2 Nisan 2024 Salı

Birgün KÖŞEBAŞI - 2 NİSAN 2024 -

 

Harç gevşedi, iktidar çözüldü(Berkant Gültekin)

Erdoğan’ın ‘94 Ruhu’nu çağırdığı 2024 yerel seçimleri, iktidar bloku açısından hezimetle sonuçlandı. İstanbul ve Ankara’daki bozgunlar bir yana, ilk kez birinci parti olma konumunu kaybeden AKP, 2019’a göre çok ciddi bir kan kaybı yaşayarak elindeki il belediyesi sayısının 39’dan 24’e düşmesine engel olamadı. AKP Balıkesir, Bursa ve Denizli gibi büyükşehirleri CHP’ye kaptırdı; Urfa’da da Yeniden Refah’a yenildi. Bunun üstüne bir de ittifak ortağı MHP’nin elindeki tek büyükşehir olan Manisa’da CHP’ye boyun eğmesi eklendi.

Seçimin kazananı hiç şüphesiz CHP oldu. Tarihi bir başarı elde eden parti, neredeyse yarım asır sonra Türkiye genelinde ilk defa bir seçimden birinci olarak çıktı. CHP, toplamda aldığı yüzde 37,8’lik oyla yüzde 35,5’te kalan AKP’yi geride bıraktı ve 81 il belediyesinin 35’inde kontrolü ele geçirdi. CHP ayrıca büyükşehirlerde de AKP’ye 14’e 12 üstünlük kurdu. Ege’de tam hakimiyet sağlayan CHP, kendisini “kıyı partisi” etiketinden kurtararak İç Anadolu’ya doğru etkileyici bir hamle yaptı. Yanı sıra Adıyaman, Kastamonu, Kilis, Afyon, Kütahya ve Giresun gibi kazanmasına neredeyse ihtimal verilmeyen şehirlerde yarışı önde tamamladı.

31 Mart akşamı şekillenen Türkiye tablosunun beklenen bir netice olduğunu söylemek zor. Henüz 10 ay önce gerçekleşen seçimde kazanacak gibi görünen muhalefet tel tel dökülmüş, cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi ülkedeki çok boyutlu kriz haline rağmen AKP-MHP cephesinin galibiyetiyle noktalanmıştı. Seçimden sonra da muhalefet ittifakı dağılmış ve her biri aynı yöne savrulmuştu. Bu şartlarda muhalefet nasıl olacaktı da iktidar karşısında başarılı bir yerel seçim performansı ortaya koyabilecekti…

Ne var ki Türkiye enteresan bir ülke. Özellikle son iki seçimdeki tahminlerin pek isabetli olmaması da bunun bir yansıması. Siyaseti çok uzun yıllardır izleyen insanlar bile olan bitene hayret etmekten kendini alamıyor. Yine de seçimin ardından kayıtlara geçen veriler, beklenmedik değişimlerin nereden kaynaklandığını anlamak için fikir veriyor.

Seçimin galip partisinin CHP olduğu tartışılmaz. Bu başarının doğrudan CHP ile ilgili olan tarafları var. Birincisi CHP, yerel seçimde kendi tabanını konsolide etmeyi bildi. Artı, mevcudun üzerine yeni oylar da ekledi. Moral bozukluğuna yol açan Mayıs mağlubiyetinden çok kısa bir süre sonra bu bütünlüğü sağlayabilmenin oldukça önemli bir yönetimsel başarı olduğunun altını çizmek lazım. Ayrıca adaylar da kendi yerellerinde alkışlanacak kampanyalar yürüttü. CHP bunu hiç şüphesiz ki yaşadığı değişime borçlu. Eğer değişim olmasaydı, ki içeriği hâlâ tartışılabilir, CHP’nin yerel seçimde bu konuma erişmesi hayalden öteye gidemezdi. Öte yandan CHP, doğrudan kendi tabanına dahil olmayan ancak oy tercihini AKP’ye kaybettirme hedefiyle belirleyen yurttaşların da desteğini almayı başardı. Yani taban ittifakı formülü tuttu ve CHP diğer muhalefet partilerinin geçmiş seçimlerde aldığı oyu kendi bünyesinde toplayabildi. Başta İstanbul olmak üzere bazı kentlerdeki ezici galibiyet bu sayede mümkün oldu.

Fakat CHP’nin iç konsolidasyonu ve 2019’a göre fazladan aldığı 3,5 milyon oy, Türkiye genelindeki büyük değişimi açıklamaya yetmiyor. Buradaki anahtar rol, iktidar blokundaki gevşemede. CHP’nin oransal ivmesi de (30,1’den 37,8’e), büyük oranda karşı tarafın çözülmesiyle ilgili. 2019’daki yüzde 84 katılımlı seçimin aksine yüzde 78,1 katılımlı 2024 yerel seçimi, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana en düşük katılımlı üçüncü seçim olarak kayıtlara geçti. Buna genel seçimler ve 2014’ten itibaren yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri de dahil. Türkiye, 31 Mart 2024'te son 20 yıldaki en düşük katılımlı yerel seçimini gerçekleştirdi. Haritadaki renk değişimi ve büyükşehirlerdeki farklar da temelde bu dinamiğe bağlı olarak yaşandı.

2019’da 57 milyon olan kayıtlı seçmen sayısı bu seçimde 61,4 milyona yükseldi fakat AKP’nin 5 yıl önce 20,5 milyon olan oyu bu kez 16,3 milyona kadar geriledi. Mayıs 2023 seçimleriyle kıyaslandığında da önemli oranda seçmenin sandığa yönelmediği göze çarpıyor. Yurt içinde 54,3 milyon seçmen geçen yılkı seçimlere katılım gösterirken, bu yerel seçimde sayı 48,2 milyonda kaldı. Eksik kalan 6 milyonu aşkın seçmeni, çok büyük oranda önceki seçimlerde AKP’ye oy vermiş yurttaşlar oluşturdu. AKP’nin bir kısım oyu da hanesine 2,4 milyon oyu yazdırmayı başararak seçimden 3’üncü parti olarak ayrılan YRP’ye gitti. CHP’nin (ya da ittifakın) bir önceki yerel seçimde  aşağı yukarı aynı oyu aldığı kentlerde belediyeleri kazanması, AKP’nin sandığa gitmeyen ya da YRP’ye akan oyları sayesinde mümkün olabildi. Örneğin Bursa’da CHP adayı Mustafa Bozbey 2019’da aldığı yüzde 47’yi, 0,6 puan geliştirdi ama AKP esas darbeyi küskün seçmenlerinden yedi. AKP’nin 898 bin olan oyu 693 bine düştü ve YRP’de kümelenen yüzde 5’lik dilim, 5 yıl önce aldığına yakın bir oy oranıyla Bozbey’e seçim galibiyetinin kapısını araladı. Bu sadece bir örnek, birçok kentte daha benzer bir örüntü söz konusu. Elbette bunun dışında, adayların özel fark yarattığı yereller de oldu.

Seçim sonuçlarının doğru tahmin edilememesinin nedeni, iktidar seçmenindeki davranışın önceden kestirilememesiydi. Muhalefetin kazandığı potansiyel üzerinden yapılan değerlendirmeler bu nedenle isabetli olamadı. Bu nedenle sonuçları sadece oranlar üzerinden okumak yanıltıcı olabilir. Türkiye’de hâlâ seçmen havuzları arasında kırılma yaratacak düzeyde bir geçişkenlik yok. Geçişkenlik yok değil ama bazı yerellere özgü ve kısıtlı. Yerel seçimdeki değişim, 2023 Mayıs’ında Erdoğan’ın arkasında birleşen, lidere sadakat ve milli/dini söylemler üzerinden seçime motive olan iktidar tabanının, 2024 Mart’ında AKP/MHP adaylarına ya da kurumsal olarak AKP kimliğine karşı aynı sahiplenici yaklaşıma sahip olmaması ve alternatif bir sağ aktörün kısmi etkisi nedeniyle yaşandı. Bir bakıma harç gevşedi, iktidar çözüldü. Sağ taban Mayıs’ta yan yana duran muhalefete geçit vermemek için Erdoğan’a elini uzattı ancak Mart’ta iktidara kontrolsüz bir gücü bahşetmeye aynı derecede istekli olmadı. Nedenleri tartışılabilir. İlk akla gelenler ekonomik kriz, geçim sıkıntısı, emeklilere reva görülen yaşam, Filistin konusundaki samimiyetsizlik, bürokrasideki yozlaşma ve keyfilik… Muhalefetin parçalı hali, iktidar seçmenini bir şeyleri korumak adına sandığa koşma hissiyatından alıkoymuş da olabilir. Bununla birlikte iktidara yönelen bir tepkinin, en azından memnuniyetsizliğin varlığı yadsınamaz.

Sebep ne olursa olsun artık CHP’nin önünde yeni ve çok önemli bir fırsat var. Yerellerde kazanılan iktidarlar, ekonomik ve sosyal kriz koşullarında birer mevzi olarak değerlendirilmeli. Buralarda hayata geçirilecek politikalar, geniş halk kesimlerinin CHP’ye dönük bakışında belirleyici referanslar olacak. Partinin ülkeyi yönetip yönetemeyeceğine dönük toplumsal kanı, büyük oranda yerel yönetimlerde ortaya konacak performanslar üzerinden oluşacak. CHP bu fırsatı iyi kullanırsa, işte o zaman memleketin siyasi dengeleri bir daha eskisi gibi olmayacak şekilde değişebilir.

                                                            /././

Kolları sıvayıp yola koyulunca...(Gözde Bedeloğlu)

Yerel seçimler, dünyada başka ülkelerin merak edeceği bir aktivite değil. Beşiktaş'ın çöpünü kimin toplayacağından Amerika'ya ne? Biz soruyor muyuz İngiltere'de muhtar adayları kimdir diye? Ancak bir ülkenin cumhurbaşkanının, 17 bakanla birlikte İstanbul'da yerel seçim çalışması yürütüp ilçe ilçe gezmesi elbette ilgi çekici. Hatta Z kuşağının değimiyle biraz 'cringe.'

Dolayısıyla, 31 Mart'tan önce dış basında yayınlanan seçim tahminlerinde AKP'nin İstanbul'u geri alıp almayacağı üzerinde en çok durulan konu oldu. BBC Türkçe'nin dünya basınından derlediği analizlere göre yerel seçimler Türkiye'nin geleceğine karar verecekti. Anadolu coğrafyasının sakinleri olarak, çoğumuz bu iddiadan yaklaşık bir yıl önce vazgeçmiştik. Her şey, felaket seviyesinde kötü gitmesine rağmen beklenen değişim olmamıştı, olmayacaktı da. Bu yılgınlık, bıkmışlık insanda o iki metrelik oy pusulasını zarfa tıkıştıracak derman bırakmamıştı. Tarkan'ın 'Geççek' şarkısı çalmıyordu artık hiçbir yerde. Sandığa gitmeyeceğini söyleyenler hiç de az değildi. Ama şurada biz bizeyiz, tanırız birbirimizi, yeterli söylenme seviyesine ulaştıktan sonra kararlarımızı yeniden gözden geçirmek gibi bir huyumuz vardır. Evet, katılım oranında 2019 seçimine göre 6 puanlık bir düşüş olmuş ama %78 de hiç fena değil. Türkiye, oy pusulası aracılığıyla konuşmayı hep sevdi.  

İngiltere'nin The Economist dergisi, yerel seçimlerde 'kaçınılmaz olarak' AKP'nin 'ülkenin çoğunluğunda galip geleceğini' yazmış. Yani tamam, CHP'nin Anadolu'nun derinliklerine süzülüp Adıyaman'a ulaşacağını kimse tahmin etmemişti ama Yozgatlı emekli dayının küfürlü isyanı da bir şeylerin habercisi gibiydi. Nerden bilecekti The Economist, iktidarın açlıkla sınadığı emekliye MHP'li vekilin “her şeyi devletten bekleme, ek iş bul, simit sat” diyerek sinir uçlarıyla oynadığını. Yine de hakkını teslim edelim, öngörü, Erdoğan'ın önündeki en büyük zorluğun ekonomi olduğunu içeriyor. İsrail'de yayımlanan Haaretz gazetesi de benzer bir izlenimle, yerel seçimlerin Türkiye'deki kasvetli gidişatı devam ettiren bir şekilde sonuçlanacağını öngörmüş. Amerika'da yayımlanan Foreign Policy dergisi, ekonomideki kötü gidişata dikkat çekse de Erdoğan faktörünün önemini vurgulamış. Özetle, yerel seçimin sonucunda, Türkiye'de demokrasinin tamamen sönme yoluna girebileceği uyarısı yapılmış. Yozgatlı dayının küfürleri İngilizce'ye çevrilmiş olsaydı, dipten gelen emekli dalgası belki bu karamsar yorumları biraz yumuşatabilirdi.

Geçen yıl (14 Mayıs) seçim günü, bu köşede şöyle yazmıştım: “Otokrasiler sandıkta yenilir mi? Yerini, yeniden demokrasi alabilir mi? Evet. Devleti çiftliği, halkı tebaası gibi gören siyaset anlayışı insanlarda hiçbir iyiliği, umudu hak etmediğine dair bir değersizlik hissi oluşturur. Bundan sıyrılıp gücünü fark etmiş ve hakkını geri almaya kafayı takmış milyonlarca insanın karşısında durmak imkânsızdır. Bu akşam sandıklar açıldığında sorunlarımız kendiliğinden kaybolmayacak. Umarım tercihlerimizin toplamı, derince bir nefes alıp özgürlüğümüz için mücadeleye kararlı bir halk olduğumuzun bütün dünyaya ilanı olur.” O gün, bugün değilmiş. Seçimden sonra bir yazı daha yazmış ve sonucu değerlendirmeye çalışmıştım: “Seçmenin neredeyse yarısı siyasette değişim istediğini gösterdi. Bir kesim ise, belli ki bunun için kendini yeteri kadar güvende hissetmiyor. Önümüzde yerel seçimler var. Ev ev, sokak sokak, mahalle mahalle gezmeyi gerektiren yerel seçim çalışmaları, muhalefet için tereddütlü ve değişimden korkan seçmenle bir araya gelmek için önemli bir fırsat olarak görülüp değerlendirilmeli. Kolları sıvayıp yola koyulma zamanı. Demokrasinin, sandıklara atılan oylardan ibaret olmadığı ziyadesiyle idrak edildi diye umut ediyorum.”

31 Mart seçim sonuçları Türkiye'nin ana muhalefet partisi CHP'nin kolları sıvayıp işe koyulduğunu gösteriyor. Son bir yılda daha da yoksullaşan, barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan insanların karşısına çıkarılan 600 ev sahibi, kent lokantalarını, yoksulluğu küçümseyen iktidar adaylarlarının da unutulmaz katkısıyla, CHP Türkiye genelinde çok önemli bir başarı elde etti. Bunda 'özü başına' bir seçim süreci geçirmesinin etkisi de var, yoksulluğun ideolojik sınırları ortadan kaldırmasıyla daha önce oy alamadığı kesimlere ulaşabilmesinin de ve hali hazırdaki belediye başkanlarının beş yıllık hizmet başarılarının da...

Halk, parası plastik dinazorlarla çarçur edilmeyip önüne üç tas sıcak yemek olarak konduğu zaman, ya da sıcak bir öğrenci yurdu ya da çocuğunu emanet edebileceği bir kreş bulabildiğinde, bu zamana kadar kendinden nelerin çalındığını daha somut bir şekilde görebildi. 2024 seçimi, sonuçları bakımından her ne kadar çökertilen ekonomiye bir tepki olarak okunabilirse de, rantçılık yerine halka hizmeti öne koyan belediyelerle geçirilen son beş yıllık deneyim yabana atılamaz.  

31 Mart öncesi dünya basınındaki karamsar öngörüler 1 Nisan itibariyle hızla dağıldı. Gazeteler, ana muhalefetin beklenmedik bir darbeyle Erdoğan'a karşı net bir zafer kazandığından bahsederken Ekrem İmamoğlu için ulusal bir kaderin şekilendiği yorumunu yapıyor. Kazandığı her seçimi ülkeyi istediği gibi yönetme vizesi sayan Erdoğan'ın karşısında artık spotları üzerine çeken potansiyel yeni bir lider var. Üç gün önce, demokrasimizin tamamen sönme yoluna girebileceği yazılmıştı, bugün yerel seçim sonuçlarının siyaseti alt üst edebileceği düşünülüyor. Dünya da bizim gibi bizi anlamaya çalışıyor. 

                                                               /././

Bahar gelmiş memleketime(Hayri Kozanoğlu)

Türkiye toplumu; laikliği hiçe sayan uygulamalara, cemaat ve tarikatlara, halka üstten bakan yöneticilere, gelir ve servet dağılımındaki bozulmaya, ekonomideki kötü gidişe ”artık yeter!” ültimatomu vermiştir.

Tayyip Erdoğan 31 Mart 2024 seçimlerinde siyasi kariyerinin en ağır yenilgisini yaşadı. Halk bir anlamda 2023 seçimlerindeki yanlış oy tercihinin  “öz eleştirisini” yaptı, AKP-MHP’nin başını çektiği Cumhur İttifakı’na dur dedi. Siyasette böyle keskin bir ivme kaybı durdurulamaz, Erdoğan’ın düşüşü kolayca önüne geçilemez, seçim manevraları nedeniyle yakıştırılan “Büyük Usta” sıfatı dahi bir noktadan sonra para etmez. Bu seçim ayrıca yürütme-yasama-yargı kuvvetler ayrılığı ilkesini hiçe sayan Cumhur Başkanlığı Yönetim Sistemi’ne de kırmızı karttır, Türkiye gibi bir ülkenin kurumsal yapıları, demokratik teamülleri hiçe sayan bir zihniyetle,  tek kişinin iradesiyle yönetilemeyeceğinin de anlaşılmasıdır.

İsterseniz seçim sonuçlarını 10 maddede bir özetlemeye çalışalım;

1- Türkiye toplumu; laikliğe hiçe sayan uygulamalara, ülkenin adeta bir tarikatlar-cemaatler koalisyonu, yandaşlık şebekeleriyle yönetilmesine, halka üstten bakan yöneticilere, gelir ve servet dağılımı hızla bozulurken en son belediye başkan adaylarının fahiş servetleriyle gözler önüne serilen aşırı zenginleşmeye, ekonomide kötü gidişe “artık yeter!” ültimatomu vermiştir.

2- Aslında 2019 seçimleriyle de ortaya çıkan bir eğilim, başta İstanbul, kozmopolit, metropol kentlerin, Erdoğan gibi otoriter liderlere, muhafazakar yaşam tarzının dayatılmasına geçit vermemesi olgusu perçinlenmiştir. Bu ruh hali aslında dünyanın başka coğrafyalarında da gözleniyor, özellikle Doğu Avrupa’da “sağ popülist” liderler taşranın ve kırsal kesimin desteğini alırken, başkentlerde, finans, kültür ve eğitim merkezlerinde seçimleri kaybediyor.

3- Bu seçimler bir yönüyle, CHP’nin 1946’dan sonra %33.3 oy oranı ile birinci parti haline geldiği, Ecevit’in Karaoğlan sembolüyle liderliğinin onaylandığı 1973 seçimine benziyor. Bu yanıyla Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu liderliği benimsenmiş görünüyor. Bir yönüyle de, 80’li yıllara damgasını vurmuş Turgut Özal’ın ağır bir seçim yenilgisiyle hızla etkisini ve prestijini yitirmeye başladığı 1989 yerel seçimlerine benziyor. Her iki süreç de geri dönüp bakılınca, CHP ve toplumsal muhalefet açısından üzerinde düşünülmesi, dersler çıkarılması gereken mesajlar içeriyor.

4- Aslında rakamların soğuk diline bakarsanız, 2017’den beri tüm seçim ve referandum süreçlerinde karşımıza çıkan, iktidar ve muhalefet blokları arasındaki 48-52 aralığına sıkışmış oy oranları 31 Mart seçimlerinde de gözlendi. AKP-MHP oyları üzerine Yeniden Refah’ı ve BBP, Hüda-Par ile marjinal partileri eklerseniz %48 oranına ulaşıyorsunuz. Yalnız bu kez %52 oy oranını  muhalefet bloku yakaladı. Böyle bakınca Erdoğan’ın Fatih Erbakan’a kızmaya hiç hakkı yok. Çünkü bugünkü %6.61 oy oranına bakarsanız, 2023’te onun desteği olmasaydı cumhurbaşkanı seçilmesinin iyice zora gireceği görülüyor. Buna karşın CHP’nin kazandığı büyük kentlerin hiçbirinde, Yeniden Refah’ın oyu eklense dahi AKP’nin kazanamayacağı anlaşılıyor.

5- CHP hem aldığı %37.6 oy oranıyla birinci parti haline geldi. Bu performans  AKP’nin iktidara geldiği 2002 seçimlerindeki %34,3 oranının da hayli üzerinde. Hem de yerel yönetimlerde kıyı kentleri, laik yaşam tarzına sahip yerlerin üzerine Afyon, Kütahya, Amasya, Bartın, Kilis, Adıyaman gibi hiç beklenmeyen illeri ekledi. Hatay hariç bıçak sırtı görülen Bursa, Balıkesir, Manisa gibi kentleri kazandı. Böylelikle bir anlamda Türkiye’nin partisi haline geldi. Bursa’nın da katılmasıyla tüm önemli metropol kentler CHP’nin eline geçmiş oldu.

6- Genel hatlarıyla başta İstanbul, 2019’da kazanılan kentlerde CHP’li yerel yönetimlerin halktan onay aldığı görüldü. Propaganda sürecindeki çamura bulanmış şehirler, berbat trafik, akmayan sular, beceriksiz yönetimler benzeri iktidar cephesinden gelen abartılı söylemlerin halkta karşılık bulmadığı görüldü. Aynı şekilde DEM parti ile birlikte yönetecekler iddialarına da itibar edilmedi. Kürt seçmen de büyük ölçüde CHP’li adaylara oy vererek, kendi camialarından yükselen milliyetçi seslere, “çözüm sonunda Erdoğan ile olur ”kestirme  yorumuna prim vermedi. Tüm eksikliklerine, yer yer piyasacı uygulamalarına karşın CHP’li yerel yönetimlerin başarılı olduğunu, ekonomik sıkıntılar karşısında sınırlı “sosyal belediyecilik” uygulamalarının seçmen üzerinde olumlu etki yaptığını, 5 yıl boyunca önemli bir yolsuzluk-usulsüzlük dosyasıyla karşılaşılmamasının da bu parlak sonucu verdiğini söyleyebiliriz.

7- “Boş tencere sandığa yansımaz” tezi yalanlandı. Aslında 2023 seçimlerinde dolar kurunu döviz rezervlerini yakmak pahasına 20 liranın altında tutmak, böylelikle enflasyonun patlamasını önlemek, KDV-ÖTV zamlarını seçim sonrasına ertelemek, çok düşük faizlerle hem geliri harcamalarına yetmeyenlerin borçlanarak gemiyi yüzdürmesini sağlamak, hem de bu sayede talebin canlılığını korumak politikası halkta “narkoz etkisi” yapmış, ekonomik sorunların hissedilmesini ertelemişti. Mehmet Şimşek’in kemer sıkma politikaları ise çok geçmeden dar gelirli yurttaşlar arasında etkisini gösterdi, özellikle emeklileri derin bir yoksulluğa sürükledi. Faiz artışları, borçlanarak yaşamını sürdürme olanağını da iyice maliyetli hale getirdi. Bu tepkiler haliyle sandığa yansıdı. Gençlerin umutsuzluğu, bir an önce kapağı yurtdışına atma gayretlerinin de elimizde henüz somut veriler bulunmamakla birlikte, Erdoğan’ın yenilgisinde rol oynadığı tahmin edilebilir.

