Erdoğan’ın yeni rotası ne olacak(Barış Pehlivan)İktidarından muhalefetine herkes şu tespitte birleşti: Mesele sadece belediye seçimi değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Madem öyle, seçimin yansımalarının nasıl olacağını da herkes merak ediyor. Misal, iktidar için kimi zaman merdiven kimi zamansa sopa olarak kullanılan yargı, bundan sonra ne yapacak? Hem AKP’nin teraziye dokunuşları ne olacak hem de yargıda kim nasıl tavır alacak?
İşte bu soruların yanıtı için Yargıtay, Danıştay ve bölge adliye mahkemesinde halihazırda aktif görevler yapan hâkimler ve savcılar ile görüştüm. Ve onlara yargıda oluşması beklenen yeni rotayı sordum. Kimi benzer kimisi ise birbirinin tersi görünen yanıtlar verdi. Lakin hepsinin ortak görüşü, çok şeyin eskisi gibi olmayacağıydı. İşte konuştuğum yargı mensuplarının anlattıklarından madde madde notlarım...
1- Yargının bağımsızlığına inanan meslek mensupları, şahsi olarak gelecek kaygısı asla taşımaz. Bu endişeyi yaşayanlar ise verdikleri kararların hukuka uygun olmadığını bilen ve bundan dolayı kaygı duyanlardır. Doğal olarak ikinci gruptakiler, siyasi konjonktürü de sıkı bir şekilde takip etmek zorunda kalır. Bu nedenlerle 31 Mart seçimlerinde oluşan iklim onları da etkileyecek. Haliyle, yargıdaki o isimler kendilerine çekidüzen verme refleksi içerisinde olacak.
2- Özellikle yüksek yargı organlarında dönüşüm belirgin şekilde ortaya çıkacak. Uzak gelecekte Yargıtay ve Danıştay’ın birleştirilmesi planı var. Bu hedef gerçekleşirse yeni bir havuz yaratılıp mevcut üyeler değiştirilebilir.
3- İktidar oy kaybettiğini düşündüğü grupların temsilcilerine koltuk verebilir. Örneğin, Yeniden Refah Partisi ilişkili ya da Süleymancılardan birisini Anayasa Mahkemesi’nde görebiliriz.
4- YÖK’te boş bulunan üyelik koltuğu için tıp kökenli ve türbanlı bir kadının atanması hedefleniyordu. Bu atamada da tıpkı AYM’deki gibi “gönül alma” motivasyonu uygulanabilir.
5- Anayasa değişikliği çalışmaları için uygun zemin aranır. Seçim analizi yapılarak, yürütme ve yargı sisteminde değişiklikler yapılabilir. Bu çalışmaları mevcut adalet bakanına yaptırıp daha çok yıpranmasını sağlandıktan sonra bakan değişikliğine gidilir. Keza, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın da soruşturmaların yönetimi konusunda Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile fikir ayrılıklarının olduğu ileri sürülüyor.
İktidarından muhalefetine herkes şu tespitte birleşti: Mesele sadece belediye seçimi değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Madem öyle, seçimin yansımalarının nasıl olacağını da herkes merak ediyor. Misal, iktidar için kimi zaman merdiven kimi zamansa sopa olarak kullanılan yargı, bundan sonra ne yapacak? Hem AKP’nin teraziye dokunuşları ne olacak hem de yargıda kim nasıl tavır alacak?
İşte bu soruların yanıtı için Yargıtay, Danıştay ve bölge adliye mahkemesinde halihazırda aktif görevler yapan hâkimler ve savcılar ile görüştüm. Ve onlara yargıda oluşması beklenen yeni rotayı sordum. Kimi benzer kimisi ise birbirinin tersi görünen yanıtlar verdi. Lakin hepsinin ortak görüşü, çok şeyin eskisi gibi olmayacağıydı. İşte konuştuğum yargı mensuplarının anlattıklarından madde madde notlarım...
1- Yargının bağımsızlığına inanan meslek mensupları, şahsi olarak gelecek kaygısı asla taşımaz. Bu endişeyi yaşayanlar ise verdikleri kararların hukuka uygun olmadığını bilen ve bundan dolayı kaygı duyanlardır. Doğal olarak ikinci gruptakiler, siyasi konjonktürü de sıkı bir şekilde takip etmek zorunda kalır. Bu nedenlerle 31 Mart seçimlerinde oluşan iklim onları da etkileyecek. Haliyle, yargıdaki o isimler kendilerine çekidüzen verme refleksi içerisinde olacak.
2- Özellikle yüksek yargı organlarında dönüşüm belirgin şekilde ortaya çıkacak. Uzak gelecekte Yargıtay ve Danıştay’ın birleştirilmesi planı var. Bu hedef gerçekleşirse yeni bir havuz yaratılıp mevcut üyeler değiştirilebilir.
3- İktidar oy kaybettiğini düşündüğü grupların temsilcilerine koltuk verebilir. Örneğin, Yeniden Refah Partisi ilişkili ya da Süleymancılardan birisini Anayasa Mahkemesi’nde görebiliriz.
4- YÖK’te boş bulunan üyelik koltuğu için tıp kökenli ve türbanlı bir kadının atanması hedefleniyordu. Bu atamada da tıpkı AYM’deki gibi “gönül alma” motivasyonu uygulanabilir.
5- Anayasa değişikliği çalışmaları için uygun zemin aranır. Seçim analizi yapılarak, yürütme ve yargı sisteminde değişiklikler yapılabilir. Bu çalışmaları mevcut adalet bakanına yaptırıp daha çok yıpranmasını sağlandıktan sonra bakan değişikliğine gidilir. Keza, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın da soruşturmaların yönetimi konusunda Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile fikir ayrılıklarının olduğu ileri sürülüyor.
DEMİRTAŞ TAHLİYE OLUR MU
6- Muhaliflerin dosyalarında siyasi karar alma sürecinin hızlanması beklenir. Örneğin, İmamoğlu’nun mahkûmiyet dosyası koz olarak kullanılır. Her ne kadar İmamoğlu için denenen bu yöntem başarılı olmasa da İçişleri Bakanlığı diğer belediyeler üzerinde teftişlerini yoğunlaştırır. Görevlerine başladıktan bir süre sonra, yeni belediye başkanlarına hukuki alt yapısı olmayan dosyalar ile soruşturmalar açılır. Lakin muhalefet partili belediyelerin yanında, AKP’li belediyelere ya da bürokratlara da yolsuzluk operasyonları gerçekleşebilir.
7- Yargıdaki İstanbul ekibi, 2026’daki yeni HSK seçimlerinde tasfiye olabilir. Bir HSK üyesinin akçeli işlerinin Saray’da da duyulmasının, bardağı taşıran damlalardan olduğu yargı kulislerinde konuşuluyor.
8- MHP ile yaşanacak mesafe yargıdaki koltuklara da sıçrar. MHP referanslı Menzilcilerin yargıdaki etkisi kırılır ve hatta tasfiyeler yaşanır.
9- AKP-MHP ittifakının seyri siyasi davaların kaderini etkiler. Sürpriz olmayacak bir ayrışma, Gezi davasında olması gereken ama beklenmedik kararları görmemizi sağlar. Bu süreçte DEM Parti ile de temas kurulup Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi sağlanabilir. Ancak tahliye kararı verildikten sonra, siyasi konjonktüre göre bu olay sahiplenilir ya da yargının üstüne atılır. Unutmamalı ki bu olasılıklar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirleyeceği olası yeni rotaya göre karşımıza çıkar.
10- Sinan Ateş dosyası MHP’nin en yumuşak karnı durumunda. Dosyanın akıbeti, Cumhur İttifakı’nın devamına ya da dağılmasına bağlı. Lakin şurası kesin ki Sinan Ateş dosyası MHP’yi sıkıştırmak için elde bir koz olarak tutulmaya devam eder.
11- Ayhan Bora Kaplan dosyasında yeni itiraflar alınır. Gerekli operasyonlar yapılmış gibi gösterilip bazı Emniyet ve yargı mensupları için davalar açılır. Bu dosya üzerinden Süleyman Soylu’nun tasfiyesi de tamamlanır. Zira Soylu, seçim sürecinde de yeterince çalışmadı. Aile ocağı Gaziosmanpaşa’nın CHP’nin yönetimine geçmesinde Soylu’ya da fatura kesilmesi bekleniyor.
/././
6- Muhaliflerin dosyalarında siyasi karar alma sürecinin hızlanması beklenir. Örneğin, İmamoğlu’nun mahkûmiyet dosyası koz olarak kullanılır. Her ne kadar İmamoğlu için denenen bu yöntem başarılı olmasa da İçişleri Bakanlığı diğer belediyeler üzerinde teftişlerini yoğunlaştırır. Görevlerine başladıktan bir süre sonra, yeni belediye başkanlarına hukuki alt yapısı olmayan dosyalar ile soruşturmalar açılır. Lakin muhalefet partili belediyelerin yanında, AKP’li belediyelere ya da bürokratlara da yolsuzluk operasyonları gerçekleşebilir.
7- Yargıdaki İstanbul ekibi, 2026’daki yeni HSK seçimlerinde tasfiye olabilir. Bir HSK üyesinin akçeli işlerinin Saray’da da duyulmasının, bardağı taşıran damlalardan olduğu yargı kulislerinde konuşuluyor.
8- MHP ile yaşanacak mesafe yargıdaki koltuklara da sıçrar. MHP referanslı Menzilcilerin yargıdaki etkisi kırılır ve hatta tasfiyeler yaşanır.
9- AKP-MHP ittifakının seyri siyasi davaların kaderini etkiler. Sürpriz olmayacak bir ayrışma, Gezi davasında olması gereken ama beklenmedik kararları görmemizi sağlar. Bu süreçte DEM Parti ile de temas kurulup Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi sağlanabilir. Ancak tahliye kararı verildikten sonra, siyasi konjonktüre göre bu olay sahiplenilir ya da yargının üstüne atılır. Unutmamalı ki bu olasılıklar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirleyeceği olası yeni rotaya göre karşımıza çıkar.
10- Sinan Ateş dosyası MHP’nin en yumuşak karnı durumunda. Dosyanın akıbeti, Cumhur İttifakı’nın devamına ya da dağılmasına bağlı. Lakin şurası kesin ki Sinan Ateş dosyası MHP’yi sıkıştırmak için elde bir koz olarak tutulmaya devam eder.
11- Ayhan Bora Kaplan dosyasında yeni itiraflar alınır. Gerekli operasyonlar yapılmış gibi gösterilip bazı Emniyet ve yargı mensupları için davalar açılır. Bu dosya üzerinden Süleyman Soylu’nun tasfiyesi de tamamlanır. Zira Soylu, seçim sürecinde de yeterince çalışmadı. Aile ocağı Gaziosmanpaşa’nın CHP’nin yönetimine geçmesinde Soylu’ya da fatura kesilmesi bekleniyor.
Canlı duygusallığı(Öztin Akgüç)
Yaşananlar, canlılar arasında duygusal bağ oluştuğunun, oluşabileceğinin kanıtı. Leyleğin 12 yıldır balıkçı kayığına konması bir alışkanlık, içgüdüsel davranış; balıkçının sevinci de gösteri değildir. Balıkçı, kuşkusuz leyleği özlemle, gelmeyecek kaygısı ile beklemiş, görünce de duygu dolu sevinç gösterisine kapılmıştır.
Yaşam boyunca petim olmadı. Hayvansever, hayvan haklarını koruyucu bir etkinliğim olmadığı gibi etkinliğe de katılmadım.
Yıl 1950’li yılların sonları, babam Afganistan Kâbil Üniversitesi’nden döndükten sonra aile İstinye sırtlarındaki evde toplandı. Ben o tarihlerde Maliye Bakanlığı hesap uzmanıyım, ailemle birlikte yaşıyorum. Vapur seferleri düzenli, vapurla Karaköy’e iniyor, genelde vapurla dönüyorum. İstinye sırtları o tarihlerde, tenha boş gibi, yalı yok, bir şase ile bağlantı sağlanıyor. Yukarı şase ile sahil sahil arası bağlantıyı Kerametli Sokak denilen dik yokuş sağlıyor. Kerametli Yokuşu ile evin arası yaklaşık yarım kilometre. Bir akşam alacakaranlıkta eve dönerken, Kerametli Yokuşu’nun sonundan itibaren beyaz, kıvırcık tüylü bir köpekle beraber yürümeye başladık. Eve geldik. Mutfak evin giriş katında. Kapıya yakın buzdolabından “Daisy”ye yol arkadaşı olarak ikramda bulundum. Daisy, Amerikalı ile evli bir arkadaşın köpeklerinin adı idi. Daisy, güzel bir isim, papatya demek! köpek de kıvırcık, beyaz tüylü. Ben de Daisy demeye başladım. Daisy her akşam beni bekliyor, beraber yürüyorüz, ona ikramda bulunuyorum. Bir akşam dönerken Daisy yok. Aradım, soruşturdum. Daisy’i zehirlediler, dediler. Niçin, neden Daisy? Uysal, saldırgan değil. Zehirlemek, hayvanlara işkence, şiddet, sapkınlık, bir psikolojik bozukluğun, rahatsızlığın dışavurumu. Daisy’nin zehirlenmesi Nietzsche’in bir tümcesini anımsattı: “Ben hayvandan niçin korkayım, insandan korkarım.” Vahşi saldırgan olan insan.
İnsanların davranışları farklı, tümünün aynı kümeye, tefeye konulamayacağını düşünürüm. Bir bölümü gerçekten iyi, dürüst, düzgün, yardımsever, tokgözlü, özverili; bir bölümü sözcüğün tam karşılığı “kötü, egoist, dalavereci, şarlatan, istismarcı”. Üçüncü bir bölüm çok yapmacıklı olmaya değil de görüntü vermeye yönelik özentili davranışlı olanlar. Başarısız, rate, ezik, mutsuz, çevre ile barışık olmayan, psikolojik sorunları olan kişilerin, saldırgan, şiddet kullanan, kötü davrananlar olduğunu düşünürüm ama davranış farklılığının, nedenlerinin psikologlar ve filozoflar tarafından irdelenmesi doğru olur.
Son birkaç yıldır Antalya’da bir sitenin üst katında yalnız yaşıyorum. Dairenin mutfağının kapısı balkona açılıyor. Geçen yaz bir akşamüstü mutfakta cırcır böceği sesi duydum. Böcekler hakkında bilgim yok. Cırcır veya ağustos böceği olabilir. Sesleniyor fakat görünmüyor, hareket ettikçe herhalde cırıltı yeniden başlıyor, geceye kadar sürüyor, ses kesiliyor. Böcek gidip geliyor mu, gizleniyor mu bilmiyorum. Her akşam olay yineleniyor. Alıştım, cırcır sesini beklemeye başladım, gelmeyecek diye kaygılanıyorum, duyunca rahatlıyorum. Yaz boyu bir tür dostluk sürdü. Eylülün ilk haftasında bir gece, alışılmışın dışında böceğin cıvıltısı ağaran vakte kadar sürdü, gün ağardığında kesildi. O geceden sonra böcek gelmedi, sesi işitilmedi. O gece böceğin vedası idi.
Ailenin peti kedidir. Küçük dayımın kedisi “Minnoş”. Dayım hastalanınca Minnoş ne yapıp edip dayımın yanında yatıyor. Hastalık ağırlaşınca ayrılık önsezi mi, sevgi gösterisi mi, güç verme isteği mi bilmem, üstünde yatmaya başlamış.
Eşe gönül bağı ve sevgi “ölümle”, fiziki görüntünün yitirilmesiyle, gaybubetle sonlanmıyor. Özleyiş, arayış duygusu da eklenerek sürüyor. Özleyiş, “Ah yıldızlarla gece yarısı bana bir selam gönderebilsen” Anna Ahmetova.
Duygusallık, zaman zaman hüzün verse de yaşamı anlamlı kılıyor. Dizeler Goethe’den:
“Denizin incileri/ Semanın yıldızları/ Benim, benim kalbimin de/ sevgileri vardır.”
Yerel seçim tarihimiz (Sinan Meydan)
Beyoğlu-Galata Altıncı Belediye Dairesi (1908)
31 Mart 2024 yerel seçimleri geride kaldı. CHP, 1977 seçimlerinden sonra ilk kez birinci parti oldu. 22 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten siyasal İslamcı AKP ise tarihinin en büyük seçim yenilgilerinden birini aldı. Ayrıca Atatürk Türkiye’sinin, 3 Nisan 1930’da “kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı” tanımasının 94. yılında, birçok kadın adayın belediye başkanı seçilmesi de çok anlamlı bir tesadüf oldu.
Peki, ama Türkiye’de belediyecilik nasıl başladı? Geçmişte belediye meclisleri, belediye başkanları nasıl belirlendi?
