31 Ocak 2020 Cuma

2019’da dünya ekonomisi: Eksik, yanıltıcı tespitler - KORKUT BORATAV

2019’da “dünyanın hali” nasıl seyretti? Yıl sonunda bu köşede gözden geçirdim: Sermaye tahakkümü altında bunalan halk sınıfları kalkışmakta; emperyalist saldırılar sürmekte; iktidarlar sarsılmakta; faşizm hortlamakta; “popülizm” yaftası sayesinde saygınlık kazanmaktadır.

Kapitalist dünya sistemi kargaşa içindedir; siyasal istikrarını, ekonomik dinamizmini yitirmiştir. Kargaşa, sermaye çevrelerinde tedirginliği yaygınlaştırmıştır. Öyle ki, dev şirketlerin patronları ile burjuvazinin beyin takımı, “kapitalizmin geleceği var mı?” sorusunu tartışmaya başlamıştır. Arkadaşımız Ergin Yıldızoğlu bu tartışmalardan bazılarını Cumhuriyet’te aktardı.

IMF, kapitalist dünya ekonomisinin düzenleyici kurumlarından biridir; bu tartışmalarda suskun kalması beklenemez. Geçen yıl içinde Dünya Bankası yönetim kadrosundan Kristalina Georgieva, IMF başkanlığını devralmıştı. Yeni başkan Ocak ortasında sermaye çevrelerinin iyi bilinen düşünce kuruluşlarından Peterson Institute of International Economics’te 2020’li yıllara göz atan bir konuşma yapmış. 

Gözden geçirelim.

IMF’nin yeni başkanı dünyaya nasıl bakıyor?

Yeni IMF başkanı, konuşmasına “önümüzdeki on yıl için daha kucaklayıcı bir sistem” başlığını koymuş ve günümüzde “artan belirsizlikleri” vurgulayan olumsuz bir tablo çizerek başlamış: Jeopolitik gerilimler; milyonlarca insanın, sağlık, geçim güçlükleri; ülkelerin pek çoğunda artan huzursuzluklar… 
Kristalina Georgieva’nın daha sonra vurguladığı tespitleri de sıralıyorum: Aşırı eşitsizlikler büyümeyi köstekler; popülizmi ve siyasal kargaşayı besler. Bu nedenlerle toplumsal huzursuzluklar içindeyiz. Finansal sektörün uzun dönemde eşitsizlikler üzerinde olumlu veya olumsuz kalıcı etkilerini çoğu kez ihmal ediyoruz

Bu ifadeler “malûmu ilan”dır; 2008 krizi sonrasındaki bazı eleştirel söylem ve tespitlerin “evcilleştirilmiş ve yavan” tekrarlarından ibarettir.
  
Politika önerilerine gelince Georgieva, IMF’nin ülke uzmanlarının Kamboçya’dan, Endonezya’dan, hatta İsveç’ten yanıltıcı örneklerini genelleştiriyor: Yoksul nüfusun da banka mevduatına ulaşması; kadınlara dönük mikro-krediler; gezici bankalar; küçük işletmelerin tahvil piyasasına yönelmesi… 
IMF Başkanı, eşitsizliklere deva olarak “bir kucaklayıcı sistem” önermişti. Bunu yaratacak kritik bir anahtar ise, Üçüncü Dünya emekçilerinin finans kapital ile bütünleşmesi olacakmış… 

Ne diyelim? 

IMF yönetimi, Davos’ta kapitalizmin geleceği tartışmalarını kaçırmış görünüyor. Fark etmez; zira uzunca bir süreden beri öğrenme yeteneğini de yitirmiştir. 

2019’un ekonomik bilançosu: Büyüme öngörüleri aşağı çekildi
Yeni yıl başlarken dünya ekonomisinin 2019 bilançosunu çıkaran yayınlar arttı. En güncel “yeniden değerlendirme” de IMF’ye aittir: Ocak 2020 tarihli World Economic Outlook Update

Bu belge, IMF tarafından Ekim 2019’da yayımlanan kapsamlı Ekonomik Rapor’un 2019 istatistiklerini düzeltiyor; 2020-2021 öngörülerini yeniliyor; revizyonların gerekçelerini açıklıyor. 

Göz atalım.

Belgenin alt başlığı, IMF’nin uluslararası ekonomik ortama ilişkin ana teşhisini de içeriyor: Aldatıcı istikrar, halsiz düzelme… İkincisi, yani “halsiz düzelme” bulguları üzerinde duracağım.

Belge, 2019’da dünya ekonomisinin %2,9 oranında büyüdüğünü tahmin ediyor. IMF’nin üç ay önceki Ekonomik Raporu’nda 2019’un büyüme öngörüsü yüzde 3’tü. Ocak 2020 tarihli belgenin alt başlığındaki “halsiz düzelme” de 2019’a ilişkin yeni tespitten kaynaklanıyor.  

2019’daki “halsizlik” nasıl açıklanabilir? 

Bu soruyu IMF belgesi, “2019’da bazı yükselen piyasa ekonomilerinde meydana gelen olumsuz ekonomik sürprizlere” işaret ederek yanıtlıyor; o kadar... Demek oluyor ki dünya ekonomisinin geçen yıl durgunlaşması “Güney” coğrafyasından kaynaklanmıştır.  

Sözü geçen “olumsuz ekonomik sürprizlerin” Üçüncü Dünya içindeki adresleri nedir? IMF belgeleri dünya ekonomisi istatistiklerini ana bölgeler ve (Çin ve Hindistan gibi) birkaç büyük ülke için ayrı ayrı verir. “Güney” coğrafyası beş bölgeye ayrılır. 2018 ve 2019 büyüme verileri karşılaştırıldığında yükselen piyasa ekonomileri blokunu “halsizliğe” sürükleyen üç adres belirleniyor: Latin Amerika, Orta Doğu ve Hindistan… 

“Olumsuz ekonomik sürprizleri” oluşturan bölgelerin ve ülkenin IMF belgesinde yer alan 2018-2019-2020 büyüme veri ve öngörülerini aktaralım:
    
     Latin Amerika: %1,1 → %0,1 → %1,6
    Orta Doğu:       %1,9 →  %0,8 → %2,8 
    Hindistan:        %6,8 →  %4,8 → %5,8…

“Halsizlik” tespiti, 2018 ve 2019’a ait önce gelen iki sayının karşılaştırılmasına bağlıdır. Son sayılar, 2020’de öngörülen (“umulan”) büyüme oranlarıdır.  
  
“Halsiz Güney”in bilançosu: İki bölgesel kriz ve bir durgunlaşma
2019’da çevre ekonomilerinde “olumsuz ekonomik sürprizlerin” gözlendiği bu üç örnek üzerinde odaklanalım.

Önce, ortalama “sıfır büyüme” izleyen Latin Amerika ve Orta Doğu’ya göz atalım. Bu iki bölgede ortalama nüfus artış hızları, yüzde 0,1 ile 0,8 arasında seyreden büyüme oranlarının üstündedir. Demek ki bu iki büyük coğrafyada geçen yıl kişi başına millî gelir düşmüştür. 

Ortalamalar “eksi” değerlere inmişse, bazı ülkelerde ağır ekonomik bunalımlar gerçekleşmiş olmalıdır. Dolayısıyla hem Latin Amerika, hem de Orta Doğu’nun tümü için, IMF’nin yeğlediği “halsiz düzelme” değil, “bölgesel kriz” nitelemesi geçerlidir. 

IMF, 2019’da Latin Amerika’daki yoksullaşmanın, bunalımların ülkelere dökümü, nedenleri hakkında suskundur. “Toplumsal gerilimler”e değinilmektedir; o kadar… Bu gerilimlerin, kalkışmaların ülke yansımalarına ve neoliberal politikalar ile bağlantısına değil… 

Bölgenin en büyük ekonomilerinden Arjantin’de IMF programı harfiyen uygulanırken patlak veren sert ekonomik kriz Ocak 2020 tarihli belgede suskunlukla geçiştirilmektedir. Nedeni açıktır: Son Arjantin bunalımı IMF siciline yeni bir “yüz karası” olarak geçecektir. 2019’da Ekvador’da yaşanan “toplumsal gerilimler”, doğrudan doğruya bu ülkedeki IMF programından kaynaklanmıştır. ABD-kaynaklı ambargoların, gerçekleşen veya girişilen darbelerin ekonomik sonuçları belirleyicidir; ama IMF belgesinde değil … 

Bir büyük bölge olarak Orta Doğu’daki yoksullaşmanın arka planına Ocak 2020 belgesi, “yükselen jeopolitik gerilimler, toplumsal huzursuzluklar, çatışmalar” ifadeleri ile değiniyor. IMF, bu arka planın emperyalizmden kaynaklandığını elbette belirtemeyecektir. 

Hindistan’da ise kriz ve yoksullaşma değil, bir durgunlaşma söz konusudur. Beş yıl önce finansal serbestleşme, tam dışa açılma ve özelleştirme programlarıyla iktidara gelen Narendra Modi, neoliberal çevrelerin gözde siyasetçilerindendir. Bu ülkenin Asya’da (yarı-devletçi ve planlamacı) Çin’e karşı alternatif, “piyasa dostu” bir model oluşturma beklentisi vardır.

Kaskatı bir Hindu faşisti olan Modi 2019 seçimlerini de kazandı. Ama IMF’yi hayal kırıklığına uğrattı: Büyüme hızı son dört yılda ilk kez Çin’in gerişinde kaldı. Üstelik, ekonominin yavaşlamasına (%6,8 → %4,8), kronik dış açığın yükselerek 58 milyar dolara tırmanması refakat etti. 

Ocak 2020 tarihli IMF belgesi Hindistan’daki durgunlaşmayı “iç talebin ve kredilerin tahminleri aşan tempoda daralması ve finansal gerilimler” ile açıklıyor. Hindistan’dan Marksist meslektaşlarımız (P.Patnaik,  J.Ghosh, C.P.Chandrasekhar), ekonomik durgunlaşmanın geçici olmadığı tespitinde birleşmektedir. Irkçı yasaların, solculara karşı baskıların ve neoliberal politikaların doğurduğu tepkilerin, artan dış kırılganlıkla birleşmesi vurgulanmaktadır. 
Ocak 2020 tarihli IMF belgesi, üç ay önce yayımlanan kapsamlı ekonomik raporun nicel öngörülerini güncelliyor. Buna göre 2019’da dünya ekonomisini “halsiz kılan” üç coğrafya, 2020’den itibaren yeniden canlanacaktır. Latin Amerika ve Orta Doğu’da büyüme tempoları kriz arifesini (2018’i) bir yıl içinde aşacak; Hindistan’da ise yeniden Çin’e yaklaşacaktır. 

Bunlar, “öngörü” değil, “iyimser beklenti”lerdir. IMF, 2019 kriz/durgunlaşma süreçlerinin nedenlerine girmemekte; bunları esrarengiz “olumsuz sürprizlere” bağlamaktadır.

Sermayenin sınırsız tahakkümünü, emperyalizmi, kapitalizmin ekonomik doğasını dikkate almayan kriz analizleri ciddiye alınamaz.

Korkut Boratav / SOL

Kızılay'ın yancısı Başkentgaz'ın halka ettikleri: Doğalgaz soygunu işte böyle işliyor - SOL

Ensar Vakfı'na 8 milyon dolar aktaran Başkentgaz'ın özelleştirilme süreci, doğalgaz soygunun da en büyük ipucunu veriyor...

Kış aylarıyla birlikte doğalgaz soygunu yurttaşları isyan noktasına getirmiş durumda. Son iki yılda yüzde 62 oranında zamlanan doğalgaz, halkın ısınma hakkına ulaşmasını fiilen imkansız hale getirirken, binlerce yurttaşın gazı faturasını ödeyemediği için kesiliyor.

Soygun giderek derinleşirken özellikle Ankara’da yoğun olarak kullanılan kartlı sayaçlarda özel şirket ve EPDK eliyle ikili bir soygun mekanizması devreye sokulmuş durumda. 


Şirketlerin baskısı sonrası AKP tarafından çıkarılan soygun düzenlemesi, kartlı sistemde önceden gaz alan yurttaşlara tüketim süresince gelen ek zammın bir sonraki gaz alımında yansıtılması şeklinde işliyor.

Yapılan bu hukuksuz düzenlemeye karşı bir kampanya da başlatan Tüketici Hakları Derneği yöneticileriyle doğalgaz soygunu ve kartlı sayaçlarda belediye ve özelleştirme sonrası şirketler eliyle yapılan soygunu konuştuk. Dernek yöneticileri, isimler değişse de sadece patronların düşünüldüğü mevcut enerji politikalarıyla soygunun giderek katlanacağına işaret ediyor.

Öte yandan dün Ensar Vakfı'na 8 milyon dolar aktaran Başkentgaz'ın özelleştirilme süreci, doğalgaz soygunun da en büyük ipucunu veriyor...

‘DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE BÖYLE BİR ŞEY YOK’

Kış aylarıyla birlikte yurttaşlar gelen doğalgaz faturalarına isyan etmiş durumda. Halkın en temel ihtiyaçlarından olan ısınma hakkına ulaşamadığı bir durumla karşı karşıyayız. Bu tabloya ilişkin sizin değerlendirmeniz nedir?

THD Başkanı Turhan Çakar: Halkın beslenme, barınma, ısınma, su ve elektrik hakları en temel gereksinimleri ve bunlara erişme hakkı var. Ancak maalesef Türkiye’de bu başlıklarda oldukça kötü bir tablo var.
Türkiye enerjide tamamen dışa bağımlı bir politika izliyor. Doğalgazda bu oran yüzde 90’ın üzerinde. Üstelik doğalgazın ülke içindeki dağıtımının da tamamı özel sektöründe elinde.

Özellikle bu sene doğalgazdaki yüksek zamlar nedeniyle tepkiler en üst düzeye çıktı. Son iki yılda yüzde 60’ın üzerinde zam geldi doğalgaza. Her yıl binlerce kişi mağdur oluyor ama bu yıl bu tepkiler tepe noktasına çıkmış durumda.

Halkın size ulaşan şikayetleri de arttı sanıyoruz?
Çakar: Evet, bu dönemde çok daha fazla başvuru yaşanıyor.
Özellikle kartlı doğalgaz sayacı kullanan abonelerden çok sayıda başvuru oluyor. Temmuz 2018’de EPDK tarafından çıkarılan düzenleme halkı isyan ettirmiş durumda. Zamdan etkilenmemek için halkın zam gelmeden önce peşin parasını ödeyerek aldığı gaza, alımdan sonra gelen zammın eklenmesi yoluna gidildi.
Federasyonumuz bu kararın iptali için dava açtı, başka davalar da açıldı bu konuda. 

Bu davalar henüz sonuçlanmadı.

Bu düzenlemeyle birlikte kartlı gaz kullanan yurttaşlara ya fatura kesiyorlar ya da gaz almaya gittiklerinde aradaki fark kesilerek eksik gaz veriyorlar.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Siz bir şey alıyorsunuz, peşin parayla alıyorsunuz. Daha sonra bu aldığınız şeye zam geldi diye dönüp size bu aradaki farkı ödeyeceksiniz diyorsunuz. Böyle bir hukuksuzluk yok. Hukuksuzluk, vurgun burada yasa kapsamına alındı.

‘HAK ARAMANIN DA ÖNÜNE GEÇİLMEK İSTENİYOR’

Genel Sekreter Celil Yaraşlı: Federasyonun yaptığı iptal başvurusunu sen doğrudan tüketiciyi temsil etmiyorsun, dernekleri temsil ediyorsun diye reddettiler bu arada. Dernekler yargı müracatlarındaki masraflardan muaftı, bunu 5 yıl önce hükümet iptal etti. Yani hak aramamızı da engellemiş, zorlaştırmış durumdalar.
Turhan Çakar: Yani vatandaşların hak aramasının da önüne geçiliyor, bu da engelleniyor.

Bu soyguna karşı bir kampanya da başlattık. Halka bu konuda hazırladığımız itiraz dilekçelerini yetkili kurumlara göndermeleri için çağrı yapıyoruz bir kez daha.
Asgari ücretli yurttaşlar, asgari ücretten düşük ücreti olan milyonlar var  bu ülkede biliyorsunuz. Bu insanların bir de kira ödediğini düşünün, bırakın doğalgazı, ekmeği alacak parayı zor bulabiliyor yurttaşlar. Ya gazı kısıyorlar ya da tümden kapatıyorlar. Dolayısıyla hastalıklar da artıyor kış koşullarında. Dediğim gibi diğer yandan da vatandaşlar hak arayamıyor düzenlemeler nedeniyle.

Türkiye’de belli bir azınlığın lehine, doğalgaz dağıtım şirketlerinin lehine, elektrik şirketlerinin lehine yapılıyor her şey. Elektrik ve doğalgaz dağıtımının yüzde 100’ü, elektrik üretimi büyük oranda özel şirketlerde. Bu halkı mağdur eden asıl politikadır.

Gerçekten çok büyük hukuksuzluk var, geçen hafta bir dilekçe kampanyası başlattık. Peşin olarak kartla gaz alanlara daha sonra gelen zammın yansıtılmasına karşı başlattık bu kampanyayı. Cumhurbaşkanı, Enerji Bakanı ve vekillere yönelik dilekçe örnekleri hazırladık ve web sitemize ekledik bunları. Halktan bu dilekçeleri ilgili yerlere göndermesini talep ediyoruz. Bu başlıkta 15 Şubat’a kadar çalışma yapacağız. 

Ne kadar çok yurttaş bu yönetmenliğin iptal edilmesi için dilekçesini iletirse bu o kadar büyük bir tepki haline gelecek, dolayısıyla herkese bir kez daha bu dilekçeleri iletme çağrısı yapıyorum.

‘BÖYLE BİR HOYRATLIK OLMAZ’

Başkentgaz ’zammın yansıtılması’ düzenlemesi sonrası 12 milyon liraya yakın fark ödemesi aldığını açıkladı. Açıklamada gazı doğrudan BOTAŞ'tan alıp halka ulaştırdıklarını, depolama imkanı olmadığı için de doğalgaza gelen zamları doğrudan fiyatlara yansıtmak zorunda kaldıkları ileri sürüldü. Buna ilişkin ne söylersiniz?

Celil Yaraşlı: Başkentgaz ön ödemeli gaz alan yurttaşlardan aldığı farkı Botaş’a aktarmıyor ki, o parayı peşin alarak kullanıyor.  Bir mal alıyorsunuz, parasını ödüyorsunuz ama sonrasında sana “buna zam geldi, ben biraz daha para alacağım senden” diyorsun. Bu nereden bakarsanız bakın hukuksuzluk. Bu kadar hoyratlık olmaz, hem parayı kullanacaksın hem de böyle diyeceksin. 
Bu hoyratlık Başkengaz’ın özelleşmesi sürecinden başlamıştı. Diğer dağıtım bölgelerinden farklı bir şekilde özelleştirilmişti Başkentgaz.

