31 Temmuz 2023 Pazartesi

Oppenheimer'ın anlatmadıkları: Çevresi komünist, kendisi yalnızdı - PROF. DR. HASAN KARABIYIK / soL-Görüş

 

Nolan'ın Oppenheimer filminin anlatmadıklarını, Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Bölümü'nden Prof. Dr. Hasan Karabıyık, soL için yazdı.

Yakın zamanda gösterime giren, Cristopher Nolan imzalı filmle ABD'li fizikçi Julius Robert Oppenheimer, veya kısa adıyla Oppie, bir kez daha tüm dünyanın gündemine girdi.

1945 Temmuz ayında, İkinci Dünya Savaşı'nı kazanan büyük güçlerin buluşacağı Potsdam Konferansı'ndan bir gün önce, ABD'deki Alamogordo yakınlarında ilk atom bombası denemesi gerçekleştirildi. Amerikan Prometheus’u olarak öne çıkarılan Oppie 1965 yılında verdiği bir söyleşide,  bu denemenin ardından duyumsadıklarıyla ilgili olarak, Hindu kutsal kitabı Bhagavad Gita’da çok kollu avatarına bürünen tanrı Vişnu’nun ağzından duyulan “Şimdi dünyanın yok edicisi Ölüm oldum” dizesiyle cevap vermiştir. 

Aslında öldürdüğü kişi kendisiydi, ama kendisi, henüz bunun farkında değildi. 

Bir fizikçinin Hindu kutsal yazınından alıntı yapması alışıldık değildir. Oppie, çocukluğundan beri okumayı seven biri olmuştur. Çocukken mineralojiye duyduğu ilgi sonrasında doğa bilimlerine yönelmiş ve varlıklı ailelerde sık rastlanmayan biçimde Oppie ve kardeşi Frank yükseköğrenimlerinde fizik okumuşlardır.

Oppenheimer ailesi, Yahudiliğin Aşkenaz kolundandır. Baba Oppenheimer yüzyılın başında Almanya’dan ABD’ye göç etmiş ve kısa sürede bir servet kazanmayı başarmıştır. Anneleri Ella ressamdır. Üç van Gogh ve birkaç Picasso tablosunun duvarlarını süslediği bir evde yaşarlar. New York’un lüks muhitlerinde geçen ilk gençlik yıllarından sonra Oppie, doktora yapmak üzere önce Cambridge ve oradan da Göttingen’e gider. Weimar cumhuriyetinde yeni bir fiziğin kurulduğunu Cambridge’deyken duymuştur.

Göttingen’de bir diğer Yahudi bilimci Max Born’un danışmanlığı altında doktorasını tamamlar. Yeni kurulan kuantum mekaniği o sıralarda ABD’de pek bilinmemektedir. Oppie bu noktada bir taşıyıcı rolü üstlenecektir. Oppie’nin doktora danışmanı Born 1954 yılında, Oppie’nin doktora öğrencisi Lamb ise 1955 yılında Nobel fizik ödülünü alacaktır.

Manhattan projesinin askeri ve bilimsel direktörleri Tümgeneral Leslie Groves ve Robert Oppenheimer

Hayatın akışı burjuva ailesine politikayı soktu

1927’de 22 yaşındayken kuantum fiziğinin temellerinin atıldığı Göttingen’deki doktorasını tamamlayarak ABD’ye gelen Oppie, Göttingen’deki yalıtık akademik çevreden edindiği alışkanlıkla politikayla hiç mi hiç ilgilenmeyen, bütünüyle bilimsel çalışmalarına yoğunlaşmış bir akademisyendir. Yetiştiği kültürel çevrenin ve ayrıcalıklı sınıfın sağladığı konforlu yaşamında, küçük yaşta edindiği okuma alışkanlığı ve ilk gençlik yıllarında tanıştığı ağdalı Prusya ekolünün bileşimiyle şekillenen yaşayış biçiminde politikaya yer yoktur. 

Politikayla ilgilenmeyen Oppenheimer kardeşlerin bu tutumları çok geçmeden değişecektir. 1929 ekonomik bunalımını bile altı ay sonra öğrenen Oppie, politikayla daha fazla ilgilenmeye başlayacaktır. Bu durumun sebepleri arasında, 1929’daki Büyük Buhran'da kapitalizme duyulan güvenin sarsılmasına bağlı olarak sosyalizme olan ilginin artması kadar, 1933’te Almanya’da Nazilerin iktidara geldikten sonra sergiledikleri Yahudi düşmanı politikalar sayılabilir. Faşizm ile en tutarlı ve güvenilir mücadele yolunun kapitalizm ile mücadeleden geçtiğini çok geçmeden fark eden genç Oppenheimer’ların komünizme ilgi duymalarında şaşılacak bir yan yoktur. Bunun sonucunda Oppie, 1936’da başlayan İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçilere nakdi destek sağlayan ve yardım toplayan bir politik pratiğe katılır. Bu sırada Jean Tatlock (filmde Jane) ile tanışır.

Oppenheimer ve komünistler

Oppie’nin ilk uzun süreli ilişkisini yaşadığı Jean Tatlock, Stanford Tıp Fakültesi mezunu bir fizyolog ve ABD Komünist Partisi (CPUSA) üyesidir. İkisinin ortak noktası, edebiyata duydukları ilgidir. 1936’da başlayan ilişkileri 1939’da sona erer. Tatlock, 1944’te vefat eder. Vefatı polis kayıtlarına “intihar” olarak geçmiştir. Tatlock’un vefatı, atom bombasının icadıyla sonuçlanacak olan Manhattan projesinin en hassas dönemine rastladığından, projenin askeri kanat sorumlusu Tümgeneral Leslie Groves projenin selameti bakımından, eski sevgilinin vefatını Oppie’den bir kaç ay saklar. Çünkü Groves, Oppie’nin tıpkı Tatlock gibi depresif bir kişilik portresine sahip olduğunu bilmektedir. 

Oppie, 1940’ta Katherine Dallet ile evlenir. Oppie, Katherine’nin dördüncü eşidir. Katherine de tıpkı Jean gibi ABD Komünist Partisi üyesidir ve komünist parti listesinden Youngstown belediye başkanlığına aday olur, ancak seçilemez. Katherine ile Oppie’nin yatak odalarında küçük çaplı bir yangını tetikleyecek kadar yoğun biçimde sigara ve alkol kullandıkları da sır değildir.

Oppie’nin kardeşi Frank, 1937-1939 yılları arasında CPUSA üyesidir ve bu nedenle savaştan sonra özgürlükçü oluşlarıyla böbürlenen ABD üniversitelerinin kara listelerine alınır. Bu ayrıntılar önemlidir, çünkü kişiyi tanımak için çevresini de tanımak gerekir. Üstelik bu çevre, filmde de pek öne çıkarılmamıştır. Oppie’nin doktora öğrencilerinden David Bohm da tıpkı Oppie gibi, başarılı bir Yahudi tüccarın çocuğudur ve komünist çevrelerle yakın ilişki içindedir. ABD'li senatör John McCarthy’nin başlattığı komünist avı sırasında Bohm tutuklanır ve Princeton Üniversitesi sözleşmesini yenilemediği için Brezilya’ya göç etmek zorunda kalır.

Komünistlerle ve komünist çevrelerle yakın ilişki içinde olan Oppie, hiçbir zaman komünist parti üyesi olmamıştır. Hatta filmde uzun uzadıya yer verilen soruşturma sahneleri neticesinde de bu durum saptanmış olmasına karşın ancak geçtiğimiz yıl Biden yönetimi Oppie hakkında bir yanlışlık yapıldığını kabul etmiştir. 

Groves ve Oppenheimer, atom bombasının ilk defa test edildiği New Mexico'da, Temmuz 1945

Filmin üzerinden atladıkları

Film, yeterince yansıtmadığı bu detaylar içerisinde esas konuya hiç girmiyor. Oppie’nin çevresindeki kimi kişiler üzerinden bir portre oluşturulmaya çalışılıyor ama bu da yetersiz kalıyor. Mesela filmde Los Alamos yerleşkesindeki fizikçiler arasında bombanın Japonya’da kullanılması olasılığı hakkında çıkan tartışmalar ve bu tartışmalarda Oppie’nin takındığı tavır, üzerinde pek durulmadan geçiştiriliyor. 

Filmin başka bir eksiğiyse, ağırlıklı olarak fizikçilerin çalıştığı Los Alamos yerleşkesindeki çalışma ortamının yansıtılmaması. Oppie’nin gecesini gündüzüne katarak çalıştığı Los Alamos’taki çalışma biçiminin onun kişiliğinin otoriter yanı hakkında söyleyebileceği çok şey varken bundan kaçınılmış. Oppie’nin Tümgeneral Groves ile arasındaki gerilimlere neredeyse hiç değinilmemiş. Dahası, Oppie’nin patronajı altında çalışan yerleşkedeki fizikçiler arasında bile duyumsadığı yalnızlık ve tecride de filmde hiç yer verilmemiş. 

O fizikçilerin projeye dâhil olma nedenleri Nazi karşıtı olmalarıdır. Ekibin önde gelen isimlerinin çoğu Yahudi bilimcilerdir. Oppie’nin gerçek kişiliği, yerleşkede adeta tanrı edasıyla dolaşırken ve üst perdeden iş dağıtırken ortaya çıkıyor. Zaman zaman buyurgan olmaktan çekinmeyen, aşırı hırslı bir Oppie’yle karşılaşıyoruz Los Alamos’ta. Ama filmde bu yanını göremiyoruz.

Filmde çiğnenen ve çarpıtılan bir gerçeklik bulunmuyor ama yeterince açıklanmayan ve sebep sonuç bağlamına yerleştirilmesi zor olan ayrıntılarla boğuluyor izleyici. Film boyunca tüm bu ayrıntılar sıralanıyor, bilim ekibi içindeki, esasında kişisel olan uyuşmazlıklar üzerinde duruluyor, fakat filmde hiç üzerinde durulmayan konular esasında Oppie’yi tanımamız için olmazsa olmaz öneme sahipler. Politik arka plan, savaşın seyri ve özellikle savaş sonrası politik ortama neredeyse hiç değinilmiyor ve bağlam, sığ bir ABD-SSCB gerilimine indirgenerek bu konular geçiştiriliyor.

Mesela, Mart 1944'te, henüz atom bombası atılmadan önce, İngiliz bilimci James Chadwick'in Los Alamos'taki evinde bir akşam yemeğinde, Manhattan Projesi'nin askeri direktörü Leslie R. Groves‘un “bombayı yapmaktaki asıl amaç Sovyetlere boyun eğdirmektir” demesinin fizikçiler arasında büyük bir infial yarattığına değinilmiyor. Oysa fizikçiler projeye Nazilerle savaşıldığı için katılmışlardı ve projede öne çıkan bilimcilerin çoğu, Avrupa kökenli, solcu Yahudilerdi. 

Los Alamos, Manhattan projesindeki yirmi yerleşkeden sadece biriydi ve uluslararası bir bilimci kadrosuyla çalışılıyordu. Bombanın mucidinin Oppie olduğu yanılsamasının önüne geçmek gibi bir derdi olmayan film, Oppie’nin yalnızca bilimsel patronajdan sorumlu olduğuna hiç değinmiyor. Los Alamos ve diğer yerleşkelerde sergilenen muazzam kolektif bilimsel emeği de görmezden gelerek kişileri öne çıkartıyor ve o kişilerin içinde bulunduğu koşulları anlatmak gibi bir zahmete de girmiyor.

Fizikçiler bomba atılmadan önce dünyayla paylaşılmasından yanaydı

Filmde Niels Bohr Avrupa’dan tahliye edilirken uçakta yaşadıklarını kısaca anlatıyor. Anlatılanlar azdır bile. Ancak Bohr’un, savaş sonrasında olabileceklere dair endişelerine değinilmiyor. Normandiya çıkartmasından iki hafta önce 22 Mayıs 1944’te Churchill ve Roosevelt’e birer mektup yazan Bohr, artık savaşın sonuna gelindiğini, atom bombası projesinin gerekliliğinin ortadan kalktığını ve elde edilen tüm bilgilerin uluslararası araştırmacılarla paylaşılmasının yanı sıra nükleer silahlanma yarışına girilmemesini istiyor. Mektubun Roosevelt’i etkilemesinden korkan Churchill, 3 Temmuz 1944 günü Bohr’u azarlama gereği duyuyor. Oysa filmde Bohr sevimli bir ihtiyar olmanın ötesine geçemiyor.

2 Ağustos 1939’da tüm hikâyeyi başlatan mektubu imzalaması konusunda Einstein’ı cesaretlendiren Szilard’ın uyarısıyla Einstein, 25 Mart 1945’te Roosevelt’e ikinci bir mektup yazarak bomba yapımı projesinin derhal sonlandırılması tavsiyesinde bulunmuştur. Einstein’ın bu çabalarını da göremedik filmde. Einstein, yalnızca kayıtsız bir pasifizme sıkıştırılıp kalmış. 

Hiç şüphesiz filmde gerçeğe en uygun biçimde yansıtılan kişi, tüm yetersizliği, aşağılık kompleksi ve sevimsizliğiyle başkan Truman olmuştur.

ABD Başkanı Johnson,  Oppenheimer'a Enrico Fermi Ödülü'nü takdim ediyor, 2 Aralık 1963

Oppenheimer ne bombaya ne sivillerin ölümüne karşı çıktı

Fizikçiler 1945’te yaklaşan Sovyet zaferini beklerken savaş sonrasında bombaya sahip olacak tek ülkenin ABD olması ihtimali karşısında endişeleniyorlar. Bundan haberdar olan Oppie ise bombanın kullanımı ve imalatı konusunda bir yavaşlatma ya da engelleme girişiminde bulunmamıştır. 1965’teki söyleşisinde bile herhangi bir pişmanlık emaresi göstermemiştir.

Oppie, Nagazaki ile Hiroşima’nın bombalanmasına karşı çıkmamıştır. Bu konuda görüşleri alınan bilimciler (sorumlulukları altında ezilen depresif Oppie, yarı-Yahudi umutlu bir işkolik olan Fermi, liberal bir kariyerist olan Lawrence ve cumhuriyetçi bir gerici olan Compton), bombanın sivil bölgelerde kullanılmaması konusunda ısrarcı olmaya çalışmışlardır. Ancak ABD ordusunda kabul gören “sivil” tanımı savaş sanayisinde çalışanları kapsamıyordu ve bu iki şehir de askeri üsler ve askeri endüstri tesislerinde çalışan işçi ağırlıklı nüfusa sahiplerdi. 

Ölüm tanrısı: Yalnız ve çaresiz

Bertrand Russell, Birinci Dünya savaşının ardından, “Garip değil mi? Sıradan insan bilime inanmaya başlamışken, laboratuar insanı bilime inancını kaybediyor” diye serzenişte bulunuyordu. Bilimin silahlanma yarışının bir parçası olarak algılanmasının önüne geçilmesini imkânsız hale getiren Manhattan Projesi Oppie’nin trajedisinin oynandığı bir sahneye dönüşürken, sonrasında bilimcilerin işlerine yabancılaşmalarını da beraberinde getirmiştir. Bu sayede tıp ve yaşam bilimlerine fizikçilerin duydukları ilgi artmıştır. 

Yuvel Noah Harari’nin yazdığı Homo Deus gibi çok-satar kitaplarla liberal bakış açısının tuzağına çekilerek farkında olmadan alıştırılmaya çalışıldığımız insanın tanrılaşması fikrinin sonucunda varacağımız yeri ilk ziyaret eden kişi Oppie olmuştur. 

Oppie’nin çok kısa bir an için bile olsa kendini tanrılaşmış hissettiğini itiraf ederken kastettiği ama kendisine bile itiraf edemediği şey ise yalnız ve çaresiz olduğuydu.

PROF. DR. HASAN KARABIYIK / soL-Görüş 


30 Temmuz 2023 Pazar

AKP’nin karma eğitime saldırısı (I+II) - EMRE ALIM - CAN KUYUMCUOĞLU / soL-Özel

 

Yukarıdan aşağıya, soldan sağa; Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel, Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı Av. Müjde Tozbey, Eğitim bilimci ve yazar Prof. Dr. Rıfat Okçabol, Eğitim bilimci-yazar Prof. Dr. Ahmet Yıldız

(1) ‘Evlatlarımızı kurtarmak için örgütlenmek lazım’

soL, AKP'nin karma eğitime dönük saldırısına ilişkin eğitim bilimciler, eğitim emekçileri mücadelesinin içinde yer alan eğitimcilerle bir Yuvarlak Masa toplantısı düzenledi.

AKP’nin 20 yılı aşan iktidarında kamusal, laik ve bilimsel eğitime dönük saldırısı devam ediyor. Seçimler sonrası atanan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in karma eğitimi hedef alan açıklamaları bu saldırılarının yeni bir adımı oldu. Tekin, katıldığı bir canlı yayında da “Kız çocuklarını okula göndermeyen ailelerin en baştaki argümanı, ‘Ben çocuğumu erkeklerle aynı okula göndermek istemiyorum’ oluyor. Veliyi ikna etmek için gerekirse kız okulları da açabilmeliyiz. Veli isterse çocuğunu kız okullarına gönderebilmeli” diyerek karma eğitime yönelik tartışmaları tekrar açtı. 

soL, Bakan Tekin aracılığıyla bir kez daha laikliğin en önemli unsurlarından biri olan karma eğitimin kaldırılmasına ilişkin bu yeni girişimin ardından, eğitim bilimciler, eğitim emekçileri mücadelesinin içinde yer alan eğitimciler, kız çocuklarının eğitim hakları ve gelecekleri için mücadele eden kurumların temsilcilerinden oluşan katılımcılarla bir Yuvarlak Masa toplantısı düzenledi.

Çevrimiçi düzenlenen toplantıya Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem ÖzbayÇağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Ayşe YükselÖnce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı Av. Müjde Tozbey, Boğaziçi Üniversitesi emekli öğretim üyesi eğitim bilimci ve yazar Prof. Dr. Rıfat Okçabol ve Ankara Üniversitesi öğretim üyesi eğitim bilimci-yazar Prof. Dr. Ahmet Yıldız katıldı. Toplantıda, iktidarın karma eğitimi hedef alan saldırısı, siyasi, ideolojik, ve pedagojik boyutlarıyla değerlendirildi.

Toplantının ilk bölümünü okurlarımızla paylaşıyoruz.

‘Bakanlıklar cemaat ve tarikat koalisyonları haline geldi’

Toplantıda ilk olarak söz alan Eğitim-İş Genel Başkanı Özbay, Bakan Tekin’in geçmişte yaptığı MEB müsteşarlığı sürecinde gerici vakıf ve derneklerle protokollerin mimarlarından biri olduğunu hatırlatırken, AKP iktidarının karma eğitime yönelik hamlesinin pedagojik değil Cumhuriyet’le hesaplaşma, Cumhuriyet devrimlerine karşı siyasal bir hamle olduğunu vurguladı:

AKP’nin bugün daha da cesaretlendiğini, Bakan’ın da o ‘Türkiye yüzyılı’ mesajını daha cesurca verdiğini görüyoruz. Ülkemizin bakanlıkları adeta cemaat ve tarikat koalisyonları haline gelmiş durumda. Yani cemaat ve tarikatların söylemleri bakanlar tarafından direkt dinlendirilir olmuş durumda.

‘Yoksulluk, karma eğitim tartışmasıyla örtülmeye çalışılıyor’

Özbay bugün TÜİK ve MEB gibi kurumların resmi istatistiklerine bakıldığında okullaşma oranlarının her düzeyde kız ve erkek çocukları için benzer oranlarda olduğuna dikkate çekerken, bugün kız olsun erkek olsun çocukların okuldan kopmalarının ya da kayıtlı olsa da okulda olmamalarının nedeninin yoksulluk olduğunu kaydetti: 

Bunların söyledikleri gibi gerekçelerle okula gitmeyen çok azınlıkta bir yapı var. Karma eğitim olduğu için göndermeyeceğiz diyen hiç yok demiyorum ancak bunlar azınlık. Bir Menzil tarikatı şovu oldu, o tarz yapıların talebi bu. Bunların oranı da Türkiye'de gerçekten belki binde bir bile değil. Yoksulluk üzerindeki tabloyu karma eğitim tartışmasıyla örtmeye çalışıyorlar, öyle hakikatleri eğip bükerek değiştiremezsiniz.”

‘Çağdışılığın karşısında durmak için karma eğitim şart’

Özbay yaptığı açıklamalarda Cumhuriyet rejiminde çocuğun annesinin ve babasının bir malı gibi görülemeyeceğini hatırlatırken, “Bir vatandaş dese ki ben çocuğumu okula göndermiyorum. Bu kabul edilemez, bunlar temel hak ve özgürlüklerle değerlendirilemez. Bu tam tersine en temel hak olan eğitim hakkının gasp edilmesi ve bunun devlet eliyle normalleştirilmesidir. Bu hem anayasaya aykırı hem yasalara aykırı hem de uluslararası anlamda kabul ettiğimiz bütün sözleşmelere aykırı” şeklinde konuştu. 

Özbay şöyle devam etti:

"Bugün erkeğin yapacağı kadının yapamayacağı meslek yok gibidir. Eğitimin tam da amacı aslında kadın ve erkeğin birlikte yaşamı paylaştığını, birlikte üretmeyi öğretmektir. Daha 9 yaşındaki çocukların yan yana oturmasında kız erkek ilişkisini ve flörtü anlayan bir zihniyetin aslında çağ dışılığın karşısında durmak için karma eğitimden yana durmak lazım."

‘Eğitim yerle bir olmuş, bunlar diyorlar ki karma eğitim’

Türkiye’de toplumun reflekslerini ölçmek ve toplumu hazırlamak için dernek-vakıf maskesi takmış, tarikatçı cemaatlerin attığı adımlara dikkat çeken Özbay, “Demokratik kitle örgütlerinin en temel görevi nedir? Toplumun reflekslerini ayakta tutmasıdır. Yani fizik tedavi doktorunun dizimize vurması gibi yani refleksleriniz yaşıyor mu? Ama bunu AKP ve onun uzantılarının daha iyi yaptığını görüyoruz” diye konuştu.

‘Mücadelenin içinde sokağa çıkmak da var, düşüncelerini özgürce ifade edebilmek de’

Özbay sözlerinin devamında şunları kaydetti:

Eğitim yerle bir olmuş, çökmüş. Çocuklar okulda aç. Taşımalı eğitim, servis sorunu sürüyor. Eğitimde kamusallık, parasızlık kalmamış, devlet okulunda bile satın alınır hizmet haline gelmiş. Bunlar diyorlar ki karma eğitim. 

Laik eğitimi savunmazsanız, çocukları özellikle o bölgelerde tarikat ve cemaatlerin kucağına atarsınız. Peki biz ne yapacağız? Bize bugün siyasi çerçevede verilen bir mesaj var. Aman sokağa çıkmayın. Aman sesinizi çıkarmayın. Bunu söylerseniz şunun işine yarar. Tam da temel hak ve özgürlüklerimizi nasıl kullanmamız gerektiğini görmemiz gereken bir süreç yaşıyoruz. Bunun içinde sokağa çıkmak da var, düşüncelerini özgürce ifade edebilmek de var. Biz de cumhuriyetin yurttaşı isek, cumhuriyete sahip çıkma sorumluluğu da var.

Bu nedenle burada bir adım dahi geri durulamaz, Eğitim İş de durmayacaktır. Eğitim-İş bu konuda hassasiyetini ortaya koyan, bu ülkenin geleceği olan çocuklarımıza sahip çıkma iradesini ortaya koyan herkesle de omuzdaşlık yapmaya hazırdır. Bu ülkedeki her bir kız çocuğunu kendi çocuğumuz olarak görüp bu mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz.

‘Bir aile bile görmedim ki ben kızımı okutmak istemiyorum desin’

soL’un düzenlediği Yuvarlak Masa Toplantısı’na katılan isimlerden ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Yüksel de, ÇYDD’nin 25 yıldır öğrencilere burs vererek onların okuması için mücadele ettiğini hatırlatırken şöyle konuştu: 

Karma eğitimi tartışıyoruz, ama sorunun aslı laik eğitimin ortadan kaldırılmaya çalışılması. Biz 25 yıl içinde 105 binden fazla kız öğrenci bursu verdik. Bize çocuklara burs verme konusunda neredeyse yetişemiyoruz. Türkiye'nin 81 ilinde çalışıyoruz, ekonomik yoksulluklar nedeniyle kızıma burs verir misiniz diyen binlerce anne baba ile karşılaştık. Anadolu insanının kız çocuğunu okutsun diye Türkan hoca'nın eteğini çektiği günleri hatırlarım hep. Bir aile bile görmedim ki ben kızımı okutmak istemiyorum desin. Anne babanın çabası, kızları, oğulları okusun, mesle sahibi olsun, onlar da rahat huzurlu yaşasınlar. Herkes bunun peşinde.

Yüksel, laik Türkiye Cumhuriyeti’nde laik eğitimin yapılması gerektiğinin anayasada yazılı olduğunu hatırlatırken, “Ama uygulamada biz bunun tersini görüyoruz. Eğitim senelerdir hızla dinselleşmeye doğru gidiyor. Bugün kız ya da erkek çocuklarının okula gidememesi konusu tamamen ekonomiktir. Anayasada yazılı olan çağdaş, laik, bilimsel, kamusal ve karma eğitimi uygulamak Bakanın görevidir” dedi. 

ÇYDD Başkanı Yüksel önümüzdeki dönemde bu saldırılara karşı mücadeleye ilişkin ise şöyle konuştu: 

Biz inandığımız bilimsel, laik eğitim peşinde yürümeye devam ediyoruz. Daha önce 2016 yılında yine laik, bilimsel eğitime inanan yapılarla bir arada Laik Bilimsel Eğitim Platformu LABEP’i kurmuştuk. Şimdi yeniden canlandırdık LABEP’i. Gücümüzü çoğaltmak istediğimiz için bu platformu oluşturduk. Platformun öncelikli konusu da ÇEDES olacak.” 

‘Dert özgürlük olsaydı, insanların yoksulluğuna çare bulurlardı’

Toplantının katılımcılarından bir başka isim olan Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı Tozbey ise AKP’nin toplum mühendisliği için karma eğitimi araç olarak kullandığını vurguladı:

AKP’nin gerçek amacı toplumsal yaşamı kendi görüşleri çerçevesinde tasarlamak. Yani dinsel kurallarla belirlenen, dolayısıyla boyun eğen, itaatkâr bir toplum yaratmak. Bunun için de karma eğitim çok önemli bir araç. Referans olarak da laikliğe düşman olmaları çok önemli. Laikliğe düşman bir iktidar, asla özgürleşmeden bahsedemez. Dert özgürlük olsaydı, insanların yoksulluğuna çare bulur ve eğitim kanallarını açarlardı.”

Kız ve erkek çocuklarının ayrı okullarda okumasının cinsiyet eşitliği açısından yaratacağı problemlerin yanında birçok başka sorununun olduğunu ifade eden Tozbey şöyle konuştu: 

Karma eğitim çocukların özgüven içinde yetişmelerini, yeteneklerini keşfetmelerini, yaratıcılıklarını göstermelerini, daha özgür hareket etmelerini sağlayan bir model. Aksi bir sistem toplumsal cinsiyet eşitsizliğini arttıracağı gibi, toplumda daha fazla şiddete yönelimli, çocuklara ve kadınlara daha fazla şiddet uygulayan bir toplum sürecine ön ayak olacaktır.

‘Çocuklar kimsenin malı değil’

Yaptıkları araştırmalarla deprem sonrasında devletin kendi kurumları eliyle çocukları tarikatlara dağıttıklarını tespit ettiklerini dile getiren Tozbey, Eski Aile Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın “Çocukları tarikatlara aileleri verdi” sözlerini hatırlatarak şöyle devam etti:

Çocuklar kimsenin malı değil. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu gereği çocuklarımız topluma aittir. Yurttaşlar çocuklarımızın korunması için, çocuklarımızın zorunlu ihtiyaçlarının karşılanması için devletimize vergi öderler. Devletimiz bu vergilerle çocuklarımızın eğitim dahil zorunlu ihtiyaçlarını dahi karşılamak zorundadır. Anne, babasının yetmediği zamanlarda ya da annesi babası olmayan çocuklara ya da anne babası tarafından istismara uğrayan, şiddete uğrayan ya da bilime çağa aykırı şekilde, çocuklar üzerinde eylemlerde bulunan aileler karşı çocuklar ailelerden uzaklaştırılır ve toplumun, yani devletin koruması altına alınır.

Temel eğitim gereği karma eğitim tartışılamaz. Türkiye Cumhuriyeti anayasasına göre de imzaladığı uluslararası sözleşmelere göre de tartışılamaz. İstanbul Sözleşmesi de çok açık olarak şunu söyler: ‘Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için devlet her üzerine düşen tüm yükümlülüklerini yerine getirir.’

Topluma dayatılan bu yaşam tarzları yüzünden sadece AKP’nin 21 yılında kadın cinayetleri yüzde 392 arttı. Birleşmiş Milletlerin raporuna göre sadece bu dönemde cezaevlerindeki tecavüzcü sayısı 23 kart arttı. Ülkemizde her yıl 400’de fazla kadın öldürülüyor, artık günde 2-3 kadın öldürülüyor.

Maalesef bu da toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin artmasından kaynaklanıyor. Yani kadının, çocuğun yaşam alanlarımızdan uzaklaştırılmaya çalışılmasından kaynaklanıyor.

Biz kadın ve erkekler olarak kendi hayatlarımızı kurtarmak için, evlatlarımızı kurtarmak için insanca yaşamak için bir kere örgütlenmek lazım. Örgütlenirse, biz bu karma eğitime yönelik saldırıya izin vermeyiz.

                                                              /././

(2) 'Artık mevziyi politik bir çerçevede kurmak gerekiyor'

Eğitim bilimciler, eğitim emekçileri mücadelesinin içinde yer alan eğitimciler, kız çocuklarının eğitim hakları için mücadele eden kurumların temsilcileri, AKP'nin karma eğitime saldırısını ele aldı.

AKP’nin 20 yılı aşan iktidarında kamusal, laik ve bilimsel eğitime dönük saldırısı devam ediyor. Seçimler sonrası atanan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in karma eğitimi hedef alan açıklamaları bu saldırılarının yeni bir adımı oldu. Tekin, katıldığı bir canlı yayında da “Kız çocuklarını okula göndermeyen ailelerin en baştaki argümanı, ‘Ben çocuğumu erkeklerle aynı okula göndermek istemiyorum’ oluyor. Veliyi ikna etmek için gerekirse kız okulları da açabilmeliyiz. Veli isterse çocuğunu kız okullarına gönderebilmeli” diyerek karma eğitime yönelik tartışmaları tekrar açtı. 

soL, Bakan Tekin aracılığıyla bir kez daha laikliğin en önemli unsurlarından biri olan karma eğitimin kaldırılmasına ilişkin bu yeni girişimin ardından, eğitim bilimciler, eğitim emekçileri mücadelesinin içinde yer alan eğitimciler, kız çocuklarının eğitim hakları ve gelecekleri için mücadele eden kurumların temsilcilerinden oluşan katılımcılarla bir Yuvarlak Masa toplantısı düzenledi.

Çevrimiçi düzenlenen toplantıya Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem ÖzbayÇağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Ayşe YükselÖnce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı Av. Müjde Tozbey, Boğaziçi Üniversitesi emekli öğretim üyesi eğitim bilimci ve yazar Prof. Dr. Rıfat Okçabol ve Ankara Üniversitesi öğretim üyesi eğitim bilimci-yazar Prof. Dr. Ahmet Yıldız katıldı. Toplantıda, iktidarın karma eğitimi hedef alan saldırısı, siyasi, ideolojik, ve pedagojik boyutlarıyla değerlendirildi.

Toplantının ikinci bölümünü okurlarımızla paylaşıyoruz.

‘Karma eğitimin ayrı eğitimden çok daha iyi olduğunu yaşayarak gördüm’

Cumhuriyet eğitim tarihinin, önce bir öğrenci, sonra bir öğretmen ve eğitim bilimci olarak yaklaşık son 75 yılına şahitlik etmiş olan Prof. Dr. Okçabol, kendisinin yıllardır Türkiye’nin farklı illerde öğretmenlik yaptığını, eğitimci olarak okulları gezdiğini, öğretmenlerle, öğrencilerle etkinlikler yaptığını, velilerle sohbetler ettiğini hatırlatırken şu ifadeleri kullandı:

Ben hiçbir zaman çocuğunu okutmak istemeyenle karşılaşmadım. Halktan karma eğitime karşı herhangi bir tepki görmedim hiçbir zaman. Ben Kabataş Erkek Lisesi'nde okudum. Arkadaşlarımın çoğu ders bitsin de yanımızdaki kapı Beşiktaş Kız Lisesi’nin önüne gidelim diye düşündüğünü hatırlatırım. Ankara'da bir kız lisesinde öğretmenlik yaptım. Astsubay okulunda erkek okulu öğrencilerine öğretmenlik yaptım. Alanya'da karma eğitim veren okulda öğretmenlik yaptım. Dolayısıyla fiilen karma eğitimin kız erkek ayrı eğitimden çok çok çok daha iyi olduğunu yaşayarak, görerek bilen biriyim. Bunu halk da biliyor.

‘Topluca ses çıkarıp, AKP’ye geri adım attırmamız gerekiyor’ 

AKP’nin yalnız karma eğitim karşıtı olmadığını, laik eğitime, kadının özgürlüğüne karşıt olduğunu hatırlatan Okçabol şöyle devam etti:

Çocuk istismarı, çocuk evliliği, kadın cinayetleri AKP iktidarları döneminde tavan yaptı. Büyük amaç laik sistem. Tek amaç 1.400 yıl önceki anlayışta olduğu gibi kadının eve kapanması, erkeğin kulu kölesi olması. Temel amaç toplumu din toplumuna dönüştürmek. 

Topluca ses çıkarıp, AKP’ye geri adım attırmamız gerekiyor. Yoksa AKP’nin yasaları aldırdığı yok. Tek çözüm bence, örgütlü, el birliğiyle, işbirliğiyle karşı çıkmak. Her gün AKP bir adım daha kazanıyor. Bu konuda da geri adım atsa da yarın bir adım daha ileri gidecek. Dolayısıyla insanları bilinçlendirmek şart. Bunun yollarını aramamız gerekiyor.

‘İktidarlarının devamı için itaat pedagojisi kurmak zorundalar’

Yakın dönemde birçok araştırmacı yazarla birlikte ÇYDD ve Cumhuriyet Kitaplarının bir yayını olarak “Cumhuriyet ve Çağdaş Eğitim” ve “Cumhuriyet ve Demokrasi” kitaplarını hazırlayan eğitim bilimci Prof. Dr. Yıldız da yaptığı değerlendirmede bu tartışmanın yeni bir tartışma değil hiç kapanmayan bir tartışma olduğunu hatırlatarak şunları söyledi: 

Karşımızda olan şey şu: Hedeflerine ulaşmak için çok stratejik hareket eden bir yapılanma var. Bunu hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Kendi programları bağlamında konuyu dile getiriyorlar. Sonra gelen tepkiye göre önerilerini revize ediyorlar. Ama asla vazgeçmiyorlar. Bu hedeften kolay kolay vazgeçmeyecekler. Kader, şükür ve itaat pedagojisi hâkim kılmak zorundalar. İktidarlarının devam etmesi için, bir tür Talibanlaşma için bu şart.

‘Şimdi ilkokula müdahale etmeye çalışıyorlar’

Yıldız karma eğitime ilişkin hamlenin AKP için oldukça önemli olduğunu söylerken şunları dile getirdi:

Karma eğitimden bahsederken Cumhuriyetin kalbinden, laik eğitimin kalbinden, olmazsa olmazında bahsediyoruz. Niye buraya özel olarak saldırıyorlar? Okul öncesini Diyanet müdahalesiyle, sıbyan mektepleriyle çökerttiler.

Ortaokulu, liseyi çökerttiler. Hem Anadolu ve fen liselerinin zayıflatılması ve içeriksizleştirilmesi, hem açık okul uygulamaları, meslek liseleriyle, imam hatip okullarıyla bu kademeleri deforme ettiler. Arada çok kritik bir yer kaldı: İlkokul. En kritik halkalardan birisi olarak ilkokul eksik kaldı, şimdi buna müdahale etmeye çalışıyorlar.

‘Laiklik olmadan emek mücadelesi olamaz’

Yıldız yaptığı değerlendirmede karşı tarafın güçlü bir stratejiyle hareket ederken AKP karşıtlarını bir strateji kuramadığının, örgütlülük ve direniş de sergileyemediğini dile getirirken şöyle konuştu:

Genel olarak demokratik kamuoyuna baktığımızda genelde bir açıklamayla basın açıklamasıyla yetiniyoruz. Ne yazık ki saldırıya etkili yanıt üretemiyoruz, Türkiye'nin ilerici birikimini yansıtmaktan ve örgütlemekten uzak bir perspektif dikkat çekiyor,. Solun bir kısmı liberal olmaya, piyasalaşmaya vurgu yaptı, itirazı oradan yükseltti. Bir kısmı da piyasalaşmayı görmeden, sadece laiklik hattından ilerlemeye çalıştı. Bu ikisini birleştirerek büyük bir muhalefet örgütlenemedi. 

AKP projesi o kadar hegemonik oldu ki, bu hegemonya bizi kendi argümanlarımızdan ve kendi geçmişimizden adeta kopardı. Mesela Cumhuriyetçi bir parti Cumhuriyeti savunamaz hale geldi. Sosyalist bir parti emeği savunamaz hale geldi. Şimdi laiklik bunların hepsinin merkezinde bir kavram, laiklik olmadan emek mücadelesi olamaz. Laiklik olmadan Cumhuriyet olamaz. Ama karşı tarafın söylemleri bizim saflarda da taraftar buldu. Ana muhalefet partisi bile laiklik demekten imtina eder bir hale geldi. Dolayısıyla laikliği karşı tarafın anlam dünyasıyla algılayan bir durum oluştu.

‘İdeolojik bir saldırıya pedagojik bir yanıt verilemez’

Prof. Dr. Yıldız konuya ilişkin tartışmanın pedagojik değil, ideolojik olduğunu hatırlatırken, şunları vurguladı: 

Kız çocuklarına yönelik okul açmayı 1800’lü yılların sonunda konuşabilirdik. 2023 yılında yaşıyoruz, karma eğitim iyidir demek zorunda kalmak trajedisi ile karşı karşıyayız. Dünyada da böyle bir tartışma yok. Ama her yerde görüyoruz, sağ muhafazakar siyasetler karma eğitime saldırıyor.

Burada konuşulan mesele pedagoji değil, geleceğin toplum tasavvuru. Biz nasıl bir toplumda yaşamak istiyoruz? Okul onun provası. Biz kadınlar ve erkeklerin eşit, özgür yaşadığı bir ülke istiyorsak karma eğitim doğal olarak olacak. Yok biz şerri hükümlere göre yaşamak istiyorsak, ilkokuldan önce ayıracaklar. Dolayısıyla meselenin kendisi politik. İdeolojik ve politik bir saldırıya pedagojik bir yanıt verilemez, politik bir yanıt vermek gerekir. Bu laikliğe ve Cumhuriyet modernleşmesine açık bir saldırıdır. Dolayısıyla artık mevziyi de politik bir çerçevede kurmamız gerekiyor. 

Siyasal islamcılar sesini çıkarttıkları kadar ve hegemonik oldukları kadar büyük bir kitle değiller. AKP tabanı içinde de karma eğitimi karşı olanların sayısını ben size söyleyeyim: Yüzde 5’leri, 10’ları geçmez. AKP’li velilere bakıyorsun, çocuklarını normal okullara gönderiyor, ayrı okula göndermek istemiyor. Bunu isteyen çok marjinal bir gruptur ancak.

‘Biz çoğunluğuz ama onlar örgütlü’ 

Diğer taraftan laik eğitim isteyenlerin, demokratik eğitim isteyenlerin çoğunluk olduğunu ifade eden Yıldız, sözlerini şöyle sürdürdü:

Ama karşı taraf hegemonik, biz çoğunluğuz ama onlar örgütlü. Şimdi, dolayısıyla bu bize bizim daha iyi örgütlenmemiz gerektiğini anlatıyor. Emek örgütlerinden demokratik kitle örgütlerine, ilerici kamuoyuna seslenen, bu çoğunluğa seslenen, Türkiye'ye seslenen ve onu büyüten, örgütleyen bir hatta ihtiyaç var.

Bununla birlikte, laikliği, laik eğitim sloganının altını iyi dolduracak ve iyi anlatacak, onu somutlayacak söylemlere çok ihtiyaç var diye düşünüyorum. Kuru bir laiklik söyleminin kimseyi ikna etme şansı yok. Bunun yoksul çocukların eğitim hakkıyla ilgili olduğunu, yoksul insanların, ülkenin geleceğiyle ilgili olduğunu somutlamak gerek. Bu anlamda yeni söylemlere ve örgütlenmelere ihtiyaç var.

EMRE ALIM - CAN KUYUMCUOĞLU / soL-Özel

KISA KISA GÜNDEM - 30 TEMMUZ 2023 -

Ali Erbaş, laiklik ve Atatürk düşmanlığı yapanlarla yine bir arada!(Sefa Uyar-Cumhuriyet)

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Atatürk’ü hedef alan reisül kurra Mustafa Demirkan, Atatürk’e hakaret eden eski milletvekili Şevki Yılmaz ve hilafet savunucusu imam Halil Konakcı ile hafızlık icazet törenine katıldı. Erbaş, Kuran’ın seçmeli ders olarak tercih edilmemesinden okul müdürlerini sorumlu tuttu. (https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/ali-erbas-laiklik-ve-ataturk-dusmanligi-yapanlarla-yine-bir-arada-2103769)

Akbelen’de ağaç kıyımı yapan şirketin santrallerine 5 yılda 1 milyar lira teşvik ödenmiş (soL)

CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Bodrum Milas'taki Akbelen Ormanları'nda ağaç katliamı yapan Limak Holding'in Bodrum Yeniköy ve Kemerköy'deki Termik Santrali için devletten aldıkları teşvik tutarını açıkladı. Yavuzyılmaz, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda ''2018-2023 arasında şirkete ödenen kapasite mekanizması teşvik tutarı: 1.014.331.032 TL Bu tutar aynı zamanda dolara endeksli" dedi. Söz konusu tutarın Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) tarafından termik santral şirketlerine üretime hazır tuttukları elektrik kapasiteleri için ödendiğini belirten Yavuzyılmaz, paylaşımına 'Yani üretilmeyen elektrik için!' notunu düştü.

Otobüs viyadükten düştü, çok sayıda ölü ve yaralı var (Sözcü)

Kars'ın Sarıkamış ilçesinde, yolcu otobüsü Karakurt Viyadüğü'nden uçtu. Kazada ilk belirlemelere göre 7 kişi hayatını kaybetti, 22 kişi yaralandı.(https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/otobus-viyadukten-dustu-cok-sayida-olu-ve-yarali-var-7758621)

Bakan Göktaş ile BAE'li bakandan 'aile birliği' mutabakatı: 'Tehditlerle' ortak mücadele edilecekmiş! (soL)
Türkiye’nin 'aile birliğine yönelik tehditlere karşı' Birleşik Arap Emirlikleri ile 'ortak mücadele edeceği' açıklandı.

AKP iktidarı "aile birliği" için Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) anlaşma yaptı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez turu kapsamındaki BAE ziyaretine işaret edildi. Anadolu Ajansı'nda yer alan bilgilere göre, Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan ile Şeyha Meryem Şamsa Bint Hamdan’ın yaptığı görüşmenin, sosyal politikalar konusundaki ortak hareket iradesinin ilk adımını oluşturduğu kaydedilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:  "Emine Erdoğan'ın Türkiye'de sosyal hizmetler alanında yapılan pek çok önemli projeyi gündeme getirmesi, BAE makamlarını harekete geçirdi. Bu kapsamda geçtiğimiz günlerde ülkemize gelen BAE Devlet Bakanı ve Toplum Kalkınma İdaresi Genel Direktörü Hessa Bint Essa Buhumaid, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bakan Göktaş'ın kadın, çocuk, engelli ve yaşlılara yönelik örnek projeler konusunda bilgi paylaştığı görüşmede ailenin korunması başlığında nelerin yapılabileceği de ele alındı. İki bakan aile birliğine yönelik tehditlerle ortak mücadele iradesinin uluslararası ölçeğe taşınması konusunda mutabık kaldı."

Becerikli bürokrat (İsmail Arı-Birgün)

Kamuda tam beş koltukta birden oturan, hem DHMİ’yi hem de THY’yi yöneten Hüseyin Keskin’in ayrıca iki şirket sahibi olduğu ortaya çıktı. Bürokrat olduktan sonra ‘şansı açılan’ Keskin, artık bir servet sahibi.(https://www.birgun.net/haber/becerikli-burokrat-456941)

Garanti 30 milyon, yolcu sayısı 10 milyon (Başak Kaya-Sözcü)

Ankara YHT Garı garantili yolcu sayısının ancak üçte birine ulaşabiliyor. Garanti verilen 30 milyon, yolcu sayısı 10 milyon.

29 Ekim 2016'da hizmete giren Ankara YHT Garı garantiyi tutturamıyor.  CHP Erzincan Milletvekili Mustafa Sarıgül ihalenin işletme süresi ile alındığını belirtti ve 19 yıl 7 aylık sürenin 20 yıl 6 aya uzatıldığını söyledi.(YOLCU BAŞINA 1.5 DOLAR) Sarıgül, 2017 -2022 yılları arasında 30 milyon yolcu garantisi verildiğini, gerçekleşen yolcu sayısının ise 10 milyonda kaldığı belirtti. YHT Garını Limak, Kolin ve Cengiz İnşaat ortak girişim grubu işletiyor.  Yolcu başına 1.5 dolar  +KDV, satılan biletlerin garanti sayısını aşması durumunda ise aşan kısım için, yolcu başına ödenen 1.5 doların üçte biri oranındaki kısmı+KDV tutarın, işletmeci firmaya ödendiğini vurgulayan Sarıgül şöyle dedi: “Bugüne kadar her sene artan yolcu garanti sayılarına rağmen firmaya ödenen tutar arttı.Gerçekleşen yolcu sayıları 2017'de 2 milyon 270 bin 421, 2018'de 2 milyon 507 bin 647, 2019'da 1 milyon 934 bin 834, 2020'de 1 milyon 91 bin 881, 2021'de 849 bin 400, 2022'de 1 milyon 415 bin 23 oldu. Toplam yaklaşık 10 milyon yolcu sayısına ulaşılırken garanti olan 30 milyon yolcu sayısının üçte birini ancak yakaladı.”

Osmangazi Köprüsü'nde geçiş garantisi tutmadı: Garanti ödemesi 1 milyar 215 milyon doları aştı (soL)

Araç başına 25 dolar artı KDV üzerinden günlük 40 bin araç geçiş garantisi verilen Osmangazi Köprüsü nedeniyle yapılan garanti ödemesi 1 milyar 215 milyon doları aştı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Akın, Osmangazi Köprüsü’nden geçmeyen araçlar yapılan garanti ödemesinin 1 milyar 215 milyon doları aştığını açıkladı.  Akın, bugün İzmit Körfezi’ndeki Osmangazi Köprüsü’nde yaptığı açıklamada, köprüden geçmeyen araçlar için verilen garantinin Türkiye bütçesine maliyetini gündeme getirdi. Akın, köprünün hizmete açıldığı 1 Temmuz 2014’ten bu yana araç başına 25 dolar artı KDV üzerinden günlük 40 bin araç geçiş garantisi  verildiğini dile getirerek, “Kamu bütçesinde yıllardır kara deliğe dönüştü. Bugüne kadar kaç aracın geçtiğini saklayan AK Parti iktidarı, köprünün açılışının 7’nci yılında, toplam 70 milyon aracın geçtiğini büyük bir başarı elde edilmiş gibi paylaştı. 7 yılda 70 milyon araç geçtiği yönündeki açıklama, adeta itiraftır. Çünkü günlük 40 bin araç geçiş garantisinin sağlanması için 1 yılda tam 14 milyon 600 bin aracın, 7 yılda ise 102 milyondan fazla aracın geçmesi gerekiyor” diye konuştu. Akın, 7 yılda en az 32 milyon 700 bin araç için bütçeden köprüyü işleten firmaya garanti ödemesi yapıldığını kaydederek şunları söyledi: “Üstelik bu hesaplamaya Türk lirasındaki değer kaybı ve uygulama sözleşmedeki enflasyon farkı bile dahil değil. Osmangazi Köprüsü’nden araçlar, sınıfına göre 185 lira ile 350 lira arasında değişen ücretle geçerken mevcut kura göre araç başına verilen geçiş garantisi 985 liraya, neredeyse bin liraya dayandı. Yerli ve milli paramız Türk lirasındaki değer kaybını dikkate almazsanız bile, sözleşmedeki enflasyon farkını yok saysanız bile köprünün 7 yıllık garanti maliyetinin bütçemize yansıması 1 milyar 215 milyon doları aşıyor. Üstelik bu tutar, Türk lirası değer kaybettikçe de artıyor. Kendisinin milli ve yerli olduğunu söyleyen, ama aslında gayri yerli ve milli olan iktidara yaptığımız çağrıyı bir kez daha yeniliyoruz. Yıllarca geçiş garantisi verilen köprü ve otoyollar için garanti tutarını derhal milli paramız Türk lirasına çevirin.” (3,6 milyar dolar gelir elde etti) Yap-İşlet-Devret modeli ile yapılan Osmangazi Köprüsü'nün işletmesi 2035 yılına kadar Nurol İnşaat ve Ticaret A.Ş.'de bulunacak. Şirkete 102 milyon araç geçiş garantisi verilirken, köprüden 70 milyon araç geçişi sağlandı. 32 milyon aracın geçiş garanti bedeli ise 1,2 milyar dolar olarak bütçeden karşılandı.  Köprüden geçen 70 milyon araç ile 2,4 milyar dolar gelir elde eden şirket, bütçeden ödenen 1,2 milyar dolar ile toplamda 3,6 milyar dolar tutarında gelir elde etmiş oldu.

Yılın Başarılı Gazetecileri Ödülleri’ni kazananlar belli oldu: BirGün'e 3 ödül (Birgün)

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), "2022 Yılın Başarılı Gazetecileri Ödülleri"nin kazananlarını açıkladı. Gazetemiz yazarı Timur Soykan, Haber Müdürümüz Uğur Şahin ve muhabirimiz İsmail Arı, ödüle değer görüldü.

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) 2022 Yılın Başarılı Gazetecileri Ödülleri’ni kazanan isimleri paylaştı. Gazetemiz BirGün yazarı Timur Soykan, İsmailağa Cemaati'ne bağlı Hiranur Vakfı kurucularından Yusuf Ziya Gümüşel'in kızı H.K.G'yi 6 yaşında 'evlendirmesi' ve H.K.G.'nin yıllarca cinsel istismara maruz bırakılması skandalını Türkiye'ye duyurduğu haberleri ile ödüle layık görüldü. 

Soykan, sırasıyla 3, 7 ve 12 Aralık 2022'de "Karanlık dünya bir çocuğu yuttu", "Utancın Fotoğrafları" ve "H.K.G. yalnız değildir" başlıklı haberleri ile "Haber Ödülü"ne değer bulundu. 

ÇGD'nin "Mustafa Ekmekçi Haber Ödülü" de sırasıyla 15 Mayıs ve 7 Ağustos 2022'de "AKP içindeki kavganın son adresi Kızılay" ile "Kızılay yöneticileri köşeyi dönmüş" başlıklı haberleriyle muhabirimiz İsmail Arı'nın oldu.

BirGün Haber Müdürü Uğur Şahin ise "Kentin Soluğu" yazısı dizisi kapsamında hazırlanan 22 Haziran 2022 tarihli "Aileleri, komşuları birbirine düşüren kentsel dönüşüm: Milyonluk manzarayı bize bırakırlar mı hiç!" başlıklı haberiyle "Behzat Miser Kent Haber Ödülü"nün sahibi oldu. 

2022 Yılın Başarılı Gazetecileri Ödülleri’nin kazananları şöyle: 

• Haber Ödülü: Timur Soykan (BirGün)
• Mustafa Ekmekçi Haber Ödülü: İsmail Arı (BirGün)
• Behzat Miser Kent Haber Ödülü: Uğur Şahin (BirGün)
• Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Ödülü: Hale Gönültaş (Kısa Dalga)
• Rafet Genç Haber Ödülü: Asuman Aranca (T24)
• Rafet Genç Haber Ödülü: Tamer Arda Erşin- Gürkan Demirtaş ( ANKA) 
• Köşe Yazısı Ödülü: Tolga Şardan (T24)
• Röportaj Ödülü: Seyhan Avşar (halktv.com.tr)
• Yerel Haber Ödülü: Akın Bodur ((İskenderun Ses)
• İzzet Kezer Haber Fotoğraf Ödülü: Eylem Akdağ (Mezopotamya Ajansı) 
• TV Haber Ödülü: Meral Danyıldız (Artı TV)
• Belgesel Ödülü: Tunca Öğreten-Murat Baykara- Ömer Çakan (Voys Medya)
• Dayanışma Ödülü: Amasra maden işçiler ve aileleri

Yeni infaz düzenlemesine hukukçular sert tepki gösterdi: 3.5 yıl yatıp çıkacaklar (Rengin Temoçin-Cumhuriyet)

İktidarın yeni infaz düzenlemesiyle, kadınlara ve çocuklara yönelik suçlardan ceza alanların belli bir süre cezaevinde kaldıktan sonra “iyi hal”den serbest kalmasının önü açıldı. 20 yıl hapis cezası alan bir hükümlünün 3.5 yılda tahliye edilebileceğine vurgu yapan hukukçular ve siyasiler uyarılarda bulundu. Avukat Bulut, “Bu uygulama kadınlar için can güvenliği tehlikesi yaratır” diye konuştu. Avukat Tozbey, “Suçluları koruyan bir politika” dedi. CHP’li Bülbül, “Düzenleme anayasaya aykırı. Cumhurbaşkanına hakaret eden değil istismar ve uyuşturucu suçluları yararlanacak” tepkisini gösterdi. (https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/yeni-infaz-duzenlemesine-hukukcular-sert-tepki-gosterdi-3-yil-yatip-cikacaklar-2103763)

Plaj sağlığa değil ranta uygunmuş! (İsmail Arı-Birgün)

AKP’li Tuzla Belediyesi, halk plajını “Sağlık ve hijyen kurallarına uygun değil” diyerek kapattı. Ancak Cübbeli Ahmet’in yakınları, plajın yanına inşa ettiği lüks konutları “Sörfle dalgaların keyfini sürebilirsiniz” diye satıyor.

İstanbul Tuzla’daki halk plajının kapatılmasının ardından yurttaşlardan tepki yağmaya devam ediyor. Yurttaşların, plajın neden kapalı olduğuna yönelik sorusuna yanıt verilemezken, AKP’li Tuzla Belediyesi’nin sosyal medya hesaplarından, “Bu sene sağlık ve hijyen kuralları gereği Tuzla Belediyesi Halk Plajı açılamayacak. Sağlığınızı önemsiyoruz ve güvende tutmayı hedefliyoruz” diyerek açıklama yapıldı.(CÜBBELİ’NİN YAKINI) Öte yandan halk plajının hemen yanına “Mercan Tuzla Vesen Yalıları” adı verilen konut projesi de inşa ediliyor. Vesen Yapı Şirketi tarafından inşa edilen konut projesindeki daireler ise sosyal medyada “Vesen Yalıları’nın denize sıfır konumu sayesinde kano ile mavinin içinde kaybolabilir, sörf tahtasının üzerinde adrenalin dolu anlar yaşayabilir, suyun altındaki gizli güzellikleri keşfedebilirsiniz” şeklinde reklamlar yayınlanıyor. Ayrıca daireler, “Vesen Yalıları'nın denize sıfır konumu sayesinde kano, sörf, seabob gibi birçok su aktivitesiyle mavinin güzellikleriyle dolu bir maceraya çıkabilir, rüzgârın ve dalgaların keyfini sürebilirsin” şeklinde pazarlanıyor. Yani konut projesinden daire alanların denize girebileceği hatta su sporları dahi yapabileceği belirtiliyor. Yurttaşlar ise “Sağlık ve hijyen kurallarına uygun olmadığı açıklan halk plajı lüks konut projesi için mi kapatıldı?” diye sorup duruma tepki gösteriyor. Söz konusu konut projesi geçen yıllarda da gündeme gelmişti. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı İller Bankası, 2019 yılında Tuzla’daki arazisi üzerine bir konut projesi yapılması için ihale düzenlemişti.İhaleyi kamuoyunda Cübbeli Ahmet olarak bilinen Mahmut Ünlü'nün damadının ağabeyi Mehmet Muhittin Palazoğlu’nun sahibi olduğu Vesen Yapı Şirketi ile Osman Acar Limited Şirketi Ortak Girişimi alıp, 540 milyonluk sözleşmeye imzalayarak dairelerin satışını başlatmıştı. Ardından lüks konut projesine halk plajının da dâhil edildiğini BirGün ortaya çıkarmıştı. Skandalın gündem olmasının ardından plaj halkın kullanımına açılmıştı. Fakat şimdi plaj yeniden halkın kullanıma kapatıldı.(Erişim engeli rekoru kıracak) Kamuoyunda "Cübbeli Ahmet Hoca" olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün yakını Muhittin Palazoğlu, neredeyse adının geçtiği her habere erişim engeli kararı aldırıyor. Haziran ayında en az 582 içeriğe ve habere erişim engeli getirildi. Muhittin Palazoğlu'nun aldırdığı erişim engeli kararı da en çok içeriğin erişime engellenmesine neden olan üçüncü karar oldu. Kararla Palazoğlu'nun şirketinin aldığı ihaleler ve kurduğu şirketlerde dolandırıcılık yapıldığı iddialarının yer aldığı 90 içerik, Anadolu 5. Sulh Ceza Hakimliği’nin 23 Haziran tarihli emriyle erişime engellendi.

(derleyen:mstfkrc) 


29 Temmuz 2023 Cumartesi

Yükselen Afrika, alçalan emperyalizm + Asya’daki fırsat (Mehmet Ali Güller-Cumhuriyet)

 

Yükselen Afrika, alçalan emperyalizm

Washington-Londra-Brüksel üçgenindeki Goebbels’lerin son yıllarda Atlantik medyası üzerinden servis ettiği en büyük yalanlardan biri de Çin ve Rusya’nın Afrika’yı “sömürdüğüdür”.

Yüzyıllardır Afrika’yı sömüren, Afrika’nın madenlerini yağmalayan, Afrikalıları köleleştiren emperyalist “beyaz efendiler”, bu yalanı elbette Afrika’dan “kovuldukları” için dile getiriyorlar.

KARA TOKAT

Evet, ABD, İngiltere ve Fransa son yıllarda adım adım Afrika’dan çıkarılıyor; nüfuzu azaltılarak çıkartılıyor, siyasi ve ekonomik ayrıcalıkları alınarak çıkartılıyor, dili yasaklanarak çıkartılıyor, kalan son askerleri kovularak çıkartılıyor.

22 Haziran’da bu köşede “Kara tokat” başlığıyla incelemiştik: Çad askerleri, Fransız askerlerinin silahlarına el koyup diz çöktürmüştü. Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun Fransa ile ters düşmemek için Cezayir milli marşından kaldırılan bölümün yeniden eklenmesine karar vermişti. Orta Afrika Cumhuriyeti, Fransız büyükelçilerine verilen “daimi duayen büyükelçi” unvanını kaldırmıştı. Orta Afrika Cumhuriyeti, topraklarındaki son Fransız askeri birliğini göndermişti. Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, Avrupa’ya “Afrika ülkelerinin yağmalanan servetini iade edin” diye seslenmişti. Ve son olarak Mali, Fransızcayı resmi dil olmaktan çıkarmıştı.

G20’DE AFRİKA BİRLİĞİ’NİN AYAK SESLERİ

Evet, ABD ve Avrupa, artık Afrika’yı sömüremedikleri için, başkalarının kara kıtayı sömürdüğünü iddia ediyorlar. Peki Çin ve Rusya nasıl sömürüyormuş Afrika’yı? Borçlandırarak, sonra borca karşılık kaynaklarına el koyarak.

Emperyalist iktisatçılar “borç tuzağı” diye hemen her gün yazıyor bu yalanı...

Oysa tersine Afrika, Çin ve Rusya’yla işbirliğini geliştirerek yükseliyor. Ekonomik olarak da yükseliyor, siyasal olarak da...

Ekonomik olarak yükseldiklerinin göstergesi zaten ekonomik tablolardır.

Siyasal olarak yükseldiklerinin göstergesi de başta Afrika Birliği’nin giderek artan etkisidir. İşte o etki nedeniyle Afrika Birliği’nin G20 üyeliği gündemde.

Öte yandan Afrikalı liderlerin ilk kez kıtanın dışındaki bir siyasal olayda inisiyatif alması da göstergelerden biri. Evet, Afrikalı liderler Rusya-Ukrayna savaşında arabuluculuğa soyundu ve Moskova ile Kiev’e barış planı sundu.

EMPERYALİZMİN TAHIL YALANI

Afrika, emperyalizmin “tahıl koridoru üzerinden NATO’yu Karadeniz’e sokma girişiminin” de konusu. Rusya anlaşmadan çekilince tıpkı geçen yıl olduğu gibi ABD ve Avrupa liderleri başladı “Afrika açlığı” edebiyatına...

Tam bir emperyalist ikiyüzlülük bu. Zira tahıl koridorundan bir yıldır geçen Ukrayna tahılı Afrika’ya değil, kendilerine akıyor. Resmi tabloya göre Afrika’ya giden tahıl oranı yüzde 10.

Oysa anlaşmanın ikinci bölümü olan Rus tahıllarının da satışının önü açılsa, yani emperyalistler yaptıkları anlaşmaya uysa, Ukrayna tahılı gitmese bile Rusya tahılı Afrika’ya gidecekti.

Nitekim konu Rusya-Afrika Zirvesi’nde de gündeme geldi ve Putin “gelecek 3-4 ay içerisinde Burkina Faso, Zimbabwe, Mali, Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Eritre’ye 25-50 bin ton tahılı ücretsiz sevk edeceklerini” açıkladı. Putin ayrıca Afrika ekonomisini rahatlatmak için yine borç sileceklerini duyurdu. Böylece Rusya’nın sildiği borç 23 milyar dolara ulaşmış oldu.

Evet, tablo bu...

Çin ve Rusya Afrika’yla kazan kazan işbirliği yapıyor, Afrikalılar bu işbirliğinden memnun hem ekonomileri büyüyor hem siyasi etkileri artıyor. Yüzyıllarca sömürdükleri Afrika’dan adım adım kovulan emperyalistler ise “Çin ve Rusya Afrika’yı sömürüyor” yalanını söylemeyi sürdürüyor.

                                                       /././

Asya’daki fırsat

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Güney Afrika’daki BRICS toplantısının dönüşünde Türkiye’deydi.

Wang Yi ile Hakan Fidan hem baş başa hem de heyetler arası görüşme yaptı. Wang Yi daha sonra Erdoğan tarafından da kabul edildi.

GİRİŞİMLERİ UYUMLULAŞTIRMA

Wang Yi’nin ziyareti öncesinde açıklama yapan Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mao Ning temaslardaki iki temel hedefe işaret etmişti: 1) Kuşak ve Yol’da işbirliği, 2) Çin-Türkiye stratejik işbirliği ilişkilerini aktif şekilde geliştirme.

Türk ve Çin dışişleri heyetleri arasındaki görüşmelerde ele alınan konuların listesine bakılınca, zaten bu iki hedefin esas alındığı görülüyor. Özellikle iki heyetin üzerinde durduğu “Çin’in Kuşak ve Yol ile Türkiye’nin Orta Koridor girişimlerinin uyumlulaştırılması” gelecek açısından kritik önemde.

Nitekim bir dış politika yazarı olarak ben de gerek son yazdığım Kuşak ve Yol kitabı ile (Kırmızı Kedi, 2022), gerek Cumhuriyet ile CRI Türk’te yaptığım yorumlarla, Kuşak ve Yol bağlamında Türkiye açısından büyük fırsatlar olduğuna işaret ediyor ve bunun “Asya Yüzyılı”nda Türk-Çin stratejik işbirliğinin en temel kaldıracı olacağına dikkat çekiyordum.

ORTAK EKONOMİ ALANI BANKASI

Bu konuda somut projeler de önerdim: Örneğin Türkiye’nin sığınmacı sorununa çözüm de olacak “Türkiye-Suriye Ortak Ekonomik Alanı” önerim bunların başında geliyor. 900 kilometrelik sınır boyunca hem Türkiye hem de Suriye tarafında ağırlıkla “endüstriyel tarım” alanı, yanı sıra organize sanayi bölgeleri ile teknoparklar inşası...

Doğu Akdeniz’e de açılan bu “ortak ekonomik alan” hem Kuşak ve Yol’da önemli bir tarım, sanayi ve ticaret merkezi ama hem de Ortadoğu’da komşularımızla “büyük barış”ın projesi olacaktır.

Zira proje sadece Türkiye ile Suriye arasında değil, iki ülkenin Irak ve İran’la ve dört ülkenin de Çin’le kazan-kazan ilişkisine çok büyük bir ivme sağlayacaktır. Dahası her ülkedeki etnik ve mezhep sorunlarının çözümüne de katkı yapacaktır.

Ve Körfez’den Doğu Akdeniz’e uzanan hat üzerinde inşa olacak limanlar, kara ve demiryolları ile bölge ticaretinin ana rotası ve ulusal ticaretleri destekleyen “bölge bankası”nın kurulması ile bölgesel kalkınmanın motoru olacaktır.

KÜRESEL MALİ SİSTEM KONUSU

Wang Yi’nin ziyareti sırasında sadece ikili ilişkiler değil, bölgesel ve uluslararası konular da ele alındı. Özellikle “Ukrayna’daki son durum” ile “küresel mali sistemin değerlendirilmesi” başlıkları önemliydi.

Küresel mali sistem konusu, Türkiye’nin de ilgi duyduğu BRICS açısından önemli. Zira Wang Yi’nin Türkiye’den önce katıldığı BRICS toplantısının temel gündemi de mali sistemdi. BRICS ülkeleri bir süredir ticaretlerini dolar yerine yerel paralarla yapmayı önlerine hedef koymuş durumdaydılar ve kısa süre içerisinde bunu “ortak para” ile taçlandırma niyetindeler. Nitekim Çin Dışişleri açıklamasına göre Wang Yi, “Çin’in ticaret anlaşmalarında yerel para birimlerini kullanan iki ülkenin şirketlerini destekleyeceğini” söyledi.

Kuşkusuz bu Türkiye için de büyük fırsat demektir. Çünkü Ankara’nın New York-Londra-Körfez hattında sıcak para aramasının değil, Asya’da komşularıyla işbirliği içinde üreterek kazanmasının esas çözüm olduğu er geç görülecektir.  

Kısacası Türkiye, bir parçası olduğu(!) Atlantik kampındaki genel görüşün aksine, Çin’i “mücadele edilecek baş rakip” diye değil, tersine, Asya’daki büyük fırsat olarak görmeli.

(Mehmet Ali Güller-Cumhuriyet)