12 Ağustos 2015 Çarşamba

Anadolu’nun portresi: Fikret Otyam- MUSTAFA BALBAY

Fikret Otyam’ın yarım yüzyıl önceki Anadolu röportajlarından unutamadığım bölümlerden biridir... 
Otyam, Şanlıurfa’da bir köye gidiyor, hava sıcak mı sıcak. Köylülerle sohbete tutuşmadan bir bardak su istiyor. Hemen yandaki toprak küpün kapağı açılıyor, bir bardak su konulup veriliyor. Dibinde kum taneleri oynaşıyor. Otyam bardağı başına diktikten sonra dipte kumlu bölümü bırakıyor. Kalan az miktardaki suyu yere serpiyor. Etrafındaki herkes o boşa giden birkaç damla suyun izine bakıyor. 

Güneydoğu’daki susuzluğu anlatan en çarpıcı karelerden biridir bu. 
Bugün aynı bölgede GAP var. Kanallar Harran Ovası’nın uçsuz bucaksız toprağını suluyor. Bu yılın ocak ayında Şanlıurfa’ya gittiğimde bölgenin tarihini 11 bin yıl geriye taşıyan Göbeklitepe’yi ve Harran ovasını dolaştım. Su kanalları yeşilden neredeyse görünmüyor. O an bir kez daha Otyam’ın röportajlarını anımasdım. GAP haritası gözümün önüne geldi. Kanallar insan bedeninde kılcal damarlar gibi bölgenin her yerini sarmıştı. Ama Suriye sınırında bıçak gibi kesiliyordu. Keşke, daha büyük düşünebilseydik, GAP’ı daha da büyütüp Suriye ile paylaşabilseydik. İşte o zaman sınırın iki tarafında kan akmaz, bereket akardı.
***
89 yaşında aramızdan ayrılan Fikret Otyam, ömrünün ilk diliminde bütün enerjisiyle Anadolu’ya koştu. Sonra yine aynı enerjiyle Anadolu’yu yazdı, Türkiye’yi yazdı. Bugünün gazetecilerine, röportajcılarına bir önerim var; Otyam’ın, Harran’ı, Güneydoğu’yu anlatan kitaplarını okusalar, aynı bölgeye bugün tekrar gitseler, bir yanıyla Türkiye’nin nereden nereye geldiğini, öteki yanıyla devletin neyi başarıp, neyi başaramadığını, toplum - devlet ilişkilerinin çizgisini ne güzel karşılaştırırlar. 
Artık Fikret Otyam gibi röportajcılarımız yetişmiyor, bunda medyadaki sığlaşmanın, deyim yerindeyse “fastfood” haberciliğinin de büyük payı var. Ama ben yine de böyle bir hayali paylaşmadan edemedim. 
Otyam sadece Anadolu’nun taşını toprağını insanını yazmakla kalmadı, aynı zamanda onu tablolara taşıdı. Renklerle ölümsüzleştirdi. 
Otyam için Anadolu’nun portresi dedik ama onun dünyaya olan ilgisinin de altını çizmek gerekir. Yazı aramızda, 1999 yılındaki Yemen gezimde başlıca rehberlerimden biri Otyam’ın kitaplarıydı. Yıllar önce Yemen’e gidip akrabalarını arayan Otyam, “giden gelmiyor acep nedendir” sorusunun da yanıtını aramıştı.
***
Otyam’ı dün Hacıbektaş’ta büyük saygı duyduğu toprağa verdik. Artık, İlhan Selçuk’larla, Turhan Selçuk’larla, Âşık Mahsuni’lerle birlikte...

1990’lı yıllarda, Ankara’da sergilerini çoğunlukla Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu sergi salonunda açardı. Açılışlarda çoğunlukla olmaya çalışırdı. Sohbetin bir konusu da mutlak, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu’nun Özgen Acar’lı, Mustafa Ekmekçi’li yılları olurdu. Kendisini en son, özgürlükten hemen sonra 2013 yılı aralık sonunda sağlıklı şekilde görmüştüm. Artık tekerlekli sandalye ile hareket ediyordu ama beyni hep koşuyordu. 
Eli kalem tutana dek Aydınlık gazetesinde ülkenin sorunlarını, düşüncelerini yazmayı bırakmadı. Üstelik de gözünü budaktan sözünü dudaktan sakınmadan. 
Gerçek aydın, ülkesinin geleceğine harç taşıyan aydındır. Sahte aydın, ülkenin mevcut yapısının haracını yiyen aydındır. 
Otyam, tekerlekli sandalyeyle bile harç taşıyan ödünsüz bir aydındı. 
Anadolumuzun başı sağolsun.

MUSTAFA BALBAY
Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder