3 Nisan 2024 Çarşamba

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 3 NİSAN 2024 -

 


Erdoğan’ın yeni rotası ne olacak(Barış Pehlivan)

İktidarından muhalefetine herkes şu tespitte birleşti: Mesele sadece belediye seçimi değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Madem öyle, seçimin yansımalarının nasıl olacağını da herkes merak ediyor. Misal, iktidar için kimi zaman merdiven kimi zamansa sopa olarak kullanılan yargı, bundan sonra ne yapacak? Hem AKP’nin teraziye dokunuşları ne olacak hem de yargıda kim nasıl tavır alacak?

İşte bu soruların yanıtı için Yargıtay, Danıştay ve bölge adliye mahkemesinde halihazırda aktif görevler yapan hâkimler ve savcılar ile görüştüm. Ve onlara yargıda oluşması beklenen yeni rotayı sordum. Kimi benzer kimisi ise birbirinin tersi görünen yanıtlar verdi. Lakin hepsinin ortak görüşü, çok şeyin eskisi gibi olmayacağıydı. İşte konuştuğum yargı mensuplarının anlattıklarından madde madde notlarım...

1- Yargının bağımsızlığına inanan meslek mensupları, şahsi olarak gelecek kaygısı asla taşımaz. Bu endişeyi yaşayanlar ise verdikleri kararların hukuka uygun olmadığını bilen ve bundan dolayı kaygı duyanlardır. Doğal olarak ikinci gruptakiler, siyasi konjonktürü de sıkı bir şekilde takip etmek zorunda kalır. Bu nedenlerle 31 Mart seçimlerinde oluşan iklim onları da etkileyecek. Haliyle, yargıdaki o isimler kendilerine çekidüzen verme refleksi içerisinde olacak.

2- Özellikle yüksek yargı organlarında dönüşüm belirgin şekilde ortaya çıkacak. Uzak gelecekte Yargıtay ve Danıştay’ın birleştirilmesi planı var. Bu hedef gerçekleşirse yeni bir havuz yaratılıp mevcut üyeler değiştirilebilir.

3- İktidar oy kaybettiğini düşündüğü grupların temsilcilerine koltuk verebilir. Örneğin, Yeniden Refah Partisi ilişkili ya da Süleymancılardan birisini Anayasa Mahkemesi’nde görebiliriz.

4- YÖK’te boş bulunan üyelik koltuğu için tıp kökenli ve türbanlı bir kadının atanması hedefleniyordu. Bu atamada da tıpkı AYM’deki gibi “gönül alma” motivasyonu uygulanabilir.

5- Anayasa değişikliği çalışmaları için uygun zemin aranır. Seçim analizi yapılarak, yürütme ve yargı sisteminde değişiklikler yapılabilir. Bu çalışmaları mevcut adalet bakanına yaptırıp daha çok yıpranmasını sağlandıktan sonra bakan değişikliğine gidilir. Keza, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın da soruşturmaların yönetimi konusunda Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile fikir ayrılıklarının olduğu ileri sürülüyor.

DEMİRTAŞ TAHLİYE OLUR MU

6- Muhaliflerin dosyalarında siyasi karar alma sürecinin hızlanması beklenir. Örneğin, İmamoğlu’nun mahkûmiyet dosyası koz olarak kullanılır. Her ne kadar İmamoğlu için denenen bu yöntem başarılı olmasa da İçişleri Bakanlığı diğer belediyeler üzerinde teftişlerini yoğunlaştırır. Görevlerine başladıktan bir süre sonra, yeni belediye başkanlarına hukuki alt yapısı olmayan dosyalar ile soruşturmalar açılır. Lakin muhalefet partili belediyelerin yanında, AKP’li belediyelere ya da bürokratlara da yolsuzluk operasyonları gerçekleşebilir.

7- Yargıdaki İstanbul ekibi, 2026’daki yeni HSK seçimlerinde tasfiye olabilir. Bir HSK üyesinin akçeli işlerinin Saray’da da duyulmasının, bardağı taşıran damlalardan olduğu yargı kulislerinde konuşuluyor.

8- MHP ile yaşanacak mesafe yargıdaki koltuklara da sıçrar. MHP referanslı Menzilcilerin yargıdaki etkisi kırılır ve hatta tasfiyeler yaşanır.

9- AKP-MHP ittifakının seyri siyasi davaların kaderini etkiler. Sürpriz olmayacak bir ayrışma, Gezi davasında olması gereken ama beklenmedik kararları görmemizi sağlar. Bu süreçte DEM Parti ile de temas kurulup Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi sağlanabilir. Ancak tahliye kararı verildikten sonra, siyasi konjonktüre göre bu olay sahiplenilir ya da yargının üstüne atılır. Unutmamalı ki bu olasılıklar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirleyeceği olası yeni rotaya göre karşımıza çıkar.

10- Sinan Ateş dosyası MHP’nin en yumuşak karnı durumunda. Dosyanın akıbeti, Cumhur İttifakı’nın devamına ya da dağılmasına bağlı. Lakin şurası kesin ki Sinan Ateş dosyası MHP’yi sıkıştırmak için elde bir koz olarak tutulmaya devam eder.

11- Ayhan Bora Kaplan dosyasında yeni itiraflar alınır. Gerekli operasyonlar yapılmış gibi gösterilip bazı Emniyet ve yargı mensupları için davalar açılır. Bu dosya üzerinden Süleyman Soylu’nun tasfiyesi de tamamlanır. Zira Soylu, seçim sürecinde de yeterince çalışmadı. Aile ocağı Gaziosmanpaşa’nın CHP’nin yönetimine geçmesinde Soylu’ya da fatura kesilmesi bekleniyor.

                                                                /././

Canlı duygusallığı(Öztin Akgüç)

Yaşananlar, canlılar arasında duygusal bağ oluştuğunun, oluşabileceğinin kanıtı. Leyleğin 12 yıldır balıkçı kayığına konması bir alışkanlık, içgüdüsel davranış; balıkçının sevinci de gösteri değildir. Balıkçı, kuşkusuz leyleği özlemle, gelmeyecek kaygısı ile beklemiş, görünce de duygu dolu sevinç gösterisine kapılmıştır.

Yaşam boyunca petim olmadı. Hayvansever, hayvan haklarını koruyucu bir etkinliğim olmadığı gibi etkinliğe de katılmadım.

Yıl 1950’li yılların sonları, babam Afganistan Kâbil Üniversitesi’nden döndükten sonra aile İstinye sırtlarındaki evde toplandı. Ben o tarihlerde Maliye Bakanlığı hesap uzmanıyım, ailemle birlikte yaşıyorum. Vapur seferleri düzenli, vapurla Karaköy’e iniyor, genelde vapurla dönüyorum. İstinye sırtları o tarihlerde, tenha boş gibi, yalı yok, bir şase ile bağlantı sağlanıyor. Yukarı şase ile sahil sahil arası bağlantıyı Kerametli Sokak denilen dik yokuş sağlıyor. Kerametli Yokuşu ile evin arası yaklaşık yarım kilometre. Bir akşam alacakaranlıkta eve dönerken, Kerametli Yokuşu’nun sonundan itibaren beyaz, kıvırcık tüylü bir köpekle beraber yürümeye başladık. Eve geldik. Mutfak evin giriş katında. Kapıya yakın buzdolabından “Daisy”ye yol arkadaşı olarak ikramda bulundum. Daisy, Amerikalı ile evli bir arkadaşın köpeklerinin adı idi. Daisy, güzel bir isim, papatya demek! köpek de kıvırcık, beyaz tüylü. Ben de Daisy demeye başladım. Daisy her akşam beni bekliyor, beraber yürüyorüz, ona ikramda bulunuyorum. Bir akşam dönerken Daisy yok. Aradım, soruşturdum. Daisy’i zehirlediler, dediler. Niçin, neden Daisy? Uysal, saldırgan değil. Zehirlemek, hayvanlara işkence, şiddet, sapkınlık, bir psikolojik bozukluğun, rahatsızlığın dışavurumu. Daisy’nin zehirlenmesi Nietzsche’in bir tümcesini anımsattı: “Ben hayvandan niçin korkayım, insandan korkarım.” Vahşi saldırgan olan insan.

İnsanların davranışları farklı, tümünün aynı kümeye, tefeye konulamayacağını düşünürüm. Bir bölümü gerçekten iyi, dürüst, düzgün, yardımsever, tokgözlü, özverili; bir bölümü sözcüğün tam karşılığı “kötü, egoist, dalavereci, şarlatan, istismarcı”. Üçüncü bir bölüm çok yapmacıklı olmaya değil de görüntü vermeye yönelik özentili davranışlı olanlar. Başarısız, rate, ezik, mutsuz, çevre ile barışık olmayan, psikolojik sorunları olan kişilerin, saldırgan, şiddet kullanan, kötü davrananlar olduğunu düşünürüm ama davranış farklılığının, nedenlerinin psikologlar ve filozoflar tarafından irdelenmesi doğru olur.

Son birkaç yıldır Antalya’da bir sitenin üst katında yalnız yaşıyorum. Dairenin mutfağının kapısı balkona açılıyor. Geçen yaz bir akşamüstü mutfakta cırcır böceği sesi duydum. Böcekler hakkında bilgim yok. Cırcır veya ağustos böceği olabilir. Sesleniyor fakat görünmüyor, hareket ettikçe herhalde cırıltı yeniden başlıyor, geceye kadar sürüyor, ses kesiliyor. Böcek gidip geliyor mu, gizleniyor mu bilmiyorum. Her akşam olay yineleniyor. Alıştım, cırcır sesini beklemeye başladım, gelmeyecek diye kaygılanıyorum, duyunca rahatlıyorum. Yaz boyu bir tür dostluk sürdü. Eylülün ilk haftasında bir gece, alışılmışın dışında böceğin cıvıltısı ağaran vakte kadar sürdü, gün ağardığında kesildi. O geceden sonra böcek gelmedi, sesi işitilmedi. O gece böceğin vedası idi. 

Ailenin peti kedidir. Küçük dayımın kedisi “Minnoş”. Dayım hastalanınca Minnoş ne yapıp edip dayımın yanında yatıyor. Hastalık ağırlaşınca ayrılık önsezi mi, sevgi gösterisi mi, güç verme isteği mi bilmem, üstünde yatmaya başlamış.

Eşe gönül bağı ve sevgi “ölümle”, fiziki görüntünün yitirilmesiyle, gaybubetle sonlanmıyor. Özleyiş, arayış duygusu da eklenerek sürüyor. Özleyiş, “Ah yıldızlarla gece yarısı bana bir selam gönderebilsen” Anna Ahmetova.

Duygusallık, zaman zaman hüzün verse de yaşamı anlamlı kılıyor. Dizeler Goethe’den:

“Denizin incileri/ Semanın yıldızları/ Benim, benim kalbimin de/ sevgileri vardır.”

                                                                /././

Yerel seçim tarihimiz (Sinan Meydan)

                                          Beyoğlu-Galata Altıncı Belediye Dairesi (1908)

31 Mart 2024 yerel seçimleri geride kaldı. CHP, 1977 seçimlerinden sonra ilk kez birinci parti oldu. 22 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten siyasal İslamcı AKP ise tarihinin en büyük seçim yenilgilerinden birini aldı. Ayrıca Atatürk Türkiye’sinin, 3 Nisan 1930’da “kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı” tanımasının 94. yılında, birçok kadın adayın belediye başkanı seçilmesi de çok anlamlı bir tesadüf oldu. 

Peki, ama Türkiye’de belediyecilik nasıl başladı? Geçmişte belediye meclisleri, belediye başkanları nasıl belirlendi?

ŞEHREMANETİDEN BELEDİYEYE

Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminde (1300-1770 arasında) günümüzdeki gibi bir belediye örgütlenmesi yoktu. Bu dönemde “belediye hizmetleri” tek bir kişi veya kurum eliyle değil, başta kadı olmak üzere çeşitli esnaf grupları, halk, vakıflar, şehremini, defter emini, subaşı ve mimarbaşı gibi çeşitli kişi ve guruplar eliyle yürütülürdü.

Osmanlı’da modern mahalli idareler 19. yüzyılda oluşmaya başladı. 19. yüzyılda Osmanlı’nın Batı’dan etkilenmesi, kentlerin büyümesi, vergi sistemindeki modernleşme, merkezi otoriteyi sağlama isteği gibi nedenlerle Türkiye’de belediyeciliğin temelleri atıldı. 1826’da İstanbul’da şehrin temizlik, kolluk ve çeşitli belediye hizmetleri için İhtisap Nezareti kuruldu. 1855’te de yine İstanbul’da “şehremaneti” adıyla belediye teşkilatı kuruldu ve başına Amasya Mutasarrıfı Salih Paşa “şehremini” adıyla belediye başkanı olarak atandı. Yanına da iki yardımcı verildi. Ayrıca 12 kişiden oluşan bir şehir meclisi kuruldu. Şehremanetinin kendi bütçesi yoktu. Bazı belediye işleri ise zaptiye, evkaf, nafia gibi bakanların elindeydi. 1856’da İntizam-ı Şehir Komisyonu kuruldu. Komisyonun görevi Batı’daki örneklere dayanarak Osmanlı belediyecilik teşkilatı kurmaktı. Bu komisyonun raporu doğrultusunda Paris Belediyesi’nden esinlenilerek İstanbul’da Müslüman olmayan halkın yoğun olarak yaşadığı Galata-Beyoğlu’nda Altıncı Belediye Dairesi adıyla ilk belediye teşkilatı kuruldu. 1864 Vilayet Nizamnamesi’ne göre üyelerinin çoğu seçimle belirlenen belediye meclisleri kurulacaktı. Belediye meclislerine, vali veya kaymakamın atayacağı bir “reis” başkanlık edecekti.

1868 Dersaadet Belediye Kanunu çıkarıldı.

1876 Kanunu Esasisi’nin 108-112. maddelerine göre belediyeleri yönetmek için belediye meclislerinin kurulmasına karar verildi. 1877 Vilayet Belediye Kanunu ile İstanbul Şehremaneti 20 belediyeye ayrıldı. Bu kanuna göre 6-12 kişilik belediye meclisleri, dört yılda bir yapılacak seçimle belirlenecekti. Ancak II. Abdülhamit’in anayasayı yürürlükten kaldırmasıyla bu seçimler yapılamadı. Bu dönemde belediye meclis üyeleri, belediye başkanları ve şehreminiler seçimle değil, hep atamayla göreve getirildiler.

1908’de II. Meşrutiyetin ilanı ve 1909’da II. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi sonrasında doğan özgürlük ortamında belediye seçimleri de yapılabildi. İstanbul’da 20 belediye dairesi kuruldu. Ancak belediyelerin özgürlük ortamı kısa sürdü. 1912 Dersaadet Belediye Kanunu ile bir taraftan İstanbul’da belediyelerin şehremaneti karşısında özgürlüklerine son verilirken diğer taraftan belediye dairelerin sayısı da 20’den 9’a indirildi, başlarına birer müdür atandı ve belediye meclisleri kaldırıldı. Daha sonra Şehremini Cemil Topuzlu Paşa’nın hazırladığı Belediye Teşkilatı Kanunu ile valilik ve belediye başkanlığı aynı kişide toplandı.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE BELEDİYE

Türkiye’de gerçek anlamda belediye seçimleri Cumhuriyet döneminde başladı.

TBMM’de, 3 Nisan 1930’da 1580 sayılı Belediyeler Kanunu’nu kabul edildi. 1 Eylül 1930’da yürürlüğe giren bu kanunla; belediye başkanı hükümet tarafından atanmak yerine belediye meclisi içinden veya dışından seçilecekti. Belediye meclisinin yetkileri artırılıp daire başkanları ve belediye encümeni oluşturulacaktı. Halkın katılımı sağlanacaktı. Şehre içme suyu getirilmesi, itfaiye örgütü kurulması, mezarlıkları yönetme gibi işler belediyelerin sorumluluğuna verilecekti. Belediyeler Bankası kurulacaktı. Belediyeler, İçişleri Bakanlığı ve Danıştay tarafından denetlenecekti. Belediyeler mutlaka imar programı yapacaktı. Kadınerkek her seçmen belediye seçimlerine katılacaktı.

3 Nisan 1930 Belediyeler Kanunu ile kadınlara da belediye seçimlerine katılma hakkı verildi. Türkiye’nin ilk kadın belediye başkanı Artvin’in Yusufeli ilçesine bağlı Kılıçkaya beldesinde seçilen Sadiye Ardahan oldu.

Fatma Müfide İlhan: İlk kadın il belediye başkanı (1950-Mersin Belediye Başkanı)

1945’te çok partili hayata geçildikten sonra 14 Mayıs 1950 seçimleriyle Demokrat Parti iktidara geldi. Eylül 1950’de yapılan belediye seçimlerinde 650 belediyenin 560’ını DP kazandı. İl Genel Meclisi seçimlerinde de 67 ilin 55’inde DP birinci parti oldu.

Türkiye’nin ilk kadın il belediye başkanı ise 1950 seçimlerinde DP’den Mersin Belediye Meclisi’ne ilk sıradan giren ve Mersin Belediye Başkanı seçilen Müfide İlhan oldu.

İSTANBUL’DA BELEDİYE SEÇİMLERİ

Türkiye’de 1963 yılına kadar halk belediye meclislerini, belediye meclisleri de belediye başkanını seçti. Türkiye’de ilk kez 1963’te belediye başkanı doğrudan doğruya halk tarafından seçildi.

1963 Yerel Seçimlerinde İstanbul’da AP adayı Nuri Erdoğan yüzde 40.43 oyla birinci, CHP adayı Haşim İşcan yüzde 35.37’yle ikinci, bağımsız aday Mümtaz Turhan ise yüzde 11.37’yle üçüncü oldu. Ancak seçimleri kazanan Nuri Erdoğan’ın, seçim kanununa göre zamanında görevinden istifa etmediğini belirleyen CHP, seçim sonuçlarına itiraz etti. Bunun üzerine il seçim kurulu, Nuri Erdoğan’ın başkanlığını iptal etti. Onun yerine seçimden ikinci çıkan CHP adayı Haşim İşcan İstanbul Belediye Başkanı seçildi.

14 Ekim 1973 genel seçimlerinde CHP, yeni lideri Bülent Ecevit başkanlığında birinci parti oldu. 9 Aralık 1973 yerel seçimlerinde İstanbul’da CHP adayı Ahmet İsvan yüzde 63.5’le birinci, AP adayı Fahri Atabey ise yüzde 28.2’yle ikinci oldu. 1973’te İstanbul belediye başkanı seçilen İsvan’ın aldığı oy, İstanbul’da belediye başkanlığı seçimlerinde bugüne kadar alınmış en yüksek oydur.

5 Haziran 1977 genel seçimlerinde Bülent Ecevit’in başkanlığındaki CHP yüzde 41.4 oyla birinci, Süleyman Demirel’in başkanlığındaki AP yüzde 36.9 oyla ikinci parti oldu. 11 Aralık 1977’de yerel seçimler yapıldı. Ülke genelinde belediye başkanlığında CHP yüzde 45.7 oyla birinci; AP, yüzde 37.8 oyla ikinci parti oldu. 1710 belediyenin 707’sini CHP, 708’ini AP kazandı. Kalan belediyeleri ise diğer partiler kazandılar. 1977 yerel seçimlerinde 67 ilden, Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa dâhil 42 ilde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 15 ilde Adalet Partisi (AP), 5 ilde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), 3 ilde Milli Selamet Partisi (MSP) ve 2 ilde bağımsızlar seçimleri kazandı.

1977 yerel seçimlerinde İstanbul Belediyesi’nde CHP adayı Aytekin Kotil, yüzde 59.13 oyla birinci, AP adayı Aziz Gümüş yüzde 30.88 oyla ikinci oldu.

25 Mart 1984 Yerel Seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda Anavatan Partisi adayı Bedrettin Dalan yüzde 49.69 oyla birinci, Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) adayı yüzde 26.28’le ikinci oldu.

26 Mart 1989 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) adayı Nurettin Sözen yüzde 35.95’le birinci, Anavatan Partisi adayı Bedrettin Dalan yüzde 26.12’yle ikinci oldu.

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Türk siyasetinin üstünden silindir gibi geçti. Darbe özellikle Türk solunu yerle bir etti. 90’ların başında aydınlar katledildi. Tarikatların ve cemaatlerin önü açıldı. Siyasal İslam yükselmeye başladı. Solda birlik sağlanamadı. 1994 yerel seçimlerine Ecevit’in DSP’si, Deniz Baykal’ın CHP’si ve Murat Karayalçın’ın SHP’si ayrı ayrı girdi. 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Refah Partisi (RP) adayı Recep Tayyip Erdoğan yüzde 25.19 oyla birinci, ANAP adayı İlhan Kesici yüzde 22.14 oyla ikinci, SHP adayı Zülfü Livaneli yüzde 20.3 oyla üçüncü, DYP adayı Bedrettin Dalan yüzde 15.46 oyla dördüncü, DSP adayı Necdet Özkan yüzde 12.38 oyla beşinci oldu. CHP adayı Ertuğrul Günay yüzde 1.4.oy alabildi. 

1994 yerel seçimlerinde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde de RP adayı İ. Melih Gökçek yüzde 27.34 oyla birinci, SHP adayı Korel Göymen yüzde 26.89 oyla ikinci oldu. DSP adayı Ömer Faruk Sarıkaya yüzde 7.76, CHP adayı Ali Dinçer ise yüzde 2.09 oy aldı. 1994 yerel seçim sonuçlarından çok açıkça görüldüğü gibi soldaki bölünme, siyasal İslamcı RP’nin İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini almasını kolaylaştırmıştı.

31 Mart 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da CHP adayı Ekrem İmamoğlu, AKP adayı Binali Yıldırım’a karşı 13 bin oy farkla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandı. Ancak Cumhur İttifakı partileri sonuca itiraz ettiler. Bunun üzerine YSK, 6 Mayıs 2019’da İstanbul seçimlerini iptal etti. 23 Haziran 2019’da yenilenen seçimler sonunda Ekrem İmamoğlu yüzde 54.22, Binali Yıldırım yüzde 45 oy aldı. Böylece Ekrem İmamoğlu, son 35 yıldaki en yüksek oy oranıyla İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı oldu.

Son olarak 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde, kesinleşmemiş sonuçlara göre Türkiye genelinde CHP yüzde 37.67 oyla birinci, AKP 35.26’yla ikinci parti oldu. Aralarında Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa’nın da olduğu 14 büyükşehir belediyesi kazanan CHP, 1977’den sonra ilk kez birinci parti oldu. İstanbul’da ise CHP adayı Ekrem İmamoğlu yüzde 51.15 oyla birinci, AKP’nin adayı Murat Kurum yüzde 39.59 oyla ikinci oldu. Böylece İmamoğlu girdiği iki yerel seçimi üç kez kazanan belediye başkanı adayı olarak tarihe geçti.

                                                    ***

Türkiye’de Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, şehremanetinden belediyeye yaklaşık 150 yıllık yerel yönetimler tarihimizde, yerel yönetimlerin halkın katılımıyla, seçimle belirlenmeye başlanması, bu seçimlere kadınların da katılması, Türk demokrasisinin en önemli kazanımlarından biridir. 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçları bu kazanımın büyük önemini bir kere daha gözler önüne sermiştir.

Kaynakça:

• Ozan Çekmez, “Osmanlı İstanbul’unda Belediyecilik Tarihi ve İstanbul Şehreminileri”, Cumhuriyet’in 100. Yılında Başkanlarıyla İstanbul, Haz. Adil Bali, İstanbul, 2023, 17-35.
• Cengiz Sunay, “Türkiye’de Yerel Siyasetin Tarihi Gelişimi”, Yerel Siyaset, İstanbul, 2008, s.37-67.
• İlhan Tekeli, “Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi, (1923-1973”, Ed. Ergun Türkcan, Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi, Ankara, 1978.
• Zafer Toprak, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Şehremaneti”, Türk Belediyeciliğinde 60. Yıl Uluslararası Sempozyumu, 23-24 Kasım 1990, Bildiriler, Tartışmalar, Ankara, 1990. 
• Hakkı Uyar, “Türkiye’nin Yerel Seçim Tarihinden Kesitler,” İST, Mart-Nisan-Mayıs 2024, s. 20-25.
                                                                            /././

Halk frene bastı!(Zülal Kalkandelen)

Siyasal İslamcı AKP iktidarında gericiliğin, yoksulluğun, kutuplaşmanın, adam kayırmanın ve hukuksuzluğun pençesinde kıvranan Türkiye’de halk sonunda frene bastı.

Neden 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde basmadı? O zaman da bu tehlikelerin hepsi yok muydu? Vardı.

Peki halka bunların sorumlusu olan Cumhur İttifakı’nın karşısında sunulan seçenek neydi? AKP eskisi siyasal İslamcılar, sağcılar ve tarikatçılarla kurulan 6’lı masa! O dönemde bunun ne kadar yanlış olduğunu anlatmak için çabalayanlardan biriydim ama bağımsız/muhalif medyanın neredeyse tamamı büyülenmiş gibiydi.

Toplumda büyük bir yılgınlığa neden olan o seçimlerden sadece on ay sonra ülke çapında böylesine bir silkinişi kimse tahmin edemedi. İstanbul, Ankara gibi kentlerde, yaşadığım Üsküdar’da ana muhalefetin kazanabileceğini görüyordum ama 31 Mart’ta ülke çapında alınan sonucu ben de öngöremedim.

İktidarın hukuka aykırı uygulamaları, montaj videoları ve terör kartı genel seçim sürecinde de kullanıldı, yerel seçim sürecinde de. Ama bu kez tutmadı. Bunun nedenlerini görmek için bu iki seçim arasındaki on aylık süreye bakmak gerekiyor.

ALTILI MASA ÇÖKÜNCE SAFLAR NETLEŞTİ

En önemlisi 6’lı masa çöktü, Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrıldı, yerine İmamoğlu destekli Özgür Özel geldi. Bu “değişim” diye sunulsa da pek öyle olmadığı, Özel’in de laikliği yeterince savunmadığı, oy için dinciler ve etnikçilerle teması sürdürdüğü, hatta ayet okuyarak oy istediği görüldü.

Fakat ekonomik krizin silindir gibi ezip geçtiği emekliler ve emekçiler son nefeslerini vermek üzereyken AKP’li cumhurbaşkanının alay eder gibi bütçede onlar için para kalmadığını söylediği, Filistin meselesi siyasette kullanılırken İsrail ile ticaretin son hızla sürdürüldüğü, adliyelerde şeriat ve hilafet çığlıklarının atıldığı, anayasanın ilk dört maddesinin tartışmaya açıldığı, iktidarın 29 Ekim’de Cumhuriyetin 100. yılında kutlama yapmaktan bile kaçındığı bir ortamda, seçmenler bu gidişata birilerinin dur demesi gerektiğini gördü.

Muhalefetteki ittifak siyaseti bozulup partiler kendi adaylarını çıkarınca da seçmen AKP’yi cezalandırmak için onun karşısında en şanslı gördüğü adaylar için oy kullandı. Karşıdevrim bu kadar azmışken, halk yoksulluktan inim inim inlerken gereğini yaptı ve AKP’yi sandıkta gömdü.

Bu nedenle 31 Mart’ta alınan sonuçlar, öncelikle sağduyulu seçmenin, Cumhuriyetçi demokrasiyi savunan laik kesimin başarısıdır.

Özgür Özel’in seçim boyunca “Türkiye ittifakı” diyerek halkı buna yönlendirmesi karşılık bulmuştur. Seçmenler, adaylar çok iyi olduğu ya da CHP’ye çok güvendiği için değil, AKP’ye “Dur” demek gerektiği için bu yolu izlemiştir. Ana muhalefete bir kredi açılmıştır ama bunun geri ödemesi dikkatle izlenecektir.

MÜCADELE YENİ BİR AŞAMAYA GEÇTİ

AKP tüm yurtta bozguna uğrarken, hak ettiği yanıtı alan İYİ Parti’nin erimesi ve MHP’nin oy kaybetmesi önemli ancak dinci sağda Yeniden Refah Partisi’nin (YRP) yükselişe geçerek üçüncü parti olması dikkat çekici. Belli ki AKP’ye tepki duyanların bir kısmı sandığa gitmezken önemli bölümü YRP’ye yönelmiş. 6’lı masada hiç hak etmedikleri şekilde önem verilen DEVA ve Gelecek Partisi’nin siyaseten hiçbir karşılığının olmadığı da ortaya çıktı.

Bu seçimin altı çizilmesi gereken bir sonucu da bazılarınca dile getirilen “DEM Parti olmadan seçim kazanılmaz” görüşünün gerçeği yansıtmaması. 

CHP ile bazı bölgelerde işbirliği yapsalar da seçime kendi adaylarıyla giren DEM’in Türkiye çapında aldığı oy oranı yüzde 5.7 civarındadır.

Sosyalist sol ise halkın bu çığlığını duyup en azından Defne gibi bazı bölgelerde tek bir aday belirleyememesi, Kadıköy gibi CHP’nin kalesi olan bir yerde Maçoğlu’nun aday gösterilmesi gibi hatalarının bedelini ödedi. TİP, Samandağ’da TKP adayını çekince kazanabildi. SOL Parti’nin, Hozat ve Saratlı’da kazanması, devrimciler açısından kazanç oldu.

Elbette mücadele seçimle sınırlı değil karşıdevrime, faşizme, talana, ranta karşı mücadele artık yeni bir aşamaya geçti. Unutmamak gerekir ki Cumhur İttifakı, hâlâ iktidarda!

                                                      /././

Rezerv alan kâbusu; mülksüzleştirme yasası! - Prof. Dr. Kaya Özgen (Olaylar Ve Görüşler-Cumhuriyet)

6306 sayılı yasa kapsamında, mülkün riskli yapı olmamasına bakılmaksızın, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından kamulaştırılma yoluyla el konulabilmektedir. Konu “rezerv alan” adı altında tapulu mallara el konulabileceği şeklinde özetlenebilir. Yasa uyarınca seçilen alan “rezerv yapı alanı” ilan edilerek kamulaştırılmakta ve bu yoldan rant yaratılmaktadır. Dahası el konulan mülklerin sahiplerine itiraz hakkı da tanınmamaktadır.

Daha önceleri yalnızca boş alanlar rezerv alan ilan ediliyordu. Yeni düzenlemeyle bakanlığa, mülk sahiplerine sormadan/ danışmadan karar alma yetkisi verilmiş bulunuyor.

Yasanın kuralları son derece katı; rezerv alan ilanından itibaren, yargı süreci de dahil konut sahiplerinin 90 gün içinde tahliyeleri öngörülüyor. Böylece bakanlık “uygun gördüğü” her bölgeye el koymakla yetkili kılınmış. Öyle ki deprem riski olmasa da vatandaşın mülküne el konulması mümkün; buna karşılık mülk sahiplerine başka bölgelerden, borçlandırılarak konut verilmesi öngörülüyor.

AMAÇ RANT YARATMAK MI?

Rezerv alanlarda imar planı parselasyon, ruhsat ve iskân aşamalarında yerel yönetimler dışlanıyor, tüm yetkiler bakanlığa verilmiş durumda. Yasa kapsamında en kestirme/kolay çözüm, “deprem riski” gerekçesiyle el koymadır. Bu büyük sorunlara yol açacak nitelikte bir gerekçe.

Ülkemizde tutarlı denebilecek ilk deprem yönetmeliği 1969 yılında çıkarılmış, yaşanan depremler ve gelişen bilgilerin ışığında güvenlik artırıcı yönde 1975, 1998, 2007 ve 2018 yıllarında geliştirilerek yenilenmiştir. Bu bağlamda yetersiz yönetmelik koşulları nedeniyle 1998 öncesi yapıların büyük bölümünün sorunlu olduğu bilinmektedir. Ülkemizdeki yapı stokunun büyük bölümünün 1998 öncesi yapıldığı düşünüldüğünde sorun daha da büyümektedir.

Günümüzde güçlendirme uygulamalarına yönelik yapı kimyasalları ve malzemeleriyle, az hasarlı konutları yerel müdahalelerle güçlendirmek mümkündür ve bunun giderek yaygınlaştığı bilinmektedir.

Bu bağlamda rant yaratma uğruna vatandaşların malına el koymak kabul edilebilir nitelikte değildir. Böylesine tutarsız bir yasanın Anayasa Mahkemesi’ne götürülmemesi de kabul edilemez

Yasa tartışıla dursun, uygulamalara başlanmıştır. Örneğin Hatay’ın Antakya ve Defne yörelerinde rezerv alan uygulaması diye yurttaşların az hasarlı binalarına el konulmak istenmiştir; şöyle ki riskli yapı koşulunu sağlamak için konutlardan alınan karot sonuçlarıyla oynandığı belirtilmektedir.

Bir diğer örnek Üsküdar’da yaşanmıştır. Yönetim, 29 Mayıs Sitesi’ndeki 134 konuta inceleme yapmadan, tutarlı bilgi ve belgeleme olmadan el koymuştur. Burada amacın konutları yenileyerek rant yaratmak olduğu bir gerçektir.

SONUÇ

Konu vatandaşın mülkiyet hakları bakımından son derece önemli. Siyasette ve medyada nedense üstünde durulmadı. Yakın gelecekte umulmadık acı süprizlerle karşılaşmak işten bile değil. Küçük gruplar halinde gösterilen tepkilerin yetersiz kaldığı görülüyor. Çok daha geniş katılımlı kitlesel itirazların gündeme getirilmesi şart; çok geç olmadan...

(Cumhuriyet)



soL KÖŞEBAŞI - 3 NİSAN 2024 -

 

Bir 31 Mart değerlendirmesi ve bir soru: Umut nerede?(Fatih Yaşlı)

"Halk, ekmeğinin küçüldüğü her dönemde olduğu gibi bugün de bir arayıştadır ve bu arayış doğal olarak sola ait kavramlarla, değerlerle buluşmuştur. Burada ise tartışmasız bir şekilde umut vardır."

Bu köşede 6 Aralık 2023’te yayınlanan “2024: Yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek işsizlik yılı” adlı yazıda Mehmet Şimşek programını değerlendirdikten sonra bunun yaratacağı siyasal etkilerle ilgili şöyle demiştik: 

2024 AKP’nin üzerinde yükseldiği ana kolonların, yani düşük faizin, düşük enflasyonun, düşük işsizliğin bir bütün halinde çatırdamaya başladığı, buradaki çatırdamanın bütün toplumu sarstığı bir yıl olacak. Evet, ülkede emek örgütsüz, evet sendikalar güçsüz, bir kısmı da satılmış ama bu kolonların çatladığı bir toplumun ilanihaye suskun kalma, ses çıkarmama ihtimali bir hayli zayıf. 

Bu satırların üzerinden sadece üç ay geçmişken ve programın asıl sonuçları henüz görülmemişken, yani henüz işsizlik oranları fırlamamış ve istihdam düşmemiş, ekonomide durgunluk başlamamışken dahi halk tepkisini sandıkta gösterdi. 22 yılın sonunda ilk kez AKP bir seçimden ikinci parti olarak çıkarken, oylarında da yaklaşık sekiz milyon civarında bir düşüş yaşandı. CHP ise kendilerinin ve hatta hiç kimsenin beklemediği bir şekilde 1977 seçimlerinden beri ilk kez sandıktan birinci parti olarak çıkmayı başardı. 

Aslında olan bitenin tarihsel bağlamına yerleştirildiğinde “normal” olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Yalçın Küçük’ün “devalüasyon yasası” dediği şey, yani yerli paranın değer kaybı ve hayat pahalılığı Türkiye tarihinde defalarca iktidarları götürmüştür. Belediye seçimleri üzerinden örnek vermek gerekirse 1989’da SHP’nin kazandığı belediye seçimleri Özal’ın kemer sıkma politikalarına halkın verdiği tepkinin bir ürünüydü. Aynı SHP Karayalçın liderliğinde Çiller DYP’sinin ekonomi politikalarının destekçiliğine soyununca 94 yerel seçimlerini Refah Partisi kazandı ve siyasal İslam’ın iktidar yürüyüşü başladı.

Bugün gelinen noktada kendisi de 2001 krizine ve Derviş’in kemer sıkma politikalarına verilen tepkilerle iktidara gelen AKP, benzer bir süreci yaşıyor. Halk, AKP’nin Şimşek öncülüğünde izlediği ve Erdoğan’ın miting meydanlarında sahiplendiği kemer sıkma politikalarına tepkisini AKP’yi ikinci parti yaparak, oylarını 8 milyon düşürerek, sayısız belediye kaybettirerek verdi ve iktidara “sarı kart” falan değil doğrudan “kırmızı kart” gösterdi. 

Muhalefetin durumu 

İronik bir biçimde, son yılların en heyecansız seçimi olan ve muhalif toplum kesimlerinin beklentilerini minimum seviyeye çektiği 31 Mart seçimlerinden çıkan sonucun, siyaset üzerinde doğrudan ve çok yönlü etkiler yaratacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Muhalefet açısından bakıldığında, CHP çok uzun yıllar sonra 25 bandının üzerine çıktı ve üstelik birinci parti oldu. Bu, yapılacak ilk seçime kadar Özgür Özel’in liderliğinin tescillenmesi, Kılıçdaroğlu ekibinin partiyi kurultaya götürme hayallerinin de suya düşmesi demektir. Öte yandan İstanbul’da “Türkiye ittifakı”nı kuran İmamoğlu muhalefetin doğal cumhurbaşkanı adayı olmayı başarmış durumdadır, genel başkanlığı isteyip istemeyeceği ise akılda tutulması gereken bir sorudur. Ankara’da oy rekoru kıran Mansur Yavaş’ın da -eğer böyle bir niyeti varsa- cumhurbaşkanı adaylığı için potaya girdiği söylenebilir. 

Seçimin başka bir sonucu Altılı Masa’nın İyi Parti de dâhil beş üyesinin siyaseten mevta hale gelmesi, birer tabela partisine dönüşme sinyalleri vermesidir; bu partilerin toplumda hiçbir karşılığının olmadığı net bir şekilde görülmüştür. Bu partilerin siyasal, toplumsal zayıflıkları ile Meclis’te sahip oldukları vekil sayısı arasındaki orantısızlık önümüzdeki süreçte enteresan tabloların ortaya çıkmasına neden olabilir. 

Zafer Partisi ise Özdağ partinin sosyal medyadaki etkisini bilinçli bir şekilde sokağa yansıtmadığı, faşist hareketlerin temel prensibi olan sokakta kitle mobilizasyonu yaratmayı bilinçli bir şekilde tercih etmediği için büyük bir hezimete uğramıştır. Ancak kanımca bu sonuçlara bakarak Türkiye’de sağ popülist/neo faşist dalganın sonunun geldiğini söylemek fazla erken bir tahmin olacaktır. 

DEM Parti Doğu ve Güneydoğu’daki illerde her zamanki başarısını tekrarlamış, 14-28 Mayıs seçimlerine nazaran etkisini biraz daha artırmıştır ama Kürt hareketinin toplumsal bağlarının zayıfladığına ve hareketin kendi iç krizini aşamadığına dair işaretler gelmeye devam etmektedir. Özellikle seçim öncesi Erdoğan’a yapılan çözüm çağrıları bu bağlama yerleştirilmelidir.  
Muhalefette CHP’den sonra asıl kazananın Yeniden Refah Partisi olduğu ise açıktır. YRP Milli Görüş’ün çekirdek kadrolarıyla birlikte kent yoksullarını ve Anadolu taşrasında proleterleşmenin hızlandığı bölgeleri “adil düzen” talebiyle etkilemeyi başarmış, ekonomik durum nedeniyle AKP’ye tepkili ama her ne olursa olsun CHP’ye oy vermeyecek olan bir toplam bu partiye yönelmiştir. Artık Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan YRP’nin eli AKP karşısında dün olduğundan çok daha güçlüdür ve pazarlıklar yeni bir güç dengesi eksenine gerçekleşecektir. 

İktidarın durumu

İktidardaki ittifaka gelince, bu sefer geçmişten farklı olarak AKP’ye yönelik tepki oyları ittifakın içinde kalarak MHP’ye gitmemiş, MHP’nin Erdoğan’a verdiği koşulsuz ve sınırsız destek seçmenin AKP’yle birlikte MHP’den de oyunu çekmesini beraberinde getirmiştir. MHP’nin yakın vadede ittifakı bozması düşük bir ihtimaldir ama Şimşek programının yoksulluğu daha da derinleştirdiği ve toplumsal hoşnutsuzluğun daha da büyüdüğü bir konjonktürde, yani yılın ikinci yarısında bu ihtimalin güçlenmesi söz konusu olabilir. 

Erdoğan ise şu an büyük bir çaresizlik içerisindedir; Şimşek programından vazgeçmesine makroekonomik dengeler de yerli ve uluslararası sermayeyle kurduğu ilişkiler de izin vermemektedir. “Nas politikası”nın bütün nesnel koşulları ortadan kalkmış durumdadır, öznel bir müdahale ise beraberinde çok daha büyük bir ekonomik yıkımı getirecektir. Bu nedenle de Erdoğan’ın ülkeye yakın zamanda sıcak para girmesi ve Şimşek programının yılın sonuna doğru enflasyonda kısmi bir düşüş sağlaması için dua etmekten başka şansı yoktur. 

Öte yandan “yeni anayasa” daha şimdiden hayal olmuş durumdadır; Erdoğan zorlasa da bunun için iktidarın meşruiyeti de gücü de yoktur; ancak yine de Altılı Masa’nın Meclis’te temsil edilen partileriyle birtakım pazarlıklar yapılması ve hiç olmazsa bir referanduma gidilmesi arayışının devamı şaşırtıcı olmayacaktır. Kuzey Irak’ta şimdiye kadar görülmemiş büyüklükte bir operasyona girişilmesi ve gündemin bütünüyle oraya kanalize edilmesi ve yeni bir milliyetçilik dalgası aracılığıyla muhalefetin susturulmak istenmesi de yine küçümsenmeyecek bir ihtimal olarak karşımızda durmaktadır.    

Solun durumu

Peki seçim bizim için, sol için, sosyalistler için ne söylemektedir? Alınan sonuçlar itibariyle bakıldığında ortada bir başarısızlık olduğu açıktır; ama ironik bir şekilde sosyalistlerin kayda değer bir başarı sağlayamadığı bu seçime damgasını vuran politik tavır adı konulmamış olmakla birlikte açıkça sol bir tavırdır.

Türkiye’de büyük şehirlerde yaşayan ve kendisini Atatürkçü ya da cumhuriyetçi olarak adlandıran nüfusun önemlice bir bölümünün AKP projesine ikna olmadığını zaten biliyorduk; 2017 referandumundan itibaren büyük şehirlerde güç dengesi muhalefet lehine gelişmeye başlamış, 14-28 Mayıs seçimlerinde ise oyların yarısından fazlası Kılıçdaroğlu’na gitmişti. 
31 Mart seçimlerinde bu tablo yine tekrarlandı ama bu sefer başka bir şey daha oldu: Bu hoşnutsuz toplama alt sınıfların geniş bir bölümü ve emekliler de eklendi, coğrafya ise Anadolu taşrasına doğru genişledi. Yani ekmeği küçülen ve önemlice bir kısmı daha önce AKP’ye vermiş halk kitleleri sandığa gitti ve ekmeğini küçültenleri doğru tespit edip cezalandırdı; üstelik bunu yaparken stratejik davrandı ve AKP’nin karşısındaki en güçlü gördüğü partiye, yani CHP’ye oy verdi. 

Siyasal İslam’a teslim olmayan geniş kitlelere bir de iktidarın ekonomi politikalarına “bilinçsiz bir sınıf bilinci”yle itiraz eden milyonların eklenmesi açıkça sol bir tablodur. Halk bir arayış içerisindedir ve burada aranan daha çok sosyal devlettir, gelir dağılımında adalettir, adil bir vergi sistemi beklentisidir, insanca yaşamdır ve tarihsel olarak bunların hepsi sol siyasetle anılmaktadır.  Dolayısıyla henüz adını koyamasa da halk kendiliğinden ve el yordamıyla sola yönelmiştir. Üstelik bunu yaparken etrafındaki tarikat, cemaat, vakıf, dincilik, milliyetçilik kuşatmasına da ciddi bir tekme atmış, çemberi yarmak adına bir ilk girişimde bulunmuştur. 

Bu elbette ki CHP’nin solcu olduğu anlamına gelmez; bilakis mevcut CHP yönetimi halkın öfkesini soğurmaya ve düzen dışına yönelmesini engellemeye çalışacak, onu ehlileştirmeyi deneyecek ve buradan sermaye için bir restorasyon programını yürürlüğe koymak isteyecektir. İşte sola, sosyalistlere, düşen görev toplumun “bilinçsiz sınıf bilinci”yle ve el yordamıyla yöneldiği solu toplumla buluşturmak, bu öfkeyi politize etmek ve bir düzen dışı hareket yaratmaktır. 

Bunun için de “ekmeği nasıl bölüşeceğiz” sorusu daha çok sorulmalıdır, daha çok sosyal politika talep edilmelidir, gelir dağılımındaki bozukluk, vergi sistemindeki adaletsizlik, bizzat sömürü düzeninin kendisi siyasetin asli konusu haline gelmelidir, sol bu siyasetin gerçek sahibi olduğunu topluma anlatmalıdır. 

Bu aynı zamanda ayaklarını bu ülkenin topraklarına basmak, bu ülkenin insanın derdiyle, neşesiyle, sevinciyle, kederiyle hemhal olmak demektir. Sol “bu memleket bizim” diyerek yerli olanın da halkçı olanın da halk olanın da kendisi olduğunu geniş kitlelere kanıtlamakla sorumludur. 

Buna mutlaka toplumun genelinde bir sol hava estirilmesi çabası eşlik etmeli, sosyal medya ve popüler kültür ürünleri de dahil olmak üzere özellikle genç kuşağı sol fikirlerle, sol değerlerle, solun tarihsel figürleriyle tanıştıracak mekanizmalar icat edilmelidir; ülkenin solcu olmanın, devrimci olmanın iyi bir şey, güzel bir şey, doğru bir şey olduğunu bilen genç kuşaklara ihtiyacı vardır çünkü.  

Halk, ekmeğinin küçüldüğü her dönemde olduğu gibi bugün de bir arayıştadır ve bu arayış doğal olarak sola ait kavramlarla, değerlerle buluşmuştur. Burada ise tartışmasız bir şekilde umut vardır, umut bizzat bu arayışın kendisindedir. 

Eğer halkla doğru iletişim kanalları yaratılabilirse, halka gidilebilirse, halkla birlikte halk için siyaset yapma mekanizmaları inşa edilebilirse, özü itibariyle sağcı, milliyetçi, muhafazakâr olduğu iddia edilen ama bunun külliyen yalan olduğu 31 Mart akşamı bir kez daha ortaya çıkan bu halk, bugün el yordamıyla buluştuğu sol değerlerle bir sınıf bilincine sahip olacak şekilde buluşabilecektir. 

Meselemiz tam olarak budur.

                                                               /././

Ormanlarda görünmeyen yangın: 10 yılda 109 bin hektara maden izni verildi (Yusuf Yavuz)

Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi istatistiklerine göre 2012-2022 döneminde orman arazilerinde toplam 109.884 hektara maden izni verildi.

Türkiye’de iklim krizinin etkisiyle birlikte artan orman yangınları gelecek için en önemli tehditlerin başında geliyor. Ancak orman sayılan alanlarda verilen orman izinleri arasında başı çeken maden izinlerinin alansal büyüklüğü orman yangınlarıyla yarışıyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi istatistiklerine göre 2012-2022 döneminde orman arazilerinde toplam 109.884 hektar maden izni verildi. Aynı dönemde çıkan orman yangınlarında yanan alanlar ise 236.425 hektar. Bu dönem içinde alansan büyüklük bakımından en fazla orman yangını 139.503 hektarla 2021 yılı oldu. Maden izinlerinin orman yangınlarından çok daha büyük alanı kapsadığı dönem ise 2015 yılı oldu. 2015 yılında 3219 hektar orman yanarken, aynı yıl verilen maden izinlerinin toplamı 8743 hektar oldu.

Rusya'dan geride, Kuveyt'ten öndeyiz

Türkiye orman varlığı açısından birçok ülkeye göre sayılıyor ancak bazı ülkelere göre ise “orman fakiri” denilebilecek durumda. 2023 yılı verilerine göre Türkiye’nin orman alanı 23 milyon 245 bin hektarlık alanı kaplıyor. Bu rakam, ülke yüzölçümünün yüzde 29,8’lik bir kesimini oluşturuyor. Ancak bu orman alanlarının yüzde 41’lik kısmı ‘boşluklu kapalı’ olarak tabir edilen daha seyrek ormanlardan oluşuyor. Dünyada yüzölçümüne göre en çok orman varlığına sahip ülkeler Güney Amerika, Asya Pasifik ve Orta Afrika ülkeleri. Ancak orman alanı büyüklüğü bakımından ilk 5 sırada Rusya, Brezilya, Kanada, ABD ve Çin yer alıyor. Türkiye ise bu listede 27. sırada. En az ormana sahip ülkeler ise Kuzey Batı Afrika’da bulunan Moritanya, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Avrupa’nın kuzeyindeki İzlanda olarak sıralanıyor.

Isparta'da ardıç ormanı içinde verilen mermer ocağı izni bölgedeki binlerce ardıç ağacının katledilmesine neden oldu

Orman varlığında Antalya ilk sırada 

Orman varlığı bakımından Türkiye’nin en zengin ili Antalya. Antalya’nın 1.177.241 hektar orman alanı bulunuyor. Antalya’nın 2 milyon 61 bin 764 hektar olan yüz ölçümünün yarıdan fazlası olan yüzde 57’lik kısmı ormanlardan oluşuyor. Antalya’yı 876.314 hektarla Kastamonu, 835.534 hektarla Mersin, 832.896 hektarla Muğla, 646.552 hektarla Kütahya, 643. 068 hektarla Konya, 632.405 hektarla Balıkesir izliyor. Adana, Bolu, Kahramanmaraş, Sivas, Manisa ve Denizli gibi iller ise 500 bin hektarın üzerindeki orman alanlarıyla öne çıkan kentler. 

Binlerce yıldır yağmalanan ormanlarımız 

Anadolu ormanları binlerce yıldır yağmalanan doğal mirasımız arasında. Antik Çağın ünlü coğrafyacısı Amasyalı Strabon, ‘Coğrafya’ kitabında bugün Antalya-Alanya’da bulunan Hamaksia kentinin (Sinekkalesi) limanından götürülen ve çoğu sedir ağacından olan kerestelerin gemi yapımında kullanıldığını belirtir: “Bu bölge gemiler için gerekli olan sedir ağacı konusunda diğerlerinden çok fazla verimlidir ve Antonius bu nedenle filolarının yapımı için uygun olduğundan bu bölgeyi Kleopatra’ya vermiştir.”

İlk Orman Genel Müdürü: Aristidi 'Baltacı'

Osmanlı döneminde 1872’de kurulan ve ormanlardan sorumlu olan bakanlığın adı “Orman ve Ma’âdin Nezareti’ydi. Adından da anlaşılacağı gibi ormanlar ve madenleri aynı bakanlık (Nezaret) sorumluydu. 1869’da kurulan Orman Müdüriyeti Umumiyesi’nin (Orman Genel Müdürlüğü) başına getirilen ilk yönetici ise Rum asıllı Aristidi Baltacı oldu. İlk orman genel müdürünün ‘baltacı’ soyadını taşıması, baş tacı edilmesi gereken ormanların baltalık olarak görülmesine giden süreçte ilk düğmenin yanlış iliklendiğinin altını çiziyor adeta.

1878-1880 döneminde Ermeni Bedros Kuyumcuyan, yine 1911-1912 döneminde Ermeni Kirkor Sinapyan orman ve maden nazırlığı yapan isimler arasında yer alıyor. Cumhuriyet döneminde ormancılık politikaları birçok bakımdan devrim niteliğinde uygulamaları beraberinde getirdi. Türkülere konu olan Orman Muhafaza Memurları (Ormancı), halk arasında en tanınan kamu görevlileri arasındaydı.

Ormana hayvan girişi yasak, iş makinelerinin girişi serbest

Ancak 1956’da çıkarılan yasal düzenlemeyle ormanları korumak amacıyla hayvanların bile ormana girişi yasaklanırken bugün gelinen noktada orman alanlarında iş makinelerinin dolaşması özellikle orman köylerinde tepkiyle karşılanıyor. Keçisi ormana giren köylüye astronomik cezalar kesilirken, maden izinleri verilen orman alanlarında binlerce ağacın yok edilmesi büyük bir çelişki doğuruyor.

Türkiye’nin orman varlığı son yıllarda arta odun üretimiyle de tehdit altında. Geçmişte Rusya ve Bulgaristan gibi ülkelerden ithal edilerek ucuz kereste temin eden ahşap endüstrisi, dövizdeki artış ve bu ülkelerin ihracata kısıtlamalar getirmesi nedeniyle yerli kaynaklara yöneldi.

Odun üretimindeki artış ürkütücü boyutta 

Türkiye Ormancılar Derneği’nin 2020 yılında yayımladığı ‘Türkiye Ormancılığı’ raporunda (kitap) yer verilen istatistiklere göre 2017 yılında 20 milyon 500 bin metreküp olan odun üretimi, 2021’de 36 milyon metreküp olarak kaydedildi. Bu rakam, 2000’li yılların başlarında 10 milyon metreküp düzeyindeydi. 2012-2021 yılları arasında odun üretimindeki artışın yüzde 65 olduğu kaydedilen raporda aynı dönemde ormanlardaki cari artım miktarının ise yüzde 16 olduğu kaydediliyor. 2005-2021 yılları arasındaki ormanlardaki cari artımın yüzde 31 olduğu bilgisine yer verilen raporda, bu dönem içerisindeki odun üretiminin ise yüzde 130 olduğu belirtilerek dört katı bulan bir artış yaşandığı vurgulanıyor.

10 yılda 209 bin hektar 

Orman alanlarındaki odun üretimindeki artışa paralel olarak maden izinleri de önemli bir yer tutuyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) resmi istatistiklerine göre 2012-2022 yılları arasında geçen 10 yıllık dönemde orman sayılan alanlardan verilen maden 28 bin 355 adet maden izinlerinin toplamı 109.884 hektarlık bir alanı kapsıyor. Bu süre içinde en fazla maden izni 2021 yılında verilmiş. 2021’de verilen 4401 maden izninin toplam alanı 16.461 hektar. 2017 yılında ise 2776 adet orman izniyle toplam 13.092 hektarlık orman arazisi madencilik faaliyetlerine tahsis edilmiş.

                              Son 10 yıllık verilere göre madencilik için verilen orman izinleri. Kaynak: OGM

Maden izinleri orman yangınlarıyla yarışıyor

Maden izinleri orman yangınlarıyla da yarışıyor. OGM verilerine göre 2012’de 10.454, 2017’de 11.993, 2018’de 5604 hektar orman yandı. Cumhuriyet tarihinin en büyük orman yangınlarının yaşandığı 2021’de ise 139.503 hektar orman yandı. 2022’de 12.799 hektar orman yanarken, 2012-2022 dönemindeki orman yangınlarının toplamı 236.425 hektar.

2015’te yanan alanın 2 katından fazlası madenciliğe açıldı

2015 yılında 3219 hektar orman yanarken, aynı yıl verilen maden izinlerinin toplamı 8743 hektar oldu. 2019’da 11.332 hektar orman yanarken, aynı yıl orman alanlarında verilen maden izinlerinin toplamı 11.345 hektar oldu. 2017’de 11.993 hektar orman yandı, aynı yıl ormanlardan verilen maden izni yüzölçümü 13.092 hektar oldu.

                         2017-2021 arası orman yangınları miktarı. Kaynak: OGM

Sayıştay: Maden sahalarında etkin denetim yapılmıyor

Maden izinleri ormansızlaşmanın yeterince tartışılmayan bir boyutunu da gözler önüne seriyor. Sayıştay denetimlerinde orman izinleriyle ilgili yeterli denetim yapılmadığı bulgularına yer verilmesi, pasa döküm alanı ve ruhsat sınırı ihlalleriyle, maden ruhsat sahalarında izinsiz yapılaşma sorunlarının da göz ardı edildiğini ortaya koyuyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın faaliyetlerini denetleyen Sayıştay’ın Eylül 2020 tarihli raporunda, özetle şu bulgulara yer veriliyor: “OGM taşra teşkilatını oluşturan 28 Orman Bölge Müdürlüğü görev alanında yer alan ve Orman Kanununun 16.ıncı maddesi gereğince izin verilen maden izin sahalarından örnekleme yöntemi ile seçilen 687 maden izin sahasının CBS (Coğrafi Bilgi Sitemi) sistemi üzerinden bazılarının ise yerinde yapılan fiili denetimlerinde de; sınır aşımları, izinsiz yapılar ve izin amacı dışında kullanımlar tespit edilmiş olup, Kurum tarafından maden izin sahalarının kontrollerine yönelik etkin bir denetimin yürütülemediği görülmüştür. Yapılan incelemede, maden izin sahalarının olurlarına yönelik harita girişleri tamamlanmış dosyalardan örnekleme seçilen kml. uzantılı 687 maden izin sahasından, 497 sahada 330 sınır aşımı olduğu, 49 idare izni olmayan yapılar yapıldığı, 31 sahada, izin amacı dışında kullanımlar olduğu, 78 sahada ise hem izin amacı dışında kullanılan idare izni olmayan yapılar yapıldığı ve 20 sahanın ise koordinatlarının sorunlu olduğu görülmüştür… Maden izin sahalarında kontrol denetiminin yeterince yapılamadığı konusu geçmiş yıl Sayıştay Denetim Raporlarında yer almış olup, kurumca talimat ve uyarılar yapılmasına rağmen gelinen noktada, kontrollerin iyileştirilmesi ile ilgili gereken sonuçların alınmadığı değerlendirilmiştir.”

(soL)