7 Haziran 2024 Cuma

GÜNDEM BAŞLIKLARI - 7 Haziran 2024 -

Toprak Mahsulleri Ofisi 2024 hububat alım fiyatları açıklandı (Birgün)
Tarım ve Orman Bakanlığı, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin 2024 hububat alım fiyatlarını açıkladı. TMO makarnalık buğday için ton başına 10 bin, ekmeklik buğday için ton başına 9 bin 250 ve arpa için ton başına 7 bin 250 lira ödeme yapacak. Üreticiler ise birçok defa açıklama yaparak buğday taban fiyatının kilogram bazında 15 ila 18 TL olmasını talep etmişti.

Tarım ve Orman Bakanlığı, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin (TMO) 2024 hububat alım fiyatlarını açıkladı. TMO makarnalık buğday için ton başına 10 bin, ekmeklik buğday için ton başına 9 bin 250 ve arpa için ton başına 7 bin 250 lira ödeme yapacak. 

Bakanlık, buğday ithalatının 21 Haziran 2024'ten geçerli olmak üzere 15 Ekim 2024 tarihine kadar durdurulduğunu, bu tarihte oluşacak piyasa şartlarına göre durdurma işleminin ötelenebileceğini açıkladı. Bakanlık ayrıca, 2018 yılı eylül ayından bu yana yasak olan ve yurt içinde üretilen buğdaylarla yapılan kati un ihracatının serbest bırakıldığını, ekmeklik/makarnalık buğday ve arpa ile bunların kırıkları dahil ihracatının ise kontrollü olarak serbest bırakıldığını bildirdi. 

Tarım ve Orman Bakanlığı, 2024 yılı Toprak Mahsulleri Ofisi hububat alım fiyatları ve fark ödemesi desteklerini duyurdu. Bakanlık, Çiftçi Kayıt Sistemi'ne kayıtlı çiftçilere ayrıca buğday için ton başına 1750 liraya kadar, arpa için ton başına 750 liraya kadar fark ödemesi desteği verileceğini bildirdi. 

Toprak Mahsulleri Ofisi 2024 yılı hububat alım fiyatları şöyle:

"-Makarnalık buğday için ton başına 10 bin lira,

-Ekmeklik buğday için ton başına 9 bin 250 lira,

-Arpa için ton başına 7 bin 250 lira."

Bakanlığın açıklamasında, TMO 2024 hububat alım fiyatları ve fark ödemesi desteklerinin belli olduğu belirtilerek, "2024 yılı bitkisel üretimine yönelik TÜİK 1.Tahmin verileri açıklanmış olup, hububat grubunda geçen yıla göre ortalama yüzde 5,4 azalış beklenmektedir. Buğday üretiminin ise geçen yıla göre yüzde 4,5 azalışla 21 milyon ton olması beklenmektedir. Hububat hasadı şu anda ülke genelinde yaklaşık yüzde 5 seviyelerindedir" ifadelerine yer verildi.

14 Mayıs 2024 tarihinden itibaren üreticilere depolama imkânı sağlamak amacıyla TMO'ya arz edilen ürünlerin teslim alınmaya başlandığı kaydedilen açıklamada, şöyle denildi:

"Hasat başlangıcından bu güne kadar gelinen süreçte piyasalar yakından takip edilerek, bu gün itibariyle TMO hububat alım fiyatları ve fark ödemesi desteklerinin açıklanmasına karar verilmiştir. 2024 mahsulü hububat alım fiyatları (2. gruplar için) ton başına makarnalık buğdayda 10 bin TL, ekmeklik buğdayda 9 bin 250 TL, arpada 7 bin 250 TL olarak belirlenmiştir.

Bakanlığımızca Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlı üreticilerimize buğday için ton başına 1.750 TL'ye kadar, arpa için ton başına 750 TL'ye kadar fark ödemesi desteği verilecektir. Bakanlığımızca verilecek fark ödemesi desteği ile birlikte üreticilerimizin eline ton başına; makarnalık buğdayda 11 bin 750 TL,  ekmeklik buğdayda 11 bin TL, arpada 8 bin TL geçecektir."

Üreticilere ilave olarak gübre, mazot ve sertifikalı tohumluk desteği de verilmeye devam edileceği aktarılan açıklamada, ürün bedeli ödemelerinin 45 gün içerisinde doğrudan üreticilerin banka hesaplarına yapılacağı ifade edildi. 

"TİCARET BAKANLIĞIYLA BAZI TEDBİRLER ALINDI" 

Açıklamada, şunlar kaydedildi:

"Üreticilerimizin hasat döneminde arz yoğunluğu kaynaklı fiyat düşüşlerinden etkilenmesini önlemek, ihracatımız için gerekli hammadde tedarikini yurt içi üretimden karşılamak ve üretici lehine piyasa istikrarını sağlamak amacıyla Ticaret Bakanlığımızla birlikte bazı dış ticaret tedbirlerinin alınmasına ve uygulanmasına karar verilmiştir.

Bu tedbirler, 2018 yılı Eylül ayından bu yana yasak olan ve yurt içinde üretilen buğdaylarla yapılan kati un ihracatı serbest bırakılmıştır.
Ekmeklik/Makarnalık buğday ve arpa ile bunların kırıkları dahil ihracatı kontrollü olarak (TMO'dan uygunluk almak şartıyla) serbest bırakılmıştır.
Dahilde İşleme Rejimi kapsamında buğday ithalatı 21 Haziran 2024'ten geçerli olmak üzere 15 Ekim 2024 tarihine kadar durdurulmuş olup bu tarihte oluşacak piyasa şartlarına göre anılan durdurma işlemi daha ileri bir tarihe de ötelenebilecektir.
Alımlara ilişkin detaylar ile diğer ürün fiyatlarına ilişkin açıklama TMO tarafından yapılacaktır.

Tüm üreticilerimize hayırlı ve bereketli bir hasat sezonu diliyoruz.

CHP GENEL BAŞKANI ÖZGÜR ÖZEL'DEN TEPKİ

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Tarım Bakanlığı'nın hububat alım fiyatına ilişkin kararına tepki gösterdi. Özel, sosyal medyadan yaptığı açıklamada, buğdayın kilogram fiyatının en az 15 TL olması gerektiğini vurguladı. Özel, şunları söyledi: "AK Parti Hükümeti ve Tarım Bakanlığı çiftçilerin alın terini, emeğini maalesef yok saymıştır. Bu, üreticinin ölüm fermanıdır. Açıklanan hububat fiyatı, maliyetin bile altında kalmıştır, buğdayın kilogram fiyatı en az 15 TL olarak güncellenmelidir."

                                                              *

Patronlara 'Deva' Partisi: Asgari ücret az, o yüzden patronlara daha çok para verelim (soL)
                           Fotoğraf: Patronlar kulübü TÜSİAD'ın DEVA Partisi'ni ziyaretinden, 2022
"Asgari ücret desteği" altında işsizlik fonundan patronların kasasına akan para DEVA Partisi'ne az geldi. Fondan patronlara yapılan ödemenin iki katına çıkarılması teklif edildi.(https://haber.sol.org.tr/haber/patronlara-deva-partisi-asgari-ucret-az-o-yuzden-patronlara-daha-cok-para-verelim-393653)
                                                           *

Görev TCDD'ye! Taliban’a yardım Hazine’den! (Mustafa Çakır-Cumhuriyet)

İktidar, Taliban yönetimindeki Afganistan’a yapılacak insani yardımlar için TCDD Taşımacılık AŞ’yi görevlendirdi. Görevlendirme nedeniyle ortaya çıkacak bedel ise Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesinden ödenecek. İleride, görevlendirmeye dayanak oluşturan belgeler sahte çıkarsa bakanlık, TCDD Taşımacılık AŞ’den gecikme faizi uygulayarak tutarları tahsil edecek.(https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/talibana-yardim-hazineden-2214829)

AKP’de Çin kavgası: Yeni Şafak Fidan ziyareti sonrası kıyameti kopardı (soL)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu hafta Çin’i ziyaret etti. Ziyaret, iki ülke ilişkileri açısından büyük önem taşıyordu. Fidan, açıklamalarında ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine özellikle vurgu yaptı, Türkiye'yi Kafkaslar, Hazar Denizi ve Orta Asya üzerinden Çin'e bağlayan bir ticaret yolu olan Trans-Hazar Doğu-Batı Orta Koridor Girişimi'ni Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ile uyumlu hale getirmenin öneminin altını çizdi. Ancak belli ki Çin’le olan potansiyel yakınlaşma, AKP cephesinde kimilerini kızdırdı. Bugün Albayrak grubuna ait Yeni Şafak gazetesinde, “Çin’in Sessiz İstilası” başlıklı, Orhan Orhun Ünal imzalı uzun bir haber yayımlandı. Haberde Çin’e çok sayıda suçlama yöneltildi, ülke, mutlaka uzak durulması gereken işgalci bir güç gibi resmedildi. Ancak haber boyunca Hakan Fidan’ın adı anılması, ziyaretine atıfta bulunulmadı.

