4 Haziran 2024 Salı

soL KÖŞEBAŞI (4 Haziran 2024)

 

Rusya ilerliyor, Batı Kiev'e 'Bizim silahlarla vurun' diyor: Harkov cephesi neden kritik?(Can Kuyumcuoğlu)

Rusya, geçtiğimiz ayın başında yeniden açtığı Harkov cephesinde önemli ilerlemeler kaydediyor. NATO ülkeleri bu ilerlemeye karşı Rusya'yı kendi silahlarıyla vurması için Ukrayna'ya onay veriyor.

Rusya’nın geçtiğimiz ayın başında operasyon başlattığı Ukrayna’nın Harkov Oblastı'nda ilerlemeler sağlaması, NATO ülkelerini harekete geçirdi.

ABD ve diğer NATO ülkeleri, Kiev’e askeri yardımlara yönelik kısıtlamaları kademeli olarak hafifletme ve Ukrayna'ya Rus saldırılarına karşı koymada daha fazla esneklik sağlama kararı aldı.

'Yalnızca Harkov'u savunma kaydıyla'

ABD, önceki gün “yalnızca sınırlı sayıda silah kullanma ve Harkov’u savunma” kaydıyla Ukrayna'ya Rus topraklarının derinliklerindeki hedeflere saldırması için yeşil ışık yaktı.

Biden Yönetimi'nden bir temsilci yaptığı açıklamada, "Başkan yakın zamanda ekibine, Ukrayna'nın Harkov bölgesinde karşı ateş amacıyla ABD tarafından sağlanan silahları kullanabilmesini sağlama talimatı verdi" dedi.

Yetkili, bir yandan da Washington'un Rusya içinde ATACMS (Ordu Taktik Füze Sistemi) veya uzun menzilli saldırıların kullanımını yasaklama politikasını değiştirmediğini de söyledi.

ABD'nin füze sistemi ATACMS. Pentagon, geçtiğimiz Nisan ayında ATACMS'lerin Kiev'e teslim edildiğini duyurmuştu. Ukrayna'nın, füze sistemini Kırım’daki bir havaalanını vurmak için kullandığı iddia edilmişti.

Wall Street Journal gazetesinin aktardığına göre, Kiev, Güdümlü Çoklu Fırlatma Roket Sistemi (GMLRS), Yüksek Hareket Kabiliyetli Topçu Roket Sistemi (HIMARS) ve topçu sistemlerini kullanmakla sınırlı olacak.

Gazeteye göre, bu hamleyle Ukrayna'nın, Harkov Oblastı'nda Rusya'nın devam eden saldırısına karşı daha iyi savunma yapması amaçlanıyor. Aynı zamanda, Ukrayna'nın vurabileceği Rus toprakları üzerine getirilen coğrafi sınırlamalarla, Rusya’yla ABD arasında doğrudan bir çatışmayı önlemenin amaçlandığı ifade ediliyor.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'nin sözcüsü Sergey Nikiforov, Guardian'a yaptığı açıklamada, ABD'nin Kiev'e, daha önce yasak olan Rusya'daki hedeflere karşı Amerikan silahlarını kullanma izni verdiğini doğruladı.

Diğer NATO ülkeleri de ABD’ye katıldı

ABD’yle birlikte Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Ukrayna'nın belirli Rus askeri tesislerini hedef alabilmesi gerektiğini savunurken, Polonya ve Danimarka da silahlarının Rus hedeflerine karşı kullanılmasına izin verdi. 

Son olarak Almanya da, Ukrayna'nın Rusya sınırları içindeki hedeflere karşı Alman yapımı silahları kullanmasına izin veren NATO üyesi ülkelerin arasına katıldı. 

Putin’den uyarı: Küresel çatışma mı istiyorlar?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD ve diğer NATO ülkelerinin hamlesine yönelik uyarıda bulundu.

Kiev'in son birkaç ayda, özellikle Belgorod Bölgesi'nde olmak üzere Rus topraklarında çok sayıda saldırı gerçekleştirdiğini ve bunun Rusya'yı Harkov Oblastı'nda bir tampon bölge oluşturmak için sınır ötesi bir operasyon başlatmaya zorladığını söyledi.

Rus lider ayrıca, Kiev'in Batılı destekçilerini, NATO silahlarını kullanarak yapılacak herhangi bir uzun menzilli saldırının çatışmanın tırmanmasını temsil edeceği ve "ciddi sonuçlara" yol açabileceği konusunda uyardı.

Putin, "Avrupa'da bu ciddi sonuçlar ortaya çıkarsa, stratejik silahlar alanındaki eşitliğimizi göz önünde bulundurarak ABD nasıl davranacak? Söylemesi zor. Küresel çatışma mı istiyorlar?" dedi. 

NATO başkanı Jens Stoltenberg’se, ABD'nin Ukrayna'ya Rusya içindeki bölgeleri hedef almak için Amerikan silahlarını kullanma yetkisi vermesinin ardından Moskova’yla Batı arasında gerilimin daha da artacağı ihtimalini yüksek görmediğini ifade etti.

Karşı çıkan NATO üyeleri de var: Macaristan'da 'Rusya'yla gerilime hayır' yürüyüşü

Diğer yandan, Macaristan başkenti Budapeşte'de hükümetin çağrısıyla yüz binlerce kişi, Avrupa Birliği'nin Rusya ile gerginliği tırmandırma politikasını kınayan bir yürüyüş düzenledi.

Tuna Nehri üzerindeki ünlü Zincir Köprü'den Margaret Adası'na yürüyen göstericiler, "Savaş yok" ve "Bize barış ver, Tanrım" yazılı pankartlar taşıdı.

Başbakan Vikor Orban, burada yaptığı konuşmada, "Daha önce hiç bu kadar çok insan barış için sıraya girmemişti. Biz Avrupa'nın en büyük barış gücüyüz. Avrupa'nın savaşa, kendi yıkımına doğru aceleyle yürümesi engellenmeli" dedi.

Ülkesinin Dünya Savaşlarında yaşadığı yıkımdan ders çıkarması gerektiğini söyleyen Orban, “İki dünya savaşında Macarlar 1,5 milyon can kaybetti ve onlarla birlikte gelecekteki çocukları ve torunları da öldü. Brüksel'in anlaması için bunu yavaşça söylüyorum: Savaşa girmeyeceğiz. Üçüncü kez Doğu'ya gitmeyeceğiz, bir daha Rus cephesine gitmeyeceğiz” diye seslendi.

Orban, kalabalığı önümüzdeki hafta yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde iktidardaki Fidesz partisinin “barış yanlısı ve egemenlik yanlısı” gündemini desteklemeye çağırarak, “Ukrayna için Macar kanı dökmek istiyor muyuz? Hayır, istemiyoruz” diye konuştu.

Rusya'nın Ukrayna'daki askeri operasyonunun başlamasından bu yana Orban, Brüksel'deki AB liderliğini defalarca "Moskova ile tehlikeli bir uçurum oyunu oynamakla"  suçlayarak bloğun tam teşekküllü bir savaşa sürüklenmesine izin vermemesi gerektiği konusunda uyarıyordu.

Ukrayna'ya herhangi bir askeri yardım sağlamayı reddeden Budapeşte, Kiev'e mali yardımı veto etmekle tehdit etmişti. Orban, AB'nin Moskova'ya uyguladığı ekonomik yaptırımları sert bir dille eleştirerek, bloğun ticareti ve kendi enerji tedarikini baltalayarak "kendi ciğerlerine kurşun sıktığını" savunuyordu.

Budapeşte'de Rusya'yla gerilim tırmanmasına karşı düzenlenen büyük yürüyüş böyle görüntülendi. (AFP)

Rusya'yla gerilimin tırmanmasına karşı çıkan bir diğer NATO ülkesiyse İtalya.

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, geçtiğimiz hafta NATO Genel Sekreteri'nin Kiev'in sınırlarının ötesindeki hedefleri vurmasına izin vermesini önermesinin ardından, Ukrayna'ya sağlanan silahların Rusya topraklarında kullanılmasına karşı olduğunu vurgulamıştı.

İtalyan televizyonuna konuşan Meloni, "Stoltenberg'in neden böyle bir şey söylediğini bilmiyorum, bence çok dikkatli olmalıyız" demişti.

Başbakan yardımcısı olan Lig partisinin lideri Matteo Salvin dei, Napoli'deki bir seçim mitinginde yaptığı konuşmada, Stoltenberg'in sözlerini sert bir şekilde eleştirerek, "Bu beyefendi ya af diler, ya sözlerini düzeltir ya da istifa eder" demişti.

Dışişleri Bakanı Antonio Tajani de, "İtalya'nın gönderdiği askeri teçhizatın Ukrayna içinde kullanılması gerektiğini" söylemişti.

Rusya üç cephede ilerliyor

Ukrayna'da bu yılın genelinde güçlerinin çoğunu doğuya odaklayan Rusya, bu ayın başında ülkenin kuzeydoğusundaki Harkov Oblastı'nda sürpriz bir saldırı başlatarak Ukrayna'yı işgalinde yeni bir cephe açtı.
Geçtiğimiz ayın başlarında başlayan saldırıda, binlerce Rus askeri kuzey sınırını delerek, Ukrayna'yı bölgedeki mevzileri savunmak için diğer yerlerden asker göndermeye zorladı.

Rusya'nın bölgede kaydettiği ilerlemeler, Ukrayna'nın yetersiz insan gücü, topçu eksikliği, seyrek hava savunması ve yetersiz savunma tahkimatları gibi başlıca zayıflıklarını ortaya koymuş durumda.

Ukrayna'nın ön cephe tugayları, müttefiklerden gelecek mühimmat ve yeni askerleri beklerken, Rusya aylarca dondurulmuş olan cephe hattı boyunca kritik kazanımlar elde etti. Şu anda Harkov sınırlarında çatışmaların şiddetlendiği üç nokta bulunuyor.

Moskova birlikleri, kuzeyde Harkov şehrinin top atışı menziline girmesini hedefliyor. Rus güçler, güney cephesinde de, Ukrayna'nın geçen yılki karşı saldırısında kontrol altına aldığı köyleri geri almak ve Ukrayna topraklarına doğru daha fazla ilerlemek için çabalıyor.

Rus güçlerin savaşın başında da ilk hedef aldığı kentlerden biri Harkov'du. Rusya ordusunun yoğun bombardımanında kentin valilik binası vurulmuştu. Rusya'nın kente yönelik bu dönemki saldırısı büyük oranda başarısız olmuştu.

Harkov cephesi

Sınır ötesi saldırı, Rusların hızla birkaç köyün kontrolünü ele geçirmesini sağladı.

Saldırının başından bu yana Rusya, Vovchansk ve Lypsti'nin kilit yerleşim yerlerini ele geçirmeye çalışırken bölgedeki saldırılarını artırdı.

Harkov’un yaklaşık 30 kilometre kuzeyinde bulunan Lyptsi, yoğun Rus bombardımanı altında. Bu büyük köyü ele geçirmek, Rus birliklerinin topçularını, füze saldırılarına karşı zaten savunmasız olan Ukrayna'nın ikinci büyük şehri olan Harkov şehrinin menziline yerleştirmesine olanak tanıyacak.

Saldırı ayrıca Rusya'nın halihazırda ülke geneline dağılmış olan Ukrayna kaynaklarını diğer cephe hatlarından uzaklaştırmasına ve Ukrayna'nın Rus sınır bölgelerine yönelik saldırılarına karşı bir tampon bölge oluşturmasına olanak sağlıyor. Örneğin, yakınlardaki Rus şehri Belgorod, son aylarda giderek daha fazla Ukrayna saldırısına maruz kalıyordu.

Doğuda Avdiyivka ve Bahmut cephesi

Harkov saldırısından önce Rusya, saldırılarını büyük ölçüde doğuya odaklamıştı. Ukrayna'nın karşı saldırısı geçen yaz başarısızlığa uğramasının ardından Rus güçler, Ekim 2023'ten bu yana bölgede yavaş yavaş ilerliyordu. Ukrayna'nın doğu endüstriyel kalbi Donbass’ı ele geçirmek Kremlin'in önemli bir hedefi olmaya devam ediyor.

Moskova birlikleri, Şubat ayında Avdiyivka kasabasını ele geçirerek bu cephede büyük bir başarı elde etti. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, geri çekilme kararının "askerlerinin hayatlarını kurtarmak" için alındığını belirterek, burada sürekli yoğun bir Rus bombardımanı ve 10’a karşı 1 mermi dezavantajı karşısında kaldıklarını söyledi.

O zamandan bu yana Rus birlikler, Ukrayna için hayati bir askeri merkez görevi gören Pokrovsk yönünde batıya doğru istikrarlı bir ilerleme kaydetti.

Kuzeyde kalan doğu şehri Bahmut da, geçtiğimiz yıl dokuz ay süren zorlu bir savaşın ardından Ruslar tarafından yeniden ele geçirildi. Şimdi, Rusya'nın güçleri batıya doğru Chasiv Yar'a doğru ilerliyor. Kasabanın bulunduğu yüksek arazinin kontrolünü ele geçirmek, Putin'in birliklerini stratejik Kramatorsk şehrine daha da yakınlaştıracak.

Güney cephesi

Ülkenin daha güneyinde, Ukrayna güçleri, geçen yazki karşı saldırıda ufak da olsa başarıya ulaştıkları birkaç bölgeden biri olan Zaporijya'nın güneydoğusunda baskı altına giriyor.

Çeşitli Rus ve Ukraynalı kaynaklar, Ukrayna’nın geçtiğimiz yılki karşı saldırısında yeniden ele geçirdiği topraklarda küçük Rus ilerlemeleri olduğunu bildiriyor.

Artık tamamen yok olmuş küçük bir köy olan Robotyne, savaş sırasında birkaç kez el değiştirdi. Moskova, ilk olarak Mart 2022'nin başlarında Rus güçleri tarafından ele geçirilen köyün kontrolünü bu ayın başlarında tekrar kontrolüne aldığını duyurdu. Ukrayna’ysa Moskova’nın bu iddiasını reddetti.

Ukrayna'nın siyasi haritası. Rusya bugün Ukrayna karşısında üç noktada ilerleme sağlıyor. Rus güçlerin bugün ilerlemeye odaklandığı Harkov Oblastı, ülkenin kuzeybatısında Rusya sınırında kalıyor. Ukrayna, geçtiğimiz yıl Belgorod'a yönelik saldırılarını bu noktadan düzenliyordu. Rusya'nın mevziler kazandığı diğer bölgeler doğuda Donetsk Oblastı, güneyde Zaporijya Oblastı oldu. (freeworldmaps.net)

Harkov cephesi neden kritik?

Harkov, Ukrayna'nın ikinci büyük şehri. Savaş öncesi nüfusu 1,5 milyon olan kent, önemli bir merkez olmaya devam ediyor. Şehir, Rusya sınırına 40 kilometreden daha az bir mesafede. Diğer tarafta, sınırdan yaklaşık aynı mesafede, en yakın büyük Rus şehri olan Belgorod var.

2022'de Rusya’nın operasyonunun başlangıcında, Harkov ateş hattındaki ilk şehirlerden biriydi. İlk birkaç gün içinde Rus ordusu şehre girmeye çalıştı. Bu saldırı başlangıçta yetersiz güçlerle kötü yönetilmişti. Harkov'un kendisi alınamadı, ancak bazı birlikler şehre derinlemesine nüfuz etti.

Harkov Oblastı'nın aynı adlı başkenti ele geçirilmemiş olsa da, Rus birlikleri bölgenin önemli bir bölümünü kontrol altına almıştı. Cephe hattının ufak birlikler tarafından tutulması sonucunda, Eylül 2022'de Ukrayna'nın karşı saldırısı Rus birliklerini doğuya, Lugansk Oblastı'na doğru itti.

O dönemden bu yana, cephe hattı Harkov'un doğusunda kuzey-güney ve Harkov'un kuzeyindeki devlet sınırı boyunca genel bir batı-doğu yönünde uzanıyordu.

Doğuda bir mevzi kuran Ukrayna ordusu, Belgorod ve komşu kasabalara saldırılar düzenlemek için yeni bir konuşlanma gerçekleştirdi. Ukrayna birlikleri birkaç kez Rus topraklarına girmeye çalıştı ve Belgorod şehri ve sınır kasabaları bombalandı.

Ukrayna Belgorod’da askeri noktalardan ziyade sivilleri hedef alıyordu. Belgorod'da en büyük bombardıman şehir merkezine yapıldı. Bir roketin Yeni Yıl Fuarı'na ve çevre ilçelere isabet etmesi sonucu 25 kişi hayatını kaybetmişti. Kente yönelik benzer bombardımanlar düzenli olarak devam etti. Rus hava savunmaları bu bombardımanlara karşı yüzde100 etkili değildi. Belgorod nüfusunun bir kısmı ve sınıra yakın köy ve kasabalardaki insanların çoğu iç bölgelere kaçtı. Bombardımanlar, Rusların 2022'de Ukrayna'nın karşı saldırısında kaybettiği bölgelerden geliyordu.

Geçtiğimiz yılın sonunda Ukrayna'nın Belgorod'a yaptığı saldırının ardından Rus itfaiye ekiplerinin bölgeye müdahalesi.

Ukrayna ordusu, Mart 2024'te, zırhlı araçlara sahip tabur düzeyindeki birliklerle Kozinka köyü yakınlarındaki sınırı geçerek ciddi bir saldırı gerçekleştirmişti. Başarısız saldırının sonucunda Ukrayna kuvvetleri ağır kayıplar verdi. Diğer yandan, birkaç gün süren çatışmalarda Kozinka da haritadan silinmişti.

                                                             /././

Kırşehir'de akademisyenler tacizcinin tehdidi altında: 'Şehrin bazı sokaklarına artık giremiyoruz' (Özkan Öztaş)

Kırşehir'de bir tacizci tarafından sürekli tehdit mesajları aldıklarını belirten iki kadın akademisyen hayatlarının kabusa döndüğünü ifade ediyor: "Her şey ortada, savcılar yetkilerini kullanmalı."

Kırşehir'de Ahi Evran Üniversitesi'nde görev yapan iki kadın akademisyen, Yüksel Gezer adındaki tacizci bir eski öğrenci tarafından sürekli tehdit edildikleri için hayatlarının kabusa döndüğünü ifade ediyor. Şehrin bazı sokaklarına hiç gidemedikleri ifade eden akademisyenler, adli makamların artık bir an önce yetkilerini kullanıp zanlıyı tutuklamalarını talep ediyor.

'Defalarca uzaklaştırma cezasını ihlal etti ama ortada bir yaptırım yok'

Sürekli taciz ve tehdit mesajları alan akademisyenler süreci yargıya taşıdıklarını, verilen uzaklaştırma kararına karşın tehdit ve tacizlerin devam ettiğini belirterek tutuklama kararı çıkarılmasını istiyor.

Uzaklaştırma cezası alan şahsın defalarca bu yasağı delmesine, tehdit mesajları atmasına ve zaman zaman akademisyenlerin evlerine kadar gidip tehdit etmesine rağmen tutuklanmaması süreci akademisyenler için iyice zor bir hale getiriyor.

Şehrin bazı sokaklarına çok uzun zamandır hiç gitmediklerini ifade eden akademisyenler "500 metre sınırı var. Şahısta aynı zamanda bir elektronik kelepçe var. Yanımıza yaklaşırsa uyarı veriyor sistem. Ancak umursadığı falan yok. Daha önce taciz ettiği kişileri benzer şekilde tehdit etmiş ve keserle saldırıp zarar vermişti. Bir yaptırım uygulanması için illa birilerinin başına bir şey gelmesi gerekmiyor. Bunlar yaşanmadan da önlem alınabileceğini düşünüyoruz" diyor. 

Akademisyenler şehri terk etmek istiyor

Yüksel Gezer adlı tacizci hakkında Kırşehir Adliyesi raflarında onlarca şikayet ve soruşturma dosyası yer alıyor. Daha önce akademide birçok kişiyi benzer şekilde taciz ettiği iddia edilen şahıs yüzünden birçok akademisyenin şehri terk etmek istediği ve bu nedenle görev yeri değişikliği talep edenlerin olduğu ifade ediliyor. 

Akademisyenler yaşadıkları sorunları şu sözlerle anlatıyorlar:

"Bu şahıs normalde üniversitede öğrenciydi. Bizim öğrencimiz değildi ama sınav gözetmenliği sırasında denk geldiğimiz biriydi. Sonra sosyal medya hesaplarımızdan bizleri buldu. Önce taciz eden mesajlar attı. Akabinde cevap vermeyince de tehdit mesajları almaya başladık. O kadar fazla taciz etti ki hesaplarını engellesek dahi yeni hesaplar açtı ve farklı mail adreslerinden iletiler yolladı. Hiç olmadı üniversitenin kurumsal hesaplarında yer alan mail adreslerimize ulaştı. Mesela bir telefon alıyoruz yabancı bir numara, açınca bu sapık çıkıyor karşımıza. Akıl alır gibi değil. Sokakta yürürken 'Annemi arayabilir miyim?' diyerek herhangi birinden telefonunu istiyor ve bizi arıyor. Yani öyle telefonu ya da sosyal medya hesabını engelleyince kurtulamıyorsunuz. Ben mesela numaramı değiştirdim. Ama bankanın uygulamasına girmem için şubeye gidemiyorum bu sapık karşıma çıkar mı acaba diye. Bu sorun çözülse de çözülmese de artık bu şehirde kalmak istemiyorum. Psikolojim bozuldu. Sosyal çevrem dağıldı. Nereye gitse buraya gelir mi acaba diye düşünmekten alıkoyamıyor insan kendini." 

'Farklı suçlardan cezaevinde yattı, içerdeyken dahi mektup yolladı'

Farklı suçlardan daha önce altı ay kadar cezaevinde kaldığı belirtilen şahsın içerdeyken dahi taciz ettiği kişilere mektup yolladığını ifade eden akademisyenler hayatlarının kabusa döndüğünü söylüyor. Akademisyenlerin sosyal medya hesapları üzerinden ulaştığı aile bireylerine, akrabalarına ve yakınlarına da mesajlar attığı ifade edilen tacizcinin yolladığı mesajlar ise kaygı verici içeriklerle dolu. İşleyeceği taciz ya da cinayeti nasıl yapacağını ve bundan nasıl keyif alacağını ayrıntılarıyla anlatan tacizcinin bir an önce tutuklanmasını talep eden akademisyenler daha önce mahkemelerde hakimlerin dahi kişiyi duruşmadan çıkarmak zorunda kaldığını, zaman zaman deli taklidi yapsa da "akıl sağlığı yerindedir" raporu verildiğini ifade ediyor. 

'Savcılık başımıza bir şey mi gelmesini bekliyor?'

Savcıların tam yetki kullanarak adım atmasını beklediklerini ifade eden akademisyenler hukuki sürecin eksik ilerlediğini düşünüyor.

"Burada 6284 sayılı kanunun 5. maddesi uzaklaştırma kararlarından söz ediyor. Ancak savcılık ısrarla 5/1-f maddesini devreye sokmuyor. Bu, sosyal medya ve iletişim kanalları üzerinden de tacizi kapsayan madde. Bu şahıs zaten bize sürekli sosyal medya kanalları üzerinden taciz ve tehdit mesajları iletiyor. Kurumsal maillerimize bakmaktan dahi kaygı duyar olduk. 

Çok açık ifadelerle tehdit ediliyoruz. Bizi nasıl öldürmek istediğini, nasıl tecavüz etmek istediğini, öldürürken hangi araçları kullanacağını açık açık yazıyor. Gittiğimiz kafelerin sahiplerini dahi taciz ediyor. Bu sapık yüzünden buradaki sosyal hayatımız dahi etkilendi" sözleriyle süreci anlatan akademisyenler yaşadıkları sorunlara acil bir çözüm talep ediyorlar. 

'Yaşadıklarımız başkalarının başına gelseydi belki de çoktan hayatlarını kaybetmişlerdi'

Akademisyenlerin dikkat çektiği belki de en önemli ayrıntı ise bu yaşananların başkalarının başına geldiği takdirde yaşanabilecek sonuçların vahameti. 

"Biz hadi iyi kötü hukuk biliyoruz. Yine iyi kötü hakkımızı arıyoruz. 

Bakın olay basit sanılıyor olabilir ama öyle değil. Bu sapık eşimize, arkadaşımıza, ailemize, annemize-babamıza, kuzenlerimize dahi mesaj atıyor. İlettiği mesajlarda birçok itham, hakaret ve küfür yer alıyor.

Şimdi şu soruyu sormak istiyorum sizin aracılığınızla. Bu mesajlar bu ülkedeki herhangi bir kadının eşine, babasına, kardeşine iletilmiş olsa yaşanabilecek sorunlar hesaba katılıyor mu?

Bu tacizcinin yapabileceği şeyleri geçtim. Olay aile içinde yaşanacak şeylerden dolayı dahi cinayetle sonuçlanacak bir duruma gelmez mi? Bu ülkede her geçen gün bu içeriklerle işlenmiş kadın cinayetleri haberi almıyor muyuz? Savcılığın bu başlıkta mutlaka bir karar alması gerektiğini ve kişinin bizi taciz ettiği için tutuklanmasını talep ediyoruz. Bu münferit ya da anlık yaşanmış, bir duygu durumuyla iletilen mesajlar değil. Çevremize saldırıyor, arabalara zarar veriyor, gittiğimiz kafelerin sahiplerini tehdit ediyor. Bir sürü şahit var ama kimse şahitlik yapmak istemiyor. Çünkü dava dosyasında adı geçen herkesin kapısına dikiliyor. Burada bir sürü avukat bu şahsın savunmasını yapmaktan imtina etti. Durum basit ya da sıradan bir taciz konusu değil. Yetkililerin bir an önce adım atmasını talep ediyoruz" diyen akademisyenlerin 4 Haziran Salı günü Kırşehir Adliyesi 4. Asliye Mahkemesi'nde saat 14.15'te konuyla ilgili görülecek duruşması var. 

Duruşma için dayanışma çağrısı yapan akademisyenler seslerini duyurmak istiyor ve mesleklerine devam ederken endişe duymak istemediklerini ifade ediyor.

                                                                  /././

Meralar patronlara peşkeş çekiliyor: Köylüyü sütsüz bırakıp süt sağma makinası teklif ettiler (Özkan Öztaş)

Meralar GES projesi için patronlara peşkeş çekilirken, hayvancılıkla uğraşan köylüler mağdur oldu.

Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesinde verimli mera alanları, Güneş Enerjisi Santrali (GES) projesi için patronlara peşkeş çekildi.

90 hektarlık arazinin çevresindeki köylerde yaşayanlar, hayvanlarını otlatacak tüm alanların sessiz sedasız satılmasına itiraz ediyor. Halk, şirketlerin "sus payı" olarak sunduğu "yatırımlara" da tepkili.   

'Okul yapmak şirketin işi mi?'

Proje alanı AKP'nin gözde müteahhitlerinden Kalyon'un da aralarında olduğu 5 şirket arasında paylaştırılmış durumda. Projenin yapımı devam ederken, şirketler köylüleri ikna etmeye çalışıyor.

soL'a konuşan köylüler, proje karşılığında vaat edilen yatırımların şirketin görevi olmadığını söylüyor:

"Şirketler gelmiş diyor ki eğer bu sürece olur derseniz size okul yaparız, yol yaparız, cami yaparız, süt sağma makinaları hediye ederiz. İyi de size ne okuldan, yoldan. Okul yapmak, yol yapmak devletin işi, belediyenin işi. Siz devlet misiniz? Süt makinası dağıtacaklarmış. Dalga geçiyorlar köylülerle. Burada hayvancılık bittikten sonra bana süt sağma makinası hediye etsen ne olacak etmesen ne olacak. Ben hayvanlarımı meralarda otlatamadıktan sonra nasıl besleyip büyüteceğim?"

Arazinin bir bütünlük arz etmediğini ifade eden köylüler, "Özel tapulu alanları baypas ederek bir proje alanı oluşturmuşlar. Önceliği hayvancılıkla uğraşan köylülere değil firmalara vermişler" diyor.

'Köylünün haberi olmadan sattılar'

Söz konusu alanda hayvancılık yapan birçok köy mevcut. Sorun Viranşehir'e bağlı Göncük ve Dereli mezralarının yanı sıra Kadıköy ve Düzlük mezralarını da kapsıyor.

Araziye güneş panelleri yerleştirmek için çalışmalara başlandığını ifade eden köylüler, projeye daha önce Viranşehir Kaymakamlığı'ndan yapılan toplantılarda itiraz ettiklerini dile getiriyor. 

Hazine malı görünen meralık alanların satışının oldu bittiye getirildiğini aktaran köylüler, süreci şöyle anlatıyor:

"Amaçları buraları şirketlere peşkeş çekmek. Mesela deselerdi ki biz burayı özelleştireceğiz, belki tüm köylüler bir araya gelip buraları satın almayı düşünürdük.  En azından hayvancılığın devam edebilmesi için bir kısmını böyle yapmak istedik. Ama sessiz sedasız köylünün haberinin olmadığı anda satmışlar. İş makinalarını görünce anladık sürecin tamamlandığını.

Meralar olmazsa köylerin boşalacağını söyleyen bölge halkı, "Böyle giderse köylüler hayvanlarını satıp başka bir işe bakacak" diyor.  

Hayvancılık yetersiz derken meraları satıyorlar

Bahsi geçen köyler Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır üçgeninde yer alan Karacadağ bölgesinin verimli arazileri üzerine kurulu. Burada binlerce küçük baş hayvan ve yüzlerce büyükbaş hayvanın üretimi yapılıyor. Bir yandan hayvan ithalatı yapılırken diğer yandan hayvancılığı bitirecek adımlar atıldığına dikkat çeken köylüler, projenin durdurulmasını istiyor:

"Ülke bir yandan Avrupa'dan canlı hayvan satın alıyor bir yandan da buradaki meraları GES projesi için satıyor. Burada nereden baksan 10 bine yakın küçükbaş hayvan vardır. Ben mesela şöyle bir düşünüyorum 5 bin küçükbaş hayvan garanti var şu an. Bu kapasite arttırılabilir. Yüzlerce büyükbaş hayvan vardır. En az 500 tane var. Şimdi bu saatten sonra bu hayvanları otlatacak mera alanlarımız artık yok. Burada resmen hayvancılığı bitirdiler."

                                                               /././

İstanbul’a ve emekçilere dair (Senem Doruk İnam)

Bu kent bitmek bilmeyen bir kavganın, emeğin ve mücadelenin kenti. Bu yüzden buradan umutsuzluk çıkmaz, çıkmamalıdır...

Bir dostumun tavsiyesiyle Orhan Kemal’in İstanbul İstanbul kitabı elime geçti. Kitap yazarın İstanbul’dan Çizgiler kitabına girmeyen öykülerin yer aldığı 34 kısa öyküden oluşuyor. Öykülerin yanı sıra çizimlerle İstanbul resimlerine de yer veren bu kitaptaki öyküler keyifli bir anlatı sunuyor okura. Çok sayıda öykünün bileşiminden oluştuğu için bazı öyküler bir çırpıda bitiveriyor. Henüz daha öykünün içine yeni girmişken biten hikayenin daha derinine inme, hikayedeki karakteri, mekanı, mücadeleyi daha fazla okuma isteği kaplıyor içinizi.

Orhan Kemal’in eserlerinin tamamında emekçilerin yaşamlarını, mücadelelerini, ekmek kavgalarını en sade şekliyle buluruz. Bu öykü kitabında da öyle. İstanbul’a, İstanbul’un yoksullarına, emekçilerine Orhan Kemal’in gözünden bakıyoruz. O sadelik bizi gerçek yaşamla buluşturuyor. Bir yandan İstanbul’un çok sayıdaki semtini ziyaret ederken bir yandan da o semtlerde yaşayan, o semtin sokaklarında, caddelerinde dolaşan, fabrikalarında çalışan insanları, karakterleri tanıyoruz. Öyküler İstanbul’un yoksulları ve emekçilerinin ekmek kavgasının, hayata tutunma mücadelesini konu alıyor. 1950’li yılların Türkiyesi. Beyoğlu, Tepebaşı, Haliç, Cibali öykülerde en çok konusu geçen mekanlar. O yıllarda bu mekanlarda yaşayan ve çalışan işçi sayısı çok fazla. Orhan Kemal iyi bir gözlemci, ustası Nâzım’dan öğreniyor bakmayı, anlamayı, yazmayı ve anlatmayı. Üstelik bir avantajı da var kendisi de uzun yıllar sözü geçen yerlerde yaşıyor. Emekçilerle iç içe, kapı komşusu olarak. Yazdığı kişiler bazen komşusu, bazen kahvede karşılaştığı kişi, bazen de sokağında caddesinde, bindiği dolmuşta gördüğü kişi. Hapisteyken ustasının çalıştığı “İnsan Manzaralarına” bakmayı öğreniyor aslında Orhan Kemal. Öykülerde de bu manzarayı anlatıyor bize. İstanbullu emekçileri. 



Orhan Kemal şöyle söylüyor İstanbul ile ilgili: “İstanbul birtakım suluboya resimlerden ibaret değildir. İstanbul, İstanbul’un sadece adaları, denizi, göğü, Beyoğlu’su, içkisi, motoru, sandalı olamaz. İstanbul’u derinlemesine, fakir semtleri, çalışan irili ufaklı insanlarıyla, onların geçim şartları, ıstıraplarıyla bilmek, tanımak demektir…”



Evet, İstanbul kent yapısıyla, doğasıyla, tarihiyle bu kadar saldırıya maruz kalmasına rağmen hâlâ çok güzel ve büyüleyici bir kent. Ama İstanbul elbette yalnızca bu değil. Geçmişten bugüne İstanbul deyince koskoca bir tarih çıkıyor karşımıza, dünyanın en eski kentlerinden biri, imparatorluklara başkentlik yapmış bir şehir. Fetihler, işgaller… Bir yanda kente sahip olduğunu hissettiren bir zenginlik, diğer yanda bu kentin iliklerine kadar işlemiş yoksulluk. Sömürünün en derininin, kent yağması ve talanının en akıl almaz örneğinin yaşandığı kent İstanbul. 



Orhan Kemal’in İstanbul İstanbul kitabı, üzerinden yıllar geçtikten sonra aynı kentin semtlerine, emekçilerine tekrar bakmamızı sağlıyor. Öykülerde yer alan mekanlar ve karakterlere bugünden bakabiliyoruz. Geçmişi, değişimi, hiç bitmeyen hatta artan sömürüyü izleyebiliyoruz. 


Bir örnekle başlayalım; kitapta sıklıkla yer verdiği Cibali. Bu mahallenin tarihi ve kültürü o mahalleye karakterini veren emekçilerin dışarıya itilmesiyle, sermayenin, iktidar ve yerel yönetimlerin uyguladıkları rant ve yağma planlarıyla yerle bir oluyor. Cibali’de birçok greve, mücadele ve direnişe ev sahipliği yapan Cibali Tütün Fabrikası özelleştirme nedeniyle kapatıldıktan sonra o fabrikada çalışan ve orada yaşayan çok sayıda işçi 90’lı yılların sonuna doğru o bölgeden uzaklaştırılıyor. Bugün sermayenin bir rant alanı olarak gözünü diktiği bölge tarikatların, uyuşturucu çeteleri ve mafyaların hakimiyetinde. Yoksulluk yine hat safhada ama yoksullar dinci gericilik ve uyuşturucu ile çepeçevre sarılmış durumda. 



Bir diğer örnek Beyoğlu. İstanbul İstanbul, 8 yaşında küçük bir kızın Haliç vapurunda çalıştığı bir hikayeyle başlıyor. Okula gitmesi gerekirken çalışmak zorunda kalan çocuklar 1950’li yılların Türkiye'sinde kalmadı. Hâlâ gerçek. En yakıcı örneğini verdiğimiz mücadeleden biliyoruz. Tarlabaşı’nda yakın zamanda açılan TKP Semt Evi sabahtan akşama birçok mahalleli çocuğun geldiği, vakit geçirdiği, atölyelere katıldığı bir merkez haline geldi. Gelen çocuklarla daha yakından tanışıp, sohbet ettikçe öğrendik ki semt evine gelen, atölyelere katılan, enstrüman dersleri alan çocukların büyük kısmı çocuk işçi. Okula gitmesi gereken çocukların kimisi sokakta, kimisi tekstil atölyesinde çalışıyor…  İşte bu İstanbul’un manzarasıdır. Kalabalık sokakları, pahalı restaurant ve otellerle dolu İstanbul’un merkezinin gerçeği budur. 



Bir diğer gerçeğimiz ise, yıllarca alınteri dökerek bu ülkeye emek vermiş emeklilerimizin bu kentte yaşayamaz hale gelmesi. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Planlama Ajansı “İstanbul’da Emekli Olmak 2024” başlıklı bir rapor yayımladı. Rapora göre İstanbul'da bulunan her 6 haneden biri emekli aylığı ile hayatını sürdürüyor ve İstanbul'da neredeyse her 3 emekliden biri resmi olarak çalışmaya devam ediyor. Emekli aylığı açlık sınırının altında olduğuna göre emekli olup çalışan sayısının da resmi olan sayıdan çok daha fazla olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Emeklilere ya çalışın ya ölün diyen bir düzen var.



Daha sıralayacağımız onlarca örnek var. Çünkü sermaye düzeni bu kenti, bu kentin insanlarını, sömürü ile, yoksulluk ve çaresizlikle, tarikatlarla ve uyuşturucu ile çevrelemiş durumda. Öykülerde adı geçmesi gerekmiyor, İstanbul’un birçok mahallesinde yoksulluk, çaresizlik, çıkışsızlık halkımıza nefes aldırmıyor. Bu tablo umutsuz görünüyor olabilir ama ne İstanbul ne de bu ülke bundan ibaret. 



Bu kentin tarihinde direnenler var. Direnmeye devam ediyorlar. Haziran’da milyonlar bu kentin meydanını doldurdular. Fabrikalarda, atölyelerde, işyerlerinde, mahallerde örgütlenmeye çalışan komünistler var. 
Bu kent bitmek bilmeyen bir kavganın, emeğin ve mücadelenin kenti. Bu yüzden buradan umutsuzluk çıkmaz, çıkmamalıdır.

Bu ülkenin aydınları, sanatçıları büyük bir emek ve iddia ile ülkenin emekçilerini anlattılar, o emekçilerin mücadelelerine şahit ettiler bizi. En umutsuz ve çaresiz oldukları zamanda bile. Şimdi sıra bizde. 



2 Haziran Orhan Kemal’in, 3 Haziran Nâzım Hikmet’in ölüm yıldönümü.

Bu kentin emekçilerine umut olmuş ustalara saygıyla…

(soL)                                                       

Birgün KÖŞEBAŞI (4 Haziran 2024)

 

Bizi uzayıp giden bir kötülük bekliyor (Hayri Kozanoğlu)

Tüketici fiyatları Mayıs ayında %3.37 artışla %75.45’e yükseldi. Bu Kasım 2022’den bu yana en yüksek yıllık artışa işaret ediyor. Bilindiği gibi Merkez Bankası’nın 2024 yılı sonu enflasyon tahmini %38. Yılın ilk 5 ayının fiyat artışları %22.72’yi bulduğuna göre bu hedefin tutması için yılın geri kalan bölümünde aylık enflasyonun %1.7 ile sınırlı kalması gerekiyor. Son 7 aydaki %2.0’lik aylık enflasyon bizi %42, %3’lük aylık enflasyon bizi %51’lik yıl sonu rakamlarına götürecek.

