5 Nisan 2024 Cuma

T24 KÖŞEBAŞI - 5 Nisan 2024 -

 

"Reis'i yedirmeyiz" diyen köyden AKP'ye tek bir oy çıkmadı; köylüler sandığa gitmedi (Candan Yıldız)

47 oyun ne önemi var diyenler olabilir, bir parti için ihmal edilebilecek bir sayı diye de bakılabilir. Ama Erdoğan'ın sözünü ettiği "duvar örme" örneğini göstermesi açısından önemli

Seçim sonuçlarını her parti kendi içinde tartışmaya, analizler ve değerlendirmeler yapmaya devam ediyor. AKP'nin oylarındaki erime, kalesi olan iller bazında da dikkati çekiyor. Örneğin Erzurum… 2019 yerel seçimlerinde oy oranı yüzde 62 olan AKP, 5 yıl sonra oy oranını yüzde 50'ye düşürdü. Her iki dönemde de aday aynı isimdi: Mehmet Sekmen.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim sonuçlarının masaya yatırıldığı MYK (Merkez Yürütme Kurulu) toplantısında oy kaybına ilişkin "kibir" ve "vatandaşla arasına duvar örme" uyarıları basına yansımıştı. Erzurum'da öyle bir örnek var ki, siyasi sadakati yüksek bir köyde bile AKP'nin kendisiyle seçmeni arasında nasıl bir duvar ördüğünü gösteriyor.

Köyün adı Cennetpınarı köyü… 2012 tarihli Büyükşehir yasası ile mahalleye dönüştürülen köy damardan AKP'li. Her seçimde AKP'nin neredeyse tulum çıkardığı köyle 31 Mart'ta bir şey kırıldı. Bu kez hiç oy çıkmadı. Çünkü köy boykot kararı aldı ve sandığa gitmedi.

                                                               Cennetpınarı köyü

7 oyu olan köy, AKP'li büyükşehir belediyesinin derdini dinlememesinden şikayetçi. Cennetpınarı köylüleri, en az 10 yıldır köyün içme suyu sorununun çözülmesini bekliyor. Zira kışın içme suyu sorunu olmayan köy, yazın nüfusun artmasıyla susuzluk sorunu çekiyor. Köylüler, su kaynakları zengin yan köylerden şebeke ile köye içme suyu getirilmesini talep ediyor. Çalmadık kapı bırakmamışlar. İlçe belediyesi ile büyükşehirle hatta Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmenle'de görüşmüşler.

31 Mart seçim öncesi "Çözeceğiz" vaadi bardağı taşıran son damla olmuş. Cennetpınarı Bilim ve Kültür Derneği'nin öncülüğünde köylüler nüfusunun azlığı nedeniyle siyasi güçlerinin zayıf olduğunu düşünerek seçimleri "boykot" etme kararını tartışmaya başlıyorlar. Seçim günü geldiğinde hiç fire vermeden sandığa gitmiyorlar.

Köyden üç oy çıkıyor o da sandık kurulu görevlilerinin oyları. Bir de muhtara üç oy çıkıyor. Silahların kullanıldığını düşünürsek köylüler akıllı davranıyor ve "boykot" kararını bozacak bir rekabete girmemek için mevcut muhtar dışında başka bir muhtar adayı da çıkarmıyor.

Cennetpınarı Köy Derneği Başkanı Mücahit Çimen bu kararı şöyle yorumladı:  "Reis'i yedirmeyiz diyen bir köyün bile kendilerine cephe almasını başardılar. Bu karardan köylüler memnun ve tavrın doğru olduğunu düşünüyorlar. Felsefi olarak açıklamak gerekirse Cennetpınarı köylüleri var oluşuna dair bir emare göstermek istedi. Sağında ve solundaki köylere yapılan hizmeti görünce isyan etti. Örneğin Evyap Grubu'nun Mehmet Sekmen'le Kartal Belediye Başkanlığı'ndan bu yana ilişkisi var. Neden onların köyüne su hizmeti götürülüyor ve 12 kilometrelik şebekenin 10 kilometresi bizim köyden geçmesine rağmen, bizim köye yeni su kaynağı getirilmiyor?"

47 oyun ne önemi var diyenler olabilir, bir parti için ihmal edilebilecek bir sayı diye de bakılabilir. Ama Erdoğan'ın sözünü ettiği "duvar örme" örneğini göstermesi açısından önemli.

                                                               /././

Kaybedenlerin ihale/fatura telaşı(Çiğdem Toker)

Kamu kaynaklarının korunmasında, CHP'li yerel yönetimlerden başlayacak etkin bir denetim seferberliği, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadelede yeni bir sayfa açabilir.

31 Mart'ta seçimi kaybetmiş bazı eski belediye başkanları cesur (!) adımlar atıyor.

Misal, Tuzla Belediyesi.

İktidar partisi AKP, -birçok yerde olduğu gibi- Tuzla'da da yenildi. Ama AKP'li eski Belediye Başkanı Şadi Yazıcı, seçimden iki gün sonra (2 Nisan) 62 milyon TL'lik ihale verebiliyor. (İBB Başkanı İmamoğlu açıkladı.)

                                                                Şadi Yazıcı

Bu kadar değil.

Tuzla'da oyların yüzde 50,92'sini alan CHP'li Eren Ali Bingöl'ün başkanlık mazbatası geciktirilirken, Resmi Gazete'de Tuzla Belediyesi'ne ait bir ihale ilanı yayımlandı.

4620 m2'lik bir taşınmaz satış ilanının onayını, herhalde henüz koltuğa oturmamış Bingöl verecek değil. Ama gördüğünüz gibi yayımında hiçbir sakınca görülmüyor.

Benzer bir durum, Manisa Büyükşehir Belediyesi'nde yaşanıyor. Yönetimi -iktidar ortağı- MHP'den CHP'ye geçen Manisa'nın yeni başkanı Ferdi Zeyrek, MHP'li önceki başkan Cengiz Ergün'ün 610 milyon TL'lik faturanın ödetilmesi için girişimde bulunduğunu açıkladı. (Politikyol)

Faturaların içeriklerinde "promosyon ürünleri, parke taşları gibi şeyler" olduğunu söyleyen Zeyrek, kendisinin neden acele edildiğini sorduğunu, faturalar doğruysa zaten kimseyi mağdur etmeyeceklerini söyledi.

Telaştaki rahatlık

Seçimi kaybeden iktidar partisi ile ortağına mensup eski başkanların, devir teslime beş kala yüzlerce milyonluk ödeme, ihale işlerini alel acele yapma girişimleri ne kadar çok şey anlatıyor!

Aralarında biri var ki özellikle dikkate değer: Rahatlık

Kaybeden başkanların ödeme ihale işlemlerinde gerekçe birden fazladır muhtemelen; yandaşa "diyet", şeffaflık dışı başka hesapların ödemesi..

Asıl dikkate değer olan, bu kadar "rahat" olabilmeleri…

Rahat derken, kafa açısından rahatlığı kastediyorum.

Evet "kalan" ödemeleri, ihaleleri devir teslime kadar yetiştirmeye telaşları apaçık ortada. Ama "Şu yaptığım devlet ciddiyeti, güvenilir bir kamu yönetimi açısından ne kadar doğru?" "Bir yaptırımla karşılaşır mıyım,?" "Kamu kaynakları açısından bir bir takip olur mu?" sorusunu hiç kendilerine sorma gereği duymuyorlar belli ki.

Gayet rahatlar.

Onların bu rahatlığı da bize çok şey anlatıyor. Özellikle de Sayıştay raporları açısından.

Rahatlığın sebepleri

Bilen biliyor, ben ve birçok meslektaşım yıllardır ama yıllardır Sayıştay raporu yazıyoruz. Kamu idareleri, genel müdürlükler, bakanlıklar, başkanlıklar, kamu bankaları ve yerel yönetimleri denetleyen Sayıştay'ın her sene yayımladığı (bazılarını yayımlamaz) raporları.

Hepsinin özü, kamu kaynaklarının nasıl harcandığına dayalı.

Bugüne kadar, yüzlerce milyarlık usulsüzlüğe konu yüzlerce rapor yazıldı.

İçlerindeki "bulgu" sayısı ise onbinlerle ifade edilebilir…

Anayasa'ya göre Sayıştay, denetimi TBMM adına yapar. Yani o biziz. Halk… İsteyen millet de diyebilir...

Bu raporlar TBMM'de görüşülür. İçlerinden bazılarında çok ciddi yolsuzluklar yer alır.

Ama ne olur biliyor musunuz?

Hiç. Evet koca bir hiç…

Kimseye bir şey olmaz. O kadar ki, Sayıştay denetçisinin, yasaya usule aykırı bulduğu bazı işlemler, ihale yöntemleri, ödemeler; bırakın yapmaktan kaçınılması ertesi yıllarda defalarca tekrarlanır bile…

Sayıştay denetçisi "biz bunu geçen sene yazdık ama aynı yanlışı tekrarlamışsınız" diye bir daha yazar. Değişen bir şey olmaz.

Orada da benzer rahatlık vardır. Çünkü yanlış mali işler yapan imza atan kamu görevlisi (çok sınırlı istisnalar dışında) yargılanmaz, hesap vermez.

Hesap vermedikleri gibi

Hatta hesap vermek bir yana, devlette ihale yapan, onay ve karar verici makamlarda olan bu kişiler, kendileri görevdeyken teklif veren ihale alan şirketlerde sonra yüksek maaşlarla CEO olarak, yönetici olarak istihdam edilirler.

İşte bugün gördüğümüz eski başkanların ödeme ihale telaşlarındaki rahatlığın "bilgi"si temelini işte bu geçmiş manzaralarda bulur.

Gelelim bugüne.

İBB Başkanı İmamoğlu, Tuzla eski belediye başkanının -denetim açısından elbette- kendisini rahat hissetmemesini istedi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, halktv'de İsmail Küçükkaya'nın programında belediyelere iç denetim mekanizması kuracaklarını açıkladı. CHP'nin yönettiği belediyeler için kurulacak bu iç denetim kurulunda, Sayıştay'dan emekli olmuş ya da Sayıştay'dan el çektirilmiş denetçiler yer alacak.

Bunlar kamu kaynaklarının korunması açısından önemli adımlar.

Türkiye'de yıllardır Sayıştay denetimleri hakkıyla yapılsa ve çok önemli raporlar ortaya konulsa da kamu kaynaklarının korunmasının sağlanamadığı bir siyasal atmosferdeyiz.

Bu atmosfer vatandaşın yoksullaşmasına yol açtığı gibi, toplumun bazı katmanlarında yolsuzluklara yönelik duyarlılığı da köreltti.

Kamu kaynaklarının korunmasında, CHP'li yerel yönetimlerden başlayacak etkin bir denetim seferberliği, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadelede yeni bir sayfa açabilir.

CHP'nin denetim sonuçlarını sık ve saydam bir şekilde kamuoyuna duyurmasıyla mümkün olabilecek bu uygulama, vatandaşta mutlaka karşılık bulacaktır.

                                                              /././

Van krizi AKP içindeki çatışmayı da açığa çıkardı; Erdoğan’ın Başdanışmanı’nın ‘iktidar içinde’ hedef aldığı kesim hangisi, partideki hukuk krizi nerelere uzanıyor?(Gökçer Tahincioğlu)

Van kriziyle birlikte, AKP’de yönetim kadrosundan temsilcileri de kapsayan bir şekilde ilk kez, yargının muhalefet aleyhine aldığı pozisyonu net biçimde eleştirdi.

Van İl Seçim Kurulu’nun, 31 Mart yerel seçimlerinde Van’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı iki kattan fazla oy alarak açık farkla kazanan DEM Parti adayı  Abdullah Zeydan yerine, tartışmalı bir hukuki süreci gerekçe göstererek mazbatayı AKP adayına vermesiyle başlayan olaylar, AKP’deki hukuk krizini ve iç tartışmaları da gün yüzüne çıkardı.  AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, Yüksek Seçim Kurulu’nun, mazbatanın Zeydan’a verilmesi kararını memnuniyetle karşıladığını ve yaşananları “cinnet hali” olarak gördüğünü aktardığı X mesajını ilerleyen saatlerde silmek zorunda kalırken, çok sayıda AKP’linin Van’daki sürece ilişkin tepkili mesajları devam etti. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum, tepki mesajlarına, “İktidar içinde yer aldığı kabul edilen ve neoliberal zehirle zihin dünyalarını batıcılığa teslim etmişlerin bu olayda aldıkları tutumlar kaydedildi" sözleriyle yanıt verdi.

İlk kez kamuoyu önünde yürüyen bu tartışmanın kökleri daha eskiye dayanıyor. AİHM ve Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına uyulmaması, kayyım kararları, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile ilgili olarak bir dönem sürdürülen, “görevden alınabilir” tartışması, çatışmanın derinleşmesine yol açan başlıklardan bazıları… Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun, tartışmalı kararlara imza atan Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi ile ilgili incelemesinin, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Uçum’un, “Bunun nasıl olduğunun değerlendirileceği not edilmelidir” açıklamasından sonra gelmesi de dikkati çekti.

Görüş ayrılıkları görünür oldu

Van kriziyle birlikte, AKP’de yönetim kadrosundan temsilcileri de kapsayan bir şekilde ilk kez, yargının muhalefet aleyhine aldığı pozisyonu net biçimde eleştirdi. AKP’nin yükseliş yıllarında İstanbul İl Başkanlığı yapan, halen AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi olan Aziz Babuşcu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Zeydan'a mazbatasının verilmesi gerektiğini belirterek, "Van Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi yapılmış, Van halkı iradesini ortaya koymuştur. Kazanan adaya mazbatasının verilmemesi millî iradeye saygısızlıktır, kabul edilemez. Hukukî tartışmaların ötesinde; meselenin özü, siyasi olarak gösterilmesi gereken tavır budur" dedi.

“O koltuğa oturma”

Siyasi çalışmalarını AKP'de sürdüren eski Hakkari Milletvekili Abdulmuttalip Özbek, Van’da Zeydan’ın aldığı oyun yarısından daha az oy almasına karşın  İl Seçim Kurulu’nun mazbatayı verdiği AKP adayı Abdulahat Arvas'a "O koltuğa oturma" çağrısı yaparak, şu ifadeleri kullandı:

"Kardeşim Abdulahat Arvas milletin desteği olmadan yönetime gelmek vicdanı yaralar. Sayın Cumhurbaşkanımızın seçim gecesi konuşmasını hatırlamanı isterim: ‘Milletimizin kararına hürmetsizlik etmeyecek, milletin takdirini sorgulamaktan uzak duracağız.’ AKP olarak tüm çabalarımıza rağmen Vanlı vatandaşlarımız tercihini Abdullah Zeydan’dan yana kullanmıştır Bize düşen milletimizin seçimine saygı göstermek ve önümüzdeki seçimler için çalışmaktır Adını, aileni, tüm Vanlıları düşünerek bu karardan bir an önce vazgeçmeni dilerim."

“En çok AKP’ye zarar veriyor”

Eski Van Milletvekili ve eski bakan Hüseyin Çelik de, şu görüşleri dile getirdi:

Ben oldum olası kayyım politikalarına karşı oldum ve hâla da karşıyım. Van’da olup bitenler vahimdir.  DEM Parti’den Van Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen şahsın seçilme ehliyeti yoksa aday olmasına niçin müsaade ettiniz? Siyasetin asker ve yargı eliyle dizayn edilmesi, artık geri dönmemek üzere tarihe gömülmelidir. Bu olup bitenler en çok hükümete ve AK  Parti’ye zarar veriyor. Kayyım atamalarından sonra siyasi olarak hiçbir şey elde edilmediği, aksine daha önce alınan belediyelerin de kaybedildiği ortada iken hangi akılla bu iş sürdürülür? Van’da DEM’in 14 belediyenin hepsini alması tek başına ibret alınması gereken bir sonuçtur. Zaten ekonomik zorluklarla boğuşan Van’ı kaosa sürüklemenin bir anlamı var mı? Demokratik gösteri yapmak elbette herkesin hakkıdır. Ancak kamu malına zarar vermek, esnafa ve bütün vatandaşlara zarar verecek şiddet ve her türlü vandalizm kabul edilemez. Hemşehrilerimi ve yetkilileri sağduyulu davranmaya davet ediyorum.

TCK’nın mimarlarından Özgenç’ten ilginç çıkış

Türk Ceza Kanunu’nun mimarlarından olan ve bir dönem AKP içerisinde Erdoğan’a yakın çalışan ceza hukukçusu Prof. Dr. İzzet Özgenç de bu süreçte ilginç çıkışlar yaptı. Kararı eleştiren Özgenç, farklı tarihlerde şu mesajları paylaştı:

-Özellikle Van Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile ilgili açıklamalarımın hiçbiri, başkan olarak seçilen kişiyi savunma amacına yönelik değildir. Sorun, HUKUK alanında yapılan BİLİNÇLİ YANLIŞLARdır. Tecrübeyle sabit olan bir gerçek var: YANLIŞ HESAP, BAĞDAT’TAN GERİ DÖNÜYOR!

-Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 29.3.2024 tarihli kararı, hukuk hassasiyetiyle, vicdani kanaatin bir yansıması olarak verilmiş bir karar değildir. Bu karar, Beştepe’deki (Cumhurbaşkanlığı Danışmanı’nı kastediyor / T24) çakalın hüneridir. Bu hünerin tezahürü olarak, Yargıtay Başkanı seçimi de sürgit bir vaziyet almıştır.

-Dün akşam saat 21.39’da yayımladığım masajımdaki kişi bilgisi, Sayın Cumhurbaşkanı ile aramdadır. Bu mesajımı alıntılayan mesajlarda mezkûr kişi ile hiçbir tanışıklığım ve ilişkim bulunmamaktadır. Tepkim, Sayın Cumhurbaşkanı'nı zora sokan HUKUK alanındaki BİLİNÇLİ YANLIŞLARadır!

Yazıcı, yazdı ve sildi: Cinnet hali

AKP yönetimindeki etkili isimlerden, Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı da, 3 Nisan Çarşamba akşamı sosyal medya hesabından şaşırtan bir çıkış yaptı. Yazıcı, "Van ilimizdeki belediye başkanı seçimi ile ilgili 1 Nisan günü zuhur eden cinnet hali durumu, YSK verdiği isabetli kararla sonlandırdı. Yüksek Kurulu ve sayın üyeleri içtenlikle kutluyorum" dedi.

Yazıcı, bu paylaşımı daha sonra kaldırdı.

Başdanışman Uçum’dan karşılık: Tutumlar kaydedildi

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum ise, Yazıcı’nın paylaşımından kısa bir süre sonra sosyal medyadaki mesajında, bu tepkilere örtülü biçimde yanıt vererek, şu ifadeleri kullandı:

"Herkes kendi cephesinden Van sürecini değerlendiriyor, anlaşılabilir. Ancak batıcı ve neo-liberal iç kesimlerin hevesleri kursaklarında kalacak. Türkiye toplumu yerel seçimlerde iktidara bir istikamet çizdi, bunu Devlet çok iyi okudu. Bu seçim sonuçlarını Türkiye’yi batının egemen güçlerine teslim edilme koşullarını oluşturduğu şeklinde okuyanlara Milli Devlet iradesi haddini bildirir. Van süreci tamamen hukuki bir süreç olarak yaşandı. Ama bu hukuki süreci daha tamamlanmadan ‘ayaklanma’ çağrılarıyla istismar eden terör örgütünü ve legal görünümlü uzantılarını meşrulaştırmaya çalışanların Devlet de Toplum da farkında.

Muhalefetin tüm aktörlerinin ve daha çarpıcısı iktidar içinde yer aldığı kabul edilen ve neo liberal zehirle zihin dünyalarını batıcılığa teslim etmişlerin Van olayında aldıkları tutumların kaydedildiğini de herkes fark eder.

Nihayetinde Van konusunda YSK kişinin itirazını kabul etmiş ve hukuki süreç, kişinin lehine sonuçlanmıştır. Ama buna rağmen bu süreç üzerinden halen daha ayaklanma stratejilerinin peşinden koşanların gerçek niyetlerinin demokrasi ve seçmen iradesiyle ilgili olmadığı, Türkiye’nin bütünlüğüne yönelik saldırı planlarının bir parçası olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştır. Bu aldatmaya kananların, bu oyunu görmeyenlerin ve kendilerini demokrasi havarisi sayanların hali ise ibretliktir.

İşin hukukuna gelince Terör Örgütü propagandası suçundan Yargıtayca onanan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası nedeniyle yasaklı hakların iadesinin söz konusu olamayacağını ama bunun nasıl olduğunun da değerlendirileceği de not edilmelidir.

Son söz: İyi niyetli ve hakiki demokrat olan hiç kimse Türkiye’nin 2024 yerel seçimlerinin dünyaya demokrasi dersi verdiğini asla inkar edemez. Van seçiminde YSK kararı bu dersin etkili örneklerinden biridir."

Hukuk krizi

Bütün bu tartışmaların kökeni sert görüş ayrılıklarına dayanıyor. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki AİHM kararlarının uygulanmamasıyla ilk kez derinleşen tartışmalar, uzun süredir devam ediyor.

Uçum, AİHM kararlarının bağlayıcı olmadığını, uygulanması zorunluluğunun bulunmadığını ilk  savunan isimlerden. Gelişen süreçte de Uçum’un dediği oldu ve AİHM kararları uygulanmadı.

Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararını uygulamayan Yargıtay’ın sert tutumunu da destekleyen Uçum ve Cumhurbaşkanlığı’ndaki bazı isimlerin ‘radikal’ bulunan görüşlerinin, AKP içinde rahatsızlık yarattığı sır değil.

AKP içinde AİHM kararlarına uyulmasını, kayyım uygulamasına son verilmesini, Atalay kararının uygulanmasını isteyen kesimler de bulunuyor ve zaman zaman parti içinde görüşlerini seslendiriyor. Ancak görüşleri karşılık bulmuyor. Uçum’un, “iktidar içinde yer aldığı kabul edilen ve neo liberal zehirle zihin dünyalarını batıcılığa teslim etmişler” ifadesiyle işaret ettiği grup da bu kesimler.

Bu görüş ayrılıklarının bir dönem “İmamoğlu görevden alınsın mı?” tartışmasından kayyım uygulamalarına kadar uzandığı da biliniyor. Ancak parti içindeki muhalif kesimin etkisiz kaldığı, dahası sert tepkiyle karşılaştığı da bir başka iddia… Bu tartışmaların kısa süre içerisinde bitmesi de mümkün görünmüyor.

Çatışmada son durak, mahkemeye HSK incelemesi

Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun, Zeydan’la ilgili “memnu hakların iadesi” kararı verip, seçimden iki gün önce bu kararı kaldıran Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi ile ilgili inceleme başlatmasının, Uçum’un açıklamasından sonra gelmesi de dikkati çekti. Uçum, “İşin hukukuna gelince Terör Örgütü propagandası suçundan Yargıtayca onanan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası nedeniyle yasaklı hakların iadesinin söz konusu olamayacağını ama bunun nasıl olduğunun da değerlendirileceği de not edilmelidir” ifadelerini kullanmıştı. HSK’nın özellikle ilk kararın nasıl verildiği, itiraz hakkının zamanında neden kullanılmadığı üzerinde de duracağı bildirildi.

                                                                 /././

Mersin'de, Emniyet'i soruşturan müfettişin bilgisayarındaki görüntü!(Tolga Şardan)

Mersin'de ilginç olaylar yaşanmış. Şimdi hepsi tek tek gün ışığına çıkıyor. Adli ve idari soruşturmalar devam ediyor. Polis başmüfettişinin yazacağı rapor önemli.

Ülkenin siyasi gündeminden ayrılıp, Büyüteç'in kendi gündemine geçiş yapıyorum tekrar.

Mersin'de geçen şubatta Emniyet'te ortaya çıkan skandal vardı hatırlarsanız. Skandalın ortaya çıkmasıyla beraber görevden alınan Mersin Emniyet Müdürü Mehmet Aslan'ın kardeşi Nezih Aslan'ın adının karıştığı...

Kaçak sigara üretiminde kullanılan ve içine tütün yerleştirilen filtreli kağıt rulosu olarak tanımlanan makaronun kaçakçılığını yapan şebekeyle bağlantısı bulunduğu iddiasıyla Nezih Aslan'ın gözaltına alınması sonrasında ağabeyi Mehmet Aslan da önce geçici olarak ardından da Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle merkeze çekildi.

İş, bu kadarla kalmadı. Emniyet Genel Müdürlüğü, Mehmet Aslan hakkında gerek kardeşinin Mersin'deki kimi yasa dışı bağlantıları ve ticari faaliyetleri, gerekse kendisinin emniyet müdürü görevi çerçevesindeki iddiaları araştırmak üzere müfettiş görevlendirdi.

Polis başmüfettişi o tarihten itibaren çalışmalarına devam ediyor. İddialarla ilgili ifadeler alıyor. Bilgi ve belge, hatta görüntüleri topluyor.

Bu araştırma sırasında polis başmüfettişi, Aslan'la ilgili çok önemli ve kritik bir kamera görüntüsüne ulaştı.

T24'ten Asuman Aranca, skandalın patlamasıyla beraber Aslan'ın kardeşi Nezih Aslan'ın, Şubat 2022'de kentte bir Suriyeli'nin vurulmasında adı geçen ve aynı zamanda Emniyet'te sabıka kaydı bulunan Cengiz İ. adlı kişiyle Mersin'de bir kafedeki buluşmasının görüntülerine ulaşıp haberleştirdi.

Ancak bu görüntü henüz kamuoyuna yansımadı. Halen soruşturmayı yürüten müfettişin bilgisayarının belleğinde. Soruşturma dosyasına girmiş bir kamera kaydı.

Emniyet Müdürü'nün sır buluşması

Detaylarına geçeyim sizleri fazla bekletmeden.

Kardeşiyle ilgili iddialar sonrasında Mersin Emniyet Müdürü Mehmet Aslan, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın onayıyla 20 Şubat'ta görevden alındı. Hatta bu konuda Emniyet Genel Müdürlüğü özel bir açıklama bile yaptı.

Aslan, aynı gün saat 22.00 sularında makamını boşaltıp ayrıldı. Ancak kentten ayrılmadı.

Aldığım bilgiye göre, Aslan saat 22.30 sularında Mezitli'de bir buluşma gerçekleştirdi.

Buluşmanın gerçekleştirildiği yer, Pompei adıyla deniz kenarında faaliyet gösteren kafe. Burada Mersin Emniyet Müdürü için makama tahsisli bir küçük bölüm var.

Müfettişin elde ettiği kamera görüntüsüne göre, Mersin'de kimi suçlara karıştığı gerekçesiyle hakkında Emniyet'te kayıt bulunan ve kentin yeraltı dünyasının içinde bulunduğu ifade edilen S.Ö., buraya gelerek giriş yaptı.

Şu ilave bilgiyi vereyim; S.Ö., beraberinde bir kişi ile birlikte Pompei'nin başka bir bölümünde otururken, iddiaya göre Aslan'ın koruması yanına gelerek Aslan'ın birazdan tesise geleceğini uyarması sonrasında özel bölüme geçti.

S.Ö. ve yanındaki kişi özel bölüme geçtikten 5-6 dakika sonra Aslan, aynı yere gelerek S.Ö'.nün yanına geçti ve bir süre görüştü. Aslan'ın buluşma için görevden alınmasına rağmen makam aracıyla geldiğini de ekleyim.

Görevlendirilen müfettişin daha önceki kamera kaydıyla birlikte söz konusu yeni kaydı da incelemeye aldığını belirteyim.

Burada, "suçla mücadele etmesi gereken bir polis müdürünün, hangi gerekçeyle böyle bir kişiyle buluştuğu" sorusunun yanıtı önem taşıyor.

Aynı kişinin yani S.Ö.'nün sadece Aslan değil, kentte görev yapan üst düzey polis müdürleriyle de yakınlığının bulunduğunu ilave edeyim.

Ankara – Mersin – Ankara hattında yaşananlar

Mersin'de Mehmet Aslan ve kardeşi Nezih Aslan'la ilgili yaşananlar bununla sınırlı değil.

İddiaya göre, polisin savcılık talimatıyla Nezih Aslan'ın ortağı olduğu iddia edilen kaçak makaron deposuna baskın yaptığı 17 Şubat günü Nezih Aslan, Ankara'dan kente gelerek bir otelde konakladı.

Bu konaklama sırasında ağabeyi Mehmet Aslan'ın özel kaleminde görevli Komiser A.A., otele gelerek Aslan'la görüştü. Sonrasında Aslan, 18 Şubat günü tekrar Ankara'ya döndü. Muhtemel ki, yaşananlarla ilgili bizzat bilgi almak istedi ya da aldı.

Zaten 19 Şubat günü savcılık talimatıyla Ankara'da gözaltına alındı ve Mersin'e getirildi. Mahkeme çıkarılan zanlılardan beşi mahkeme tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Bu konuda yeni bir bilgi daha vereyim; tutuklananlar arasında Nezih Aslan da var. Daha önce serbest kaldığı bilgisi vardı ancak İslahiye Cezaevi'nde halen.

Ayrıca, Nezih Aslan, sadece Mersin'de görülmüş değil. Ağabeyi Mehmet Aslan'ın Erzurum'daki görevi sırasında da kente giderek kendisini medikalci olarak tanıtarak faaliyette bulunduğu yönünde bilgiler mevcut. Nezih Aslan'ın, evrakta sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından Emniyet'te dört ayrı kaydının bulunduğunu belirteyim.

Yeniden açılan dosya ve kaybolan fotoğraflar

Aslan'ın görevden alınmasından bugüne kadar başka gelişmeler de var elbette.

Şöyle ki; Nezih Aslan'la görüntüleri ortaya çıkan Cengiz İ., şu günlerde başka bir suçtan cezaevinde. Ayrıca, Cengiz İ.'nin adının geçtiği ve 21 Şubat 2022'de Mezitli'de 300 bin dolar alacak için Suriyeli bir kişinin vurulması dosyası yeniden açıldı.

Soruşturma savcılığı bu dosya ile ilgili daha önce takipsizlik kararı vermişti. Fakat son gelişmeler ışığında dosya yeniden açıldı.

Ancak küçük bir ayrıntı var bu noktada. Dosyada yer alması gereken Nezih Aslan ile Cengiz İ.'nin Mersin'deki kafedeki görüşmesine ait fotoğrafların kaybolduğu ortaya çıktı.

Bu dosyayla ilgili "delillerin kaybedilmesi" iddiasıyla ikinci soruşturmanın başlatıldığını altını çizeyim.

Toparlarsam; Mersin'de ilginç olaylar yaşanmış. Şimdi hepsi tek tek gün ışığına çıkıyor. Adli ve idari soruşturmalar devam ediyor. Polis başmüfettişinin yazacağı rapor önemli. Mehmet Aslan'la ilgili idari bir rapor olmasına karşın adli suç tespit edilmesi halinde savcılığa gönderilecek.

Eskilerin deyimiyle bu hamur daha çok su çekecek.

                                                                /././

Görevden alınan emniyet müdürünün kardeşi hakkında skandal iddialar: “Emniyetin aracıyla uyuşturucu taşıdılar” (Asuman ARANCA)

Mersin Başsavcılığı, kardeşi makaron kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla gözaltına alınınca görevden alınan Mersin Emniyet Müdürü Mehmet Aslan ve yakın ekibiyle ilgili soruşturma kapsamında iş insanı Aziz Savaş’ın ek ifadesini aldı. Savaş ifadesinde, “Aslan’ın kardeşi Nezir Aslan’ın Suriyeli uyuşturucu kaçakçıları tarafından konteynerler ile Mersin Limanına getirilen kokaini emniyete ait sivil araçlarla içeriye soktuğunu” öne sürerek, Nezir Aslan’ın beraberindeki istihbaratçı polislerle limana giriş çıkışlarını gösteren kamera kayıtlarını dosyaya sunacağını söyledi.

“Tutanaklar değiştirildi” iddiası

Mersin Emniyet Müdürü Mehmet Aslan, kardeşi Nezir Aslan’ın, 18 Şubat Pazar günü Mersin’de bir depoya gerçekleştirilen baskında ele geçirilen 10 milyon adet kaçak makaronun sahibi olduğu iddiasıyla yakalanmasının ardından jet hızıyla görevden alınmıştı. Bu gelişmelerin sonrasında iş insanı Aziz Savaş da 21 Şubat 2022’de Suriyeli iş insanı Y.D.’nin silahla yaralanmasının azmettiricisi olduğu iddia edilen Cengiz İri isimli kişinin, olaydan sonra Nezir Aslan ile oturduğunu gösteren kamera kayıtlarını savcılığa sunmuştu. Suç duyurusunda bulunan Savaş’ın dilekçesinde, yaralama olayı kapsamında alınan ifadesinde Cengiz İri’nin, müdür Mehmet Aslan’ın kardeşi Nezir Aslan’ın isminden bahsettiğini, bunun üzerine ifade tutanaklarının değiştirildiğini öne sürmüştü.

Dosya yeniden açıldı

Edinilen bilgiye göre Mersin Başsavcılığı, bu beyanlar üzerine takipsizlik kararı verilen ve Cengiz İri’nin azmettirici olduğu öne sürülen Suriyeli iş adamı Y.D.’nin yaralanmasına ilişkin dosyayı bir kez daha açtı. Soruşturma kapsamında gözaltına alınan İri tutuklanırken, Başsavcılık Aziz Savaş’ın ifadesine başvurdu. İfadesinde, daha önce verdiği dilekçesindeki beyanları tekrar eden Savaş, tutanakların değiştirilmesine ilişkin olarak, ilk ifadeyi alan ve sonrasında başka ile tayin edilen komiserin tanık olarak dinlenmesini istedi.

“Emniyetin aracıyla kokain taşıdılar”

Savaş ifadesinin devamında, Emniyet Müdürü Mehmet Aslan’ın kardeşi Nezir Aslan ile ilgili skandal iddialarda bulundu. “Mersin’deki çevresinden Nezir Aslan’ın emniyete ait araçlar ve beraberindeki istihbaratçı polislerle sık sık limana giriş çıkış yaptığını duyduğunu” aktaran Savaş, buna ilişkin görüntüleri dosyaya sunacağını kaydetti. “Aslan’ın limana giriş çıkış sebebine” ilişkin bilgi vermek istediğini söyleyen Savaş, şunları anlattı: “Nezir Aslan'ın gayrimeşru iş yapan Suriyeli iş adamlarıyla aralarında çok yakın ilişkiler bulunmaktadır. Aslan, emniyete ait sivil araçlarla ve isimlerini bilmediğim istihbarat şube polisleriyle birlikte limana girerek, bu Suriyeli iş adamlarına ait limana gelen kaçak eşya, sigara, saat vb ürünler ile konteynerler içerisinde gelen kokain nevi uyuşturucu maddenin limandan, bu geldikleri sivil emniyet aracıyla çıkarttıklarını biliyorum. Buna ilişkin tam tarih veremem ancak 2023 yılı içerisinde olduğunu biliyorum. Bu olay bir kez yaşanmamış. Nezir Aslan’ın emniyetçilerle birlikte defalarca limana giriş yaptıklarını ve amaçlarının bu olduğunu biliyorum. Ancak bu eşyaların limandan çıkarıldıktan sonra nereye götürüldüğünü bilmiyorum.”

“Gözdağı telefonu”

Bu iddiaları duyduktan sonra Nezir Aslan ile ilgili araştırma yapmaya başladığını kaydeden Savaş, bir süre sonra kendisini daha önceden tanımadığı dönemin Mersin Asayiş Müdürü Ali Kaplan’ın aradığını iddia ederek, “Ali Kaplan bana telefonda ‘Aziz bey sizi tanımak istiyoruz, ne iş yapıyorsunuz nerede oturuyorsunuz nerelisiniz?’ diye sordu. Ben de kendisine kibarca ‘uyuşturucu baronuyum Ankara'nın en büyük tokatçısıyım’ diye cevap verdim, pat diye telefonu yüzümü kapattı. Böyle cevap verdim çünkü bu telefon bana karşı Nezir Aslan’ı araştırmam sebebiyle yapılmış bir göz dağıydı. Normalde bir Emniyet Müdürü bir vatandaşı gecenin bir yarısı arayıp bu şekilde bir konuşma yapmaz. Görüşeceği bir şey olursa da makamına çağırır” dedi.

“Telefonlarımı dinlemişler”

Savaş daha sonra bu durumu dönemin Mersin Valisi'ne aktardığını, dönüt olarak da konuyla ilgileneceği, gereğinin yapılacağı cevabını aldığını kaydederek, “Ali Kaplan benim Nezir Aslan’ı araştırdığım bilgisini Mehmet Aslan'a veriyor. Mehmet Aslan'ın talimatıyla da bana bu (gözdağı) telefonu açılıyor. Sonradan duyduğum kadarıyla istihbari olarak telefon kayıtlarım, internet ve whatsapp bağlantılarım, log kayıtlarım gibi kişisel bilgilerim alınmış, benim ve eşimin telefonları dinlenmiş, kaldığım otel kayıtlarına bakılıp peşime ekip takılmış. Bu hususların da araştırılmasını istiyorum. Konuyla alakalı Mehmet Aslan, Ali Kaplan, dönemin İstihbarat müdürü ve varsa diğer sorumlulardan şikayetçiyim. İfademde geçen hususların araştırılmasını istiyorum. Bu konuda gerek tanık ismi gerekse de kamera kayıtlarını sunacağım” dedi.

                                                        /././

Aziz Nesin'i sinemaya aktarmanın belki en usta işi örneği (Atilla Dorsay)

Mucize Aynalar

Yönetim ve senaryo: Tolga Örnek-Görüntü: Olcay Oğuz-Müzik: Tamer Çıray-Oyuncular: Cengiz Bozkurt, Şebnem Bozoklu, Galip Erdal, İdil Fırat, İstar Göksever, Boran Kuzum, Zerrin Sümer -Türk filmi, 2024

Hikâyelerin tümü usta biçimde yoğrulmuş; alabildiğine serbestçe, özgür ve özgün biçimde perdedeki yerini almış: Nesin'e çok yakışan bir mizahın yer yer absürt biçime dönüşmesiyle...

İşte kendine özgü bir Türk filmi. Hatta en kendine özgü filmlerimizden biri denebilir: özellikle komedi -ya da, belki daha doğrusu, absürd komedi- denen alanda... Öyle olması da doğal; çünkü sonuç olarak bu film sadece bizim için değil; dünya çapında bir komedi dehası olan bir isimden uyarlanmış: Aziz Nesin!...

