30 Ağustos 2022 Salı

Dış ticarette vahim gidişat - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

 

Dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 147’lik bir artışla 10 milyar dolar psikolojik barajının üzerine çıkarak 10,7 milyar dolara ulaştı. Dış ticaret rakamları neresinden tutarsanız tutun elinizde kalıyor.

Temmuz ayında ihracat sadece yüzde 13,4 artarken, ithalat yüzde 41,4’lük bir sıçrama 

göstermiş. Ocak-Temmuz döneminde ihracatın artış hızı yüzde 19,1 olurken, ithalat yüzde 

40,7 ivmelenmiş. Buradan rahatlıkla ihracatın tempo kaybettiğini, ithalat faturasının ise yüzde 

40’ın üzerinde bir hızla doludizgin kabarmayı sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Bunların 

sonucunda dış ticaret açığı bir önceki yılın aynı dönemine göre tam yüzde 147’lik bir artışla 

10 milyar dolar psikolojik barajının üzerinde, 10,7 milyar dolara ulaştı.

ENERJİ TEK SUÇLU DEĞİL

Bu endişe verici performansta tek başına enerji fiyatlarının yüksek seyrini suçlayarak, bahane bulmak da olanaklı değil. Çünkü temmuz ayında enerji ürünleri ve altın hariç ihracat yüzde 7,4, ithalat ise yüzde 19,3’lük bir artış göstermiş. Enerji hariç ithalat ise yüzde 28,5 zıplamış. Diğer bir ifadeyle enerji ithalatı az gerilese de toplam ithalat azalmamış.


Hatırlanırsa Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) haziran ayında yüksek 

miktarda döviz tutan firmaların Türk Lirası kredi kullanmalarına sınırlama getirmişti. Bazı 

firmaların ellerindeki dövizi bozdurmak yerine ithalatlarını hızlandırarak döviz fazlasını 

erittikleri tahmin edilebilir. İthalat içerisinde aramalların payının yüzde 81,9’a kadar 

yükselmeside bu tahmini doğruluyor. Bu nedenle ekonominin yavaşlamasının da etkisiyle 

önümüzdeki aylarda ithalatta bir düşüş görülebilir. Yine de 2022’nin ilk altı ayında 32,4 milyar 

dolara ulaşan cari açığın yıl sonunda 50 milyar doları aşması, Türkiye’nin ciddi bir ödemeler 

dengesi sorunu yaşaması kaçınılmaz görünüyor.


KÜRESEL GELİŞMELER DE OLUMSUZ

Küresel ekonomideki gelişmeler de ödemeler dengesine olumsuz yansımaya devam ediyor. Avro dolar paritesinin 1’in altına düşmesi, ithalatı dolar ağırlıklı, ihracatında ise avronun ilk sırada yer aldığı Türkiye ekonomisini kötü yönde etkileyecek.

ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Powell’ın en son Jackson Hole toplantısında şahin mesajlar vermesi, enflasyonu önlemek için durgunluğun göze alındığını, ücretlerin baskılanmasının amaçlandığını vurgulaması yani faiz artışlarının süreceğini ima etmesi de Türkiye açısından tatsız bir haber. Çünkü bu önümüzdeki aylarda Avrupa Merkez Bankası dâhil faiz artışlarının sürmesi, ithalat talebinin iyice yavaşlaması olasılığını iyice arttırıyor.


Avro bölgesinde son iki aydır ekonomiler daralıyor. Yüksek doğalgaz fiyatları ve kuraklık başta Almanya olmak üzere Avrupa ekonomilerini zor durumda bırakıyor. Bu sanayi üretiminin yavaşlamasına yol açabilir. Ayrıca şirketlerin ve hanehalkının enerji faturasının yükselmesi, diğer ithal ürünlerine talebi kısabilir. Bu da Türkiye’nin ihracatını çok kötü etkiler.

DIŞ TİCARET JEOPOLİTİK GERGİNLİĞİ

Temmuz ayında ihracatta yine ilk sırayı Almanya aldı. 1 milyar 490 milyon dolar ihracat gerçekleştirilen Almanya’yı ABD ve Birleşik Krallık izledi. Yılın ilk yedi ayında en çok ihracat yapılan dört ülke bu üçlünün yanında İtalya oldu.

Buna karşılık ithalatta 4 milyar 374 milyon dolarla Rusya Federasyonu yine birinci sırada 

bulunuyor. İthalatın yüzde 15’i Rusya, yüzde 13’ü Çin’den yapılırken, üçüncü sıradaki 

Almanya’nın payı sadece yüzde 6,1. Bu manzara Türkiye’nin jeopolitik yönelimlerinin, 

Şanghay eksenine yaklaşmasının dış ticaret üzerinde de basınç yaratabileceğini gösteriyor.

TEKNOLOJİ BİLEŞİMİ DE GERİYE GİDİYOR

Dış ticaretin teknoloji yoğunluğuna göre analizi de olumsuz gelişmelere işaret ediyor. Şöyle ki, gerek ihracatta gerekse ithalatta yüksek teknolojili ürünlerin payının artması istenir. Çünkü yüksek teknolojili, yüksek katma değerli ürünler satabilmeniz arzu edilen bir durumdur. Yüksek teknoloji ithalatın ise daha yüksek verimle üretim yapılmasına katkıda bulunması beklenir. Ne var ki Türkiye’nin yüksek teknolojili ihracatının bir yıl öncesine göre yüzde 2,9’dan yüzde 2,2’ye düşmesi, ithalatta ise, yüksek teknolojili ürünlerin payının yüzde 13,1’den yüzde 12,8’e gerilmesi hayırlı belirtiler sayılmaz.

Zaten ihracatın büyük ölçüde orta düşük teknolojili ürünlere yığılması dikkat çekiyor. Düşük katma değerli bu kategorinin toplam ihracattaki payı yüzde 39,3’e yükselerek ilk sıraya yerleşti. İthalatta sermaye mallarının ağırlığının ilk yedi ayda yüzde 10,5’e düşüşü de yeni kapasite yaratılmadığını, teknolojik gelişmelerin yakalanamadığını gösteriyor.

Özetle, dış ticaret rakamları neresinden tutarsanız tutun elinizde kalıyor. Türkiye Ekonomi Modeli’nin (her neyse bu garabet!) enflasyon, istihdam gibi dış ticarette de tökezlediği ayan beyan görülüyor.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN




Tarihçi Ümit Doğan Adnan Menderes döneminde satılan camilerin belgelerini yayınladı - YENİÇAĞ

 

Adnan Menderes’in 1956'da "İstanbul'u yeniden fethediyoruz" sloganıyla imar çalışmalarını başlattığını hatırlatan Tarihçi Ümit Doğan Twitter hesabından paylaştığı belgelerle o dönem satılan cami ve mescitlerin listesini paylaştı. İşte o tweetler

“Menderes 1956'da 'İstanbul'u yeniden fethediyoruz' sloganıyla imar çalışmalarını başlattı. Özellikle trafiği rahatlatmak için başlatılan bu faaliyetin sonunda tarihi eser katliamı yaşandı.”

“İmar çalışmaları kapsamında belirli güzergahlar üzerinde kalan yapı ve arsalar istimlak edildi. Belgede istimlak edilen yerlere dair belediye raporunu görüyorsunuz.”

“İstanbul'u yeniden inşa edeceğini iddia eden imar planı dahilinde pek çok cami ve tarihi eser yıkıldı. Nevfidan Kadın Vakfı'na ait bir caminin imar faaliyetleri kapsamında yıktırılıp yola dahil edildiği ve belediyeye satıldığına dair arşiv belgesi.”

“Yıkım işlerinin yalnızca yol güzergahı üzerinde bulunan cami ve tarihi eserlerle sınırlı kalmadığını görüyoruz. Aşağıdaki belge de mimarlar, Çorlu'da Mimar Sinan eseri olan cami ve külliyenin yol güzergahında olmamasına rağmen yıktırılmasını şikayet ediyorlar.”



“Karaköy Camii de yol güzergahı üzerinde olmamasına rağmen yıkılan camiler arasındaydı.

“Oruç Gazi İsmail Ağa Camii'de imar politikası sonucunda yıkılan camilerden birisiydi. (Esma İgüs – Hayriye İsmailoğlu, Osmanlı Kenti İstanbul’u Yıkmak ve Yeniden Yapmak Paradoksu: Menderes Yıkımları)”

“Camcılar Cami'de yıkımdan nasibini almıştı. (İgüs ve İsmailoğlu)”

“Camcılar Camiinin yıkıldıktan sonra boş kalan arsası. (İgüs ve İsmailoğlu)”

“Murad Paşa Külliyesi Hamamı'nın yıkılışı. (İgüs ve İsmailoğlu)”

“Molla Çelebi Hamamı, yıkılmadan önce. (Mine Esmer, 1956-1960 İMARI: Karaköy-Beşiktaş Sahil Aksında Kaybolan / Yıkılan / Taşınan Yapılar)”

“Köprübaşı Hamamı, yıkılmadan önce. (Mine Esmer, 1956-1960 İMARI: Karaköy-Beşiktaş Sahil Aksında Kaybolan / Yıkılan / Taşınan Yapılar)”

“ Adnan Menderes döneminde İstanbul dışındaki camilerin satılması ile ve yıktırılması ile ilgili arşiv belgeleri mevcut. Edremit Zeytinli Köyü Cami'nin yıkıldığı yönündeki şikayete caminin tarihi eser olmadığı şeklinde cevap verildiği görülüyor.”

“Çorlu'da Hacı Hurşit Vakfı'na ait mescit arsasının satılmasının kabulü.”

“ Adıyaman'da Mekkelioğlu Vakfı'na ait cami arsasının satılmasının kabulü.”

“ Tekirdağ'da Şabanzade Vakfı'na ait cami arsasının satılmasının kabulü.”

“Aydın'da İbrahim Paşa vakfına ait cami arsasının satılmasının kabulü.”

“Listede adı geçtiği belirtilen cami arsalarının satılmasının kabulü. (Ek liste mevcut değil)”

“Denizli Çatalçeşme Cezayirli Vakfı'na ait cami arsasının satılmasının kabulü.”

29 Ağustos 2022 Pazartesi

Barınma krizi 'kader' değil: Sermaye düzeni bu cehennemi nasıl yarattı? - KAYA EMRE UZMAY/SOL


Türkiye 1 yılı aşkın süredir şişirilmiş kira fiyatlarının neden olduğu bir barınma sorunuyla karşı karşıya. Söz konusu kira krizinin ardında yatansa ‘serbest piyasa’nın çıktısı bir saadet zinciri.

2021’in Haziran ayıyla birlikte Türkiye genelinde AKP iktidarı boyunca eşi benzeri görülmemiş bir barınma krizi başladı.

Ev kiraları bir yıldır hayat pahalılığıyla birlikte ülkenin can alıcı gündemlerinden biri haline gelirken, bu krizin çözümü için hükümet kalıcı çözümler geliştirmekten uzak.

Krizin temel gerekçesi olarak ‘inşaatların yetersiz kalması’ veya ‘konut sayısının azlığı’ gibi gerekçeler sunulsa dahi, kiracılara dayatılan katlanılamaz yükün ardında konut spekülasyonu olduğu daha çok kendisini belli ediyor.

Konut fiyatlarındaki ve kiralardaki muazzam artışı gören mülk sahipleriyse kiracılarına fahiş zamlar dayatmaya, hukuksuz bir şekilde kiracılarını sokağa atıp ‘evi tekrar değerlendirmenin’ fırsatlarını aramaya başladı.

Hükümet şimdiye kadar açıkladığı konut finansman paketleri ve kiralara dönük zammı yüzde 25’le sınırlamak gibi adımları bu krize dönük çözüm faaliyetleri olarak sundu.

Krizin başlamasından bu yana sürekli artan konut satışlarıysa bir başarı hikâyesi olarak resmedildi. Ancak konut satışlarındaki artış, kiracılığa mahkûm hale getirilen yurttaşlar için ev sahibi olma fırsatı sağlamaktan ziyade, şimdiye kadar krizi derinleştirmeye, yüksek miktarda nakiti olanlara yeni kazançlar sağlamaya yaradı.

Zam sınırlamasıysa birçok örnekte geçersiz kalırken, bazı örneklerdeyse kiracıların kapı dışarı edilmesine gerekçe oldu.

Serbest piyasanın yarattığı cehennem: Konut bolluğu içinde çekilen yokluk

Ülkede konut satışları ve inşaatlar hızla artmaya devam ederken, konut fiyatlarınınsa artmayı sürdürmesi, konut sektörünün ‘kaybettirmeyen yatırım’ şeklinde lanse edilmesi nihai olarak emlak sektörü üzerinden oluşturulan bir saadet zinciri türünden piyasa manipülasyonunun ürünü.
 
Kiraların ve ev fiyatlarının, yani genel olarak barınma maliyetlerinin astronomik seviyelere yükselmesinin arka planında basitleştirilmiş haliyle şöyle bir kısır döngü var; Ev fiyatları arttıkça satışlar da artıyor, konut pazarında dönen sermaye hızla büyüyor, bir sene önce 500 bin liraya aldığı evi şimdi 2 milyon liraya satmasıyla övünen ‘akıllı yatırımcıların’ hikâyeleriyse her tarafı sarıyor.

AKP iktidarı boyunca en gözde sektörlerden biri haline gelen emlak piyasası hakkında “balon” benzetmesi yeni bir fikir değil. Müteahhitlerin devlet tarafından büyük imkânlara desteklenmesi, inşaatların ve konut satışlarının iktidarın en çok övündüğü alan olması konut sektörünün sürekli büyümesini satışlarınsa büyük artış ya da düşüşler gerçekleştirmemesini, son krize değin görece stabil kalmasını mümkün kıldı.

2013 yılının başından itibaren 2022 Mart ayına kadar her ay satılan konut sayısı ortalama 111 bin 700’e yaklaşırken bu zaman diliminde aylık satılan konut sayısı üç büyük sıçramayla 150 bin bandının üzerine çıkabildi. Aylık satılan konut sayısı ilk defa 2019’un Aralık ayında önceki aya göre yüzde 46 artarak 202 binin üzerine çıktı. 2020 sonrasındaysa daha büyük iki sıçrama gerçekleşti.1 

    Konut Satış Sayıları - TÜİK Konut Satış İstatistikleri, Mart 2022

Satış sayısında dikkat çeken bir diğer unsursa satışların nasıl gerçekleştiği.

Kredi kullanarak yapılan satışlar [ipotekli satışlar], 2020 Haziran ve Temmuz aylarında yapılan satışlarda diğer yollarla gerçekleşen alışverişleri büyük bir sıçramayla geride bıraktı.

Bu 2020’de enflasyon karşısında konut fiyatlarının önceki döneme göre düşmesi ve düşük faizli kredilerin varlığıyla açıklanabilir. Ancak bu satış patlaması aynı zamanda sonraki dönemlere dönük fiyat artışını da tektiklemiş oldu.

İpotekli satışların 2020 yazında zirve yapması ve sonradan tüm satışlardaki payının yerlerde sürünmesiyse şuna işaret ediyor: Bu süreçte ev satın alanların önemli kısmının ‘kredi çekme’ gibi bir dertleri yok, yani hali hazırda sermayesi bulunan bir nüfus var olan evleri alıyor.

Buna ek olaraksa Türkiye genelinde ‘kendi evinin sahibi’ nüfusun tüm nüfus içindeki payı düşüyor. Ev sahiplerinin nüfus içindeki payı göz önüne alındığında mülksüzleşmenin hızla arttığı ortaya çıkıyor.

Konut sahipliği oranı, konut satışlarının artmasına karşın düşmüş, kirada yaşayan yurttaşların nüfus içindeki payıysa artmış durumda. 2020’de oturdukları konuta sahip olan hanelerin, tüm hanelere oranı önceki yıla göre yüzde 1,0 azalarak yüzde 57,8 şeklinde hesaplanırken, kirada oturanların oranı yüzde 0,6 artarak yüzde 26,2, kendine ait bir konutta oturmayan ancak kira da ödemeyenlerin oranıysa yüzde 0,4 artarak yüzde 14,7’ye ulaştı.

Bu mülksüzleşme eğilimi sonraki yılda da büyümeye devam etti.2

Konutta mülkiyet durumu Kaynak: TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2021


Aynı evler tekrar tekrar satılıyor

Liranın sürekli değer kaybetmesiyse yatırım yapmak isteyenleri ellerindeki sermayeyi farklı alanlara yönlendirmeye teşvik etti. 2020 Temmuz’u sonrasında kredi karşılığı yapılmayan konut satışlarının, ipotekli satışlar karşısında hızla artmasıysa bu yatırımın yöneldiği alanlardan birinin emlak piyasası olduğuna işaret ediyor.

Hazır sermayesi olan kesim, eldeki paranın değer kaybının önüne geçmek, hatta bu parayı daha da değerlendirmek için fiyatların artacağı beklentisiyle konut alımına yönleniyor ve bu satışlardaki yükselişe neden oluyor.

Artan satışların etkisiyle fiyatlar da yükseliyor ve sürekli yükselme beklentisi daha çok yatırımcıyı çekiyor, fiyatların şişmesi böylece kısır döngüye dönüşüyor. Yani “balon” ifadesi yakın tarihte hiç görülmediği kadar gerçek haline geliyor.

Bu durumsa enflasyonun çok daha üstünde fiyat artışları, dolayısıyla ‘getirisi yüksek bir yatırım aracı’ haline gelmiş konut piyasasını açıklıyor.

Enflasyondan arındırılmış konut satış fiyat endeksi (Ocak 2012=100)   Kaynak: REIDIN. (2022). Konut Satış Fiyat Endeksi

Bu durumun bir sonucu olarak ev alan kişi sayısındaki artışın, satılan ev sayısı ve piyasada dönüşüme giren para karşısında düşük kalması ortaya çıkıyor. Kısaca, birden fazla konuta sahip olanlar, konut alımlarının büyük bir kısmını oluşturuyor.

Bu şu sonucu doğuruyor; konutu 2020’de “ucuzdan” alanlar, aldıkları evi fiyat artışını görüp buraya yatırım yapmaya koşan yeni ‘yatırımcılara’ yüksek fiyattan satıyor, fiyatlar arttıkça bu konutlar da tekrar satılarak el değiştiriyor ve saadet zinciri vari bir kısır döngü sürekli hale gelmiş oluyor, sonradan piyasaya dahil olan herkes, araya kârını koyup mali yükü malı sattığı bir sonraki ‘ev sahibine’ devrediyor. Bunun göstergesi olaraksa ikinci el konut satışlarının, ilk el satışlara oranla 2020 sonrası sürekli artması ortaya çıkıyor; yani aynı konutlar tekrar tekrar satılıyor.

    İlk ve ikinci el konut satış sayıları Kaynak: TÜİK, Konut Satış İstatistikleri, Mart 2022

Ülkede konut kıtlığı değil, artığı var

“Yeterince konut olmadığı” ve fiyatların bu yüzden arttığı ifadesi bir gerçeklik taşımıyor. Ülkedeki konut sayısı hiçbir zaman “konut kalmadığı” bir seviyeye düşmedi, 2019’un ikinci yarısından itibaren yavaşlama eğilimi gösterse de konut sayısı mutlak olarak sürekli arttı.

    Toplam Konut Sayısı Kaynak: TÜİK, Konut Sayıları, 2022



   

2013 yılından itibaren, 2014 yılında yaşanan istisna haricinde toplam nüfus içinde ev sahiplerinin oranı düşüş kaydederken aynı yıllar içerisinde kiracı oranı sürekli artış içinde oldu. 2013’te yüzde 21,3 olan kiracıların oranı, 2021 itibariyle yüzde 26,8’e çıktı.3 

Yıllara Göre Hane Sayıları ve Konut Sahipliği Durumu TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2021

 2013’ten 2021’e değin, konut sayısı 11.256.552 artış gösterirken, hane sayısıysa yalnızca 4.840.185 artış gösterdi. Yani bir “konut açığı var olduğu” varsayılırsa konut inşaat hızı bunu kapatma yönünde hareket ediyor. 2013 ile 2021 arasında hane büyüklüğü 3,57’den 3,23’e düşmüş durumda.

Ev sahibi hane sayısının yaklaşık 2 milyon 186 bin artış gösterdiği göz önüne alındığında; Bu süreçte ev satışlarının tamamının sadece “yeni eklenen hanelere yapıldığı” gibi bir iyimser varsayımda bile, toplam hane sayısına eklenen yaklaşık 4 milyon 953 bin hanenin sadece yüzde 44’ünün oturduğu konuta sahip olduğu sonucuna varılıyor.4 Yani yine yeni yapılan konutlar, gelir eşitsizliği nedeniyle hali hazırda sınırlı sayıdaki hanenin elinde toplanmaya devam ediyor.

Konut fazlalığı bu durumda reel konut fiyatlarını düşürmekte etkili olmadığı gibi, ev sahiplerinin oranını arttırıp kiracıların oranını düşürmeye de yaramıyor.

Ortada erimeyen bir konut fazlasının olmasıysa, yeni konut üretiminin yatırım amaçlı konut piyasasına göre şekillendiğinin göstergesi olarak kendisini belli ediyor.

Konut sayısındaki artış dışında, inşaatı tamamlanmış ve kullanıma hazır konut sayısını 2013’ün başından 2020’nin sonuna kadar 5.999.175’lik bir artış göstermiş, bu süreçte ilk el satışlarsa 4.593.828 olarak kayıtlara geçmiştir.5 Yani satışa sunulamaya hazır konutların 1 milyondan fazlası satılamamış ya da satılmamış durumda.

Satışı yapılmayan her konut, konut stokuna eklenen konut fazlasını oluşturuyor. 2013 yılından 2020 yılına kadar, içinde kimsenin oturmadığı 1.462.393 konut üretilmiş durumda. TÜİK’in verilerine göre, Türkiye genelinde 2021 Aralık ayı itibarıyla 40 milyon 483 binin üzerinde konut mevcut. 25 milyon 636 bin hane bulunduğuna göre bu, ülkede hanelerin tamamının 1,5 katından fazlasına yetecek kadar konut olduğu anlamına geliyor.

Kiralardaki artış kader değil, piyasa ekonomisin başarısızlığının sonucu

Ülke genelinde kiraların genel seviyesinde yaşanan sıçrama, emlak piyasasında oluşan devri saadetin bir yıl gerisinden geldi. Pandemi, 2020 ve 2021 arasında yurttaşların çalışma yaşamı ve barınma tercihlerini değiştiren iki olayı tetikledi; Önlemlerin gelmesi ve kalkması.

Uzaktan çalışan hizmet sektörü çalışanları, daralma ve pandemi önlemleri nedeniyle işinden olan insanlar ve uzaktan eğitim yoluyla kampüsle ilişkileri sona eren öğrenciler, büyük kentlerde kira ödeme yükümlülüğünden kaçmanın yollarını ararken 2021’e kadar kiracı sayısı ve kiralık evlere olan talepler azaldı.

2021’deyse pandemi önlemlerin ilk defa gevşetilmesi, eğitim kurumlarının ve uzaktan çalışma kararı alan iş yerlerinin tekrar yüz yüze faaliyete başlaması, insanların yeni barınma alanları aramasına, dolayısıyla İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Bursa gibi büyük kentlerde kiralık evlere yönelik talebin tekrar artmasına vesile oldu.

Tekrar ev kiralamak isteyen yurttaşlar bu sefer kiralık ev bulamadı, bulabildiyse de dudak uçuklatan kiralarla karşılaştı. 2021’in yaz aylarında başlayan kira krizi sadece kiracıların oluşturduğu talep artışıyla açıklanamıyor, tam tersine mülk sahiplerinin çoğunlukla evlerini kiralığa vermektense satılığa çıkartması sonucu ortaya çıkan bir ‘kiralık ev ilanı kıtlığı’ söz konusu.

Kiralık ev ilanı veren mülk sahiplerinin ve emlakçıların yaygın bir şekilde kullandığı Sahibinden.com adlı şirketin platformunda yer alan kiralık ev ilanı sayısı da bu konuda önemli bir fikir vermekte; 2021’de kiraların enflasyona göre hızla yükselmeye ve bireylerin kira ödeyebilme gücününse yine hızla düşmeye başladığı dönem, aynı zamanda kiralık ev ilanı sayısının da önceki yıllara göre rekor düşük seviyelerde gözlemlendiği dönem oldu.6 Özetle mülk sahipleri evlerini satmanın derdine düşerken evini kiralığa çıkartan ufak bir azınlıksa başka kiralık ilanın olmamasının verdiği rahatlıkla talep ettiği kirayı istediği kadar yükseğe çekme lüksüne sahip oldu.

Türkiye genelinde kiralık ve kiralanan konut sayısı (bin) Kaynak: Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi – Betam. Kiralık Konut Piyasası Görünümü - Mayıs 2022

Bu durumsa bulunduğu evi terk etmek zorunda kalan ve yeni ev arayan yurttaşların en büyük kâbusu oldu.

Kira krizinde Türkiye lider

Konut fiyatları ve kiralarda artış 2021 itibariyle birçok ülkenin büyük kentlerinde olağan hale gelirken, Türkiye’de söz konusu yılda barınma maliyetlerinin artışı tüm AB ülkelerindekinden daha fazla oldu. Türkiye’de 2021 boyunca konut fiyatlarında yüzde 59,77 artış yaşanırken, AB’de bu artış yüzde 10’la sınırlı kaldı.8

Türkiye’deki barınma maliyetleri artışsa, ülkedeki enerji, emek ve inşaat sektöründeki ara malların fiyatlarındaki artışların belirlediği konut inşaat maliyetlerinin çok daha üzerinde kaydedildi.

Resmi verilere göre barınma harcamaları için 2019 yılında Türkiye’de yaşayan hanelerin gelirleri üzerinden ortalama ayırdığı pay yüzde 24,1 olarak kayıtlara geçmişti.9 TÜİK’in bu alanda daha güncel bir çalışması bulunmamakla birlikte, 2021 Nisan’ıyla 2022 Nisan’ı arasında İstanbul özelinde mevcut kiracıların senelik kira fiyatlarında yüzde 45,48’lik artış yaşaması, yeni kiracının karşılaştığı kiralarınsa yüzde 161,4’lük bir artış görmesi söz konusu oldu.10

AKP hükümetinin 9 Haziran 2022’de açıkladığı kira düzenlemesiyse mevcut kiracılar için yapılacak kira artışlarını bir yıl süreyle yüzde 25’le sınırlandırma üzerineydi. Ancak söz konusu uygulama 1 Temmuz 2023’e kadar yapılacak kira zamlarını kapsarken bu düzenlemenin geçici olacağı belirtilmişti.  

Uygulama öncesindeki yasal sınır olan, TÜFE odaklı zam oranının tam uygulanmamasıysa olağan hale gelmiş durumda. Buna benzer olarak yeni yüzde 25 sınırının uygulanmadığı örnekler Temmuz ve Ağustos aylarında gündeme geldi.

Öte yandan konusu yüzde 25 sınırı önceki uygulamada 2022’nin Mart ayı yasal kira zammınında üzerinde yer alırken bu adım en iyimser ihtimalle hali hazırda şişirilmiş kiraların çeyreği kadar daha şişirilmesinden ibaret kalıyor.

Kiralar yoksullaşmanın en önemli kalemlerinden biri haline gelirken sermaye düzeni bu sorunu çözmek yerine derinleştirmek yolunda hareket ediyor. Bu soruna dönük çözümse konutun “yatırı-ma” konu olmaktan çıkarılmasında yatıyor.

Her yurttaşın sürdürülebilir şekilde barınma ihtiyacının karşılanmasıysa konut sektörüne kökten bir müdahaleyi kaçınılmaz kılıyor. Bu müdahaleyse devletin karakterine bağlı. Ülkede 1 milyonun üzerinde boş konut varken, kiralarda mantık dışı bir artışın olmasına meşru bir zemin bulunamaz.

Konut sektörü sermayenin ellerine bırakıldığında büyük kentlerin plansız ve verimsiz büyümesi, kent altyapılarında aşırı yüklenmeler ve şişirilmiş barınma maliyetleri kendisini gösteriyor.

KAYA EMRE UZMAY/SOL

  • 1.TÜİK 2022, Konut Satış İstatistikleri, Mart 2022
  • 2.TÜİK 2022, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2021
  • 3.TÜİK 2022, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2021
  • 4.TÜİK (2022). İstatistiklerle Aile, 2021
  • 5.TÜİK 2022, Yapı İzin İstatistikleri, I. Çeyrek: Ocak - Mart, 2022
  • 6.Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi – Betam. (2022). Kiralık Konut Piyasası Görünümü - Ocak 2022.
  • 7.Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB). (2022). Konut Fiyat Endeksi
  • 8.Statistical Office of the European Communities (Eurostat). (2022). Eurostat House price index
  • 9.TÜİK. (2020). Hanehalkı Tüketim Harcaması, 2019.
  • 10.İstanbul Planlama Ajansı (İPA). (2022). İstanbul’da Konut Krizi İle Mücadele: Konut Finansmanı Projesi Üzerine Bir Değerlendirme


 

28 Ağustos 2022 Pazar

Yüreğimin sızısı - Işıl Özgentürk / Cumhuriyet

 

Yazımı yazmaya oturdum, başlıyorum, şarkıcı Gülşen’in tutuklandığı haberi önüme düşüyor. Öyle mi, öyleyse yazımın ilk paragrafı Gülşen olmalı. Sevin ya da sevmeyin Gülşen’in yanında olmamız gerek, amasız, fakatsız. Çünkü 40 yaşlarında bir kadın aylardır (her yer et oldu) diye acilen kadınların kapanmasını isteyen tarikat mensuplarına inat giyim kuşamından, kışkırtıcı şarkı sözlerinden vazgeçmiyor. Sahnede LGBTİQ’nun gökkuşağı bayrağını kahramanca yukarı kaldırıyor, en önemlisi bize bu ülkenin laik bir ülke olduğunu hepimize yeniden anımsatıyor. Bizi Afganistan yapmaya çalışanların Gülşen’e duydukları kini hep birlikte alt etmemiz gerek! İş işten geçmeden!

Şimdi yazıma dönebilirim. Meğer tam da sabah vakti, havada çılgın melisalardan yükselen o baştan çıkarıcı koku henüz durulmamışken uzaklarda bir yerde bir kumru inatla eşini çağırırken ve deli kırlangıçlar hiç durmadan kendilerince çok bildik bir rotada günlük uçuşlarını yaparken, bir baltanın iki yüzyıllık bir zeytin ağacının gövdesine ilk darbeyi vurması ve buna tanık olmak çok acıklı bir şeymiş. 

İlk darbeyi öteki darbeler izliyor, büyülenmiş gibi baltanın gövdede açtığı yarığa bakıyorum, her darbede biraz daha derinleşiyor. Ağaç ağlıyor sanki, iki yüzyıl boyunca yaşadığı bütün güzel anılar geliyor aklına. En güzel hasatlarını anımsamaya çalışıyor, çünkü az sonra gövdesi yan devrildiğinde tümünü unutacak, sonsuz bir sessizlik başlayacak onun için, çünkü artık o olmayacak. 

Ege’de bir kıyıdayım, bir yerlere yetişmem gerek ama gövdesi kanayan zeytin ağacının yanından ayrılamıyorum. Bu kalın, gün görmüş gövdeye indirilen her darbe, bu güzel ülkede işlenen cinayetleri anımsatıyor bana. 

Sefine Tersanesi’nde  koruyucu kemeri olmadığı için düşüp ölen 19 yaşındaki tersane işçisi Yasin Demirdağ geliyor aklıma, iş güvenliği uzmanlarının onun ölü bedenine kendilerini kurtarmak için kemer bağlamaya çalışıyorlar. Utançtan kıpkırmızı oluyor yüzüm.

Geleceğe dair tüm umutlarını yitirmiş gençler geliyor aklıma, kimi uyuşturucunun bağışlamayan bataklığında sadece ölümü bekliyor, kimi günlerdir, aylardır iş aradıktan sonra yatıştırıcı ilaçların verdiği düşleri olmayan bir uykuda, kimi  bir nebze olsun varoluşunu hissetmek için, çağdışı yöntemlerin, çağdışı söylemlerin her an beyin yıkadığı tarikat evlerinde, kimi sahte bir özgürlüğün peşinde olduğunu bile bile barların ve bir gecelik ilişkilerin müdavimi, kimi hiç yaşamıyor, sabah kalkıyor ve gecenin gelmesini bekliyor. O kadar. 

İntiharın eşiğine gelmiş tarım üreticileri geliyor aklıma. Sağa koyuyorlar olmuyor, sola koyuyorlar olmuyor. Kendilerini bu ülkeye yabancı hissediyorlar ve yaptıkları iş giderek anlamsızlaşıyor, bir tarla dolusu karpuzun olsa ne yazar, olmasa ne yazar? Fındığı toplasan ne olur, toplamasan ne olur? Konya Ovası’nda kuraklık buğday başaklarının büyümesini engellemiş, ne olur?

Zeytin ağacının gövdesi artık iyice yana yattı, az sonra iki yüzyıllık tarihi onunla birlikte yitip gidecek, yerine hemen beton dökülmeye başlayacak, tıpkı yol, metro yapılırken ortaya çıkan her biri kültür mirasımızın vazgeçilmezi olan amfi tiyatroların, limanların, güzelim heykellerin üstünü, onları anında  yeniden ölümün karanlık dünyasına yollamak için betonla döşediğimiz gibi... 

    Onu öldürdüler. İki yüz yıllık anıları yok oldu. Biz biraz daha yoksullaştık.

“İnsanların daha eşit, daha kardeşçe yaşadığı, kaynakların en verimli bir biçimde paylaşıldığı, savaşsız, türkülerin ve neşenin egemen olduğu bir dünya olabilir” diye, korkusuzca seslenenlerin, bunun için çözüm getirenlerin işkence odalarında çektiği acılar geliyor aklıma, zeytin ağacının gövdesine inen balta darbesinin sesi zaman zaman işkencecinin elinde açılıp kapanan monitörün sesine dönüşüyor, ardından bomba seslerine, silah seslerine.

Tarikat mensuplarını memnun etmek için atanmış valilerin birbiri ardına yasakladıkları şenlikler geliyor aklıma. Siz nasıl insanlarsınız, gençlere duyduğunuz bu sevgisizliğin nedeni ne? Onlar gençler ve eğlenmek, iyi müzik dinlemek, birbirlerine yaslanarak bu güzel ülkenin geleceği olduklarını hissetmek istiyorlar. Bu düşmanlık neden?

Balta, zeytin ağacının gövdesine son darbeyi indirdi.

Zeytin ağacı toprağın üstüne öylece yattı. Balta durdu. Bir an bir sessizlik oldu, ardından sessizlik buldozerin yeri göğü titreten dev sesiyle bozuldu. 

Ben zeytin ağacının gövdesini son kez okşayıp usulca oradan ayrıldım, uzun zamandır bizleri, bu ülkede yaşananları tanımlayacak bir sözcük arıyordum, buldum: HOYRATLIK.

Işıl Özgentürk / Cumhuriyet


Toygun Atilla ortaya çıkardı: Dünyayı gezip üstüne devletten maaş alan çift arkalarında en yüksek devlet memuru baba - YENİÇAĞ

 

Oda TV Genel Yayın Yönetmeni Toygun Atilla, Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı Metin Kıratlı’nın yeni evli oğlu ve gelini için yaptıklarını yazdı.

                                                                ***

Oda TV Genel Yayın Yönetmeni Toygun Atilla, "En yüksek devlet memuru" diye hitap ettiği Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı Metin Kıratlı’nın atama serüvenini yazdı.

Gelin Kıratlı’nın Cumhurbaşkanlığına tepeden nasıl getirildiğini, oğlu ve gelininin önce Londra ve sonra New York’a nasıl atandıklarını " Açıl susam açıl..." diyerek tek tek anlatıyor.

Atilla, yazısında "Bu yazıyı atama için bekleyen öğretmenlere, iş bulmak için didinen üniversitelilere, evlatlarının geleceği için çabalayan emekçi babalara ithaf ediyoruz." ifadelerini kullanıyor.

İşte Toygun Atilla'nın o yazısı:

"Fransız şair, yazar, ahlakçı Jean de La Bruyere şöyle diyordu:

"Bir insanı tanımak istiyorsanız onu büyük mevkiye geçiriniz"

Biz de bugün "En yüksek devlet memuru" statüsündeki Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı Metin Kıratlı'nın hikayesinden bahsedeceğiz.

Twitter'daki biosunda tüm anlı şanlı unvanlarından vazgeçmişti.

Kendini tek bir kelime ile ifade ediyor: "İnsan"

Ne kadar da güzel...

"En yüksek devlet memuru" Metin Kıratlı, kendisini sadece ve sadece "insan" olarak tanımlıyordu.

İnsan olmanın sorumluluğu elbette çok büyük...

Hele ki, Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı bir görevi yürüten, "en yüksek devlet memuru" statüsünde bir insan olmanın sorumluluğu kim bilir nice...

"Bir insanı tanımak istiyorsanız onu büyük mevkiye geçiriniz"

Metin Kıratlı, hem insan hem de babaydı. Her baba gibi çocuklarının geleceğini düşünen, onların istikbali ile yakından ilgilenen babaydı.

Oğlu Hasan Celal, gönlünü yeni mezun bir avukat Gül Süslü'ye kaptırmıştı.

İki genç birlikte bir hayat kuracaktı. Bir baba olarak Metin Kıratlı evladını ve müstakbel eşinin geleceğini düşünmek zorundaydı.

O bir insan ve babaydı...

İlk iş henüz hukuk fakültesinden yeni mezun müstakbel gelinini Cumhurbaşkanlığı Hukuk departmanına sözleşmeli avukat olarak yerleştirmek oldu.

Açıl susam açıl...

Güzel bir gelecek için Gül Süslü'ye kapılar açılıyordu.

Cumhurbaşkanlığında sözleşmeli avukatlık elbette iyiydi güzeldi ama devir değişir değiştiğinde sözleşme iptal edilirdi. Müstakbel gelin için, garantili bir iş gerekliydi.

Tam da bu sırada Gül Süslü, Londra'da yüksek lisans yapmak için üniversiteden kabul aldı.

Yüksek lisansa gidecekti ama ücretsiz izne ayrılması gerekiyordu.

Kayınpederi Metin Kıratlı bu duruma kayıtsız kalamazdı.

Genç çift bu şekilde nasıl geçinecekti.

Gelinini istisnai memur kadrosu ile bir anda devlet memuru yaptı.

Açıl susam açıl...

Kapılar bu kez Gül Süslü için İletişim Daire Başkanlığı için açılmıştı.

Neden İletişim Başkanlığı diye soracak olursanız, orada çalıştığında dünyanın her yerinde görevlendirmesi yapılabilirdi.

Hem Londra'da okur, hem gezer, bir yandan da maaşını alabilirdi.

Zaten artık Hasan Celal Kıratlı ile Gül Süslü dünya evine girmişlerdi de...

Hasan Celal Kıratlı'da bu arada Yunus Emre Enstitüsünde işe yerleşmişti.

Baba Metin Kıratlı, oğlu ve gelini için her şeyi yapmıştı.

Genç çift mutlu ve mesuttu.

Metin Kıratlı'nın da baba olarak içi rahattı.

Gelini Gül Süslü Kıratlı, İletişim Başkanlığındaki görevi devam ettiği halde Londra'ya okumaya gitti. Hem eğitimini sürdürüyor hem de maaşını alıyordu.

Ancak bu kez de başka bir sorun oluşmuştu. Yeni evli çiftler birbirlerinden ayrı kalmıştı.

Metin Kıratlı, insan, baba, aynı zamanda da "en yüksek devlet memuruydu"

Çocuklarının geleceğini düşünmeliydi. Sevenler ayrı kalmamalıydı.

Gereğini yaptı.

Gelini Gül Süslü Kıratlı, İletişim Başkanlığından yapılan görevlendirme ile Londra'da hem eğitimini sürdürüp hem de "çalışırken" bu kez de Hasan Celal Kıratlı, Yunus Emre Enstitüsünden yapılan görevlendirme ile Londra'ya atandı.

Sevenler buluşmuştu.

Ancak bu kez de başka bir sorun oluştu.

Hasan Celal Kıratlı'nın, New York'ta yaşaması gerekiyordu.

Her ne kadar o şirketin Hasan Celal Kıratlı'ya ait olduğu ve kuruluş sermayesi olan milyon dolarların Almanya üzerinden aktarıldığı iddiası varsa da...

Elbette biz bunların hiçbirine inanmıyoruz.

Hasan Celal Kıratlı bir Türk genci olarak gurbet ellere New York'a çalışmaya gidecekti.

Gitti.

Yine sevenler ayrı kalmıştı.

Metin Kıratlı, insan, baba, aynı zamanda da "en yüksek devlet memuruydu"

Bu durumu çözmeliydi.

Çözdü.

Gelini Gül Süslü Kıratlı'ya New York'ta bir üniversite bulundu ve o da ABD'ye uçtu.

İletişim Başkanlığı'ndaki kadrosu mu?

Evet o halen devam ediyor.

Peri masalının sonuna gelirken.

Bu yazıyı atama için bekleyen öğretmenlere, iş bulmak için didinen üniversitelilere, evlatlarının geleceği için çabalayan emekçi babalara ithaf ediyoruz.

Son sözümüzü ise yine eskilerden gelsin...

"İnsan ile insan arasında fark vardır. Bir demirden hem nal hem de kılıç yaparlar"

(YENİÇAĞ)