4 Haziran 2024 Salı

Hakkari’de kayyıma gerekçe olan davanın savcısı, Bakanlığın ‘FETÖ firarisi’ listesinden çıktı - T24


Hakkari’de kayyıma gerekçe olan davanın savcısı, Bakanlığın ‘FETÖ firarisi’ listesinden çıktı

Hakkari Belediye Başkanı Mehmet Sıddık Akış’ın yerine kayyım atanmasına gerekçe yapılan 2014 tarihli davanın iddianamesini hazırlayan savcı D.Y.’nin, İçişleri Bakanlığı’nın “terörden arananlar” listesinde “FETÖ” firarisi olarak yer aldığı ortaya çıktı. Savcı D.Y.’nin, 15 Temmuz sonrası yasadışı dinlemeler, usulsüz tahliyeler, askeri casusluk, Oda TV davası gibi davalarda rolleri olduğu gerekçesiyle birçok hâkim ve savcıya açılan ilk davada yargılandığı öğrenildi.

31 Mart'ta yerel seçimlerinde Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi'nden (DEM Parti) Belediye Eş Başkanlığı görevine yüzde 48.92 oy ile seçilen Mehmet Sıddık Akış, Van'da gözaltına alındı. Akış'ın gözaltına alınmasının ardından İçişleri Bakanlığı, Hakkari Belediyesi'ne Başkan Vekili olarak Vali Ali Çelik'in kayyım olarak atandığını duyurdu.

Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, Akış hakkında "örgüt yönetmek", "örgüte üye olmak" ve "örgüt propagandası yapmak" iddialarıyla Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 2014 tarihli dava dosyası görevden almaya gerekçe gösterildi.

Davanın iddianamesini hazırlayan savcı, Bakanlığın ‘firari’ listesinde

Görevden alınmaya gerekçe gösterilen davayla ilgili ayrıntılara T24 ulaştı. Akış’ın da aralarında bulunduğu 14 kişi hakkında açılan davanın iddianamesinin, o dönem “KCK operasyonları” olarak anılan soruşturma sonunda hazırlandığı öğrenildi.

Ancak, iddianameyi hazırlayarak mahkemeye sunan ve daha sonra İstanbul’da görev yapan savcı D.Y.’nin hakkında, 15 Temmuz’dan sonra ‘FETÖ’ davası açıldığı ve 2023 yılından bu yana İçişleri Bakanlığı’nın “arananlar listesinde” gri kategoride yer aldığı ortaya çıktı. Bakanlık, Türkiye’de bir dönem kritik davalar, soruşturmalar, arama ve el koyma kararlarında imzası bulunan 30 eski hâkim ve savcının, 2023 yılında “terörden arananlar” listesinin gri renkli kategorisine alındığını duyurmuştu.

TIKLAYIN - Hakkari Belediye Başkanı Akış'a 24 saat avukat görüş yasağı, dosyaya kısıtlılık: "Soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilir"

25 hâkim ve savcıyla birlikte yargılanmış

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “FETÖ” ile ilişkili hâkim ve savcılara yönelik yürütülen soruşturma sonucu, D.Y. ile birlikte İstanbul özel yetkili savcılıklarında ve mahkemelerde görev yapan 25 şüpheli hakkında “örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla iddianame hazırlandı.

İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2017’de başlayan yargılamada, savcı D. Y. ile birlikte Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Oda TV, Futbolda Şike gibi davalar kapsamında görev alan hâkim ve savcılar da sanık olarak yargılanıyordu. Bu dava aynı zamanda, savcı ve hakimlere FETÖ suçlamasıyla açılan ilk dava olarak biliniyor.

Akış’ın bir sonraki duruşması 5 Haziran’da

Öte yandan henüz karara bağlanmayan dava, Akış’ın görevden alınarak yerine kayyım atanmasına gerekçe yapıldı. Dava ise iddianame savcısının Bakanlık listesinde ‘terörden arananlar’ listesinde olmasına rağmen devam ediyor. Davanın 23 Mayıs’ta görülen son duruşmasında, savcı Akış ile birlikte diğer sanıkların cezalandırılmasını talep etti. Bir sonraki celse 5 Haziran’da görülecek. 




‘KCK davaları’na da önce kumpas denilmişti

Şu an firari olan savcı D. Y.’nin hazırlamış olduğu iddianame kapsamındaki “KCK davaları” da , 2016’daki askeri darbe girişimi sonrası “kumpas davaları” arasına konulmuştu.  Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından hazırlanan “10 soruda 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Fetullahçı Terör Örgütü” broşüründe “Ergenekon, Balyoz, Selam Tevhid, Tahşiye, Askeri Casusluk” olarak sıraladığı “Kumpas Davaları" arasında sıralanmıştı. Ancak söz konusu broşürün haberleştirilmesinden hemen sonra “KCK davaları” broşürdeki "kumpas davaları" bölümünden apar topar çıkarılmıştı.

TIKLAYIN - Bakanlık duyurdu, Hakkâri Belediyesi'ne kayyım atandı

TKLAYIN - Hakkari Belediyesi'ne polis baskını; Belediye Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış, gözaltına alındı

Hakkari Belediyesi'ne kayyım atandı: Soruşturma gizli, itiraz etmek yasak - soL

 Hakkari Belediye Eşbaşkanı Mehmet Sıddık Akış "gizli" soruşturmayla gözaltına alındı, yerine kayyım atandı. Kentte eylemler 10 gün yasaklanırken, DEM Parti herkesi "açık tavır almaya" çağırdı.

31 Mart Yerel Seçimleri'nde DEM Parti'nin kazandığı Hakkari Belediyesi yüzlerce polis tarafından dün gece 23:00 sıralarında ablukaya alındı.

Sabahın erken saatlerinde ise belediyenin kapıları kırılarak baskın yapıldı. Hakkari Belediye Eşbaşkanı Mehmet Sıddık Akış Van’da gözaltına alındı.

Önce eylem yasağı, sonra kayyım ataması

Hakkari Valiliği, Akış’ın gözaltına alınmasından sonra kente 10 günlük eylem yasağı getirdi.

Eylem yasağından sonra açıklama yayımlayan İçişleri Bakanlığı Mehmet Sıddık Akış'ın görevden alındığını duyurdu.

Gerekçe olarak Akış hakkında 2014 yılında açılan dava ile başka bir "terör" soruşturması gösterildi, Akış'ın PKK adına faaliyet gösterdiği öne sürüldü.

Mehmet Sıddık Akış'ın yerine kayyım atanan isim Hakkari Valisi Ali Çelik oldu.

                 Belediye binasının önüne gelerek içeri girmek isteyen DEM Partililere polis izin vermedi.

Soruşturma 'gizli' tutuluyor

soL'un ulaştığı DEM Partili kaynaklar, Mehmet Sıddık Akış'ın gözaltına alınmasına gerekçe gösterilen soruşturmanın "gizli" tutulduğunu aktardı.

Akış'ın avukatları dosyadaki kısıtlılık kararı nedeniyle "Silahlı terör örgütüne üye olmak" suçlamasının yöneltildiği soruşturma hakkında bilgi alamadı.

Öte yandan bir Vali Yardımcısının polisle birlikte belediye başkanının makam odasına girdiği de gelen bilgiler arasında. Yardımcının, Bakanlığın açıklamasından önce belediye önünde bekleyenlere kayyım atamasını duyurduğu belirtiliyor.

                                                Belediye binası polis ablukasına alındı

10 yıl önce açılan davanın savcısı 'FETÖ'den aranıyor

Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, Akış hakkında "örgüt yönetmek", "örgüte üye olmak" ve "örgüt propagandası yapmak" iddialarıyla Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 2014 tarihli dava dosyası da görevden almaya gerekçe gösterildi.

T24'ün haberine göre Akış’ın da aralarında bulunduğu 14 kişi hakkında açılan davanın iddianamesinin, o dönem “KCK operasyonları” olarak anılan soruşturma sonunda hazırlandığı öğrenildi.

Ancak, iddianameyi hazırlayarak mahkemeye sunan ve daha sonra İstanbul’da görev yapan savcı D.Y.’nin hakkında, 15 Temmuz’dan sonra "FETÖ" davası açıldığı ve 2023 yılından bu yana İçişleri Bakanlığı’nın "arananlar listesinde” gri kategoride yer aldığı ortaya çıktı.

Henüz karara bağlanmayan dava, Akış’ın görevden alınarak yerine kayyım atanmasına gerekçe yapıldı. Dava ise iddianame savcısının Bakanlık listesinde ‘terörden arananlar’ listesinde olmasına rağmen devam ediyor. Davanın 23 Mayıs’ta görülen son duruşmasında, savcı Akış ile birlikte diğer sanıkların cezalandırılmasını talep etti. Bir sonraki celse 5 Haziran’da görülecek. 

DEM Parti: Herkesi bu darbeye açık tavır almaya çağırıyoruz

DEM Parti'den yayımladığı açıklamayla kayyımı reddettiğini ilan etti. İktidarın kayyım hamlesinin darbeyle aynı anlama geldiğini vurgulayan DEM Parti, "Halkımız demokratik tepkilerini en üst düzeyde gösterecektir. Demokrasiden yana herkesi de bu darbeye açık tavır almaya çağırıyoruz” dedi.

CHP Genel Başkanı Özel: Hakkari halkının iradesini yok saymaktır

CHP Genel Başkanı Özgür Özel de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada "Hakkari Belediyesi'ne sabah saatlerinde bir operasyon yapılarak, Belediye Başkanının gözaltına alınmasını ve 10 yıl önce başlamış ve halen süren bir davası gerekçe gösterilerek kayyım atanmış olmasını reddediyoruz" ifadesini kullandı. Özel "Yaşananlar, henüz 2 ay önce tecelli etmiş Hakkari halkının iradesini yok saymaktır. Kayyım görevlendirmesi geri çekilmelidir. Demokrasinin ve halk iradesinin yanında, kayyım anlayışının karşısındayız!" diye yazdı.

TKP: Bu uygulamanın hiçbir meşruiyeti bulunmamaktadır

Konuya ilişkin bir tepki de Türkiye Komünist Partisi’nden geldi. TKP'nin sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda şöyle denildi:

"AKP seçimden önce bir pazarlık ve şantaj aracı olarak kullandığı kayyım uygulamasını yine devreye soktu. Bu uygulamanın hiçbir meşruiyeti bulunmamaktadır. Kimse kendisini milli güvenlik vb. gerekçelerle aldatmaya kalkmasın. İktidarın kendisi bu ülke ve halk için bir güvenlik sorunu olmaya devam etmektedir.”

Taşıma seçmene rağmen tekrar kazanmıştı

Mart 2019 yerel seçimlerinde HDP’nin kazandığı belediyeye, Ekim 2019’da kayyım atanmıştı.

Hakkari'de HDP'nin 2019'da 8 bin 555 oy farkla kazandığı Merkez ilçeye 2024 seçimleri öncesinde büyük bölümü güvenlik görevlisi ve memurlardan oluşan 10 bin 832 seçmen taşınmıştı.

HDP’nin ardılı DEM Parti, taşıma seçmene rağmen 2024 yerel seçimlerinde yüzde 48,92 oy alarak belediyeyi tekrar kazandı.

(soL)


Şeytanın aklına gelmez!.. Kıyı talanı için bunu da yaptılar - Bahadır Özgür / duvaR

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kalemi kağıdı alıp sınırları yeniden çizebiliyor, orada kamuya ait bir varlığı arzu ettiği şekilde birilerine transfer edebiliyor. Dolayısıyla kıyıların turizm tahsisine açılması da planlı programlı bir turizm programından ziyade, bir mülk bölüşümüdür. Memleket arazisi parsel parsel özelleştiriliyor.

Başkanlık sistemi öyle işlemiyor, böyle tıkandı deniliyor ya; bu görüş sadece halkın sorunlarını çözmeye gelince geçerli. Yoksa makine gibi işleyen bir rejim var. Rant yaratıp dağıtma, kamu mülkünü özel servete dönüştürme, şirketlerin kârını maksimize etme konusunda öylesine mahir, öylesine becerikli ki. Üstelik sinsi, sabırlı ve planlı. Dikkatli bakmayınca fark edilmeyecek kadar küçük dokunuşlarla milyarlarca liralık varlığı zahmetsizce el değiştiriyorlar.

İşte bunlardan birisi daha gözümüzün önünde gerçekleşiyor şimdi.

                                                           ***

Ülkenin hayati düzenlemelerinden birisi Kıyı Kanunu’dur. Anayasa’ya göre kıyılar kamunun kullanımına açıktır ve özel mülkiyete konu olamaz. Bir kez gitti mi, yeri doldurulamaz çünkü. Pratikte böyle olmuyor elbette. İstanbul’a bakın mesela; ya bir otel ya da bir port, derebeyi misali çevirmiş her yeri. Kıyı Kanunu’nun önemini şuradan da anlıyoruz aslında. AKP’nin ihale ve maden kanunlarından sonra en fazla değiştirdiği düzenleme budur. Tam 9 kez el atmış. Son kez el attığı konu ise “şeytanın bile aklına gelmez” denilecek türden bir dokunuş.

Ne mi yaptı?

16 Nisan 2022 günü çoğumuzun gözünden kaçan bir düzenleme Resmi Gazete’de yayımlandı. Kıyı Kanunu uygulama yönetmeliği değiştirildi. Neyle oynadılar peki?

Kıyı Kanunu’nun içindeki kritik düzenlemelerinden birisi Kıyı Kenar Çizgisi’dir (KKÇ). Tamamen bilimsel kıstaslarla belirlenmesi gerekir. Jeoloji mühendisi, jeolog, jeomorfolog, ziraat mühendisi vb. uzmanlığına dayanır. KKÇ, denizle karanın birleştiği yerden başlar, denizin karaya doğru hareketleri ile oluşmuş kumluk, çakıllık, çalılık vb. bölgenin sınırına dek uzanır. Yani denizin doğal uzantısı sayılır. Biz genel olarak sahil deriz oraya ama sahil, sonrasındaki bölümdür. Orası da hepimize ait.

AKP daha önceki bir değişiklik ile KKÇ’yi belirleme yetkisini valiliklere devretmişti. Yeni değişiklikle de bütünüyle bilimsel yöntemle belirlenen çizginin yerinin değiştirilmesi için istisnalar getirdi. Hoş; fay hattını bile kaydıranlar, doğanın belirlediği çizgiyi takar mı!

Yapılan değişiklik şöyle:

“Meskun olmayan ve henüz tapu iptal davası açılmamış Hazine taşınmazlarının bulunduğu kıyı alanlarında veya turizm koruma, geliştirme veya turizm merkezi ilan edilerek Turizm Bakanlığı tarafından tahsis edilmiş yerlerde, Kıyı Kenar Çizgisi yeniden belirlenebilir.”

Bunu neden yaptılar?

Yanıtı bir ay sonra, başka bir yönetmelikte yapılan değişiklikte bulduk. Kıyı Kenar Çizgisi’nden sonra 14 Mayıs 2022 günü de Resmi Gazete’de, kamu taşınmazlarının turizm yatırımlarına tahsisini düzenleyen yönetmelikteki değişiklik yürürlüğe girdi. Turizm bölgesi ilan edilen yerlerin dışında kalan ve kıyısı olan ilçelerde, milli park içinde olan bölgeler de dahil turizm tahsisi kapsamına alındı. Orman bölgeleri önceden alınmıştı.

Bunların tamamını da Cumhurbaşkanı belirliyor zaten. Turizm bölgesini o ilan ediyor, milli park, orman vs. sınırlarını o değiştirebiliyor, buralarda nerenin, kime tahsis edileceğini o onaylıyor.

Gelelim yasal değişikliklerin pratiğe nasıl yansıdığına. Bunun yanıtı da gecikmedi, bir ay sonra geldi. Haziran 2022’de Turizm Bakanlığı çok sayıda il ve ilçede onlarca bölgeyi otel yapımı için tahsis etmek amacıyla ihaleye çıkardı. O günden beri de sürekli yeni yerler ekleniyor.

