH ve Arçelik fabrikalarında sendika temsilcilerinin bazı işçilere "AKP adayına oy verilmesi" yönünde baskı yapıldığı iddia edildi. Söz konusu fabrikalarda çalışan işçiler bu duruma şahit olduklarını ve genellikle kısa süredir çalışan işçilere baskı yapıldığını söylediler. İşçiler, "Sendika temsilcileri gözlerine kestirdiği arkadaşlarımıza işten çıkarma imaları yaparak AKP'ye oy istiyor ve verdikleri oyun fotoğrafını çekmelerini istiyorlar" dedi.(TKP'li adaylardan tepki: İşçiye değil patronlara baskı yapın) TKP Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkan Adayı avukat Emir Ahmet Arda, duruma tepki gösterdi. "Sendika temsilcilerinin kendilerine yakışanı yaparak AKP'ye oy topladıklarını Kale Kilit ve BSH'da çalışan arkadaşlarımızdan öğrendik" diyen Arda, "Siyasi iktidara yedeklenen bu sendikalar ne kendi işçilerinin hakkını düşünüyor ne de siyasi bir ahlaka sahip. Bu utanç dolu işten vazgeçmeleri konusunda kendilerini uyarıyoruz!" şeklinde konuştu. TKP Çerkezköy Belediye Başkan Adayı Muhsin Zaman da, "Türk Metal'in sendika temsilcileri, sizin görevinizi size hatırlatalım. Sizin baskınız işçiye değil patrona olacak. Siyasi iktidarın eteklerinden çıkın, onların paçalarını öpmeyi bırakın patronlara baskı yapın" diyerek Türk Metal temsilcilerini uyardı.

AB'den Bosna Hersek'le üyelik müzakerelerine başlama kararı (soL)

Avrupa Birliği (AB), Bosna Hersek ile üyelik müzakerelerine başlama kararı aldı.  Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel, Brüksel'de düzenlenen AB zirvesi sürerken sosyal medya üzerinden açıklama yaptı. Bosna Hersek'e yönelik "Yeriniz Avrupalı ailemizde" ifadesini kullanan Michel, "Bugünkü karar AB yolunuzda ileriye doğru atılmış önemli bir adımdır. Halkınızın istediği gibi Bosna-Hersek'in istikrarlı bir şekilde ilerlemesi için sıkı çalışmanın devam etmesi gerekiyor" mesajını paylaştı. Bosna Hersek, üyelik başvurusunu 15 Şubat 2016'da yapmış, aday ülke statüsünü 15 Aralık 2022'de almıştı. AB Komisyonu, 12 Mart'ta, Bosna Hersek'le katılım müzakerelerine başlanması konusunda tavsiye kararı aldığını bildirmişti. 

SGK’da ilaç ve tıbbi cihaz yolsuzluğu: Soruşturma kapatıldı (soL)

                                                Eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in “Sorumluları yargıya hesap verecek, sonu kime ve nereye giderse gitsin” diyerek varlığını kabul ettiği 1 milyar liralık yolsuzluk soruşturmasını takipsizlik kararıyla kapattı. Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kuzeni Mehmet Soylu’nun, kamuyu zarara uğrattığı öne sürülen firmalardan birinde yönetim kurulu üyesi olduğu ortaya çıkmıştı. Mehmet Soylu daha sonra bu görevinden istifa etmişti. Eski İçişleri Bakanı Soylu’nun kuzeni Mehmet Soylu, medikal işi yapan ve yönetim kurulu üyesi olduğu şirketin hastanelere milyonlarca liralık ürün sattığı ortaya çıktıktan sonra istifa etmiş, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, aynı firmanın 15 liralık medikal ürünü SGK’ya bin liraya sattığını öne sürmüştü. Ankara Başsavcılığı Memur Suçlarını Soruşturma Bürosu yolsuzluk soruşturmasında takipsizlik kararı vererek dosyayı kapattı. Takipsizlik kararında yer verilen SGK müfettişlerinin tespitleri ise kurumdaki usulsüzlükleri gözler önüne serdi. T24'te yer ala habere göre, karar "varis tedavisinde kullanılan malzemenin sahte bilimsel makaleler ve sahte kodlar ile kalp ameliyatlarında kullanıldığı, gerçekte ucuz olan cihaz ve malzemelerin kasıtlı olarak yüksek tutarlı SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) kodları ile eşleştirerek kamu zararına neden olunduğu, eski Çalışma Bakanı Jülide Sarıeroğlu’na imzalatılan evrakta değişiklik yapılarak Resmi Gazete’de yayımlatıldığı” gibi çok sayıda yolsuzluk ve usulsüzlüğü de ortaya çıkardı. Dosyaya giren bilirkişi raporunda da hem kamu görevlileri hem de firma yetkililer aklandı. Raporda, eski Bakan Bilgin’in 1 milyar lirayı bulduğunu söylediği yolsuzluk için, “kamu zararının tespit edilemediği” öne sürüldü. SGK’nın bu rapora “uzman olmayan kişi tarafından hazırlandığı” gerekçesiyle yaptığı itiraz üzerine ikinci kez alınan bilirkişi raporunda da benzer tespitler yapılarak, kamu zararının oluşmadığı, kullanıma uygun olmayan ürünler için baskı yapılarak “uygun” kararı aldırıldığına ilişkin somut delil olmadığı, Resmi Gazete’deki tebliğin bilinçli olarak engellendiği iddiasının yerinde olmadığı, komisyon üyelerinin firma lehine hareket ettikleri iddiasının soyut olduğu gibi değerlendirmeler yapıldı. Öte yandan SGK’nın soruşturma için görevlendirdiği sekiz müfettişinin, firmanın şikayeti üzerine teftişten geçtiği, hazırladıkları raporun tekrar incelendiği ancak bir eksiklikle karşılaşılmadığı öğrenildi.

'Adalet yoksa oy da yok' tişörtü giyen emekliye cumhurbaşkanına hakaret davası (soL) 

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün Isparta'da partisinin 15 Temmuz Cumhuriyet ve Demokrasi Meydanı'nda düzenlenen mitinginde konuştu. Erdoğan mitingde, "Türkiye bugün 32 milyonu bulan çalışan, 16 milyona ulaşan emekli sayısıyla gerçekten çok farklı bir ligin oyuncusudur. Biz güven ve istikrar iklimini muhafaza ederek diğer faktörler ne olursa olsun ülkemizin hedeflerinden sapmasına asla izin vermedik" ifadelerini kullandı. Ancak geçim derdi günden düne büyüyen ve ek zam talebi "kaynak yok" diyerek yerine getirilmeyen emekliler, yurdun dört bir yanında önceki gün sokağa inmişti.(Gözaltına alındı) "Emeklilikte Adalet Derneği"nin Isparta temsilcisi Y.B. de AKP’nin Isparta mitingine giderek kademeli emeklilik hakkında taleplerini duyurmak istedi. Üzerine "Emeklilikte adalet yoksa oy da yok reis" yazılı tişörtle alana giden Y.B. gözaltına alındı ve hakkında "Cumhurbaşkanına hakaret" iddiasıyla dava açıldı. Duruma tepki gösteren CHP Isparta Milletvekili Hikmet Yalım Halıcı, “Bu yaşananlar diktatörlüklerde dahi olmaz” dedi. AKP iktidarının adalet kelimesine dahi tahammül edemediğini ifade eden Halıcı, “Dünyanın neresinde bir siyasi toplantıda adalet kelimesi yasaklanmıştır? Maalesef Türkiye'de! Hem de isminde 'Adalet' olan Adalet ve Kalkınma Partisi mitinginde. Türkiye'de önce adaleti yok ettiler, şimdi ise 'adalet' kelimesine dahi tahammül edemiyorlar” ifadelerini kullandı.

Seçim öncesi Erdoğan'dan rekor harcama: 'AKP propagandası için ne kadar harcandı?' (soL)

CHP Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Deniz Yücel, Cumhurbaşkanlığı'na ait örtülü ödenek harcamasının geçen yılın ocak-şubat dönemine göre bu yıl yüzde 238 oranında artmasını soru önergesiyle Meclis gündemine taşıdı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na soru önergesi veren Yücel, şunları kaydetti:   “Gizli hizmet bedeli olarak bilinen örtülü ödenek harcamaları, 5018 sayılı ‘Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun’ 24.maddesine göre Cumhurbaşkanının ve ailesinin kişisel harcamalarında ve seçim çalışmalarında kullanılamıyor. Evet kanuna göre kullanılamıyor fakat Cumhurbaşkanlığı’na güvensizlik öyle bir noktada ki denetleme görevindeki tüm kurumların tek adamın elinde olduğu bir ülkede ne yazık ki bu hiç inandırıcı değil. Çünkü varlık fonu gibi, gizli hizmet bedeli adı altında örtülü ödenek gibi uçsuz bucaksız kaynaklar kanunen denetlenemiyor.”('Örtülü ödenek kullanım alanlarını Cumhurbaşkanı belirliyor, kamuoyu ile paylaşılmıyor') ANKA'nın haberine göre, Cumhurbaşkanlığı’nın  örtülü ödenek harcamasının şubat ayında 1 milyar 897 milyon TL ile aylık bazda rekor kırdığını, bu oranın geçen sene şubat ayında 373,3 milyon TL olduğunu hatırlatan Yücel, harcamaların 5'e katlandığına dikkat çekti. Seçim öncesi gizli harcamaların arttığına işaret eden Yücel, şunları kaydetti: “5018 sayılı Kanunun ilgili maddesindeki düzenlemede örtülü ödeneğin kullanılacağı alanlar belirlenmiştir.  Ancak gerek 2024 yılı Ocak-Şubat dönemi gerekse şubat ayı örtülü ödenek harcamalarındaki olağanüstü artış, bu ödeneğin amacı dışında kullanıldığı şüphesini güçlendirmektedir. Her ne kadar ilgili Kanunda bu ödeneğin siyasi partilerin propaganda ve seçim çalışmalarında kullanılamayacağı belirtilmiş olsa da ülkemizde yerel seçimlere sayılı zaman kala örtülü ödenek harcamalarının bu kadar artmış olması akıllarda soru işareti bırakmıştır. Bunun yanında örtülü ödenek kullanım alanları Cumhurbaşkanı tarafından tek başına belirlenmektedir. Örtülü ödenek bütçesi ve bu bütçeden yapılan harcamalar kamuoyu ile paylaşılmamakta, bu bütçe şeffaflıktan uzak bir şekilde kullanılmaktadır.”('Yüzde 238 artışın nedeni nedir?') Yücel, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz’a şu soruları yöneltti: "2024 yılı Ocak- Şubat dönemi örtülü ödenek harcamalarının 2023 yılının aynı dönemine göre yıllık bazda yüzde 238 oranında artmasının nedeni nedir? 2024 yılı şubat ayı örtülü ödenek harcamalarının 2023 yılı aynı ayına göre yaklaşık 5 kat artmasının nedeni nedir? 2024 yılı Ocak- Şubat döneminde ülkemiz milli güvenliğini ilgilendiren alanlar hariç olmak üzere hangi alan için örtülü ödenekten ne kadar kullanılmıştır? 2024 yılı Ocak-Şubat döneminde Cumhurbaşkanı tarafından, AKP’nin seçim propagandasında kullanılmak üzere örtülü ödenekten ne kadar harcama yapılmıştır?"('Örtülü ödenek' nedir?) Kanuna göre örtülü ödenek şöyle tanımlanıyor: “Kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, Devletin millî güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili Devlet ve Hükümet icapları için kullanılmak üzere Cumhurbaşkanlığı bütçesine konulan ödenektir”. İlgili maddeye göre “kanunlarla veya Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle verilen görevlerin gerektirdiği istihbarat hizmetlerini yürüten diğer kamu idarelerinin bütçelerine” de örtülü ödenek konulabiliyor.

(soL)



Murat Kurum'un malvarlığında dikkat çeken detay - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 

AKP’nin İBB Başkanı Adayı Murat Kurum malvarlığını açıkladı. O listede yer alan bir ayrıntı ise dikkatlerden kaçmadı. Kurum’un malvarlığında yer alan daire ayrıntısının arka planında ne var? İşte yanıtı...

Söz mü gerçektir yoksa eylem mi?

AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Kurum malvarlığını açıkladı. Kurum’un malvarlığında bir detay dikkat çekti. Kurum, 2023 yılının Temmuz ayında İstanbul Kağıthane’den eşinin adına 22 milyon liralık bir daire almıştı. Öte yandan Kurum’un bu daire nedeniyle 14 milyonluk bir borcu görünüyordu. Kısacası Kurum, 22 milyona satın aldığı daire için inşaat şirketine 14 milyon borcunun kaldığını söylüyordu.

Bir yolsuzluk ithamında bulunmuyoruz. Zira ortada bunu söyleyecek delil yok. Ancak siyasi etik adına tartışmalı bir durum var.

Neden mi?

Şöyle anlatayım…

EVİ DEĞERLİ YAPAN ARAZİ

Kurum’un aldığı ev, kendi beyanına göre Kağıthane’deki Avrupa Konutları’nda bulunuyor. Nitekim kendi beyanına göre borcu da projenin müteahhiti "Avrupakent Aksoylar Adi Ortaklığı" şirketine. Bu ortaklık, Kağıthane Arıcılar mevkiinde "Avrupa Konutları Çamlıvadi" adıyla dev bir site inşa etti. Sitenin mülkleri internet sitesinde şöyle tanıtılıyor: "İstanbul Kağıthane’de, Vadistanbul’a yakın bir noktada yer alan Avrupa Konutları Çamlıvadi, 919 bağımsız bölümden oluşmaktadır. İnşaatı süren ve İstanbul Havalimanı’na ulaşacak M11 metro hattının Hasdal istasyonuna yakın konumda bulunan Avrupa Konutları Çamlıvadi, sakinlerine hem şehir hem de ormanı bir arada sunmaktadır."

Kısacası kendilerinin de söylediği gibi, bu çok değerli konutları kıymetli yapan sadece inşaat değil. Arazinin de stratejik bir yerde olması.

İMARDA TOKİ VE BAKANLIK PARMAĞI

Peki Kağıthane Arıcılar mevkiinde yer alan arazinin hikayesi ne?

Aslında bu alan bir gecekondu bölgesiydi. Gecekondu Önleme Kanunu’na dayanarak bölgede bir gecekondu yıkımı yapıldı. Amaç gecekondulaşmayı sözde önlemekti. Yani mevcut plana göre bu ölçekte lüks konut yapılması mümkün değildi. 2015 yılında TOKİ’nin verdiği uygunluk görüşü ile Bakanlık tarafından imar planı değiştirildi. Bölge konut-ticaret alanına alınıp, emsali 1.80’e kat yüksekliği de 10 kata çıkarıldı. Böylece bölgede lüks konutun önü açıldı. Sivil toplum örgütleri plana iptal davası açtı ve planı iptal ettirerek değişikliği geciktirdi. Ancak 2020’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın oluruyla plan tadil edilerek yeniden onaylandı.

İşte Bakanlığın sayfasındaki o karar:

2020’de böylece ruhsat alındı ve inşaata başlandı. Kısacası buralara lüks konut yapımında TOKİ’nin ve Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın katkısı oldu.

ARAZİYİ DE TOKİ SATTI

Peki mülkiyet ilişkilerinde TOKİ’nin ve Bakanlığın katkısı oldu mu?

Bir detay da bu. Proje alanının bir bölümünde, gecekondulardan temizlenen arazileri şirket satın almıştı. Arazinin bir bölümü ise TOKİ’ye aitti.

İşte arazideki mülkiyet dağılımı:

Avrupakent Aksoylar Ortaklığı ile TOKİ arasında arsa satış sözleşmesi imzalandı. Arazi TOKİ’den alındı. Şirkete verildi.

İşte TOKİ’nin elinde bulunan arazinin tapusu:

Kısacası TOKİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2015’ten 2020’ye giden süreçte, hem araziyi satan hem de imarında değişiklik yapan kurumdu. Araziyi yaptıkları imar değişiklikleriyle değerli hale getirdi, satışlarla inşaatın önünü açtı.

LÜKS SİTEDE KURUM KATKISI

Peki Murat Kurum?

2005-2018 aralığında TOKİ’de çeşitli pozisyonlarda çalışan Kurum, 2009-2018 aralığında TOKİ iştiraki Emlak Konut Genel Müdürlüğü yapmıştı. 2018’de ise Çevre ve Şehircilik Bakanı olmuştu. Kısacası Murat Kurum, şirketin elindeki arazinin kıymetlenmesine neden olan kurumların en kritik koltuklarında oturuyordu.

İşte siyasi etik sorunu da burada. Kurum’un yönettiği kurumlar sayesinde imarı değişen, değerlenen ve lüks inşaata dönüşen siteden Kurum’un daire alması kafalarda soru işareti yarattı. Öyle ya, Avrupakent Aksoylar Adi Ortaklığı’nın bakana en hafifinden bir "teşekkür borcu" vardı! Bu da siyasi etik meselesini yeniden gündemize getirdi.

KAĞITHANE’Yİ NASIL BİTİRDİ

Meselenin birde acıklı kısmı var. 2020’de Bakanlık plan değişikliği yaptı dedik ya. Bakın, söz konusu plan değişiklik gerekçe raporunda ne yazıyor:

"Kentsel alan içinde kalan Kağıthane’de bitki örtüsü çok az yerde görülür. Kağıthane Deresi’nin Haliç’e yakın yerlerinde büyük ağaçlar bulunur. Bu ağaçlar, sanki geçmiş Kağıthane günlerine özlem duymaktadır. Bir zamanlar dünyanın en güzel köşelerinden biri olan Kağıthane mesiresinden geriye kalan ve gölgeleriyle insanlara huzur veren, işte bu ağaçlardır. Kemerburgaz’a dek uzanan dereboyu yakın zamana kadar sebze bahçeleriyle doluydu. Buralarda çiçek ekimi de önemli bir yer tutardı. Kağıthane Vadisi’nin güney yamaçlarında ve düz alanlarda kurulan seralarda mevsimlik çiçekler yetiştirilirdi. Günümüzde Kağıthane’nin ana yerleşim alanları içinde kalmış olan Çağlayan, Gültepe ve Çeliktepe mahalleleri, 50 yıl öncesine kadar fundalıklar, dutluklar, sebze ve çiçek bahçeleriyle kaplıydı."

Kısacası İstanbul’un ranta teslimi bizzat Bakanlığın raporunda acı bir şekilde itiraf ediliyordu. Kurum, önünü açtığı rant sitesinden borca daire alırken, bugün İstanbul’u ranttan kurtarma vaadinde bulunuyor.

İnsanın sözüne değil, eylemine bakacaksak sizce inandırıcı mı?

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet