30 Haziran 2023 Cuma

Cem Karaca’nın bizim olmayan hali: Özal, Demirel, Gülen, Bahçeli öven rock star... - Hakan Güngör / Evrensel

Tamirci Çırağı’nı, 1 Mayıs Marşı’nı söyleyen Cem Karaca’ya hâlâ hayranlık duyuyorum. Gülen’e methiyeler düzen, Kenan Evren’i haklı bulan, Özal’ı öve öve bitiremeyen Cem Karaca ise bizim değil…

Tarihe bakarken insanları kahramanlar ve hainler kategorisine sıkıştırmaya çalışmak gerçekliği bozmanın ta kendisi oluyor. Sadakat sadece gerçekliğe olmalı ki kategorilerimiz de bozulmasın; sağlıklı ve yerli yerinde kalsın. İşte ancak o zaman pür kahramanları görebiliyoruz; işte o zaman başkaca insanlar için romantik bir iyiler-kötüler ekseninden çıkıp bütünlüğü kavrayabiliyoruz.

Mubi’de gösterimde olan, Cem Kaya’nın yönettiği “Aşk, Mark ve Ölüm” belgeselindeki Cem Karaca bölümlerini izlerken ister istemez bunları düşündüm.

Cem Karaca’nın yurt dışı turnesindeyken Türkiye’de 200 yıl ceza aldığını öğrenmesi ve yıllarca yurt dışında kalışı, orada katıldığı programlar, verdiği konserler belgeselin etkileyici sahneleri arasında. Aslında tam da o dönem Cem Karaca’nın hayatının kırılma noktasıydı; giden Cem Karaca başka biriydi, oradan dönen Cem Karaca başka biri oldu.

1987 haziranının sonunda Türkiye’ye döndü.

“Bir başka Cem Karaca hikayesi” de burada başladı.

"ÖZAL ELİNİ DİZİME KOYDU" HEYECANI

Belgeselde Karaca’yla ilgili bölüm “Cem Karaca’nın dönüşü tartışma yarattı. Oportünizm ile suçlandı. Baskı altındaki birçok sanatçı sürgünde kaldı” notuyla bitiyordu.

Cem Karaca dönmek için Özal’la görüşmüştü. “Özal’ın elini öptüğü” söylendi. “Namerdim ki öpmedim” diyordu. “Oh be” şarkısında “Ben döneksem döndüm diye memleketime/ Döndüm baba, döndüm işte, oh be” dizelerine yer veriyordu. Ancak konu dönmek için Özal’la anlaşıp anlaşmamasından ibaret değildi. Cem Karaca ile sağ ilişkisinin giderek daha berrak bir hal almasıydı. Özal’ı da zaten hep “çok hararetli” şekilde andı.

Hürriyet’e verdiği bir söyleşide, “Turgut Bey’in muhteşem ‘magic touch’ını (sihirli dokunuş) unutamıyorum, yani dokunarak konuşması. Benimle konuşurken elini dizime koymuştu. Ben hayatımla ilk defa bir başbakanla konuşuyorum ve o başbakan elini benim dizime koyuyor” diyordu.

Katıldığı bir TV programında, “Çok ilginç yani, bana hiçbir başbakan dokunmamıştı” diyordu. “Bu çok mu önemli Cem Bey?” sorusuna, soruyu soran da Ahmet Hakan bu arada, “Ama daha evvel hiçbir başbakan dokunmadı” diye karşılık veriyordu.


KARACA’DAN KENAN EVREN’E: "SAYIN PAŞAM, KIRGIN DEĞİLİM"

9 Ocak 1995’te Hulki Cevizoğlu’na konuk olan Karaca, bu kez Süleyman Demirel ve Kenan Evren’i anıyordu.

Programdan bir yıl önce Demirel tarafından davet edilmişti ve görüşmüşlerdi. Ancak programın gerçekleştiği yıl, yılbaşı ve Cumhuriyet Bayramı’nda davet edilmemişti, konuyu dile getirişinden davet edilse tekrar gideceği sonucunu çıkarmak zor değil.

Devam ediyordu:

“Sayın Kenan Evren’le de karşılaştık. Yanına gittim, tokalaştık. ‘Sayın paşam’ dedim, ‘Ben size ne kırgınım ne dargınım ne küskünüm. Siz size göre doğru olanı yaptınız, ben bana göre doğru olanı yaptım.”

Kenan Evren bunun üzerine ona, “Evladım, çağırdık, gelmedin” demişti, o da “Paşam siz beni Hilton Oteli’ne çağırmadınız ki” diye karşılık vermişti. Cem Karaca’nın ifadesine göre sohbet gülüşmelerle sürmüştü.

Kendisinin sürgününe, arkadaşlarının hapis yatmasına, işkencelere ve idamlara neden olan kişiyle “muhabbeti” vardı artık.

KARACA’NIN "FETHULLAH SEVGİSİ"

Cem Karaca yurda döndükten sonra Fethullah Gülen’le de tanıştı.

1994 yılında Gülencilerin kurduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının açılış gecesine gitmişti. “Fethullah Bey’le tanıştık, elini sıktım” diyordu, “Gözlerimin içine bakarak konuşmasını dürüstlük, açıklık, bir ilkelilik belirtisi olarak algıladım” ifadelerini kullanıyordu.

O gün oradaki tanışma ile aralarında bir “dostluk” başladı.

Hürriyet’te yayımlanan 2004 tarihli “Teselli mektupları” başlıklı bir yazıda bu “dostluğa” dair ifadeler dikkat çekiciydi.

“Gülen ABD’ye gidince yüz yüze görüşmeler yerini telefon konuşmalarına ve mektuplaşmaya bırakır. Gülen, Karaca’ya ‘Sufizm’ adlı kitabını gönderir. Karaca da, ‘Sevgi ve içtenlik dolu mesajınızı aldım, bağrıma bastım, sağ olun, var olun. Bendeniz hasbelkader Robert Kolejli olduğum için Sufizm kitabınızı mutluluk ve yükselerek okuyacağım’ der.”

Yazıda Karaca’nın mektuplarından birinde “İstirhamın odur ki; siz, size çok ama çok iyi bakın. Zira size ihtiyacımız var. Hem bir ‘cem’ olarak, hem de Hakk’ta cem olmayı bilenler olarak” yazdığı belirtiliyordu.

Katıldığı bir başka programda Gülen övgülerinin dozunu artırmıştı:

“Yüce Allah’ın adını andığında ağlayan, peygamberin adını andığında ağlayan bir insan benim için olsa olsa insanı kamil olmak konusunda çok ama çok, hatta dehşetli diyebileceğim bir merhale katetmiş demektir. Bu yüzden kendisine saygım sevgim… Kim ne derse desin umurumda değil.”

"CEM KARACA GELİRSE AZİZ NESİN HORTLAR"

Cem Karaca bunlarla da yetinmedi.

2001 yılında Fethullah Gülen’in şiirlerinden oluşan bir albüm için Gülen şiiri okudu. O günlerde arkadaşı Yener Süsoy kendisiyle bir söyleşi yapıp, “Doğrusu, bunca yıllık yakın arkadaşım Cem’le şu ‘Hocaefendi’yi bir türlü yan yana koyamıyorum. Ya siz?” dedi, Karaca’nın yanıtı şu oldu:

“Fethullah Gülen’le laikliğin çeliştiği kanaatinde değilim, bu konuda onlardan en küçük bir olumsuz kelime duymadım. Fethullah Beyefendi’ye saygım var, çünkü insanlara düşünmeyi, sorgulamayı salık veriyor. Bazı kurumlar kendisine karşı çıksa da beş yüzü aşkın okul açmış. Ben oralarda okuyanlarla konuştuğumda karşımda hep pırıl pırıl zekalı, kesinlikle Kemalizm’e karşı olmayan çocuklar buldum. Şiirlerinin toplandığı CD’de bir şiirini okuyarak yer almaktan da kıvanç duyuyorum.”

Bir zamanların Marksist ismi Cem Karaca kendi geçmişini unutmuş gibiydi, ama onun geçmişi kendisinden başka herkes için unutulmazdı. Bir zamanlar onu dinleyenler için, onun şarkıları ve marşlarıyla mücadelesini sürdürmüşler için olup bitenler büyük hayal kırıklığı idi.

O günlerde Aziz Nesin’in 86. yaş günü nedeniyle yapılacak törende Cem Karaca’nın da sahneye çıkması bekleniyordu. Onun davet edilmesi tartışma başlatmıştı zaten, şiir konusu ile iş büyüdü. “Cem Karaca oraya geldiğinde Aziz Nesin hortlar” tepkileri nedeniyle Nesin Vakfı, Karaca’yı geceden ihraç etti.

GÜLEN: "CEM KARACA VE BARIŞ MANÇO OKULLARA SAHİP ÇIKMIŞTI"

Gülen-Karaca meselesiyle ilgili son haberlerden biri 2015 yılına aitti. Fethullah Gülen’in Cem Karaca ve Barış Manço için hatim okuyup dua ettiği yazılıp çizildi.

Rotahaber’den Eşref Aydoğmuş’a konuşan Erkam Tufan Aytav’ın sözlerini haberleştiren Odatv’den aktaralım:

“Hocaefendi’nin Cem Karaca ve Barış Manço için hatim okuduğunu söylemesi üzerine kamptaki misafirler şaşkınlıklarını gizleyemedi. Bunun üzerine Gülen: ‘Vefaya vefa gerekir, onlar zor dönemde okullara sahip çıkmışlardı’ dedi.”

KARACA’DAN BAHÇELİ’YE: "POLİTİK ÇİZGİNİZİ TASVİP VE TAKDİR EDİYORUM"

Cem Karaca sağcıları sevmeye devam ederken Devlet Bahçeli’yi de ihmal etmemişti.

2002’de kendisine şu mesajı iletti:

“İsminizle müsemma çizdiğiniz politik çizginiz, ülkesini seven her yurttaş gibi benim de takdir ve tasvip ettiğim bir tavırdır. Şayet kabul buyurursanız, size bir yurttaş olarak sevgi, saygı ve takdirlerimi arz etmek istiyorum.”

Bahçeli’nin bu mesaja karşılığı bir buket gül oldu.

BENİM CEM KARACA’M

Politik hattınız ve ürettiklerinizle bedel ödemek kuşkusuz can yakıcı. Ancak hem sözlerinizi hem tarihinizi hem eserlerinizi bir de üstüne sizinle birlikte düşünmüş, sizden feyzalmış, sizi bir yıldız haline getirmiş kitleyi reddetmek… Kendinizi reddetmek… Bu en acısı olsa gerek. Türkiye’de sosyalist hareket yükselirken buradan alınan güçle yaratılan kimliği, liberalizmin işgali aşikar olunca değiştirme çabasına girişmek; bugün bile yazarken insana hayal kırıklığı yaşatıyor.

Yazının başında “Sadakat sadece gerçekliğe olmalı” demiştim. Cem Karaca’ya nereden bakacağımız bizim için (En azından benim için) kolay bir sınav değil.

Cem Karaca’nın Türkiye’deki mücadelesini, şarkılarını, uğradığı baskıları “Tamirci Çırağı”nın şarkısı da tulumu da bizimdir!” başlıklı yazımda anlatmaya çalışmıştım. O yazıda anlattığım Cem Karaca benim için hâlâ çok kıymetli.

“Sınıfsal gerçekliği anlatmak istedim” diyerek yaptığı Tamirci Çırağı’nı dinlemeye devam edeceğiz kuşkusuz. Kendisi sonradan, “Bir realite var burada. Osmanlı’nın yaptığı doğru. Avşaroğlu’nun yaptığı yanlış”, “1 Mayıs Marşı nedeniyle değil bu şarkı nedeniyle yargılanmam gerekirdi” diyerek “Yüce dağdan aşan yollar bizimdir”, “Ferman padişahın dağlar bizimdir” dediği eseri reddetse de… Ben bu eseri ondan dinlemeye devam edeceğim. “1 Mayıs Marşı”nı da… “Yoksulluk Kader Olamaz”ı da… Söylemekten imtina eder hale geldiği “Parka”yı da…

Ben o Cem Karaca’ya hâlâ hayranlık duyuyorum.

Fakat diğer Cem Karaca’yla el sıkışmazdım.

Herhalde hayranlık duyduğum Cem Karaca da “sağdan say” misali bir zamanlar mücadele ettiği kim varsa onlara sevgiler sunan Cem Karaca’nın elini sıkmazdı.

Gülen’e methiyeler düzen, Kenan Evren’i haklı bulan, Özal’ı öve öve bitiremeyen Cem Karaca bizim değil çünkü…

 Hakan Güngör / Evrensel

MEB’de LGS’de ince dinci ayarlar: İmam hatipliye İspanyolca, Çince - Adnan Gümüş / EVRENSEL

 


Şeytan ayrıntıda mı gizlidir, nedir, nasıl bir şeydir, onu bilemiyorum, ancak dinciler dinciliklerini ayrıntılarda sürdürüyorlar.

Ben ayrıntılardan, analitikten öte, bağıntılara bakmaya çalışıyorum, ayrıntıların yeri bağıntılarda anlaşılıyor.

LGS sonuçları ve yerleştirme kılavuzu açıklandı. Analiz için doğru düzgün il bilgisi bile verilmiyor ama ayrıntıda şeytanlıklar çok.

Önce biri doğru beş genel sorun ve talebi dile getirelim. Sonra azıcık açıklanan sonuçlar üzerinden azıcık yorum yapmaya çalışalım.

1-ÖSYM DE ÜLKE GENELİNDE AFETZEDE KONTENJANI İLAN ETMELİ

14 Nisan ve 12 Mayıs tarihli yazılarda afetzedelere ÜLKE GENELİNDE VE DÖRT YIL SÜREYLE kontenjan talebini ifade etmiştim.

MEB tarafından ortaöğretim yerleştirmelerinde afetzedeler için her 30 kontenjana 2 ek afetzede kontenjanı tanındı. Bu uygun bir uygulama oldu.

YÖK-ÖSYM ise hatalı veya eksik olarak sadece deprem yaşanan 11 ilde yüzde 25 ek kontenjan hakkı tanıdı. Doğru uygulama ülke geneli idi. Ek kontenjan olmasa bile en azından mevcut kontenjanların yüzde 20’sini afetzedeler için ayırmalıydı, hâlâ bunu ilan edebilir.

2- ÖNEMLİ BİR TALEP: YERLEŞTİRMELER YAZA KALMASIN

Yedi sekiz yıldır arada hatırlatıyorum. Şu sınav ve yerleştirme çilesi yaza sarkıtılmasın, aileler ve gençler yazını mutlu ve verimli geçirsin.

Her yaşta yaklaşık çağ nüfusu 1 milyon 250 bin civarında. LGS ve YGS toplam 2.5 milyon öğrenci yapar, bu 2.5 milyon da aile demektir. Yükseköğretimde başvuru sayısı çağ nüfusunun iki-üç katına çıkıyor. Toplamda 5 milyona yakın öğrenci/genç ve 5 milyon aile bütün seneyi ve dahası yaz aylarını sınav sonuçlarını ve yerleştirmeleri beklemekle ve takip etmekle geçiriyor. Bu durum hem mutsuzluk yaratıyor hem de daha kötüsü yazı verimli okuma veya deneyimler, hatta çalışma için planlayamama anlamına geliyor. Aileler ve gençler ne gönül rahatlığıyla kitabına gezisine odaklanabiliyor, ne doğru düzgün bir yaz planlaması yapabiliyor, ne de rahatlayıp dinlenebiliyor. Böylece koca yaz verimsizce heba ediliyor.

Bir kez daha çağrımdır. Ortaöğretim ve yükseköğretim de, okul öncesi ve ilkokul kayıtları da yaza sarkmasın. Şu süreç en geç mart-nisan gibi tamamlansın.

3- LGS’DE SOSYAL BİLGİLER NİYE YOK? SOSYAL BİLGİLER DİNE Mİ ENDEKSLENDİ?

MEB cephesinde olumlu bir düzelme yok.

Geçen yıl da yazmıştım.  Temel eğitim çocukların sosyalleşmesi ve temel beceriler için var. Ölçütü bu. Yüzme bilecek, birlikte oynayabilecek, birbirini tanıyacak, ortak küme çalışması yapabilecek. Hepsi insanlık ve yurttaşlık bilincinden geçiyor. İnsan olmaya toplum olmaya hazırlar temel eğitim. Yani ORTAOKUL en çok da SOSYAL BİLGİLERİN öğrenildiği, sosyal bilgi becerinin kazanıldığı aşamalardan biridir

Soru şu ki, o halde sınavda sosyal bilgiler niye yok?