8- Erdoğan’ın balkon konuşması, piyasaların korktuğu referandum olasılığını ortadan kaldırdı. Orta Vadeli Program ve 12. Kalkınma Planı üzerinden Şimşek döneminin süreceği iması, başta döviz, finansal piyasalarda sakin bir görünüm sağladı. Ancak AKP içerisinde kaçınılmaz biçimde, bu yüksek faizler, kemer sıkma programı yenilgimizi getirdi tartışması olacak. Özellikle TL kredi kullanan Anadolu sermayesinin yüksek faizlerden şikayeti artacak. Buna karşın, bu programdan bir kez saparsak ekonomi tamamen çöker tezini savunanlar da bulunacak. TÜSİAD ve piyasacı yorumcular da bu cepheye destek verecek. Önümüzdeki aylarda ekonomik durgunluğun belirginleşmesi, işsizliğin artmasıyla bu tartışmalar alevlenecek, muhtemelen bir hesaplaşmaya dönüşecek.

9- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs’ta Biden ile randevusu bulunuyor. Mevcut ekonomi programının büyük ölçüde yabancı para girişlerine bağlı olması; zaten Sisi ile barışma, Suudi Arabistan’la yumuşama, İsrail ile ticaretin Gazze’de yaşanan vahşete rağmen sürmesi gibi belirtiler de eklenince önümüzdeki dönemde Atlantik İttifakı ile yakınlaşma, AB ile yumuşama süreçlerinin deneneceği izlenimi veriyor. Bir anlamda 2002-2006 arası Batı’ya yanaşma döneminin tekrarı beklenebilir. Ama öte yandan balkondan yapılan konuşma Kürt sorununda şahin bir çizginin belirginleşeceğini, CHP’yi bu şekilde zor durumda bırakma, vatan, millet, bayrak edebiyatıyla hamaseti koyulaştırma stratejisinin izleneceğini düşündürttü. Batı ve Kürt eksenlerinde bağdaşması oldukça zor iki hattın nasıl birlikte yürütüleceğini zaman gösterecek. Bu çelişkilerin teşhiri muhalefet açısından büyük önem taşıyacak.

10- Halk ardı ardına yaşanan seçim döngülerinden bıktı. O nedenle CHP’nin şu ana kadar erken seçimi telaffuz etmemesi doğru bir yaklaşım görünüyor. CHP’nin düşeceği diğer bir tuzak da, erkenden Özel-İmamoğlu liderliği tartışmasına girmek olur. Özel’in hiç beklenmeyen illerdeki adaylık taktilerinin tutması, özellikle kendi memleketi Manisa’dan büyük destek görmesi ilk seçimi başarı hanesine yazdırdı. Şimdi CHP halkın önüne hem demokratikleşme, hem de ekonomi konularında somut çözüm önerileri, kapsamlı bir programla çıkmalı. 6’lı Masa ayak bağından kurtulması, iyice derinleşen gelir ve servet dağılımı çarpıklıkları çubuğu sola bükme, emekten yana açılımlar yapma olanağı veriyor. Son dönemde Avrupa’da en büyük başarıyı sağlayan “ortanın solu” parti olması dünyada da gözlerin CHP’nin üzerine çevrilmesini, Türkiye örneğinin yakından izlenmesini getirecek. Bu gerçek de yeni liderliğe ayrı bir sorumluluk yüklüyor. CHP ayrıca ilk fırsatta, Kürt bölgelerinde halkın iradesiyle seçilen belediye başkanlarının yerine kayyım atanması halinde karşılarında kendilerini bulacaklarını ilan etmeli, Kürt seçmenin Batı illerinde oylarıyla verdiği desteği karşılıksız bırakmamalıdır.

Bitirirken, Türkiye ilkbaharla birlikte en son Gezi sürecinde yaşadığımız umutlu, coşkulu, iyimser ruh haline geri döndü. Bu enerji toplumsal muhalefetin tüm kesimlerine sendikalara, meslek örgütlerine, son dönemlerde büyük dinamizm sergileyen ekolojist ve kadın hareketlerine de yansımalı. Talepleri toplumda yankı bulan emekliler bu moralle örgütlenmelerini yaygınlaştırmalı. Yeni dönemde demokratik eylemlerin meşruiyetinin artacağı, engellenmelerinin zorlaşacağı varsayımından hareket edilmeli. Sol, sosyalist partiler de ülkede esen bu sol rüzgardan nasibini almalı, topluma emekten yana kamucu çözümler sunmalı, laiklik konusundaki duyarlılıklarını sürdürerek CHP’yi de bu eksene çekmenin çabasını sergilemeli. Sol Parti’nin kazandığı Hozat ve Saratlı belediyeleri gibi örnekler üzerinden kamucu, dayanışmacı sosyalist yerel yönetim anlayışının hayata geçmesi için büyük çaba harcanmalı, bu şekilde CHP’li belediyelerin de yüzünü döndüğü güzel örnekler yaratılmalıdır.

                                                               /././

DEM, kayyumun hesabını sordu(Nurcan Gökdemir)
DEM Parti 2019 seçimleri sonrası kayyum atanarak elinden alınan Diyarbakır, Van, Mardin gibi şehirleri yeniden kazandı. Parti, 54 bin seçmen kaydırılması ile 10’un üzerinde belediyeyi kaybettiklerini savunuyor.

31 Mart yerel seçimlerinin kilit partilerinden olan Demokrasi ve Eşitlik Partisi (DEM Parti) Doğu ve Güneydoğu illerinde 2019 yılında elinden kayyum yoluyla alınan belediye başkanlıklarını kazandı. Parti ayrıca Ağrı ve Muş’u AKP’nin elinden geri aldı. Bölgede oy oranını korudu ancak Batı illerinde oylarında büyük gerileme görüldü. DEM seçmeninin “AKP karşıtlığı” temelinde oy kullandığı görüşü genel kabul görüyor şimdi merak edilen AKP’nin kayyum silahını yine kullanıp kullanmayacağı…

Yerel seçimlerden bir gün sonra görüşlerine başvurduğumuz DEM Parti Demokratik Yerel Yönetimler Kurulundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Rüştü Tiryaki, sonuçlardan memnuniyetini dile getiriyor. Resmi olmayan sonuçlara göre 3’ü büyükşehir 10 il, 58 ilçe ve 7 beldede yerel iktidara sahip olan DEM Parti’nin seçmen kaydırma nedeniyle en az 10 ili kaybettiklerini dikkati çeken Tiryaki, tespit ettikleri 54 bin seçmen olduğunu ve bu nedenlerle sonuçlara itiraz edeceklerini söylüyor. 2019 sonrası kayyum yoluyla belediyelerinin çalındığını söyleyen Tiryaki, “Seçimden önce 54 bin seçmeni belgeledik, itiraz başvuruları yaptık ama reddedildi. Şimdi de en az 10 belediyemizi seçmen taşıyarak çaldılar” diyor.

Resmi olmayan sonuçlara göre, DEM Parti’nin bir önceki seçime göre oyları yüzde 3 dolayında geriledi, 2,7 milyon oy alarak dördüncü parti oldu. Emek ve Özgürlük İttifakı içinde Yeşil Sol Parti ismiyle yer alarak katıldığı seçimde yüzde 9 olan oyları yüzde 5,7’ye düştü.

Bu gerileme, daha çok ülkenin batı illerindeki kayıplardan kaynaklandı. Bu illerde DEM seçmeninin “stratejik” bir tutum alarak AKP’ye kaybettirme motivasyonuyla hareket ettiğini rakamlar gösterdi. Örneğin İstanbul’da 2023 genel seçimlerinde yüzde 8,1 olan oy oranı yerel seçimlerde yüzde 2’ye kadar geriledi. DEM Parti bu kentte Meral Danış Beştaş’la Büyükşehir için yarışırken ilçelerden 22’sinde aday göstermedi, 17 ilçede DEM Partili adaylar başkanlık için yarıştı. DEM Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Beştaş da sonucu “İstanbul’da çıkan sonuç, DEM seçmeninin AKP’yi cezalandırmasıdır” sözleriyle değerlendirdi.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday gösterilen Gültan Kışanak’ın oyu da yüzde 0,8’de kaldı.

Doğu ve Güneydoğu illerinde ise oylarda bir önceki seçimlere göre büyük bir değişiklik görülmedi. DEM Parti seçmeni bu kentlerde tercihini değiştirmeden oy kullandı.

75 BELEDİYEYİ KAZANDI

2024 yerel seçimleri sonunda DEM Parti 3’ü büyükşehir 10 ilde birinci parti oldu. Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehirlerinin yanısıra Ağrı, Hakkari, Muş, Siirt, Dersim, Batman ve Iğdır’da DEM Partili başkanlar ipi göğüsledi. 2019’de Sırrı Sakık’ın aday gösterildiği Muş’ta seçim kaybedilmişti. Ağrı’da da AKP’nin adayı Savcı Sayan seçimi almıştı.

198 oyla kaybedilen Bitlis’in sonuçlarına itiraz edilecek. Bu belediyelerin yanısıra 58 ilçe ve 7 beldenin de belediyelerini kazanarak toplamda 75 belediyeyi kazandı.

Merkezin kazanıldığı Dersim, Batman ve Iğdır’ın hiçbir ilçe belediyesinde DEM Partili adaylar başarı kazanamadı ancak Van’ın tüm ilçeleri, Diyarbakır’ın 3 ilçesi dışında tüm ilçeleri, Urfa’nın ise 7 ilçesini DEM Partili adaylar kazanarak başkanlık koltuğuna oturdu.

GELENEK BOZULMADI

İlçelerde çoğunlukla yüzde 70’in üzerinde oya ulaşan DEM Parti’nin en yüksek oy oranına ulaştığı ilçe yüzde 86 oy oranı ile yine Diyarbakır’ın Lice ilçesi oldu.

KARS KAYBEDİLDİ

Önceki seçimde kazanılan Kars bu seçimde el değiştirdi. DEM Parti’nin 3 bin 842 kaçak seçmen tespit ettiği Kars’ta belediyeyi MHP’li aday kazandı. DEM Parti adayı Kenan Karahancı oyları yüzde 29’da kalırken seçime bağımsız giren eski HDP’li başkan Ayhan Bilgen 548 oy alabildi.

Türkiye Komünist Partili Başkan Mehmet Fatih Maçoğlu’nun Kadıköy’e kaydırıldığı Dersim’de DEM Parti adayı yüzde 40’a yakın oyla başkan seçildi.

HÜDAPAR’IN KARŞISINDA KADIN BAŞKAN

HÜDAPAR’ın güçla olarak kabul edildiği Batman’da DEM Parti’nin kadın adayı Gülüstan Sönük, yüzde 64 oyla başkanlık koltuğuna oturdu. Gülüstan Sönük, HÜDAPAR’ın adayına yüzde 50 dolayında fark atarak seçilmeyi başardı. Sönük ayrıca, tüm iller arasında en yüksek oy oranına sahip oldu.

∗∗∗

KAÇAK SEÇMEN İTİRAZI

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak kaçak seçmenlerle kazanıldığı düşünülen belediyelerdeki sonuçlara itiraz edeceklerini duyurdu.

“Büyük emek ve mücadele ile kazandığınız belediyeleri kaçak seçmenle gasp etmek istiyorlar” diyen Bakırhan, Şırnak’ta 6 bin 541, Kars’ta 3 bin 842 kaçak seçmen tespit ettiklerini, Bitlis’te de kaydırılan seçmenlerle DEM Parti’nin kaybetmesinin sağlandığını ifade etti. Bakırhan, “Demokratik kamuoyu ve muhalefeti kaçak seçmenle gasp edilmek istenen halk iradesine sahip çıkmaya çağırıyoruz. Açık şekilde ifade edelim; başta Şırnak, Bitlis ve Kars olmak üzere onlarca kentte kaçak seçmenle kazandığını düşünen yönetimler meşru değildir. Herkesi halk iradesine saygı göstermeye davet ediyoruz” dedi.

∗∗∗

KAYYUM BEKLENTİSİ ZAYIF

2019 seçimlerinde kazandıkları belediyeler kayyum atanarak elinden alınan, başkanların büyük çoğunluğu cezaevine konulan HDP’den sonra kurulan DEM Parti’nin bu dönemde yine kayyum tehdidiyle karşılaşıp karşılaşmayacağı merak ediliyor. Genel beklentinin AKP’nin oylarının azalması ve ikinci parti durumuna düşmesinde gerilim ve ayrıştırıcı politikalarının etkili olduğu görüşünden hareketle bu seçim sonrası kayyum silahını kullanmayacağı beklentisi ifade ediliyor. Kayyum atamak yerine AKP’nin Kürt seçmenin desteğini sağlamak amacıyla “Çözüm sürecini canlandırma” söylemiyle girişimlerde bulunabileceği de değerlendiriliyor.

                                                                 /././

Erdoğan şimdi ne yapacak?(Yaşar Aydın)

Seçimin ilk ve en büyük kaybedeni Erdoğan’ın şahsında Saray Rejimi oldu. Balkon konuşmasına bakınca ortada bir hezimet yok hatta demokrasinin zaferi var. Ama ses tonuna, yanındakilere ve konuşmanın satır aralarına bakınca Erdoğan’ın içinin çok rahat olmayacağı görülecektir.

Konuşma sırasında yanında ne aday ne de partiden üst düzey bir yönetici vardı. Anlaşılan herkese eşit mesafede ve sil baştan kurgulamayı deneyecek. Özellikle parti organlarında ciddi bir değişim beklentisi başladı bile.

Konuşmasında kapsayıcı vurgular vardı. Ama satır aralarına bakıldığında aslında zaman kazanmanın ötesinde anlamı olmayan cümleler kurduğu çok açık. Anlaşılan bu hafta düşünecek, bayramdan sonra harekete geçecek.

Erdoğan’ın nisan ayı içinde yapacağı olası hamleler ne olabilir şöyle bir sıralayalım isterseniz.

İLK HEDEF PARTİ

Yenilgiyi asla üzerine almayacağı için ilk hedefi parti örgütü olacak. İl başkanları ve örgütlerden sorumlu isimler peşi sıra “affını isteme” açıklaması için sıraya girecektir. Bahar temizliği mayısı bulmaz.

KABİNE DEĞİŞİR Mİ?

Değişiklik sadece parti yönetimiyle sınırlı kalmaz. Erdoğan neredeyse tüm bakanları İstanbul’a yolladı. Hepsi sahadan rapor verip durdu. Ama bu durum istenilen sonucu vermediği gibi halktan da tepki aldı. Özellikle bazı bakanların negatif etkisi bile oldu. Ekonomi, Milli Savunma, Dış ve İçişleri hariç hiçbir değişiklik sürpriz sayılmamalı. Şimşek’in adı değişecekler arasında çok fazla geçiyor. Ama kısa vadede böyle bir gelişmenin yaşanması neredeyse imkansız. O hamle seçim öncesi hamlesi olarak rezervde durur.

İTTİFAK NE OLACAK?

Erdoğan yaptığı balkon konuşmasında Bahçeli’ye teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Seçimin sonucu MHP’yle ilişkilerini gözden geçirecek bir sonuç üretmez. Ama bu Bahçeli’nin durum değerlendirmesi yapmasının önünde engel değil. Önümüzdeki günlerde sağlığı el verdiği kadarıyla ikiliyi birlikte kameraların karşısında göreceğiz. Bahçeli yeni bir yol haritası hazırlığına başlamıştır.

AJANDADAKİ HAMLELER

Erdoğan’ın kafasındaki atılacak hamleler bunlarla sınırlı değil. Bu başlıklar ilk elden yapacakları. Ajandasındaki başlıklar olduğu yerde duruyordur. Asıl mesele yerel seçim sonuçlarının, ajandasına zarar vermeden nasıl toparlanacağı.

Dört yıl boyunca (en azından üç yıl) seçimsiz bir dönem var. Bu dönemde Erdoğan’ın yapmak istediklerini birkaç başlıkta toplamak mümkün.

Birincisi ekonomide mesafe almak zorunda. Mehmet Şimşek’le birlikte önümüzdeki bir iki yıl ücretleri ile geçinenler, üreticiler ve emekliler açısından çok daha zor geçecek. 2028 seçimi öncesi “toparlama” hedefiyle bir program ve acı reçete önümüzde duracak.

Buna eşlik edecek hatta uygulanacak acı reçeteyi unutturacak siyasi hamleler gerekli. Anayasa tartışması bunlardan biri. Bir yandan tüm ülkeyi meşgul edecek diğer yandan muhalefeti parçalamak için zemin hazırlamış olacak.

Bu duruma eşlik edecek baskı yasalarını devreye sokup toplumsal muhalefetin eve hapsedilmesi ise pastanın üzerindeki çilek olacaktır.

Bu, Erdoğan’ın 28 Mayıs 2023 tarihli seçimin hemen ardından aklından geçenlerdi. O tarihten bu yana yerel seçimi hedef olarak belirlemesinin de arkasında yatan gerçek buydu. Yenilen muhalefete son darbe vurularak iş düzleştirilecekti. Ama öyle olmadı.

ÇÜNKÜ İKLİM DEĞİŞTİ

Yerel seçimin en belirgin sonuçlardan biri de ülkenin ikliminin değişmesi. Kasvetli hava dağılmaya başladı. Tek güç olarak ortalıkta dolaşan iktidarın façası fena bozuldu. AKP’nin ve Erdoğan’ın yenilme ihtimali bir kez daha görüldü. Bu durum her şeyden önce toplumun direncini artırdı.

Bu direncin muhalefet partilerinin tamamına ve TBMM’ye yansıması kaçınılmaz olacak. İşte tam o durumda Erdoğan’ın ajandası işlevsiz bir kağıt parçasına dönebilir. Bu durumu kalıcı kılacak olan ise toplumsal muhalefetin örgütü ve sürekliliği olan yaşayan bir varlığa dönüşmesi ile ilgili olacak.

Yerel seçim sonuçlarına burun kıvıranların değişen iklime bakmaları yeterli olacak.

(Birgün)

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 2 NİSAN 2024 -

 

Kim kazandı kim kaybetti (Murat Ağırel)

Yasaklar bitmeden CHP Genel Merkezi’nden aldığım veriler ile tabloyu gördüğümde verdiğim ilk tepki bu oldu...

İnanılmaz!

İnanılmaz çünkü her seçimden sonra sahil şeridine sıkışmış CHP’den Karadeniz, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya doğru hızla ilerleyen bir CHP tablosu vardı.

CHP, Kütahya, Adıyaman, Amasya, Kastamonu, Artvin, Giresun, Kilis, Denizli, Uşak gibi AKP’nin uzun yıllardır hüküm sürdüğü, ihaleler patlattığı, borç batağına soktuğu illeri aldı.

Var olan 30 büyükşehirin 14’ünü aldı CHP. Var olan 51 il belediyesinin 21’ini aldı. 337 ilçe belediye, 54 belde kazandı.

Bu sonuçla birlikte yanlışsam düzeltin CHP’li belediyeler Türkiye nüfusunun yüzde 64’ünü, ekonomik büyüklüğünün yüzde 80’ini temsil eden kentleri yönetecek.

1977’den bu yana demokratik bir devrim yaşandı.

İktidar partisi AKP ise 12 büyükşehir, 12 il, 356 ilçe 125 belde belediyesini kazandı.

MHP Türkiye genelinde aldığı 4.98 oy ile 8 il belediyesi kazandı. Cumhur İttifakı MHP’ye yaradı desek yeridir sanırım.

DEM Parti 3 büyükşehir, 7 il, 65 ilçe, 7 belde belediyesi aldı.

Seçimin şaşırtanı Yeniden Refah Partisi 6.19 oy ile 1 büyükşehir, 1 il belediye, 39 ilçe belediyesi kazandı.

İYİ Parti 1 il, 24 ilçe, 4 belde belediyesi kazandı.

Tarihi bir gün yaşandı...

CHP sadece il belediyelerini kazanmadı. Kazandığı birçok ilde adeta tulum çıkardı. İlçeleri, belediye meclislerini de aldı.

En önemlisi de buydu...

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Bakın kayıtlara geçsin. Seçimin hemen ertesinde yazıyorum: Daha önce AKP’li belediyelerde olduğu gibi bundan sonra kazanan CHP’li belediyeleri didik didik edeceğim. Halkın parasını çarçur edenler olursa tek tek yazacağım.

Ama sonuç olarak iktidar kaybetti. Hezimete uğradı.

Tarikat ve cemaatlerin elini eteğini öpenler kaybetti...

Devlet adamı kimliğini unutup siyasi parti temsilcisi olarak sokak sokak seçmenleri ikna etmek için gezen bakanlar kaybetti...

Atandıkları koltukların verdiği güçle kendilerini “DEVLET” sananlar kaybetti.

Türk milletinin alın terini kendilerine hak görerek sınırsızca harcayanlar, ihaleler yoluyla işçinin, gencin, emeklinin kanını emenler kaybetti...

Kumpas, iftira, manipülasyon yapanlar kaybetti...

Sahip oldukları sınırsız zenginliklere rağmen gözleri doymayanlar kaybetti...

Kendileri, akrabaları, dostları, arkadaşları, partilileri her türlü devlet imkânından yararlanırken vatandaşa sabrı öğütleyenler yenildi...

Müteahhidin vergi borcu silinirken vatandaştan ikinci vergiyi alanlar kaybetti.

Doğayı, ormanı talan edenler kaybetti.

Demokrasiyi, hukuku ayaklar altına alanlar kaybetti.

Yandaşına ihale üstüne ihale yağdıran ama emekliye adeta “öl” diyenler kaybetti.

Türkan Saylan’a, Uğur Mumcu’ya, Bahriye Üçok’a hain diyenler kaybetti.

Cumhuriyet Devrimlerine, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e düşmanlık yapanlar kaybetti...

Bu aslında halkın çığlığıdır.

İktidara “Artık yeter” dedi. Şayet “Bu şekilde devam edersen iktidarı da senden alacağım” dedi.

                                                                /././

AKP’den kaçış vaaar! (Orhan Bursalı)

Hepimiz seçim sonuçlarını ülkenin siyasi geleceği açısından yorumlamaya çalışıyoruz.

Güncel ilk gerçek, CHP’nin gerçekten yüzde 25’lik cam tavanı parçalayıp yüzde 38’lere dayanmasını, seçmenin AKP/Reis’e salt bir ihtar özelliği taşıdığını düşünmek yanlış olur. Bu düşünce “Reis’i CHP ile tehdit edeyim bir kez, sonra dönerim” gibi bir komplo düşünce içerir. Siyaset açısından devre dışıdır.

Bir kez oy yer değiştirdi mi, onun yeni macerası başlamış demektir. Bu yer değiştiren oyu izlemek başlı başına bir siyaset uzmanlığı gerektirir.

Oyların CHP’ye yönelmesi, seçmenin önyargısız seçiminin göstergesidir. Yok medyanın yüzde 90 ile seçmeni kontrol, yok TRT, işe yaramamıştır. Demek konu bunların ötesinde, seçmenin davranışının, medyatik kontrol mekanizmasının sanki içindeymiş gibi görünse de kendine özgü davranışını gözlemlemekteyiz.

Mesele sadece emeklilerle de ilgili değildir. Emeklilerin ben yine de oy dağılımını merak ediyorum ama bunun ötesinde emeklilerin daha küçük aile bireylerinin de etkileyici davranış kodları devreye girmiştir.

ORTA SINIFIN ERİYİŞİ ÇOK ÖNEMLİ

AKP’nin aldığı oyların önemli bir kısmının kendi beslediği ve yarattığı, geçim derdi olmayan yeni besleme orta sınıfa dayandığını söyleyebiliriz. Bir de kadim tutucu Anadolu kentleri ve köylerini analım.

Bazen bu “eski yapılar”ın parçalanması uzun zaman içinde ama bilinçli değiştirici politikalar gerektirir. Burada yanlış değerlendirme sayılmazsa, Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehir’den bir yıldız yaratma bilinçli politikalarının, kendisinin aday olmadığı bu seçimde de Eskişehir’in toplumsal dokusunu değiştirdiğinin belgesi olmuştur. Bu CHP’li yeni belediyelere de örnek olmalı.

10 AYDA NE DEĞİŞTİ?

Evet 2023 genel seçimlerinde AKP sanki asla kaybetmeyecek bir parti havasındaydı. Aradan 10 ay geçti. Peki ne oldu?

2023’te Kılıçdaroğlu aday olmasaydı, Yavaş veya İmamoğlu olsaydı tartışmasını sonraya bırakıyorum. Burada sonuçları belli olmayan bir algoritma var.

2023 seçimlerine giderken bugünkü kadar büyük ekonomik çöküşü yaşamıyorduk.

Sanırım son 10 ayda yaşananlar dolu bardağı taşıran bir etki yaptı diye düşünüyorum. Erdoğan’ın emekçilere emeklilere karşı uzlaşmaz tutumu da bu sonucun ortaya çıkmasında etkili oldu. Bunu yazarken, muhalefetin Erdoğan iktidarının ekonomi politikalarına karşı yürüttüğü çok başarılı aydınlatma çalışmalarının da dolu bardağın taşırılmasında büyük etkisi olduğunu teslim etmeliyiz.

Kaçış çok yönlü. Seçime gitmeyenler var. Yüzde kaç AKP’li seçmen bilmiyoruz. Katılım oranında eskiye göre yüzde 8 kadar düşüş var. Partisiz umursamaz seçmen yüzde kaçtır oy kullanmayan bilmiyoruz. CHP’ye oy veren ama sandığa gitmeyen seçmen de var.

Kesin oyunu değiştiren seçmen sayısının (son seçimde yüzde 35.5 hesabıyla) yüzde 30’un altına düşmüş olabilir. (Bu konuda hesaplar var)

Kuruluşta AKP’ye katılan bir kısım Erbakancı damar YRP’ye döndü.

Yüzde 5 de belki de daha fazlası CHP’ye katılmış olabilir.

RÜZGÂRI BÜYÜTMELİ

Tabii daha önceki seçimlerde AKP’den kopup küçük partilere dağılanların bir kısmını da CHP topladı. Kürt seçmenin bir kısmı DEM’den koparak bir kısmı artık iyice kentleştiği için İmamoğlu’nu tercih edip CHP’nin oyunu artırdıkları görülüyor.

Tüm bunlar tabii ki başta İmamoğlu ve Yavaş’ın olağanüstü yönetim başarılarıyla büyük bir rüzgâr estirmiş olmaları gerçeğini gölgelemeyecektir.

Bir kırmızı rüzgâr esmiştir Türkiye’de.

Bu rüzgârın hızını kesmeden gelecek iktidarı tuğla örercesine inşa etmek kalıyor şimdi.

                                                  /././

Dipten gelen dalga ile nefes alma savaşımına devam...(Şükran Soner)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde, Fethullah Gülen ile seçim ittifakı sürerken oylanmış başkanlık rejimiyle, özünde otoriterleşmenin simgesi başkanlık rejimlerinin hiçbirinde olmayan ucube partili başkana tanınan yetkilerdeki sınır tanımazlığı asla unutmayalım. Söz konusu seçimlerin sonucunun alındığı günlerde içimden geçirdiğim dileğimi paylaşmalıyım...

“Nasılsa demokrasinin katledilmesinde ucube modelle diplere vurduk. İç, dış kirli odaklı ittifaklar oyunlarında, suçlulardan mağdur yaratılması oyunlarında sonuna kadar ödenecek bedellere, yaşamımız çekilebildiği kadar ile aşağıya çekilsin. Suçlulardan mağdur yaratılması oyunları sahneye sokulamadan, toplumun çaresizlikle uyanışı yaşansın...” anlamına gelen senaryoları kurgulamıştım.

Gülen’in, kimliğinin “FETÖ”ye dönüşmesi, klasik Amerikan oyunlarından birinin, KGB kökenli, deniyimli, otoriter Rus lideri Putin’in, yakın tarihlerle cezalandırdığı Erdoğan liderliğini, kurtarılması gereğini üretmişti. Günümüze kadar yaşananlarla çok çıplak öğrendiklerimizle, Suriye topraklarında askeri gücünün denetimini bugünlere kadar getiremeyen Putin yönetimi, Anadolu toprakları üzerindeki iç çatışmaları asla kaldıramayacağı gerçekliğinde, Erdoğan liderliğinin arkasında durması gerçekçiliğini getirmişti.

Kuşkusuz ülkemizdeki en uzun soluklu sivil otoriterleşme iktidarının yaşatılabilmiş olmasında, 15 Temuz darbesi karşısında sivil demokrasi duruşu zorunluluğunun payı da büyük oldu.

                                                   ***

MenderesÖzal’ın sivil otoriter iktidarlarının 10’ar yıllık sürelerle ayakta kalabilmelerine karşın özel örneklerden biri olarak da Süleyman Demirel’i “Morison Süleyman” kimliği ile üstün zekâ, siyasal deneyimleriyle ayrı tutabiliriz. Cumhuriyet kuşağının eğitim olanaklarından yararlanarak bilimsel kimliği ile de yükselmiş, “Şapkasını alıp gitme” eylemleri ile de hep soluklanmıştır. Amerika’ya biat kültüründen ise ancak “Zincirbozan sürgünü” günleri sonrasında arınmıştır. Özal’ın karşısında, Cumhuriyet değerleri ile duruşu ders alıcı bir örnek sayılabilir.

Önümüzdeki günlerde bizi neler bekliyor. Dünyada bir beteri örneği sömürge ülkelerinde bile yaşatılamamış Erdoğan liderliği üzerinden, sistemin sınırsız hukuk çiğnemeleri ile geliştirilmesiyle gelinen günümüz tablosunda Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki başkanlık rejimi yönetimi son seçim sonuçlarından nasıl bir ders çıkarmış, nasıl bir yol haritası ile yürümeyi seçecektir?

İzleyip göreceklerimizle sonuçlar çıkarımları için çok uzun bir zamanımız olamayacak. Yaşamımızdaki sorunların dev boyutları, toplumun yüzde doksanlarının üzerinde bir oranının bugünlere kadar ödedikleri yaşamın ağır bedelleri, soluklanabilmek için ne iktidarları erkine, ne de biz vatandaşlara zaman tanımıyor. Dipten gelen dalga ile nefes alma savaşımını sürdürmenin ötesinde yürünebilecek bir yolumuz yok.

Dünyada bir örneği olmayan en ucubesinden başkanlık rejiminin, Saray iradesiyle sınır tanımaz boyutlarda haksız-hukuksuz yetki kullanımlarıyla yürünen yolarla bugünlere gelindi. Dip dalgasının sonucu besbelli düşlemedikleri boyutlarda seçim kayıplarıyla alınmış dersler olabilecek midir? Yoksa yeni yeni oyunların oynanması ile mi gücün kullanılması startejisinde bildik yollardan mı yürünecektir? Çok beklemeden, atılan her adımla görebileceğimize göre. Bize düşeni nefes alma savaşımını sürdürmekten başkaca bir çizgide olabilir mi? 

(Cumhuriyet)

                                                   

soL KÖŞEBAŞI - 2 NİSAN 2024 -

Türkiye İsrail ile ticarete devam ederken İrlanda soykırım davasına müdahil oluyor (Çağdaş Gökbel)

"SSCB'nin olmadığı bir dünyada, geçmişte faşizmle yaşanan yıkıcı savaşlar sonucunda inşa edilen uluslararası hukuk sözleşmelerinin sonuna geldik. Filistin'de yaşanan soykırım bunun en açık örneği."

İrlanda muhalefeti dünya kamuoyunun sessizlikle geçiştirdiği büyük bir başarı elde etti. 27 Mart günü hükümet tarafından yayınlanan bildiride İrlanda, Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı soykırım davasına müdahil olacağını duyurdu. İrlanda Başbakan Yardımcısı (Tánaiste), Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı Micheál Martin'in yayınladığı resmi bildiride şu ifadeler yer aldı: "Micheál Martin, Adalet Divanı'nda Güney Afrika'nın Soykırım Sözleşmesi kapsamında İsrail'e karşı açtığı davaya İrlanda'nın müdahil olacağını duyurdu... Başbakan Yardımcısı (Tánaiste), Güney Afrika ile yapılan müzakereler sonucunda Uluslararası Adalet Divanı Tüzüğü'nün 63. maddesi uyarınca bir müdahale bildirgesi üzerinde çalışmaya başlanılması talimatı verdi."1 Açıklamanın devamında hukuki kavram ve terimlerle İrlanda'nın davaya nasıl müdahil olacağı tüm detaylarıyla anlatılıyor. Bu uluslararası hukuki koruma çerçevesinin, II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Metnin hukuki terimlerinde bunu görmek mümkün ama önce Micheál Martin'in kamuoyuna duyurduğu resmi bildirideki son cümleye bakalım. "Durum bundan daha dramatik olamazdı. Gazze nüfusunun yarısından fazlası kıtlıkla karşı karşıya ve nüfusun %100'ü (yani tamamı) gıdaya erişemiyor. BM Genel Sekreteri'nin Refah'a yaptığı ziyarette Gazze'ye girmek için bekleyen uzun kamyon kuyruklarının önünde söylediği gibi; 'Gazze'deki yaşamı kurtarmak için ihtiyaç duyulan her şeyi Gazze halkıyla buluşturmanın zamanı geldi. Karşı karşıya kaldığımız seçim çok açık: Ya bir insani dalga yaratacak ya da insanları açlığa terk edeceğiz'. Bugün onun sözlerini yineliyorum."

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin olmadığı bir dünyada, geçmişte faşizmle yaşanan yıkıcı savaşlar sonucunda inşa edilen uluslararası hukuk sözleşmelerinin sonuna geldik. Filistin'de yaşanan soykırım bunun en açık örneği. 