GÖKÇEK’İN DOLAR VURGUNU SONRASI GELEN ÖZELLEŞTİRME

Nasıl bir fark?

Celil Yaraşlı: Özel bir yasayla özelleştirildi Başkentgaz. 
Eski belediye mekanik sayaçları söktü çeşitli gerekçelerle, örneğin son ödeme geçtiyse hiçbir duyuru ve bildirim yapmadan sayacı söküp gidiyorlardı. Sonra sana ön ödemeli sayaç aldırıyordu zorla, 300 dolar da para alıyorlardı. Ön ödemeden paraları aldı aldı aldı sonra ortaya çıktı ki BOTAŞ’a parayı ödememiş. Sonra özelleştirme kararı aldılar, BOTAŞ’a olan borç özelleştirmeden karşılandı. Ancak o süreçte toplanan paralar ne oldu, 300 dolarlar nereye kullanıldı? Bu konuda hiçbir bilgi yok.

ÖNCE GÖKÇEK, SONRA ŞİRKET SOYGUNU

Turhan Çakar: Öyle ilginç şeyler oldu ki… 300 dolar para toplandı bağlantı ücreti adı altında. Sonra 2016’nın sonuda EPDK’ya yapılan baskı ile karar çıkarıldı ve bu kararla dağıtım şirketlerine sayaçları değiştirme olanağı verildi.

Başkentgaz ne yaptı? 

O seçeneklerden birisini seçti, kartlı sayacı mekanik sayaçla değiştirmeye başladı. Bunun bir nedeni vatandaşların yaptığı zam öncesi gaz alımlarını engellemek, bir de aldıkları 560 liralık güvence bedeli. Bir de sayaç miktarı var ayrıca. İki türlü soygun yapılıyor. Bir taraftan Melih Gökçek bir takım şirketlerle soygun yaptı, şimdi de bu yapılıyor… 

Bu çok açık bir soygun, Gökçek döneminde başlayan ve şimdi de devam eden bir soygun.

Açıkça EPDK doğalgaz şirketinin aracılığını yapıyor. Biz vatandaşların şikayetlerini önce Başkentgaz’a gönderiyoruz, sonra o gelen yanıtla birlikte EPDK’ya başvuruyoruz. EPDK ne yapıyor biliyor musunuz? Başkentgaz’ın yanıtını aynen alıp vatandaşa geri gönderiyor. Böyle bir kamu kuruluşu olur mu?

YÖNETMELİĞE AYKIRI SOYGUN

Nasıl bir süreç işliyor zorla sayaç değişimi konusunda?

Celil Yaraşlı: 2014 yılında EPDK’ya başvurduk. EGO döneminde zorlama yapıldığı gerekçesiyle “tüketicinin sayaç değiştirmeye zorlanamayacağı” ifadesinin açıkça yer aldığı yönetmeliğe dikkat çektik. EPDK bize bu konuda “evet, zorlanamaz” yanıtını vermişti.

Ancak EPDK bu kararı 2016’da değiştirdi. Yani yönetmeliğe açıkça aykırı olan bir karara imza attı EPDK.

Süreç ise şu şekilde ilerliyor… 

EPDK, 14 yılını dolduran sayaç arızalanırsa bunu değiştirebilirsiniz diyor Başkentgaz’a. Bir de ekliyor, 20 yılını dolduran sayaç arızalı değilse bile değiştirebilirsin. Oysa Ölçü ve Ayarlar Kanunu var bu ülkede, o kanuna göre her 10 yılda bir periyodik bakımlarının yapılması lazım bu sayaçların. Burada bir arıza varsa onu düzelteceksin diyor söz konusu kanun. EPDK’nın izni ise 20 yıllık sınır çiziyor, çalışıyorsa bile zorla sayaç değiştirebilirsin diyor.

Yönetmeliğe açıkça aykırı olan bir düzenleme şirketlerin çıkarına olacak şekilde hayata geçiriliyor.

Öte yandan normalde doğalgaz dağıtım şirketlerinin yönetiminde ilgili yerel yönetimden bir isim de mutlaka bulunuyor. Ancak bu yönde bir düzenleme Ankara’da yok. Belediye bu konuda bir başvuru yaptı mahkemeye.

TÜKETİCİ KANUNU DA TANINMIYOR

Kartlı gaz uygulamasına sonradan yansıtılan zam uygulamasının bir tuhaflığı daha var. Tüketici Kanunu’nda "haksız şart” diye bir unsur var. 

Sonuçta ortada bir sözleşme var, gazı kullanan yurttaşın şirketle yaptığı sözleşmesi aynı şekilde devam ederken kendisine bildirilmeden sözleşme şartında değişikliğe gidiliyor. Bu tüketici mevzuatına açıkça aykırı. Tüketici Kanunu’nda şöyle bir madde var: “Diğer kanunlarda eğer aynı kanunda bir hüküm varsa, tüketicinin lehine olan uygulanır”. 

Burada açık bir haksız şart var ve hangisinin tüketicinin yararına olduğu açık. Konu yargı sürecinde, tarafsız ve adil bir karar verilmesini ve bu soyguna bir an önce son verilmesini istiyoruz.

‘ŞİRKETLERİN DEĞİL HALKIN YARARINA BİR ENERJİ POLİTİKASI HAYATA GEÇİRİLMELİ’

Çözüm ne peki bu tabloda?

Turhan Çakar: Bu tablo artık sürdürülemez diyoruz. Her geçen dönem her geçen gün tablo daha da ağırlaşıyor. Özelleştirme uygulamalarının son bulması, yerli kaynaklara dayanan bir enerji politikasının uygulanması gerektiğini söylüyoruz.
Güneşe ve rüzgara dayalı enerji politikaları ciddiyetle ele alınmalı, bu kaynaklar etkin şekilde kullanılmalı, bu devlet tarafından planlanarak, destek verilerek yapılmalı diyoruz. Şirketlerin değil, kamu eliyle halkın yararına olacak şekilde yapılmalı bu.

İthalata dayalı enerji politikalarına son verilmeli, bağımlılığı çözücü adımlar hızlıca planlanmalı. 2018 yılı rakamlarına göre enerjide 43 milyar dolarlık bir ithalat yapıldı.

Kısacası yerli ve yabancı şirketlerin değil halkın yararına bir enerji politikasının hayata geçirilmesi gerekiyor diyoruz.