Yoksa MEB hayatı dine mi endeksledi, din var sosyal bilgiler yok. MEB’in bu eksiği bir an önce düzeltmesi gerekiyor.

4- İSTANBUL ZORDA, KONTENJAN ORANLARINDA İLLER ARASINDA BÜYÜK ADALETSİZLİK

Bu yıl toplam 206 bin 222 kontenjan, buna ek olarak 13 bin 889 da afetzede kontenjanı ilan edilmiş bulunuyor.

Maalesef MEB, kontenjanları bile illere uygun bir oranda dağıtamıyor, iller arasında üç katı bulan kontenjan haksızlığı var. En dezavantajlı illerden ikisi de İstanbul ve İzmir.

Burada ölçü imam hatip veya meleki teknik kontenjanından daha çok fen, sosyal bilimler ve Anadolu liseleri kaontenjanlarıdır, yarış bunlar için.

Fen+sosyal bilimler+Anadolu lisesi toplam kontenjanı çağ nüfusunun Düzce’de yüzde 6.42, Gaziantep’te yüzde 7.02 ve İstanbul’da yüzde 7.24 iken bu oran Burdur’da yüzde 23.86’ya çıkıyor.

Toplam kontenjanlarda da büyük farklılaşma var. Şırnak’ta toplam çağ nüfusu için yüzde 11 kontenjan varken Ardahan’da bu oran yüzde 39’u geçiyor.

5- SINAV AYRINTILARINI GİZLEMEK FAYDASIZ, AKSİNE ANALİZ VE ÖNERİ İMKANINI AZALTIYOR

LGS sınavlarının sonuçları geçen hafta açıklandı. İş tercih sürecine geldi. Şeytanlık mıdır bilemedim ama işin ayrıntıları ortaya çıkmasın diye bakanlık artık pek ayrıntı vermiyor.

Sınavların kişi hakkı ihlali hariç, kişi adları hariç tüm bilgilerin paylaşılması gerekiyor ki doğru düzgün analiz yapılabilsin, hatalar görülebilsin, daha iyi çözüm önerileri geliştirilebilsin.

Kaldı ki bu verileri paylaşmamakla sadece işi yokuşa sürmüş oluyorlar, ayrıntıları arayanlar bir şekilde bunlara ulaşabiliyor, kestirebiliyor. Sonuçta sadece iş uzuyor, bu arada güvensizlik de tepe yapıyor, uzmanlarla çalışma imkanı da yok ediliyor.

KAYIP 216 BİN 450 ÖĞRENCİ SINAVA GİRMEDİ

2022 yılında 8. sınıftan mezun olan 1.236.308 öğrencinin 1.031.799’u merkezi sınava katılmıştı. Bu yıl henüz mezun sayısını bilmiyoruz ama başvuruda bulunan 1 milyon 246 bin 465 öğrencinin 1 milyon 30 bin 195'i sınava girmiş bulunuyor. Yani daha en başından 216 bin 450 öğrenci eğitimden umudunu kesmiş bulunuyor.

BAŞARISIZLIK ÇOCUKLARIN DEĞİL MEB’İN, BİZİM BAŞARISIZLIĞIMIZ

20 sorudan oluşan testlerden Türkçeden 9.99, fen bilgisinden 9.01 ve matematik alt testinden 5.95; soru sayısı 10 olan din kültürü ve ahlak bilgisinden 6.29, T.C. inkılap tarihi ve Atatürkçülükten 6.06 ve yabancı dilden 4.91 ortalama net doğru olduğu açıklandı. Bu sayılara göre okulların yarısından fazlası yarı başarıyı bile gösteremiyor. Soruların ortalama yarısı yanıtlandığına göre öğrencilerin tahmini yarısı ortalamanın altında kalmış, en az yüzde 20-30’u ise çok başarısız durumda demektir.

Bu başarısızlık elbette öğrencinin başarısızlığı değil, çünkü bu çocukların -herhangi bir çocuğun- başarısız kalması, o çocuğun suçu değil, bu çok açık. 6-13 yaş çocuklarına ne imkan verilirse, nasıl bir ortam sağlanırsa o bilgi becerileri edinecekler.

Demek ki başarısızlık MEB’in, Cumhurbaşkanlığının, belediyenin, okulun, ailenin başarısızlığı; çocukların payı bunda sonlarda yer alır.

Neden sadece okulların değil de aynı zamanda belediyenin de başarısızlığı? Çünkü şehirler de sokaklar da öğrenme ortamları olmalı, maalesef şehirlerimiz, sokaklarımız, odalarımız, sehpamız, duvarlarımız öğrenme ortamını ve bilgi beceriyi destekleyici değil.

İMAM HATİPLER VE İSTANBUL KARMA EĞİTİMDEN UZAKLAŞIYOR

Karma eğitim yapan imam hatip oranı yüzde 35’lere düşmüş bulunuyor.

Tüm okullar bazında genel olarak İstanbul karma eğitimden en fazla uzaklaşan illerden biri konumunda. Karma eğitim Bingöl’de yüzde 70’e, İstanbul’da yüzde 75’e gerilemiş bulunuyor.

İMAM HATİPLERDE İSPANYOLCA, İTALYANCA, RUSÇA, ÇİNCE, JAPONCA

İngilizce dışında Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Rusça, Çince, Farsça, Arapça gibi farklı dillerden toplam 68 okuldan 31’i imam hatiplerden oluşuyor:

  • 32 Almanca programından 3’ü (2 kız, 1 erkek),
  • 18 Arapça programın tamamı (3ü karma, 5i kız, 10u erkek)
  • 2 Çince programın 1’i (erkek),
  • 3 Farsça programın tamamı (1’i karma, 2’si erkek),
  • 6 Fransızca programın 2’si (1’i karma, 1’i erkek),
  • 2 İspanyolca programın tamamı (1’i kız, 1’i erkek),
  • 1 İtalyanca, o da imam hatip (/kız),
  • 2 Rusça programın 1’i (karma).
  • Almanca: Ankara Yenimahalle Şehit Cengiz Polat Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • İstanbul Beşiktaş Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • İzmir Konak Şehit Ömer Halisdemir Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • Farsça: Konya Karatay Hacıveyiszade Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • İstanbul Zeytinburnu Zeytinburnu Merkezefendi Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • Van İpekyolu Van Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • Fransızca: İzmir Karabağlar İzmir Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • İstanbul Bakırköy Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • İspanyolca: İstanbul Kadıköy Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • İstanbul Kadıköy Kadıköy Ahmet Sani Gezici Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • İtalyanca: İzmir Karabağlar İzmir Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • Japonca: İstanbul Üsküdar İstanbul Ticaret Odası Marmara Anadolu İmam Hatip Lisesi
  • Rusça: İstanbul Başakşehir M.Emin Saraç Anadolu İmam Hatip Lisesi

Diğer lise türlerinde dil çeşitlenmesi daha sınırlı iken imam hatiplerde farklı dillerde eğitim uzun erimli “misyonerlik” faaliyetlerine hazırlık amacıyla yapılıyor olabilir. Türkiye imam hatip ve imam ihraç edecek gibi bir hazırlık içinde bulunuyor, daha doğrusu din ve dini ideoloji taşıyıcılığı yapmayı hedefliyor.

MİT ve dış işlerinin de kültür istihbaratı yapacağı söyleniyordu, tüm bunlar birbirini tamamlıyor olsa gerek.

DOKUZ HAFIZLIK PROGRAMI

Hafızlık Projesi 1,  Hafızlık Projesi (Fen ve Sosyal Bilimler Programı) 6 ve Hafızlık Projesi (İlahiyat Odaklı Program) 2 olmak üzere 9 hafızlık programı da merkezi puan sistemi ile öğrenci kabul ediyor.

AZ VERİDEN KISSA

MEB ne kadar az veri açıklarsa açıklasın az verilerden bile daha pek çok şey gözüküyor. Kaldı ki başarısızlık ve ideolojik arayışlar bu az verilerle bile gizlenemiyor. MEB dincilik aşılamaya uğraşmanın dışında diğer okulları gözden çıkarmış bulunuyor, daha uygun bir yorumla tüm kademe ve okul türlerinde işi dinciliğe dökmüş bulunuyor. Tek derdini imam hatipler başarılı olsun oluşturuyor, bu çaba da kendi içinde çok akla mantığa bilime dayanmadığından ancak diğerlerini de bozmakla sınırlı kalıyor.