İrlanda hükümetini davaya müdahil olmaya iten süreç, sokakları dolduran onurlu İrlanda halkının tepkisi ve Cumhurbaşkanı Michael D Higgins'in muhalefetten gelen basıncı içeride başarıyla sürdürmesiydi. Higgins, AB'nin dünya savaşı lordu gibi ortalarda dolaşan temsilcisi Ursula von der Leyen'in İsrail'in eylemlerine ilişkin yaptığı açıklamalara verdiği sert tepkiyle İrlanda'nın şerefli tarihinde yeni sayfalar açılmasını sağladı. Olayların sıcaklığıyla tüm bunlar net bir biçimde görülmüyor ancak insanlık bir gün kutlu yolunda yürümeyi başarabilirse, tarih İrlanda'nın bu kritik günlerde attığı cesur adımları takdirle hatırlayacak ve gelecek nesillere aktaracaktır. Sosyalist geleneğin temsilcilerinden biri olan Michael D Higgins, sadece Von der Leyen'e çıkışmadı. Aynı konuşmada uluslararası hukukun korkunç bir hızla ilga edildiğine dikkat çekti. Cenevre Sözleşmesi'nin göstere göstere hiçe sayılması, acil durum çanlarının halatlarına tüm gücümüzle asılmamızın zamanının geldiğini gösteriyor.2 Aynı söyleşme, mültecilik haklarının korunmasını ve gözetilmesini sağlıyor. Ancak İngiltere'deki Tory faşizmi başta, küresel çaptaki kitlesel göçleri bahane ederek, 'mülteciliği' yeni anti-semitist nesneleri olarak çerçeveliyorlar. Yani özetle, SSCB'nin gözetiminde oluşturulan insani kuralların ilgasına güçlü ideolojik gerekçeler ürettiklerine tanıklık ediyoruz. Emperyalizm her zamanki gibi yoksul, eğitimsiz ve çaresiz bıraktığı kitlelerin kör cehaletine sarılıyor. Sosyalizmin olmadığı dünyada barbarlığa yani küresel bir savaşa doğru bu şekilde dev adımlar atılıyor. Afrikalı insanın bir işgal hareketine giriştiğini iddia ederek, göç karşısında siyah adama otomatik tüfeklerini doğrultuyor. Sol-liberalizmin aptalca ürettiği siyaseti bir sıçrama tahtasına dönüştürüp, işçi sınıfı muhalefetini söylem düzeyinde bastırıyor (soluk aldırmıyor). Kimse bu yoksul ama Afrikalı adama göre çok çok zengin olan ve refah şovanizmine boğulan kitleye büyük bir petrol tekeli olan 'Shell' firmasının Nijerya'da işlediği cinayetleri anlatmıyor. Bu cinayetlerin tek yönlü olduğunu sanıyorsanız, öyleyse kocaman bir aptalsınız. Shell, girdiği yerde temiz su bırakmıyor, göllerdeki balıklara varana kadar kirletiyor ve yok ediyor. Afrika'daki işbirlikçi hükümetlerle halka karşı terör estiriyor. Soru şu: Filistin halkının ya da Nijeryalıların böyle bir yaşam tablosu içerisinde göç etmemek gibi bir alternatifleri var mı? 'Eline silah alıp savaşsınlar' diyenleri duyar gibiyim. Peki, savaşanların diri diri yakıldıklarını ve acımasızca işkence edildiklerini biliyor muyuz? İnsanlar bir nevi işbirlikçi devletlerle ortaklaşan şirket tekellerinin yarattığı terörün mağduru oluyorlar. Bizim insanımız aynı terörün mağduru olmuyor mu? Erzincan İliç'te zehirli toprağın altında kaybolan yoksul işçi bedenleri neyin nesi? 

Bu yazının ulaşmak istediği zihinler, ırkçılıkla kirlenmiş zihinler değil. Onlar, annesinin tecavüzüne on yaşında tanık olmuş bir çocuğun eline silah alıp savaşmasını isteyecek kadar insanlıktan çıkmış durumdalar. Canlı yayında bir İsrail İHA'sı tarafından takip edilen Filistinli sivillerin nasıl öldürüldüğünü izlediniz mi? İşte SSCB'nin iyi veya kötü ayakta kalamamasının insanlığa kestiği faturanın sadece bir bölümü bunlar. En azından Filistinli çocuklara ve kadınlara 'kapımız sizlere ardına kadar açık ve bizim vatanımız, sizin vatanınız' diyebilecek erdeme kimse sahip değil. Öyle ya herkes göçten yaka silkiyor. Akın akın refaha ulaşmak için göç yoluna düşen insanımız bile aynı dertten mustarip. Göç ettiği ülkeden sesleniyor: 'Ülkemiz göçmenlerle dolduruldu!' diye haykırıyor. Bugün, Gazze'deki çocukların, kadınların ve hatta insan olarak bir türlü sayılamasalar da bekar, evli ya da genç erkeklerin göç yoluna düşmemek gibi bir seçenekleri yok. Herkesten eline silah almasını, kabiliyetli bir savaşçı misali, fırtına gibi oradan oraya koşmasını beklemek günümüz milliyetçiliğinin irrasyonel masallarından biri. Teknik olarak bir toplumda savaşacak insan kapasitesi bellidir. Bir insanı eğitim vermeden cepheye süremeyeceğinize göre, her türlü bombanın ve insanlık dışı katliamın yapıldığı bir cehennemde dış destek olmadan vatan savunması veremezsiniz. Efsaneleriyle değil, gerçekleriyle kendi tarihimize bakarsak eğer ülkemizin kurtuluşu SSCB'nin yaşamsal yardımlarına bağlı olmuştur.

Öyleyse Gazze ve giderek Refah'a doğru genişleyen soykırım çemberinden Filistin halkı kurtarılacaksa eğer, bu sadece Filistin halkının çabalarıyla mümkün değil. İrlanda, soykırım davasına müdahil olarak insanlık cephesindeki yerini aldı. Avrupa'da bu konuda cesur adım atması beklenen tek ülke de yine erdemli duruşuyla Güney Afrika'nın yanında konumlandı. İsrail'in ticari tehdidi gecikmedi ve İrlanda'nın muhalefet tarafından seslendirilen diplomatik ve ticari ilişkileri askıya alma çağrılarından zarar göreceği elçilik tarafından duyuruldu.3 İnsanlığa dair değerleri kanlı parayla ve ticaretle satın almaya alışmış bir canavarlık var karşımızda. Peki, miting meydanlarında mangalda kül bırakmayan ve sözde İslami dayanışmada birinci AKP (Erdoğan) rejimi ne yaptı? Gazeteci Metin Cihan'ın ortaya çıkardığı bilgilere bakarsak eğer çok sevdikleri kanlı para trafiğine ve ticarete devam ettiler. Metin Cihan, 'X'te yaptığı paylaşımda şunları not etti: "İsrail'e tüfek yedek parça ve aksamları gönderen şirketi öğrendim. TSK'ya da üretim yapan ORSAV (Ordu Savunma Sanayi AŞ) gönderiyor. Gazze'de katliam sürerken bile! Belgesi ektedir. Ak Parti'nin gözde firması. Alıcı firma Emtan ise aynı zamanda İsrail ordusunun silah üreticisi".4  

Geçen hafta kaleme aldığım yazıyı hatırlayacak olursak. Bir ülke şerefli tarihini devrimcilerine borçludur. Bizler Filistin'e giden devrimcilerin bize bıraktığı şanlı tarihi, haklı olarak ülkemizin tarih sayfalarına altın harflerle not ederiz. Aynı zamanda milliyetçiliğin ya da kökten dinciliğin bu tarihe kara bir leke çaldığını da çok iyi biliriz. Onlar kanlı ticaretlerine ve para kasalarına meftundurlar. Bizler, dün büyük kıtlık döneminde acılar içerisinde kıvranan İrlandalı yüzlere, bugün acılar içinde kurtuluşu bekleyen Filistinli yüzlere meftunuz...

Cork'a bağlı Midleton kasabasında tüylerden oluşan büyük bir anıt var. Bu tüylü anıt bize ne anlatmaktadır? Yokluk ve yoksulluk içindeki Kızılderili halkın büyük kıtlık döneminde İrlanda ulusuna uzattığı eli hatırlatır. Milliyetçiler ya da ırkçılar ne zırvalarsa zırvalasın, ezilen halklar bu emperyalist barbarlığın karşısında yan yana gelmek zorunda. Tarih bu dayanışmanın şanlı örnekleriyle dolu. Paskalya'da bu şanlı örneğin İrlanda'da yaşandığı bir dönem. İrlanda halkının Paskalya döneminde çifte bayram yaşadığını hatırlatarak bu yazıya son noktayı koyalım. Genel Posta İdaresini ele geçirip bağımsızlık ve Cumhuriyet bildirisini yayınlayan yiğit adamların adlarını tek tek analım. Böylece belki insanlığa unutmaya yüz tuttuğu umudu ve cesareti yeniden hatırlatabiliriz. Patrick Pearse, James Connolly, Tom Clarke, Seán Mac Diarmada, Joseph Plunkett, Éamonn Ceannt, Thomas MacDonagh İrlanda'da bağımsızlık ateşini yakan adını burada yazdığımız ya da yazamadığımız yiğit insanlara en içten saygıyla...

31 Mart sonuçları, dış yansımaları ve dersleri (Engin Solakoğlu)

"Akepe artık geçen yılki seçimlerin öncesinde Batı’yla ilişkiler bağlamında başlattığı 'ben sana mecburum, bilemezsin' siyasetini, 31 Mart sonrasında daha da berkitmek zorunda."

Seçimler bitti. Alışılmadık ölçüde heyecansız bir kampanyanın sonucu genel bir heyecan yarattı. İktidar yandaşları eşekten düşmenin, muhalefet yandaşları iktidara yaklaşıyor olma duygusunun heyecanını yaşadılar. 

24 saattir zaten duyduğunuz  ve okuduğunuz klişeleri yinelemek pahasına sonuçların genel değerlendirmesinden başlayalım.

  • Her türlü standarda göre rezalet bir seçim yaşandı. Saray ve etrafına kümelenen Devlet aygıtı Kürt illerinde her seçimde yaşattığı dehşete eşik atlattı. Muhalefet içindeki kimi alıkların ısrarla yutturmaya çalıştıkları “İçişleri Bakanı değişince her şey pek güzel oldu” düşüncesinin yanlışlığı kanıtlandı.

    Ülke genelindeki propaganda imkanları adaletsizliğine değinmek bile yersiz. Bütün aşırı sağ iktidarlar gibi bu iktidar da karşı tarafın sesinin duyulmasını engellemek için elindeki meşru ve gayrimeşru bütün enstrümanları çekinmeden kullandığı gibi koltuğunu terk etmemek için bundan sonra da aynı yöntemleri kullanacağını açıkça ortaya koydu. 
     
  • Akepe ilk kez bir seçimi sözcüğün her anlamıyla  kaybetti. Akepe’nin ülke çapındaki oy oranı CHP’nin gerisinde kalınca 22 yıla damgasını vuran “şampiyon belli, ikinci kim olur?” ön kabulü de geçerliliğini yitirdi. Ancak bu aşamada ne dağıldı ne yıkıldı. Buna karşılık Erdoğan sonrasında ayakta kalamayacağının ipuçlarını da verdi.

    Akepe seçmeninin kayda değer bir kesimi başka partilere oy vermektense sandığa gitmemeyi tercih etti. Parti tabanının önemli bölümünü oluşturan ev kadınları ve emekliler Şimşek imzalı IMF programının yarattığı sefalete bu şekilde tepki göstermiş oldular. Yine sanırım bu yüzden ilk kez Akepe örgütleri etkin çalışamadılar. Akepe seçmeninde iktidarın Akepe değil Erdoğan ve saray ahalisinin etrafına kümelenmiş devlet  olduğu algısı pekişti.

    Bu arada Şimşek ve “rasyonel ekonomi” politikalarına da bir parantez açmadan olmaz. Bir seçim zaferinin üzerine göreve gelen “The City” takımının Batmanspor’dan transfer kaptanı dokuz ay içinde Erdoğan’ın ordularını dağıtıp bozguna uğratamasa da en azından ricata mecbur bıraktı. Bu seçim sonucu aynı zamanda başta Akepe seçmeni olmak üzere, halkın ezici çoğunluğunun adı konulmamış bir IMF programına kolay boyun eğmeyeceğini gösterdi. 
     