Demek ki iddialı bir filmle karşı karşıyayız. Nesin'in tam altı hikâyesini birleştiren... Ve film siyah-beyaz olarak başlayınca, şu tavsiyede bulunan: "Mucize anıların karşısına geçin. Ve hayal edin!"

Sonra kendi halindeki elektrik ustası Şahap'ı tanırız. Büyük oyuncu Cengiz Bozkurt'un kişiliğinde... Yeğeni on yıldır Almanya'da yaşamaktadır. Ve üç kişiyle yakın dost olmuştur. Alamancı olmanın moda olduğu o yıllarda... Birden renkliye geçen filmde, bize bir Mucizeler Atölyesi de sunulur. İçinde bol bol Aziz Nesin resmi, portresi vs. içeren... Bu arada Şahap'ın vergi borçları birikmiştir. Ödeyemez ve atölyesi mühürlenir. Karısı Emel ve kardeşi Ali de duruma çok üzülürler.

Bu arada Aziz Nesin esprileri işlemeye başlar. Harika görüntüleriyle, özellikle gece çekilmiş eski sokaklarıyla baş döndüren bir İstanbul'da... Bir kadın öldürülür ve ölüsü adli tıp arabasıyla nakledilir. Ama cesedi arabanın bir türlü kapanmayan kapısından kayarak düşer!... Ve sokaklar boyunca kayıp gider. Polis gelip geçeni sorgulamaya başlar: "Buradan geçen bir ceset gördünüz mü?" diyerek!... Ve biri şöyle bir yargıda bulunur: "Bir kadını öldürebilirsiniz; ama sakın cesedini kaybetmeyin!" Ve sokaklarda cesedin peşinde bir kovalamaca başlar.

Bu arada Kerem adlı bir yakışıklı tanırız. Eşi Yasemin'le kavgalıdır. Merakıysa bir senaryo yazmaktır. Tanık olduğu bu "Bir Ölü Aranıyor" olayı ana esin vermiştir. O sırada Şahap'ın Alamancı dostları da, yanlarına aldıkları gerçek Alman'larla birlikte İstanbul'a gelirler. Hepsi birden Almanca konuştuklarından, filmin o bölümlerinde Türkçe altyazılar okunur!... Ve Şahap ve ailesi onlara o tipik Türk misafirperverliğini göstermeye koyulur. Verilen ziyafette Şahap'ın eşi ve annesinden öylesine bir ikram görürler ki... Tam 23 çeşit yemek gelir; zavallı Almanların boğazına tıkılır. Bu 'döve döve zorla yedirme' birinin ölümüne bile yol açar. Umulan ortaklık başlamadan bitmiştir.

Sonrasında Kerem'in bunlardan esinlenerek yazdığı senaryo büyük ilgi görür. Herkes "Ah, zo!" diye karşılar!... Ama yapımcılar bunu her açıdan ters-yüz etmeye kalkışınca, işler değişir. Olaya bir James Bond gibi yaklaşmak, Hadise'ye rol vermek, Alman kızla Türk sevgilinin romantik macerasına dönüştürmek. Ve kendi ifadeleriyle "evrensel gereklilikler eklemek" derken... Kentte aynalar birer ikişer tepemize düşmeye başlar!...

Bu arada Şahap birikmiş vergi borcunu ödeyip mali durumunu düzeltme çabasına düşer. Ama öylesine sert haşin, hatta zalim bir bürokrasiyle karşılaşır ki... Bu ülkede artık hiçbir hak ve hukuk kalmamış, yasalar uygulanamaz olmuştur. Ve film böylesine bir olaya getirilen bu çok ciddi yaklaşımla sonlara yaklaşır.

Film sonuç olarak tam beklenen yapıda değil. Ben kendi adıma o Aziz Nesin öykülerinin apayrı biçimde anlatılmasını bekliyordum. Oysa öyle olmamış. Bu ne tek bir hikâye; ne de biri bitip öbürü başlayan bir yapıda... Buna karşılık, hikâyelerin tümü usta biçimde yoğrulmuş; alabildiğine serbestçe, özgür ve özgün biçimde perdedeki yerini almış: Nesin'e çok yakışan bir mizahın yer yer absürt biçime dönüşmesiyle... Tüm o 'dolaşan ceset' ya da bitmeyen yemek bölümlerinin gösterdiği gibi... Sondaki bürokrasi eleştirisiyse kimi dostlara abartmalı gözüktü; ama bence gerekli ve de çok önemli bir bölümdü bu...

Tüm bunlarda en büyük başarının yazar-yönetmen Tolga Örnek'e ait olduğu kuşkusuz... 1972 doğumlu sanatçımız 1998'den itibaren kimileri belgesel olan bir avuç film imzalamıştı. Atatürk, Hititler, Gelibolu, Devrim Arabaları, Kaybedenler Kulübü, Labirent, Senin Hikayen, Sen Benim Her şeyimsin... Bence en önemlileri 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabıma aldığım Devrim Arabaları ve Kaybedenler Kulübü idi. 8 yıl sonra gelen bu filmi de bence çok hoş. Olcay Oğuz'un görüntüleri, Tamer Çıray'ın müziği, Cengiz Bozkurt'un yanı sıra Şebnem Bozoklu, Galip Erdal, İdil Fırat ve Zerrin Sümer'in oyunları da anmaya değer...

(T24)




4 Nisan 2024 Perşembe

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 4 NİSAN 2024 -

 

Atı alan Van’ı geçemedi(Barış Terkoğlu)

Ne garip… Güçsüze kalkan olması gerek hukuk, hırsızın eline eldiven, katilin eline bıçak oluyor.

Kanunları anlamak zor ama niyetlerini anlamak kolay. Şöyle anlatalım…

HDP eski Milletvekili Abdullah Zeydan, 4 Kasım 2016’da tutuklandı. 6 Ocak 2022’de ise tahliye edildi. Yani tam 5 yıl 2 ay 2 gün hapis yattı. Peki bu süreçte ne oldu? Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Zeydan’a “örgüte yardım”dan 5 yıl, “örgüt propagandası yapmak”tan 3 yıl bir ay 15 gün, yani toplamda 8 yıl bir ay 15 gün hapis cezası verdi. Yargıtay, 26 Mayıs 2021’de propaganda cezasını onadı, yardım cezasını bozdu. Haliyle Zeydan’ın kesinleşmiş cezası 3 yıl bir ay 15 gün oldu. Zeydan, "zaten cezamı 2019 Aralık’ında doldurmuşum, fazladan da 3 buçuk sene geçmiş" diyerek, 27 Mart 2023’te yargılandığı mahkemeye başvurdu. Seçme ve seçilme hakkının verilmesini istedi. Mahkeme de 4 Nisan 2023’te "haklısın" diyerek bu hakkı verdi. İtiraz gelmedi. Karar kesinleşti. Zeydan, bu kesinleşmiş mahkeme kararıyla aday oldu. YSK adaylığını onadı. Adı pusulaya basıldı.

Savcılık bir yıl boyunca olanlara itiraz etmedi. Derken, seçime iki gün kala, Cuma günü olan oldu. Adalet Bakanlığı savcılığa, savcılık mahkemeye yazı yazdı. Bir yıl önceki kararını değiştirmesini istedi. Zeydan’ın yediği cezanın dolduğu 2019 yılının değil, Yargıtay’ın karar verdiği 2022 yılının esas alınmasını, böylece 2025’e kadar Zeydan’ın "aday olamaz" sayılmasını istedi. Mahkeme bir yıl önce kendi verdiği kararı bozdu. Vanlılar gidip Zeydan’a oy verirken bunlardan habersizdi. Seçimden sonra karar tebliğ edildi. Seçim Kurulu, Zeydan’a "seçimi kazandın ama sen başkan olamazsın" dedi. AKP’li adaya mazbatayı verecekti ki... YSK dün akşam bu gidişe “dur” dedi.

Ortada bir gerçek var ki, birileri mahkemeyi tam anlamıyla seçmene kumpas kurmak için kullandı.

Peki Zeydan, DEM Partili değil de AKP ya da MHP’li olsa ne olacaktı? Cevabını vereyim.

HEM MEMUR HEM ADAY

Adana’nın Kozan ilçesinde Cumhur İttifakı’nın adayı MHP’li Mustafa Atlı’ydı. Seçim, beklendiği gibi, MHP ile CHP arasında geçti. MHP yüzde 28 alırken, CHP yüzde 25’te kaldı.

Sonuç pek olağan değildi. Bakmayın siz muhalefetin "her sandıkta varız" demesine. Kozan’daki 338 sandıktan en az 150’sinde muhalefetin temsilcisi yoktu. Kırsaldaki bu sandıklardan çıkan sonuçlar açıkça tutarsızdı. Atlı, bu oylarla seçimi kazanmıştı.

CHP, bunların da aralarında olduğu 296 sandığa seçimden sonra itiraz etti. Ama konumuz bu değil.

Mustafa Atlı, yakın zamana kadar, devlet bankası olan Halkbank’ta çalışıyordu. Bankada sıradan bir personel değil, bölge müdürlüğü yapıyordu.

Diyeceksiniz ki ne var…

Seçim, seçim gibi olsun diye bazı yasalar var. Devletin gücünü kullanan memurlar, yargı mensupları, askerler vs. süreç başlamadan istifa etmek zorunda. Sebebi de basit: Hem devlet partiler arasında tarafsız olsun, hem de adaylar ellerindeki devlet gücünü seçilmek için kullanmasın.

Seçim Kanunu’nun “Adaylık için görevden çekilmesi gerekenler” maddesinde şu yazıyor: “Hâkimler ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, YÖK, RTÜK üyeleri, kamu kurumu ve  kuruluşlarının memur statüsündeki  görevlileri ile yaptıkları  hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, aday olmak isteyen belediye başkanları ve subaylar ile astsubaylar, aday olmak isteyen siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar…”

Nitekim YSK, bu yasaya dayanarak, seçime girecekler için 1 Aralık’a kadar istifa duyurusu yaptı. Ancak Mustafa Atlı, 31 Ocak’a kadar istifa etmedi. Halkbank’ta görev yapmaya devam etti.

GEÇTİ GİTTİ KARARI

Dahası…

Mustafa Atlı’nın propaganda videolarını izliyorum. Halka konuşuyor. Bankada esnafa kredi limitinin kalmadığını, aynı gün yarım saat içinde Kozan esnafı için 3 milyon kredi çıkardığını anlatıyor. Yani görevini siyasi propaganda için kullanıyor.

CHP, seçimden sonra, "zamanında memuriyetten ayrılmamış, adaylığı geçersiz, mazbatasını vermeyin" itirazı yaptı.

Mustafa Atlı, önce "bu yasa beni kapsamaz, ben yönetim kurulu üyesi değilim, bölge koordinatörüyüm" dedi. Ancak bir de memuriyet statüsünde olduğunun belgesi çıkınca kaçacak yeri kalmadı.

Diyeceksiniz ki peki Seçim Kurulu ne karar verdi?

İşte o karar önümde duruyor. 2’ye karşı 5 oyla alınan kararda aynen şu yazıyor:

"Kozan MHP Belediye Başkan Adayı Mustafa Atlı hakkında itiraza konu istifa durumu adaylık sürecinde itiraza tabi olup, adaylık itiraz edilmeksizin kesinleştiğinden ve seçilme yeterliliğine ilişkin bir husus olmadığından itirazın reddine…"

Yani Seçim Kurulu dedi ki, "haklı olabilirsiniz ama adaylığı kesinleşmeden itiraz edecektiniz, seçildikten sonra ben karışamam". Üstelik YSK’nın kimse itiraz etmeden basit bir çalışmayla görebileceği bu aykırılığı aday MHP’li olunca es geçtiğini anlamış olduk.

Böylece bir tarafı; hukuku zorlayarak, son dakika yol bularak, bir yıl önceki kesinleşmiş kararı değiştirerek engelleyen kurullar, öbür taraftaki usulsüzlüğe göz yumuyor. Mesele DEM ya da MHP’nin görüşü değil. Mesele adaletsizliğin sıradanlaşması, hukukun siyasete paspas edilmesi, normun kaybolup anormalin yayılması. Kuşkusuz tepkiler sayesinde, dün, YSK, son dakika müdahalesiyle, atı alanı Van’da durdurdu.

Unutmayın, adaletsizlik önce herkesin olağan bulduğu sınırı geçer. Olur da alışırsanız bir bakarsınız sizin kapınızı çalmış…

                                                        /././

CHP umudu canlandırdı (Ergin Yıldızoğlu)

CHP’nin yerel seçimlerde “yüzde 25’lik tavanı tuzla buz” ederek birinci parti konumuna yükselmesi “süreç olarak faşizmi” durdurma umudunu canlandırdı.

MOMENTUM ÇOK ÖNEMLİ

CHP’nin, canlandırdığı umudu yaşatması, daha da güçlendirmesi gerekiyor. Mao’nun deyimiyle: Devrimci süreç “bisiklet gibidir durursak düşeriz!”

Durmadan devam edebilmek için, CHP rejime yönelik eleştirileriyle, kampanya enerjisiyle, aldığı oy ile yarattığı momentumu mutlaka korumalı, “dört yıl seçim yok zaferin tadını çıkaralım” rehavetine kapılmamalıdır. Balkon konuşmasına bakılırsa Erdoğan, yumuşak, kapsayıcı tarzla, “Dört yıl seçimler yok” derken o momentumu kırmayı amaçlıyordu. Ancak ertesi gün AKP’nin kaybettiği kimi belediyelerde “çamura yatmaya” başlaması akla “Doğasında var” öyküsünü getiriyor. Erdoğan, “ılımlı konuşarak sopa sallama taktiği” ile momentumu kırabilirse yeni anayasa, ardından da seçimler gündeme gelecektir.

İkincisi, uluslararası medyadaki ana akım yazarlar yorumlarında ekonomik krizi özellikle öne çıkarıyorlar, siyasal İslamın rejiminin, ülkeyi dini temelde şekillendirme çabaları karşısında yükselen tepkiler görmezden geliyorlar. Batı’da egemen oryantalist damar, Türkiye’yi cumhuriyetçi-laik kimliğinden sıyrılmış, “Müslüman/dinci bir Ortadoğu ülkesi” olarak görmek istediğinden (HuntingtonFuller etc.,) o yorumları anlamak kolay. Ancak sol kesimde egemen olan eğilimi anlamak zor. Bu eğilim emekçi sınıfların insanını, kültürel (ideolojik, ahlaki vb.,) kaygılarla değil de salt ekonomik (beslenme, barınma gibi) dürtülerle tepki veren, biyolojik varlığına indirgiyor. İşçiler, emekçiler, açlık-yoksulluk kaygılarını anlamlandıran öznelliklerden (kültürü, ideolojisi ve ahlaki kaygılar) yoksun mudur ki salt biyolojik dürtüleriyle karar verirler? Kültürel, ideolojik ve ahlaki kaygılarla karar vermek yalnızca “sosyalistlere” özgün bir ayrıcalık mıdır? Şunu anımsamak da yararlı olabilir: “İnsanların bilincini” ekonomik varlığı değil, kültürü, kültür içinde yaşanan ekonomiyi de içeren, “toplumsal varlığı belirler.”

CHP’nin aldığı oyda ekonomik sıkıntıların (2023’te de ekonomik kriz vardı) yanı sıra kültürel alanda giderek yoğunlaşan kaygılargerginlikler de etkili oldu. Daha doğrusu kriz derinleşirken kültür savaşları daha da yoğunlaştı: Cumhuriyete, kurucularına, laikliğe saldırılar, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan ortaçağ kafası, tarikatçı tiplerinin günlük yaşama müdahale çabaları, Cumhuriyetin insanının ahlak anlayışı içinde anlaşılması, kabullenilmesi olanaksız açıklamaları, eğitim sistemini dincileştirme çabaları, şeriat çağrılarıyla yapılan yürüyüşler, yargıdaki kriz, Cumhuriyetin “vatandaş” hakkı yerine, biteviye “kul hakkı” gevezelikleri...

Bu kaygıları-gerginlikleri görmezden mi gelelim? Aslında siyasal İslamın hegemonyasını, hatta rejimin geleceğini, bu kaygılar-gerginliklerden kaynaklanan tepkiler tehdit etmiyor mu? Erdoğan’ın biteviye “kültürel egemenlikten” söz etmesi boşuna mı?

'KALKAN' KIRILDI

AKP bugüne kadar her seçime hile hurda karıştırdı. Çünkü siyasal İslam toplumda azınlığı temsil ediyor. Bu nedenle, AKP kendi projesini, değerlerini topluma dayatırken tepkiler karşısında hep “milli değerlerimiz” kalkanının arkasına sığındı. Ne yazık ki CHP de mart yerel seçimlerine kadar bu oyuna ortak oldu.

Şimdi AKP ikinci parti konumuna düştü; bu kez seçim sonuçlarıyla oynamaya çalışıyor. Ancak AKP’nin toplumsal desteğinin gerçek çapı açığa çıktı, o “kalkan” kırıldı. Bundan sonra CHP, bunu her fırsatta halka anlatmalı, “milli değerler” gevezeliğinin siyasal İslamın ideolojisini koruyan bir “kalkan” olduğunu biteviye vurgulamalıdır.

Yukarıdaki iki koşul gerçekleşirken iki koşul daha gündem gelecektir. Birincisi CHP, krizin yükünü halkın sırtına yıkılmasını önleyecek bir ekonomik, sosyal programı hemen geliştirmelidir. İkincisi CHP, siyasal İslamın toplum içinde yayılmaya devam eden ideolojik hegemonyasına, bunu inşa eden “ideolojik aygıtlarına” karşı mücadele etmeye, haklar ve özgürlükler alanında kaybolanları geri alamaya kararlı olduğunu kanıtlamalıdır; Van’da aldığı tutum umut veriyor. Momentum kırılırsa çok daha geri bir noktaya düşüleceğini de unutmamak gerekiyor. 

                                                     /././

Tabanın Erdoğan’a İsrail tepkisi (Mehmet Ali Güller)

Erdoğan 31 Mart seçiminden iki gün önce İstanbul Sancaktepe’deki mitingde halka şöyle sesleniyordu: “İnsanımızın Gazze hassasiyetini istismar etme peşinde koşan fırsatçıların, ahlaksız ve asılsız söylemlerine prim vermeyin.”

Ama halk Erdoğan’ı dinlemedi çünkü Erdoğan’ın iddia ettiği gibi Gazze eleştirileri “ahlaksız ve asılsız” değildi, gerçekti. Bu nedenle de Gazze hassasiyeti taşıyan AKP tabanından YRP tabanına oy kaydı; Fatih Erbakan liderliğindeki YRP, CHP ve AKP’nin ardından üçüncü parti oldu.

Erdoğan, seçim sonrasında toplanan AKP MYK toplantısında Gazze’nin oy kaybına neden olduğunu kabul etti: “Gazze krizi gibi elimizden gelen her şeyi yaptığımız ve bedel ödediğimiz bir meselede dahi siyasi saldırıları savuşturmayı, kimi çevreleri ikna etmeyi maalesef başaramadık.”

ERDOĞAN'IN 'SÜREKLİ U DÖNÜŞLÜ' İSRAİL POLİTİKASI

Erdoğan elbette Gazze konusunda inandırıcılıktan uzak. Çünkü 22 yıldır İsrail’le her normalleşmesinde ilk söylediğinin tersini söylüyor olması ve daha önemlisi söylediği ile yaptığının uymaması, artık üzeri örtülemeyecek derecededir.