Şöyle bir hesaplama da yapabiliriz; yılın ilk 5 ayında enflasyon %22.72 çıktığına göre, 2024%38, 2025 %14 enflasyon hedefi birlikte düşünüldüğünde, bizi önümüzdeki 12 ay %19 civarında bir enflasyon bekliyor demektir. Bu durumda yıllık devlet tahvillerinin %42’lik faiz oranı Hazine’ye dolayısıyla hepimize çok yüksek bir faiz yükü getirir. Zaten Mehmet Şimşek’in sürekli yinelediği TL’deki değer kaybının enflasyonun altında kalacağı vaadiyle bu olgular birleşince, bu cazip fırsatı kaçırmak istemeyen “sıcak para” oluk oluk akıyor. Ancak bu girişler,  gelecek yıllarda ekonomiye çok yüksek bir reel faiz faturası çıkaracak.

Ana harcama grupları temelinde bakıldığında, aylık en fazla artış %9.60’le giyim ve ayakkabıda ve %7.08 ile konutta görüldü. Konuttaki artışa, doğal gazın 2023 seçim vaadi olarak 25m³’e kadarki kısmının parasız verilmesi uygulamasının kaldırılması tek başına %0.66 etki yaptı. Lokanta ve otellerdeki %5.53 artışta turizm sezonunun başlaması da bir etken.

Yıllık bazda bakıldığında eğitim %104.80, konut %93.21, lokanta ve oteller %92.94 en fazla artan gruplar oldu. Dar gelirli yurttaşlar bütçelerini büyük ölçüde üç kaleme, gıda, konut ve ulaştırmaya harcıyorlar. Bu üç grubun fiyat artışlarının sırasıyla %70.14, %93.21 ve %79.10 açıklanması, hissedilen enflasyonun resmi rakamlara göre bile,  manşet enflasyon %75.45’ten neden daha yüksek olduğunu gösteriyor.

En yüksek aylık artış gösteren kalemlere göz attığımızda, kakao %15.51 ile öne çıkıyor. Kahve ise %8.82 oranında zamlanmış. Ekmek fiyatlarının %5.43 yükselmesi “kuru ekmek” yiyenlerin dahi yüksek enflasyona maruz kaldığını gösteriyor. Taze meyveler Mayıs’ta  %6.98 artış gösterirken, tek teselli sebze fiyatlarının %12.14 düşmesi.

Yurt içi üretici fiyatları ise aylık %1.96 artışla yıllık %57.68 olmuş. Bu Mart 2023’ten bu yana gözlemlenen en yüksek yıllık oran. Üretici enflasyonunu en belirleyici sektör imalattaki fiyat artışları %60.31. Bir an için, “neyse, üretici fiyatları tüketici fiyatlarından biraz daha düşük” diye teselli bulunabilir. Ne yazık ki bu çıkarsama da doğru sayılmaz. Çünkü üretici fiyatları tüketici fiyatlarına bire bir olmasa da zaman içinde yansır. Bu üretici enflasyonu düzeyi, 2024 %38, 2025 %14 tüketici fiyatları tahminlerinin de tutturulmasının neredeyse olanaksız olduğunun kanıtı sayılabilir.

Mehmet Şimşek’in ve Merkez Bankası yetkililerinin dilinde sürekli baz etkisiyle enflasyonun düşeceği iddiası var. Gerçekten de 2023’ün Temmuz %9.49, Ağustos %9.09 oranlarının aradan çekilmesiyle manşet enflasyonda bir gerileme görülecek. Burada ekonomi yönetiminin sinsi bir planı da seziliyor. Şöyle ki, elektrik, doğalgaz zamlarını, olası KDV-ÖTV artışlarını yılın ikinci yarısına erteliyorlar. Birincisi, böylece Temmuz enflasyonu görece yüksek gerçekleşse bile, yıllık enflasyon gerileyecek. Belki de daha önemlisi, kamu çalışanlarının ve emeklilerin maaş artışları ilk altı ayın enflasyonuna göre belirleneceği için, görece düşük bir zamdan sonra insanlar bir anda yüksek faturalarla karşılaşacaklar. Ayrıca döviz kurlarının yatay seyrinin enflasyonun bu kanaldan beslenmesini önlediğini de hatırlatalım. Çünkü ileriki aylarda döviz kurundaki olası bir sıçrama, enflasyona da yukarı yönlü bir basınç yapacak. Enflasyonda şimdilik “en kötü geride kalsa da”; bizi yüksek fiyat artışları, halk için hayat pahalılığı, derinleşen yoksulluk, yani uzayıp giden bir kötülük bekliyor.

                                                                /././

Genelge kasıtlı yaptırıma dönüşebilir (Nurcan Gökdemir)

“Yumuşamanın bize yansıması yok” diyen Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Seçer, tasarruf kararının kasıtlı yaptırımlara dönüşmesine dair kaygılı olduğunu söyledi. Seçer, barınak için alan tahsis edilmediğini de belirtti.

İki dönem milletvekilliğinden sonra yerel siyasete geri dönen isimlerden Vahap Seçer. Seçer, 2014 yerel seçimlerinde MHP’den belediye başkanı seçilen daha sonra 2018 yılında İYİ Parti’ye katılan Burhanettin Kocamaz’dan 2019 seçimlerinde yüzde 45 oyla başkanlığı devraldı. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde ise 5 yıl önceki oyunu arttırarak yüzde 59.5 oy desteğiyle ikinci kez Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Seçer, 2019’a göre 2024 yerel seçimlerinde oylarını açık ara en çok arttıran başkan oldu.

İlk dönem Belediye Meclisi’nde CHP’nin çoğunluğu olmaması dolayısıyla hem merkezi hükümetin hem de yereldeki iktidar partilerinden seçilen meclis üyelerinin engellemeleriyle karşılaşan Seçer, şimdi hem halk desteği en fazla artan başkan olma, hem ikinci kez seçilme hem de Meclis’te çoğunluğu elde etmenin özgüveni içinde var olan projeleri sürdürme, yenilerini hayata geçirme konusunda tüm ekibiyle çalışıyor.

Seçer’le, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın yeni binasında yeni dönemi ve güncel sorunları konuştuk.

Seçer’in sorularımıza verdiği yanıtlar ana başlıkları ile şöyle:

HİZMETİN KARŞILIĞINI SANDIKTA ALDIK

Ben bu seçimlere mevcut belediye başkanı olarak gittim. Bu şu demektir, biz bu seçimlere beş yıl süreli bir hazırlanma süreci yaşadık. Beş yıl Mersin'e yaptığımız hizmetler aslında bir seçim kampanyası süreci idi. Ne kadar Mersin halkını memnun edici hizmetlerle buluşturursak o kadar çok sandıkta karşılığımızı alacağımızı biliyordum. Nitekim de böyle oldu.

2019’da yönetime geldik. O günün koşullarında kucağımızda bir mali tablo bulduk ve insan kaynağı...  Bu şartları iyileştirmek için bazı önlemler devreye aldık, kendi bakış açımıza, kendi yönetim anlayışımıza göre… Kendi dünya görüşümüz doğrultusunda bir yönetim anlayışıyla Mersin halkına seçim öncesi verdiğimiz sözleri bir bir yerine getirme gayreti içerisinde oldum.

YÜZDE 60’DA HERKESİN OYU VAR

Bizim burada temel ilkemiz CHP'li bir belediye başkanı olduğumu gururla söylüyorum elbette ama başkanlık hizmeti yaparken parti kimliğimizi vatandaşların gözüne sokmamaktı. Bize oy veren, vermeyen, bizim partiye gönül vermiş, vermemiş, mensubu ya da değil, herkesin belediye başkanı olalım, herkesi kucaklayalım, hizmet götürelim istedik. Bence en büyük projemiz buydu. Ve bu da gerçekleşti. Projelerimiz vatandaşta memnuniyet yarattı, bize sempatiyi, güveni arttırdı. Ve sonuçta hangi siyasi görüşten ya da etnik yapıdan, inanç grubundan olursa olsun herkes şunu söyledi: “ Oy veririm vermem ama bu belediyecilikten memnunum. Ben falanca partiliyim ama ben Başkan’a oy vereceğim. Ben ideolojik bir adamım, kendi partim dışında kimseye oy vermem gönlüme, vicdanıma göre bu Başkan iyi bir başkan ve iyi hizmet yapıyor.” Yani bize oy vermediyse bile bu süreçte hiç kimse anti propagandamızı yapmadı.

Milliyetçilerin de sosyal demokratların da DEM Parti’ye gönül verenlerin de oy verdiğini biliyoruz. Bize verilen yüzde 60’ın içinde AK Partililerin de liberallerin de oyu var.

İKTİDARIN ENGELLEMELERİ

Biz burada bir CHP iktidarının modellemesini yaptık, nasıl bir iktidar hedeflediğimizi yerelde gösterdik. Bunu muhalefet belediyesi olarak iktidardan yönelen güçlüklere rağmen yaptığımızı da belirtmek isterim. Özellikle 2023 seçimlerine kadar çok büyük güçler yaşadık. Özellikle büyük yatırımlarda dış finans kullanımıyla ilgili sıkıntılarla karşı karşıya kaldık. En başta gelen projelerimizden olan metro yapımı için dış finans onayı bekledik, uzun zaman. Nihayet 2023 Ağustos ayında nihayet Sayın Şimşek imzaladı. Şimdi ilişkiler açısından çok kötü noktadayız diyemem ama bu iyileşmenin mazisinin çok yeni olduğunu da söylemeliyim.  Bundan iktidarın engellerinin kalktığı sonucu da çıkartılmamalı, hala sığ sularda yüzdürülüyoruz. Çok basit konular, izinlerle ilgili sorunlarla karşı karşıyayız. Basit bir yer tahsisini Hazine yapmıyor,  sebze meyve hali için tahsis bekliyoruz, gelmiyor, hizmet aksıyor doğal olarak. Bunu yaparak aslında bu kente, kentin insanlarına zarar veriyor iktidar.

Bazı konularda yaşadığımız rahatlıklar da yine iktidardan kaynaklanmıyor, bazı uluslararası finans kurumlarının fonlarının kullanımı İller Bankası onayına bağlı değil, o nedenle bunları kullanabiliyoruz.

Yani Ankara’da konuşulan yumuşamanın bize somut yansıması yok. Biz mücadelemiz, kurduğumuz ilişkiler sonucu kaynak aktarımını sağladık. (Erdoğan’ın eli kolu bağlı belediye başkanı modeli) Bu bir gerçek.

TASARRUF GENELGESİ’NİN YANSIMALARI

2021 yılında da bir genelge yayımlandı biliyorsunuz. O genelgeden dolayı yaşadıklarımız hatırlarda. Ona benzer genelge var şimdi. Bununla ilgili özellikle yerelde zorunlu işlerimize ilişkin büyük sıkıntılar yaşayacağımızı biliyoruz.

Ancak şunu söyleyebilirim, biz beş yılı geride bırakmış bir belediyeyiz. Bu süre boyunca hiç israf yapmadık. Bundan sonra tasarruf yapılması bizim için çok geçerli değil. Biz zaten her kuruşun değerini biliyoruz. Ve beş yıllık süre içerisinde yoktan var edip bu hizmetleri yapıp yüzde 60’a yakın bir oy almışsak bu, benim dediklerimi teyit ediyor. Geride kalan beş yılda Belediye Meclisi’nde büyük güçlükler karşılaştık, borçlanma yapamadık. Mevcut yasal gelirlerimizi en akılcı şekilde israf etmeden, ziyan etmeden, akılcı projeler için kullandık. “Bundan sonra tasarruf etme” kavramı bize çok oturmuyor, biz zaten tasarruf yapıyorduk. Aslında hükümet bizim gibi işini yapan, mali disiplini sağlamış, israftan kaçınan belediyelerin dışında diğer bakanlıklarına, kamu kurumlarına baksın. Oralarda israf, şatafat diz boyu. Yeni kazandığımız belediyelerdeki borç yükünü herkes görüyor. Elbet her belediye borçlanır ama bunun bir ölçüsü vardır.

Bu tasarruf kararının kasıtlı yaptırımlara dönüşmesi kaygımız var.

SOKAK HAYVANLARI SORUNU

Bizim temel yaklaşımımız itlaf değil kısırlaştırma. Belki bu zamanınızı alacak ama bu konuya bütçe ayırmak zorundasınız, tüm aktörlerin katılımını sağlamak zorundasınız, hayvanseverlerle, STK’lerle, veteriner odalarıyla işbirliği yapmalısınız. Bir başına belediyelerin üstüne yüklenecek bir olay değil. Merkezi hükümet kaynak sağlamak, katkı vermek zorunda.

Ama iktidarın bu konudaki tutumunun ne olduğunu da biliyoruz. Ben Mersin ölçeğinde bakıyorum. Çok taze bir örnek anlatayım. Mut ilçemizden çok şikâyet geliyor, orada Orman Bakanlığı'nın terk edilmiş bir yeri var. Orman Bakanlığı'ndan orayı istedik bir barınak yapalım diye. Üç yıl önce yaptık bunu. Bize ret yazısı geldi. Şimdi Antep'e istediğini veriyorsun da niye Mersin'e vermiyorsun?

Zaten muhalefet belediyeleri bir hayli güçlük içindeler. Yani bu işi de bir reklamla o güne getirip ondan sonra da işe yine sizin üzerimize bırakacaklarsa bundan çok fazla sonuç alma imkanı olmayacaktır.

GÜNDEM KARARTMA

Bu konunun (Sokak hayvanları) gündem karartma için de kullanıldığını görüyoruz. Örneğin, müfredat değişikliği… En çok bakan değiştiren ve her bakanın da müfredat değiştirdiği bir bakanlık Milli Eğitim Bakanlığı…

Atatürk ilkeleri çerçevesinde bir Milli Eğitim Müfredatı hazırlamak değil amaçları, ülkeyi yöneten iktidarın kendi ideoloji anlayışı doğrultusunda bir müfredatı uygulamaya koyup topluma dayatma anlayışı var. Bu toplumla örtüşmüyor. Veliler ve çocuklar müfredattan memnun değil, Türkiye jenerasyonlar kaybediyor.

Çeyrek asırlık bir iktidarın Avrupa'nın on yıllar önce çözdüğü bir sorunu üstelik de iktidarlarının son günlerine geldiklerini düşünürsek sürekli gündemde sıcak tutma çabasının amacını görüyoruz. Sokak hayvanları sorunu ile de müfredat değişikliğini gölgelemek istediklerini düşünüyorum.

10 TL’YE YEMEK

Mersin, Adana ile birlikte gelir dağılımında makasın en açık olduğu iki ilden biri. Yoksulluk bu iki kentin temel sorunu. 48 mahalle mutfağında üç kap yemeği 10 TL’ye veriyoruz, 5 TL’ye ekmek satıyoruz, sabahları çorba dağıtıyoruz, tenceremiz paylaşım için kaynıyor.  Toplu taşıma öğrenciye 1 TL, LGS ve YKS kurslarında 7 bin 200 öğrenciyi eğittik. Okuma salonları açtık.

YOKSULLUKLA MÜCADELE

İki seçim arasında oylarının yüzde 15 oranında artmasında yoksullukla mücadele politikalarının büyük önemi olduğunu söylüyor, Vahap Seçer. Bu alandaki projelerin diğer birimlerle birlikte yürütücülerinden biri de belediyenin Kadın ve Aile Hizmetleri Daire Başkanlığı. Gönüllülerin de katkısını alarak çalışmalarını yürüten bu birimin başında bir kadın bulunuyor. Daire Başkanı Şerife Hasoğlu Dokucu, tüm ekibin mesai mefhumu tanımadan çalıştığını anlatıyor.

Dezavantajlı kesimlere öncelik vermenin temel ilkeleri olduğunu vurgulayan Hasoğlu, yoksul yurttaşların tüm sorunlarını çözme gayretlerini sürdürürken temel hareket noktalarının kadının ekonomik yönden güçlenmesi olduğunu anlattı. Bunun için de Mersin’in tüm mahallerde kurduğu üretici kadın stantlarıyla Mersin’in tüm belediyelere örnek olacak bir model geliştirdiğini söyledi.

                                                                   /././

Yoksul halkın boğazını daha fazla sıkacaklar (Oğuz Oyan)

İnsanlar, enflasyonun düştüğünü duyunca fiyatların düştüğünü varsaymak istiyor. Ama aslında enflasyon artış hızında bir yavaşlama olacak. İktidar geçen yıl gaz fiyatlarını sıfır kabul etmişti (25 metreküpe kadar destek veriyordu) ve endekslemeyi öyle geçirdi. Mayıs'ta geçen sene yüzde 0,0 civarında bir enflasyon çıkmıştı. Bu yılın mayısında ise bu olumsuz baz etkisiyle yukarı doğru fırlayacağı biliniyordu.

Asıl zorluklar gelecek sene yaşanacak. Gelecek yıl yüzde 15'lik bir enflasyon hedefinin olma ihtimali yok. Önümüzdeki yıllarda enflasyonda azalış temposunun sürdürülemez gözüktüğü anlaşılıyor. Eğer enflasyonu çok hızlı düşürmek isterseniz o zaman milletin "kemerini değil boğazını" sıkmanız gerekecek.

Yoksulluk derinleşiyor ama iktidar ellerini ovuşturuyor. İnsanlar tepki vermeyince “demek ki program çalışıyor” diyorlar. Milyonlar tepki için sokağa çıkarsa o zaman çekinmeye başlarlar. 15-20 bin kişinin sokağa çıkarak tepki vermesini olumlu görüyorlar.

TÜİK, bir ücretleri ayarlama enstitüsü gibi çalışıyor. TÜFE'nin baskılanması iktidarın işine geliyor, bu yüzden de TÜİK'i çok sıkı denetim altında tutuyorlar. Mahkeme kararına rağmen TÜİK, enflasyon sepetine giren malların fiyatlarını ayrı ayrı açıklamaktan kaçınıyor. TÜİK'in açıklamak zorunda olduğu bir şey vardı. Halkın hissettiği enflasyon yüzde 120 diye bir açıklama yaptı. İki şey kullanıyor: biri diyor ki ben hedeflenen enflasyonu alırım. Memur maaşlarında bunu yaptı ve onu da uygulamadı. Hedeflenen enflasyon nedir? Ben 2024 için yüzde 33 öngörüyorum dedi. Memur sen onun da altında yüzde 15+10’a imza attı. Sarı sendika olunca üyesini değil esas patronu olarak gördüğü cumhurbaşkanı ve etrafına göre belirleme yapıyor.

Eskiden faiz sebep enflasyon netice diyordular. Şimdi ise ücret artışları sebep enflasyon neticeye geldik. Yolsuzluk ekonomisi değiştirilmeden tasarruf yapılması mümkün değil. Bu konuda da doğruyu söylemiyorlar. Yanlış kesimlerin talebini kısıyor ve bu sırada faizleri yükseltiyorsunuz. Bu durum yüksek geliri olanları olumlu etkiliyor.

                                                                      /././

Erdoğan’ın normali Türkiye’nin normali (Yaşar Aydın)

Hakkari Belediye Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış gözaltına alındı ve belediyeye kayyum atandı. Bu gelişme, 31 Mart seçimlerinin üzerinden sadece iki ay geçtikten sonra yaşandı. Bir kez daha AKP iktidarı, Kürt halkının yerel yöneticilerini seçme özgürlüğüne saygı göstermeyeceğini ve bunun için her türlü hukuksuz girişimin altına imza atacağını gösterdi.

Kayyum atama hamlesi, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın partisinin Kızılcahamam kampının kapanış konuşmasında kullandığı “güvenliğimizden taviz vermeyiz” cümlesinden bağımsız düşünülmemesi gereken bir olaydır. Cumhur İttifakı, Kobane davasında verilen karardan sonra Hakkari’ye kayyum atanmasıyla, başta Kürt sorunu olmak üzere ülkenin demokratik alana dair atılması planlanan adımların da sınırlarını çizmiş oldu.

REJİM DURDUKÇA…

Bu gelişmeyle birlikte Bahçeli’nin partisinin grup toplantısında “Usulde değişiklik olmaz” dediği noktaya geldik. Aslında hiç oradan ayrılmış değildik. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra oluşan ittifak ve 16 Nisan 2016 referandumu ile temelleri atılan rejim, tüm yaşananların tek ve gerçek nedenidir.

Yandaş medyanın yazarları bugünlerde “Mesaj alındı, değişim yolda” başlıklarını atmayı çok seviyor. Kavala her gün serbest kalırken Heybeliada Ruhban Okulu açılıyor, AYM kararları tanınıyor. Erdoğan bir kez daha demokrat lider oluyor. Tam da bunların yazıldığı saatlerde belediyelerin kapısına polis dayanıyor, Meclis’te etki ajanlığı yasallaştırılmaya çalışılıyor, MEB en gerici müfredat için süreci tamamlıyor. Yetmiyor, 1 Mayıs’ta gözaltına alınıp tutuklananlara toplamda 4 yüzyıla yakın ceza isteniyor. Ama Erdoğan mesajı aldı ve değişecek, hatta MHP’yi de ikna edecek, öyle mi? Tüm toplumun, sanki tüm bu yaşananların tek ve mutlak sorumlusu rejim ve o rejimi inşa edenler değilmiş gibi davranması bekleniyor. Hakkari Belediye Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış’ın gözaltına alınıp belediyeye kayyum atanması da göstermiştir ki, rejim durdukça ülkede demokrasinin kırıntısından bile bahsetmek mümkün değil.

NORMALLEŞME Mİ, NEREDE?

Erdoğan 31 Mart seçimlerinde bir kez daha kendisine destek vermeyi reddeden Kürtleri ve onların partisini kendi icadı olan normalleşme parantezinin dışına itti. Yöneticilerine yüzlerce yıl ceza verdi, belediyesine kayyum atadı. Çok açık biçimde en tepeden Kürtlere “size siyaseten yaşam hakkı yok” denildi. İşçinin yoksulun, emeklinin hakkını savunanlara 1 Mayıs göz altılarıyla gözdağı verdi. İşçilerin grevlerine polisle, jandarmayla müdahale edildi. MEB cumhuriyet tarihinin en gerici müfredatını kapalı kapılar arkasında hazırlayıp hayata geçirdi. Ne öğretmenin ne öğrencinin ne de velinin sesini dinledi. Cemaat ve tarikatlardan gelen talimat MEB üzerinde çok daha etkili oldu. Mehmet Şimşek çok açık biçimde ülkedeki milyonlarca emekliyi işçiyi açlığa mahkûm etti. Bütçede tasarruf adı altında yoksulun boğazından geçen son lokmaya da göz dikildi. Ama aynı saatlerde zengin Türklerin son bir yıl içinde yurt dışında 2 milyar dolarlık gayrimenkul satın aldıkları haberleri gazete sayfalarına düştü. Ekonomi büyümeye devam etti. Para sadece milyonlarca dar gelirli ve çalışan için yoktu. Ülkede her şey anormal bir şekilde ilerlerken, yolunda giden tek bir şey yokken sadece siyasetin tepesinde yaşanan “normalleşme” mümkün mü? Bahçeli ve Erdoğan’ın geçen hafta yaptıkları tüm konuşmaların özeti kendilerinin alanını daraltmayacak “makul bir muhalefet” istedikleridir. Böyle bir tercih mümkün tabii. Ama Erdoğan ve Bahçeli’nin çağrısına uyup “makul muhalefet” yolundan gidenleri milletin emekli ettiğini ve şimdilerde Sapanca’da torun baktığını da unutmamak gerekiyor.

(BİRGÜN)

Ali Koç ve Aziz Yıldırım sadece Fenerbahçe için değil, silah ticareti için de yarışıyor + Patronlar Fenerbahçe için yarışacak: Erdoğan, cemaat, özelleştirme, peşkeş... -Yalçın Çuğ/soL-Özel

 

Ali Koç ve Aziz Yıldırım sadece Fenerbahçe için değil, silah ticareti için de yarışıyor 

Önümüzdeki günlerde Fenerbahçe Spor Kulübü'nün başkanlığı için yarışacak olan Ali Koç ve Aziz Yıldırım, aynı zamanda askeri sanayi alanında da birbirlerine rakipler.

Önümüzdeki günlerde gerçekleştirilecek olan Fenerbahçe Spor Kulübü'nün kongresinde, Ali Koç ve Aziz Yıldırım kulüp başkanlığı için yarışacak.

Ancak Yıldırım'ın geçen günlerde yapmış olduğu bir açıklama, ikilinin yalnızca Fenerbahçe için yarışmadığını bir kez daha hatırlattı: Yıldırım ve Koç, askeri sanayi alanında da yarışıyor.

Yıldırım'ın sahibi olduğu Dearsan Tersanesi çeşitli tiplerde askeri gemiler üretirken, Koç Holding bünyesinde faaliyet yürüten RMK Marine ve Otokar ise deniz ve karaya yönelik askeri teçhizatlar üretiyor.

Yıldırım'ın da Koç'un da müşteri listesinde Türkiye başta olmak üzere çeşitli devletler bulunuyor.

Gelişen sektör savunma sanayi: 2 bin 500'ün üzerinde şirket

İnşaat ve enerji alanlarının yanı sıra Türkiye'nin büyük yatırımlarda bulunduğu sektörlerden birisi de askeri sanayi.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü, geçen yıl 2022 yılında en çok silah ve askeri hizmet satışı yapan ilk 100 savunma sanayisi şirketini açıklamıştı. Listede ASELSAN, Baykar, Türk Havacılık Uzay Sanayii ve Roketsan olmak üzere Türkiye'den de dört şirket yer almıştı. Türk şirketlerinin toplam gelirlerinin bir yıl içinde yüzde 22 artarak 5,5 milyar dolara ulaştığı da aktarılmıştı.

Türkiye'de askeri sektörde faaliyet yürüten firmalar, bu dört şirketle sınırlı değil. 2023 yılının Kasım ayında açıklamalarda bulunan Savunma Sanayi Başkanlığı Başkanı Haluk Görgün, sektörün 80 binin üzerinde çalışana ve sadece savunma sanayisinde faaliyet gösteren 2 bin 500'ün üzerinde şirkete ulaştığını belirtmişti.

Katıldıkları uluslararası fuarlarda "Kendi ordunuz bu ürünü kullanıyor mu?" ve "Ordunuz ürüne referans olacak mı?" sorularıyla karşılaştıklarını aktaran Görgün, "Ordumuz kullanmakla kalmıyor. Bu ürünlerin her birinin geliştirilmesinde bizzat proje mühendisi gibi çalışıyor, kullanıyor, sahadaki uygulamalardan firmalarımıza geri dönüş yapıyor. O güncellemelerle birlikte silahlarımız, mühimmatlarımız, platformlarımız geliştiriliyor" cevabını verdiklerini aktarmış ve eklemişti:

"170'ten fazla ülkeye platform, sistem, alt sistem, mühimmat ihraç edebilen, 250'nin üzerinde ürünü sunabilen bir konuma geldik."

2024-2028 yıllarını kapsayan 12. Kalkınma Planı'nında ise 2028 yılında savunma ve havacılık sanayisi cirosunun 26 milyar dolara, ihracatın 11 milyar dolara, istihdamın 158 bine, yerlilik oranının da yüzde 85'e çıkartılmasına dair hedefler yer almıştı.

Kısacası Türkiye savunma sanayisine yatırımlar yapıyor ve yapmaya devam edecek. Bu kapsamda hükümet tarafından desteklenen sermaye sınıfı, hem Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hem de çeşitli ülkelerin ordularına askeri teçhizat üretiyor.

Devletin son anlaşmalarından birisi de Yıldırım'la

Türkiye devletinin savunma sanayine dair yaptığı son anlaşmalardan birisi de Dearsan Tersanesi'yle oldu. Askeri ve sivil gemiler üreten şirketin sahibi Fenerbahçe Spor Kulübü'nün başkan adaylarından olan Aziz Yıldırım.

Geçtiğimiz günlerde düzenlediği kahvaltıda basın mensuplarıyla bir araya gelen Yıldırım, Ocak ayında Türkiye Devleti ile savunma sanayi anlaşması yaptıklarını ve bu anlaşma kapsamında gemi üreteceklerini açıkladı.

Yıldırım yaptığı açıklamada, “Türkmenistan’da 45 donanma gemisi yaptık. Katar, Nijerya, Tanzanya’ya gemiler yaptık. Bugüne kadar Türkiye’yle çalışmıyorduk. İlk kez ocak ayında savunma sanayi anlaşması yaptık, gemi yapacağız. Allah’a şükür iyi kazanıyoruz. Parayı harcayacak yer arıyorum” dedi.

Askeri ve sivil gemiler üretiyor

Askeri ve sivil gemilerin inşasını, fabrikasyonunu, onarımını ve modifikasyonunu gerçekleştiren Dearsan, 1980 yılından beri faaliyet göstermekte.

Karakol botu, açık deniz karakol botu, korvet, hızlı müdahale botu, çıkartma gemisi, eğitim gemisi, mayın avlama gemisi, hidrografik araştırma gemisi, çok amaçlı açık deniz destek gemisi, araştırma gemisi, fırkateyn, hafif hücum denizaltı, denizaltı arama kurtarma gemisi, silahlı insansız deniz aracı ve hücum botu gibi askeri gemiler üreten şirket, aynı zamanda römorkörler, hızlı yolcu feribotu, yakıt ve kimyasal tankerler gibi sivil gemiler de üretiyor.

Türkiye için daha öncesinde de üretim yaptı

Dearsan'ın sahibi Yıldırım her ne kadar "Bugüne kadar Türkiye'yle çalışmıyorduk" dese de gerçek çok daha farklı. 

2007 yılında Dearsan Tersanesi ile Savunma Sanayii Müsteşarlığı arasında imzalanan sözleşme kapsamında, 16 adet Tuzla sınıfı karakol gemisi, Türk Deniz Kuvvetleri'nin operasyonel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Dearsan Tersanesi tarafından tasarlandı ve inşa edildi. Keşif, gözetleme, karakol ve denizaltı savunma harbi gibi görev fonksiyonlarını karşılayacak olan gemilerin teslimi, 2015 yılında tamamlandı.

                                    Tuzla sınıfı karakol gemilerinden biri olan TCG Karabiga

Ancak Dearsan'ın Türkiye ile ticareti bununla da sınırlı değil. Dearsan ve Milli Savunma Bakanlığı arasında 2020 yılında yapılan sözleşme kapsamında inşa edilen TCG Kızılırmak ve TCG Yeşilırmak isimli römorkörler de 2021 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın hizmetine girdi.

TCG Kızılırmak ve TCG Yeşilırmak römorkörlerinin hizmete girdiği Gölcük Deniz Ana Üs Komutanlığı'nda düzenlenen tören

Çeşitli devletler de müşterisi

Dearsan'ın teçhizat imalatı Türkiye ile sınırlı değil. Yurtdışı menşeli birçok firma ve kişiye ürün satan şirket, çeşitli devletlere de satışlar gerçekleştiriyor.

Dearsan'ın son yıllarda çeşitli devletlerle yaptığı sözleşme ve işlerin bazıları şöyle:

  • 2021 yılında Türkmenistan Deniz Kuvvetleri için "Deniz Han” isimli korvet üretildi. Deniz Han gemisine ASELSAN tarafından geliştirilen GÖKDENİZ yakın hava savunma sistemi (CIWS) ve ROKETSAN Denizaltı Savunma Harbi (DSH) Roketi ve Atıcı Sistemi entegre edildi.
  • 2023 yılında Dearsan ile Nijerya Deniz Kuvvetleri Komutanlığı arasında Nijerya Donanmasının Sancak Gemisi olan tarihi öneme sahip NNS ARADU (F89) Fırkateyninin Modernizasyon projesi kapsamında sözleşme imzalandı.
  • Yine geçen yıl 129 milyon dolar yatırım ile Dearsan ve Tanzanya Ulaştırma Bakanlığı arasında tersane inşasına dair anlaşma imzalandı.
  • 2024'te Doha Uluslararası Denizcilik Savunma Fuarı’nda Katar Deniz Kuvvetleri ve Dearsan Tersanesi arasında 2 adet 50 metre Yüksek Süratli Hücumbot tasarım ve inşa projesi kapsamında bir sözleşme imzalandı.
  • Geçtiğimiz aylarda ise Dearsan'nın Nijerya Deniz Kuvvetleri için inşa ettiği, geçen yıl ekim ayında ilki denizle buluşan 76 metrelik açık deniz karakol gemisinin ikincisi denize indirildi.
    Doha Uluslararası Denizcilik Savunma Fuarı’nda Katar Deniz Kuvvetleri ve Dearsan Tersanesi arasındaki imza töreni

Yıldırım'ın Koç'la rekabeti Fenerbahçe ile sınırlı değil

Öte yandan Yıldırım, önümüzdeki günlerde gerçekleştirilecek olan Fenerbahçe Spor Kulübü'nün kongresinde başkanlık için mevcut başkan Ali Koç ile karşı karşıya gelecek. Ancak Koç ve Yıldırım'ın rekabeti yalnızca Fenerbahçe ile sınırlı değil.

Koç da Yıldırım gibi askeri sanayide faaliyet gösteren şirketlere sahip: RMK Marine ve Otokar.

Koç Holding bünyesinde bulunan RMK Marine askeri gemiler üretirken, Otokar ise kara savunmasına ilişkin ürünler üretiyor.

RMK: İçişleri Bakanlığı ve TSK müşteriler arasında

En büyük alana sahip özel sektör tersanelerinden biri olan RMK Marine, 1997 yılında Koç Holing tarafından satın alındı.

"Ülkemizin savunma sanayi ihracatını arttırmak ve Türk Deniz Kuvvetleri'nin ihtiyaçlarına uygun projeleri gerçekleştirmek" gibi iddialara sahip olan şirket, askeri ve ticari gemiler üretiyor.

Ticari gemi kapsamında tankerler, offshore gemileri ve iş botları üretilirken, askeri gemi segmentinde de havuzlu çıkarma gemisi, süratli taarruz botu, çok maksatlı sahil güvenlik gemisi ve korvet projeleri bulunuyor.

RMK Marine'nin müşterileri arasında İçişleri Bakanlığı'na bağlı Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı Türk Deniz Kuvvetleri bulunuyor.

Sahil Güvenlik Komutanlığı için inşa edilen ve teslimleri 2013 ve 2014 yıllarında gerçekleştirilen Sahil Güvenlik Arama ve Kurtarma Gemisi Projesi, bugüne kadar Türkiye’de özel sektör tersaneleri tarafından realize edilen en büyük muharip gemi projesi olma özelliğine sahip.

Öte yandan 2000 yılında RMK tarafından inşa edilen TCG Albay Hakkı Burak ve TCG YZB İhsan Tulunay isimli akaryakıt ikmal gemileri de Türk Deniz Kuvvetleri’ne satılmıştı.

Otokar: NATO ve BM'nin de tescilli tedarikçisi

Koç'un diğer savunma sanayi şirketi ise Otokar. 

Tekerlekli zırhlı araçlar, insansız robotik araçlar, paletli zırhlı araçlar ve kule sistemleri de dahil olmak üzere kara sistemleri üreten Otokar, 1963 yılında kuruldu ve 13 yıl sonra Koçlar tarafından satın alındı.

Sakarya’daki 552 bin metrekare alana kurulu fabrikasında üretim gerçekleştiren şirket, Romanya ve İtalya'daki fabrikalarında da faaliyet yürütüyor.

Akrep ve Ural tipi zırhlı araçların tasarımcısı ve üreticisi olan Otokar, bu zamana kadar Türkiye Devleti'ne çok sayıda tekerlekli ve paletli zırhlı araç ile uzaktan komutalı silah sistemi sattı, satmaya da devam ediyor.

                                                         Otokar'ın ürettiği Akrep II

Otokar, askeri araçlarda NATO ve Birleşmiş Milletler'in de tescilli tedarikçisi. Ayrıca Otokar'ın, çeşitli ülkelerin silahlı kuvvetleri ve güvenlik güçleri tarafından aktif olarak kullanılan 33 binden fazla askeri aracı bulunuyor.

Geçtiğimiz yıllarda Otokar'ın eski Genel Müdürü Serdar Görgüç de, Batı'da kendi sanayileri olan ülkelerin askeri ürünleri kendi imalatçılarından almak istediğini belirterek, şöyle konuşmuştu:

"Dolayısıyla bizim ilk önceki hedef pazarlarımız, uygun teknolojisi olmayan, kendi ülkelerinde üretim yapmayan dost ve müttefik ülkelerin ihtiyaçları çerçevesinde onlara cevap vermek şeklinde. Dolayısıyla bu tip bir sürü ülke var. Genel olarak sayarsak, Otokar'ın pazarları, aslında kendisi üretmeyen tüm dünya. Güney Amerika, Afrika, Körfez ülkeleri ve Asya'da bu tip ihtiyaçları doğan her türlü dost ve müttefik ülkenin ihtiyaçları ve bütçeleri çıktıkça, onlara cevap vermek için seferber oluyoruz."

                                                                 /././

Patronlar Fenerbahçe için yarışacak: Erdoğan, cemaat, özelleştirme, peşkeş...

Fenerbahçe Spor Kulübü'nün seçimleri önümüzdeki hafta gerçekleştirilecek. Yönetime aday olan Koç da Yıldırım da listelerini açıkladı. İki listenin de ortak noktası patronlar...

AKP eliyle büyütülenler mi, Gülen cemaatiyle dirsek temasında olanlar mı?

Aile sermayesiyle yönetim kurulu koltuklarında oturanlar mı, özel okul kurup öğretmenlerin maaşını ödemeyenler mi?

Erdoğan'ın dünürleri mi, Davutoğlu'nun eski damadı mı?

Savcıya rüşvet verip gözaltına alınanlar mı, özelleştirmelerden pay kapanlar mı?

İşte önümüzdeki hafta yapılacak olan Fenerbahçe Spor Kulübü'nün yönetim seçimlerinde yarışacakların listesi.

Aziz Yıldırım'dan Ali Koç'a

3 Haziran 2018 tarihinde Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda Fenerbahçe Spor Kulübü'nün olağan kongresi gerçekleştirildi. Fenerbahçe yönetiminin belirleneceği kongrede, 20 yıldır Fenerbahçe'nin başkanlığını yapan Aziz Yıldırım ve Ali Koç karşı karşıya geldi. 

Fenerbahçe futbol takımının 4 sezondur şampiyon olamadığı bir atmosferde gerçekleştirilen kongreye, yaklaşık 26 bin delege katıldı. Rekor katılımın sağlandığı kongrede, sıkça "Ali Koç başkan, Fenerbahçe şampiyon" sloganları atıldı. Kongre sonucunda, oyların yüzde 77,6'sını alan Koç yeni başkan seçilirken, Yıldırım ise 1998 yılından beri devam ettirdiği başkanlık görevini yuhalamalar eşliğinde noktaladı.

Ali Koç başkan oldu ama Fenerbahçe şampiyon olamadı. Koç başkanlığında geçen 5 sezonda da şampiyonluk gelmezken, bu sezonun kazananı ise yarın oynanacak maçlarla belirlenecek. 

Patronlar yarışacak

Fenerbahçe'nin 2013-2014 sezonundan beri şampiyon olamaması, başkanlık tartışmalarını yeniden başlattı. 31 Mayıs'ta gerçekleştirilecek olan 62. Fenerbahçe Spor Kulübü Kongresi'nde iki aday yarışacak: Birisi mevcut başkan Ali Koç, diğeri ise eski başkan Aziz Yıldırım.

