Yoksul ana-babadan yoksul doğan çocuk, yoksullukla çarpışarak öğrenim görse de, en azından 30 yaşına kadar yoksulluktan kurtulamaz. Ciddi öğrenim görmeden ve bu yaşa gelmeden ancak eğlence, spor ve suç sanayiinin hizmetine girerek kurtulabilir:
1- Şarkıcı, türkücü, sinema ve televizyon oyunculuğu, mankenlik ve modellik, futbolculuk;
2- Her türlü hırsızlık, tefecilik, gangsterlik, mafya, uyuşturucu kaçakçılığı; fuhuş…
Ancak bu işleri yapmak kesinlikle yoksulluktan kurtulmak ve sınıf atlamak anlamına gelmez. Birinci kesim yasaldır, ikincisi değildir. Para ile zengin olunur ama asla burjuva olunmaz. Servet hali devam ederse belki torunlar ve onların çocukları burjuvalaşabilir. Bu da 50-60 yıl kadar ister.
***
“Olmuş ya da olması mümkün olayları yer, zaman ve kültür göstererek anlatan roman” gerçekleri, gerçeksileri, oluşumları, olayları (bir ressam gibi) bir araya getirir ve kaderleri diyalektik ilişkilerini zedelemeden bir hayat kurgular. Bu kurguya uygun kişiler, kimlikler yaratır. Küçük bir tanrının işidir bu. Hiç unutmam, lise bitirme kompozisyon yazılı sınavında “Roman sokaklarda gezdirilen aynadır” tanımlamasını soru (konu) olarak vermişlerdi. Fırsat çıkmışken yazayım: Bir dili bilmek onu konuşmak değil, yazmaktır!
***
Bu türün en iyi örneklerinden birini 1976 ve 1977 yıllarında okumuştum. Max Gallo’nın Melekler Körfezi (La baie des Anges) üçlemesinde (Melekler Körfezi; Şenlik Sarayı “Le palais des Fêtes”; §İngiliz Gezisi “La Promenade des Anglais”.
Üçleme Fransa’nın ünlü kenti Nice’nin kuruluş yıllarını anlatır. Yıl 1890. Üç yoksul İtalyan kardeş sırayla kurulmakta olan Nice’e gelir. Yürekleri umut ve tutkuyla doludur. Bunlardan biri yaşlı bir zenginin yanında çalışırken adamın karısını becermeye başlar, kasasını soyar, eline geçen parayla inşaat işine girer, müteahhit olur. İkincisi, delikanlılık ayaklarıyla sonunda gangster-mafya olur, pis işlere karışır. Üçüncüsü işçidir ve sonunda sendikacı olur (Melekler Körfezi). Kurgu inandırıcı mı? İnandırıcı! Üç kardeş zaman zaman kesişen kendi yollarında yürürken Nice kenti de kurulur, büyür. 1920’lerde sahneye çocuklar da girer. Çılgın Yıllar, Halk Cephesi, sinema stüdyoları, iki savaş arası yılları (Şenlik Sarayı); Çocuklar ve torunlar kendi yollarında yürürler. Kendi aralarında dostluklar, aşklar, çekişmeler başlar. Nice kenti büyür ve hayat bir heykeltıraştır sanki (İngiliz Gezisi)…
1980 yılında, CannesTelevizyon Filmleri Fuarı’nda (MIPTV), üçlemeyi MGM ve MCA yöneticilerine anlatmıştım, dizi yapmalarını önermiştim. Hayatın kendisiydi üçleme. Öykü (saga) adamlara fazla karmaşık ve entelektüel geldi.
***
Roman sanatı, film sanatı böyledir işte, özellikle saga tarzından etkileniriz. Belki estetik haz da alabiliriz. Ancak gerçek hayat bambaşkadır. İnsanın canını yakar. Yoksulken zenginleşmek “mutlu son”dur. Ama nasıl? Bu memlekette Birinci Dünya Savaşı, Ermeni Tehciri, Mübadele, İkinci Dünya Savaşı, karaborsa; Demokrat Parti, Adalet Partisi, darbe zenginleri ve gün gün tanık olduğumuz AKP zenginleri var.
Biz böyle bir hayat istemiyoruz. Doğal bir hayattan kaynaklanan eşitlikçi ve adil bir refah istiyoruz. Kapitalizm çağında yoksulluktan kurtulmanın onurlu yolu okul ve meslekten geçer. Daha doğrusu bedava eğitim ve öğretimden. Yoksulluktan kurtulan Köy Enstitülü öğretmen anababanın oğlu doktor olabilir, eczacı olabilir ve bir ilaç laboratuvarı kurabilir. Para kazanır, zengin olur ama para yüzünden şımarmadan zenginliği içine sindirerek; vergi kaçırmadan; işçilerinin sendikalaşmasını engellemeden, onları emeklerini sömürüp yağmalamadan.
Böyle bir hayatı AKP’nin ortak aklı düşünemez!
Özdemir İnce / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder