30 Ağustos 2015 Pazar

Güzel insanlar giderken... Güzel insanlar gelirken...- ZEYNEP ORAL

Eylül henüz gelmedi. Ama koca bir yıl yaprak dökümüyle geçti... Art arda çekip gidiyor o güzel insanlar... Bizler de demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.

Sevgili Oktay Akbal da çekti gitti. Bir kez daha ne söylesem, ne yazsam eksik kalacak: 
Edebiyatımızın satır başlarından. Öykü, roman, deneme... Gazetecilik... Ustalık... Yaşamı yazıyla ifade eden... Yaşama ve yazıya zenginlik katan... Yüreği toplumun nabzıyla birlikte atan... Cumhuriyet’le özdeşlik... İnsan gibi insan... Yol gösterici... Dost... Her daim genç ve güler yüzlü... Sevgi insanı, saygı insanı... Türkçe tutkunu;Atatürk ilkeleri tutkunu... Gençlere inancını hiç yitirmeyen... 
Onu, dostluğunu çok özleyeceğim... Şimdi tüm eserlerini yeniden okumak zamanıdır...
***
Başlığa bakıp güzel insanlar gidiyor, yerleri her daim boş kalacak, güzel bir şeyin geldiği mi var ülkeye dediğinizi duyar gibiyim... Yaşar Kemal’in “Demirciler Çarşısı Cinayeti”nde dediği gibi “demirin tuncuna, insanın piçine kaldık...” 
Öyleyse eylülü karşılamak, eylül hüznünü dağıtmak için içimizi ısıtabilecek bir haber: Gençler ve gençlerin azmine, çabasına inananlar boş durmuyor, karşımıza güzellikler yaratıcılıkla çıkıyorlar. 
Yunanistan -Türkiye Gençlik Orkestrası’ndan söz ediyorum. Yaşları 16 ile 26 arasındaki 50 gençten oluşan orkestra sekiz yıldır etkinliğini sürdürüyor. Bu sekiz yıl içinde Türkiye ve Yunanistan’da birbirinden başarılı konserler verdiler. Üç yıldır bu orkestranın daimi şefi Cem Mansur

Yunanlı bir müzik tutkunu Leni Konialidis ve Bilkent Üniversitesi’nin ortak girişimi ve katkılarıyla kurulan Yunanistan -Türkiye Gençlik Orkestrası 2 Eylül’de Rodos’ta, 4 Eylül’de ise Marmaris’te konser verecek. Programda Mozart, Beethoven veMendelssohn eserleri var. Cem Mansur yönetimindeki konserin iki solisti Elli Papagrigoriou (keman) ve Michael Iskas (Viyola). Yolu oralara düşenler sakın kaçırmasın. Ruhunuz arınır! 
Cem Mansur’un genç müzisyenlerle muhteşem bir ilişkisi var. O, aynı zamanda Sabancı Vakfı tarafından desteklenen ve dünyayı dolaşarak başarılı konserler veren Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası’nın, ayrıca Türkiye - Ermenistan Gençlik Orkestrası’nın da Şefi. 
Burada amaç, müziğin ortak dili aracılığıyla farklı müzisyenler ve toplumlar arasında uyum sağlamak; hem nitelikli müzik yapmak hem de dostluğu, dayanışmayı güçlendirmek. 
İçinde yaşadığımız şu karanlık günlerde buna öyle gereksinimiz var ki!.. Keşke, keşke TRT onların konserlerini canlı yayımlayarak gerçek görevini birazcık yerine getirse.

ZEYNEP ORAL
Cumhuriyet

Oktay Akbal: Cumhuriyet çınarı-MUSTAFA BALBAY

Oktay Akbal’ı da sonsuzluğa uğurluyoruz. Cumhuriyet tarihinin en önemli edebiyatçılarından, köşe yazarlarından, aydınlanmacılarından biri olan Oktay Akbal, daha yaşamında ölümsüzlüğe ulaşmış, toplumun bütün katmanlarında yer edinmişti.
Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt olan Akbal, Cumhuriyet ile bağını sadece bu yaşdaşlıkla sınırlı tutmadı. Adeta Cumhuriyet’in bütün temel değerleri ile birlikte yaşadı.
Oktay Akbal gibi Atatürk dönemini, Cumhuriyetin kuruluşunu, Cumhuriyet devrimlerini yaşamış olan kuşak sonraki kuşaklara buruk bakar. Onlar Cumhuriyet heyecanını iliklerine kadar yaşadıkları için sonraki kuşakların bu heyecandan mahrum kalmasından duydukları üzüntüyü sürekli dillendirirler. Berin Nadi de son nefesine dek bizlere hep şunu söylerdi:
“Ah zavallı sizin kuşaklar! Cumhuriyet heyecanını yaşayamadınız. Yıkım yıllarına denk geldiniz...”
Oktay Akbal da öyleydi. O, Türkiye Cumhuriyeti’nin canlı tanığı olarak, aydınlanma devrimini hem yaşadı hem yazdı.

***
Yazarların kendi aralarında şöyle bir ikilem vardır; yazmak için mi yaşanır, yaşamak için mi yazılır...
Oktay Akbal yazarlık - gazetecilik uğruna yükseköğrenimini bile yarıda bırakmış bir kişi olarak, yazmayı yaşamının ayrılmaz bir parçası saydı.
Ama nasıl yazmaz?
O Türkiye Cumhuriyeti’nin inişli çıkışlı, darbeli ara dönemli yıllarında her şeyi göze alarak gerçekleri gazeteci çıplaklığında, edebiyatçı zenginliğinde, mücadeleci militanlığında yazdı.
Bu ilkeleri benimsemiş pek çok yazar gibi yaşam standardı hep belli bir düzeyde kaldı. Tanıdığı yabancı yazarlar ona takılırmış... Türkiye’de telif hakları daha çok telef hakları olduğu için yazarların ürettikleri öteden beri gerçek karşılığını bulmamıştır. Oktay Akbal da bundan payını alan ustalardan biriydi.
Oktay Akbal’ın bir kaygısı yazmaksa öteki iki kaygısı da iki Cumhuriyet’ti. Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhuriyet gazetesi. Bir dostuyla sohbetinin, hal hatırdan sonraki ilk cümlesi ya Türkiye Cumhuriyeti olurdu ya Cumhuriyet gazetesi. Her ikisi ile ilgili duyduğu derin kaygıların acısını son yıllarda vücudunu saran onca yastalıktan daha çok hissederdi.
Zaten her iki kurum da kendisine böylesi aşkla ve kaygıyla bağlı insanların üzerinde duruyor.
***
Oktay Akbal son yıllarını yeryüzündeki cennet Akyaka’da geçirdi. Kendisi ile burada zaman sınırı olmayan güzel sohbetlerimiz oldu. O Azmakbaşı’nda Nail Çakırhan ile birlikte otururken iki yanımızdan şırıl şırıl akan sulara, az ötedeki sazlıklara bakıp seslenmeden edememiştim; “Oktay Abi burası Azmakbaşı değil, yazmakbaşı...İnsan burada neler yazar.” O güzel kahkahasını atıp “O zaman sen de buralı ol”derdi.
Çağın insanlığın bütün değerlerini, en içli sözcüklerle haykıran Oktay Akbal, yazılarını daktilo ile yazmaktan parmakları şişinceye kadar vazgeçmedi. Ona geçen yıl Ali Abalı ile birlikte bir daktilo bulup ulaştırmak hepimize iyi gelmişti. Öyle ya dağarcığındaki her sözcüğü kâğıda dökerken, bizim de mürekkebimiz olacaktı.
Oktay Akbal’ı güzel ülkemizin en güzel köşelerinden birinde yarın sonsuzluğa uğurlayacağız. Cumhuriyet aydınlanmasının, Atatürk devrimcilerinin, güzel Türkçemizin başı sağ olsun.

Mustafa Balbay
Cumhuriyet

23 Ağustos 2015 Pazar

Trakya'da tarım topraklarını birileri topluyor!-Burhan Özalp

Bir araştırmada için Tekirdağ ve Edirne’deydik.  Bu sene farklı farklı illeri araştırma kapsamında gezdik. Büyük çiftçiler hariç, tarımdan memnun olan görmedik. Önceki yazılarda da dile getirdik. Girdi maliyetleri yüksek, ürün fiyatları düşük hatta senelerdir neredeyse aynı. Bu durum böyle devam ettikçe, hem şuan çiftçilik yapanlar tarımla uğraşmak istemiyor ve toprağına iyi bir fiyat gelirse satıyor hem de şuan için tarıma güç bela devam etse de kendisinden sonraki kuşak (çocukları-torunları) devam etmek istemiyor. Bu durum tarımın ve tarım topraklarının geleceği açısından ciddi bir sorun yaratıyor!
TRAKYA'DA TARIM TOPRAKLARI EL DEĞİŞTİRİYOR
Tekirdağ ve Edirne’de ayçiçeği-buğday tarımı yaygın olarak yapılıyor. Çiftçilerle ayçiçeği ve buğdayın gelir giderleri üzerine yaptığımız görüşmelerde, çiftçiler tarımdan para kazanamamalarına dair bulundukları serzenişte “zaten bizden sonra da bizim bu şartlarda çocuklarımız da yapmazlar bu işi, bizde satmaya başladık topraklarımızı. Ya çocuklarımız köyden giderler kendilerine iş bulurlar şehirde ya da köyde kalırlar ve eskiden bizim olan bu toraklarda tarım işçiliği yaparlar” dediler. Arazilerini satanların neredeyse hepsi küçük ya da orta ölçekli üretim yapan çiftçiler.
Çiftçiler “tarım topraklarını birilerinin topladığını”  belirtirken bir isim üzerinde çok durdular: “Ziya Organik Tarım-Nevzat Demir”. Peki, neden ona satıyorlar diye sorduğumuzda: “Valla yüksek fiyat veriyor, aslında bizim topraklar o kadar fazla etmez, neden bu kadar yüksek fiyat veriyor ve bu arazileri topluyor bilmiyoruz” dediler.
Hakikaten de dönümü 2000 TL zor edecek olan topraklara 4000 TL verip çiftçinin arazini satmasını cazip hale getiriyor. İzlenen diğer yöntem ise, Ziya Organik Tarım-Nevzat Demir miras ortaklığı olan birinci sınıf tarım arazilerini tespit ediyor. Ardından da izaleyi-şuyu (ortaklığı giderme) yöntemiyle bazen yüksek fiyat bazen de düşük fiyat vererek arazileri satın alıyor. Satın alınan toplam arazi öyle 1000-2000 dönüm falan değil. Binlerce hektardan bahsediliyor. İşin diğer ilginç yanı, buralarda kuru tarım yapılıyor yani bitkinin ihtiyaç duyduğu su sadece yağan yağmur ile karşılanıyor. Bu da araziden elde edilen verimi etkiliyor. Bu durum da, neden buralara bu kadar para harcanıyor sorusunu sorduruyor.  Ancak bu topraklar tüm bunlara rağmen 1. sınıf tarım arazisi kategorisinde yer alıyor.
Merak edilen sorulardan birisi de Ziya Organik Tarım-Nevzat Demir Tekirdağ ve Edirne’de topladığı yoksa kamuoyunda rahatsızlık yaratacak ülke ya da isimlerde adına mı topladığı…
Ayrıca çiftçiler topraklarını Ziya Organik Tarım-Nevzat Demir’e sattıktan sonra da, Ziya Organik Tarım-Nevzat Demir çiftçilere bu toprakları çiftçilerden hiçbir kira, para vb. istemeden işlemelerine izin veriyor.
KİM BU ZİYA ORGANİK TARIM-NEVZAT DEMİR?
Nevzat Demir ismini duyanlar mutlaka olmuştur. Nevzat Demir, kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim. Beşiktaş Spor Kulübü’nün önemli simalarından, Beşiktaş’ın İstanbul Ümraniye’deki tesislerini yaptırmıştı. Bu tesislere onun adı verildi. Demir, aynı zamanda Fıratpen markasının sahibi...
Ziya Organik Tarım da Nevzat Demir’e ait. Ziya Organik Tarım ise ismini Kırklareli’nin Lüleburgaz ilçesinde kurulan Türkiye’nin ilk tohum çiftliği olan Sarmısaklı Çiftliği’ni 58 milyon dolara satın alarak duyurmuştu. Şimdilerde de Trakya’da tarım arazisi topluyorlar.
ÇİFTÇİ YOKSULLAŞTIRILDI
Tarım artık Türkiye’nin kanayan yarası. Yıllar içinde ürün fiyatları arttı ama girdi fiyatları da arttı. Trakya’da tarım arazilerinin satılmasının bir ekonomik açıklaması elbette var. Yoksa çiftçiler tarımdan para kazansa ya da bir benzetme ile altın yumurtlayan tavukları olsa topraklarını neden satsın? Sonra koskoca bakanlık çıkıyor arazilerinizi satmayın diyor. Bu öyle lafla olacak iş mi?
Çizelge 1’de görüldüğü gibi buğday tarımında kullanılan bazı girdilerin fiyatlarındaki değişim görülüyor. Buğdayın da girdilerin de fiyatı arttı ancak burada önemli olan zaman içerisinde 1 kg buğday ile alınabilecek girdi miktarındaki değişim. Bunu da çizelge 2’de görebiliyoruz.
Çizelge 1: Yıllara Göre Buğday, Mazot ve Gübre Fiyatları

Kaynak: Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
Çizelge 2’de görüldüğü gibi, yıllar içerisinde 1 kg buğday ile alınabilecek mazot ve gübre miktarları düşmüştür. Bu çiftçinin cebindeki paraya el konulması ve çiftçinin yoksullaştırılmasıdır.
Çizelge 2: 1 Kg Buğday ile Alınabilecek Mazot ve Gübre Miktarları

Kaynak: Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
KÜÇÜK VE ORTA BÜYÜKLÜKTEKİ ÇİFTÇİLERE OPERASYON YAPILIYOR
Ürün ve girdi fiyatlarındaki bu dengesiz gelişim, çiftçiyi tarım yapmakta zorlamaktadır. Mazot ve gübreden alınan vergilerle girdi maliyetlerinin daha da arttırılıyor. Buna ek olarak piyasanın tüccarlara terk edilerek çiftçinin ürün fiyatları konusunda yalnız ve savunmasız bırakılıyor. Girdi ve ürün politikalarında bu ısrara devam edilmesi küçük ve orta ölçekli üretim yapan çiftçilerin tarımdan uzaklaştırılmasına neden oluyor ya da sağlıyor da diyebiliriz, belki de istenen bu (Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan aşkıyla da bilinen Ethem Sancak’ın “Tarım Köylülüğün elinden alınmalı” sözünü hatorlarsınız”).   Böylelikle piyasa mekanizmasıyla tarım topraklarının büyük firmaların ve çiftçilerin elinde toplanması sağlanıyor. Burada açık açık yıllardır küçük ve orta ölçekli üretim yapan çiftçilere piyasa mekanizması aracılığıyla operasyon yapıldığı aşikardır.

Burhan Özalp
SOL

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Cesaret pirim: Fikret Otyam - IŞIL ÖZGENTÜRK

Fikret Abi, ağabeylerin abisi yakışır mıydı sana bizlerini yalnız bırakıp gitmek? Şimdi bu sözlerimi duysan, “Hayat böyle Işıl” der bir kahkaha basardın. Şimdi sen ışıklı bir yoldasın ve ben seninle konuşur gibi bu satırları yazıyorum. İnsanların yazmaya çizmeye, tiyatroya, resme, müziğe vurgun olmalarının en büyük nedeni bana göre, başka insanların hayatlarına değme ve onları değiştirme isteğidir. Sen bu işin piriydin. Gencecik bir üniversite
öğrencisiyken, Güneydoğu röportajlarını okumuş, Zap’ın azgın sularında cengâverce ilerlediğine tanık olmuş ve her zamanki inadınla karaya ayak bastığını görmüştüm. Öyle mi, hemen Cumhuriyet gazetesine gidip, “Ben Güneydoğu’ya gidip röportaj yapmak istiyorum” diye açıkça gönül koymuştum. Gazete yöneticileri “Madem bu kadar ısrarlısın git bakalım” demişlerdi. O yolculuk sırasında ilk kez mayında bacaklarını, bedenlerinin yarısını toprakta bırakan insanlarla tanıştım. Mardin Kızıltepe’de taksicilere “Beni Ahmet Türk’ün Kasrı Kanco’suna götürür müsünüz?” dediğimde, onların yüzündeki şaşkınlığı hiç unutmadım. Beni götürüp dönüş için de bir güzel beklediler. Yollarda çocuklar bana “Hey turist!” diye sesleniyorlardı ben dönüp Türkçe konuşunca da acayip gülüyorlardı ve gene “hey turist” diye seslenmeye devam ediyorlardı. Bu yolculukta bana hep senin o muhteşem inadın ve cesaretin eşlik etmişti. 
Sonra dediler ki, “Fikret Otyam, büyük kentleri terk edip Gazipaşa’ya yerleşmiş. Kendine yepyeni bir hayat kurmuş.” Bu o zamanlar çok az kişinin yapabileceğini bir[Haber görseli]değişimdi. Can Yücel’in dediği gibi Fikret Abi sen “Ne kadar az yalan söylersek o kadar iyi” diyenlerdendin. Yeni hayat yoldaşınFiliz’le birlikte yeni bir hayat kurmuştun. Ve en sevdiğin iş resme dönmüştün. Senin gibi bir fotoğraf ve yazı ustasının resimde neler yapacağını merak etmiştim. Sonra o rengârenk giysili ama yüzlerinde hep bir hüzün olan kadınlar geldi. Dağları mekân tutmuş keçiler geldi ve tabii benim en sevdiğim şahmeranlar geldi. Cesaret pirimsin ya, ben de hemen resme başladım. Camaltı resmine. Çok parasız zamanlarımda bu becerimle epey para kazandım. Teşekkür ederim Pirim! 
Tamam tamam anlatacağım, bana nasıl kızdığını, şekerini nasıl yerinden oynattığımızı anlatacağım. Yıl 1999. O yıl Abdullah Öcalan tutuklanmış ve biz onu yargılayan hâkimin doğduğu Adıyamın’ın Mut köyündeyiz. Köyde bir şenlik var, yok yok. Tiyatrocular, sinemacılar, yazarlar, fotoğrafçılar ve tabii ev sahibi Fikret Otyam. Hâkim de orada. Ve dağlar taşlar onu koruyan özel harekât ordusuyla çevrili. İşte bu zamanda benim aklıma milleti toplayıp Harran’a gitmek düşüyor. Taliplisi çok, ülkesine yeni dönmüş bir Alamancının minibüsüne doluyoruz. Doğru Harran, ama yolda bölgeyi iyi bilen bir arkadaşımız, “Şuralarda buralarda bir Sin (ay ) tapınağı olacak” diyor adı: “Sumatra.” Başlıyoruz onu aramaya ama tek bir levha göremiyoruz. Saatler sonra bir mezranın sahibi çok yakışıklı bir adam bizi Sumatra’ya götürüyor. Ama hava kararmış ve ay çıkmış. Sanırım tapınağın tepesinde grubu ay çarpıyor. Ve biz kimselere haber vermeye gerek görmeden çok tehlikeli Fırat Nehri’ne giriyoruz, yollarda yüzü siyah boyalı özel harekâtle karışlaşıp, açıkça korkuyoruz. Neyse gece yarısını oldukça geçe Mut’a varıyoruz. Bir de ne görelim, Fikret Abi ayakta ve bizi bekliyor. Dehşet öfkeli. “Siz canınıza mı susadınız!” diye bizi karşılıyor. Biz de yaramazlık yapmış okul çocukları gibi özür diliyoruz. Hatırladın mı Fikret Abi, “Neyse sağ salim geldiniz ya” demiştin, “havuzdan soğuk bir karpuz getirin de yiyeyim.” 
Fikret Abi seni anımsadığımda hep cesaretin geliyor aklıma, bir de neşen. O doğum gününü anımsadın mı, hani köye bir Atatürk heykeli bağışladığın o doğum gününü. Ben seni hep o günkü mutlu Fikret Otyam, dürüst Fikret Otyam, türkülere ve keçilere vurgun Fikret Otyam ve kadınları çok seven Fikret Otyam olarak anımsayacağım. Sevgiler. Keçilerin bize emanet.

IŞIL ÖZGENTÜRK
Cumhuriyet

Anadolu’nun portresi: Fikret Otyam- MUSTAFA BALBAY

Fikret Otyam’ın yarım yüzyıl önceki Anadolu röportajlarından unutamadığım bölümlerden biridir... 
Otyam, Şanlıurfa’da bir köye gidiyor, hava sıcak mı sıcak. Köylülerle sohbete tutuşmadan bir bardak su istiyor. Hemen yandaki toprak küpün kapağı açılıyor, bir bardak su konulup veriliyor. Dibinde kum taneleri oynaşıyor. Otyam bardağı başına diktikten sonra dipte kumlu bölümü bırakıyor. Kalan az miktardaki suyu yere serpiyor. Etrafındaki herkes o boşa giden birkaç damla suyun izine bakıyor. 

Güneydoğu’daki susuzluğu anlatan en çarpıcı karelerden biridir bu. 
Bugün aynı bölgede GAP var. Kanallar Harran Ovası’nın uçsuz bucaksız toprağını suluyor. Bu yılın ocak ayında Şanlıurfa’ya gittiğimde bölgenin tarihini 11 bin yıl geriye taşıyan Göbeklitepe’yi ve Harran ovasını dolaştım. Su kanalları yeşilden neredeyse görünmüyor. O an bir kez daha Otyam’ın röportajlarını anımasdım. GAP haritası gözümün önüne geldi. Kanallar insan bedeninde kılcal damarlar gibi bölgenin her yerini sarmıştı. Ama Suriye sınırında bıçak gibi kesiliyordu. Keşke, daha büyük düşünebilseydik, GAP’ı daha da büyütüp Suriye ile paylaşabilseydik. İşte o zaman sınırın iki tarafında kan akmaz, bereket akardı.
***
89 yaşında aramızdan ayrılan Fikret Otyam, ömrünün ilk diliminde bütün enerjisiyle Anadolu’ya koştu. Sonra yine aynı enerjiyle Anadolu’yu yazdı, Türkiye’yi yazdı. Bugünün gazetecilerine, röportajcılarına bir önerim var; Otyam’ın, Harran’ı, Güneydoğu’yu anlatan kitaplarını okusalar, aynı bölgeye bugün tekrar gitseler, bir yanıyla Türkiye’nin nereden nereye geldiğini, öteki yanıyla devletin neyi başarıp, neyi başaramadığını, toplum - devlet ilişkilerinin çizgisini ne güzel karşılaştırırlar. 
Artık Fikret Otyam gibi röportajcılarımız yetişmiyor, bunda medyadaki sığlaşmanın, deyim yerindeyse “fastfood” haberciliğinin de büyük payı var. Ama ben yine de böyle bir hayali paylaşmadan edemedim. 
Otyam sadece Anadolu’nun taşını toprağını insanını yazmakla kalmadı, aynı zamanda onu tablolara taşıdı. Renklerle ölümsüzleştirdi. 
Otyam için Anadolu’nun portresi dedik ama onun dünyaya olan ilgisinin de altını çizmek gerekir. Yazı aramızda, 1999 yılındaki Yemen gezimde başlıca rehberlerimden biri Otyam’ın kitaplarıydı. Yıllar önce Yemen’e gidip akrabalarını arayan Otyam, “giden gelmiyor acep nedendir” sorusunun da yanıtını aramıştı.
***
Otyam’ı dün Hacıbektaş’ta büyük saygı duyduğu toprağa verdik. Artık, İlhan Selçuk’larla, Turhan Selçuk’larla, Âşık Mahsuni’lerle birlikte...

1990’lı yıllarda, Ankara’da sergilerini çoğunlukla Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu sergi salonunda açardı. Açılışlarda çoğunlukla olmaya çalışırdı. Sohbetin bir konusu da mutlak, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu’nun Özgen Acar’lı, Mustafa Ekmekçi’li yılları olurdu. Kendisini en son, özgürlükten hemen sonra 2013 yılı aralık sonunda sağlıklı şekilde görmüştüm. Artık tekerlekli sandalye ile hareket ediyordu ama beyni hep koşuyordu. 
Eli kalem tutana dek Aydınlık gazetesinde ülkenin sorunlarını, düşüncelerini yazmayı bırakmadı. Üstelik de gözünü budaktan sözünü dudaktan sakınmadan. 
Gerçek aydın, ülkesinin geleceğine harç taşıyan aydındır. Sahte aydın, ülkenin mevcut yapısının haracını yiyen aydındır. 
Otyam, tekerlekli sandalyeyle bile harç taşıyan ödünsüz bir aydındı. 
Anadolumuzun başı sağolsun.

MUSTAFA BALBAY
Cumhuriyet