SOL

Demokrat Parti dönemi - Yavuz Selim Demirağ

Turan Akıncı üşenmemiş hazırlamış ben de değerli okuyucularımızla paylaşıyorum... Bugün takkeli iktidarı görünce, Adnan Menderes dönemi daha iyi anlaşılıyor. Alın size bazı başlıklar:


16 Haziran 1950- DP iktidarının ilk icraatı. Türkçe okunan ezanın tekrar Arapça okunmasını sağladı.
5 Temmuz 1950- Radyodan dini program yayın yasağı kaldırıldı.
3 Aralık 1950- Arap harfleriyle eğitim yapan dershanelere izin verildi.
8 Ağustos 1951- Hükümet, Halk Evleri'ne el koydu.
9 Ekim 1951- Devlet iç borçları 2 milyar 565 milyon liraya yükseldi.
4 Kasım 1951- İlkokulların ders programlarına din dersi konuldu.
5 Haziran 1952- Lozan Antlaşmasına göre, Fener Rum Patrikhanesi'nin başındaki kişinin Türk vatandaşı olması gerekir. Bu ilke ilk kez ABD'den uçakla gönderilen Athenagoras'ın Türkiye'ye sokulması ile ihlal edildi. Başbakan Menderes Athenagoras'ı ziyaret etti.
8 Ekim 1952- Balıkesir'e giden CHP lideri İnönü'yü, vali kent dışında karşılayarak, kente girmemesini, girerse olaylar çıkabileceğini ve kendisinin sorumluluk almayacağını belirtti. İnönü gezisinden vazgeçti.
24 Aralık 1952- Anayasada bulunan Türkçe kelimeler yerine Osmanlıca kelimeler kullanıldı. Bakanlık yerine Vekalet kullanılmaya başlandı. Genelkurmay Başkanlığı'nın adı "Erkan-ı Harbiye-yi Umumi Reisliği" şeklinde değiştirildi ).
21 Ocak 1953- Petrollerimizin işletilmesiyle ilgili ilk anlaşma bir ABD şirketiyle yapıldı.
21 Temmuz 1953- Profesörlerin politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun kabul edildi.
27 Ocak 1954- Köy Enstitüleri kapatıldı.
7 Mart 1954- Petrol işletmeciliğini yabancı sermayeye açan ve MaxBall adlı bir yabancının hazırladığı Petrol Yasası Meclis'te kabul edildi.
8 Mart 1954- Basını sıkı kontrol altına alan ve basın suçlarına yönelik cezaları yükselten Basın Kanunu kabul edildi. Hakaret suçuyla yargılananlara iddialarını mahkemede ispat hakkı tanınması isteği reddedildi.
2 Mayıs 1954-  Genel Seçimler Yapıldı. Oyların %57,6'sını alan Demokrat Parti 503 sandalye kazanırken, %35,4 oy alan CHP sadece 31 milletvekili çıkarabildi.
30 Mayıs 1954- Osman Bölükbaşı'nı seçen Kırşehir, ceza olarak il olmaktan çıkarılıp ilçe yapıldı.
14 Haziran 1954- Seçimlerde CHP'ye oy veren Malatya ceza amacıyla bölünerek Adıyaman ili kuruldu.
21 Haziran 1954- Demokrat Parti kendi kadrolarını kurmak için devlette tasfiyeye yöneldi.
7 Ağustos 1954- Millet gazetesi sahibi Fuat Arna, Adnan Menderes'e hakaret ettiği için tutuklandı.
18 Ağustos 1954- Millet gazetesi yazarı Nurettin Ardıçoğlu ile yazı işleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu gazetede çıkan bir yazıdan dolayı 7'şer ay hapis cezasına çarptırıldılar.
1 Aralık 1954 - Hüseyin Cahit Yalçın, Hükümete hakaret ettiği gerekçesiyle 26 ay hapse mahkûm edildi ve 79 yaşında hapse girdi.
8 Nisan 1955- Döviz bulunamadığı için kahve ithalatı yapılamadı. İstanbul'da hane başına 100 gram kahve dağıtımına başlandı. Kahve alanlar, muhtarların hazırladığı listeleri imzaladı.
23 Haziran 1955- Hükümete muhalif Akis dergisinin yazı işleri müdürü Cüneyt Arcayürek "Hükümetin nüfuzunu kıracak neşriyat yapması ve bu suçu işlemekte devam etmesi ihtimalinin bulunması" gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
20 Temmuz 1955- Polis, CHP Isparta İl Kongresini dağıttı. Kasım Gülek kürsüden indirildi.
5 Ağustos 1955- Karadeniz gezisine çıkmış olan CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Sinop'ta tutuklanarak İstanbul'a getirildi ve bir gün hapiste kaldı.
5 Eylül 1955- Ekspres Gazetesi'nde Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atıldığı haberi yayınlandı.
6 Eylül 1955- Atatürk'ün evine bomba atıldığı haberi üzerine, çok önceden planlanan gösteriler, kısa zamanda Rum vatandaşların işyeri ve evlerine yönelik yağmaya dönüştü.
7 Eylül 1955-  Hükümet bu olayları muhaliflerinin üzerine yıkmak, onlardan da kurtulmak amacıyla olayları komünistler tezgahladı söyleminde bulundu. İdam talebiyle yargılanması öngörülen bu kişiler arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Dr. Can Boratav, Asım Besirci, Hasan İzzettin Dinamo da bulunuyordu.
16 Eylül 1955- Sabah Postası gazetesi kapatıldı, yazı işleri müdürü Orhan Rahmi Gökçe tutuklandı.
19 Eylül 1955- Muhalif yayınlarından dolayı Ankara'da Ulus Gazetesi süresiz kapatıldı.
15 Ekim 1955- Ispat Hakkı Kaldırıldı. Siyasiler hakkında bir iddia ileri sürenler hakaret suçuyla yargılanıp mahkûm olmaktaydılar. Yargılanan kişinin ispat hakkı kaldırıldı.
8 Şubat 1956- Ekonomik sıkıntılar nedeniyle gazetelerin sayfaları 6'ya indirildi.
2 Mart 1956- Cumhurbaşkanına hakaretten gazeteci Şinasi Nahit Berker, 1 yıl hapse mahkûm oldu
8 Nisan 1956- Başbakan Menderes, muhalefeti, "Siyasi sapıklık, Sahte ihtilalcilik, İnkarcılık, Adi ve alçak iftiracılık, Sahte hürriyetçilik ve tedhişçilikle suçladı."
31 Mayıs 1956- CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, "Adım adım mutlakıyete gidiyoruz " dedi.
14 Haziran 1956- CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, TBMM'nin manevi şahsına hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl hapse ve 4 ay Bursa'da ikamete mahkûm oldu.
13 Ağustos 1956- Bakanlar Kurulunca ortaokullarda din dersi okutulmasına karar verildi.
28 Eylül 1956-  Parasızlıktan Maliye, İstanbul'da Hazine'ye ait 10 bin arsa ve 500 binayı satışa çıkardı.
11 Mayıs 1957- Gazeteci Nusret Safa Coşkun ve Rıfat Ekinci birer yıl hapse mahkûm oldular.
19 Mayıs 1957- Kayseri'de halka yaptığı açıklamada Menderes, "DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde 15.000 yeni cami inşa ettik" dedi.
2 Temmuz 1957- CMP Genel Başkanı ve Kırşehir Milletvekili Osman Bölükbaşı tutuklandı.
6 Temmuz 1957 - Hükümet, İstanbul Gazeteciler Sendikası'nı bir süre için kapattı.
20 Ekim 1957- Menderes, Adana'da yaptığı seçim konuşmasında, "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camiini de ikinci bir Kabe yapacağız" dedi.
27 Ekim 1957- Genel Seçimler Yapıldı. Oyların % 47,9'unu alan DP 424,  % 41,1'ini alan CHP: 178. Toplam 610 milletvekili seçildi. Seçim sonuçları tartışmalara neden olmuş. En vahim olaylar Gaziantep'te yaşanmış, seçimi ilk önce CHP'nin kazandığı ilan edilmiş, sonra bu karar değiştirilmiştir. Bu olayın yarattığı tepkiler üzerine kentin üstünde askeri uçaklar uçuruldu.
29 Ekim 1957- Seçim günü Mersin'de bir CHP'linin öldürülmesi olayına yayın yasağı konuldu.
1 Kasım 1957- Yeni meclisin toplanacağı bugün halkın tepkisinden çekinen iktidar başta meclisin çevresini tanklarla çevirmek dahil kentin tüm önemli noktalarına askerî birlikler yerleştirdi.
10 Mart 1958- Demokrat Parti örgütlerinin, Ramazan ayı boyunca camilerde düzenlediği mevlitlerin propaganda amacıyla devlet radyosundan naklen yayını uygulaması başlatıldı.
30 Nisan 1958- Et sıkıntısını gidermek için Yeni Zelanda'dan koyun eti dış alımı yapıldı.
19 Temmuz 1958- Nükleer silah taşıyan ABD uçakları İncirlik üssüne indi.

2 Ağustos 1958- IMF önerisiyle, Cumhuriyet tarihinin en yüksek orandaki devalüasyonu yapıldı. 1 dolar 2,80 TL'den 9 TL'ye çıkarıldı. Devalüasyon oranı yüzde 221 oldu.
4 Ağustos 1958- IMF'den ilk borç alındı. IMF, Türkiye'ye 250 milyon dolar kredi verdi.
6 Eylül 1958- Başbakan Menderes, "İdam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya…" diyerek muhalefeti tehdit etti.
7 Eylül 1958- CHP Genel Başkanı İnönü, "Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez" diyerek Başbakana cevap verdi.
21 Eylül 1958- Başbakan Menderes, CHP'nin parti olmadığını, İsmet İnönü'nün siyaseti bırakması gerektiğini, basının istediğini yazamayacağını söyledi.
22 Eylül 1958- İnönü, "Demokrasiye paydos demeye Demokrat Parti genel başkanının gücü yetmeyecektir" şeklinde cevap verdi.
12 Ekim 1958- Başbakan Adnan Menderes, yurttaşlara muhalefetin kin ve husumet cephesine karşı bir "Vatan Cephesi" kurmaları çağrısında bulundu. Vatan Cephesine katılanların ismi saatlerce radyolarda okunurdu.
19 Ekim 1958- Başbakan Menderes, Said-i Nursi'nin yaşadığı Emirdağ'da, Nurcular tarafından hilafet ve saltanatı temsil eden iki tuğralı, yeşil bayrak açılarak karşılandı. Menderes, Risale-i Nurların ilk kez serbestçe basılması için talimat verdi ve kâğıt tahsisi yaptı.
30 Kasım 1958- DP hükümeti  Adalet Bakanı Esat Budakoğlu açıkladı. İlk sekiz yıllık hükümet dönemi içerisinde 811 gazeteciye toplam 57 yıl hapis cezası verilmiş olduğunu açıkladı.
20 Şubat 1959- Uçak kazasından kurtulmuş olması nedeniyle taraftarları arasında adeta Evliya mertebesinde kabul edilen Menderes, Eyüp Sultan'a gitti, yanında büyük bir kalabalıkla türbede dua etti, dağıtılmak üzere resimler çektirdi.
2 Mart 1959- Müsteşarı Ahmet Salih Korur, Eyüp Sultan Camisinin avlusunda büyük bir iftar yemeği verdi.
30 Nisan 1959- İsmet İnönü'nün Uşak gezisinde olaylar çıktı. İnönü'nün Kurtuluş Savaşı'nda karargâh olarak kullandığı evi ziyaret etmesi, Uşak valisi tarafından önlenmek istendi. Valinin bu yasadışı buyruğunu kabul etmeyen Emniyet Müdürü ve Jandarma Komutanı aynı gün görevden alındılar. Polis, halkı dağıtmak için göz yaşartıcı bomba kullandı.
7 Kasım 1959- CMP lideri Osman Bölükbaşı, 10 ay hapse mahkûm oldu.
23 Ekim 1960- Demokrat Parti iktidarında okuma yazma bilenler yüzde 41'den yüzde 39'a düştü.
5 Ocak 1960- Mersin'e gitmekte olan Menderes'in önüne Tarsus'ta elinde kasap bıçağı olan Ali Bayat adlı bir şahıs çıktı ve bacaklarının arasına sıkıştırmış olduğu beş yaşındaki çocuğu göstererek  "Uçak kazasından kurtulduğunuz için oğlumu size kurban edeceğim" dedi, son anda engellendi.
5 Ocak 1960- Said-i Nursi, Doğu illeri valilerine bir mektup yazdı: Şark bölgesinde komünistliği 60 bin Nursî sayesinde önlemekteyim. Nasıl ki Arapça ezan okutturduk ve bu sayede Müslümanları Demokrat Parti cephesinde topladığımız malumunuzdur. Şimdi de dağıttığımız bu Risale-i Nurlarla komünizmle ve masonlukla savaşacağız.
12 Nisan 1960- DP Grubu yayımladığı bildiri ile CHP'yi silahlı ve tertipli ayaklanmalar hazırlamakla, bir kısım basını da bunu yalan ve çarpıtılmış haberlerle desteklemekle suçladı.
18 Nisan 1960- CHP'nin orduyla birlikte hareket ettiği ve bir ihtilal peşinde olduğunu düşünen Demokrat Parti, bu iddiaları araştırması için Tahkikat Komisyonu kurdu.
27 Nisan 1960 - Meclis bünyesinde kurulan 15 üyeli Tahkikat Komisyonuna ek yetkiler veren kanun, uzun ve çetin tartışmalardan sonra kabul edildi.

Günümüzde benzerlikleri olduğu kanaatindeyseniz bu yazıyı kütüphanenize asıp dostlarınızla paylaşın.

Yavuz Selim Demirağ / YENİÇAĞ



30 Ocak 2020 Perşembe

Daha iyi bir kapitalizm midemizi bulandırıyor - ÖZGÜR ŞEN

Bu düzen yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada oldukça zor günler geçiriyor. 

Kapitalizmin efendilerinin ellerine tutuşturulan raporlar da onu gösteriyor.

Amerikalı meşhur şirket Edelman’ın yayınladığı son güven raporuna göre, çalışma yapılan 28 ülkenin 15 tanesinde büyük çoğunluk geleceği hakkında umutsuz. 

Yine aynı araştırmaya göre tam 22 ülkenin vatandaşları Edelman’ın kullandığı sözcüklerle kapitalizmin bu haliyle yararından çok zararı olduğunu düşünüyor. 

Çalışmada bunun en belirgin nedeni olarak ise “eşitsizlik” öne çıkıyor. İnsanlar kapitalizmin kör topal da olsa sağladığı ekonomik büyümeden mutlu değiller. Çünkü bu büyümenin kimin cebine gittiği herkes açısından aşikar. Amerikalı bir firmanın yaptığı bir araştırmada dahi yurttaşlar en çok gelir dağılımındaki adaletsizlikten söz ediyor.

İnsanların şikayet ettiği kötüye gidiş somut bir olgu üstelik ve bu gidişat başka çalışmalar tarafından açıkça gösterilmiş durumda. Pek çok insan, sınıf atlama hayallerini bir kenara bırakalım, kendi ebeveynlerinden daha kötü koşullarda yaşıyor ya da yaşamaktan endişe duyuyor.

Bu mutsuzluk ve endişenin bazı başlıklarda somut bir öfkeye dönüşebildiğine geçen yıllarda çokça tanık olduk. Önümüzdeki yıla dair öngörüler de farklı görünmüyor. Solcuların beklentilerinden değil yine farklı raporlara konu olan Batılı çalışmalardan söz ediyoruz.

Kimsenin yapmak için kahin olmaya ihtiyaç duymadığı öngörüler bunlar. Adına kapitalizm denen bu toplumsal düzen büyük ama çok büyük kitlelere sözcüğün gerçek anlamıyla hiçbir şey vaat etmiyor.
Ancak insanlar bu mutsuzluk ve endişeyle harekete geçtiklerinde dahi neye isyan ettiklerini bilseler de isyan ettiklerinin yerine ne istediklerini bilmiyorlar.

Edelman’ın raporda kullandığı ifade ilk okunduğunda insanı kızdırsa da bir gerçekliğe işaret ediyor. Büyük çoğunluk kapitalizme öfkeli, ama görünen o ki aslında kapitalizmin bu haline öfkeliler ve başka bir toplumsal düzen hakkında fikirleri yok. Kapitalizmin temellerine dönük bir saldırıyı içeren somut bir programa yaslanmadan ya da gerçek bir düzen değişikliği talebi olmaksızın sokaklara dökülen milyonlar bunun en somut göstergesi.

Endişeli ve mutsuz milyonların talepleri böylesine belirsiz olunca da, kitle hareketleri, heyecan verici yanlarına rağmen, Batılı merkezlerde yayınlanan soğukkanlı raporlarla aynı içeriği paylaşmaktan kurtulamıyor.

Bu rapor ve çalışmalar, dünyadaki tüm patronlara aynı mesajı veriyor: Kapitalizm bu haliyle sürdürülemez… Sokaklara dökülen milyonların da mesajı şimdilik pek farklı değil. 

Şimdilik…

Şimdilik böyle çünkü kapitalizm tüm krizine rağmen düşünsel iklimi belli açılardan kontrol edebiliyor. Servetin ağır bir şekilde vergilendirilmesi veya rantçılardansa üretim yapan patronların desteklenmesinin kapitalizme dair en radikal öneri olduğu bir ortamda, üstelik bu önerilerin kendilerini basbayağı solda gören insanlar tarafından yapıldığı koşullarda, kapitalizmin düşünsel gücü hakkında gerçekçi olmak zorundayız.

Evet bu düzen ekonomik açıdan zorlanıyor. 
Evet kapitalizm tüm dünyada geniş kitlelere geleceğe dair bir umut vermiyor. 
Evet kapitalizmin dünya genelinde kurduğu siyasi düzen çatırdıyor. 
Evet bir savaş tehlikesi kapıda. 
Evet kapitalizmin iki asırdır büyük bir hırsla yağmaladığı doğal kaynaklar öylesine hırpalanmış durumda ki, gezegenin geleceği bütünsel bir tehditle karşı karşıya…

Ama tüm bunlar ortadayken tartışılan çözümler kapitalizmin temellerini tehdit etmiyor. Kapitalizmin bu halinden mutsuz olan milyonlara başka türlü bir kapitalizm öneriliyor.

Patronların ve dünyanın efendilerinin o önerilen başka hali dahi kabul edip etmeyeceği ayrı bir tartışma… Ancak geleceğe dair derin endişeleri olan ve artık temel sorunun eşitsizlik olduğunu kavramış büyük kitlelere, eşitsizliği ortadan kaldırmak yerine kontrol altına alacak önerilerin götürülmesi açık ki bu düzenin ve elbette patronların elini güçlendiriyor.

Herkesin sınıfsal açıdan bulunduğu yerde kaldığı, ama işçinin bugünkünden belki daha az süründüğü, patronunun haramiliğinin bir nebze olsun sınırlandırıldığı bir kapitalizm hayal ediliyor. 

O da belki…

Zengini zengin yapan düzen ve mekanizmaya dokunmayan ve dolayısıyla onun zengin kalmasını garanti altına alan sahte bir mutabakat bu.

Bu kötünün iyisi söylemi her düzlemde bıktırmadı mı gerçekten? 
Bizi yoksulluğa mahkum edenlerle uzlaşma fikri mide bulandırmıyor mu? Hayatımızın katilleriyle masaya oturma düşüncesi rahatsız edici değil mi?
Karmaşık pazarlıkların, sahte mutabakatların peşinde koşmaktansa yaşamı ve tarafları sadeleştirmenin vakti gelmedi mi?

Ya onlar ya biz demenin… 
Servetlerinin vergi adı altında bir kısmına değil hepsine el koymanın, onları servet sahibi yapan mekanizmaları yok etmenin… 
Rant değil üretim ekonomisi diyerek bir patrondan diğerine kaynak aktarmaktansa tüm üretim araçlarını herkesin mülkü haline getirmenin… 
İşsizlikle ilgili patronlara yalvar yakar olmaktansa mal ve hizmet üreten ne varsa kamulaştırmanın… 
Bu toplumsal düzeni baştan aşağı değiştirmenin vakti gelmedi mi?

Yaşadığımız tüm sorunları devrimci bir zeminde ele almanın vakti geldi de geçiyor bile. Mide bulantısı bir yana, daha iyi bir kapitalizmi, kapitalizm içindeki çözümleri tartıştıkça zaman kaybediyoruz. 

Telafisi çok zor bir zaman bu.

Özgür Şen / SOL

29 Ocak 2020 Çarşamba

Katledilişinin 99. yılında Suphi'nin çağrısı hâlâ güncel: Sabrettiğin yeter! Kalk, kendini göster...- SOL

Bu yıl 100. mücadele yaşına giren Türkiye Komünist Partisi'nin kurucu önderleri bundan 99 yıl önce katledilmişti. Katledilişlerinin 99. yılında Mustafa Suphi ve yoldaşlarını saygıyla anıyor ve yaptıkları çağrıyı bir kez daha hatırlatıyoruz: 'Türkiye’nin işçi ve yoksul köylüleri! Ancak sermaye ve para tahakkümünün devrilmesi, sosyalist devrimin bütün cihana yayılması sana tam ve sağlam bir hürriyet verecektir!'


Türkiye Komünist Partisi'nin kurucuları ve önderleri, 1921 yılında Anadolu'daki emperyalizme karşı savaşa destek vermek için çıktıkları yolda, burjuvazi tarafından katledildiler.

TKP'nin 100. mücadele yaşında, Suphilerin katledilişlerinin 99. yılında, Mustafa Suphi'nin Türkiye emekçilerine yaptığı çağrıyı hatırlatıyor ve Suphi ile TKP'nin kurucularını bir kez daha saygıyla anıyoruz:




Mustafa Suphi’nin Türk Halkına Çağrısı’ndan

Türkiye’nin işçi ve yoksul köylüleri! Ancak sermaye ve para tahakkümünün devrilmesi, sosyalist devrimin bütün cihana yayılması sana tam ve sağlam bir hürriyet verecektir. 

Sen, ancak sermayedarların, zenginlerin, toprak sahiplerinin, paşa ve ağaların etki ve baskısını yıktığın ve bütün kuvvetinle sosyalizm devrimini kendi memleketinde savunduğun ve yaydığın takdirde uluslararası devrimin ilerlemesine yardım etmiş olursun.

Türk, Müslüman, yabancı her kim olursa olsun, sermayedar ve zenginlerle birlik ve ittifak yapma.

Uluslararası harpçilere, emperyalizme elinden geldiği kadar karşı dur! Memleket içinde hiçbir bölük yabancı asker kalmasın!

Fransız, İngiliz, Amerikan emperyalistlerin yapacakları barıştan sakın ve bil ki, onların isteyecekleri tazminat ve eski borçlara dair ortaya koyacakları hesaplar, senin kolunu bükecek ve elinde avucunda ne varsa hepsini kaybettirecek.

Devrim düşmanlarıyla uzlaşmaya razı olan ikiyüzlü hainlere, emperyalist devletlere yanaşmayı kabul eden ve savunan dolandırıcılara el verme. 

Memleketini yeniden emperyalist savaşa sokmaktan ve ana topraklarını yeniden siperler, hendeklerle donatarak bağrını yırtmaktan sakın!

Sermayedarlar, generaller, papazlar ve tutucu mollalar ile birlikte emekçi halka karşı giden ve Rusya İşçi Halk Cumhuriyeti’ni yıkarak, onun yerine zenginler, sermayedarlar cumhuriyetini veya daha doğrusu çarlar devletini kurmak isteyenlerden kaç! 

Bunlar, bütün dünyanın emekçi halkını kırıp doğradıktan sonra şimdilik kendilerine meyil gösteren ikiyüzlü sosyalistleri dahi çiğneyip geçecek ve sermayedarların, çiftlik ağalarının toprakları zalim padişahın, kralın, çarın tahtını ensene bindireceklerdir.

Emperyalist hükümetlerin bugün memleketimize ve halkımıza saldıran ordularına karşı savaşa kalk! Emperyalistlerin para ile satın alarak ülkemize yolladıkları bütün alçak kuvvetlere silah çek. Yoksul ve emekçi! İyi bil ki, büyük zenginlerin, zalim paşa ve ağaların keselerinde Fransız ve İngilizlerden, Amerikalılardan aldıkları pek çok çalıntı altınlar vardır. Onlar bu altınlarla sana karşı kuvvet hazırlamaya, seni ezmeye çalışıyorlar.

Yoksul ve mazlum Türk rençperleri, sabrettiğin yeter! Kalk, kendini göster, Türkiye’nin zulüm ve kahır içinde diğer halklarına elini uzat!
Türkiye’nin işçi ve köylüleri! Her zaman aklından bir şeyi çıkarma: Avrupa ve Türkiye’deki bütün sermayedarlar, zenginler, paşalar, ağalar, papazlar, tutucu mollalar Türkiye’de hükmettikçe, sermaye ve para esirliği ortadan kalkmaz ve işçi, köylü, halk kendi devlet ve hükümetine kavuşamaz... 

(Bu yazı 1919 yılında yazılmıştır.)