Örneğin kamuoyunun neden İsrail’le ticaretin sürdüğüne yönelik tepkileri karşısında seçimden yaklaşık 15 gün önce şöyle demişti Erdoğan: “Hiçbir siyasetçinin cesaret edemediği duruşu ‘one minute’ diyerek ortaya koyduk.”

Oysa aynı Erdoğan, İsrail’le normalleşme süreçlerinden birinde ise “one minute” tepkisine şu açıklamayı getirmişti: “Benim tepkim moderatöreydi. İsrail’e, Peres’e veya Musevilere değildi.”

İsrail devleti de Netanyahu hükümeti de bu gerçeğin farkında. Nitekim bir keresinde Netanyahu şöyle demişti: “Eskiden Erdoğan bana her 3 saatte bir Hitler derdi. Şimdi 6 saatte bir diyor fakat şükür İsrailTürkiye ticareti arttı.”

Özetle, İsrail Gazze’de Filistinlilere soykırım yaparken Türkiye’nin İsrail’le ticareti sürdürüyor olması AKP tabanında tepki gördü; Erdoğan’ın fiilen değil ama sözlü olarak İsrail’e karşı sert tepki göstermesi bu kez tabanını ikna etmeye yetmedi.

AKP-İSRAİL TEMAS TRAFİĞİ

Peki Erdoğan Gazze konusunun oy kaybettireceğini gördüğü halde neden taktik bir hamle yapamadı? Ya da şöyle soralım: Müslüman olmayan kimi ülkeler bile Gazze’deki soykırımı nedeniyle İsrail’le ticareti kesmişken Erdoğan neden buna cesaret edemedi? Türkiye’nin İsrail’le yıllık 8 milyar dolarlık ticaret hacmi, “Almanya bizi kıskanırken” çok mu kritik önemde?

Erdoğan İsrail’le ticaretten çok, Yahudi lobisi üzerinden Batı finans merkezlerinden alabileceği büyük borçların peşinde. Önceki Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ın en önemli görevi Yahudi örgütleriyle iyi ilişki kurmaktı; bunu Yahudi finans kapitali girişine çevirmekti ve İsrail üzerinden ABD’yle ilişkileri restore etmekti. İnternette arama motoruna Murat Mercan ve Yahudi örgütleri, üstüne Erdoğan ve Yahudi örgütleri yazarsanız, son 3-4 yılda yapılmış ne çok temas olduğunu görürsünüz.

ERBAKAN'IN BASINCI

Tabanın Gazze dışında, İsveç’in NATO üyeliğine onaya da tepki gösterdiği anlaşılıyor. Seçim sonucunu yorumlayan YRP lideri Erbakan da o görüşte: “Bu sonucun oluşmasında İsrail ile siyonist katillerle ticareti devam ettirme ayıbı ve utancı çok büyük bir rol oynamıştır. Terör örgütlerine kucağını açan İslam ve Kuran düşmanı İsveç’in göz göre göre NATO üyeliğine onay verilmesi bu sonucun oluşmasında rol oynamıştır.

Erdoğan’ın İsrail’e karşı eylemli tepki gösterememesi, ABD’nin talebi ile İsveç’in NATO üyeliğine onay vermesi, AKP’nin ikinciliğe düşmesinde ve YRP’nin üçüncülüğe çıkmasında etkili olmuşken, Erdoğan’ın 9 Mayıs’ta Beyaz Saray’da Biden’la görüşecek olması elbette iktidarın durumunu daha da zorlaştıracaktır.

Ne çare, neoliberal program içinde Batı finans kapitaline muhtaç Erdoğan’ın yapabilecekleri sınırlı... 

                                                    /././

Seçimin algoritması ne diyor? (Orhan Bursalı)

Bugünkü seçim sonuçları üzerine yazılıp çizilenlere bakıyorum, mesela çok yaygın bir görüş diyor ki Kılıçdaroğlu; aday olacağım diye tutturmasaydı, İmamoğlu veya Yavaş’ı aday gösterseydi, geçen 10 ay boyunca AKP rejimi altında yaşamayacaktık ve bugünkü sonuçlar geçen yıl gerçekleşecekti.

Katılmıyorum.

Bu sadece bir varsayımdır, gerçekleşmeme olasılığını da içinde barındıran.

Diyelim İmamoğlu istifa etti ve aday oldu, seçileceğinin kesinliğini kim garanti edebilir. Bir risktir.

***

Seçilemezse açığa düşecek, İstanbul AKP yönetimine girecek ve İmamoğlu’nun İstanbul’da önemli başarılarının hepsi güme gidecekti.

Son üç ayda çok net ve başarılı zamanlama ile İstanbul’a kazandırdıklarını seçmen öğrendi.

Seçilememiş bir başkanın itibarı ve kredisi de seçmen nezdinde tartışma konusu olacaktı, en azından Saray buna yüklenecekti.

Ayrıca hem geçmiş üç yılın hem de mayıs seçiminden sonra 10 aylık daha ağır yükün altında, seçilen iktidar ezilecekti.

Büyük olasılıkla, yerel seçimlerde de bu başarı elde edilemeyecekti.

AKP’ye seçimi kaybettiren, dolmuş bardağı taşıran 10 ay ve CHP’nin tam takım halinde müthiş bir performansıdır. 

***

Çıkarılacak bir ders, siyaset öngörüsü olarak, seçimi kazanmak değil, seçimin ne zaman kazanılacağıdır.

***

Şüphesiz Saray önümüzdeki dört yılda yarattığı enkazı nasıl kaldıracağının ve iktidarda nasıl kalabileceğinin hesaplarını yapacaktır.

Ama işi çok zordur, hele yerel seçimleri kaybettikten sonra da daha da zordur.

Türkiye çapında doğrudan yerelde tabanda seçmenle bütünleşecek ve bunu genel seçimde oya devşirecek bir belediyecilik söz konusudur.

***

Bir okurumun, Dr. H.G’nin yazdıklarından gerçeklik payları yüksek:

“Sayın Bursalı 02.04.2024 tarihli yazınızda değindiğiniz 31 Mart 2024 seçim sonuçlarındaki CHP’nin ve halkın başarısını aslında Mayıs 2023 seçimlerindeki yenilgiye borçlu değil miyiz?

14 Mayıs seçimleri ikinci tura kaldığı zaman seçimlerin ikinci turda kazanılmasını hiç ama hiç istemiyordum. 6’lı masa saçmalığı ile, güvenilmez, her türlü entrikaya açık siyasi kimliklerle girilen bir ortaklığın en fazla altı ay süreceğini, hele seçim öncesi Meral Akşener gibi entrikacı bir siyasi figürün yaptıklarının seçim sonrası yapacaklarının habercisi olduğunu siz de hissetmişsinizdir.

Hele seçimden sonra ülkeyi kıskaca alacağı gün gibi ortada olan bir ekonomik krizin geleceği de belliyken, seçimleri kazanacak bir 6’lı masa koalisyonunun 31 Mart seçimlerinde ülke genelinde yüzde 30’dan fazla bir oy oranını yakalayabilmesi, İstanbul, Ankara gibi şehirleri elinde tutabilmesi mümkün olabilir miydi?”

***

Şüphesiz bunların hepsi gerçekleşememiş olasılıklardır. Fakat siyaset genellikle böyle olasılıklar arasında en doğruya yakını hesap etme ve oradan yol alma sanatıdır.

Geçen mayıs seçimini muhalefet kazanabilseydi, ekonomik kriz karşısında en büyük kozu derhal hukuk, demokrasi vb’yi, yani acil reformları derhal gerçekleştirmek, ekonominin gerekli dengelerini yerine oturtmak ve dış yatırımları çekebilme şansı olabilecekti.

Fakat zamanın çok dar, 10 ay olduğunu da düşünün...

(Cumhuriyet)

                                                               

Lamborghinili vatandaş - Timur Soykan / BİRGÜN

 

Müteahhitlerin cebini doldurduğu, baronların ise parasını akladığı kirli alışverişin hediyesi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıydı. Bu suçlulara ülkelerine iade edilmemesi garantisi olan Türk vatandaşlığını veren çete ya da çetelere ise halen dokunulmuyor.

İstanbul Başsavcılığı’nın Hollandalı, Alman, Sırp, İspanyol ve Türk uyuşturucu baronlarının ortak şebekesine yönelik soruşturmasındaki örneklerle karanlık düzendeki kirli servetleri anlatmaya devam ediyoruz.

İstanbul’dan Avrupa uyuşturucu ağını yöneten şebekenin önemli aktörlerinden biri;

Christopher Mark Grogan. Hep gölgede kalmış büyük bir skandalın kahramanı. Uyuşturucu kaçakçısı ve Türkiye’de oturum izni aldıktan sonra sahte evrakla çok sayıda işlem yapmış. Tüm bunlara karşın Türk vatandaşı yapılmış ve ‘Can Yavuz’ ismini almış.

BİR HAFTADA 4 LÜKS OTOMOBİL ALDI

Yeni ismiyle Can Yavuz, banka hesapları açıp kara parasını jet hızıyla aklamıştı. Sadece 17 Kasım 2021 ile 25 Kasım 2021 tarihleri arasında, yani bir haftada 2020 model Lamborghini, 2021 model Audi RS 6 Quattro, 2022 model Porsche, 2021 model Mercedes-Benz satın aldı. Bu araç bedellerinin sadece 680 bin TL’sini bankadan gönderdi, kalan kısmını nakit ödedi. Bir hafta içinde milyonlarca dolar kara parasını böylece akladı.

Bu ultra lüks alışverişten bir ay önce ise Ege Yapı A.Ş.’nin Kağıthane’deki Kordon İstanbul isimli lüks konut projesinden bir daire ve bir işyeri satın almıştı. Üçüncü şahıslar üzerine satın aldığı mülkler ise bilinmiyor.

                 Operasyonun ardından lüks araçlar İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne verilmişti.

SEVGİLİSİNİ DE VATANDAŞ YAPTI

Ama kendisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla yetirmemişti. Sevgilisi Esther Krupenia’yı da Türk vatandaşı yaptı. Bunun için İstanbul Levent’teki Türkiye’nin en büyük gökdeleni Sapphire Rezidans’tan daire satın aldı ve sevgilisinin de Türk vatandaşlığı başvurusu kabul edildi. Soruşturmanın bir numaralı şüphelisi Abdullah Alp Üstün’ün Hollandalı eşi Nadia Alla da aynı anda aynı şirket aracılığıyla Sapphire Rezidans’tan daire almış ve o da vatandaş olmuştu. Bu örgüt bağlantısının delili olarak dosyada yer aldı.

                            Sapphire Rezidans’tan vatandaşlık için çok sayıda konut alınmıştı.

EN YÜKSEK GÖKDELENİN VATANDAŞLARI

AKP’nin kurucularından ve eski milletvekili Vahit Kiler’in inşa ettiği Sapphire Rezidans, vatandaşlık almak isteyen baronların merkezine dönüşmüştü. Bir dönem gökdelende içki sattırmayacağını söyleyerek ne kadar dindar olduğunu kanıtlamaya çalışan Kiler Holding’in yaptığı rezidansta, soruşturmadaki önemli bir isim daha iki daire satın alıp vatandaşlık başvurusu yaptı.

Onun adı; ‘Eric Schroder’ idi. Alman vatandaşı Eric Schroder, Hamburg bölgesinde uyuşturucu ağını kontrol ediyordu. Hamburg Limanı’na büyük kokain sevkiyatları yapmış, hatta kokain dolu konteynerlerin soyulduğu olaylara karışmıştı. Almanya’da Kasım 2019 ile Haziran 2020 arasında yani 8 ayda 23 uyuşturucu kaçakçılığı olayından suçlanmıştı.

Kara parasını aklamak için nakitle üçüncü kişilerin adına çok sayıda mülk aldığına şüphe yok. Ancak Sapphire’deki dairelerinin dışında İstanbul Bomonti’deki Rotana isimli gökdelenden bir konut ve Kuşadası Atasu Konakları’ndan bir evi kendi adına satın almıştı.

O da vatandaşlık peşindeydi. İstanbul’da birlikte yaşadığı sevgilisine de Türk vatandaşlığı almak istiyordu.

Abdullah Alp Üstün, Bolle Jos, Isaac Bignan, Chistopher Mark Grogan ile birlikte uyuşturucu kaçakçılığı yapan Eric Schroder, İstanbul Fatih Yedikule’deki Cer İstanbul isimli lüks sitede 26 Aralık 2023’te yakalandı ve tutuklandı.                                                                                   

                        Eric Shroder, Cer İstanbul isimli sitede yakalanarak tutuklanmıştı.

Halen sadece tek soruşturmanın konusu olan, yani birbiriyle örgütsel bağlantısı olan uyuşturucu baronlarını anlattığımızın altını çiziyorum.

Hollandalı baron Jos Leijdekkers ile ortak uyuşturucu kaçakçılığı yapan Sırbistan vatandaşı Davor Trajkoviç de İstanbul’a yerleşmişti. Sırbistan adli makamlarınca ‘kokain ve esrar ticareti’ suçlamasıyla aranıyordu. Davor Trajkoviç ve eşi Sanja Brnoviç, Türkiye’de çok sayıda banka hesabı açmıştı. Bolle Jos’un hesaplarında işlem yetkisi olan kişilere onlar da hesaplarını kullanma vekaleti vermişti. Davor Trajkovic’in de Türkiye’de çok sayıda gayrimenkul alarak kara parasını akladığı ve mülk sahibi olduğu belirlendi. Bu mülklerden biri; 9 Haziran 2021’de 600 bin avroya Bodrum’da satın aldıkları iki katlı villaydı. Yabancı baronların neredeyse tamamının bir ayağının Bodrum’da olduğuna tanıklık ediyoruz ve akla şu soru geliyor:

“Bodrum ve çevresinde onları koruyan, operasyonları önceden haber veren bir güç mü var?”

İSPANYOL BARON DA İSTANBUL’A GELDİ

Soruşturmadaki İspanya vatandaşı uyuşturucu kaçakçısının ismi ise Nadır Ait Tarint Cobo. Hollanda tarafından ‘uyuşturucu ticareti’, Ölüme sebebiyet verecek şekilde yaralama’, ‘Adam öldürme’, ‘Suç örgütüne üye olma’ suçlarından Mavi Bülten ile aranıyor. Son olarak 17 Temmuz 2022’de İspanya’dan uçakla İstanbul’a gelmiş. Abdullah Alp Üstün ve diğer yabancı baronlarla sıkı irtibatı tespit edildi. Uyuşturucu çetesinin para akladığı Altınışın Şirketi’nden 29 Nisan 2021’de Porsche Taycan Turbo S marka araç satın almıştı.

Ayrıca kendi adına 5 taşınmaz alarak hep kara parasını aklamış hem de İstanbul’da mülk sahibi olmuştu.

Türkiye’de büyük bir barınma krizi yaşanırken sadece bir dosyadaki yabancı baronların satın aldığı servet değerindeki konutları, lüks otomobilleri okudunuz. Müteahhitlerin cebini doldurduğu, baronların ise parasını akladığı bu kirli alışverişin hediyesi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıydı.

Bu suçlulara Kırmızı Bülten ile aranmalarına karşın ülkelerine iade edilmemesi garantisi olan Türk vatandaşlığını veren çete ya da çetelere halen dokunulmuyor.

∗∗∗

İŞÇİNİN CEHENNEMİ BARONUN CENNETİ

Türkiye’nin dünyanın mafya üssüne dönüştürülmesi bir sistem sorunu. Bu nedenle; Soma’da yaşamını yitiren 301 madenci, açgözlü patron ve Hollandalı uyuşturucu baronunun hikâyesi İstanbul’un göbeğindeki yer alan gösterişli bir gökdelende bir araya geliyor

13 Mayıs 2014’te Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin madeninde 301 madenci göz göre göre ölüme sürüklendi. Madenin patronu Can Gürkan ve yöneticileri para kazanma hırsıyla üretim kapasitesini iki kat arttırdı. Bunun sırrı işçilerin güvenliği için önlemleri almamasıydı. İşçiler yerin 400 metre altına yeterli havalandırma, acil çıkış yolları, sensörler, gaz maskeleri olmadan inerken şirket İstanbul Maslak’ta 200 metre yüksekliğinde bir gökdelen inşa ediyordu. Maden işçilerinin hayatını kurtaracak yatırımlar yapılmazken gökdelendeki lüks hayat için hiçbir masraftan kaçınmıyorlardı.

YERİN DİBİNDEKİLER VE ZİRVEDEKİLER

İşçiler 400 metre yerin dibinde yanarak öldü, onların çalınan hayatı ve emeğiyle Maslak’taki Spine Tower isimli gökdelen yükseldi. Rezidanstaki daireler milyonlarca dolara satıldı.

Hollandalı, Alman, Sırp, İspanyol ve Türk uyuşturucu kaçakçılarının ortak şebekesine yönelik soruşturmada Türkçesi ‘Omurga’ olan Spine Tower’da da arama yapıldı. Çünkü Hollanda ve Belçika’nın ‘Uyuşturucu kaçakçılığı’, ‘Silahlı saldırı’ gibi suçlardan Kırmızı Bülten ile aradığı Isaac Bignan’ın bir adresi Spine Tower’daydı. İstanbul’da şirketler kuran, çok sayıda mülk satın alarak kara parasını aklayan, 80 milyon TL’lik özel üretim Rolls Royce ile gezen Isaac Bignan, sık sık Spine Tower’a geliyordu. 5 ton 700 kilo kokain sevkiyatı nedeniyle dünyada aranırken ‘Kara Mamba’ lakaplı uyuşturucu baronunun, vergi mükellefiyet kayıtlarındaki adresi Spine Tower’daydı. Yıllar sonra 25 Haziran 2023’te yakalandı. Üç ay sonra ev hapsi kararıyla tahliye edildi ama kaçmaya çalıştığı iddiasıyla tekrar yakalanıp cezaevine konuldu.

PATRONU KURTARMA OPERASYONU

Patron Can Gürkan mı?

Can Atalay’ın arasında olduğu avukatların mücadelesiyle patron Can Gürkan hapis cezası almıştı. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin beş üyesi oy birliğiyle Can Gürkan’a olası kast suçundan binlerce yıl hapis cezası verilmesine hükmetti. Ancak gizli bir el devreye girdi ve akıl almaz şekilde Yargıtay kararı yerel mahkemeye gönderilmedi. Bu sırada Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin üç üyesi değiştirildi. Yargıtay Savcısı, ilk karara itiraz etti ve üç yeni üye patronun cezasını düşürüp tahliye edilmesinin yolunu açtı. Yani Can Gürkan artık özgür.

Can Atalay mı?

Onun cezası; 301 madenciyi öldüren açgözlü patrondan da uyuşturucu baronundan da fazla. Bu ülkede adalet mücadelesi verdiği için Gezi Davası’nda hiçbir delil, suç fiili olmadan, siyasi talimatla 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Milletvekili seçilmesine karşın Anayasa Mahkemesi kararları tanınmayarak hapsediliyor.

                                         Can Atalay

Burası Türkiye.

Patronlar ve baronlar için cennet.

İşçiler ve adalet mücadelesi veren insanlar için cehennem.

Timur Soykan / BİRGÜN


YARIN: Baronların ‘babası’