Sonuncu paket Nisan 2024’te açıklandı. Bir kısmının ihalesi yapıldı. Bir kısmı da Cumhurbaşkanı tarafından imar planları değiştirilerek, ihaleden önce daha cazip hale getirildi. Şu sıralar Bodrum, Didim, Selçuk, Manavgat, Side, Belek gibi yerlerde kıyılarda bulunan kamuya ait üzerinde taşınmaz bulunmayan boş alanlar, jet hızıyla 49 yıllığına 5 yıldızlı otel yapımı için tahsis ediliyor.

ŞU ANDA NERELER İHALE EDİLİYOR?

Bazı örnekleri haritadan yerini işaretleyerek gösterelim. Ne yapıldığını daha iyi göreceğiz:


Bunlar ihaleye çıkarılan yerlerin bir kısmı sadece. Kentlerin idari sistemi belediyelik, valilik ve kaymakamlıktır ancak başkanlık sistemi kentlerin mülkü üzerindeki yasal yetkileri yeni baştan dizayn ederek esasında farklı bir idari biçime geçti. Endüstri bölgeleri, organize sanayi alanları, bir şirketin adıyla anılan, ona özel tanınan haklarla korunan özel bölgeler ve turizm bölgeleri… Yani siyasi ve hukuki bakımdan Türkiye bunlara bölündü. Buradaki doğal kaynaklar başta olmak üzere iktisadi olanakların üzerindeki tasarruf hakkı da merkezileşti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kalemi kağıdı alıp sınırları yeniden çizebiliyor, orada kamuya ait bir varlığı arzu ettiği şekilde birilerine transfer edebiliyor. Dolayısıyla kıyıların turizm tahsisine açılması da planlı programlı bir turizm programından ziyade, bir mülk bölüşümüdür. Maden izni, imar planı, turizm tesisi veya doğrudan arsa, arazi satışları bir bütün politikanın parçasıdır.

Özetle memleketin mülkü hızla, durmaksızın, ne olursa olsun aksamaksızın özel mülkiyete dönüşüyor. “Bunlar turizm yatırımı” diyenler son 40 yılda Kemer’in, Antalya’nın, Kuşadası’nın, Bodrum’un geldiği hale bir baksın. Ya da yakın bir örnek olarak Marmaris’in koylarına şöyle bir göz atsın. Ha bire yat kapasitesi artırılan marinalar, yeni oteller, birkaç koyu ve üzerine milli parkı kapatan Sinpaş’ın Kızılbük’teki ucubesi gibi binlerce kişiyi kapsayan yap-sat tesisler… Memleket arazisi parsel parsel özelleştiriliyor.

Bahadır Özgür / duvaR

3 Haziran 2024 Pazartesi

Birgün KÖŞEBAŞI - 3 Haziran 2024 -

 

Çalışanları ve emeklileri bekleyen temmuz tehlikeleri! (Aziz Çelik)

Temmuz on milyonlarca çalışan ve emeklinin ücret, maaş ve aylıkları için kritik bir ay. Hükümet asgari ücrete zam yapılmayacağını açıkladı. Memurları resmi enflasyonun altında zam, milyonlarca emekliyi ise sıfır zam bekliyor.


Milyonlarca çalışanın ve emeklinin gelirleri için kritik ay olan temmuz yaklaştı. Temmuz ayında çalışanları ve emeklileri ciddi tehlikeler bekliyor. Bugün (3 Haziran) resmi enflasyon oranları açıklanacak. Böylece Temmuz 2024’te ücret, maaş ve aylıklara yapılacak olan artışlar önemli oranda şekillenecek. 3 Temmuz’da açıklanacak olan resmi enflasyon oranları ile birlikte emek gelirlerindeki artışlar netleşmiş olacak.

TÜİK TÜFE’deki mayıs ayı aylık artışını yüzde 3 olarak açıklarsa 5 aylık resmi enflasyon 22,3 ve yıllık enflasyon da yüzde 75 civarı olur.  Eğer TÜFE temmuzda da yüzde 3 olarak açıklanırsa 2024’ün ilk 6 aylık enflasyonu yüzde 26’ya yaklaşır.  Dolayısıyla temmuz ayında emek gelirlerinin artışına esas resmi enflasyon oranının yüzde 25-26 civarında olması kuvvetle muhtemel.

TÜİK’İN KEYFİLİĞİ SÜRÜYOR

Temmuz ayında milyonlarca çalışanın ve emeklinin kaderini yine Hükümet ve TÜİK belirleyecek. TÜİK’in ne yapacağını bilmiyoruz. Çünkü verileri şeffaf değil. TÜİK yargı kararına rağmen madde fiyat listesini açıklamıyor. Şu anda TÜİK’in enflasyon için esas aldığı madde fiyatlarını bilmiyoruz. TÜİK Başkanlığı mahkeme kararlarını uygulamayarak suç işliyor. TÜİK Başkanlığının bu keyfiliği milyonlarca çalışanın ve emeklinin daha düşük zam almasına yol açıyor ama bu TÜİK Başkanlığının umurunda değil.

Daha da vahimi TÜİK Başkanlığının mahkeme kararının uygulanmasını ve madde fiyat listesinin açıklanmasını talep eden DİSK’e yolladığı yanıtta inanılması güç bir ifade var: “2022 Mayıs ayından itibaren Kurumumuz tarafından hesaplanmayan ve yayımlanmayan ortalama madde fiyatlarının, halen Kurumda mevcut olmaması nedeniyle gönderilmesi mümkün olmamıştır.”

Kısacası TÜİK diyor ki: Ortalama madde fiyatlarını hesaplamıyoruz. Bizde yok! Peki enflasyonu neye göre hesaplıyorsunuz? Aylık artış oranını nasıl buluyorsunuz? Madde sepetindeki ortalama fiyatlar belli değilse enflasyon nasıl hesaplanır? TÜİK bahane mi uyduruyor yoksa gerçekten ortalama madde fiyat listesini artık hesaplamıyor mu? İkisi de vahim. Bu durumda enflasyon verileri iyice tartışmalı ve şaibeli hale geliyor. Ancak bu şaibeli veriler temmuzda on milyonlarca çalışan ve emeklinin kaderini belirleyecek.

ASGARİ ÜCRETE ZAM YOK!

Temmuz ayında en önemli konulardan biri asgari ücret artışı. Hükümet ve AKP yetkilileri asgari ücrette temmuzda artış olmayacağı konusunda çok net! Ekonomi yönetimi ve Merkez Bankasının görüşü de bu yönde.  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı da “asgari ücreti artırmama koalisyonunun” sözcüsü gibi. Bilindiği gibi Asgari Ücret Tespit Komisyonunu toplantıya çağırma yetkisi bakanda. 

Oysa Türk-İş’e göre 4 kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması  (açlık sınırı) mayıs ayında 19 bin liraya yaklaştı. Bekar bir işçinin yaşam maliyeti ise 24 bin 600 TL civarında. Ancak Asgari Ücret Tespit Komisyonunda işçi tarafını temsil eden Türk-İş de asgari ücretin artırılması konusunda pek istekli değil. Kendi açıkladıkları verilerin bile gereğini yapmıyorlar. Israrcı olmuyorlar.

17 bin liralık asgari ücret daha mayıs ayında temel ihtiyaçları karşılamaktan çok uzak bir hale geldi. Yıl sonuna kadar asgari ücret erimeye devam edecek. Sadece bu veriler bile asgari ücretin temmuz ayında artışını zorunlu kılıyor. Asgari ücret Türkiye’de artık asgari ücret değil. Asgari ücret ortalama ücreti ifade ediyor. Ücretle çalışanların yarıya yakını asgari ücret civarı ücretlerle çalışıyor. Bu nedenle asgari ücretin artmaması ortalama ücretlerin artmaması anlamına geliyor.

Dahası asgari ücretin üzerinde ücret alanların kaderi de asgari ücrete bağlı. Çünkü asgari ücret artışı özel sektördeki diğer ücretler üzerinde kısmen de olsa yukarı yönlü bir etki yapıyor. Dolayısıyla temmuz ayında asgari ücrete zam yapılmaması neredeyse tüm ücretlerin yerinde sayması anlamına geliyor.

Öte yandan asgari ücretin artırılmaması eşitlik ilkesi açısından da vahim bir durum. Ocak ayında asgari ücret yüzde 49 arttı. Aynı dönemde memur maaşları ve emekli aylıkları da yüzde 49 arttı. Şimdi temmuz ayında memur maaşlarına ve emekli aylıkları yeniden artacak. Peki asgari ücrete neden artmıyor?

Asgari ücrete zam yapılmaması kemer sıkma politikasının ne kadar acımasız uygulanacağının göstergesi. Memur maaşları ve emekli aylıkları söz konusu olduğunda “para yok” bahanesine sığınanlar asgari ücret söz konusu olduğunda iyice çuvallıyor. Asgari ücreti devlet ödemiyor. Yani “kaynak” veya “para” bahanesi yok. Tersine asgari ücret artışı SGK’nin gelirlerini artıracağı için Hazine’nin lehine. Buna rağmen asgari ücreti artırmayacaklar. Bunun en önemli sebebi izledikleri ekonomi politikası ve neoliberal zihniyet!

SIFIR ZAM TEHLİKESİ!

Temmuzda işçi ve Bağ-Kur emeklilerine 6 aylık enflasyon oranında artış yapılması 5510 Sayılı Yasa’nın gereği. Ancak milyonlarca emekli için resmi enflasyon kadar artış bile çantada keklik değil. Yasadaki bu açık hükme rağmen milyonlarca emekli sıfır zam alabilir. Nasıl mı? Şeytan ayrıntıda gizli! Bilindiği gibi kök aylıkları 10 bin TL’nin altında olan emeklilerin aylıkları Hazine tarafından 10 bin TL’ye tamamlanıyor. Böylece en düşük emekli aylığı emeklinin kendisi için 10 bin TL oluyor. Dul ve yetimler için çok daha düşük. Ancak emekli aylıkları artışı tamamlanan aylığa değil kök aylığa yapılıyor.

Kök aylıkları 10 bin TL’nin altında olan emekli sayısı 4 milyona yakın. Eğer temmuz ayında emekli aylıklarına yapılacak zam kök aylıklara yapılırsa ve en düşük aylık (10 bin TL) resmi enflasyon kadar artmazsa milyonlarca emekli sıfır zam veya resmi enflasyondan bile düşük oranda zam alacak. Örneğin kök aylığı 8 bin lira olan bir emekli yüzde 25 zam alırsa aylığı 10 bin TL olacak. Zaten şu anda 10 bin lira alıyor. Değişen bir şey olmayacak. Diğer bir ifadeyle sıfır zam alacak. Bu durum emekli için yoksulluk, Hazine için rahatlık olacak. Hazine artık bu emekliye katkıda bulunmayacak.

İşte bu yüzden ekonomi yönetiminin tamamlanan aylıkları artırmak istemediği biliniyor. Bunu Temmuz 2023’te de yaptılar. Milyonlarca emekli Temmuz 2023’te sıfır zam veya enflasyondan daha düşük zam almıştı. Bu durumun tekrar etme ihtimali çok yüksek.

MEMURA ÇİFTE TEHLİKE

Temmuz ayı 4 milyonu aşkın kamu görevlisi (memur) ve 2,5 milyona yakın memur emeklisi ve hak sahibi için de kritik bir ay. Memur maaşları ve emekli aylıkları yeniden belirlenecek. Ancak işçi ve Bağ-Kur emeklilerinden farklı olarak kamu görevlilerinin maaş ve aylıkları toplu sözleşmeyle belirlenecek. Toplu sözleşmedeki hatalı (öngörüsüz) hüküm nedeniyle memur maaşları ve memur emekli aylıkları resmi enflasyonun yaklaşık 5,5 puan altında kalacak.

Bilindiği gibi memur maaşlarına ocak ayında enflasyon farkı dışında yüzde 15 zam yapılmıştı. Temmuz ayında yüzde 15’lik zam enflasyondan düşülecek ve enflasyon farkı bulunacak. Örneğin 6 aylık enflasyon yüzde 25 olursa enflasyon farkı (1,25/1,15=1,087) yüzde 8,7 olacak. Bu farkın üstüne yüzde 10 zam yapılacak (1,87*1,1=1,196). Böylece temmuz maaş artışı yüzde 19,6 olacak. Kısacası memurlar tartışmalı resmi enflasyon oranında dahi zam alamayacaklar. Aynı durum memur emeklileri için de geçerli olacak. Bu konunun ayrıntılarını 18 Mart 2024 tarihli ve “Memurlar ve emeklileri için büyük kayıp kapıda: Tehlikenin farkında mısınız?” başlıklı BirGün yazımda ayrıntılı olarak ele almıştım. https://tinyurl.com/2dcat8bl

Bitmedi! Memur emeklilerini bekleyen bir başka tehlike daha var. Memur emekli aylıklarının maaşa oranı düşecek. Bilindiği gibi Temmuz 2023’te uygulanma başlayan “ilave ödeme” emekli aylıklarının hesabında dikkate alınmıyor. Böylece 2023 yılı başında maaşın yüzde 71’ine karşılık gelen memur emekli aylığı şu anda maaşın yüzde 41’ine geriledi.  İlave ödeme temmuz ayında memur maaş artışı oranında artacak. Ancak bu artış yine emekli aylıklarına yansımayacak.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan 11 Mayıs 2023 tarihinde yaptığı açıklamada ilave ödeme ile en düşük memur maaşını 22 bin TL’ye yükselteceklerini ve bunun da otomatik olarak memur emeklilerine de yansıtılacağını söylemişti. Ancak ilave ödeme emekli aylıklarına yansımadı. Böylece memur maaşları ile memur emekli aylıkları arasında uçurum oluştu. Temmuzda memurları ve memur emeklilerini resmi enflasyondan düşük zam ile daha düşük oranlı emekli aylığı bekliyor.

KAYNAK DA VAR PARA DA!

Temmuz ayında yukarıda ayrıntılarını anlattığım gibi emek gelirleri, kemerler iyice sıkılacak. Peki bunun sebebi ne? Para yokluğu mu? Kaynak yokluğu mu? Sorun kaynak veya para meselesi değil. Yani asgari ücret, maaşlar ve emekli aylıkları devletin parası veya kaynağı olmadığı için artırılmıyor değil.  Öyle olsaydı asgari ücret neden artmıyor? Asgari ücret devlet için gider değil. Tersine SGK için ek kaynak demek. Öte yandan kaynak olmadığı iddiası da külliyen gerçek dışı. Örneğin SGK’ye bütçeden ayrılan kaynaklar bütçe artış oranının çok altında kaldı. 2023’te SGK’ye merkezi yönetim bütçesinin yüzde 15-16’sı oranında pay ayrılırken 2024 bütçesinde bu oran yüzde 10-11 seviyesine çekildi.  Para değil tercih meselesi var. Öte yandan AB ülkelerinde emekli aylıklarına GSYH’nin yüzde 9,5’i ayrılırken Türkiye’de yüzde 4,1’i ayrılıyor.

Mesele kaynak sorunu değil!  Hükümet ekonomi politikası ve neoliberal zihniyet öyle gerektirdiği için asgari ücreti, emekli aylıklarını ve memur maaşlarını artırmıyor. Çünkü izledikleri ekonomi politikası kemer sıkmaya dayalı. Talebi ve geliri kısmak istiyorlar. Bu yolla enflasyonu düşüreceklerini düşünüyorlar. Bir diğer ifadeyle enflasyonun faturasını emekçilere kesmek istiyorlar. Mesele budur.  Bu yüzden “para olsa verirlerdi” yaklaşımı doğru değil. Bu yaklaşım temmuzda yaşanacak ağır tabloya mazeret üretir ve hükümetin tutumunu meşrulaştırır. Bıkmadan usanmadan tekrarlamak lazım. Kaynak da var para da! Devlet şirket değil, SGK ticari bir kurum değil. Devlet para yaratır. Sorun kaynak değil tercih sorunudur.

Yukarıda saydıklarım kehanet değil. Temmuzda çalışanları ve emeklileri bekleyen tablo bu. Bunların değiştirilmesi mümkün mü? Elbette mümkün ancak bunun için güçlü bir siyasal ve toplumsal muhalefet şart. Ancak hükümet siyasal muhalefetin gündemini anayasa gibi yapay yerlere çekmeye çalışıyor ve toplumsal muhalefetin güçsüzlüğüne güveniyor. Dahası 3-4 yıl seçim olmayacak hesabıyla kemerleri iyice sıkmak istiyorlar.

Temmuzda emek gelirlerinde ciddi bir artış şart! Bunun için süre kısaldı ancak hala yapacak şeyler var. Siyasal ve toplumsal muhalefet gücünü ortaya koyabilirse temmuzda emeği bekleyen tehlikelerin bir bölümünü engellemek mümkün.  

                                                                 /././

FHKC Sözcüsü Maher Al Taher: Filistin solu Gazze’de direnişin merkezinde (İbrahim Varlı)

Direnişin merkezinde yıllardır olduğu gibi Filistin solu var. Ancak Tel Aviv Hamas’ı ön plana çıkarıyor, sol güçleri görmezden geliyor. Meseleyi İsrail-Hamas savaşı olarak yansıtmak istiyor. İki devletli çözüm artık gerçekçi değil. Bu çözümün mümkün olmadığını Batılılar da itiraf etmeye başladı. İsrail’in, ABD’nin dahi kabul etmediği bu çözümü biz neden kabul edelim ki!

Hamas ön plana çıksa da Filistin’li sol örgütler İsrail’in sınır tanımayan saldırılarına karşı verilen direnişin ana aktörlerinden. Bunlardan birisi de 1960’lı - 1970’li yıllardaki unutulmaz eylemlerle bilinen Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC). EMEP’in Ortadoğu Sempozyumu için İstanbul’a gelen FHKC Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Maher Al Taher ile konuştuk. Al Taher, İsrail’in kıyımını, Filistin solunun ve direnişin son durumunun anlattı.

Filistin solu, FHKC direnişin neresinde? İsrail’e karşı Filistinli örgütlerin kurduğu Ortak Operasyon Odası ne durumda?

Filistin solu bu direnişin merkezinde. Geçmişte de öyleydi bugün de. Filistinli direniş örgütleri olarak Filistin davasının sürdürücüleriyiz. 7 Ekim operasyonu sonrası kurulan “Ortak Operasyon Odası”nın da bileşeniyiz. Gazze’de işgalcilere karşı halkımızı savunuyoruz. Filistin solu sahada önemli bir rol oynuyor. Biz de eski Genel Sekreterimiz Ebu Ali Mustafa adına kurulan silahlı birliklerimiz ile Gazze’de savaşıyoruz. El Fetih’in Aksa Şehitleri Tugayları da sahada çatışıyor. Biz de, onlar da çok şehit verdik. Buna rağmen düşmana karşı bir takım eylemler, saldırılar yapıyoruz, ülkemizi, toprağımızı, halkımızı savunuyoruz.

Filistin direnişi Hamas’a mal ediliyor. Burada bir yanlışlık yok mu?

İsrail ve siyonistlerin kontrolündeki Batı medyası sahadaki sol güçleri göstermiyor. Filistinli sol güçleri-örgütleri, FHKC’yi gizlemeye çalışıyorlar. Çünkü bunu bir Hamas-İsrail savaşı olarak yansıtmak istiyorlar. Yaşananları gizlemeye, çarpıtmaya çalışıyorlar. Israrla bunun öyle olmadığını, bunun bir Hamas-İsrail savaşı olmadığını, bir halkın varoluş mücadelesi olduğunu söylemeye çalışıyoruz. Direnen Filistin halkıdır, Hamas tek aktör değil. Filistin’de olan Hamas savaşı değil. Filistin halkı bir bütün olarak İsrail’e karşı mücadele veriyor, savaşıyor.

Evet, şunu itiraf etmemiz lazım; Hamas şu anda bu direnişteki en büyük güç. Sahip olduğu bütün imkânlarla baskın konumda. Ama Gazze’de sadece Hamas yok. Tünellerin yapımı, yeraltında ikinci bir kentin inşa edilmesi de bir tek yapıya mal edilemez. Bunu tüm Gazzeliler, Filistinliler yaptı. Herkes bu yapılanlara ortak. Gazze’de ‘asıl güç Hamas’ olsa da bu yapılanlar Filistinlilerin bir eseri.

Filistin solu Hamas’a nasıl bakıyor? Sol Hamas’a nasıl bakmalı?

Filistin direnişi Hamas ile başlamadı, onlarca yıl önce başladı. Hamas sonradan ortaya çıktı. İlk başlarda İslamcılar, Filistin’de silahlı mücadelenin yanında değillerdi. Sadece kendi siyasal propagandalarını yapıyorlardı, “davetçiler”di. El Fetih, Demokratik Cephe, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi pek çok örgüt ilk günden bu yana silahlı mücadeleyi kabullenmişlerdi ve bunun mücadelesini veriyorlardı. 1987’de ilk intifada başladıktan ve bütün Filistin’i sardıktan sonra işte o zaman İslami cenah silahlı mücadele kararı aldı. Hamas kuruldu ve sonra da silahlı mücadeleye başladılar. Hamas, bu silahlı mücadeleye girdiği zaman çok büyük bir güç haline gelmeye başladı. Hemen arkasından da İslami Cihat Hareketi ortaya çıktı, güç kazandı. Ama bu iki İslamcı hareketten çok önce sol hareketler Filistin’de varlık gösteriyordu. Hamas’ın etkisi son yıllarda arttı.

Peki nereye gitti bu “efsane” Filistin solu? El Fetih, FHKC ve diğerlerine ne oldu?

Bir yere gittiğimiz yok, buradayız ve varız. FHKC olarak da mücadelenin içindeyiz. Gazze’de çok güçlüyüz, binlerce mensubumuz var. Yüzlerce şehit verdik 7 Ekim’den bu yana. Hamas’tan, İslamcılardan önce biz vardık. 1973 yılında silahlı mücadeleyi yürüten esas güç bizdik. Filistin’in Che Guevara’sı olarak bilinen Muhammed Esved’imiz vardı. İsrail devleti o zamanlar gücümüzü şu sözlerle anlatırdı: “Geceleri hâkim olan güç Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’dir. Gündüzleri de İsrail’dir.” Tabii sonrasında İsrail Silahlı Kuvvetleri, Gazze’ye girdi, bütün bağlantıları kestiler ve “Gazze’nin Che Guevarası” Esved’i öldürdüler. Tabii şunu söylemek lazım, Sovyetler Birliği’nin, sosyalist ülkelerin dağılışı ve gibi etkenlerin de etkisiyle sol hareketler genel olarak uluslararası düzeyde zayıfladı. Filistin’deki sol hareketler de bu süreçten etkilendi, zayıfladılar, eski güçlerinde değiller. Lakin bütün bunlara rağmen hâlâ etkin şekilde mücadelemizi sürdürüyoruz.

İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM OLMAZ

İki devletli çözüme karşısınız. Hamas dahi bunu kabul ettiğini açıklarken FHKC neden karşı?

İki devletli çözüm gerçekçi değil. Bu çözümün mümkün olmadığını Batılılar da Avrupalı bakanlar, başbakanlar da söylemeye başladı. “Başka bir çözüm bulmamız lazım” diyorlar. Çünkü ortada devlet kuracak bir toprak bırakmadılar. Her yer işgal edilmiş durumda. Filistin nerede kurulacak? Mahmut Abbas, zamanında George W. Bush ile görüşmesine Filistin topraklarında İsrailli yerleşimcilerin yaşadığı yerleri gösteren bir harita götürmüş. “Devlet oluşturulması gereken yerde şu anda yasadışı yerleşimler var, haritadaki bütün bu kırmızı lekelerin hepsi Yahudi yerleşimci” diyor. Bush diyor ki, “Peki Filistin devleti nerede olacak?” Söylediği aslında şu, teorik olarak olsa da, birtakım anlaşmalar yapılsa da pratikte böyle bir durum yok. “Hiledir bu” diyor ve bunu Amerika yönetiyor.

Onlar 1967 sınırlarındaki bir Filistin devletinin İsrail’in varlığına bir tehlike olduğunu iddia ediyorlar. İsrail’deki bütün güçler bu çözümü reddediyor. İsrail, Batı Şeria’ya yerleştirdiği 800 bin yerleşimciyi tahliye etmez. Bu olası değil. İsrail ve Amerika tarafından bize 67 sınırlarında bir devlet kurma önerisi gelirse ve aynı zamanda işgal ettikleri yerleri terk ederlerse biz de bunu ciddi bir biçimde tartışırız. Ama Amerikalıların dahi kabul etmediği bu çözümü biz niye kabul edelim? Burada bir hile dönüyor.

İsrail’in varlığına mı karşısınız?

Bizim görüşümüz şudur; İsrail doğal bir devlet değil, yapay bir devlet. Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’daki gelişmiş bir üssüdür. Aynı zamanda tabii emperyalizmin hizmetçisi. Emperyalizme hizmet eden, sömürgeci güçlerin hizmetindeki işgalci bir oluşumla biz nasıl yaşayabiliriz? Bizim bu sömürü devletini, işgalci devleti bitirmekten başka çaremiz yok. Bölgede barış içinde yaşamak isteyen 5–6 milyon Yahudi ile bir problemimiz yok. Bizim problemimiz bu sömürgeci işgalci İsrail devletiyle. Bu devleti yıkacağız.

Ne öneriyorsunuz; tek devlet mi, bir Filistin Konfederasyonu mu?

Filistin mücadelesi 1967’de de başlamış değil, 1948’de Filistinlilerin topraklarından çıkartılmasıyla başladı. Birleşmiş Milletler’den (BM) o tarihlerde çıkan 194 sayılı karar şunu söylüyor: “1948’de kendi topraklarından çıkartılmış olan Filistinlilerin bu topraklara dönme hakları var.” Biz Halk Cephesi olarak bu kararın uygulanmasını, istiyoruz, uluslararası hukukun tanınmasını talep ediyoruz.

1949’daki 194 sayılı BM kararını tanıyor Filistin otoritesi, bu kararın uygulanmasını Filistinlilerin geri dönmesini gerektiğini söylüyor. Ama bu konuda mücadele vermiyorlar. 1967 sınırlarını FKÖ kabul ediyor, Oslo’da Yaser Arafat zaten bunu kabul etti. İsrail de 67 sınırlarını, Filistin’in varlığını kabul etti. Ancak Oslo’ya imza atsalar da İsrail’in kendisi de “iki devletli çözüm”ü kabul etmiyor, anlaşmanın gereği olan Filistin devletinin kurulmasını reddediyor.

Hatta Batı Şeria’ya, Kudüs’ün tamamına hâkim olmak istediklerini açıkça söylüyorlar. Yani Doğu Kudüs, Batı Kudüs olmayacak, tek bir Kudüs olacak, onun peşindeler.

İsrail’in arkasındaki güçler Amerika da, İngiltere de, Almanya da iki devletli çözümü istemiyorlar. Söylem bazında kullansalar da pratikte tersini yapıyorlar.

Gazze’yi de mi işgal edecekler bu gidişle?

En sonunda İsrail’e Gazze’yi de verecekler, öyle planlıyorlar. Batı Şeria tarafında da küçük bir takım yerler “devlet” olarak kalacak ve burası ekonomik, askeri olarak Israil’e bağlı olacak.

                                       Söyleşinin çevirisini gazeteci Musa Özuğurlu yaptı. (Fotoğraf: BirGün)

                                                                    /././

Hasete karşı hınç (Selçuk Candansayar)

Yoldasınız. Trafik kurallarına uyarak aracınızı kullanıyorsunuz. Belki işe gidiyorsunuz, belki iş çıkışı yorgunluğuyla evinize. İki pahalı araba, her türlü kuralı hiçe sayarak yarışıyorlar arkanızda. Makas atarak, sağdan geçerek, sıkıştırarak yaklaşıyorlar size. Siz doğru şeritte, doğru hızda giderken arabalardan biri yine makas atarak sağdan geçeyim derken hız sınırının üç katıyla sizin arabanıza arkadan çarpıyor. Çarpma o kadar hızlı ki, emniyet kemeri kâr etmiyor yaralanmanıza. Ölmediğinize şükrederek iniyorsunuz arabanızdan. Jandarma bölgesindesiniz. Size çarpan araçtan inen genç adam sizin yaşadığınızdan emin olduktan sonra telefonuna sarılıyor. Jandarmadan önce iki pahalı araba daha geliyor. Gelen jandarma kaza tespit tutanağını düzenliyor, siz ambulansla hastaneye götürülüyorsunuz, kırılan kolunuza alçı yapılıyor. Bir iki gün sonra işlemler için gittiğinizde kaza tespit tutanağının kaybolduğu söyleniyor size.

Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorsunuz. Fısıltılarla ulaşıyor size bilgi. Çarpan araçtaki adam iktidara yakın hatırlı birinin oğlu, araya iktidar milletvekilleri girmiş. Uzatmasın, yoksa o suçlu çıkar imaları getiriliyor size. Hukuka sığınmak istiyorsunuz. Bulduğunuz avukat iyi, dürüst biri. O da size olanca yılgınlığıyla umutsuz konuşuyor. Araya girenler o kadar çok ki, o kaza tespit tutanağını bulmamıza imkân yok diyor. Kim bilir kaç davada yaşamış aynı çaresizliği...

Siz de, avukat da iyi, dürüst, ahlaklı insanlarsınız. Hayata, insanlara, canlılara, doğaya sevgi duyanlardansınız. Hak etmediğini almayı gururuna yediremeyen, eylemlerinde onurlu olmayı ilke edinen insanlardansınız.

Kaza sonrası içine yuvarlandığınız çaresizlik ilk değil. Çalıştığınız kurumda görevinizi her zaman olabildiğince iyi yapmaya çalışıyorsunuz. Eğitimi, niteliği size göre çok düşük olan, her fırsatta işten kaytaranların durmadan unvan almalarına da defalarca tanık olmuşluğunuz var. Bir yetkiye ulaştıktan bir kaç ay sonra daha pahalı arabalarla fütursuzca işyerine gelmelerini seyretmişsiniz. Olsun demişsiniz, ben öyle biri değilim. Başkasının ne yaptığı beni ilgilendirmez, o ahlaksız diye ben neden ilkelerimden vazgeçeyim? Devlet, hükümet düşünsün. Hele bir de öyle ya da böyle inançlıysanız, “Allah’ından bulsun” demiş, haram lokma kursakta kalır, kötülük yapan kötülük bulur boş inanlarıyla avutmuşsunuz kendinizi.

Ama işte olanca şımarıklığı, kural tanımazlığı ve kof kibriyle gelip çarptı hayatınıza. Kırılan kolunuz, henüz kaskosunu yaptıramadığınız arabanız pert oldu. Bir de hakkınızı aramaya kalkarsanız ön tarafı ezilen pahalı aracın masrafı bile üstünüze yıkılabilir.

∗∗∗

Siyasal İslamcılık 30 yıl önce ilk palazlandığı dönemden farklılaşmış durumda. Temsilciliğini ele geçiren AKP ve avenesi bugün MHP ile kurduğu ittifakla siyasal İslamcılıktan milliyetçi dinci mayfatik faşizme evriliyor. Fırsatını bulur bulmaz, milliyetçiliği bünyesinde eriterek, MHP’den de kurtulmayı hesaplıyor.

İlk yıllarında siyasal İslamcıların ruhunu belirleyen temel duygu, mahrum bırakıldığını sanrılayanın hissedeceği hasetti. Doğuştan hakkı olan ona verilmemiş, aslında kendisinin olan ondan alınmış da başkasına (Kemalistlere, eğitimlilere) peşkeş çekilmiş gibi hissediyordu. İmrenmeden ve kıskanmadan farklı olarak, haset yıkıcı bir duygudur. İmrenme ona benzemeye çalışmaktır, kıskanma onda olan neden bende yok üzüntüsüdür. Haset ise bana verilmeyip kime verildiyse onun da olmasın kinidir. Madem “benim” değil, o zaman ben de yıkıp yok ederek kimsenin olamaz hale getiririm güdüsüdür. Siyasal İslamcıların onun yüzünden mahrum kaldıklarını sanrıladıkları Cumhuriyet’in tüm kurumlarını yıkarken Cumhuriyet’in birikimini satıp savarken, yağmalarken yaslandıkları temel duyguydu haset. Neoliberal ekonomi-politiğe bu kadar kolay eklemlenmelerinde “dar-ül harp”, “ganimet” kavramlarının yanında “hasetten kaynaklanan yıkma dürtüsü” de kolaylaştırıcı rol oynadı.

Geçtiğimiz 30 yılda yağma ve ganimet kurumlaşırken sisteme mafyatik yapılar, lümpenler ve her devrin “çanak yalayıcıları” da eklendi. Haset, yerini kof kibre ve “eş dost kayırmacılığı hukuku”na bıraktı. İçişleri Bakanlığı’nın övüne gerine duyurduğu caf caflı isimli operasyonlarda gözaltına alınanların içinde emniyet, yargı ve ordu mensuplarından geçilmiyor. Suriye’de görev yapan tugay komutanı generalin makam aracıyla insan kaçakçılığı yaptığına bile tanık olduk!

∗∗∗

Hasetten rant devşirenlerin hukuksuz düzeninde arabasına çarpılan iyi insanlarda da bir duygu birikiyor artık. Hınç! Öyle bir duygu ki, eylemden aciz kalmaktan kaynaklanan ve giderek kendisine haksızlık yapan/lar/a husumet besleten bir hınç. Haksız, hukuksuz olanın “acı çekmesi”ni görme arzusu! “Allah’ından bulsun"dan, “Onun cezasını çektiğini gözümle görmeden ölmek istemiyorum”a dönüşen bir hınç.

İyi, güzel ve doğrudan yana insanlar 10 yıl önce Gezi’de barış çadırı altında buluşup, birleşerek isyan etmişlerdi. Cumhuriyet tarihinin en kitlesel, en barışçıl isyanıydı. Gezi ruhu bir siyasal örgütlenmeye dönüşemediğinden uçup gitti. Şimdilerde yoksulundan varlıklısına, eğitimlisinden eğitimsizine toplumun “iyi”lerinde biriken hınç ise, kendi haline bırakılırsa pek barışçıl bir patlamaya yol açmaz. Başta CHP, tüm muhalefet bu hınç duygusunu önemsemeli, araştırmalı ve onu siyasal eyleme çevirebilmeli. Yoksa kendilerini az zanneden ezilenler çoğunluk olduklarını kendiliğinden gelişen olaylarda fark etmeye başlayacaklar ve hınçla beslenen öfkenin ortaya çıkaracağı tepkiler pek hayra alamet olmayacak.

(BİRGÜN)

Sahaflar Çarşısı (VIII) - İlk toplumcu romanımız: Çıkrıklar Durunca - (Özkan Öztaş - soL/Kültür)

 

Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında Yusuf Şaylan'la birlikte Türk edebiyatının ilk sosyalist, toplumcu gerçekçi metinlerinden biri olarak kabul edilen 'Çıkrıklar Durunca' romanını inceliyoruz
Belki de Türk edebiyatın en önemli eserlerinden biri demek yanlış olmayacaktır Çıkrıklar Durunca romanı için. Yazarı Sadri Ertem de bir o kadar ilginç bir karakter. Dönemin milletvekili, bürokrat olmasının yanı sıra derin bir şahsiyet. Yusuf Şaylan ile Çıkrıklar Durunca romanını konuşmak için buluşuyoruz bu hafta.

Hava gün içinde biraz yağmurlu biraz güneşli. Biz Yusuf Şaylan ile buluştuğumuzda hafif yağmur çiseliyor. Ankara'da Ayrancı'dayız bu hafta. Manzarası elçilik ağaçlarına bakan bir kafede oturuyoruz. "Önce bir bardak çayımızı alalım" diyor Yusuf ağabey. "İçimiz ısınınca kahveye geçeriz" diye ekliyor.

Şaylan yine elinde bir torba kitap ile geliyor. Sadri Ertem'in Çıkrıklar Durunca kitabına karar verdiğimiz an hafızasını yokladı ve bir sürü kaynağı taradı geçtiğimiz hafta. Kitap için kimileri ilk toplumsal gerçekçi, ilk sosyalist ya da ilk işçi romanı diyor. Yusuf Şaylan kitabı anlatırken tarih perdesini biraz daha aralıyor ve kitaba dair ayrıntıları açmaya başlıyor. 

Çaylarımız geliyor. 

Başlıyoruz.

'Kim var imiş biz burada yok iken'

Karacaoğlan "Kim var imiş biz burada yok iken" diyor bir türküsünde. Yusuf Şaylan da kitabı anlatırken yine bu sözle başlıyor: "Sual eylen bizden evvel gelene, Kim var imiş biz burada yok iken"...

"Çıkrıklar Durunca romanı aslında bir dönemi anlamak için çok önemli bir kitap. Yazarı Sadri Ertem de ilginç bir karakter. Kitap Osmanlı'nın son yıllarında İngiliz pamuklu ve ipekli kumaşlarının piyasayı ele geçirmesiyle birlikte bir köydeki işçilerinin nasıl ekmeğinden olduklarını ve nasıl ayaklandıklarını anlatıyor. 

Mevzu az biraz bilindik bir hikaye. Yani fabrikalaşma süreçlerinde işsiz kalan manifaktür üreticilerin hikayesini anlatıyor Sadri Ertem. Bu tür örnekler zaten geleceğin işsizlerini, proletaryanın ilk nüvelerini ve köyden kente göçün konusunu oluşturacaklar. Dolayısıyla bir dönemi anlamak için kıymetli bir kitap olduğunu düşünüyorum. 

Bir de biz bu tür örnekleri Batı edebiyatından ya da Avrupalı kaynaklardan okumaya alışkınız. Anadolu'da cereyan eden bu tür örneklere yakından bakmak daha keyifli oluyor. Azıcık bizden bir şeyler de hissettiriyor" sözleriyle anlatıyor Yusuf Şaylan kitabı. İşin bizden kısmına ve Anadolu'daki örneklerine gelince söz gözlerinin içi parlıyor ve ekliyor: "O yüzden Karacaoğlan'ın bu türküsündeki dizeyi anımsarım. Kim var imiş biz burada yok iken diyor ozan. Bilir misin türküsünü?

Duruyor. Gözlerimin içine bakıyor ve türküyü mırıldanıyor: "En güzelini bence Hasan Yükselir söylüyor bunun. Şu yalan dünyaya geldim geleli türkünün adı. İşte o türküdeki duygu var bence bu kitapta da. Bizden önce kimler geldi geçti? Sonuçta yeni başlanmıyoruz bu mücadeleye. Bizden öncekilere bakmak bizi biraz daha donanımlı kılıyor. Eğer o tarihi yok sayarsanız olmaz. Köksüz insanlar devrimci olamaz diye düşünüyorum. Bugün tarih sahnesinden biraz biraz silinen birçok devrimci hareketin böylesi sonuçlarla karşılaşmasının belki de bir nedenini bu topraklara ayak basıp basamadığında aramak gerekmez mi? Bak ne diyor Şair Resul Hamzatov? 'Siz tarihe kurşun sıkarsanız o size topla yanıt verir'. Kendi tarihimize mağlup olmak yerine neden geleceği buralardan beslenerek kurmayalım ki. İşte bunun için o tarihi en iyi bilenlerden olmak gerekir"

Putları yıkarken: Resimli Ay Dergisi, Nâzım Hikmet ve Sadri Ertem

Sadri Ertem dönemimin ilginç karakterlerinden biri. Kendisi aynı zamanda milletvekili ve bürokrat. Bir yanıyla da çok donanımlı biri. Yusuf Şaylan söz dönüp dolaşıp kitabın yazarına gelince "Şimdiki milletvekilleri ile kıyaslayınca ne büyük fark var değil mi?" diyor ve gülüyor bir yandan.

1898'de İstanbul'da doğuyor Ertem. Babasının askerlik görevi nedeniyle Anadolu'nun ve Rumeli'nin çeşitli kentlerinde geçiyor çocukluğu. İlk yazılarını Türcüman'-ı Hakikat gazetesinde yayınladığında henüz 14 yaşında. Üniversite yıllarında Tanin gazetesinde yazan Sadri Ertem ilk öykü çalışmalarını da Genç Yolcular dergisinde yayımlıyor 1917 yılında.

Kurtuluş savaşı yıllarında Anadolu'ya geçen Sadri Ertem 1923'ten sonra İstanbul'da gazeteciliğe devam etti. Yayımladığı bir karikatür nedeniyle Şark İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan Ertem yargılanmasının ardından tekrar görevine döner. Aynı zamanda bir öğretmendir. 

Resimli Ay dergisinde Nâzım ile birlikte mesai yapan Ertem, burada kaleme aldığı öykülerle toplumcu gerçekçi tavrını iyice belirginleştirir. Nâzım'ın eski edebiyatçılara savaş açtığı Putları Yıkıyoruz kampanyasının örgütleyicilerinden biri olan Sadri Ertem, Nâzım'ın şiirde verdiği kavganın düz yazıdaki uygulayıcısı sayılmakta. Putları Yıkıyoruz kampanyasında başlarda yalnız olan Nâzım Hikmet, Vâlâ Nureddin, Halit Fahri ve Sadri Ertem ile cepheyi genişletir. Sadri Ertem de yeni edebiyatı savunan ortak bir yazı kaleme alarak Nâzım'a destek verir. Karşı cephedekiler ise hiç hafife alınır isimler değildir. Bu genç yazarlar o dönem ciddi işlere girişmişlerdir. Yakup Kadri, Ahmet Hâşim ve Hamdullah Suphi’nin önderliğinde eski edebiyat savunucuları yenileri Sadri Ertem'i ve Nâzım'ı ‘komünistlikle’ suçlarken yıkılan putların altında kalmaktan da kurtulamamışlardır. 

Yine Nâzım'ın da yazarları arasında olduğu, Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel'in çıkardığı Resimli Ay dergisi kitabın ilk tefrikalarının yapıldığı yer oluyor Çıkrıklar Durunca. Sadri Ertem, romanı ilk bu dergide yayımlıyor. Akabinde de 1931 yılında romanını kitap olarak ulaştırıyor okuyucuya. Ertem, Cumhuriyet dönemi edebiyatının öykü ve roman cephesinden baktığımızda Selahattin Enis, Osman Cemal Kaygılı ve F. Celalettin ile birlikte Türk edebiyatının toplumcu gerçekçi ekolünün ilk isimleri arasında yer alıyor.

12 Kasım 1943 tarihinde hayata veda ettiğinde henüz 45 yaşındadır. Ancak geriye onlarca hikaye, roman, makale, köşe yazısı ve içerik bırakmıştır. Genç hayatına çok şey sığdıran aydınlarımız arasındadır. 

Nâzım Hikmet'in öncülüğünde gelişen yeni edebiyat akımının "Putları Yıkıyoruz" kampanyasının ilk sayısı

'Cumhuriyet tarihinin en iyi 10 romanından biri, ilk tecrübe'

"Bak ne diyor Atilla İlhan kitap için. 'Ömer Faruk Toprak bu kitabı Cumhuriyet tarihinin en iyi 10 romanından biri olarak seçmiş. Oysa ben bu kitabın adını dahi bilmiyordum' diyor.

Ben de ilk kez okuduğumda çok şaşırdım böylesi bir romanın varlığına. Ancak kitabı okuyunca nasıl olur da böyle tarihi bir roman bilinmez, okullarda bahsi geçmez daha çok şaşırıyor insan. Ömer Faruk Toprak kitap için sosyal roman nev'ine ait ilk tecrübe diyormuş. Öyle aktarıyor Atilla İlhan"... Kitabı bu sözlerle anlatmaya devam ediyor Yusuf Şaylan ve ekliyor:

"Ben kitabı ilk kez Yusuf Ziya Bahadınlı'nın Öyle Bir Aşk kitabını okurken öğrendim. Daha önce duymamıştım. Bahadınlı, Kayseri'nin az ötesinde Pınarbaşı'na doğru Pazarören Köy Enstitüsü'nde okurken kütüphanede fark ediyor bunu. O dönem Bahadınlı aynı zamanda kütüphanenin de sorumlusu. Kitabı görünce şaşırıyor. Hiç duymamış kitabı. Okuyor ve hayran kalıyor. Ben de Yusuf Ziya Bahadınlı'nın kitabında görünce şaşırdım ve hemen gidip aldım. O günden bu yana da çok fazla kişiye okuttum, hediye ettim." 

Alevi diyarında bir ordu, Avrupa'ya kaybeden Osmanlı'ya baş kaldıran bir köy

Bugün Bolu ile Zonguldak arasında bir yere denk düşen Adaköy o zamanlar Kastamonu'ya bağlı bir Osmanlı köyü. Köylüler Alevi. Alevi inancı toplumsal hayatı belirleyen bir imge kitapta. Gündelik hayatlarını çıkrık tezgahlarında kumaş üreterek idame ediyorlar. 

Ancak işler eskisi gibi de yolunda gitmiyor. Artık el tezgahlarında ürettikleri kumaşlar ve iplikler pazarda alıcı bulamıyor. Sebebini öğrenmek için İstanbul'a giden bir köylü ise artık şehir tezgahlarında İngiliz kumaşlarının olduğunu fark ediyor. Üstelik sudan ucuz fiyatlarla. 

Koca imparatorluk her geçen gün dışa bağımlı hale gelmiş ve sanayileşme trenini kaçıran Osmanlı makinalara teslim olmuştur. Olan da haliyle Adaköy gibi dokuma tezgahlarında el emeğiyle geçinen köylülere olur. Tek geliri dokumacılık olan Adaköylüler şaşırır bu duruma. Ama dokumaya da devam ederler diğer yandan. Ancak Vali duruma itiraz eder. Zira İngilizlerle anlaşılmış ve dokuma tezgahlarının kapatılması kararlaştırılmıştır. 

Yusuf Şaylan kitabın Otopsi Yayınları'ndan baskısındaki "Metin Erksan" kitaplığı mührünü gösterirken.

Bakıyor ki köylüler Vali Paşa'dan bir çıkar yol yok, kendi yollarını çiziyorlar. Zülfükar adını verdikleri kendi ordularını kurarlar önce. Sonra da çevre köylere propaganda etmeye başlarlar. Vergiler kalkacak, öşür alınmayacak ve askerlik olmayacak gibi vaatlerle taraftarlarını arttırlar.

"Bu dönemleri bilmeli okurlar. İngilizlerin sebep oldukları problemleri, Osmanlı'daki işbirlikçileri görmeli ve anlamalı. Halkın aynı zamanda hep diğer yanağını dönmediğini de görmeliler. 

Teslim Töre böyle bir tartışmada bir kavram kullanır. Sapı silik der.

Sapı silik.

Köksüz olanlar ya da kökünün farkına varamayanlar için der. Töre bunu tabi başka bir tartışmada başka bir amaçla kullanıyor ama amacı benzer. Yani kendi tarihinden habersiz olanlar için ifade ediyor bunu.

Okuyup kendini geliştirmeyen insanlar kritik zamanlarda sendeler. Böylesi tarihi metinler ise insanların ayaklarının yere daha sağlam basmasını sağlar" diyor Yusuf Şaylan. 

"Sıradan bir okur için belki de çok etkileyici, nefes kesici, heyecan verici bir metin olmayabilir. Ama bu ülkenin kaderini değiştirmek isteyen insanların okuma listesine yer alması gerekir bu kitap" diyor.

Çıkrıklar Durunca kitabına dair söyleşimizi tamamlarken çayların ardında gelen kahvelerimizi de bitiriyoruz. Gün yağmurlu ve bulanık havadan güneşli bir öğle sonrasına geçiyor. Yusuf Şaylan'la vedalaşıyoruz. O Ayrancı'dan Kızılay'a doğru yürürken kitabı bana veriyor ön sözlerini okumam için. Elimdeki baskısı Otopsi yayınlarından. Cengiz Özakıncı, Atilla İlhan ve Feridun Andaç'ın önsözlerinin olduğu baskıyı alıp yürüyorum.

Haftaya rotamızı başka diyarlara çevireceğiz Sahaflar Çarşısı'nda. 

Özkan Öztaş - soL/Kültür