  • CHP kendine rağmen tarihsel bir başarı elde etti. Her ne kadar dış dünya ve Türkiye’deki yorumcular bunu İmamoğlu ve Yavaş etkisiyle açıklasalar da Özel yönetiminin de payını göz ardı etmemek gerekir. CHP’nin başarısı ve oy artışı İstanbul ve Ankara’daki adayların ezici zaferleriyle sınırlı kalmadığına göre bunun kredisinin salt iki başkana yazılması da mantıklı görünmüyor. İktidar mahfillerinden ve takip ettiğim yabancı yorumculardan yayılan “bundan sonra liderlik kavgası olur, CHP yine karışır” beklentisi de öyle.  

    Türkiye’nin her türlü beklenmedik sıçramaya sahne olabileceğini hiç akıldan çıkarmadan şunu iddia etmek mümkün: CHP’nin önümüzdeki dönemde parti yönetimiyle Cumhurbaşkanı adayını ayıran bir modele yönelebilir. Bunun örneklerini görmek için Fransız ve Alman Sosyal Demokratlarına bakmak yeterli. Başka bir deyişle Özel genel başkan kalırken, sermayenin genç ve parlak çocuğu İmamoğlu Cumhurbaşkanı adayı olabilir. 
     
  • Seçimin sonucu benim izleyebildiği Batılılarda ilk bakışta faklı görünen iki tür tepki yarattı. Batılı finans guruları “rasyonel ekonomik” politikalar ve “Şimşek’in başına bir şey gelir mi?” başlıklarıyla özetlenebilecek sesler çıkarttılar. Bu “Ya Türkiye’yi aynı hızla sağmaya devam edemezsek” kaygısı şeklinde de tercüme edilebilir. Biraz daha açmak gerekirse, bu çevreler seçim sonucunun yaratabileceği toplumsal direnç artışının ve “istikrar kaybı”nın  halkı bağırta bağırta soymaya koşullanmış finans çarklarına vereceği zarardan duydukları endişeyi açıkça dile getirdiler.

    Avrupa’nın sosyal demokrat ve liberal siyasetçileri ile aynı düzlemdeki kalem erbabı ise “otoriter eğilimli” ve çok daha önemlisi “Rusya’ya gereğinden fazla yakın” buldukları bir iktidarın zayıflamasından ve bir çok konuda benzer bakışı paylaştıkları CHP’nin iktidara aday bir konuma yaklaşmasından duydukları sevinci yüksek sesle dile getirdiler. Türkiye yeni Polonya olabilir gibi yorumlara da denk geldim. 

    Keza 31 Mart tablosunun, Avrupa’ya ve dünyaya hâkim olan aşırı sağın yükselme eğilimine net bir karşı duruş olduğu yorumları da yapıldı. Yeterince uzaktan bakıldığında ve örnek olsun Bolu ile Afyon’da kazanan CHP adaylarının “iftiharla” sergiledikleri siyasi tutum göz ardı edildiğinde bu müthiş tespit karşısında “peki, olur şekerim” demek mümkün elbette.
     
  • Tepkilerin ötesinde bir de bu sonucun dış politik yönelimler üzerindeki etkisine bakmak gerekiyor.

    Akepe artık geçen yılki seçimlerin öncesinde Batı’yla ilişkiler bağlamında başlattığı “ben sana mecburum, bilemezsin” siyasetini, 31 Mart sonrasında daha da berkitmek zorunda. 

    İktidar alternatifi olma iddiasını ortaya koyan CHP’nin “Atlantist” eğilimi zaten biliniyor. Bu durumda iktidar ve ana muhalefetin Kuzey Atlantiğe doğru tempolu bir koşu başlatacakları ve her fırsatta emperyalizme ve sermayeye “ben bu işi daha iyi yaparım” mesajları gönderecekleri tahmine müsait. Bu tür durumlarda benim aklıma hep Jacques Brel’in “Ne me quitte pas” şarkısının şu dizeleri gelir:

    “Beni terk etme...
    Bırak da gölgenin gölgesi olayım
    Elinin gölgesi olayım
    Köpeğinin gölgesi olayım
    Ama beni terk etme”


    Böyle bir eğilim özellikle Rusya ile ilişkilerde nasıl bir etki yapar göreceğiz. Kremlin hesaplarını buna göre yapıyor olmalı. Yine de Türkiye sermayesi ile onun iktidar ve muhalefetinin son 25 yılda elde edilmiş kimi özerklik alanlarından kolay vazgeçebileceğini düşünmek hata olur. Bunlar her iki eksen tarafından da her aşamada pazarlık konusu yapılacak, örnek olsun Ege’de verilecek tavizin Suriye’de, Rusya bağlamında verilecek ödünün Afrika’da kısmen de telafi edilebilmesi için elden gelen çaba gösterilecektir.

    Son söz olarak da şunları söyleyelim. Son çeyrek yüzyılını Türkiye’de veya Türkiye’yi izleyerek  geçirmiş herhangi bir yurtseverin dün gece TRT ve diğer yandaş kanallarda gördüğü Çarşamba pazarına dönmüş suratlardan ve gecenin bir yarısında ittir kaktır toplanmış birkaç yüz kişiye konuşmak zorunda kalan “dünya lideri”nin balkon yalnızlığından keyif almamış olacağına ihtimal vermiyorum. 

    Yine de aklımızdan çıkartmamamız gereken şey sandığa sıkışmış mutluluğun pek uzun sürmeyeceğidir. Türkiye halkı bu seçim sonucunu, örgütlenmek siyasete doğrudan ve gündelik olarak müdahale etmek ve en önemlisi Akepe’nin üzerimize biçtiği deli gömleğini yırtıp atmak için bir basamak olarak kullanmaz, bu yönde ikna edilmezse, 31 Mart 2024 gecesinde yaşanan sevinç Milli Takım’ın 1956’daki Macaristan galibiyeti gibi, sayısız yenilgiler silsilesi içerisinde hoş bir hatıradan ibaret kalacaktır.
  •                                                             /././

    AKP ilk defa Türkiye çapında yenildi(Oğuz Oyan)

    "Şimdiki sorun şudur: Anamuhalefet partisi bu IMF’ci ekonomik programa ve NATO’cu dış politika savrulmalarına yanıt verebilecek bir ideolojik/siyasi konumlanmaya geçebilecek midir?"

    Pazar günkü yerel seçim sonuçlarıyla ilgili olarak -gazeteci deyişiyle- “bir manşet at” denilseydi başlıktaki saptamayı yeğlerdim. AKP nihayet 22 yıl sonra net bir hezimetle karşı karşıya kaldı. 2009 ve özellikle 2019 yerel seçimlerinde önemli gerilemeler yaşamıştı; 2015 sonrasında da (Haziran 2015; 2018 ve 2023 genel seçimlerinde) TBMM’de çoğunluğunu yitirerek MHP bastonuyla yola devam edebilmişti. Ancak 2024 yerel seçimleri hepsini aşan sonuçlar verdi. AKP, Cumhur İttifakı’ndan kalan koltuk değneklerine rağmen, ilk kez ikinci parti oldu. Koltuk değnekleri (özellikle MHP desteği) dışarda tutulsaydı ilk kez yüzde 30’un altına gerilediği görülmüş olacaktı. 

    Madde madde seçim analizi

    • Cumhur ittifakı, 10 ay önce Millet İttifakı’na karşı elde ettiği başarıyı tek başına karşısına çıkan CHP’ye karşı gösteremedi. Toplumun geniş kesimleri, AKP’nin kibrini ve emekçi düşmanlığını cezalandırmak istedi ve bunu en güçlü rakibi CHP aracılığıyla yaptı.
       
    • Hiçbir anket şirketi CHP’nin Türkiye çapında birinci parti çıkabileceğini öngöremediği gibi birçok ilde/ilçede kazanabileceğini veya oy farkını çok açarak kazanabileceğini öngöremedi. Üç büyük ildeki durum az çok öngörüldü; ama öngörülemeyenler çok daha fazlaydı. AKP mitinglerinin sönüklüğü, taşıma adam dışında meydanlara seçmen yığmakta güçlük çekmesi, AKP adaylarına ve bakanlara seçmen tepkileri vs. bir devrin bitebileceğinin işaretlerini vermekteydi. RTE, seçim günü sandıktan çıkarken, “millet sandığa gitmekten yoruldu, biz de yorulduk” yorumunu yaparken muhtemelen olumsuz sonuçları kısmen tahmin ederek konuşuyordu; göremediği, milletin artık AKP yorgunu olmasıydı.
       
    • CHP yüzde 37,7 ile tarihi bir oy oranına ulaştı. 1960 sonrasındaki döneme bakılırsa, 1977 genel seçimlerinden sonraki en yüksek oy oranını elde etmiş oldu. 1960 sonrasının en yüksek yerel seçim oy rekorunu da kırmış durumda. Ancak 1977 sonrasında ilk kez birinci parti olduğu doğru değil; 1989 yılında SHP, aldığı yüzde 28,7 oyla birinci parti olmuştu. SHP, CHP’nin tam bir ikame partisi olduğu için dikkate alınmalı; ama DSP’nin 1999’da yüzde 22,2 ile birinci parti olmasını dikkate alamıyoruz. 
       
    • 1989’daki SHP oyuna kıyasla 2024’te CHP +10 puan farkla birinci parti olmuş durumda. 1989’da karşısındaki oylar ANAP-DYP ve diğer sağ partiler arasında bölünmüş olduğu için kazanılan belediye sayısı bakımından yüzde 28,7’yi çok aşan bir seçim başarısı sağlanmıştı; bu defa CHP’nin karşısında Cumhur ittifakı sürerken ve 10 ay önceki ortakları da yarışa girmişken, CHP hem elde edilen yüksek oy düzeyi hem de kazanılan belediye sayısı bakımından tarihi bir fark yakalamış durumda.
       
    • AKP döneminde 5 yerel seçim yapıldı. Bunlardan 2004 ve 2014’te AKP başarısı kesindi. 2009 oyları güçlü oranda geriledi. Nedeni, iki çeyrektir süren yüzde 10’luk milli gelir küçülmeleriydi. 2019’da esas olarak AKP karşısında sandıkta birleşilmesi rol oynamıştı. 2024’ün olayı neydi? Ekonomi görünürde büyürken, gelirleri aşınan/ enflasyonu resmi TÜFE’den çok daha şiddetli hisseden/milli gelir payı azalan halkın ekonomisi küçülüyordu. Üstelik, uygulanan istikrar programı seçim ekonomisinin önüne geçmiş, seçim sonrasına dönük olarak da daha karamsar koşullar açıklanıp durmuştu: Herkes seçim sonrasında dövizin, fiyatların ve işsizliğin daha da tırmanacağı hesabını yaparken, bizzat programın yürütücülerinin dilinden gelir artışları için hiçbir taviz verilmeyeceği düşmüyordu. Dolayısıyla halk kendisini 2009’daki ekonomik koşullardan daha çaresiz hissediyordu. Demek ki ekonomik koşullar, özellikle enflasyon-satın alma gücü kaybı ve sonuçta yoksullaşma eğilimi kitlelerin kabusuna dönüşmüştü ve seçimleri birinci dereceden etkiledi. Ama ikincisi, CHP etrafında bir Türkiye ittifakı kurulmasının da önemli bir rolü oldu. DEM Batı’da çok asılmadı; İYİP ise kendini tüketti. AKP ise çok aşınmıştı. Sonuçta 2009 ve 2019’un koşulları 2024’te birleşmiş oldu ve iktidar bloğu tarihi bir şamar yedi.
       