Yeni Şafak’ın haberinden dikkat çeken bölümler şöyle:

“Yaklaşık 30 yıl önce fason üretim ve ucuz iş gücüyle anılan Çin artık birçok alanda ekonomik bir güç. Bunu başarmak için ise özellikle 2000’li yıllardan itibaren deyim yerindeyse hissettirmeden sürdürdüğü bir istila politikası uyguluyor.”

“Komünist rejimle, kapitalist ekonomi politikaları uygulayan ülke, kapalı bir kutu. Çinli büyük firmaların neredeyse tümü ya devletin ya da devletin güdümündeki politikalarla ilerliyor. Küresel ekonomide kural tanımadan ilerleyen söz konusu şirketler devletlerinden ucuz kredi alarak yatırım veya ihracat yaptıkları ülkelerde avantaj sağlıyor. 

“Zaman içinde sessiz ve derinden ilerleyen bu işletmeler bir süre gittikleri ülkedeki sektörleri ele geçiriyor. Bazı pazarlarda ise ‘Para yakma’ stratejisini yani kâr elde edene kadar zarara katlanma durumunu pervasızca uyguluyor. Bunun için yoğun devlet destekleri alınıyor.

“Kamudan bu şirketlere ne kadar para aktarıldığı ise bilinmiyor çünkü komünist rejimde veri ve bilgiler genelde saklanıyor.”

“Uluslararası ilişkilerde ‘Salam dilimleme taktiği’ olarak bilinen fark ettirmeden ve yavaşça istediğini elde etme politikası sürdürüyor. Asya devinin bu istila politikası en açık şekilde Afrika kıtasında görülüyor.”

“Pekin Yönetimi’nin ihracatçıya verdiği yoğun destek, sübvansiyon, uzun vadeli kredi ve hatta ucuz lojistik maliyetleri birçok ülkedeki yerli üretimi tehdit ederken, ticaret dengesini de bozuyor. ABD ve Avrupa Birliği kendi şirketlerini Çin baskısına karşı korumak için yoğun mücadele ediyor.”

“[Kuşak ve Yol Girişimi] katılımcı ülkeler için önemli ekonomik ve ticari fırsatlar oluşturma potansiyeline sahip. Ancak, altyapı projeleri sayesinde Çin ürünlerinin Asya, Akdeniz ve Avrupa'ya kolayca yayılmasından endişe ediliyor. Tüm bu projeler sayesinde Çin malları kolayca diğer pazarlara ulaşacak.”

                                                             

Buğday fiyatı hüsrana uğrattı: Üretime düşmanlar (Havva Gümüşkaya-Birgün)

Buğday üreticileri hasada başlamasının ardından beklenen alım fiyatları dün akşam saatlerinde sessiz sedasız duyuruldu. TMO, ton başına makarnalık buğdayda 10 bin lira, ekmeklik buğdayda 9 bin 250 lira fiyat açıkladı. Çiftçi-Sen Başkanı Erdem, “Çiftçinin buğday üretmesi istenmiyor” şeklinde değerlendirdi.

Çiftçinin endişeyle beklediği buğday alım fiyatları hüsrana uğrattı. Geçmiş yıllarda buğday alım fiyatını AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklarken, bu yıl fiyatların düşük olması nedeniyle sessiz sedasız sosyal medya üzerinden açıklama yapıldı.

Ekmeklik Buğday için ton başına 9 bin 250 TL ve makarnalık buğday için 10 bin TL fiyat belirleyen TMO, arpa fiyatını ton başına 7 bin 250 TL olarak belirledi.

Hububatta destekleme primi ise buğday için ton başına bin 750 TL ve arpa için 750 TL olarak duyuruldu. Böylece, destekleme primi sonrası fiyatlar ekmeklik buğdayda 11 bin TL, makarnalık buğdayda 11 bin 750 TL ve arpada 8 bin TL'ye kadar çıkabilecek.

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın buğday taban fiyatı için beklenen 15 lirayı yüksek bulduğu iddia edilmişti.

SOL Parti, "Şirketlere ve tüccarlara hizmeti bırakın, derhal buğday alım fiyatını, üreticinin emeğinin karşılığını verecek şekilde açıklayın" diyerek bugün Uşak Ulubey’de Ziraat Odası önünde bir basın açıklaması gerçekleştirecek.

Birçok temel gıdanın hammaddesi olması nedeniyle stratejik öneme sahip olan buğdayda son yıllarda kriz yaşanmaya başladı. Üretim maliyetinin altında kalan alım fiyatlarının yanı sıra üreticiyi desteklemek yerine ithalata milyonlarca dolar harcandı. Bu durum, üreticilerin buğday üretiminden uzaklaşmasına neden oldu.

MALİYETLER ARTTI

Üreticiler, maliyetlerini karşılayacak ve yaşamlarını sürdürebilecek kadar kar elde edebilecekleri bir alım fiyatının açıklanmasını istiyor. Buğday maliyetlerindeki artışın temel nedeni, girdi maliyetlerindeki artışlar oldu. Özellikle ithal edilen kimyasal gübrelerin dolar kurundaki değişimler nedeniyle fiyatları aşırı yükseldi.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) verilerine göre buğday üretiminde kullanılan zirai ilaçların maliyeti geçen yıla göre yüzde 52 oranında arttı. Çiftçilerin buğday tohumunu attığı günden hasada kadar yapacağı harcamalar dikkate alınarak yapılan maliyet hesabında, kuru şartlarda üretimi yapılan buğdayın ortalama maliyeti geçen yıla göre yüzde 62 oranında artarak kilogram başına 10 lira 87 kuruşa ulaştı.

ÜRETİM KAYBI BEKLENİYOR

Bu yıl üretimde kayıp bekleniyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), hububatta bu yıl toplam üretimin geçen yıla göre yüzde 5,4 oranında azalmasını öngörüyor. Hububat içerisinde üretimin, arpada yüzde 8,7, mısırda yüzde 5,6, buğdayda yüzde 4,5 oranında gerilemesi bekleniyor. Üretimdeki gerilemede kuraklık kaynaklı rekolte kaybının etkili olacağı tahmin ediliyor.

Son 10 yılda buğday ekim alanları yüzde 13,7 oranında daraldı. Ekim alanlarındaki gerileme, çiftçinin buğday üretiminden uzaklaştığını gösteriyor.

FİYAT DÜŞTÜ

TMO’nun alım fiyatının açıklanması beklenirken, hasada başlanan yerlerde özel sektörün alım fiyatları düşmeye başladı. DHA’ya konuşan Kızıltepe Hububat Ticaret Merkezi ve Zahireciler Derneği Başkanı Mehmet Şerif Öter, Mardin Ovası’nda fiyatların son bir hafta içinde yüzde 10 düştüğünü belirtti. Maliyet artışlarından dolayı çiftçinin ciddi anlamda mağdur olduğunu söyleyen Öter, buğdaydan elde edilen gıda maddelerinin fiyatı artarken buğday fiyatının düşmesinin büyük bir çelişki olduğunu vurguladı:

"Şu an hasadı yapılan buğday, birinci sınıf makarnalıktır. Bu buğdayın, 20-25 gün önce tonu 11 bin 500 liraydı, bu buğday Hububat Ticaret Merkezimizde satışa sunuldu ve 10 bin 100 liraya satıldı. Yüzde 10 fiyat düşüşü var. Ekmeklik buğday da 10 bin 800 liraydı, şu an tonu 10 binin altına düşmüş. Bu şekilde giderse çiftçi büyük zarar eder. Bir an önce açıklanması beklenen fiyatın, hem çiftçiyi koruması hem de çiftçiyi mutlu etmesi gerekir. Verilecek fiyat çiftçinin beklentisini karşılamazsa da mutlaka ek desteklerin sağlanması gerekiyor. Bir kere her şeyden önce çiftçinin kullandığı mazot başta olmak üzere gübre ve tohumda vergiler sıfırlanmalı."

İTHALATTA DÜNYA İKİNCİSİ

Hükümet, buğday üretiminden kaçışı engellemek yerine ithalatı teşvik eden uygulamalara imza atıyor. Türkiye, Çin’in ardından en yüksek buğday ithalatçısı konumuna geldi. Türkiye’nin buğday ve ürünleri ithalatının yüzde 97,3’ünü buğday ithalatı oluşturuyor. Tarım Bakanlığı’nın raporuna göre, 2022/23 pazarlama yılında buğday ithalatının yüzde 30,2 arttığı tahmin ediliyor. Türkiye, 2022/23 pazarlama yılı verilerine göre buğday ithalatının yüzde 68,2’sini Rusya’dan, yüzde 26,6’sını ise Ukrayna’dan gerçekleştirdi.

Rusya’da da bu yıl aşırı hava olayları nedeniyle üretimin azalacağı ifade ediliyor. Bu nedenle buğday fiyatları Rusya’da da artmaya başladı. Rusya’da buğday fiyatları yaklaşık 250 dolar seviyesine ulaştı.

TÜRKİYE BUĞDAY İTHALATINDA ÖNEMLİ ÜLKELERİN PAYLARI (%) (2022-2023)

Kazakistan: 0,9

Moldova: 1,0

Diğer: 3,3

Ukrayna: 26,6

Rusya Federasyonu: 68,2

BUĞDAY EKİLEN ALAN (HEKTAR)

ÜRETİCİLER SESLERİNİ YÜKSELTSİN

Çiftçiler Sendikası Genel Başkanı Ali Bülent Erdem, TMO’nun buğday depolarının dolu olduğunu belirterek "Çiftçinin buğday üretmesini istemiyorlar" diyerek alım fiyatlarının hala açıklanmamasına tepki gösterdi. Geçen yıl hasat döneminde gümrük vergisiz ithalat yapıldığını ve TMO’nun depolarında yaklaşık yedi milyon ton buğday olduğunu belirten Erdem, "Üç milyon ton da yeni ithalat yapmışlar. Bütün depolar dolu. Özel sektör almak istemiyor. Buğday fiyatları giderek düşüyor. Girdi fiyatları yükseliyor" diye konuştu.

Uluslararası piyasada tekeller tarafından fiyat belirlendiğini ifade eden Erdem, şöyle konuştu: "Yurtdışında da fiyatlar düşüyor. Şimdi ne yapacaklarını bilemiyorlar. Onun için de randevu sistemi getiriyorlar. Fakat buğdayları çiftçilerin elinde tutabilmesi mümkün değil. Anadolu, buğdayın ilk ortaya çıktığı yer. Buğday üretiminden vazgeçirmeye çalışıyorlar. Zaten açık ve net planları şu; siz daha çok emek yoğun, bitkisel üretimlere yönelin, makinalı, büyük alanlarda yapılan üretimden uzaklaşın. Şimdi bu plan işliyor ve buğday üreticileri, arpa üreticileri zor duruma düşüyor. Birçok çiftçi, mesleklerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalıyor."

Üreticilerin seslerini yükseltmeleri gerektiğini söyleyen Erdem, "Girdi fiyatlarının yükselmesiyle beraber buğdayın maliyeti 10 liraya çıktı. Ziraat Odası, 13 TL + 2 TL prim istiyor. Çiftçi tabii ki maliyetinin üstünde ürününü satmak istiyor. Yoksa bir daha ekemeyecek, üretimini sürdüremeyecek. Üreticiler, bu süreçte kendi seslerini yükseltebilirlerse ve örgütlü olarak davranabilirlerse bu fiyatın yükselmesini sağlayabilirler" diye konuştu.

NÜFUS ARTTI, ÜRETİM DÜŞTÜ

• 2002’de 1,1 milyon ton buğday ithalatı yapılırken, 2022-23 döneminde ithalat 12 milyon ton oldu.

• 2002’de buğday ithalatı için 150 milyon dolar harcanırken, 2023 yılında bu rakam 3 milyar 402,4 milyon dolara çıktı.

• Buğday ekim alanları 2000 yılındaki 9,4 milyon hektardan 2023’te 6,6 milyon hektara kadar geriledi.

• 1979’da Türkiye nüfusu yaklaşık 43 milyonken buğday üretimi 17,5 milyon ton olarak gerçekleşiyordu. 2023’te Türkiye nüfusu bu sayının iki katına ulaşmışken buğday üretimi 22 milyon tonda kaldı.

                                                               *

Sağlıksız sistem-Hastane değil dipsiz kuyu (Mustafa Bildircin-Birgün)
Sağlık sistemi yerine müteahhitlere çağ atlatan şehir hastaneleri için ilk 5 ayda yapılan garanti ödemesi 34,8 milyar TL oldu. Ocak 2017-Mayıs 2024 dönemindeki garanti ödemesi toplamı 148,5 milyar TL'ye ulaştı.(https://www.birgun.net/haber/sagliksiz-sistem-535958)

                                                          *

Emekli hekimlerin aylığı kesiliyor (Berkay Sağol-Birgün)
Emekli olan hekimlerin aylıklarından “borç” adı altında kesintiler yapıldı. Bu uygulamanın yanlış artış oranı yüzünden ortaya çıkan maaş farkından dolayı olduğu belirtilirken hekimler kesintilere tepki gösterdi.(https://www.birgun.net/haber/emekli-hekimlerin-ayligi-kesiliyor-535959)

                                      *

Mahkeme başkanından tahliye ettiği istismar sanığına skandal nasihat: Küçük kızlardan uzak dur (Evrensel)

Zonguldak’ta istismardan aldığı ceza bozulan istismar sanığını tahliye eden mahkeme başkanı sanığa “Umarım küçük kızlardan uzak durman gerektiğini anlamışsındır” diye nasihat etti. Mahkeme heyeti, iki dosyanın birleştirilmesine karar verdi. Heyet, sanığın 1 yıldır tutuklulukta geçirdiği süre ve tutuklamanın tedbir niteliğinde olması durumlarını göz önüne alarak Uğur A.’yı yurt dışı çıkış yasağı ve haftada 1 imza şeklinde adli kontrol tedbiriyle tahliye etti. Kararını açıklayan mahkeme başkanı sanığa, “Diğer dosyada eksiklikler var. Şu aşamada kısa sürede karar veremiyoruz. Tahliyene karar verdik. Dışarı çıktığında umarım yaşı küçük kızlardan uzak durman gerektiğini anlamışsındır” dedi. Duruşma, eksik hususların giderilmesi için ileri bir tarihe ertelendi.(https://www.evrensel.net/haber/520418)

                                                                     *

İYİ Partili belediye, Abdullah Çatlı'nın adını kent meydanına verdi (Cumhuriyet) 

1980 öncesi yaşanan birçok katliamla birlikte anılan isimlerden Abdullah Çatlı’nın adı, Nevşehir’de İYİ Partili belediyenin kararıyla bir meydana verildi. İYİ Partili Nevşehir Belediyesi, Susurluk Kazası'nda ölen suç örgütü lideri ve Bahçelievler Katliamı'nın faillerinden Abdullah Çatlı'nın ismini kentteki Borsa Kavşağı’na verdi. Belediye meclisi tarafından alınan kararı kamuoyu ile paylaşan Belediye Başkanı Rasim Arı, “Bu şehrin meclis üyeleri kendi evlatlarına nasıl sahip çıktığını 28 yıl sonra ortaya koymuştur. Bu şehirde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Herkes seçilmiş belediye başkanına saygı duymayı öğrenecek. Öğrenemeyenlere önce ben sonra da Nevşehirli öğretir” ifadelerini kullandı.(NEVŞEHİR'İN KAHRAMANIYMIŞ!) Abdullah Çatlı'nın ağabeyi Zeki Çatlı da kararı sosyal medya hesabı üzerinden "Olması gereken oldu" diyerek kutladı. Zeki Çatlı, karar sonrası açıklamasında şu ifadeleri kullandı: "Nevşehir'de "Borsa Kavşağı" olarak bilinen yerin adı "Abdullah Çatlı Meydanı" oldu. Daha önceki belediye başkanlarının yapamadığı bir kahraman adının bulvara verilme olayını Nevşehir Belediye Başkanı Rasim Arı yüreklilik göstererek gerçekleştirmiştir.  Memleketimiz Nevşehir'in kahramanlarına sahip çıkarak büyük yüreklilik gösterip, nice vatan sevmezi karşısına almak uğruna vefadan vazgeçmemiştir. Bütün gayretlerinden, çalışma ve fedakarlıklarından dolayı Sayın Rasim Arı''ya teşekkür ediyor, alnından öpüyorum."(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/iyi-partili-belediye-abdullah-catlinin-adini-kent-meydanina-verdi-2214868)

                                                                         *

Yabancı dil ile TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük derslerinin ikinci plana atılması tepki çekti (Figen Atalay-Cumhuriyet)

Liselere Geçiş Sistemi (LGS) kapsamında yapılan merkezi sınavlarda, son yıllarda din kültürü ve ahlak bilgisi sorularının belirleyici bir etkiye sahip olması, “ölçme ve değerlendirme” açısından soru işaretleri yaratıyor.

2 Haziran’da yapılan LGS’de 10 adet din kültürü ve ahlak bilgisi sorusu soruldu. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ile yabancı dil testlerinin soru sayısı da 10 oldu. Sınavı değerlendiren öğretmenler, din kültürü ve ahlak bilgisi soruları hakkında şu yorumu yaptı: “Geçmiş yıllardaki sınavlardan farklı olarak sınavda üç soru doğrudan bilgi temelliydi. Çeldiricileri kuvvetli sorular yer aldığı için dikkati ölçen bir sınav olarak değerlendirebiliriz. Bilgi ve kavram ağırlıklı bir sınav olması nedeniyle önceki yıllara göre öğrencileri zorlayıcı bir sınav oldu. Bazı sorular sarmal nitelikte olup birden fazla kazanımı ölçtü. Sorular genel olarak kolay ve orta zorluk derecesindeydi. Sınavda çeldiricisi yüksek bir soruya yer verildiği görüldü.”(‘KABUL EDİLEMEZ’) Eğitimci Ali Apaydın ise bir sıralama sınavının son sınıf konuları üzerinden yapılmasının kabul edilebilir bir uygulama olmadığını söyledi. Apaydın, şu değerlendirmeyi yaptı: “Bir milyondan fazla kişinin katıldığı bir sıralama sınavında 10 test sorusuyla bir derse ilişkin başarının ölçülmesi mümkün değildir. LGS’ye ilişkin en kabul edilemez olan ise teknik olarak birbiriyle eşdeğer katsayılara sahipmiş gibi görünse de Türkiye Cumhuriyeti inkılap tarihi ve Atatürkçülük, yabancı dil ve din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin sınav puanının hesaplanmasında kullanılan standart sapma. Türkiye geneli net ortalamaları, en yüksek ve en düşük adayın sonuçları gibi parametreler dikkate alındığında öğrenci başarısının hesaplanmasında din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin diğer iki dersten daha belirleyici olmasıdır. Bu durum kabul edilemez çünkü birbirinden farklı öğrenme eylemlerini içeren derslerden oluşan sınavların değerlendirilmesinde daha karmaşık öğrenme eylemlerini içeren derslerin daha basit öğrenme eylemlerini içeren derslerden daha belirleyici olması esastır. Ancak LGS’de bunun aksi bir durumla karşı karşıyayız. Son beş yıllık veriler, gündelik dilde kuru bilgi olarak tarif ettiğimiz kaydetme ve belleme gibi en basit öğrenme eylemlerinden oluşan din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin daha karmaşık zihinsel eylemleri gerektiren iki dersten daha belirleyici bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor. Benzer bir tabloya geçen yıl Türkçe dersinin matematik dersinden daha belirleyici olmasında da tanık olduk.”

                                                         *
Lise öğrencisi 'din öğretmeni baskısı sonucu intihar etti' iddiası: 'Sorumlular hesap vermeli' (soL)
10. sınıf öğrencisinin, arkadaşlarıyla dans ettiği bir videoyu sosyal medyada paylaştığı için din öğretmeninin tehditlerine maruz kaldığı ve okulda intihar ettiği söyleniyor.(https://haber.sol.org.tr/haber/lise-ogrencisi-din-ogretmeni-baskisi-sonucu-intihar-etti-iddiasi-sorumlular-hesap-vermeli)

(derleyen: mstfkrc)


Birgün KÖŞEBAŞI (7 Haziran 2024) + (Yıllık ücretli izinle ilgili bilmemiz gerekenler-Hüseyin İrfan Fırat)

 

Kayyımcılık gölgesinde ‘normalleşme’ (Gözde Bedeloğlu)

31 Mart 2024 yerel seçimlerinde DEM Parti, kayyım atanan belediyelerin çoğunu tekrar kazandı. Böylece halk, iktidarın kayyım uygulamasına karşı tepkisini en açık şekilde göstermiş oldu. Seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atamanın seçmen ve iktidar arasında nasıl bir çekişmeye dönüştüğünün örneklerinden biri Mardin. 2014’te Mardin belediye başkanlığına seçildikten sonra yerine kayyım atanan HDP’li Ahmet Türk, 2019’da ikinci kez yarışı kazanmış ve birkaç ay sonra yeniden yerine kayyım atanmıştı. 2024 yerel seçimlerinde Ahmet Türk yüzde 57 oyla üçüncü kez Mardin belediye başkanı seçildi. Mayıs ayında sonuçlanan tartışmalı Kobani Davası’nda 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Belediye başkanlığı görevinin düşürülebilmesi için kararın istinaf ve temyiz aşamalarının tamamlanması ve Yargıtay tarafından onanması gerekiyor ancak İçişleri Bakanlığı Türk’ü üçünce kez görevden alıp yerine kayyım atayabilir. Belediyeye kayyım yönetiminden 3 milyar 500 milyon lira borç devrolduğu ve en fazla borçlanan birimin belediyeye bağlı Mardin Su ve Kanalizasyon İdaresi (MARSU) olduğu açıklandı. İhalelerin önemli bir bölümünün mevzuata aykırı şekilde yapıldığı daha önce Sayıştay raporlarında yer almıştı. MARSU’ya ait 2021 yılı mali tabloların incelenmesi sonucu, kurumun borçlanmasının yasal sınırın 12 kat üzerinde olduğu ve bunun her geçen yıl artarak ileride idarenin asli görevlerini yerine getirememe riskini ortaya çıkardığı belirtilmişti.

∗∗∗

DEM’in 31 Mart 2024’te kayyımdan geri aldığı bir diğer il Van. 2014 yerel seçimlerinde yüzde 53 oy olarak Van Belediye başkanı seçilen DBP’li Bekir Kaya, İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınmış ve yerine kayyım atanmıştı. 18 Kasım 2016 tarihinde tutuklanan Kaya’nın görevden alınmasına gerekçe gösterilen suçlamalar arasında kamu arazilerinin PKK talimatıyla yeşil alana dönüştürüldüğü, örgütün belediye üzerinden çıkar sağladığı iddiaları vardı. Savcılık ve emniyetin İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporda herhangi bir kanıt bulunamadığı belirtilmiş ve soruşturma düşmüştü. ‘Örgüt üyesi olmak’ iddiasıyla aldığı hapis cezası Yargıtay tarafından onanan Kaya halen cezaevinde. 2019 yerel seçimlerine kadar üç yıl boyunca kayyım tarafından yönetilen Van’da halk yüzde 54 oyla HDP’li Bedia Özgökçe Ertan’ı belediye başkanı seçti ancak dört ay sonra onun da yerine kayyım atandı. Ertan’a yöneltilen suçlamaların arasında, dönemin HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın yaptığı bir konuşmayı ‘tepki göstermeden dinleyerek terör örgütü propagandası yapmak’ vardı. İkinci kayyım dönemi 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sona erdi. DEM Parti adayı Abdullah Zeydan yüzde 56 oy oranıyla Van belediye başkanı seçildi. Ne var ki, Zeydan’ın memnu haklarının, yani mahkumiyeti nedeniyle mahrum edildiği haklarının, Adalet Bakanlığı tarafından seçimden önceki cuma günü mesai bitimine 5 dakika kala geri alındığı ortaya çıktı. Bu gerekçeyle Van İl Seçim Kurulu, mazbatanın Zeydan yerine AKP’li aday Abdulahat Arvas’a verilmesine karar verdi. Başta oyuna sahip çıkan Van halkının protestoları ve destek veren muhalefetin itirazları sonucu, Yüksek Seçim Kurulu oy çokluğu ile Abdullah Zeydan’a mazbatasını iade etti. Göreve başlayan Zeydan, kayyım yönetimden 8,5 milyar lira borç devralındığını ve bunun 2,5 milyar lirasının Van Su ve Kanalizasyon İdaresi’ne ait olduğunu açıkladı. Zeydan ayrıca 2022 yılında 400 milyon lira olan belediye borcunun, kayyım yönetiminde son bir buçuk yılda 8,5 milyar liraya ulaştığına dikkat çekti. 

∗∗∗

Ve Hakkari. 2014 yerel seçimlerinde BDP adayı Dilek Hatipoğlu oyların yüzde 67’sini alarak Hakkari Belediye Başkanı seçildi. 2015 yılında tutuklandı. 2016 yılında ‘devletin birlik ve beraberliğini bozma’ suçlamasıyla 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Vekil olarak seçilen Fatma Yıldız da aynı yıl görevden alındı, ‘örgüt üyeliği’ iddiasıyla tutuklandı ve yerine kayyım atandı. 2019 yerel seçimlerinde HDP adayı Cihan Karaman oyların yüzde 60’ını alarak Hakkari Belediye Başkanı oldu. Ancak o da ‘terör örgütü üyeliği’ ve ‘terör örgütü propagandası yapmak’ suçlarından tutuklandı ve İçişleri Bakanlığı’nın kararıyla yerine kayyım atandı. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde DEM Parti adayı Mehmet Sıddık Akış oyların yüzde 49’unu alarak belediye başkanı seçildi. Akış’ın 10 yıldır devam eden davası seçimlerden iki ay sonra sonuçlandı. Fetö firarisi bir savcı tarafından yazılan iddianameyle yargılanıp 19 yıl hapis cezasına çarptırılan Akış tutuklandı ve onun da yerine kayyım atandı. Göreve başladığında, yerel seçim öncesi AKP’li adayın kampanyasına kayyım yönetimi tarafından 29 milyon 939 bin lira aktarıldığını açıklayan Akış, AKP ve MHP’li yöneticilerin işe gelmeden belediyeden maaş aldıklarını tespit ettiklerini söylemişti.

∗∗∗

DEM Parti’nin, kayyım atanan illerde seçimi kazanmış olması seçmenin iktidarın kayyım uygulamasından duyduğu rahatsızlığı açıkça gösteriyor. Mardin, Van ve Hakkari örneklerinde görüldüğü üzere bu işin karşılıklı bir inada dönüştüğü de ortada. İradesi yok sayılan seçmen sonraki seçimde yine yüksek bir katılım göstererek oyunu kullanıyor ancak seçtiği başkan kah yeterli kanıt gösterilmeden, kah konuştuğu kah konuşmadığı gerekçe gösterilerek çeşitli suçlamalarla görevinden uzaklaştırılıyor, yıllarca hapsediliyor. Üstelik halkın hizmet beklediği belediyelerin bütçeleri, Sayıştay raporlarına da yansıdığı üzere, kayyım yönetimler tarafından doğru kullanılmıyor. Sıddık Akış ile birlikte üçüncü kez uygulanmaya başlanan kayyımcılığa karşı muhalefetten gelen düşük tondaki itirazların yerini, gücünü demokrasi mücadelesinden alan, daha yüksek seslere bırakması şart. Yerel seçimlerden Türkiye’nin birinci partisi olarak çıkmış CHP’nin özellikle durumuna uygun bir özgüvenle davranması, önümüzdeki genel seçimleri kazanma iddiasındaki bir parti için olduğu kadar bu ülkede yaşayan herkes için önemli.

∗∗∗

Hukukun, kanunun, demokrasinin bir kırmızı çizgisi olacaksa onu ilk önce yargı bağımsızlığından yana çizmek gerek. Hukukun işlediği bir ülkede, Anayasa Mahkemesi’nin kararları görmezden gelinmez. İnsanlar değil konuşmadıklarından, sadece düşüncelerini ifade ettikleri için onlarca yıl hapsedilmez. Demokratik bir seçim sisteminde birisine önce aday olabilirsin denip seçildikten sonra a olamazmışsın denmez. Kusura bakmasınlar ama meşruiyetten sapma tam da böyle olur. Veriler ortada, aziz milletin doğu kanadı ısrarla sandığa gidiyor ve ısrarla seçtikleri başkanların önü kesiliyor. Belediyelerin halka ait olduğunu söyleyebilmek için önce seçimlerine saygı göstermek gerekir. Üstelik, siyasette bir ‘normalleşme’ tartışmasının sürüp gittiği bugünlerde… Görünen o ki yakın zamanda buradan olumlu bir sonuç beklemek hayalcilik olur; çünkü kendine oy kazandırmayan kayyımcılıktan yine de vazgeçemeyen, aynı zarardan aynı hatayla dönmeye çalışan, ülke için ne yeni ne de farklı bir rota çizebilen bir iktidar var karşımızda.  

                                                                             /././

AB’de aşırı sağın önlenebilir yükselişi (Hayri Kozanoğlu)

AB vatandaşları, Avrupa Parlamentosu üyelerini belirlemek için sandık başında. Seçimlerde yeşiller ve liberallerin ciddi oy kaybına uğraması, aşırı sağın ise güçlenmesi bekleniyor. Faşist ideoloji kökenli aşırı sağ, halka gündelik sorunları üzerinden yaklaştı. Solun görevi emek eksenini terk etmeden aşırı sağın maskesini düşürmek ve kendi imajını düzeltmek.
AP seçimleri, sandığa ilk giden ülke Hollanda’da başladı. Aşırı sağcı Wilders’in VVD partisi 6 ay önce düzenlenen genel seçimde birinci olmuştu.

Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkenin 400 milyona yakın seçmeni 6-9 Haziran tarihleri arasında Avrupa Parlamentosu (AP) üyelerini seçmek için sandık başına gidiyor. Bilindiği gibi AP birliğin yasama organı. Yürütme organı Avrupa Komisyonu’nun (AK) başkanı da, AP tarafından seçiliyor. Avrupa Konseyi, üye ülkelerin hükümet başkanlarından oluşuyor. Komisyon için başkan adayını konsey belirliyor, ancak AP seçiyor. AP’de üyeler sağ-sol yelpazesindeki konumlarına göre politik gruplardan birine dâhil oluyor, bir bakıma orada ülkelerini değil ideolojilerini temsil ediyor.

Şu anda AP’de yedi resmi grup bulunuyor: Ana akım sağı Avrupa Halk Partisi (EPP), merkez-solu Sosyalist ve Demokratların İlerici İttifakı (S&D), liberalleri Avrupa’yı Yenile (Renew), yeşilleri Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı (Greens/EFA), radikal solu Avrupa Birleşik Solu-Nordik Yeşil Sol (GUE/NGL) temsil ediyor. Aşırı sağ ise Kimlik ve Demokrasi (ID) ve Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) gibi iki ayrı çatı altında örgütlü.

YEŞİL VE LİBERALLER KAYBA UĞRAYACAK

Bu seçimlerde yeşiller ve liberallerin ciddi oy kaybına uğramaları, buna karşın ne yazık ki aşırı sağın güçlenmesi bekleniyor. AP seçimlerinde genellikle katılım düşük oluyor. Çünkü seçmen, oylarıyla ulusal parlamento seçimleri gibi doğrudan yaşamına yansıyacak bir değişiklik gerçekleşmeyeceğini düşünüyor. Bu nedenle ideolojik yönelimi güçlü, tepkileri keskin seçmenlerin sandık başına gitme olasılıkları güçleniyor. Bu durumdan genelde ideolojik yelpazenin sağ ve sol uçlarındaki partilerin avantajlı çıktıkları biliniyor. Ancak bu seçimlerde rüzgar aşırı sağdan yana. Bir umut; seçimlerin hikayesi “aşırı sağın yükselişi” şeklinde beklendiği için, gelişmelerden tedirginlik duyan ılımlı görüşlere sahip yurttaşların sandığa daha fazla rağbet etmeleri.

AŞIRI SAĞIN YÜKSELME DİNAMİKLERİ

Seçmenlerin aşırı sağ partilere bu denli teveccüh göstermesinin ardında; göçmenlere ve mültecilere duyulan tepki, ana akım parti veya koalisyonlar yönetiminde enflasyonun dolayısıyla hayat pahalılığının artışından duyulan rahatsızlık, Ukrayna Savaşı sonrasında iyice artan enerji maliyetleri, özellikle son zamanlarda küresel iklim değişikliğine karşı önlemler içeren “Yeşil Anlaşma’yı” reddetme gibi nedenler yer alıyor.

Bu partilerin bir kısmı geçmişte Nazizme, Franko’ya, Mussolini’ye sempati üzerinden yükselen doktriner, karanlık bir geçmişe dayansalar da, halka gündelik sorunlara ilişkin tavırları ve çözüm önerileri üzerinden yaklaşıyorlar. Kapitalist küreselleşme sürecinde konum yitiren mavi yakalı işçiler, işlerini daha ucuza ve uzun saatler çalışan göçmenlerin kaptığını\standartları düşürdüğünü düşünen hizmetler sektörü çalışanları, gelirin daha yüksek olduğu metropollere öfke duyan taşra seçmeni, geleneksel olarak kendini sağ partilere yakın hisseden kırsal nüfus, bu partilerin en fazla destek bulduğu kesimler.

Hollandalı akademisyen Matthijs Rooduijn’e göre, aşırı sağ partilerin göçmenler konusuna yaklaşımı, demokratik kurumları ve teamülleri reddetmesi gibi temel politikalarında bir yumuşama görülmüyor. Sadece imajlarını değiştiriyor, daha ılımlı bir dil tutturuyorlar. Sosyal medyayı etkin kullanıyorlar, ana akım medyanın politik ve ekonomik elitlerin egemenliğinde bulunduğu propagandasıyla sade yurttaşı etkiliyorlar. Koalisyon kurarken bu partilerin katılımına veya dışarıdan desteğine muhtaç kalan merkez partiler de aşırı sağın meşrulaşmasına, normalize olmasına katkıda bulunuyorlar.

AŞIRI SAĞIN SEÇİM BAŞARILARI

Aşırı sağın yakın dönem seçim başarılarını hatırlarsak; Eylül 2022’de İtalya’nın Kardeşleri (Fratelli d’Italia-FdI) başkanı Giorgia Meloni, daha önce Kuzey Ligi diye bildiğimiz Lega ve Silvio Berlusconi’nin Forza İtalia partisiyle koalisyon kurarak başbakanlık koltuğuna oturdu. İsveç’te İsveç Demokratları Eylül 2022 genel seçimlerinde oyların %20.5’ini alarak %30.3 oy toplayan Sosyal Demokratlar’ın ardından ikinci parti oldu. Hükümette bakan bulunduramasa da, göç ve güvenlik politikalarında söz sahibi konuma geldi. Nisan 2023’te Gerçek Finliler Partisi (Finns) seçimden %20.1 oyla ikinci çıktı ve muhafazakâr Petteri Orpo hükümetinde ekonomi, finans, içişleri, adalet ve sosyal ilişkiler gibi kilit bakanlıkları aldı. Kasım 2023’te ise Hollanda’da Geert Wilders’in Özgürlük İçin Partisi (VVD) %23.5 oy ile birince parti haline geldi. Uzun müzakereler sonucunda Wilders başbakanlık koltuğuna oturamasa da, kurulan dörtlü sağ koalisyonun en güçlü aktörü olarak parlamentoda bulunuyor.

Şu anda aşırı sağ partiler Avrupa Konseyi’nde başbakanlar İtalyan Giorgia Meloni, Macar Viktor Orban ve Çek Cumhuriyeti’nden Petr Fiala ile temsil ediliyorlar. Kamuoyu yoklamalarında Avusturya, Belçika, Fransa, İtalya, Hollanda ve Polonya’da önde görünüyorlar.

Avrupa Konseyi’ndeki koltuğunu korumak isteyen Leyen, AB’nin göçmen politikasında Meloni ile işbirliği yapıyor.(Fotoğraflar: AA, Depo Photos)

İKİ FARKLI AŞIRI SAĞ GRUP

Daha önce de vurguladığımız gibi aşırı sağ Avrupa Parlamentosu’nda iki farklı grupta örgütlü. Bunlardan birisi daha keskin kabul edilen Fransız Ulusal Birlik, İtalyan Lega, Hollandalı Özgürlük İçin Partisi, Avusturya Özgürlük Partisi ve Alman AfD’nin Bulunduğu ID. AfD, bir kısım üyesinin yurttaş statüsü almış göçmeni ülkelerine geri gönderme planı afişe olunca gruptan ihraç edildi. Diğeri ise, İngiliz Muhafazakâr Parti’nin kurduğu, Brexit sonrası daha da sağa kayan, İtalya’nın Kardeşleri’ni, İsveç Demokratları’nı, Gerçek Finliler’i, İspanyol VOX’u ve Polonyalı Kanun ve Adalet Partisi’ni bünyesinde bulunduran ECR.

Mart 2021’de Viktor Orban’ın Fidesz Partisi ana akım sağ EPP’yi terk etti. Şimdi her iki grupla da görüşme yürütüyor. Görüldüğü kadarıyla Orban ikisini birleştirerek kendisini Avrupa aşırı sağının lideri ilan etmek istiyor. Genelde ECR üyelerinin ekonomik konularda neoliberal ve NATO yanlısı olduğu; ID’nin ise refah devleti uygulamalarına daha yatkın olduğu ve AB’nin Ukrayna politikalarına mesafeli yaklaştığı söylenebilir.

İspanya’nın VOX partisi ise, düzenlediği Madrid Forumu aracılığıyla ABD’den Donald Trump, Arjantin’den Javier Milei ve Latin Amerika’nın anti-komünist partilerinin temsilcilerini bir araya getirerek küresel aşırı sağın merkezi olma gayretinde. Haliyle hem ID, Hem de ECR üyelerini el üstünde tutuyor. Kendini merkeze yanaştırma gayretindeki Meloni gibiler foruma daha mesafeli yaklaşıyor. 

Avrupa’da siyasi ittifaklara ilişkin karantina hattı (cordon sanitaire) kavramı yaygınlıkla kullanılıyor. Bu hattın dışında kalan aşırı çizgideki siyasi partilerle asla ittifak kurulmuyor. AK Başkanı Alman Hıristiyan Demokrat Ursula von der Leyen, ECR partileri ile dirsek temasında bulunmayı, sadece ID partilerini karantina hattı dışında tutmayı planlıyor. Asıl amacı, ikinci dönem başkanlık için Meloni’nin desteğini almak.

İngiliz The Economist dergisi Avrupa’nın yakın geleceğinin üç kadının Leyen, Meloni ve RN lideri Marine Le Pen’in elinde olduğunu öne sürüyor. İtalyan ve Fransız aşırı sağ liderlerinin yakınlaşması yerine, Meloni’nin Leyen’in tekliflerine açık olmasının daha tercih edilebilir olduğunu iddia ediyor. Bir anlamda merkezin aşırı sağ ile yakınlaşmasını meşrulaştırıyor.

Bu aşırı milliyetçi partileri ayıran bir fay hattı da, LGBTQ konularına yaklaşım. Macaristan, Polonya başta gelmek üzere Doğu Avrupa kanadı Trump’ın izinde, çocuklara zorla eşcinsellik, trans ideolojisi dayatıldığını ileri sürerken Fransa’da Le Pen ve Hollanda’da Wilders tam ters bir pozisyon alarak, anti-İslam politikalarının bir uzantısı olarak eşcinsel haklarının savunuculuğuna soyunuyorlar.

Aşırı sağın yükselişi karşısında pozisyon alan bir figür de, Alman solunun bilinen ismi Sahra Wagenknecht. Bu emektar politikacı Die Linke (Sol Parti) partisinden koptu. Halk kitlelerinin duygularını anlamanın gereğine vurgu yaparak göçmen politikaları, sosyal politikaların önemi, Ukrayna’da Volodimir Zelenski’nin kayıtsız şartsız desteklenmesi anlayışının sorgulanması anlamında, farklı bir çizgi tutturdu. Aşırı sağın yükselişinin ancak böyle, onların kitleleri yakaladığı reçeteyi anlayarak önlenebileceğini savunuyor.

SOLUN ÜZERİNE DÜŞEN GÖREVLER

AP seçimlerinden avantajlı çıkabilecek bir grup da ana akım sağ partileri bünyesinde toplayan EPP. Merkez sol ve liberal grupla birlikte büyük olasılıkla yine çoğunluk oluşturacak, aşırı sağın egemenliğine izin vermeyecekler. Ancak sonuçlar belli olunca, yine de en çok konuşulan gündem maddesi aşırı sağın başarısı olacak. Gerçekten böyle bir tablo ortaya çıkarsa, tarihin en sağcı AP’si ile karşılaşacağız. Faşizme karşı mücadele gereği aciliyet kazanacak.

Avrupa’nın radikal sol kanadı bir zamanlar Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos, Portekiz’de Bloco ile çıkıştayken, şimdi yüzünü güldüren tek örnek Belçika’nın İşçi Partisi (PTB) kalacak. Sosyalistlere, komünistlere, genel olarak solculara düşen görev de, anti-faşist, enternasyonalist, ekolojik konulara duyarlı, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan, emekten yana ana eksenini terk etmeden; bu reaksiyoner, yabancı düşmanı, korkular\komplo tezleri üzerinden politika yapan aşırı sağı teşhir etmek olacak. Ancak kapitalist küreselleşme sürecinin kaybedenlerinin, taşranın yoksul bırakılanlarının, neoliberal tarım politikaları karşısında ayakta kalmaya çalışan çiftçilerin dertlerine derman olma zorunluluğunu daha iyi kavramaları, sadece şehirli orta sınıfların partisi imajını da yıkmaları gerekecek.

                                                           /././

Tercih meselesi (Yalçın Karatepe)

Ekonomi yönetimi bir “dezenflasyon programı” uyguladığını söylüyor ve buna yönelik aldıkları kararların tek çıkar yol olduğunu, başka bir seçeneğin olmadığını, yapılanların zorunluluk olduğunu ima eden açıklamalarda bulunuyor. “Rasyonele dönmekten başka yol yok” açıklamasından beri iktidara destek veren bazı “ekonomistler” de benzer şeyler söylüyorlar.

Bill Clinton döneminde Çalışma Bakanı olarak görev yapan, şimdi Berkeley’de üniversite hocası olan Robert Reich, düzenli olarak takip ettiğim kişilerden birisidir. Dün izlediğim bir videosunda ekonomi politikası kararlarının, aslında nasıl bir toplum olmalıyız tercihinin bir sonucu olduğunu anlatıyordu. İnternetten araştırıp bulabilirsiniz. İzleyin derim.

Şimdi ilk paragrafta başladığımız yere dönelim ve soralım: uygulandığı söylenen “programın” tercihleri ne yönde ve kimden yana?

Bir taraftan ücretleri baskılayarak çalışanların yoksullaşmasına yol açan, diğer taraftan “ama bütçe dengesi önemli” diye başlayan cümleler kurarak KDV oranlarını yükselterek en adaletsiz vergi yükünü halkın sırtına bırakan; öte yandan “borsada kazanca dayalı değil, sınırlı bir işlem vergisi öngörüyoruz” diyen anlayışın tercihlerinin kimden yana olduğunu iyi görmek gerekir.

Borsada “kazanandan” vergi almayıp, kredi kartına borçlanmak zorunda kalarak market alışverişi yapanın da ödediği KDV oranını yüzde 20’ye çıkarmak nasıl açıklanır? Hatta parası olmadığı için kredili mevduat hesabından borçlanmak zorunda kalanlara ödedikleri faizin yüzde 30 kadar da vergi yükleyenlerin ekonomi politikası tercihi açık değil mi? Madem vergi gelirine ihtiyacınız var, o zaman insanlardan ekonomik güçlerine göre vergi alın.

Borsa kazançlarının vergilendirilmesi gündeme geldiğinde “bütçe dengesine” atıf yapılmaması da dikkate değer. Ne yani, bu ülke vergi gelirinin büyük payını hep dolaylı vergiler üzerinden mi elde edecek?

∗∗∗

Asgari ücrete artış taleplerinin reddedilmesini “program çalışıyor” ifadesi ile birlikte kullananların “borsada kazanandan” vergi alınmasını talep ettiklerine pek rastlamıyoruz.

Borsa kazançlarının vergilendirilmesine karşı sosyal medyada pek çok yorum gördüm. Dün merak edip borsada kazanç elde edenlerin kim olduğuna baktım.

Mayıs ayı itibariye Borsadaki portföylerin değeri 5,8 trilyon lirayı aşmış. Yatırımcı sayısı da 8 milyon 300 binin üzerinde. Sayıya baktığınızda milyonlarca vatandaşımızın “borsacı” olduğunu düşünebilirsiniz ancak veriler detaylı incelendiğinde borsadaki paranın çok büyük bir kısmının sınırlı sayıda “yatırımcının” portföyünde olduğu görülüyor. Borsadaki paranın yüzde 83’ü (4,8 trilyon) portföy büyüklüğü 10 milyon lira ve üzeri olan sadece 20 bin(tüm yatırımcılara oranı binde 2) portföyde toplanmış. Hadi biraz daha kapsamı genişletelim. 1 milyon lira üzeri parası olan yatırımcı sayısı 243 bin civarına. Tüm yatırımcılara oranı %3. Parasal büyüklük ise toplamın yüzde 91 kadar. Yatırımcıların yüzde 62’sinden fazlasının portföyü ise 20 bin liranın altında.

Demem o ki borsa kazançlarının vergilendirilmesine karşı çıkanlar aslında yüksek varlıklıların vergilendirilmesine karşı çıkıyor ama gerekçe olarak genellikle küçük tasarrufları olanları öne sürüyorlar.

Kısaca, her ekonomi politikası kararı bir tercihe dayalı olarak verilir.

İktidarın tercihinin geniş halk kesimleri olmadığı açık.

                                                                     /././

Kırmızı kartı okumak (Zafer Arapkirli)

Siyasi ve sosyal olayları, hatta günlük yaşadığımız durumları yorumlamak için, sık sık spor dünyasından, özellikle de futbol aleminden analojilere başvururuz.

Örneğin “cuk” diye oturan bir sözü veya bir demeci tanımlamak için “Tam doksana taktı” cümlesini kurarız.

Çok zor durumda kalan birinin halini tarif etmek için “Fena halde ofsayta düşmüş” deriz.

Sert ve giderek kavgaya dönüşen bir tartışmayı, en güzel “Bu maç karakolda biter abi...” cümlesiyle tarif etmez miyiz?

Zaman zaman futbol statlarında duyulan centilmenlik dışı ya da “umumi ahlâka mugayir” tezahürattan bile yardım umarız: “Şöyle böyle diye tarif ettiniz bizi, nasıl da mahcup ettik sizi...” (Orijinal hali tam olarak böyle değil tabii. Bilen bilir. Ama buraya öyle yazamam)

Futbol analojilerinin belki de en yaygın kullanılanı ise şu mâhut “Sarı kart - kırmızı kart” benzetmesidir.

Son yerel seçim sonrasında da hemen her gün bu “kart” analojisine başvuruyoruz.

31 Mart seçimlerinden tam 5 gün sonra bu köşede yazdığım “Sarı mı kırmızı mı?” başlıklı yorumda*, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in değerlendirmesinin aksine, seçmenin iktidara “Sarı değil kırmızı kart gösterdiğini” yani, “Eğer genel seçime kadar bu uyarılarımızı dinlemezsen o gün (2028) kartın rengini kırmızıyı döndürürüz” demediğini, bugünden tezi yok “Türkiye’nin yeni bir iktidara ihtiyacı olduğunu söylediğini” yazmıştım.

Buna gerekçe olarak da, “Bu iktidarın şurada 3 - 5 gün ya da 3 - 5 yıldır değil, tam 22 yıldır işbaşında olduğunu, ülkeyi her anlamda yaşanamaz bir yer haline getirdiğini, bunun da artık 4 - 5 yıl değil, 4 - 5 saniye bile daha tahammül edilebilir olmadığını” hatırlatmıştım.

CHP Genel Başkanı Sayın Özel, Salı günü TBMM grubuna hitap ederken, bu “erken seçim” olasılığının artık daha gerçekçi bir durum haline gelmekte olduğunu ima eden cümleler kullandı. İktidara (mealen) “Somut durumu, halkın sorunlarını iyi okuyup gerekeni yapmazsan bu okumayı millet yapar. Milletin okuması karşısında da kimse duramaz” dedi ve şöyle ekledi:

“Böyle giderse millet erken seçim ister. Önünde kimse duramaz. Bu kadar net...”

Özgür Beyi dinlerken, “66 gün sonra bizim dediğimize geliyor galiba” yorumunu yapmıştım.

Dün de, gazetecilerin bu konuşmasını hatırlatması üzerine, “Ben 31 Mart günü durduğum yerdeyim. Ben 127 milletvekiliyle erken seçim kararını zaten alabilecek güçte değilim. Olsa alırım. Öbür pazar iktidara gelirim. CHP erken seçim istemez mi? Ama erken seçim yapılabilmesi için milletin gündemi olması ve vatandaşın istemesi lazım” diye konuştu.

Burada CHP Genel Başkanına şunu söylemek isterim.

Ana muhalefet lideri olarak, (bizim de takdir ettiğimiz bir şekilde) hemen her gün toplumun farklı kesimlerinin nabzını tutmak üzere, meydanlarda, sokaklarda, salonlarda çok çeşitli kesimlerle temastasınız. “Tematik” mitingler diye adlandırılan (Öğretmen, Emekliler, Çay) açık hava toplantıları da yaptınız. Yakında “Geçinemiyoruz” mitingi yapacaksınız. Zaten örgüt, gerek milletvekilleri, gerek il ve ilçe başkanları, gerekse belediye başkanları aracılığıyla size sürekli bir “geri dönüş (feedback) veri beslemesi” içinde. Bunu da biliyoruz. Bunların hiçbiri olmasaydı bile, sırf pencereden kafanızı çıkarmak, yandaş olmayan, dürüst medyayı izlemek, “köşedeki bakkala, çarşıdaki berbere vs.” gidip 5 dakika sohbet etmek bile yeter, halkın hissiyatını ve talebini algılayabilmek için.

Bunca yıldır hem sivil toplum, mesleki örgütlenmenin içinde, hem de bizzat siyasetin göbeğinde bulunmuş, üstelik “sırt üstü” yatmayan ve her daim sahada halkın içinde olan bir politikacısınız.

O halde...

Halkın “Yetti gari!.. Erken seçimden başka bir seçenek yok!..” dediğini nasıl duymazsınız?

Bu halk, daha ne yapmalı? Kendi kendine “Erken seçim istiyoruz...” diye 10 milyon imza toplayıp size mi getirmesi lazım?