Önümüzdeki hafta gerçekleşecek Koç ve Yıldırım rövanşının sonucu ne olur? Bilinmez. Ancak iki ismin de açıkladığı yönetim kurulu listeleri çok şey anlatıyor: "Futbol asla sadece futbol değildir"...

Önümüzdeki hafta Fenerbahçe'de patronlar karşı karşıya gelecek. Kimisi Erdoğan'la olan akrabalığı sayesinde büyümüş, kimi özelleştirme ihalelerini kapmış, kimisi savcılara rüşvet vermiş... Örneğin listelerde yer alan "en yoksul" kişi, bürosunda 60 işçi avukat çalıştırıyor.

Ali Koç ve Aziz Yıldırım'ın faaliyetleri zaten tüm kamuoyunun malumu. Kısacası önümüzdeki hafta Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda sermayedarların yarışına tanık olacağız. 

Yönetim kurulu listesi mi, patron listesi mi?

Koç, geçtiğimiz günlerde yönetim kurulu listesini açıkladı. Listede kamuoyunun yakından tanıdığı Acun Ilıcalı'nın yanı sıra neredeyse herkes patron:

  • Medicana Sağlık Grubu Yönetim Kurulu Başkanı ve Fenerbahçe Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Hüseyin Bozkurt, 
  • Koç’la birlikte İlim Yayma Cemiyeti’ne ait bir lisede iftar veren Özaktaç Grubu’nun kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Özgür Özaktaç, 
  • Doğuş Grubu adına listeye sokulan ve Garanti BBVA, Beymen Grup ile Atom Bank’ın yönetim kurullarında yer alan Ergun Özen, 
  • Manavgat ve Maldivler’de ikişer oteli bulunan ve 2021 yılında Gürallar adını değiştirerek Gürok Grubu adını alan şirketin yönetim kurulu başkanvekili Esin Güral Argat,
  • Babası çelik patronu ve arsa zengini olan, kendisi ise otel ve restoran zincirlerinden oluşan Lucis Global isimli çatı şirketinin kurucusu olan Cenk Öztanık,
  • Türkiye genelindeki Forum Alışveriş Merkezleri’nin de sahibi olan ve demir çelik sektöründe paravan şirketler üzerinden kamuyu zarara uğrattığı iddia edilen firmalara yönelik 2022 yılında gerçekleştirilen "Demir Yumruk"  operasyonunda tutuklanan Hulusi Belgü.

Bu liste daha da uzar. 

Öte yandan Koç'un listesinde yer alan bazı isimler daha fazla ön plana çıkıyor:

Ahmet Ketenci: Erdoğan'la akrabaklıktan zenginliğe

Ahmet Ketenci’nin annesi Aysel Ketenci, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kuzeni. Ancak Ketenci’nin Erdoğanlarla ilişkisi bununla da sınırlı değil. Ahmet Ketenci’nin ablası, Erdoğan’ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan’la evli.

Ahmet Ketenci’nin babası ise taksiciyken bir anda zenginleşen Osman Ketenci. İstanbul’da en fazla taksi plakasına sahip kişiler arasında olduğu belirtilen Osman Ketenci’nin, sahibi olduğu villaların değerinin 50 milyon liranın üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Osman Ketenci’nin, neredeyse tamamı İSKİ koruma havzasında bulunan Çatalca’ya bağlı Kabakça Köyü’nde 10 adet villası bulunuyor. Söz konusu bölgede bulunan yedi parselden beşinin, 2014’te tarım alanından konut alanına çevrilmesi dikkat çekiyor.

Erdoğan sayesinde zenginleştikleri belirtilen Ketenci ailesinin oğlu Ahmet Ketenci ise iş hayatına İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı iştiraklerden Beltur'da genel müdür olarak başladı. Daha sonrasında Erdoğan’ın destekleriyle Süper Lig’de başarı kazanan Başakşehir Futbol Kulübü'nde yönetim kurulu üyeliği ve asbaşkanlık görevlerini yaptı.

Fenerbahçe yöneticisi Ahmet Ketenci, geçen sene oynan Ankaragücü maçının devre arasında hakem odasını basarak hakem Attila Karaoğlan'ı, Erdoğan'ın adını kullanarak tehdit etmesiyle de gündeme gelmişti.

Burak Kızılhan: Öğretmenlere ödenmeyen maaşlar ve rüşvet operasyonu

2010 yılından itibaren aile şirketi olan AE Mühendislik ve İnşaat Şirketi’nde çalışmakta olan Burak Kızılhan, şu anda şirketin yönetim kurulu başkanı.

Konut, otel, ticari yapı, alışveriş merkezi, sağlık tesisi, tema park, endüstriyel tesis, spor kompleksi, ulaşım ve altyapı tesisleri inşa eden şirket, Türkiye dışında özellikle Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri, Azerbaycan ve çeşitli Afrika ülkelerinde faaliyet gösteriyor.

Ayrıca Burak Kızılhan’ın babası Kemal Kızılhan, 2018 yılında GEO Kolejlerini kurdu. Burak Kızılhan’ın da yönetim kurulunda bulunduğu kolej, öğretmenlere maaş ödenmemesiyle sıkça gündeme geldi ve açılışından yalnızca 2 yıl sonra ailenin kararı doğrultusunda faaliyetlerini sonlandırdı.

Öte yandan Burak Kızılhan, tefecilik ve rüşvet operasyonlarıyla da gündeme geldi. AE Mühendislik ve İnşaat’ın işlerinin bozulması nedeniyle Kızılhan, tefecilere çek verip karşılığında nakit para alacaktı. Ancak Kızılhan verdiği çeke karşılık tahsilat yapamadı ve bunun üzerine savcı Lütfi Kara ile anlaştı. Anlaşmaya göre, savcı Kara tefeci olduğu belirtilen kişilere operasyon yapacak ve karşılığında 100 bini peşin olmak üzere toplamda 1 milyon dolar alacaktı. Operasyon gerçekleştirildi ve gözaltına alınanlardan 3'ü tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi. Söz konusu üç kişiye liderlik ettiği belirtilen şahıs ise adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk edildi. İddianameye göre liderlik yapan şahıs, ifade sırasında savcı Kara'ya 250 bin dolar rüşvet teklif etti ve savcı Kara teklifi kabul etti. İhbar üzerine Kızılhan, babası, ortağı ve savcı Kara hakkında “rüşvet almak” ve “rüşvet vermek” suçlarından dava açıldı.

Erol Bilecek: 'Grev olmasa da olur' diyen eski TÜSİAD başkanı

Koç’un yönetim kurulu listesinde yer alan isimlerden birisi de Erol Bilecik oldu. Bilecek, 2017-2019 yılları arasında patronlar kulübü Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanlığını yaparken, Koç da TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısıydı.

Aynı zamanda bilişim teknolojisi alanında faaliyet gösteren Index Grup’un Yönetim Kurulu Başkanı olan Bilecik, TÜSİAD başkanlığı döneminde sıkça Koç ile birlikte Erdoğan’ı ziyaret etti. Erdoğan’ın "Kabineye iş adamı alabiliriz" sözleri de bu döneme denk geliyor.

Darbe girişiminin ardından uygulanmaya başlayan OHAL hakkında konuşan Erdoğan, “OHAL sayesinde fabrikalarda greve anında müdahale ediyoruz” demiş, Bilecik ise işçi düşmanlığını şu ifadeleriyle somutlamıştı:

"Sayın Cumhurbaşkanımızın söylemek istediği biraz daha farklı bir şey. Toplam demokrasi boyutuna ve bütün bunun bileşenlerine bakıldığı zaman grev de tabii ki bir hak. Ama aslolan şu; iyi ekonomiyi besleyen ana noktalarına bakıldığı zaman işvereniyle işçisiyle bütünlüktür. Topyekûn bakıldığında umuda koşan, iyiliğe koşan ve güçlü bir iş dünyası ekosisteminin tıkır tıkır çalışmasıdır. Yani grev hakkının bu noktalardaki ifadesi olmasa da olur diye düşünüyorum."

Nedim Keçeli: Oktar 'yetiştirdiği talebeleri' arasında saymıştı

Nedim Keçeli ve babası Orhan Keçeli, lüks konut, iş merkezi ve otel projeleri inşa eden Seba İnşaat’ın kurucu ortakları arasında yer alıyor.

İstanbul Belediyesi Adalet Partisi (AP) Meclis Grup Başkanlığı yapan Orhan Keçeli, AP İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyeliği ve İl Sekreterliği görevlerinde bulundu. Daha sonrasında da Doğru Yol Partisi (DYP) İstanbul İl Başkanlığı ve DYP’de Ekonomik ve Mali İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı yaptı.

Çeşitli cemaatlerle ilişkisi olduğu iddia edilen Orhan Keçeli’nin yanı sıra Koç'un listesinde yer alan oğlu Nedim Keçeli’nin de Adnan Oktar’a yakın isimler arasında olduğu biliniyor. Kamuoyunda “Kedicikler” olarak bilinen kadınlar arasında yer alan Tülay Kumaşçı, operasyon öncesinde Oktar’a yakın olan ünlü isimlere dair konuşmuştu. Bu isimlerden birisi de Nedim Keçeli’ydi. Ayrıca Oktar da bir programında “yetiştirdiği talebelerini” tanıtırken Keçeli’yi ve Keçeli gibi Koç’un yönetim kurulu listesinde yer alan Acun Ilıcalı’yı saymıştı. Sonrasında açıklamada bulunan Ilıcalı, Oktar'ın sözlerini doğrulamış ve "Annemlerin rahmetli olduğu bir dönem. Manevi açıdan yakın hissettiğim dostlarımla bir dönem görüşmüşlüğüm oldu. 35 sene önce. 1 buçuk, 2 yıl. Sonra bulunduğum ortamı beğenmeyerek ayrıldım" demişti.

Hamdi Akın: Özelleştirmelerden payını kaptı

Listede yer alan Hamdi Akın da AKP döneminde büyüyen isimlerden. Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı olan Akın, Forbes Dergisi'nin 2024 yılında açıkladığı “Türkiye Milyarderler Listesi'' listesinde 1,4 milyar dolarlık serveti ile 20. sırada yer alıyor.

2005 yılında Mersin Limanı’nın 36 yıllık işletme hakkını alan Akfen Holding, birkaç yılda satın alma bedelini çıkararak, limandan çok büyük karlar elde etmeye devam ediyor. Öte yandan Akfen Holding, İstanbul Atatürk Havalimanı başta olmak üzere pek çok havalimanını işleten TAV'ın ortağı.

Madenciliğe de el atan Hamdi Akın, Kastamonu’nun Hanönü ilçesine bağlı Sepetçi Köyü’nde 22 milyon ton bakır rezervini işleten Acacia Madencilik şirketinin de yönetim kurulu başkanlığını sürdürüyor.

Yine AKP döneminde özel sektöre açılan elektrik üretimine yönelik santral yatırımları, şehir otelleri zincirleri de grubun hızlı büyümesini destekleyen yatırımlar arasında bulunuyor.

Ayrıca Hamdi Akın düşük vergileri nedeniyle "vergi cenneti" olarak bilinen ve Erdoğan’ın da oradaki şirketlere para aktardığı iddia edilen Man Adası’yla gündeme gelmişti. Pek çok şüpheli müşteriye hizmet verdiği ortaya çıkan Appleby’nin Man Adası birimi kayıtları arasından, Hamdi Akın’a ait şirketler de çıkmıştı. Appleby’ye ait belgelere göre Jersey merkezli olan bu şirketler, Hamdi Akın Group’a bağlı görünüyordu.

Akfen son olarak Söğütlüçeşme’de yapmak istediği AVM projesiyle gündeme gelmişti.

Hakan Safi: Özelleştirmeler, ihaleler, Erdoğan'la Şili ziyareti

AKP’ye yakınlığıyla bilinen Safi Gayrimenkul ve Yatırımları Sanayi Şirketi’nin yönetim kurulu başkanı Hakan Safi de Koç’un listesinde yer alan isimler arasında. Yeraltı madenciliği, hafriyatçılık, armatörlük, liman işletmeciliği, deniz hizmetleri gibi farklı sekterlerde faaliyet gösteren şirketler grubunun, beş farklı alt şirketi bulunuyor.

2014 yılında yapılan 543 milyon dolar ödeme karşılığında Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) Genel Müdürlüğü’ne ait Kocaeli Derince Limanı’nın 39 yıllık işletme hakkı Safilere verildi. Geçen yıl ise şirketin işletme hakkı 2064’e kadar uzatıldı. Şirket, ticaret yasağından birkaç ay öncesinde İsrailli nakliyat firmasıyla anlaşmasını yeniledi ve “ZIM’in İzmit Körfezindeki tüm yüklerini Safiport’ta ağırlamaktan memnuniyet duyacağız" paylaşımında bulundu.

Safi Şirketlerinin, özelleştirmelerden kaptığı pay Derince Limanı’yla da sınırlı kalmadı. 2018 yılında şeker fabrikaları özelleştirilirken, Safi Katı Yakıt 528 milyon TL’ye Çorum Şeker Fabrikası’nı satın aldı. Özelleştirmeden birkaç ay sonra ödeneklerini alamadıklarını belirten işçiler ise eylem yaptı.