MEB’e çağrım tüm kademe ve okul türlerinde sanatı, felsefeyi başaramıyorlarsa bile en azından bilimsel eğitime dönülmesidir. Bu tutulan yolun sonu hüsran, ne MEB’e ne ülkeye ne de bir Müslümanın gelişimine faydası yok, insanlığa faydası yok.

Adnan Gümüş / EVRENSEL

Küresel Haklar Endeksi: Türkiye çalışanlar için en kötü 10 ülkeden biri + Akkuyu NGS'de işçilere takip cihazı takıldı: Bozulan cihazın parasını işçiden kestiler (BİRGÜN)

Küresel Haklar Endeksi: Türkiye çalışanlar için en kötü 10 ülkeden biri  

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu Küresel Haklar Endeksi açıklandı. Türkiye bir kez daha işçi hakları açısından en kötü on ülke arasında yer aldı. Türkiye, geçtiğimiz yılda da işçi hakları açısından en kötü on ülke arasında yer almıştı.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu'nun (ITUC) 148 ülkeyi kapsayan Küresel Haklar Endeksi'ne göre Türkiye, 2023 yılında da çalışanlar için en kötü 10 ülkeden birisi oldu.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun geleneksel yıllık raporu, 149 ülkede işçi haklarının durumunu gözler önüne seriyor.

İşçi hakları ve çalışma hayatına dair uygulamalara bakılarak hazırlanan rapora göre, 2023'te çalışanlar için en kötü 10 ülke, Bangladeş, Beyaz Rusya, Ekvador, Mısır, Esvatini, Guatemala, Myanmar, Tunus, Filipinler ve Türkiye olarak kayda geçti. 


Raporda yer alan yüksek düzeydeki ihlaller özetle şöyle:

• 10 ülkeden 9'u grev hakkını ihlal etti. Kanada, Togo, İran, Kamboçya ve İspanya'daki işçiler, grev kararlarının ardından cezai kovuşturmaya veya işten çıkarmaya maruz kaldı.

• Ülkelerin yüzde 77'si çalışan insanları sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkından dışladı. Göçmen, yerli ve geçici işçiler, kayıt dışı ekonomide çalışanlar, platform çalışanları ve Özel Ekonomik Bölgelerdeki işçilerin örgütlenme özgürlüğü hakkı reddedildi. Burundi, Haiti, Hindistan, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri, işçileri sendikal temsilden dışlayan ülkeler arasında yer aldı.

• İfade ve toplanma özgürlüğü hakkı, ülkelerin yüzde 42'sinde kısıtlandı ve bu, genellikle işçilerin polis şiddetiyle karşı karşıya kaldığı protestolarla sonuçlandı. Fransa'da yasal protestolar, acımasız polis dayakları, ayrım gözetmeyen tutuklamalar ve göz yaşartıcı gazla karşılandı. İran'da öğretmenler, 1 Mayıs gösterilerine katıldıkları için tutuklandı ve polis tarafından dövüldü.

• 10 ülkeden 8'i toplu sözleşme hakkını ihlal etti. Hollanda, Kuzey Makedonya, Zimbabwe, Honduras, Endonezya, Karadağ ve Sırbistan'daki işçilerin toplu sözleşme haklarının ciddi şekilde azaldığı görüldü.

• Beyaz Rusya, Myanmar, Hong Kong, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Guatemala da dahil olmak üzere ülkelerin yüzde 73'ü sendikaların tescilini engelledi veya yasakladı.

• 69 ülkede işçiler tutuklandı ve gözaltına alındı; Myanmar, Hong Kong, Dominik Cumhuriyeti, Hindistan ve Türkiye'de önde gelen sendika liderleri hedef alındı.

• Ülkelerin yüzde 65'inde çalışan insanların adalete erişimi yoktu veya kısıtlıydı. Zimbabve, Çin ve Kazakistan'daki sendika liderleri ve işçi hakları savunucuları uydurma suçlamalarla yargılandı ve davaları genellikle yasal sürecin hiçe sayılmasıyla kuşatıldı.

"DEMOKRASİ TEMELLERİ SALDIRI ALTINDA"

TUC Genel Sekreter Vekili Luc Triangle rapora ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:

"2023 ITUC Küresel Haklar Endeksi, demokrasinin temellerinin saldırı altında olduğuna dair şok edici kanıtlar sunuyor. İşçi haklarının korunması ile herhangi bir demokrasinin gücü arasında açık bir bağlantı vardır. Birinin erozyonu, diğerinin bozulması anlamına gelir.

Bu, Endeksin 10. baskısı ve 2023 sonuçları bunun ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor. Hem yüksek gelirli hem de düşük gelirli ülkelerde, çalışan insanlar tarihi bir yaşam maliyeti kriziyle ve kurumsal açgözlülüğün yol açtığı sarmal enflasyonla karşı karşıya kalırken, hükümetler ücret artışlarını toplu olarak müzakere etme ve grev eylemi yapma hakkına baskı yaptı.

Eswatini'den Myanmar'a, Peru'dan Fransa'ya, İran'dan Kore'ye, işçilerin çalışma haklarının korunmasına yönelik talepleri, işverenlerin muhalefetiyle ve hükümetin kayıtsızlığıyla karşılandı ve muhalefetleri, devlet güçlerinin giderek artan acımasız tepkileriyle karşılandı."

                                                                 /././

Akkuyu NGS'de işçilere takip cihazı takıldı: Bozulan cihazın parasını işçiden kestiler

Mersin’de inşaatı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde TSM bünyesinde çalışan işçiler bileklerine takılan saat şeklindeki GPS cihazıyla sürekli takip altında olduklarını söyledi. Her gün cihazı takarak işbaşı yaptıklarını ifade eden bir işçi, “Şantiyeye girer girmez saati takmamızı istiyorlar. Beyaz baretli dediğimiz şefler, kolumuzda saat olup olmadığını kontrol ediyor” dedi. Bir başka işçi ise saat bozulduğunda ya da kırıldığında parasını kendilerinden alındığını ifade etti.

Mersin’deki Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) inşaatında çalışan işçilerin bileklerine takılan GPS cihazıyla sürekli takip altında oldukları belirtildi.

Evrensel’den Volkan Pekal’ın haberine göre, Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) inşaatında TSM bünyesinde çalışan işçiler bileklerine takılan saat şeklindeki GPS cihazıyla sürekli takip altında olduklarını söyledi.

Cihazı çıkardıklarında o günkü ücretlerinin ödenmediğini belirten işçiler, cihaz bozulduğunda ise masrafını kendilerinden aldıklarını belirtti.

GPS cihazına ilişkin konuşan bir işçi, “Sabah 06.00’da kalkıyoruz. Servise binmek için de şantiyeye girmek için de dakikalarca bekliyoruz. Şantiyeye girer girmez saati takmamızı istiyorlar. Beyaz baretli dediğimiz şefler, kolumuzda saat olup olmadığını kontrol ediyor. Ancak ondan sonra çalışmaya başlayabiliyoruz. GPS üzerinden çalışma sahasına zamanında giriş yapıp yapmadığımızı kontrol ediyorlar. Saati takmazsan ya da zamanında şantiyeye giriş yapamazsan imzayı silip gönderiyorlar, ‘Bugün sana yevmiye yok’ diyorlar” dedi.

"ARTIK SAAT TAKINCA BİLE RAHATSIZ OLUYORUM"

Havaların sıcak olması sebebiyle cihazın kordonunun rahatsız ettiğini aktaran işçi şöyle devam etti: “İster istemez kolumuzdan çıkarıyoruz. Ondan dolayı uyarı veriyorlar, bu yüzden işten çıkarılan ya da baskıya dayanamayıp işi bırakan arkadaşlarımız oldu. Lavaboya gittiğimde bile 5 dakika sonra arıyorlar.  Ben lavaboya gidemez miyim ya da su içmeye gidemez miyim? Biz de insanız sonuçta. Ancak tüm bunlar saat kolumuzda olduğu için izleniyor. GPS’den bir yerde kaç kişinin çalıştığını görüyorlar. ‘50 kişi bu işi neden bitiremediniz?’ diye baskı yapıyorlar. Koluma normal saat takınca bile psikolojim bozuluyor. Sürekli izleniyorum duygusu yaşıyorum.”

SAATE SAHİP ÇIKMADIN DİYE PARASINI KESMİŞLER

İnşaatta saatle çalışmanın zor olduğunu anlatan bir başka işçi, “İnşaatta çalışıyoruz. Sürekli hareket ediyoruz. Saat bozulduğunda ya da kırıldığında parasını bizden kesiyorlar. Benim başıma bir sefer geldi. Çıkarınca hemen telefonla arıyorlar diye abdest alırken çıkarmadım. İçine su kaçtığı için bozuldu. Benden 950 lira iki günlük yevmiyemi kestiler. Verilen saate sahip çıkmadın diye kestik dediler. Bir ton borç altındayız. Çalışıyoruz. 20 yaşındaki adam o saati çıkardın diye sana onur kırıcı şekilde davranabiliyor. TSM şu an bunu Akkuyu’daki tüm şirketlere duyuruyor. Diğer firmalar da uygulamak istiyor ama uygulama yapılacağı için iş bırakan yerler olduğu için başlatılmadı” dedi.

Konuyla ilgili bilgi almak için ulaşılmaya çalışılan Akkuyu Nükleer AŞ’nin internet sitesinden paylaştığı basın servisi iletişim numarasına, iki gün boyunca cevap veren olmadı.

(BİRGÜN)

 

Barınma krizinde son perde: Konut sahibi olmak orta ve alt gelirliler için nasıl hayal oldu? - Semih GÜVEN / BİRGÜN

 Son yıllarda yaşanılabilir bir konut sahibi olmak giderek zorlaştı. Sermaye lehine uygulanan politikalar sonucunda özellikle orta ve alt gelirliler için barınma krizi büyük bir sorun haline geldi. Halkın konuta erişimi için yapılacak düzenlemeler hayati öneme sahip. ŞPO Genel Başkanı Serter “Kriz serbest piyasa mantığıyla değil, kamunun hâkim aktör olduğu kurgu içerisinde çözülebilir” diyor.


İktidarın tercihini sermaye lehine kullandığı ekonomi politikaları nedeniyle Türkiye’de emeğiyle geçinenler için sağlıklı ve güvenli konut sahibi olmak adeta imkânsız hale geldi. Geliri tasarruf edemeyecek ölçüde azalan emekçiler, konut sahibi olamayacakları için, eski ve güvenli olmayan konutlarda fahiş fiyatlarda kirada oturmak zorunda bırakılıyor. Öte yandan, birikimi olan kesimler için konut sektörü, mevcut parasını dünyada görülmemiş bir hızla katlayabileceği bir alan olarak ortaya çıktı. Bu dosyada “Konut sahibi olmak orta ve alt gelirliler için nasıl hayal oldu?” sorusu üzerinden son yıllarda derinleşen krizin çözümüne ilişkin tartışmalara yer verildi.

Konut fiyatlarındaki ‘akıl almaz’ yükseliş özellikle 2018’den sonra başladı ve günümüzde de hızla artıyor. Merkez Bankası (MB) tarafından en son açıklanan Nisan 2023 istatistiklerine göre, son 1 yıl içinde Türkiye’de konut fiyatları yıllık olarak yüzde 121,3 artış gösterdi. Bu oran İstanbul’da yüzde 114,1 olurken, Ankara ve İzmir’de sırasıyla yüzde 126,1 ve yüzde 123 olarak ölçüldü. Son 4 yıldaki konut fiyatlarındaki artışlara bakıldığında ise, MB’ye göre yüzde 675’lik bir yükseliş göze çarpıyor.

BEŞİKTAŞ’TA 100 METREKARE EV ORTALAMA 8 MİLYON TL

Türkiye çapında gayrimenkul değeri, lokasyon veri analizi ve öngörüleri sunan Endeksa verilerine göre ise son 4 yılda Türkiye’de metrekare başına düşen konut fiyatları yüzde 713 artmış durumda. Nisan 2019’da İstanbul’da metrekareye düşen fiyat 3 bin 320 lira iken, Mayıs 2023’te bu tutar yüzde 704 artışla 29 bin 646 liraya yükseldi. Yani, İstanbul’da 100 metrekare bir ev sahibi olmak istiyorsanız ortalama 3 milyon TL’yi gözden çıkarmanız gerekiyor. Bunun yanında, örneğin Beşiktaş gibi merkeze yakın bir ilçede ev sahibi olmak istiyorsanız, metrekare başına ortalama 80 bin 509 TL’ye sahip olmanız gerekiyor ki, bu da 100 metrekarelik bir ev için 8 milyon TL ediyor.

Diğer büyükşehirler için de durum çok farklı değil. Ankara’da Nisan 2019-Mayıs 2023 arasında konut fiyatları yüzde 722, İzmir’de yüzde 717 artmış durumda. Trabzon’da fiyatlar yüzde 722 artarken, Mersin’de fiyat artışı yüzde 833’e ulaşmış durumda.

MALİYETLER FİYATLARI AÇIKLAMADA YETERSİZ

İnşaat maliyetlerine bakıldığında ise, konut fiyatlarının, maliyetlerin oldukça üzerinde arttığı görülüyor. TÜİK tarafından açıklanan Nisan 2023 İnşaat Maliyet Endeksi’ne göre, 2019 Nisan ayında 152,1 olarak açıklanan değer, 2023 Nisan’da 873,91 oldu. Yani inşaat maliyetleri yüzde 474 artış ile, konut fiyatlarındaki artışın neredeyse yarısında kaldı. Dolayısıyla, konut fiyatlarındaki artışı maliyetlere bağlamak, durumu açıklamakta yetersiz kalıyor.

TÜRKİYE, EN YAKIN RAKİBİNİ DÖRDE KATLADI

Türkiye’de artan konut fiyatlarına ilişkin geliştirilen, “dünyada da artıyor” sözü doğru, ancak rakamlar Türkiye’nin konut fiyat artışında dünyadaki en yakın rakibini bile dörde katladığını gösteriyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) tarafından hazırlanan konut fiyatları istatistiklerine göre, 2015-2023 yılları arasında dünyada konut fiyatları en çok artan ülke, yüzde 703 artışla açık ara farkla Türkiye olarak ölçülüyor. Türkiye’nin en yakın rakibi yüzde 163 artışla Macaristan olurken, OECD ülkelerindeki ortalama artış yüzde 69. Avrupa’da artış oranı ortalama yüzde 44, ABD’de yüzde 82 olarak ölçülüyor.

İktidar tarafından Türkiye’nin içine sürüklendiği ekonomik model ve dış politikada takındığı siyasi tutum, Türkiye’de konut fiyatlarında astronomik artışlara yol açıyor. Enflasyonun oldukça altında belirlenen faiz oranı, elinde Türk Lirası bulunduranları, parasının değerini korumak için konut almaya itiyor. Türkiye ekonomisinin üretime dayanmayan yapısı, konutta rantı zirveye taşıyor. İktidarın ekonomik darboğazı aşmak için yabancılara konut karşılığı vatandaşlık veren düzenlemesi, fiyatları şişiriyor. Tüm bunların üstüne, Ukrayna’ya saldıran Rusya’ya karşı ABD-AB tarafından geliştirilen ekonomik yaptırımlar, Rus vatandaşların Türkiye’de konutlara olan ilgisini tarihin en yüksek seviyesine taşımış durumda.

Konut fiyatlarının artış seyrine bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayanlara konut karşılığı vatandaşlık verilmesi adımının doğrudan etki ettiği görülüyor. Ocak 2017’de “Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun Uygulanmasına ilişkin Yönetmelikte Yapılan Değişiklik”le, 3 yıl satmamak koşuluyla en az 1 milyon dolarlık taşınmaz satın alan yabancılara TC vatandaşlığı verilmeye başlandı. Atılan adımla birlikte 2016 yılında 18 bin 189 olan yabancılara satılan konut sayısı 2017 yılında sınırlı bir yükselişle 22 bin 234 oldu. 2018 Eylül ayında ise, 1 milyon dolar olan sınır, 250 bin dolar ya da karşılığı döviz veya TL olarak değiştirilince, yabancılara yapılan konut satışı adeta patlama göstererek yıllık 39 bin 663 adete yükseldi. 13 Haziran 2022’ye kadar uygulanan bu düzenlemenin sonunda; yabancılara satılan konutun toplam konut satışlarına oranı 2016’da yüzde 1.4’ten Haziran 2022’de yüzde 5.2’e kadar çıktı. Şu anki mevcut düzenlemede ise 400 bin dolarlık konut satın alan bir kişi TC vatandaşı olabiliyor. Bu durum, yabancılara konut satışının toplam satışlar içindeki oranını Mayıs 2023 itibariyle yüzde 2,8’e kadar indirmiş olsa da, yabancılara konut karşılığı vatandaşlık düzenlemesi öncesi yüzde 1’li seviyelerden oldukça yüksek durumda kalmaya devam ediyor.


ŞİMDİ NE OLACAK?

Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından, ekonomideki düşük faiz politikasının terk edilmesine dönük atılan ilk adımlarla birlikte, krediye erişimin zorlanması ve kredili konut satışının düşüşüne yol açarak iç talebi azaltması beklenebilir. 

Buna karşın, Türk Lirası’nda yaşanan aşırı değersizleşme eğiliminin hızlanarak artması, yabancılar için Türkiye’yi daha ucuz hale getireceğinden konut talebindeki azalmayı bir miktar frenleyebilir.

Konut fiyatlarındaki sert yükselişlerin bir süreliğine durma ihtimali olsa da, Türkiye’de konut sektörünün hızlı zenginleşme alanı olarak takdim edilmesi nedeniyle konut fiyatları, maaşlı çalışanların alım gücünün yetmeyeceği seviyelere gelmiş durumda.


***

RUSYA’NIN BÜYÜK İLGİSİ BLOG SİTELERİNE YANSIDI

Yabancılara konut satışının ülkelere göre dağılımına bakıldığında ise, aslan payını Rusya’nın aldığı görülüyor. 2022 yılında Rus vatandaşlar Türkiye’den 16 bin 312 konut alırken, Rusya’yı 8 bin 223 ile İran ve 6 bin 241 ile Irak izliyor.

2023 yılının ilk 5 ayına bakıldığında da Rusya, 5 bin 723 ile açık ara zirvede bulunuyor. Rusya’yı 2 bin 324 ile İran ve 809 ile Irak izliyor.

Bir diğer önemli veri ise Ukrayna’nın ilgisi. Önceki yıllarda Türkiye’den konut alma konusunda ilk 20’ye bile zor giren Ukrayna, 2022 yılında başlayan Rusya ile savaşın ardından Türkiye’ye olan ilgisini artırdı. Ukrayna, 2022 yılında 2 bin 574 ile Türkiye’den en çok konut alan 6’ncı ülke oldu. 2023’ün ilk 5 ayında ise 770 ile dördüncü sırada yer aldı.

Rusların Türkiye’ye olan ilgisinin nedeni, Ukrayna’ya saldırmasının ardından Rusya’nın karşılaştığı ABD-AB yaptırımları sonrasında Türkiye’nin, Ruslar için engelsiz bir şekilde yatırım yapılabilir bir ülke olarak öne çıkması. 2015 Kasım ayında Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesinin ardından iki ülke arasındaki ilişkiler durma noktasına gelmiş, 2017 yılında Ruslar Türkiye’den sadece bin 331 konut satın almışlardı. Gerek Türkiye’nin 2017 yılında yaptığı düzenlemeyle yabancılara konut satışının önünü açması, gerekse Türkiye-Rusya arasındaki siyasi krizin çözümü, 2018 yılından 2021 yılına kadar Rusların Türkiye’deki konutlara olan ilgisini istikrarlı şekilde artırdı. 2022 yılında ise Rusya-Ukrayna Savaşı ve Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar, Ruslar için Türkiye’yi cazip bir pazar haline getirdi.

Rusların Türkiye’ye olan ilgisine özel bir parantez açmak gerekiyor. Rus siteleri arasında, “Türkiye’de konut sahibi olmak” başlıklı birçok makale bulunuyor. Bu makalelerde, Türkiye’de konut satın alımına ilişkin tüm idari detaylar bulunurken, emlakçılarla ilişkilerin nasıl olması gerektiği bile ayrıntılı biçimde anlatılıyor. Örneğin, Antalya’ya yerleşen ve Türkiye’de konut sektörü hakkında Rus vatandaşlarına bilgilendirici çalışmalar yapan bir Rus olarak kendisini tanıtan Sofia Pascal imzalı bir makalede Türkiye’de konutların fiziki yapısı, Türkiye’deki emlakçıların hangi müşterilerden hoşlandığı, emlakçılarla görüşürken bütçenin asla düşük gösterilmemesi, tapu işlemlerinde yapılması gerekenler tüm detaylarıyla anlatılmış durumda. Makaleye erişmek için: https://journal.tinkoff.ru/guide/flat-turkey/) Birçok Rus emlak sitesi de, özellikle Türkiye’deki rezidans dairelerine yoğunlaştıkları kataloglar hazırlamış.

Semih GÜVEN / BİRGÜN



Cumhuriyet'in ilk yılından imajlar: 100. yıla dair sergiler (I) - MUHAMMED NALBANT / soL-Kültür

 'Cumhuriyet’in İlk Yılı: 29 Ekim 1923- 29 Ekim 1924' sergisi 16 Haziran'da açıldı. Sergi döneme ait fotoğraflar, dergi ve gazete sayfaları, karikatürler ve kitapçık ve video kayıtla dönemi inceliyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılına ulaşılması, ülkenin kültürel hayatında bir dizi hareketlenmeye neden oldu. Kimi yayınlara kimi sergiler de eklenmeye başladı.

Bu hareketlenmenin izlenmesinde her halükârda fayda var. Ortaya konmuş veya konacak eserler, yayınlar, sergiler ve diğer çalışmalar, bu yüz yılın nasıl, ne kadar anlaşılabildiğine ve çözümlenebildiğine dair kimi ipuçları veriyor olacak.

Bu yıl içinde İstanbul’da mütareke, kurtuluş ve kuruluş dönemlerini ve modern Cumhuriyetin gelişimini konu edinen etkinliklerden birine göz atacağız bu yazıda: 16 Haziran’da açılan “Cumhuriyet’in İlk Yılı: 29 Ekim 1923- 29 Ekim 1924” adlı sergiye.

Sergi döneme ait fotoğraflar, dergi ve gazete sayfaları, karikatürler ve az sayıda da olsa birkaç kitapçık ve video kayıtla dönemi inceliyor.

Duyurularında “29 Ekim 1923 - 29 Ekim 1924 tarihleri arasında Türkiye’de yaşanan pek çoğu ilk defa anlatılan gündelik hayata dair ilginç olaylar, spor ve dans müsabakaları, kültür sanat hayatından haberler, karikatürler ve belgesel filmlerle desteklenen sergi, ziyaretçilerine o dönemin atmosferini yaşatmayı hedefliyor.” şeklinde tanıtılan sergideki materyallerde ilk dikkat çeken şey, dünyanın çalkalandığı, her şeyin alt- üst olup yeni bir tarihin başladığı bir dönemde aynı zamanda her şeyin fazlasıyla normal olması.

Örneğin, Galata Köprüsü üzerinden geçen ve geçiş karşılığı ödeme yapan ve belli ki çok uzun zamandır yaptıkları bu işi yapmaya devam eden; çarşı- pazarda günlük işlerini halleden insanların varlığı fazlasıyla dikkat çekici.

Tanıtım metninde “29 Ekim 1923 - 29 Ekim 1924 tarihleri arasında Türkiye’de yaşanan pek çoğu ilk defa anlatılan gündelik hayata dair ilginç olaylar…” şeklinde anlatılsa da bahse konu olan materyallerin büyük bir kısmı İstanbul’u inceliyor.

Ve yine, doğaldır ki, İstanbul’un İtilaf Kuvvetleri olarak anılan yabancı birliklerin işgalinden kurtuluşu ve kutlamalara çokça yer verilmiş.

Geçerken, İstanbul demişken, dünyanın kalbinin attığı bu şehirde aynı zamanda ticaretin kalbi de o çalkantının içinde atmaya tüm hızıyla devam etmiş. Öyle ki dönemin –belki de- tek diş macunu firmasının bir reklamı da tarihte ve sergide yerini almış.

Ve gündelik hayat demişken, böyle bir dönemde her şey alt-üst olurken insan ilişkileri; insanların konumları da alt- üst olmaz olur mu?

Peki, ya kadınların?