Muhalefet lideri olmak, ana muhalefetin genel başkanı olmak, bu hissiyatı “hızlı okumayı” ve onlar adına dile getirmeyi gerektirmiyor mu?

Ülkenin içinde bulunduğu sorunlara bir an önce çözüm bulunması amacıyla bu sorunları, “tek adam, tek karar verici” konumundaki iktidar partisi genel başkanının masasına götürmek ve yüz yüze görüşmek tabii ki bu süreçte başvurabileceğiniz, “gereksiz de görmediğimiz” enstrümanlardan biri olabilir. Kürsüden, mikrofondan seslenmek yerine “suratına” söylemek tabii ki faydalı da olabilir.

Yine bu süreçte, 1 Mayıs’ta tutuklanan gençlerin serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yaptığınız “birebir” temaslar, bu arada geri planda “gölge bakanlarınızın” ilgili muhatapları ile görüşmeleri de hiç yadsınamayacak önemde inisiyatiflerdir.

Ancak, “Erken seçimi isterse millet ister” mealinde yuvarlak sözlerin, artık altını kendinizin doldurması ve bu “acil ve ertelenemez talebi” meydanlarda “avaz avaz” seslendirmenizin zamanı çoktan gelmiştir.

Bunu ne kadar çabuk kavrar ve hayata geçirirseniz, emin olun halkın giderek daha da güçlenen “can-ı gönülden desteğini” (oyunu) arkanıza alacağınız gerçeği kesindir.

Çekinmeyin.

Bunu yaparsanız, iktidara “itici” geleceğiniz tabiidir.

Ama on milyonların kemiğine dayanmış bıçak, artık “acıtmanın” da ötesinde, o kemiklere fena halde hasar vermekte.

Bilginize.  

                                                          /././

Yıllık ücretli izinle ilgili bilmemiz gerekenler- Hüseyin İrfan Fırat

Yaz aylarının başlaması ile birlikte çalışanların önemli haklarından olan yıllık ücretli izine ilişkin sorular da ağırlık kazandı. Biz de bu yazımızda şu sıralar çokça soru aldığımız bu konuya değinelim ve çalışanlarımızın tereddütlerini giderelim istedik.

YILLIK ÜCRETLİ İZİN HAKKINDAN VAZGEÇİLEMEZ

Öncelikle bilinmesi gereken yıllık ücretli izin, kaynağını Anayasa’daki dinlenme hakkından alan bir haktır ve yıllık ücretli izin hakkından vazgeçilemez.

KAYITLI VE KANITLANABİLİR BİR İŞ İLİŞKİSİ OLMALIDIR

Her şeyden önce bir çalışanın bu izninden söz edebilmemiz için ortada kayıtlı bir işçi işveren ilişkisi olmalıdır. Yani bir başka deyişle işçi kesinlikle kayıt dışı (sigortasız) çalışmamalıdır.

YILLIK ÜCRETLİ İZNE HAK KAZANABİLMEK İÇİN ÇALIŞMA SÜRESİ ŞARTI GEREKİR

İzne hak kazanabilmek bakımından o işyerinde ve/veya aynı işverenin değişik işyerlerinde 1 tam yıl fiili olarak çalışmış olmak gerekir. Bazı devamsızlıklar ve uzun süreli istirahatler işçinin yıllık izin için gerekli olan kıdem süresinde dikkate alınmaz. Örneğin kadın işçinin doğum sonrası 6 aya kadar kullanabildiği ücretsiz izin, işçinin habersiz ve mazeretsiz olarak işe devam etmediği günler, uzun süreli istirahatlerde işçinin işyerindeki ihbar süresini 6 hafta aşan istirahat süreleri yıllık izin hesabında dikkate alınmaz ve işçinin bu süreleri izne hak kazanabilmek için tekrar çalışması gerekir.

İŞÇİNİN AYNI İŞYERİNDE ARALIKLARLA ÇALIŞMASI KOŞULUNDA İZİN HAKKI

Çalışma hayatımızda sorunlu konulardan biri de şüphesiz ki işçinin aynı işyerinde aralıklarla (giriş-çıkış) çalışması koşulunda izin kıdeminin nasıl hesap edileceği konusudur. Bir işçi örneğin askerlik nedeni ile ve/veya emeklilik nedeni ile işyerinden ayrılıp daha sonra aynı işyerinde tekrar çalışmaya başlarsa izin hakkı hangi süreler üzerinden hesap edilerek uygulanmalıdır. Bu konuda hukukçular arasında görüş farklılıkları olduğu gibi işyeri uygulamaları da farklılıklar arz etmektedir. Yargıtay’ın konuya ilişkin son kararları ise eski çalışmalara ait izin hakları izin kullandırmak ve/veya bedeli ödenmek suretiyle tasfiye edildiyse artık eski çalışma sürelerinin sonraki çalışma sürelerine eklenmemesi şeklindedir. (Y.7.H.D. E. 2016/10214 K. 2016/17889 T. 31.10.2016)

Bu konuda bizim de katıldığımız görüş ise aralıklı çalışmalarda yıllık ücretli izin hakkının önceki çalışmalara ait izin haklarının kullandırılmış veya karşılığının ödenmiş olmasına bakılmaksızın işçinin O işyerindeki toplam çalışma süresi dikkate alınarak hesap edilmesi yönündedir. Çünkü yıllık iznin felsefesinde işyerinde kıdemi fazla olan işçinin daha fazla dinlendirilmesi olgusu vardır. Bu olguya bağlı olarak da zaten izi süreleri hesap edilirken kıdemi fazla olan işçiye doğru orantıda daha fazla izin süresi verilir.

6 AY ÇALIŞAN YARIM İZNE HAK KAZANAMAZ

Çalışanların sıkça sordukları ve doğru bir bilgi olmayan yarım izin konusuna da değinelim. Pek çok çalışan işyerinde 6 ay kıdemi olan bir işçinin yarım izin yani 1 hafta izine hak kazandığını düşünmektedir. Oysa bu doğru bir bilgi değildir. Yıllık ücretli izine hak kazanabilmek bakımından o işyerinde 1 tam yıl çalışmış olmak gerekir.

İŞVEREN İSTERSE 1 YILINI DOLDURMAYAN İŞÇİYE DE İZİN VEREBİLİR

Buna mukabil işveren zorunlu olmamakla birlikte 1 yılını doldurmayan çalışanlarına da yaz aylarında izin verebilir. Bu konuda yasal bir engel yoktur. Ancak bu verdiği izni daha sonra işçinin yıllık izninden düşüp düşemeyeceği konusu tartışmalıdır. Bizim de katıldığımız görüş işçiye yıl içinde verilen izinlerin yıllık izinden mahsup edilemeyeceği (düşülemeyeceği) ilkesi sebebiyle erken verilen iznin yıllık izinden düşülemeyeceği yönündedir.

YILLIK İZİN SÜRELERİ NE KADARDIR?

1 yıldan 5 yıla kadar olan çalışanlara 14 gün,

6 yıldan 14 yıla kadar olan çalışanlara 20 gün,

15 yıl veya daha fazla olan çalışanlara 26 gün yıllık ücretli izin hakkı verilmelidir.

18 ve daha küçük veya 50 ve daha büyük yaştaki çalışanlara verilen yıllık ücretli izin hakkı 20 günden az olamaz. Ayrıca yer altı işlerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izin süreleri dörder gün arttırılarak uygulanır.

Yıllık ücretli izine ilişkin bu süreler asgari süreler olup, bu sürelerin altında izin verilemez ancak, sözleşme ve/veya toplu sözleşmelerle bu süreler artırılabilir. Yıllık izine isabet eden hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günleri izin süresine ayrıca eklenir.

YILLIK İZİN ESNASINDA İŞÇİ HASTALANIRSA NE OLUR?

İşçinin yıllık ücretli izin süresi içinde raporlu duruma düşmesi koşulunda yıllık izin kesintiye uğrar. Bu durumda rapor bitiminde izin kaldığı tarihten itibaren devam eder.

KISMİ SÜRELİ (PART-TIME) ÇALIŞANLARIN YILLIK İZİN HAKLARI FARKLI MIDIR?

İş yasamızda kısmi süreli ve/veya çağrı üzerine çalışanlar bakımından yıllık izinle ilgili özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Ayrıca İş kanunu bu çalışanlara ayrımcılık uygulanamayacağını da ön görmektedir. Bu nedenlerle kısmi süreli çalışanlarda diğer çalışanlarla aynı izin haklarına sahiptir. İzin kıdemleri hesap edilirken kısmi süreli çalışıyor oldukları dikkate alınmayıp işe giriş tarihleri ve çalıştıkları takvim süresi dikkate alınacaktır.

(BİRGÜN)