Geçen yıl Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın seçim öncesi dağıtmak üzere açtığı 39 bin 880 tonluk kömür ihalesini de 197 milyon 806 bin 288 TL’ye Safi Holding’e bağlı Safi Katı Yakıt kazandı.

Hakan Safi’nin kardeşi ve şirketin yönetim kurulu üyesi Sinan Atakan Safi ise bir dönem AKP Beyoğlu ilçe Örgütü’nde görev almış ve 2009 yılında gerçekleştirilen yerel seçimlerde AKP Beyoğlu Belediye Başkan Aday Adayı olmuştu. Hakan Safi ise Erdoğan'ın Şili ziyareti sırasında ona eşlik edenler arasında yer aldı.

Eren Dişli: AKP'yle yakın ilişki, Peker tarafından 'hediye' edilen şirket

Şu anda Sırma Grup’un yönetim kurulu üyesi olan Eren Dişli, Sırma Grup Yönetim Kurulu Başkanı Davut Dişli’nin oğlu olarak dünyaya geldi. Dişli ailesinin de AKP’yle olan ilişkisi dikkat çekici. Örneğin Eren Dişli’nin 2017 yılında evlenen ağabeyi Emir Haktan Dişli’nin nikah şahidi Recep Tayyip Erdoğan oldu.

Davut Dişli’nin kuzeni ise Şaban Dişli. Yani AKP’nin kurucu üyesi ve 22, 23, 24 ve 26. dönem AKP Sakarya milletvekili. Şaban Dişli, 2018 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile Türkiye'nin Hollanda Büyükelçisi olarak görevlendirildi.

Davut Dişli’nin diğer kuzeni ve Şaban Dişli’nin kardeşi ise 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen Gülenci darbe girişiminde bulunan “Yurtta Sulh Konseyi” adlı askeri oluşumun üyesi olduğu iddia edilen ve 141 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Mehmet Dişli.

Dişliler aynı zamanda ülkücü mafya Sedat Peker’in iddialarında da gündeme geldi. ANAP’lı eski Cumhurbaşkanı Mesut Yılmaz’ın kumar oynadığı görüntüleri ele geçirmesi nedeniyle tahliye edildiğini ve 5 milyon dolar para aldığını iddia eden Peker, Cengiz Holding’in sahibi Mehmet Cengiz’in kendilerine aracılık yaptığını söylemişti. Söz konusu 5 milyon dolar ile SimTel’i aldığını aktaran Peker, şirketin sonrasındaki akıbetini şöyle anlatmıştı:

“Fenerbahçe’nin altyapısında yöneticilik yapan Davut Dişli ve Mehmet Karasu’ya verdim. Rize’deki bütün devlet hastanelerini baştan aşağı yenileyin, özel hastane gibi lüks olsunlar, ayrıca da her ay maddi durumu olmayan insanlara benim adıma 25 buzdolabı, 25 çamaşır makinası daha doğrusu tüm ürünlerden 25’şer tane hediye edin” dedim. ‘Sizden para istemiyorum. Sizin de ekonomik durumunuz güçlensin’ diye belirttim. Tabi o zaman şimdiki gibi hiç biri zengin değildi. Para bendeydi.”

'Zengin dışarda kalsın para versin' diyen Yıldırım'ın listesi de patronlardan oluşuyor

Aziz Yıldırım, Koç'un yönetim kurulu listesini açıklamasının ardından "Zengin adam dışarıda kalsın parayı versin, içeride olursa çalışmaz. Yönetime çalışacak, koşturacak adam lazım" dedi.

Ancak Yıldırım'ın listesi de büyük oranda patronlardan oluşuyor:

  • İnşaat, tarım, turizm, enerji gibi çeşitli sektörlerdeki faaliyetlerini hem yurtiçi hem de yurtdışında sürdüren DAY Grubu’nun kurucusu Mahmut Nedim Uslu,
  • Ülker Grubu’na bağlı İman Ambalaj markasının CEO’su ve Murat Ülker’in kuzeni olan Mehmet İman,
  • Bilfen Okulları’nın kurucusu Ali Osman Öztürk’ün oğlu ve Bilfen Şirketler Topluluğu ile Bilfen Okulları Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Öztürk,
  • Liberal Demokrat Parti’nin kurucusu ve eski genel başkanı Besim Tibuk’un kızı olan ve Elifsu Turizm şirketi ile Net Holding’in yönetim kurullarında yer alan Hande Tibuk,
  • Cunda Denizcilik şirketi altında kuru yük gemi işletmeciliği ve armatörlüğü yapmakta olan ve denizcilik dışında gıda, gayrimenkul ve otelcilik sektörlerinde de faaliyet yürüten Mehmet Engin Özturan,
  • Türkiye’nin en büyük inşaat şirketlerinden biri olan ve turizm, enerji gibi alanlarda da faaliyet gösteren MÖN İnşaat ve Ticaret’in sahibi Nihat Özbağı.

Söz konusu liste devam ettirilebilir ancak Yıldırım'ın belirlediği ekip içinde de dikkat çeken bazı isimler bulunuyor:

Mithat Yenigün: Bakanlar inşaat için Libya'ya gitmişti

Mithat Yenigün, inşaat sektörünün yanı sıra enerji, turizm, yapı malzemeleri üretimi ve danışmanlık alanında faaliyet gösteren Yenigün İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin Yönetim Kurulu Başkanlığı pozisyonunda bulunuyor. Dünyanın en büyük 250 uluslararası müteahhit firmasından biri olan Yenigün; Forza Turizm, AGM Stratejik Çözümler, Yenigün Polska, Yenigün Enerji, Beyali Enerji, Noviy Den, Diyartuğ Tuğla ve Metok İnşaat gibi alt şirketlere sahip. Yenigün, bu şirketlerin de yönetim kurulunda.

AKP’ye yakınlığıyla bilinen Yenigün, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılaşmaya açılan 3,6 hektarlık eski Tank Fabrikası’nın ve askeri lojmanların bulunduğu araziye yapılacak konut projelerinin inşaatını üstlenmişti.

Dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan, iç savaşın ardından 2020 yılında Libya’ya gitmiş ve Ulusal Mutabakat Hükümeti ile elektrik başta olmak üzere enerji, bankacılık ve inşaat alanlarında işbirliğini görüşmüştü.

Bu dönemde Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı olan Yenigün ise şu ifadeleri kullanmıştı:

"Bu saatten sonra çok büyük iş çıkacak çünkü harap oldu maalesef Libya... Tahmin ediyorum en az 50 milyar dolar olur. Biz hazırız Libya'ya gitmeye. Hem gönüllü gideriz, hem de istekli gideriz ve iyi de çalışırız. En iyi biz biliyoruz orayı.”

Ahmet Özokur: Davutoğlu'nun eski damadı, Ülker ailesinin mensubu

Sabri Ülker’in torunu, Orhan Özokur’un oğlu ve Murat Ülker’in yeğeni olan Ahmet Özokur, Yıldız Holding’de uzun yıllar boyunca görev aldı. Yıldız Holding, bugün 300’den fazla markayla 5 kıtada faaliyetlerini sürdürüyor.

Öte yandan Özokur bir süre öncesine kadar yalnızca Ülker ailesine değil, Davutoğlu ailesine de mensuptu. Özokur, dayısı Murat Ülker’in çocukluk arkadaşı olan dönemin AKP’li Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun kızı Sefure Davutoğlu’yla evlenmişti. Evlilik, 2015 yılında tek celsede sonlandırıldı.

Söz konusu boşanmanın nedeninin ise kızgınlaşan AKP-Cemaat kavgası olduğu belirtiliyor. Özokur ailesi Süleymancı bir geleneğe sahip olmasına karşın Ahmet Özokur, Gülen cemaatine yakınlığıyla biliniyor. Gülen cemaatine üye olduğu belirtilen ve sosyal medya üzerinden cemaate yakın paylaşımlarda bulunan Özokur’un, AKP’li kayınpederi Davutoğlu’nu zor durumlara soktuğu iddia ediliyor.

17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasının ardından sızdırılan ve Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarında da gündemlerden birisi Ahmet Özokur ve Fenerbahçe seçimleri. İlk ses kaydında Erdoğan’ın, Fenerbahçe Kongresi’nde Aziz Yıldırım’a karşı Mehmet Ali Aydınlar’ı desteklediği duyuluyor. Konuya dair ikinci konuşma ise yönetimin Yıldırım tarafından kazanılmasının sonrasında gerçekleşiyor. Özokur’un, Yıldırım’ın listesinden seçime girmesi Erdoğan’ı sinirlendirirken, Erdoğan söz konusu konuşmada Özokur için “Namussuz, menfaat düşkünü, omurgasız, karaktersiz” gibi ifadeler kullanıyor.

Batuhan Özdemir: Limak'ın varisi ve 'FETÖ' tutuklusu

Kamuoyunda “Beşli Çete” olarak bilinen patronlardan birisi olan Nihat Özdemir’in oğlu Batuhan Özdemir, babasının şirketi olan Limak Grubu’nun yönetim kurulu üyesi. AKP döneminde çekilen peşkeşlerle büyüyen şirket, inşaat, enerji, turizm, çimento, altyapı, mekanik, gıda, teknoloji ve havacılık gibi birçok sektörde faaliyet yürütüyor.

TEKEL'in alkollü içki bölümü 17 fabrika, hammadde, stok ve varlıklarıyla 2004 yılında AKP eliyle özelleştirildi. TEKEL, içinde Limak'ın da yer aldığı MEY İçki Sanayi ve Ticaret AŞ isimli girişim grubuna 292 milyon dolara satıldı. Satıştan yalnızca iki yıl sonrasında TEKEL, 810 milyon dolara ABD’li Texas Pacific Group’a satıldı.

2008 yılına gelindiğinde Limak bu sefer de İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı’nı devraldı. Havalimanının dış hatlar terminalini 20 yıl süreyle işletmek için 2 milyar 279 milyon avro ödeme yapıldı.

Holding, 2010’da ise Uludağ Elektrik Dağıtım ve Çamlıbel Elektrik Dağıtım’ı, Cengiz-Limak-Kolin (CLK) ortaklığı ile satın alarak elektrik dağıtım sektörüne girdi.

2011’de İskenderun Limanı’nın 36 yıllık işletme hakkını alan Limak, 2013’te Yap-İşlet-Devret modeliyle yapılan yeni İstanbul Havalimanı’nın ihalesini 22 milyar avro teklifle kazanan Cengiz-Kolin-Limak-MAPA-Kalyon Ortak Girişim Grubu’nda yer aldı.

Şirket, 2017 yılında 1915 Çanakkale Köprüsü ve Malkara-Çanakkale Otoyolu Projesi’ni de içinde yer aldığı ortak girişim grubunun verdiği 10 milyar 354 milyon liralık teklifle kazandı.

Limak’a çekilen peşkeşler daha da uzar. Ancak Özdemir ailesinin futbola olan ilgisi de bu dönemlerde başladı. Fenerbahçe'de Ali Şen ve Aziz Yıldırım yönetimlerinde yer alan baba Nihat Özdemir, Aziz Yıldırım yönetiminde uzun yıllar Fenerbahçe Başkan Vekili olarak görev yaptı. 2019 yılında tek aday olarak girdiği seçimi kazanarak Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı oldu.

Yıldırım ise hazırladığı listeye Nihat Özdemir yerine oğlu Batuhan Özdemir’i dahil etti. Batuhan Özdemir ve eşi Aslı Özdemir, yargılandıkları “FETÖ” davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış ancak bir süre sonra tahliye edilmişlerdi. Çift 2020 yılında da “FETÖ” soruşturması nedeniyle akkında yakalama kararı çıkarılan eski Korgeneral Metin İydil’e yardım ve yataklık yaptıkları gerekçesi ve kaçmasına yardım edebilecekleri şüphesiyle gözaltına alınmıştı.

Taraftarlar mı, sermaye sınıfı mı kazacak?

Başta Türkiye Futbol Federasyonu olmak üzere futbol, sermaye sınıfının elinde. Sadece takımlar ve bu takımları yöneten patronların isimleri değişiyor.

Şimdi de Aziz Yıldırım ve Ali Koç tarafından açıklanan bu listeler, 31 Mayıs'ta gerçekleştirilecek olan 62. Fenerbahçe Spor Kulübü Kongresi'nde karşı karşıya gelecek.

Seçimlerin ardından Fenerbahçe taraftarları mı kazancak, yoksa seçilen sermaye sınıfının temsilcileri mi?

Ali Koç "Ali Koç'un başında olduğu Fenerbahçe şampiyon olamayacak. Başkanlığımın Fenerbahçe'ye zarar verdiği bir dönem oluyor" derken, Aziz Yıldırım ise "6 sene 3 ay Yargıtay cezamı onayladı. Padişah kalemimi kırmış ama geldim dedim. Hükümet ayrı devlet ayrı. Biz devletle kavga edemeyiz. Ama hükümetle haklı olduğumuz her zaman mücadele ederiz. FETÖ mücadelesinde iç içeydiler. O mücadeleyi yaptık" açıklamasına bulunuyor. Peki bu "cüretkar" sayılabilecek açıklamalarda bulunanlar, listelerinde AKP'lilere veya Gülen Cemaati ile bağlantılı isimlere neden yer veriyor?

Yalçın Çuğ/soL-Özel