    • Seçmen 31 Mart’ta Cumhurbaşkanının yemin ettiği tarafsızlığını gene çiğneyerek ve üstelik tüm kabinesini yanına alarak yerel seçimlere dahi karışıyor olmasına da büyük bir tepki göstermiştir. Önceki seçimde Cumhurbaşkanı seçimi de olduğundan bunu makul gören seçmen, burada çok sert bir tepki vermiştir. İktidar ve Erdoğan, başta İmamoğlu olmak üzere tüm CHP adayları için bir mağduriyet algısı oluşmasına neden olmuş, destek vereyim derken köstek olmuştur. Bu kadar eşitsiz, bu kadar mertlikten uzak, bu kadar yalan-dolana başvurulan bir seçim kampanyası, iktidarın kendi seçmenini de korumasına engel olmuştur.
       
    • Seçimlerin en büyük kaybedeni AKP’dir veya onun temsil ettiği siyasal İslamcı harekettir. İkinci en büyük kaybeden MHP ve İYİP’te temsil edilen milliyetçi sağdır. Kazananlar tarafında ise, CHP’den sonra YRP’yi koymak gerekir. YRP, yükselen siyasal İslamcı hareket olarak AKP’nin yerine taliptir. Ama bu geçişin hemen 2028’de sonuçlanması zordur; kaldı ki ikisinin toplam oyunun eski AKP oyları düzeyine ulaşması çok daha zordur. Topluca bakıldığında bu sürecin siyasal İslamcı hareketin siyasal ağırlığının sınırlanmasına götürmesi beklenir. Milliyetçi sağda İYİP’in devamı artık kolay değildir; AKP türevi partilerin de gelecek umudu tükenmiştir.
       
    • CHP içinde hesaplaşma beklentilerine de nokta konulmuştur. Kılıçdaroğlu’nun siyasi yaşamı artık fiilen de bitmiştir. Şimdiki soru 2028 CB seçimlerine kimin aday gösterileceğidir. Henüz çok var ama, İmamoğlu-Yavaş-Özel arasında çekişme olursa bu nedenle olacaktır.

    Seçimler sonrasına dersler

    SHP, 1989 yerel seçimlerinin değerini tam bilemedi; sermaye ve sermaye medyası da bu partinin birinci sıradan düşmesi için çok çaba sarfetti. Sonuçta henüz 1991 genel seçimlerinde SHP ancak üçüncü parti olabildi ve DYP’nin kuyruğunda merkezi iktidar koalisyonuna tutunabildi. Üstelik koalisyonun SHP kanadı 1994’te bir IMF programına imza atmaktan da geri durmadı. Daha sonra SHP-CHP çekişmesi 1994 yerel seçimlerinin Refah Partisi’ne hediye edilmesiyle sonuçlandı ve son 30 yılı belirleyen bir İslamcı sağ yükselişine tanık olundu.

    Peki şimdiki resim nedir? İslamcı-faşist hareketin eğitimden başlayarak kamu yönetiminin her alanında, yargıda, askeriyede, kamu ekonomisinde yarattığı tahribatın giderilmesi için şimdiden adım atılmaya başlanabilecek mi, yoksa “seçimlerde her çevreden destek alındı, onlara borçluyuz” denilerek CHP etrafında toplanan Cumhuriyetçi tepkinin değeri anlaşılamayacak ve dağıtılacak mı?

    CHP, 2024 tepkisini büyütmeye şimdiden başlaması gerektiğinin farkına varacak ve bunu genel siyasete yansıtılabilecek mi göreceğiz. Ancak Pazar akşamı seçim sonuçlarını yorumlayan Özgür Özel’in konuşması bu konuda kuşkular doğruyor. Özel, “bu seçim kimsenin hezimeti değildir” derken eğer farklı parti aidiyetine rağmen CHP’ye pasif destek verenleri kastediyorsa belki anlaşılabilir, ama AKP’yi kastediyorsa bu yanlıştır ve yanlışların süreceğini gösterir. 

    Türkiye’de her seçimde geçerli olan “stratejik oy kullanma” kaygısının genel olarak aşılamayacağı bir kez daha görüldü. Sosyalist/komünist solun bunu dikkatle değerlendirmesi gerekiyor. Buna rağmen, yerel seçimlerde mevzii başarılar elde edilmesinin mümkün olduğu daha önce gösterilmişti; doğru yerler seçilmesi ve bu yerellerde tek adayda birleşilmesi kaydıyla bu seçimde de tekrar edilebilirdi, nitekim bazı ilçelerde baştan itibaren şans yoktu ama bazılarında (Defne) başarı az farkla kaçırıldı. Kamucu/toplumcu belediyeciliğin mümkün olduğu kadar çok örneğini verebilmek siyasi bir önem taşıyor kuşkusuz.

    İslamo faşizmin sınırları görüldü

    Bu seçimlerin en hayırhah sonucu da İslamcı-faşist bir rejimin inşasının önünde artık ciddi toplumsal barajların olduğunun görülmesi olmuştur (bu da bu yazının alternatif bir manşeti olabilirdi). Ama buradan AKP’yi bir erken seçime götürme fırsatının doğduğu türü acul birtakım sonuçlar çıkarmamak gerekir. AKP, Mayıs 2023 seçimleriyle aldığı iktidar vizesinin dört yılı önünde dururken bir erken seçime zorlanmamak için her şeyi yapar. Erdoğan’ın 2028 seçiminin hemen öncesinde Meclis’e bir erken seçim kararı aldırarak kendisine bir dönem daha kazandırmak niyeti olabilirdi; ama bu seçim sonuçlarından sonra bu artık biraz zor gibi.

    Öte yandan yeni rejim doğrultusunda bir anayasa değişikliği hatta daha ileri gidilerek sıfırdan bir anayasa yazma niyetlerinin siyasi koşulları da büyük ölçüde tükenmiş durumdadır artık. CHP’nin bu AKP projesine ikna edilmediği durumda – ki CHP’nin AKP ile Anayasa yapmak üzere masaya oturması bile bir siyasi zaaf anlamına gelirken bu durum seçimlerden sonra çok daha pekişmiştir- TBMM çatısı altında artık 360 oyu bile bulmak zordur. Kaldı ki, değişikliğin 400 oyun altında yapıldığı ve CHP’nin karşı durduğu her durumda referandum şart olur ki bu iktidarın bu yeni siyasi konjonktürde bunu göze alması mümkün gözükmüyor.

    İstikrar programı aynen devam eder mi?

    Şu an iktidarın mevcut örtük IMF programını sürdürmekten başka çaresi yok. Her ne kadar seçim öncesinde Erdoğan’ın emekliler lehine bazı hamlelerinin yeni muktedirler Şimşek ve dış/iç sermaye çevreleri tarafından bloke edilmiş olma ihtimali olsa da bunun bazı sitemlere yol açmak dışında bir etkisinin olacağı düşünülmemeli. Dolayısıyla AKP/Erdoğan’ın Şimşek ekibiyle devam etmeye eli mahkumdur. 

    Hatta bunun bir adım ötesine gidip bol sıfırlı bir kredi sağlanırsa IMF ile anlaşılması da mümkündür. Buna değinmiştim; AKP zaten NATO’ya tam teslim modunda bir pro-Amerikan çizgiye gelmekteydi; bu seçimlerden sonra artık dış politikada daha fazla ödüne, bağımsızlık kayıplarına teşne hale gelmiştir. 

    Şimdiki sorun şudur: Anamuhalefet partisi bu IMF’ci ekonomik programa ve NATO’cu dış politika savrulmalarına yanıt verebilecek bir ideolojik/siyasi konumlanmaya geçebilecek midir? Bunun için kendi öz-eleştirisini yapabilecek midir? Zor görünüyor. Ama şunun altını çizelim: İktidardaki İslamcı-milliyetçi siyasetin yeniden belini doğrultmasının engellenmesi tam da bu emek karşıtı ve dış politikada teslimiyetçi politikalara cepheden karşı çıkmaktan ve alternatif üretmekten geçiyor. Yoksa AKP yeniden toparlanma olanağı bulabilecektir.

    Bazı yerel sonuçların analizi

    Üç metropoldeki duruma bakılırsa, en yüksek skoru Ankara’da M. Yavaş’ın yaptığı görülüyor. Bu, İzmir açısından bir ders sayılabilir. Kazanılan yeni ilçelerin sayısı bakımından da Ankara 12 ilçeyle önde gelmektedir. Üstelik toplam 25 ilçenin 12’sinin yeni kazanılmış olması veya CHP’li ilçe sayısının 2’den 14’e yükseltilmesi bakımlarından Ankara oransal olarak da öne çıkmaktadır. Başarı inanılmazdır. İstanbul’da 39 ilçe var; 2019’da bunların 15’ini CHP kazanmıştı. Şimdi CHP 11 yeni ilçe kazanarak bu sayıyı 26’ya çıkardı. Dolayısıyla ilçelerin üçte ikisi (26/39) CHP yönetimine geçmiş oldu. AKP’nin neredeyse topu tüfeğiyle saldırdığı İstanbul seçimlerinden böyle bir başarı çıkarılması büyük kazanım sayılmalı. Her iki metropolde de bundan böyle meclislerde CHP grubunun ağırlık taşıyacak olması da, seçilmiş belediye başkanlarının elini kolunu bir de belediye meclisleri üzerinden bağlayan Erdoğan iktidarına sert bir yanıt oldu. Benzer durum diğer birçok büyükşehir belediye açısından da yaşandı.

    İzmir açısından ise başarı ile “başarısızlık” çelişkili bir birliktelik oluşturdu. İzmir’de dört yeni ilçe kazanıldı, buna karşılık 2019’da kazanılmış Menemen kaybedildi. (Gerçi bu ilçenin kaybedilmesi daha önce seçilmiş başkan yerine Meclis içinden yeni başkan seçilirken CHP’li üyelerin bölünmesi veya AKP’li adaya çalışmasıyla ortaya çıkmıştı; şimdi tekrar geriye alınamadı). İzmir’de ilk kez 30 ilçenin 28’inin CHP’ye geçmiş olması önemli bir başarı sayılabilir elbette. Ancak şöyle bir sorun var: CHP sadece dört küçük ilçede oy oranlarını 2019’a göre arttırabildi: Beydağ, Çeşme, Karaburun ve Urla. Elindeki tüm diğer ilçelerde 2019’a kıyasla oy oranları ciddi anlamda geriledi. Bunun derslerini çıkarması gerekecektir.

    İlginç bir örnek de Manisa’dır. Büyükşehir MHP’nin elinden alınmakla kalınmadı, toplam 17 ilçeye sahip bu ilin 14 ilçesi yeni kazanıldı. 2019’da 17 ilçeden sadece 3’ü CHP’de iken şimdi bu sayı 14 oldu. Üstelik Saruhanlı’da ilçe seçim kuruluna liste tesliminde geç kalınmasaydı daha önce yüzde 54’le kazanılmış bu ilçe de yeniden kazanılmış olacak ve sayı 15’e çıkacaktı. Burada Ankara ile kıyaslanabilir bir başarı yüzdesi söz konusudur. Manisa gibi sağ kökenleri güçlü bir ilde olağanüstü sayılmalıdır. Bütün bunları emeklilerin tepkisi üzerinden açıklamaya çalışmanın ne kadar sığ olduğu da belirtilmeli. Manisa gibi Türkiye’nin tarımsal üretim bakımından ikinci sırada gelen bir ilinde, tarımsal desteklerin milli gelirin binde 2 düzeyine geriletilmiş olmasının etkisi nasıl hesaba katılmaz? Kaldı ki bütün iller bakımından küçük çiftçilerin etkisinin hissedildiği söylenebilir.

    Sonuç olarak, CHP bu seçimlerde kendisinin de beklemediği bir seçmen desteğine ulaşmıştır. Bu fırsatı heba etmemesini ve yüzünü emekçi kesimlere dönerek siyaset yapmasını umalım.

    (soL)