18 Mayıs 2013 Cumartesi

Atatürk Kıymete Binecek-Zeynep Göğüş

Bu sefer bizim mahallede bayraklar cumadan asılmaya başladı. Mecidiyeköy’deki yolların kenarına da Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın dev afişleri yapıştırılmış.
Afişlerde gençliğin Atatürk’ün hedeflerine ulaşacağı yazıyor.
***



Türkiye kimlik bunalımında.
İnsanların kimlikleriyle ilgili ciddi sorunları var. Devlet-vatandaş ilişkisi bu durumun sadece sonucu, sebebi değil.
Aile içinde de roller altüst olmakta. Yol yordam bilmek diye tarif edilen tutum yok oluyor.
Nispeten genç bir ulus olmak, ümmet iken ulus devlet vatandaşına dönüşmenin bilinen bilinmeyen tüm zorluklarını omuzlarında taşımak...
Göçmenlerden oluşan bir topluluk... Ve bu sadece Rumeli’den ya da Kafkasya’dan gelmiş olmayı içermiyor. Türkiye halen büyük bir iç göç ülkesi ve bunun ağır ruhsal sarsıntılarını yaşıyor.
Kabul edelim ki eğretilik var üzerimizde. Bunun içindir ki tutamadığımız değerler avucumuzun içinden akıp gitmekte...
Üzerine üç beden büyük elbise giydirilmiş korkuluk hali...
Ya da tam tersi, iki yakası bir ara
ya gelmeyen giysilerin içinde cendereye sıkışmışlık.
Değerler oturmayınca da haliyle kıymet bilmezlik...

***



Kendine saygın olmayınca kimi sayacaksın?
Kim tedavi edecek bizi?
Savaş ve terör tuzu biberi...
Reyhanlı’daki vahşetten sonra ruhsal çöküntüye girmemek kolay mı?
Cinayet mahallinde yaşıyorsunuz, kopmuş kollar bacaklar uçuşuyor havada.
Tüm seanslarda gerilim filmi, başka seçenek yok!
Saygın ve kimlik sahibi bir medyanın bu görüntüleri zaten yayınlamaması gerekir.
New York’ta iki gökdelen yerle bir olduktan sonra siz hiç Amerikan medyasında ceset parçaları gördünüz mü?
Yayınlamazlar, çünkü onlar ülkelerini ve insanlarını severler, vatanperverdirler, bizim gibi sansasyoncu değil.
Bize ise yasak gerekir. Bu yüzden haberin kendi de, özü de güme gider.
Cumhuriyet dışında bu tür kanlı fotoğraflara itibar etmeyen yayın organı yok gibidir bu koca ülkede.
Neden?
Çünkü bu gazetenin değerleri oturmuştur.
Kıymeti bilinmez, o başka.

***



İçinden geçtiğimiz tuhaf dönemin bitiminde Atatürk’ün değerinin daha iyi anlaşılacağına inanıyorum.
Aidiyet sorunuyla kıvranan kimlik bunalımındaki araştırmacıların pabucu da dama atılacak.
Kendiliğinden, sessiz bir uyanış var ufukta görünen.
Yarın Gaziantep’te Atatürk Evi Müzesi açılıyor. Müzenin bulunduğu Bey Mahallesi, Atatürk’ün nüfusa kayıtlı olduğu yer. Atatürk’ün Gaziantep’i ziyaret ettiğinde yattığı demir karyola da müzeye bağışlanmış.
Müzeye dönüşen binayı Sanko Holding’in sahibi
Konukoğlu ailesi Atatürk Evi yapılması koşuluyla belediyeye bağışlamış.
Bu akşam da Eskişehir’de
Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykeller Müzesi’nin açılışında oradaki Atatürk’ü göreceğiz.
Çok yakında Türkiye’de de müzeler arası koleksiyon değiş tokuşu başlarsa şaşırmayalım. Örneğin Kastamonu Şapka Müzesi’nden bir koleksiyon, Gaziantep’teki Atatürk Evi’nde geçici olarak sergilenebilir ve Spor Gençlik Bakanlığı’nın İstanbul’a yapıştırdığı afişlerde
“Atatürk’ün hedefine ulaşacağız” yazıyor.
Anlayacağınız, kafalar karışık da olsa, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kaybolmayan büyük bir gücü var.
Nice 19 Mayıs’lara...


Zeynep Göğüş/18 Mayıs 2013 - Cumhuriyet

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Tarih ve kültür kenti: Gazi Kars-Cumhuriyet Portal

Yıllarca süren Osmanlı ve Rus savaşlarına şahitlik eden, 40 yıl boyunca Rus esareti altında kalan tarihi şehirdeki Ani Harabeleri, Ruslar tarafından yaptırılan barok mimarisi binalar, Fethiye ve Kümbet camileri gibi eserler, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini bekliyor.

Birçok medeniyete ev sahipliği yapan Ani Harabeleri, Kars'a 42 kilometre uzaklıktaki Arpaçay Nehri'nin batı yakasında, Ermenistan-Türkiye sınırını ayıran volkanik tüf tabakası üzerine kurulan bir Orta Çağ şehri olarak tanımlanıyor.
Yerleşimin M.Ö. 5000'li yıllara dayandığı ve tarihçiler tarafından "Dünya Şehri" olarak nitelendirilen tarihi kent, Kafkaslar'dan Anadolu'ya girişteki ilk kent olma özelliğini taşıyor. 961-1045 yılları arasında Bagrat hanedanından Ermeni hükümdarlarının başkenti olan kent üzerindeki sur içindeki 8 kilise ve bir cami halen ayakta bulunuyor.
İçindeki çalışmaların 2006 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından takip edilen, 2012 yılından bu yana 47 günlük alan kazı çalışması yapılan Ani Harabeleri'nde, bu yıl içinde prefabrik üzerine 50-60 öğrencinin kalabileceği, çıkan eserlerin depolanabileceği bir kazı evi de inşa edilecek. Birinci derece arkeolojik sit alanı olan alanda, kazı yapmak Bölge Koruma Kurulu'nun iznine bağlı.

Kümbet Camii
Kars'ta 937 yılında 12 Havariler adına yaptırılan kilise, ayakta durduğu bin 76 yılda, 4 kez cami, 4 kez de kilise olarak kullanıldı. Bagratlı Krallığı tarafından 12 Havariler adına yaptırılan Havariler Kilise günümüzde Kümbet Camisi olarak kullanılıyor. Bagratlı Krallığı döneminde kilise olarak kullanılan eser, 1064 yılında Selçuklu Devleti'nin Anadolu'yu fethetmesinden sonra Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından camiye çevriliyor. 1064 yılında Selçuklular Kars'ı terk ettikten sonra tekrar kiliseye çevrilen eser, 1579'da Lala Mustafapaşa Kars'ı yeniden imara geldiğinde yeniden camiye dönüştürülerek ibadete açılıyor. 1877-1879 Osmanlı-Rus savaşında Kars'ın 40 yıl Rus esareti altında kaldığı dönemde, burası Ortodoks Kilisesi oluyor ve 1890 yılında yanına çan kulesi yapılıyor. Çan Kulesi, 1918'de yıkılıyor.
Kars'ın yeniden Osmanlı hakimiyetine girdiği dönemde yeniden camiye çevrilen eser, 1919 ve 1921 yılları arasında Ermeniler tarafından tekrar kiliseye dönüştürülüyor. Cumhuriyet dönemine yaklaştıktan sonra Kars 30 Ekim 1924'te kurtuluyor ve Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılıyor. Kilise sonra da camiye çevriliyor.

Tarihi Rus binaları
Rusların 40 yıl boyunca hüküm sürdüğü Kars'ta, Hollandalı mimarlar tarafından imar edilen 157 barok mimarisi yapı da ziyaretçilerini bekliyor. 1878-1918 yılları arasında Rus esareti altında kalan Kars'ta, Hollandalı mimarlar tarafından yapılan tarihi binalar, 2 ve 3 katlı olarak yer alıyor. Bu tarihi binalardan 22'si koruma altında.
Rus mimarisinin Kars'taki önemli örnekleri arasında Azerbaycan Başkonsolosluğu, Hekim Evi, Kafkas Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Defterdarlık ve İl Sağlık Müdürlüğü binaları bulunuyor.

Fethiye Camii
Temeli Bagratlı Kralı 2. Sembat tarafından M.S. 990 yılında atılan Büyük Katedral, Sembat öldükten sonra eşi kraliçe Katranide tarafından 1001 yılında bitirildi. Kilisenin mimarı aynı yüzyılda İstanbul'daki Ayasofya Kilisesi'nin tamiratını yapan Tiridat ustadır. Katedral, 1064 yılında Sultan Alparslan'ın Ani'yi fethetmesinden sonra camiye çevrilmiş ve ilk fetih namazı kılınmıştır. Bu sebeple büyük katedrale Fethiye Camii de deniliyor.

Cumhuriyet Portal / 9 Mayıs 2013

Cem Karaca - Islak Islak - Dailymotion video

Cem Karaca - Islak Islak - Dailymotion video

9 Mayıs 2013 Perşembe

PTT artık anonim bir şirket - SOL


Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş'nin kuruluş, yapılanma ve faaliyet konularını düzenleyen tasarı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.
Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş'nin kuruluşu, yapılanması ve faaliyet konularına ilişkin usul ve esasları düzenleyen Posta Hizmetleri Kanunu Tasarısı TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı. Tasarıda Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi'nin kuruluşu, yapılanması, faaliyet konuları ve hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin usul ve esaslar düzenleniyor.
AA'nın haberine göre tasarıda "ülke genelinde posta hizmetlerinin kaliteli, sürekli, tüm kullanıcılar için karşılanabilir bir ücretle, etkin, rekabete dayalı esaslar çerçevesinde sunulmasını sağlamak üzere posta sektörünün serbestleştirilerek mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir sektör oluşturulması, bu sektörde düzenleme ve denetimin gerçekleştirilmesi" ifadeleri yer alıyor.
PTT'nin özelleştirme sürecinde AKP'nin aldatmacaları hakkındaki rapor için tıklayınız.
Tasarıda yeniden düzenlenen bazı konular şöyle:
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, posta sektörüne ilişkin olarak; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı'nca belirlenecek politika ve stratejilere uygun olarak kullanıcılara, güvenilir, kesintisiz, karşılanabilir bir ücretle posta hizmetleri verilmesi için gerekli düzenlemeleri yapacak.
Posta gönderilerinin kabulü, toplanması, işlenmesi, sevki, dağıtımı ve teslimini kapsayan posta hizmetleri, hizmet sağlayıcılarınca yerine getirilecek.
Barışta Türk Silahlı Kuvvetleri'nin posta hizmetleri, evrensel posta hizmet yükümlüsünün tekelinde olacak.
Hizmet sağlayıcıları ile posta hizmetlerinde çalışanlar veya herhangi bir şekilde posta hizmetleriyle ilgili bilgiye sahip olanlar; bu bilgileri ve posta hizmetleri ile ilgili ilişkileri açığa vuramayacak, gönderileri açamayacak, içlerinde ne olduğunu araştıramayacak, üçüncü kişilere bilgi veremeyecek, gönderileri zapt veya yok edemeyecek.
Posta gönderileri, kanunla yetkili kılınan merciler dışındaki kişilerce alıkonulamayacak, açılamayacak ve içeriği araştırılamayacak.
Yetkilendirilmiş olmak gerekecek
Posta hizmeti verilebilmesi veya bunun için gerekli altyapının kurulup, işletilebilmesi için Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nca yetkilendirilmiş olmak gerekecek. Yetkilendirme, yetki belgesi verilmesiyle olacak. PTT, bu düzenleme çerçevesinde yurt içi ve yurt dışında posta hizmetlerini yürütecek, gerekli altyapıyı kuracak.
Posta hizmetlerinin sunulmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle herhangi bir ayrım yapılmaması, evrensel posta hizmetinin gerçekleştirilmesi amacıyla yapılan düzenlemelerde ilke olarak göz önüne alınacak.
SOL

Kentte Yaşamın Sonu Ya İstanbul Ya İktidar - Orhan Bursalı / Cumhuriyet


Adım adım, yavaş yavaş ölmekte olan İstanbul’a son darbeyi Recep Tayyip Erdoğan-Binali Yıldırım ikilisi indiriyor. Evet, üçüncü havaalanı, Üçüncü Boğaz Köprüsü ve çevresinde yapılacak olan sağlı sollu iki kent yerleşimi ile İstanbul’a son öldürücü darbeler indirilmiş olacak. Yarınki Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergisine koyduğumuz araştırmayı okuyunca, olayın İstanbul için öldürücü bir nitelik taşıdığı daha net ortaya çıktı...
Fazla lafı uzatmadan, bilgi/veri aktaralım ki durumun vahametini herkes görsün:
* İstanbul, Paris vb. gibi yoğun nüfusa sahip büyük kentlerde, kırsal alanlara kıyasla sıcaklık farkı 12 dereceye kadar çıkıyor. Bunun başlıca nedeni, kentlerdeki büyük ısı adacıklarının oluşması. Bütün beton evler, kiremitler, tuğlalar sıcaklığı tutuyor ve depoluyorlar; trafik ve egzoz gazları ve havalandırma cihazları, evet evet... evleri soğutan cihazlar, kentlerde oluşan yüksek sıcaklığın temel nedenleri arasında…
İklim değişikliği nedeniyle havaların yıldan yıla ısınması da, uzun süreli ısı dalgaları yaratıyor ve bunlar kentleri kasıp kavuruyor.
* İstanbul’un sıcaktan yaşanmaz hale gelmesi, özellikle yaz aylarında büyük stres yarattığı gibi, yaşlılar arasında da seri ölümlere neden oluyor. 2003’te Avrupa’daki ısı dalgaları 35 bin insanın ölümüne neden olmuştu. Yakın gelecekte, özellikle yaşlılar için kentlerde yaşam zorlaşacak.
* Kentleri daha da yaşanmaz kılmak ve sıcaklığı artırmak istiyorsanız, yeşil alanları, parkları, kent çevresindeki ormanları yok etmeyegirişebilirsiniz. İstanbul’da Topbaş’ın tam da yaptığı budur. Kent merkezinde ne kadar boş alan varsa veya ortaya çıkmışsa, hepsini büyük yapılara dönüştürülmek üzere sattı. Oysa yeşil alanları, parkları çoğaltmak, sürekli ağaçlandırmak, megakentlerde yazları 7 derece kadar sıcaklık düşmesine yol açabiliyor...
* İşte bu bağlamda, İstanbul’un en büyük kurtarıcısı olan ve belki de bu kenti hâlâ yaşanılır kılan kuzeyinde, Karadeniz sahillerine kadar uzanan ormanlık alanlara Başbakan’ın hançeri saplanıyor. Hançeri saplanıyor ne demek, bu alanlar tamamen yok ediliyor:
* Üçüncü otoyol yüz binlerce ağacı yok ediyor. Çevresinde gerçekleşecek yeni yapılaşmalar, ormanlık bütün alanların sonu demek olacak. Bakınız ikinci köprü yollarına…
* Havaalanı 2.5 milyon ağacı yok ediyor. Bırakın Allah aşkına 1.5 milyon ağaç taşınacakmış gibi palavraları... Bu en büyük yalanlardan biri...
* Kuzeyde kurulması planlanan iki mini İstanbul kenti de İstanbul’un son ruhuna fatiha okutacaktır.
Topbaş zaten mahvetti
* Bunlar İstanbul’u nefessiz ve cansız bırakacak, kuzeyindeki gelişmeler...Topbaş yıllardır zaten İstanbul’u içinden vuruyor. İstanbul merkezinde ne kadar geniş, boş vb. alan varsa kentin geleceği için bir yaşam rezervi, rezervuvarı olarak kullanmak, yeşillendirmek ve ağaçlandırmak yerine, hepsini büyük yapılara dönüştürülmek üzere sattı savdı...
* Bırakın kent içinde büyük yeşil alanlar yaratmayı, kent ormanları parça parça kemiriliyor, yapılaşmaya açılıyor. Belgrad Ormanları’nı yakın gelecekte ne bekliyor sizce? Ya Maslak’taki Fatih Ormanı ne durumda?
* Kentleri soğutmak için, orman, park vb. yanı sıra yeni deneysel yaklaşımlar deneniyor. Örneğin “yeşillendirilmiş çatılar, duvarlar ve caddelerdeki ağaçlar”... Kentin fazla ısı emmesini önlemek için de çatı ve kaldırım, cadde kaplamalarının, ısı tutucu değil yansıtıcı özellikte olması gerekiyor. Çünkü çatı ve kaldırımlar kentin yarısını kaplamakta...
* Evleri ısı yansıtıcı malzemelerle kaplı olanlar, evlerinde klima kullanmakihtiyacını hissetmiyorlar. Bu malzemeler evleri 12 derece daha serin tutuyor! (Ama sorunları var, soğuk bölgelerde kışın ısınma masrafını artırıyor.)
* Klimalar kentlerde sıcaklık artışlarında büyük rol oynuyor. Çünkü içerideki sıcak havayı kente pompalıyorlar. Düşünsenize, yüz binlerce klimanın kenti nasıl ısıttığını!
* Tiran’da deneysel olarak 3 kilometrelik bir alanda uygulanan termodinamik-renk değiştiren kaldırımlar, çevresinde 3 derecelik bir soğutma yapmış...
* Buna benzer daha pek çok uygulama söz konusu. Binaların rüzgâra göre yeniden tasarlanmasından tutun, soğuk hava veren göllere, ısıyı aşağıda toplayıp yeraltında dolaştıran sistemlere kadar... Hepsine yarın CBT’de bir göz atın...
***

Tayyip Bey ve iktidarı ise yaşanacak değil yaşanmayacak bir İstanbul planlamakla meşgul...
Çünkü iktidarını toprak rantı, inşaat, arazi alım satımı, hiçbir demokratik ülkede gerçekleştiremeyeceği büyük büyük yapılar inşa etme üzerine kurmuş...
İstanbul’un geleceği karanlık...
Ya bu iktidar ya İstanbul gidecek...

Orhan Bursalı / 9 Mayıs 2013 - Cumhuriyet

İnşaat Hayranlığı...-Orhan Erinç / Cumhuriyet

Cemal Kutayın kitapları dışında, çok sayfalı ciltler halinde yayımlananBilinmeyen Tarihimiz adlı bir yayını daha vardı.
Ayrıntıları ile yazdığı konuların arasına Arşivimden” ve Meşhurlardan Nükteler başlıklarıyla kimi ilginç olayların belgelerini ya da küçük hikâyeleri serpiştirmişti.
Aklımda kalan küçük hikâyelerden kimi de şöyleydi:
Taşrada görevli vali paşalardan biri ödeneğinin yetersizliği nedeniyle ailesini geçindiremediğinden yakınan dilekçelerle sadrazam paşa hazretlerine başvururmuş.
Dilekçelere verilen yanıtlarda da ödenek artışı müjdesi yerine öğüt alırmış:
Paşa hazretleri inşaat yapınız.
Osmanlı’ya öykünmenin nedenlerinden biri de sadrazam paşanın bu öğüdü olabilir mi diye zaman zaman düşünmeden edemem.
Şehrin dış alanlarında yükselen gökdelenleri fazla bulurken anayolların hemen yanında yükselen inşaatların da eklenmesiyle neredeyse tarım yapılan alanlar yok edil-meye başlandı. Yeşil alanlar da anayolların hemen kenarındaki 15-20 metrelik düzenlemelerle sınırlı kalacak gibi görünüyor. Ama bir başka gerçek de o alanların sadece bakıp geçmekle sınırlı kalması...
***
İstanbul’un seçkin yeşil alanlarından biri de Çamlıca Tepesi ve etekleriydi.
Tepe önce Çamlıca Tepesi olmaktan çıkıp Anten Tepe olmuştu. Yapılan açıklamalardan, Çamlıca’nın canına rahmet okunup İnşaat Tepe olması için planlar yapıldığını öğreniyoruz.
***
Kadıköy’ün inşaat rantına kurban edilecek boş alanlarından birinin de Kuşdili Çayırı olacağı konuşuluyor. Kuşdili Çayırı’nın yazlık eğlence yeri olarak kazandığı ünün yanı sıra basın tarihimiz açısından da önemi var.
Çünkü İstanbul’da yayımlanan ilk Türkçe gazetenin yayımlanmasının da gerekçeleri arasında adı geçiyor. Wilyam Çorçil adlı bir İngiliz gazete muhabirinin Kuşdili Çayırı’nda avlanırken kuzusunu otlatan bir çocuğu yaralamasıyla başlayan olaylar söz konusu.
***
Gelelim benim yetiştiğim döneme.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin dünya savaşı sırasında uyguladığı karne dönemi, Demokrat Parti’nin Görülmemiş Kalkınma döneminde de hortlamıştı.
Eski çok sayfalı nüfus cüzdanımda kok kömürü verildi”, “şeker verildi”, “çivi verildi” damgalarının da bulunuyor olması durumu kısaca anlatır sanıyorum.
Kok kömürü verildi” damgası Kuşdili Çayırı’nda vurulurdu.
Taş kömürleri şatlarla Kadıköy Rıhtımı’na getirilir. Hasanpaşa’daki gazhanede koka dönüştürülür ve elinde karnesi olanlara Kuşdili’nde dağıtılırdı.
Kuşdili Çayırı, Kömür Satış ve Tevzi Müessesesi’nin Anadolu yakasındaki açık deposuydu.
Sabah erkenden gidilir, karneler verilerek sıraya girilirdi.
Kömürü taşıyacak at arabaları da kendi aralarında sıraya girmiş olurlardı.
Sırası gelen hak sahibinin adı yüksek sesle okunur, yine sırası gelen araba kantara yanaşır, küfelere doldurulup tartılan kömürler arabaya boşaltılırdı.
Kömür tepelerinden kepçelerle alınan kömürler bazen çok tozlu olur ve hak sahibi kantarcılarla kavgaya tutuşurdu.
Kömürün arabaya doldurulmasının ardından kışı oldukça rahat geçirecek olmanın verdiği gururla arabacının yanına kurulur ve arabacıya yolu tarif ederek eve giderdik.
***
Kuşdili Çayırı önce Kadıköy’ün meşhur Salı Pazarı’na ayrıldı. Ardından betonlanıp otopark yapıldı.
Hiç değilse yaşanacak depremde toplanacak ve barınılacak bir alan olmasının önemi korunuyordu.
Anlaşılıyor ki o da inşaat yap” öğüdüne kurban gidecek...

Orhan Erinç/ 9 Mayıs 2013 - Cumhuriyet

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Ucubeler ve Doludizgin 2013 - OrhanBursalı / Cumhuriyet

Yine yazıyorum: İnşaatla bir ülkenin kalkındığı, çağdaş” ülkelerin refah düzeyine ulaştığı görülmemiştir! İstanbul’da dünyanın hiçbir medeni ülkesinde asla göremeyeceğiniz, içlerine beşer-onar bin kişiyi tıktığınız piramidyal vb. ucubelerle medeni yaşamlar değil, aslında sufli ve kriminal yaşamlara zemin hazırlıyorsunuz. Muazzam boyutlu, bugüne kadar bina literatüründe konut olarak adına eşine benzerine rastlanmamış o ucubeleri, sadece insanlara büyük bir hakaret olarak görüyorum...
İstanbul bir rezil kente dönüşüyor. Trafiği zaten rezil, neredeyse 20 yıldır bu kenti yöneten RTE ve türevi kişiler ulaşımı daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Metrobüs olayı da İstanbul trafiğine dönüştü... Tek çare olan, bütün kaynakların toplu ulaşıma ayrılması gerçeğini kimse anlamıyor.Özelleştirmelerle ulaşımı asla çözemezsiniz! Sadece, bu milletin malını mülkünü satarak bol keseden yapacağınız süfli harcamalara dönüştürebilirsiniz...
RTE - Binali Yıldırım ikilisi, İstanbul’un canına okuyacak yeni projelere imza atıyorlar. Kentin kuzeyine kurulacak havaalanı ihalesini yaptılar... En az 658 bin ağacın kesileceği, bütün yaşam alanlarının yok edileceği projeyi, yine kuzeydeki yeni kentlerin kuruluşu izleyecek... Tabii ki kanal da var işin içinde... THY yönetimi ve iktidar, Atatürk Havalimanı adından da böylece kurtulmayı planladı…
İktidar, 400 milyar dolara yakın dış borcu, ülkenin sanayi kalkınmasında değil; taşa toprağa, ranta, binaya, yola yatırıp heba ediyor... Bu projelerin ülkenin dış borçlarını azaltacak veya ödeyecek bir artı gelir, bir rant, bir sanayi üretimi gerçekleştiremeyeceği açık... Tam bir müflis tüccar gibi yönetiliyor ülke... Normal olarak bir işadamı borç aldığında bunu öyle bir yatırıma dönüştürmeyi planlar ki, 3-5 mislini geri kazandırsın ve zenginlik yaratsın…Oysa hiç öyle değil,, İstanbul bir AVM çöplüğüne de dönüştü. Birçoğu yakın zamanda kapılarına kilit vurur... Üreten değil tüketen bir toplumun simgeleridir bu kadar AVM... Üretemediğimiz için dışarıdan mal, hammadde, makine techizat vb. ithalatı durmadan artıyor. Sattığımız bir malda ithalat oranı 60-72 arası ve bu oran düşmüyor, yükseliyor...
Bir okur, (Selçuk Kınıklı) bir makaleme yeni bir hesap gönderdi. Türkiyenin adam başına düşen milli geliri, 414 milyar $ olan dış borç yükümlülüğü dikkate alınırsa, 10 bin $ değil, 4400 dolardır, diyor. Çünkü GSMHler borçları dikkate almıyor! Borçlarınızı da GSMHnin içine kattığınız için rakam yükseliyor. Bu paraları ödeyemediğiniz ve krize düştüğümüz zamanlarda, bu ülke çok sık olarak 3-5 bin dolarlara gerilemiştir! Kaldı ki 4 yıldır 10 bin dolara kazık atılmıştır..
İsim İsim Tespit Ettik
Arkadaşlar, sevgili okurlar, ne diyor büyük lider bir bakın ve nasıl da yurttaşların isim isim fişlendiği bir otoriter diktatörlük altında yaşadığımızı anlayın. Yeniden okudum okudum hâlâ doğruluğuna inanamıyorum:
Türkiye genelinde akil insanlar heyetlerine karşı yapılan eylemlerin tamamının fotoğrafları, görüntüleri elimizde… İsimlerine varıncaya kadar hepsi tespitimizde 4980 kişi...
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz düşünün artık. Olacak şey değil. Tam bir polis devleti! Bizzat kaç kişi bu toplantılara katılıyor, kim protesto ediyor, kim soru soruyor... hepsi bu ülkenin tek adamının cebinde... Bunları açıklıyor...
Beyefendi Taksimi yasaklayacaklarını açıkça belli ediyor...
Bütün ülkede kent merkezlerini yasaklayacak...
Protesto yok.. Görüntü yok.. Haber yok… Halk görmeyecek, bilmeyecek...
Gazetecilik yok...
Birileri dün inadına gazetecilik diye komik bir başlık atmış. Söz başbakan olursa gazeteyi bile kapatırım diyen... üstelik bir kulübü yöneticilik yaptığı yıllar boyunca dünyanın en borçlu kulübüne dönüştüren bir patronun gazetesi...
***
Sahi CHP’yi bölebilecekler mi, ya İmralı sürecine katılırsın ya da seni haberlerimle, saygın yazarlarımla bölerim, parça parça ederim talimatı patrondan mı iktidardan mı, nereden acaba...
CHP içinde sol kanat varmış, bunlar ilerici imişler... ulusalcı gericilere karşı savaşıyorlarmış. Solcu bir patron-yanlısı istifa etmiş, kıyamet kopartıyorlar... azı yazdırıyorlar, iyi güzel de tam AKP veya BDP’de çözüme büyük katkısağlayabilecek görüşleriyle başka yerlerde psikolojisini neden bozup duruyor, anlamakta zorluk çekiyorsunuz...
Ne dedik başından beri: 2013 yılı dananın kuyruğunun kopacağı yıldır...
2013’te doludizgin koşuyor ülke...

Orhan Bursalı / 6 Mayıs 2013 - Cumhuriyet

New York'tan Dev Orkestra Geldi, Ankara Bir Bakan Bile Göndermedi-Utku Çakırözer / Cumhuriyet


Hafta sonu İstanbul’da yılın en önemli sanat olaylarından biri gerçekleştirildi. Dünyanın en eski ve ünlü klasik müzik orkestralarından New York Filarmoni Orkestrası, dünyaca ünlü virtüözler Joshua Bell (keman) ve Emanuel Ax(piyano) eşliğinde İstanbullular için iki unutulmaz konser verdi. Kurulduğu 1842 yılından bu yana Türkiye’ye sadece üç kez gelen New York Filarmoni’nin bu ziyaretinin çok özel bir anlamı da vardı: Eczacıbaşı Topluluğu ile İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucusu Nejat Eczacıbaşının ölümünün 20. yılı anısına çaldılar üç bin kişilik Haliç Kongre Merkezi’nde.
Tek siyasetçi: Rahşan Ecevit

Eczacıbaşı ailesinin bireylerinin yanı sıra iş, sanat ve basın dünyasının tanınmış ismini bir araya getiren konserde, gözler siyaset dünyasından isimleri boş yere aradı. Ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan, ne yardımcıları, ne ekonomiden sorumlu bakanlar ne de Kültür Bakanı oradaydı. Benzer bir ilgisizlik hali muhalefet için de geçerliydi. Siyaset sahnesinden sadece ikisi de artık aktif siyasetin içinde olmayan Rahşan Ecevit ve İsmet Sezgin vardı. Rahşan Hanım, konsere neden geldiğini şu tümcelerle anlattı:
Nejat Bey, Bülent (Ecevit) ile benim çok değer verdiğimiz bir insandı. Bu gece onun anısına düzenlendiği için geldim Ankaradan. Kendisi ülkemizin gelişmesinde büyük katkısı olan çok nitelikli, çok değerli bir insandı. Aynı zamanda da büyük bir sanatseverdi. Ve tabii hepsinin ötesinde çok iyi bir insandı. O gün oğlu Bülent Beye (Eczacıbaşı) de söyledim: Nejat Bey gibi bir insan ancak böylesine muhteşem bir konserle anılabilirdi...
Fotoğraf karesindeki Cumhuriyet
Konser başlamadan önce Eczacıbaşı’nın hayatından fotoğraf karelerinden kurgulanan kısa bir film gösterildi. Filmde 60’lı yıllardan kalma bir kareye gözüm takıldı. O karede Nejat Bey, bugün onun yerine Eczacıbaşı Grubu’nun başında yer alan oğlu Bülent Eczacıbaşı ile seyahate çıkarken görüntülenmişti. Elinde ise logosu üste gelecek şekilde kıvrılmış bir Cumhuriyet gazetesi...
O görüntü, Joshua Bell işliğinde New York Filarmoni’yi dinlemekten çok daha büyük bir haz verdi konseri izleyen biz Cumhuriyet çalışanlarına.
Bunun benzeri bir duyguyu, kısa süre önce vefat eden Borusan Holding’in kurucusu ve onursal başkanı Asım Kocabıyıkla ilgili ünlü orkestra şefimizGürer Aykaldan şu anekdotu dinlediğimde yaşamıştım:
Bir gün orkestranın (Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası) kuruluşunda büyük emekleri geçen Borusan Kültür Sanat Genel Müdürü Sami Canertelefonla aradı‘Asım Bey’den bir yazı geldi’ dedi. Ofise gittim. Yazıyı elime verdi. Özetle şöyle diyordu Asım Bey: ‘Cumhuriyet gazetesinin bugünlerde verdiği eklerde Cumhuriyetimizin nasıl kurulduğu anlatılmaktadır. Siz yaşınız gereği bunu bilmeyebilir veya unutmuş olabilirsiniz. Ancak bu ekleri okuyunuz ve maiyetinizdekilere, orkestra üyelerine de okutunuz’...
***
Eczacıbaşı Grubu’nun Basın Danışmanı Cem Tanrıkılıcı’nın yardımıyla bulduğumuz o fotoğraf bugün gazetemizin 1. sayfasında yer alıyor. Bu ve benzeri binlerce kare ve anekdot, yarın 89. yaşını kutlayacağımız gazetemizin modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınmasında nasıl önemli bir işlev üstlendiğinin ilk elden kanıtlarıdır.
Bize Atatürk tarafından çizilen bu yolda daha nice 89 yıllara okurlarımızla birlikte kararlılıkla yürüyeceğiz.
En önemli sorun eğitim ve kültür
Anma konserine gelemeyen devlet büyüklerimiz ve sadece onlara yakınlıkla büyüyüp yükselen yeni iş insanlarımıza, Nejat Eczacıbaşı’nın o geceki görüntülerine eşlik eden kendi sesinden şu mesajlarını aktarmakta yarar görüyorum:
İşadamının topluma karşı en önemli görevlerinden biri toplumsal sorunlara eğilmektir. En önemli sorunlarımızdan biri eğitim ve kültürdür. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın tek başına bir şey yapamaz. Çevresinin de katılması gerekir. Mesela benimle aynı görüşü paylaşan dostlarım olmasaydı ne İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ne de öteki sosyal girişimlerim başarılı olabilirdi. Bugün dönüp de geriye baktığım zaman şunu söyleyebiliyorum: Ülkeme dilediğim gibi hizmet edebilmiş isem mutlu bir insan sayılabilirim...
171 yıl, 4 konser
Konserden önce verilen resepsiyonda New York Filarmoni Orkestrası Genel Müdürü Matthew Vvanbesien ile sohbetimizde, Bu tarihimiz boyunca Türkiyeye yaptığımız dördüncü ziyaret. İlki Leonard Bernstein yönetiminde 1959 yılında oldu. Daha sonra 1985 yılında şef Zubin Mehta yönetiminde 13. İstanbul Müzik Festivalinin, 1995 yılında da şef Kurt Masur yönetiminde 23. İstanbul Müzik Festivalinin konuğu olarak İstanbulda konserler verdik. Bu kez İstanbulun yanına İzmiri de dahil ettik. Türk dinleyicisine bir kez daha hayran kaldık” dedi.
Orkestradaki dâhi Türk: Baltacıgil
Orkestrayı yöneten ünlü şef Alan Gilbert, konser sonrasında kendisine sunulan buketi beklenenin aksine bir kadın orkestra üyesi yerine kontrbas grubundan genç bir erkek sanatçıya vermeyi tercih etti. Konser sonrasında bazı dinleyicilerin çocuklarıyla hatıra fotoğrafı çektirdiklerini görünce kim olduğunu merak ettim. New York Filarmoni’nin tarihinde kadrosuna aldığı tek Türk olan Fora Baltacıgilmiş. Daha önce üstün yeteneği ile Berlin Filarmoni’ye kabul edilen Baltacıgil, geçen yıl 300 rakibini geride bırakarak New York Filarmoni’nin Kontrbas Grup Şefliği’ne getirilmiş. 
Utku Çakırözen / 6 Mayıs 2013 - Cumhuriyet

Hürkuş'un Anımsattıkları...- Orhan Erinç / Cumhuriyet


Tayyareci Vecihi Hürkuş Anıtı dün Kadıköy’de Kızıltoprak girişinin başındaki üçgen alanda açıldı.
Kadıköy Belediyesi’nin alkışlanacak girişimiyle dikilen anıt, Türk uçak yapımcılığının Kadıköy’de başlamış olmasını da simgeliyordu.
Uçak sözcüğü henüz dilimize yerleşmemişti. Kuş sözcüğünün Arapçasından türetilen Osmanlıcalaştırılmış bir sözcüktü.
Bugün uçaksavar topları diye anılan savaş silahına da “Tayyare dafi toplarıdeniyordu.
***
Ankara’da görevli Cumhuriyetçiler ve okurlarımızla bir araya gelip 89’uncu yılın ilk kutlamasını yapmak ve Sevgili Balbay’ın Yargıtatörünü imzalamak için Ankara’da oluşum nedeniyle açılışa katılamadım.
Ama 1943 yılından bu yana türlü ısrar ve olanaklara karşın ilçesini terk etmeyen bir Kadıköylü olarak ne yazayım diye düşünürken çocukluk günlerime dönüverdim.
Boğaziçi Köprüsü’nün açıldığı 1973 yılı öncesinde İstanbul’un Anadolu yakasında oturanların sayısı 500 bini biraz aşkın sayılarla belirtiliyordu.
Osmanlı paşalarının köşkleri ile çoğu tek katlı evlerin oturanları sokak sokak, mahalle mahalle birbirlerini tanır, en azından kim olduğunu bilirlerdi.
Çiftehavuzlar’dan Üstgöztepe’ye Kayışdağı Caddesi’ndeki 115 numaralı eve taşındığımızda cadde neredeyse bomboştu.
Akşamları at arabalarına dizdikleri tenekelerle Kayışdağı Suyu’na giden sakalarla, Kadıköy Hali’ne bostanlarında yetiştirdikleri meyve ve sebzeleri, atların çektiği ve uzun direklerin oluşturduğu arabalarıyla götüren bostancıların dışında taşıt pek görülmezdi. Kadıköy ile Kozyatağı arasında çalışan iki halk otobüsü ile banliyö treni ulaşım için yeter de artardı.
Şimdi tümüyle betonlaşmış olan Gözcübaba, bıldırcın curnatasında elleri çifteli avcıların gözde av alanlarından biriydi.
Yerleşim, Kayışdağı Caddesi’nin Kadıköy’e giden yönündeki Beşevler durağında biterdi.
Oradan Kuyubaşı’na kadar olan bölüm buğday ekilen tarlalardı.
Bugün eski Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi’nin yer aldığı, alanda asırlık çitlembik ve sakız ağaçları vardı.
Buğdaylar biçilip harman kaldırıldığında alan bomboş kalırdı.
İşte o yıllardan birinde Hürkuş’un pırpırlarından biri o alana iniverdi. Mahallenin çocukları ve gençleri bir koşu gidip uçağın etrafını sardık.
Aklımda 5 lira diye kalmış, ama 5 lira o yıllarda çok büyük paraydı. Belki de 50 kuruştu. Her neyse. Bağışı yapan büyük gençler, pilotun arkasındaki bölüme oturuyor ve havalanıp birkaç tur atıyordu. Biz küçükler de gıpta ile izliyorduk.
Geceleri rüzgâr azıtıp da pırpırı sürüklemesin diye zincirle ağaçlara bağlanıp önlem alınıyordu.
İşte benim Vecihi Hürkuş’u duyduğum ilk olay böyleydi.
***
Sanıyorum ki Kadıköy’ün tayyareciliği bununla da sınırlı değildi.
Rahmetli annem, Göztepe’deki Ihlamur Sokağı’nın sonunda köşkü bulunanŞefik Türsan Paşa’nın çocukları İsmail, Müşfik ve Sabih Türsan’ın da 1930’lu yıllarda tahta iskeleti çadır beziyle kaplayarak yaptıkları pırpırla uçtuklarını anlatırdı.
Pırpırın, köşkün bahçesinde duran tahta iskeletinin kalan bölümünü ben de Çiftehavuzlar’da otururken görmüştüm.
***
İşte size Hürkuş’un anımsattığı Göztepe’den çocukluk anıları...
Orhan Erinç

6 Mayıs 2013 - Cumhuriyet

5 Mayıs 2013 Pazar

“ARKEOLOJİ UYGULAMA ALANI”

“ARKEOLOJİ UYGULAMA ALANI”

MÖ 2. BİNDE TİCARETİN İŞLEYİŞİ


Batı Anadolu’dan Asya’nın içlerine, Afganistan’a kadar uzanan geniş coğrafyayı saran ticaret yolları; Erken Tunç Çağı olarak da tanımlanan MÖ 3. binyılın ortalarında oluşmuştur.

MÖ 2. BİNDE TİCARETİN İŞLEYİŞİ
Batı Anadolu’dan Asya’nın içlerine, Afganistan’a kadar uzanan geniş coğrafyayı saran ticaret yolları; Erken Tunç Çağı olarak da tanımlanan MÖ 3. binyılın ortalarında oluşmuştur. O dönemde bölgelerarası mal akışının en yoğun gözlendiği hatlar ise Mezopotamya’yı doğuda İndus bölgesi ile Afganistan’a ve güneyde bakır kaynağı Umman’a bağlayan yollardı. Orta Tunç Çağında (MÖ 2000-1600) bu durum değişmeye başlamış, Mezopotamya ve Elam’ı (Batı İran) Anadolu ve Suriye’ye bağlayan ticaret yolları gittikçe önem kazanmıştı. O dönemde stratejik önemi en yüksek ham madde olan bakırın ticareti ile ilgili bilgilerimiz bu değişimi açıkça yansıtır. MÖ 18. yüzyılın sonlarından itibaren Mezopotamya’ya, Suriye üzerinden ithali gittikçe artan Kıbrıs bakırı yüzyıllardır kullanılmakta olan Umman bakırının yerini almıştır. Geç Tunç Çağında (MÖ 1600-1200) ise Kıbrıs’ın bakır ihracatının artması; Minos, Girit ve Miken Yunanistanı’nın doğuyla ticaretinin yoğunlaşması ve bölgede oluşan ticaret ağlarına Orta Akdeniz adalarının da katılmasıyla ticari trafiğin yoğun ekseni daha da batıya, yani denize kayar. Bu gelişmeler sonucu özellikle MÖ 14. ve 13. yüzyıllarda bölgelerarası mal sirkülasyonu çok büyük boyutlara ulaşmış ve deniz taşımacılığı daha önce olmadığı kadar önem kazanmıştır. MÖ 2. binyıl boyunca devam eden bu trafiğin kimler tarafından ve hangi mekanizmalarla işletildiği sorusu her zaman ilgi çeken bir araştırma konusu olmuştur.   
MÖ 2. Binyılda Bölgelerarası Ticaretin Anahatları
MÖ 2. binyılın ilk yüzyıllarında gelişen ticaret ağlarından bazıları özellikle iyi bilinir. Bunlardan bir tanesi Kuzey Mezopotamya'daki Assur ile Kayseri yakınındaki Kaneş (Kültepe) şehir devletleri arasında MÖ 1920-1750 arasında işleyen mal akışıdır. Bu yolla Anadolu’ya kalay ve Mezopotamya’nın büyük rağbet gören kumaşları ithal edilirken, Anadolu gümüşü de Mezopotamya’ya ihraç edilmiştir. Bu ticaret, faaliyetleri gereği bazen yıllarca Kaneş’te ikamet etmek zorunda kalan Assurlu tüccarlar tarafından yönetilmekteydi. Kültepe’de yürütülen kazı çalışmalarında bu tüccarların yaşadığı mahalle (karum) açığa çıkarılmış ve bu şahısların yazışmalarını içeren yaklaşık 20 bin kil tablet günümüzden 4 binyıl önce gerçekleşen uluslararası mal değiştokuşu ile ilgili ayrıntılı bilgi sağlamıştır. Anadolu’ya gönderilecek kalay önce (muhtemelen Afganistan, Tacikistan veya Özbekistan’daki yataklardan) İran üzerinden Assur’a getirilmekteydi. İhracı yapılan kumaşların büyük bölümü de Güney Mezopotamya’da üretiliyordu. Yani Kaneş-Assur hattı, aslında daha doğuya ve güneye yayılan geniş ticaret ağının bir parçasıydı.
....................
................................
Yazı ve fotoğraflar:
Emre KURUÇAYIRLI
Bryn Mawr College
Yazınınn Devamı: Aktüel Arkeoloji Dergisi 33. sayısında.