Öyle görünüyor ki her dönemde, her tarihsel kavşakta kadınlar bir “sorun” olarak belirmiş. Sergide bu durumla ilgili bol miktarda karikatür mevcut. Örneğin, dönemin “nükteli” diliyle yazılmış bitirim karikatür yazıları; kadınların eskisi gibi çarşaf giymedikleri için yakınılan karikatürler…

Öte taraftan aynı şekilde hayata dahil olan ya da dahil edilmeye çalışılan ve Cumhuriyet’i temsil eden kuşağın kadınları…
Genç Cumhuriyet olanca hızıyla kendi insanını yaratmak üzere canla başla çalışmaya da başlamış ama hikâyenin devamı malum “toplumsal uyanış, ekonomik gelişmeyi geçti”ği için yeniden uykuya yatırılmak üzere çalışmaya başlayan “yeni Cumhuriyet”…


Sergide İstanbul’u o yıl içinde etkileyen çeşitli düzeylerde gündelik olaylara da yer verilmiş: Şehri perişan eden yağmurlar da, onu başka türlü perişan eden meşhur kabadayılar da yer bulmuş.

Tabii 1923-1924 yılları arasında geçen bu bir yıllık zaman diliminde yaşanan “gündelik” olayların içinde “yahu bu memleketin kenar mahallerinde hiç mi bir şey olmamış; yoksulları, emekçileri neredeymiş?” diye merak ederseniz, merakınızı giderecek pek bir şey bulamayabilirsiniz. Olmuştur olmasına ama sergiyi düzenleyenler açısından, belki de bu önemsenecek düzeyde kabul görmemiştir ve bu durumun kendisi bile Cumhuriyet’in 100. yılında bize çok şey anlatmaktadır.

“Şairin dediği gibi”: Şüphesiz, onda anlayanlar için çok büyük mucizeler vardır ya da sırtımızı dayadığımız yalçın kayalıklarda öyle sırlar vardır ki yalnızca bize görünür!

Bu nedenle siz yine de 3 Eylül 2023 tarihine kadar Beyoğlu Yapı Kredi Kültür Sanat’ta gezilebilecek olan bu sergiye gidin, gezin.

Ekim’in 29’una doğru, zihnimizde, toplumsal belleğimizde, imajlar dünyasında yüzüncü yıla dair olabildiğince zengin bir malzemeyi derlemek mutlaka anlamlı olacaktır.

Bir sonraki yazıda bir başka sergiye göz atmak üzere…

MUHAMMED NALBANT / soL-Kültür 



KISA KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - (30 HAZİRAN 2023)

 


Türkiye’de de çokça tüketiliyor! Dünyaca ünlü markada salmonella vakası (Sözcü)

Belçika'da İtalyan çikolata üreticisi Ferrero grubunun fabrikasında bu yıl yine salmonella vakasına rastlandı. Geçen yıl da aynı fabrikada Kinder markalı ürünlerde bakteriye rastlanmış, fabrika bir süreliğine mühürlenmişti.

SALMONELLA NEDİR? Salmonella enfeksiyonu (salmonelloz) bağırsak sistemini etkileyen yaygın bir bakteriyel hastalıktır. Salmonella bakterileri tipik olarak hayvan ve insan bağırsaklarında yaşar ve dışkı yoluyla atılır. İnsanlara en sık kirli su veya yiyeceklerle bulaşır. Tipik olarak, salmonella enfeksiyonu olan kişilerde hiçbir belirti görülmez. Diğerlerinde ise sekiz ila 72 saat içinde ishal, ateş ve karın ağrısı görülür. Sağlıklı insanların çoğu, belirli bir tedavi olmadan birkaç gün içinde iyileşir.  SALMONELLA BELİRTİLERİ Salmonellozun belirtileri, mide virüsünün belirtilerine benzer. Salmonella semptomları aşağıdakileri içerir: – İshal, – Ateş, – Titreme, – Karın ağrısı, – Kusma (bazen), – Baş ağrısı, – Dışkıda kanSalmonella ile enfekte olursanız, bu belirtiler tipik olarak bakterilere maruz kaldıktan 12 ila 72 saat sonra ortaya çıkar. Semptomlar genellikle dört ila yedi gün sürer ve tedavi olmadan kendiliğinden düzelir.(https://www.sozcu.com.tr/2023/saglik/turkiyede-de-cokca-tuketiliyor-dunyaca-unlu-markada-salmonella-vakasi-7729057)

10 Ekim katliamı sonrası hakkında soruşturma açılması istenmişti: Tunceli İl Emniyet Müdürü oldu (soL)

Ankara Gar katliamında ihmali olduğu gerekçesiyle hakkında adli soruşturma açılması talep edilen dönemin TEM Şube Müdürü Hakan Duman’ın Tunceli İl Emniyet Müdürü olarak atandığı ortaya çıktı.(https://haber.sol.org.tr/haber/10-ekim-katliami-sonrasi-hakkinda-sorusturma-acilmasi-istenmisti-tunceli-il-emniyet-muduru)

5 ayda 101 kadın öldürüldü (Rengin Temoçin - Cumhuriyet)

2023’ün ilk beş ayında 101 kadın şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Sekreteri Fidan Ataselim “intihar süsü verilerek cinayet gizleniyor” dedi. (https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/5-ayda-101-kadin-olduruldu-2094926)

Saadet ve DEVA'dan HÜDAPAR'a bayram ziyareti (Birgün)


Saadet Partisi heyeti ve DEVA partisi heyeti, HÜDAPAR'a bayram ziyaretinde bulundu.

Seçimlerde 23 sandalye kaybeden SYRIZA'nın lideri Aleksis Çipras istifa etti (Birgün)

Yunanistan'da seçimlerde hedeflediği oyu alamayan ve geçen ayki sonuçlara göre 23 sandalye kaybeden SYRIZA'nın lideri Aleksis Çipras istifa etti.(https://www.birgun.net/haber/secimlerde-23-sandalye-kaybeden-syriza-nin-lideri-aleksis-cipras-istifa-etti-449153)

Fransa'da on binlerce kişi polis şiddetine karşı sokaklarda (Birgün)


Fransa'da, 27 Haziran'da, Nael M. isimli 17 yaşındaki sürücünün, polisin açtığı ateş sonucu ölmesinin ardından farklı kentlerde kolluk kuvvetleri ile göstericiler arasında çıkan olaylarda 150 kişi gözaltına alındı. Belçika'nın başkenti Brüksel'de de Fransa'da genç sürücünün öldürülmesi nedeniyle düzenlenen protestolara destek vermek için eylem yapan gruplar ile polis arasında çatışmalar yaşandı. (
https://www.birgun.net/haber/fransa-da-on-binlerce-kisi-polis-siddetine-karsi-sokaklarda-449257)

Fon işverene çalışıyor işsize maaş hayal oldu (Birgün)

CHP Maraş Milletvekili Ali Öztunç, işsiz kalan yurttaşlardan neredeyse yarısının İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yararlanamadığına dikkat çekerek, "İşsizlik fonu işçiye değil işverene gidiyor. İşsize, işsizlik maaşı hayal oldu" dedi.

CHP Maraş Milletvekili Ali Öztunç, işsiz yurttaşların İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yararlanma sayılarıyla ilgili çalışma yaptı. Öztunç’un konuya ilişkin açıklaması şöyle: "Son 10 yılda işsizlik maaşına 13 milyon 526 bin 654 kişi başvurdu, işsizlerin yarısından fazlası işsizlik maaşı almaya hak kazanamadı.10 yılda İşsizlik Sigorta Fonu’ndan işçilere verilen para 44 milyar 302 milyon 477 bin 655 TL. İşsizlik Fonu’nu işçiye değil işverene gidiyor. AKP iktidarı emekçiyi değil, işvereni destekliyor. İşsize, işsizlik maaşı hayal oldu. İşsizlik ödeneği bağlananlara 6 ile 10 ay arasında ödeme yapılıyor. Bu süre içerisinde iş bulanların ödeneği kesiliyor. 2023 yılı Ocak-Mayıs döneminde 697 bin 670 bin kişi işsizlik ödeneğinden yararlanmak için başvuruda bulundu. Yani bu yılın ilk 5 ayında yaklaşık 700 bin kişi işsiz kaldı. Başvuranların geçen yılın aynı dönemine göre 7 bin 351 kişi arttı. Bu dönemde işsizlik sigortasından aylık bağlananların sayısı ise 32 bin 992 kişi azalarak 312 bin 433’te kaldı. Mayıs’ta önceki yıldan hak kazananlarla birlikte toplam 361 bin 551 kişiye işsizlik ödeneği ödendi. İşsizlik sigortasından ödenek alanların sayısı geçen yıl mayıs ayında 494 bin 492, bu yıl nisan ayında ise 392 bin 498 bin kişi oldu." (HAR VURUP HARMAN SAVURULUYOR) İşsizlik sigortasının yararlanma koşullarının ağırlığı yüzünden işsizlerin çok azını kapsadığını kaydeden Öztunç, "Birikiminin büyük bölümü başta işveren teşvikleri olmak üzere işsizler dışındaki alanlara harcanan İşsizlik Sigortası Fonu’nun Mayıs 2023 sonu itibariyle birikimi ise 135,2 milyar lira olarak gerçekleşti. İktidar emekçinin fonda toplanan parasını har vurup harman savuruyor, işsiz kalan vatandaşlarımız ekonomik kriz ortamında ailesiyle birlikte sefalete terk ediliyor" dedi. (100 İŞSİZDEN SADECE 13’Ü FAYDALANABİLDİ) İşsiz kalanlara gelir desteği sağlamak amacıyla 1999 yılında kurulan İşsizlik Sigortası Fonu, son yıllarda işsizlerden daha çok işverenlere teşvik sağlıyor. Türkiye İş Kurumu’nun (İŞKUR) verilerine göre 2022’nin Ocak-Kasım döneminde işverenler fona yaptıkları 1 TL katkı karşılığında 1.4 lira teşvik aldı. Kasım 2022’de 100 resmi işsiz kişiden sadece 13’ü işsizlik maaşı alabildi.

CHP'li Taşcıer, Madımak Oteli’nin utanç müzesi olması için kanun teklifi sundu (Evrensel)

CHP Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, 2 Temmuz Sivas Katliamı'nın gerçekleştirildiği Madımak Oteli'nin utanç müzesi haline getirilmesi için TBMM'ye kanun teklifi verdi.(https://www.evrensel.net/haber/493581)

GES projesi için 30 bin zeytin ağacı kesilmek isteniyor (Özer Akdemir-Evrensel)
                             
Fotoğraf: Mustafa Şenbahar/Karaburun Yerel Fok Komitesi

Karaburun Yaylaköy’de 30 bin zeytin ağacının bululduğu alanda Güneş Enerji santrali (GES) panelleri konulmak isteniyor. Mustafa Şenbahar “Kamu yararı kılıfı ile GES projesine izin veriyorlar” dedi.(https://www.evrensel.net/haber/493575)

IMF’den çarpıcı rapor: Enflasyonun sebebi yükselen kârlar, işçi ücretleri değil (Evrensel)

Enflasyonun yüzde 45’i yükselen şirket kârları nedeniyle gerçekleşirken, enflasyonun yüzde 40’ı artan ithalat fiyatları nedeniyle oluşuyor. İşçi ücretlerinin enflasyondaki payı ise sadece yüzde 15.

IMF, şirket kârlarının Avrupa’daki enflasyonun en büyük itici gücü olduğunu kabul etti. IMF ekonomistleri tarafından yapılan bir araştırmaya göre, yükselen şirket kârları, Avrupa’daki enflasyonun yüzde 45’ine neden olurken, artan ithalat fiyatları yüzde 40’a ve işçi ücretleri enflasyonun sadece yüzde 15’ine neden oldu. Şirket kârları, 2021’den bu yana Avrupa’da enflasyona en büyük katkıyı yaptı. Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından yapılan araştırmada IMF ekonomistleri, “Şirketlerin fiyatları ithal enerji maliyetlerinden daha fazla artırmasıyla, artan şirket kârları son iki yılda Avrupa’nın enflasyonundaki artışın neredeyse yarısını oluşturuyor” dedi. IMF, “Enflasyonun Avrupa Merkez Bankasının 2025’teki yüzde 2’lik hedefine ulaşma yolunda ilerlemesi için şirketlerin daha küçük bir kâr payını kabul etmesi gerekebilir” dedi. IMF ekonomistleri Niels-Jakob Hansen, Frederik Toscani ve Jing Zhou bulgularını “pandemi sonrası avro bölgesi enflasyonu ve enerji şoku : İthalat fiyatları, kârlar ve ücretler” başlıklı bir araştırma makalesinde detaylandırdı. 2022’nin ilk çeyreğinden 2023’ün ilk çeyreğine kadar tüketim deflatöründeki (enflasyon) ortalama değişimin yüzde 45’inden yurt içi kârların sorumlu olduğunu, artan ithalat fiyatlarının ise yüzde 40’ına katkıda bulunduğunu saptadı. Artan ithalat fiyatlarına katkıda bulunan ana faktörlerden bazıları arasında kovid-19 salgını nedeniyle tedarik zinciri kesintileri, Ukrayna’daki savaş ve dünyanın önde gelen petrol, gaz, gübre ve buğday üreticilerinden biri olan Rusya’ya yönelik Batı yaptırımları yer aldı. Bu da küresel emtia fiyatlarında büyük bir artışa neden oldu.(EMTİA FİYATLARI DÜŞTÜ AMA ŞİRKETLER FİYAT ARTIŞINI SÜRDÜRDÜ) Bununla birlikte, ithalat fiyatlarının neden olduğu enflasyonun payı 2022’nin ortalarında zirveye ulaştı ve o zamandan beri düştü. Bu, pandemi sonrası tedarik zinciri sorunlarının büyük ölçüde çözüldüğünü ve bazı emtia fiyatlarının düştüğünü gösteriyor. Ancak şirketler yine de fiyatları artırmaya devam etti. IMF ekonomistleri, “Sonuçların, firmaların nominal maliyet şokundan daha fazlasını aktardığını ve işçilerden nispeten daha iyi durumda olduğunu gösterdiğini” belirtti.  (İŞÇİLERİ ENFLASYONUN SUÇLUSU İLAN ETMİŞLERDİ)  Ancak birçok neoliberal iktisatçı ve Batılı merkez bankası yetkilisi, şirket kârlarındaki artışı görmezden geldi ve bunun yerine işçi ücretlerindeki enflasyonu suçladı. Dünya salgından çıkarken yükselen enflasyona yanıt olarak, Avrupa Merkez Bankası ve ABD Merkez Bankası, 1980’lerin Volcker şokundan bu yana görülmemiş bir hızla, agresif bir şekilde faiz oranlarını yükseltiyor. Fed Başkanı Jerome Powell, amacının “Ücretleri düşürmek” olduğunu itiraf etmişti. Eski ABD Hazine Bakanı ve Dünya Bankası Başekonomisti Larry Summers, enflasyonu düşürmek için beş yıl yüzde 6 işsizlik veya bir yıl yüzde 10 işsizlik oranı çağrısında bulunmuştu.

Fransa Parlamentosu, 15 yaş altındakilere internet kullanımını kısıtlayan tasarıyı onayladı (Evrensel)

Fransa Parlamentosu, 15 yaş altındaki kullanıcıların sosyal medya kullanımını kısıtlayan tasarıyı onayladı.

Fransa'da Senato, 15 yaş altı kullanıcıların sosyal medya platformlarına kaydolmasını ve kullanmasını veli iznine tabi tutan tasarıyı kabul etti. Fransız senatörler, sosyal medyada nefretle mücadele etmeyi amaçlayan yasa tasarısını 2. kez görüştü. 15 yaşından küçük çocukların sosyal medya platformlarına kaydolması için velisinden izin almasını zorunlu kılan tasarı, Senato'da oybirliğiyle kabul edildi. Buna göre platformların, kullanıcıların yaşını ve küçüklerin velisinden izin alıp almadığını doğrulamak için bir sistem kullanması gerekecek. Kurallara uymayan platformlara, dünya genelindeki cirosunun yüzde 1'ine kadar para cezası verilebilecek. Veliler, platformlardan, 15 yaşındaki çocuklarının sosyal medya hesaplarını askıya almasını talep edebilecek. Yasa, sosyal medya ve çevrim içi platformların, adli soruşturmalar kapsamında 10 günde elektronik içeriklerle ilgili yasal taleplere yanıt verme zorunluluğunu da kapsıyor. Platformlara tanınan bu süre, kişi veya mülke ciddi zarar riski bulunduğunda ise en fazla 8 saat olacak. Ulusal Meclis'te dün kabul edilen tasarı, görüşülmek üzere Senato'ya gönderilmişti. Tasarı, Senato'da da onaylanmasıyla yasalaştı. Yasanın yürürlüğe girebilmesi için Resmi Gazete'de yayımlanması gerekiyor. Fransa'da bir yasa tasarısının nihai olarak kabul edilmesi için Parlamentonun iki kanadı olan Ulusal Meclis ve Senato'dan onay alması gerekiyor.

(derleyen: mstfkrc)