ŞEHREMANETİDEN BELEDİYEYE
Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminde (1300-1770 arasında) günümüzdeki gibi bir belediye örgütlenmesi yoktu. Bu dönemde “belediye hizmetleri” tek bir kişi veya kurum eliyle değil, başta kadı olmak üzere çeşitli esnaf grupları, halk, vakıflar, şehremini, defter emini, subaşı ve mimarbaşı gibi çeşitli kişi ve guruplar eliyle yürütülürdü.
Osmanlı’da modern mahalli idareler 19. yüzyılda oluşmaya başladı. 19. yüzyılda Osmanlı’nın Batı’dan etkilenmesi, kentlerin büyümesi, vergi sistemindeki modernleşme, merkezi otoriteyi sağlama isteği gibi nedenlerle Türkiye’de belediyeciliğin temelleri atıldı. 1826’da İstanbul’da şehrin temizlik, kolluk ve çeşitli belediye hizmetleri için İhtisap Nezareti kuruldu. 1855’te de yine İstanbul’da “şehremaneti” adıyla belediye teşkilatı kuruldu ve başına Amasya Mutasarrıfı Salih Paşa “şehremini” adıyla belediye başkanı olarak atandı. Yanına da iki yardımcı verildi. Ayrıca 12 kişiden oluşan bir şehir meclisi kuruldu. Şehremanetinin kendi bütçesi yoktu. Bazı belediye işleri ise zaptiye, evkaf, nafia gibi bakanların elindeydi. 1856’da İntizam-ı Şehir Komisyonu kuruldu. Komisyonun görevi Batı’daki örneklere dayanarak Osmanlı belediyecilik teşkilatı kurmaktı. Bu komisyonun raporu doğrultusunda Paris Belediyesi’nden esinlenilerek İstanbul’da Müslüman olmayan halkın yoğun olarak yaşadığı Galata-Beyoğlu’nda Altıncı Belediye Dairesi adıyla ilk belediye teşkilatı kuruldu. 1864 Vilayet Nizamnamesi’ne göre üyelerinin çoğu seçimle belirlenen belediye meclisleri kurulacaktı. Belediye meclislerine, vali veya kaymakamın atayacağı bir “reis” başkanlık edecekti.
1868 Dersaadet Belediye Kanunu çıkarıldı.
1876 Kanunu Esasisi’nin 108-112. maddelerine göre belediyeleri yönetmek için belediye meclislerinin kurulmasına karar verildi. 1877 Vilayet Belediye Kanunu ile İstanbul Şehremaneti 20 belediyeye ayrıldı. Bu kanuna göre 6-12 kişilik belediye meclisleri, dört yılda bir yapılacak seçimle belirlenecekti. Ancak II. Abdülhamit’in anayasayı yürürlükten kaldırmasıyla bu seçimler yapılamadı. Bu dönemde belediye meclis üyeleri, belediye başkanları ve şehreminiler seçimle değil, hep atamayla göreve getirildiler.
1908’de II. Meşrutiyetin ilanı ve 1909’da II. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi sonrasında doğan özgürlük ortamında belediye seçimleri de yapılabildi. İstanbul’da 20 belediye dairesi kuruldu. Ancak belediyelerin özgürlük ortamı kısa sürdü. 1912 Dersaadet Belediye Kanunu ile bir taraftan İstanbul’da belediyelerin şehremaneti karşısında özgürlüklerine son verilirken diğer taraftan belediye dairelerin sayısı da 20’den 9’a indirildi, başlarına birer müdür atandı ve belediye meclisleri kaldırıldı. Daha sonra Şehremini Cemil Topuzlu Paşa’nın hazırladığı Belediye Teşkilatı Kanunu ile valilik ve belediye başkanlığı aynı kişide toplandı.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE BELEDİYE
Türkiye’de gerçek anlamda belediye seçimleri Cumhuriyet döneminde başladı.
TBMM’de, 3 Nisan 1930’da 1580 sayılı Belediyeler Kanunu’nu kabul edildi. 1 Eylül 1930’da yürürlüğe giren bu kanunla; belediye başkanı hükümet tarafından atanmak yerine belediye meclisi içinden veya dışından seçilecekti. Belediye meclisinin yetkileri artırılıp daire başkanları ve belediye encümeni oluşturulacaktı. Halkın katılımı sağlanacaktı. Şehre içme suyu getirilmesi, itfaiye örgütü kurulması, mezarlıkları yönetme gibi işler belediyelerin sorumluluğuna verilecekti. Belediyeler Bankası kurulacaktı. Belediyeler, İçişleri Bakanlığı ve Danıştay tarafından denetlenecekti. Belediyeler mutlaka imar programı yapacaktı. Kadınerkek her seçmen belediye seçimlerine katılacaktı.
3 Nisan 1930 Belediyeler Kanunu ile kadınlara da belediye seçimlerine katılma hakkı verildi. Türkiye’nin ilk kadın belediye başkanı Artvin’in Yusufeli ilçesine bağlı Kılıçkaya beldesinde seçilen Sadiye Ardahan oldu.
1945’te çok partili hayata geçildikten sonra 14 Mayıs 1950 seçimleriyle Demokrat Parti iktidara geldi. Eylül 1950’de yapılan belediye seçimlerinde 650 belediyenin 560’ını DP kazandı. İl Genel Meclisi seçimlerinde de 67 ilin 55’inde DP birinci parti oldu.
Türkiye’nin ilk kadın il belediye başkanı ise 1950 seçimlerinde DP’den Mersin Belediye Meclisi’ne ilk sıradan giren ve Mersin Belediye Başkanı seçilen Müfide İlhan oldu.
İSTANBUL’DA BELEDİYE SEÇİMLERİ
Türkiye’de 1963 yılına kadar halk belediye meclislerini, belediye meclisleri de belediye başkanını seçti. Türkiye’de ilk kez 1963’te belediye başkanı doğrudan doğruya halk tarafından seçildi.
1963 Yerel Seçimlerinde İstanbul’da AP adayı Nuri Erdoğan yüzde 40.43 oyla birinci, CHP adayı Haşim İşcan yüzde 35.37’yle ikinci, bağımsız aday Mümtaz Turhan ise yüzde 11.37’yle üçüncü oldu. Ancak seçimleri kazanan Nuri Erdoğan’ın, seçim kanununa göre zamanında görevinden istifa etmediğini belirleyen CHP, seçim sonuçlarına itiraz etti. Bunun üzerine il seçim kurulu, Nuri Erdoğan’ın başkanlığını iptal etti. Onun yerine seçimden ikinci çıkan CHP adayı Haşim İşcan İstanbul Belediye Başkanı seçildi.
14 Ekim 1973 genel seçimlerinde CHP, yeni lideri Bülent Ecevit başkanlığında birinci parti oldu. 9 Aralık 1973 yerel seçimlerinde İstanbul’da CHP adayı Ahmet İsvan yüzde 63.5’le birinci, AP adayı Fahri Atabey ise yüzde 28.2’yle ikinci oldu. 1973’te İstanbul belediye başkanı seçilen İsvan’ın aldığı oy, İstanbul’da belediye başkanlığı seçimlerinde bugüne kadar alınmış en yüksek oydur.
5 Haziran 1977 genel seçimlerinde Bülent Ecevit’in başkanlığındaki CHP yüzde 41.4 oyla birinci, Süleyman Demirel’in başkanlığındaki AP yüzde 36.9 oyla ikinci parti oldu. 11 Aralık 1977’de yerel seçimler yapıldı. Ülke genelinde belediye başkanlığında CHP yüzde 45.7 oyla birinci; AP, yüzde 37.8 oyla ikinci parti oldu. 1710 belediyenin 707’sini CHP, 708’ini AP kazandı. Kalan belediyeleri ise diğer partiler kazandılar. 1977 yerel seçimlerinde 67 ilden, Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa dâhil 42 ilde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 15 ilde Adalet Partisi (AP), 5 ilde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), 3 ilde Milli Selamet Partisi (MSP) ve 2 ilde bağımsızlar seçimleri kazandı.
1977 yerel seçimlerinde İstanbul Belediyesi’nde CHP adayı Aytekin Kotil, yüzde 59.13 oyla birinci, AP adayı Aziz Gümüş yüzde 30.88 oyla ikinci oldu.
25 Mart 1984 Yerel Seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda Anavatan Partisi adayı Bedrettin Dalan yüzde 49.69 oyla birinci, Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) adayı yüzde 26.28’le ikinci oldu.
26 Mart 1989 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) adayı Nurettin Sözen yüzde 35.95’le birinci, Anavatan Partisi adayı Bedrettin Dalan yüzde 26.12’yle ikinci oldu.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Türk siyasetinin üstünden silindir gibi geçti. Darbe özellikle Türk solunu yerle bir etti. 90’ların başında aydınlar katledildi. Tarikatların ve cemaatlerin önü açıldı. Siyasal İslam yükselmeye başladı. Solda birlik sağlanamadı. 1994 yerel seçimlerine Ecevit’in DSP’si, Deniz Baykal’ın CHP’si ve Murat Karayalçın’ın SHP’si ayrı ayrı girdi. 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Refah Partisi (RP) adayı Recep Tayyip Erdoğan yüzde 25.19 oyla birinci, ANAP adayı İlhan Kesici yüzde 22.14 oyla ikinci, SHP adayı Zülfü Livaneli yüzde 20.3 oyla üçüncü, DYP adayı Bedrettin Dalan yüzde 15.46 oyla dördüncü, DSP adayı Necdet Özkan yüzde 12.38 oyla beşinci oldu. CHP adayı Ertuğrul Günay yüzde 1.4.oy alabildi.
1994 yerel seçimlerinde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde de RP adayı İ. Melih Gökçek yüzde 27.34 oyla birinci, SHP adayı Korel Göymen yüzde 26.89 oyla ikinci oldu. DSP adayı Ömer Faruk Sarıkaya yüzde 7.76, CHP adayı Ali Dinçer ise yüzde 2.09 oy aldı. 1994 yerel seçim sonuçlarından çok açıkça görüldüğü gibi soldaki bölünme, siyasal İslamcı RP’nin İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini almasını kolaylaştırmıştı.
31 Mart 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da CHP adayı Ekrem İmamoğlu, AKP adayı Binali Yıldırım’a karşı 13 bin oy farkla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandı. Ancak Cumhur İttifakı partileri sonuca itiraz ettiler. Bunun üzerine YSK, 6 Mayıs 2019’da İstanbul seçimlerini iptal etti. 23 Haziran 2019’da yenilenen seçimler sonunda Ekrem İmamoğlu yüzde 54.22, Binali Yıldırım yüzde 45 oy aldı. Böylece Ekrem İmamoğlu, son 35 yıldaki en yüksek oy oranıyla İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı oldu.
Son olarak 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde, kesinleşmemiş sonuçlara göre Türkiye genelinde CHP yüzde 37.67 oyla birinci, AKP 35.26’yla ikinci parti oldu. Aralarında Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa’nın da olduğu 14 büyükşehir belediyesi kazanan CHP, 1977’den sonra ilk kez birinci parti oldu. İstanbul’da ise CHP adayı Ekrem İmamoğlu yüzde 51.15 oyla birinci, AKP’nin adayı Murat Kurum yüzde 39.59 oyla ikinci oldu. Böylece İmamoğlu girdiği iki yerel seçimi üç kez kazanan belediye başkanı adayı olarak tarihe geçti.
***
Türkiye’de Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, şehremanetinden belediyeye yaklaşık 150 yıllık yerel yönetimler tarihimizde, yerel yönetimlerin halkın katılımıyla, seçimle belirlenmeye başlanması, bu seçimlere kadınların da katılması, Türk demokrasisinin en önemli kazanımlarından biridir. 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçları bu kazanımın büyük önemini bir kere daha gözler önüne sermiştir.
Kaynakça:
• Ozan Çekmez, “Osmanlı İstanbul’unda Belediyecilik Tarihi ve İstanbul Şehreminileri”, Cumhuriyet’in 100. Yılında Başkanlarıyla İstanbul, Haz. Adil Bali, İstanbul, 2023, 17-35.• Cengiz Sunay, “Türkiye’de Yerel Siyasetin Tarihi Gelişimi”, Yerel Siyaset, İstanbul, 2008, s.37-67.• İlhan Tekeli, “Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi, (1923-1973”, Ed. Ergun Türkcan, Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi, Ankara, 1978.• Zafer Toprak, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Şehremaneti”, Türk Belediyeciliğinde 60. Yıl Uluslararası Sempozyumu, 23-24 Kasım 1990, Bildiriler, Tartışmalar, Ankara, 1990. • Hakkı Uyar, “Türkiye’nin Yerel Seçim Tarihinden Kesitler,” İST, Mart-Nisan-Mayıs 2024, s. 20-25. /././
Türkiye’de 1963 yılına kadar halk belediye meclislerini, belediye meclisleri de belediye başkanını seçti. Türkiye’de ilk kez 1963’te belediye başkanı doğrudan doğruya halk tarafından seçildi.
1963 Yerel Seçimlerinde İstanbul’da AP adayı Nuri Erdoğan yüzde 40.43 oyla birinci, CHP adayı Haşim İşcan yüzde 35.37’yle ikinci, bağımsız aday Mümtaz Turhan ise yüzde 11.37’yle üçüncü oldu. Ancak seçimleri kazanan Nuri Erdoğan’ın, seçim kanununa göre zamanında görevinden istifa etmediğini belirleyen CHP, seçim sonuçlarına itiraz etti. Bunun üzerine il seçim kurulu, Nuri Erdoğan’ın başkanlığını iptal etti. Onun yerine seçimden ikinci çıkan CHP adayı Haşim İşcan İstanbul Belediye Başkanı seçildi.
14 Ekim 1973 genel seçimlerinde CHP, yeni lideri Bülent Ecevit başkanlığında birinci parti oldu. 9 Aralık 1973 yerel seçimlerinde İstanbul’da CHP adayı Ahmet İsvan yüzde 63.5’le birinci, AP adayı Fahri Atabey ise yüzde 28.2’yle ikinci oldu. 1973’te İstanbul belediye başkanı seçilen İsvan’ın aldığı oy, İstanbul’da belediye başkanlığı seçimlerinde bugüne kadar alınmış en yüksek oydur.
5 Haziran 1977 genel seçimlerinde Bülent Ecevit’in başkanlığındaki CHP yüzde 41.4 oyla birinci, Süleyman Demirel’in başkanlığındaki AP yüzde 36.9 oyla ikinci parti oldu. 11 Aralık 1977’de yerel seçimler yapıldı. Ülke genelinde belediye başkanlığında CHP yüzde 45.7 oyla birinci; AP, yüzde 37.8 oyla ikinci parti oldu. 1710 belediyenin 707’sini CHP, 708’ini AP kazandı. Kalan belediyeleri ise diğer partiler kazandılar. 1977 yerel seçimlerinde 67 ilden, Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa dâhil 42 ilde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 15 ilde Adalet Partisi (AP), 5 ilde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), 3 ilde Milli Selamet Partisi (MSP) ve 2 ilde bağımsızlar seçimleri kazandı.
1977 yerel seçimlerinde İstanbul Belediyesi’nde CHP adayı Aytekin Kotil, yüzde 59.13 oyla birinci, AP adayı Aziz Gümüş yüzde 30.88 oyla ikinci oldu.
25 Mart 1984 Yerel Seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda Anavatan Partisi adayı Bedrettin Dalan yüzde 49.69 oyla birinci, Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) adayı yüzde 26.28’le ikinci oldu.
26 Mart 1989 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) adayı Nurettin Sözen yüzde 35.95’le birinci, Anavatan Partisi adayı Bedrettin Dalan yüzde 26.12’yle ikinci oldu.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Türk siyasetinin üstünden silindir gibi geçti. Darbe özellikle Türk solunu yerle bir etti. 90’ların başında aydınlar katledildi. Tarikatların ve cemaatlerin önü açıldı. Siyasal İslam yükselmeye başladı. Solda birlik sağlanamadı. 1994 yerel seçimlerine Ecevit’in DSP’si, Deniz Baykal’ın CHP’si ve Murat Karayalçın’ın SHP’si ayrı ayrı girdi. 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Refah Partisi (RP) adayı Recep Tayyip Erdoğan yüzde 25.19 oyla birinci, ANAP adayı İlhan Kesici yüzde 22.14 oyla ikinci, SHP adayı Zülfü Livaneli yüzde 20.3 oyla üçüncü, DYP adayı Bedrettin Dalan yüzde 15.46 oyla dördüncü, DSP adayı Necdet Özkan yüzde 12.38 oyla beşinci oldu. CHP adayı Ertuğrul Günay yüzde 1.4.oy alabildi.
1994 yerel seçimlerinde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde de RP adayı İ. Melih Gökçek yüzde 27.34 oyla birinci, SHP adayı Korel Göymen yüzde 26.89 oyla ikinci oldu. DSP adayı Ömer Faruk Sarıkaya yüzde 7.76, CHP adayı Ali Dinçer ise yüzde 2.09 oy aldı. 1994 yerel seçim sonuçlarından çok açıkça görüldüğü gibi soldaki bölünme, siyasal İslamcı RP’nin İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini almasını kolaylaştırmıştı.
31 Mart 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da CHP adayı Ekrem İmamoğlu, AKP adayı Binali Yıldırım’a karşı 13 bin oy farkla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandı. Ancak Cumhur İttifakı partileri sonuca itiraz ettiler. Bunun üzerine YSK, 6 Mayıs 2019’da İstanbul seçimlerini iptal etti. 23 Haziran 2019’da yenilenen seçimler sonunda Ekrem İmamoğlu yüzde 54.22, Binali Yıldırım yüzde 45 oy aldı. Böylece Ekrem İmamoğlu, son 35 yıldaki en yüksek oy oranıyla İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı oldu.
Son olarak 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde, kesinleşmemiş sonuçlara göre Türkiye genelinde CHP yüzde 37.67 oyla birinci, AKP 35.26’yla ikinci parti oldu. Aralarında Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa’nın da olduğu 14 büyükşehir belediyesi kazanan CHP, 1977’den sonra ilk kez birinci parti oldu. İstanbul’da ise CHP adayı Ekrem İmamoğlu yüzde 51.15 oyla birinci, AKP’nin adayı Murat Kurum yüzde 39.59 oyla ikinci oldu. Böylece İmamoğlu girdiği iki yerel seçimi üç kez kazanan belediye başkanı adayı olarak tarihe geçti.
***
Türkiye’de Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, şehremanetinden belediyeye yaklaşık 150 yıllık yerel yönetimler tarihimizde, yerel yönetimlerin halkın katılımıyla, seçimle belirlenmeye başlanması, bu seçimlere kadınların da katılması, Türk demokrasisinin en önemli kazanımlarından biridir. 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçları bu kazanımın büyük önemini bir kere daha gözler önüne sermiştir.
Kaynakça:
Halk frene bastı!(Zülal Kalkandelen)
Siyasal İslamcı AKP iktidarında gericiliğin, yoksulluğun, kutuplaşmanın, adam kayırmanın ve hukuksuzluğun pençesinde kıvranan Türkiye’de halk sonunda frene bastı.
Neden 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde basmadı? O zaman da bu tehlikelerin hepsi yok muydu? Vardı.
Peki halka bunların sorumlusu olan Cumhur İttifakı’nın karşısında sunulan seçenek neydi? AKP eskisi siyasal İslamcılar, sağcılar ve tarikatçılarla kurulan 6’lı masa! O dönemde bunun ne kadar yanlış olduğunu anlatmak için çabalayanlardan biriydim ama bağımsız/muhalif medyanın neredeyse tamamı büyülenmiş gibiydi.
Toplumda büyük bir yılgınlığa neden olan o seçimlerden sadece on ay sonra ülke çapında böylesine bir silkinişi kimse tahmin edemedi. İstanbul, Ankara gibi kentlerde, yaşadığım Üsküdar’da ana muhalefetin kazanabileceğini görüyordum ama 31 Mart’ta ülke çapında alınan sonucu ben de öngöremedim.
İktidarın hukuka aykırı uygulamaları, montaj videoları ve terör kartı genel seçim sürecinde de kullanıldı, yerel seçim sürecinde de. Ama bu kez tutmadı. Bunun nedenlerini görmek için bu iki seçim arasındaki on aylık süreye bakmak gerekiyor.
ALTILI MASA ÇÖKÜNCE SAFLAR NETLEŞTİ
En önemlisi 6’lı masa çöktü, Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrıldı, yerine İmamoğlu destekli Özgür Özel geldi. Bu “değişim” diye sunulsa da pek öyle olmadığı, Özel’in de laikliği yeterince savunmadığı, oy için dinciler ve etnikçilerle teması sürdürdüğü, hatta ayet okuyarak oy istediği görüldü.
Fakat ekonomik krizin silindir gibi ezip geçtiği emekliler ve emekçiler son nefeslerini vermek üzereyken AKP’li cumhurbaşkanının alay eder gibi bütçede onlar için para kalmadığını söylediği, Filistin meselesi siyasette kullanılırken İsrail ile ticaretin son hızla sürdürüldüğü, adliyelerde şeriat ve hilafet çığlıklarının atıldığı, anayasanın ilk dört maddesinin tartışmaya açıldığı, iktidarın 29 Ekim’de Cumhuriyetin 100. yılında kutlama yapmaktan bile kaçındığı bir ortamda, seçmenler bu gidişata birilerinin dur demesi gerektiğini gördü.
Muhalefetteki ittifak siyaseti bozulup partiler kendi adaylarını çıkarınca da seçmen AKP’yi cezalandırmak için onun karşısında en şanslı gördüğü adaylar için oy kullandı. Karşıdevrim bu kadar azmışken, halk yoksulluktan inim inim inlerken gereğini yaptı ve AKP’yi sandıkta gömdü.
Bu nedenle 31 Mart’ta alınan sonuçlar, öncelikle sağduyulu seçmenin, Cumhuriyetçi demokrasiyi savunan laik kesimin başarısıdır.
Özgür Özel’in seçim boyunca “Türkiye ittifakı” diyerek halkı buna yönlendirmesi karşılık bulmuştur. Seçmenler, adaylar çok iyi olduğu ya da CHP’ye çok güvendiği için değil, AKP’ye “Dur” demek gerektiği için bu yolu izlemiştir. Ana muhalefete bir kredi açılmıştır ama bunun geri ödemesi dikkatle izlenecektir.
MÜCADELE YENİ BİR AŞAMAYA GEÇTİ
AKP tüm yurtta bozguna uğrarken, hak ettiği yanıtı alan İYİ Parti’nin erimesi ve MHP’nin oy kaybetmesi önemli ancak dinci sağda Yeniden Refah Partisi’nin (YRP) yükselişe geçerek üçüncü parti olması dikkat çekici. Belli ki AKP’ye tepki duyanların bir kısmı sandığa gitmezken önemli bölümü YRP’ye yönelmiş. 6’lı masada hiç hak etmedikleri şekilde önem verilen DEVA ve Gelecek Partisi’nin siyaseten hiçbir karşılığının olmadığı da ortaya çıktı.
Bu seçimin altı çizilmesi gereken bir sonucu da bazılarınca dile getirilen “DEM Parti olmadan seçim kazanılmaz” görüşünün gerçeği yansıtmaması.
CHP ile bazı bölgelerde işbirliği yapsalar da seçime kendi adaylarıyla giren DEM’in Türkiye çapında aldığı oy oranı yüzde 5.7 civarındadır.
Sosyalist sol ise halkın bu çığlığını duyup en azından Defne gibi bazı bölgelerde tek bir aday belirleyememesi, Kadıköy gibi CHP’nin kalesi olan bir yerde Maçoğlu’nun aday gösterilmesi gibi hatalarının bedelini ödedi. TİP, Samandağ’da TKP adayını çekince kazanabildi. SOL Parti’nin, Hozat ve Saratlı’da kazanması, devrimciler açısından kazanç oldu.
Elbette mücadele seçimle sınırlı değil karşıdevrime, faşizme, talana, ranta karşı mücadele artık yeni bir aşamaya geçti. Unutmamak gerekir ki Cumhur İttifakı, hâlâ iktidarda!
/././
Rezerv alan kâbusu; mülksüzleştirme yasası! - Prof. Dr. Kaya Özgen (Olaylar Ve Görüşler-Cumhuriyet)
6306 sayılı yasa kapsamında, mülkün riskli yapı olmamasına bakılmaksızın, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından kamulaştırılma yoluyla el konulabilmektedir. Konu “rezerv alan” adı altında tapulu mallara el konulabileceği şeklinde özetlenebilir. Yasa uyarınca seçilen alan “rezerv yapı alanı” ilan edilerek kamulaştırılmakta ve bu yoldan rant yaratılmaktadır. Dahası el konulan mülklerin sahiplerine itiraz hakkı da tanınmamaktadır.
Daha önceleri yalnızca boş alanlar rezerv alan ilan ediliyordu. Yeni düzenlemeyle bakanlığa, mülk sahiplerine sormadan/ danışmadan karar alma yetkisi verilmiş bulunuyor.
Yasanın kuralları son derece katı; rezerv alan ilanından itibaren, yargı süreci de dahil konut sahiplerinin 90 gün içinde tahliyeleri öngörülüyor. Böylece bakanlık “uygun gördüğü” her bölgeye el koymakla yetkili kılınmış. Öyle ki deprem riski olmasa da vatandaşın mülküne el konulması mümkün; buna karşılık mülk sahiplerine başka bölgelerden, borçlandırılarak konut verilmesi öngörülüyor.
AMAÇ RANT YARATMAK MI?
Rezerv alanlarda imar planı parselasyon, ruhsat ve iskân aşamalarında yerel yönetimler dışlanıyor, tüm yetkiler bakanlığa verilmiş durumda. Yasa kapsamında en kestirme/kolay çözüm, “deprem riski” gerekçesiyle el koymadır. Bu büyük sorunlara yol açacak nitelikte bir gerekçe.
Ülkemizde tutarlı denebilecek ilk deprem yönetmeliği 1969 yılında çıkarılmış, yaşanan depremler ve gelişen bilgilerin ışığında güvenlik artırıcı yönde 1975, 1998, 2007 ve 2018 yıllarında geliştirilerek yenilenmiştir. Bu bağlamda yetersiz yönetmelik koşulları nedeniyle 1998 öncesi yapıların büyük bölümünün sorunlu olduğu bilinmektedir. Ülkemizdeki yapı stokunun büyük bölümünün 1998 öncesi yapıldığı düşünüldüğünde sorun daha da büyümektedir.
Günümüzde güçlendirme uygulamalarına yönelik yapı kimyasalları ve malzemeleriyle, az hasarlı konutları yerel müdahalelerle güçlendirmek mümkündür ve bunun giderek yaygınlaştığı bilinmektedir.
Bu bağlamda rant yaratma uğruna vatandaşların malına el koymak kabul edilebilir nitelikte değildir. Böylesine tutarsız bir yasanın Anayasa Mahkemesi’ne götürülmemesi de kabul edilemez
Yasa tartışıla dursun, uygulamalara başlanmıştır. Örneğin Hatay’ın Antakya ve Defne yörelerinde rezerv alan uygulaması diye yurttaşların az hasarlı binalarına el konulmak istenmiştir; şöyle ki riskli yapı koşulunu sağlamak için konutlardan alınan karot sonuçlarıyla oynandığı belirtilmektedir.
Bir diğer örnek Üsküdar’da yaşanmıştır. Yönetim, 29 Mayıs Sitesi’ndeki 134 konuta inceleme yapmadan, tutarlı bilgi ve belgeleme olmadan el koymuştur. Burada amacın konutları yenileyerek rant yaratmak olduğu bir gerçektir.
SONUÇ
Konu vatandaşın mülkiyet hakları bakımından son derece önemli. Siyasette ve medyada nedense üstünde durulmadı. Yakın gelecekte umulmadık acı süprizlerle karşılaşmak işten bile değil. Küçük gruplar halinde gösterilen tepkilerin yetersiz kaldığı görülüyor. Çok daha geniş katılımlı kitlesel itirazların gündeme getirilmesi şart; çok geç olmadan...
(Cumhuriyet)