Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -30 Kasım 2024-

 Abeceye harf eklemek…-Atilla Aşut-

Türk Dil Kurumu (TDK), 9-11 Eylül 2024 tarihleri arasında Azerbaycan’ın başkenti Bakû’de toplanan “Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu”nda, 34 harften oluşan “Ortak Türk Alfabesi” konusunda uzlaşmaya varıldığı duyuruldu.

Cumhurbaşkanlığı’na bağlı yeni TDK’nin konuya ilişkin açıklamasında, bu kararın “Türk halkları arasında karşılıklı anlayış ve işbirliğini teşvik ederken, onların dilsel mirasını koruyacağı” belirtildi ve ilgili tüm kurumlar, önerilen Ortak Alfabe’nin uygulanmasını desteklemeye çağrıldı.

TDK’nin bu kısa açıklaması, konuyla ilgili doyurucu bilgi içermiyor. Neden bu yola gidildiği, “Ortak Alfabe” ile neyin amaçlandığı, bu kararın nasıl ve ne zaman uygulanacağı bilinmiyor. Tek bildiğimiz, 29 harften oluşan ölçünlü Türk Abecesi’ne beş yeni harf (Ä, Ň, Ŭ, Q, X) ekleneceğidir.

Böylesine yaşamsal önem taşıyan bir konu, nedense birkaç satırlık protokol açıklamasıyla geçiştirilmiş. Bağımsız dilbilimcilerin abece değişikliğine ilişkin yaklaşımı da bilinmiyor. O yüzden de Türkçeye duyarlı okurlar, kaygılarını bizim aracılığımızla duyurmaya çalışıyor. Örneğin İzzet Levent Tanık adlı okurumuz şöyle yazmış:

“Sn. Attila Aşut,

Köşeyazılarınızı okuyarak çok yararlandığımı belirtmeliyim. Son günlerde konu edilen alfabeye beş harf eklenerek otuz dört harfli yeni bir alfabe oluşturulması ile ilgili düşüncelerinizi paylaşırsanız sevinirim. Gerek yazma ve gerek konuşma dili üzerinde ne gibi etkileri olur, çok merak ediyorum. Saygılarımla.”
Ali Haydar Ceylan’ın iletisi de şöyle: “Hocam, Türki Cumhuriyetlerin üzerinde anlaştığı yeni harflerle ilgili görüşünüzü okumak isteriz. Örneğin ‘w’ sesinin ne işimize yarayacağını bizler, öğretmen arkadaşlar anlayamadık.”

***

Türk Abecesi’ne eklenecek yeni harfler, geniş bir coğrafyaya yayılan Türk dillerindeki farklı fonemleri (sesbirimlerini) temsil ediyormuş. Bunlar eklenince, Türk kökenli topluluklar arasında ortak abece oluşacakmış…

Türkçenin kendini ifade sorunu yoktur. 1928 yılında Harf Devrimi’yle kabul edilen Latin tabanlı 29 harf, gereksinim duyduğumuz her sesi karşılamaktadır. Bize göre Türk Abecesi’ne yeni harfler ekleme çabası, kimi çevrelerin ideolojik zorlamalarıyla ilgilidir. Kaldı ki TDK’nin 1983 sonrasındaki yöneticileri arasında da bu konuda görüş birliği olmadığı anlaşılıyor. Bugünkü Türk Dil Kurumu’nun Başkanı Prof. Dr. Osman Mert, Türk Abecesi’ne yeni harfler eklenmesini desteklerken, 2003 yılında aynı kurumun başında bulunan Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın bakın ne diyordu:

“Arap kökenli alfabe 1928’e kadar kullanıldı ve bu alfabe Türkçeyi tatmin etmedi. Türkiye’nin bir harf devrimine ihtiyacı vardı. Günümüzde, Türk alfabesine yeni harflerin eklenmesi gayreti ile işyeri tabelalarındaki yabancı isim özentisi çok tehlikeli boyutlara geldi.’’

Prof. Dr. Akalın, TDK Başkanı iken, “Yanlış uygulamaların 1353 Sayılı Harf Devrimi Kanunu’na aykırı olduğunu” belirterek, tüm halkı ve sivil toplum kuruluşlarını Türk alfabesine ve Türkçeye sahip çıkmaya çağırmıştı.

Türk Dil Kurumu Üyesi Prof. Dr. Recep Toparlı da bu girişimlere karşı çıkanlar arasındaydı. O da şöyle diyordu:

‘’Arap alfabesi, dile uyum açısından Türkçe ile hiçbir zaman uyuşmamıştır. Yapılan harf inkılabı ile Türkçe gerçek kimliğine kavuşmuştur. Ama üzülerek ifade etmeliyim ki şu an, Türkçemizi büyük kayıplara uğratacak bazı yanlışlıklar yapılmaktadır. Alfabemize kişilerin duygu ve düşünceleri paralelinde sokulmak istenen yanlışlar ihanet ile eşdeğerdir. Türkçe alfabemize bazı yabancı harfler sokma gayreti üzücüdür.’’ (Kaynak: Milliyet, 24 Ağustos 2003)

***

Bilindiği gibi, TDK artık bağımsız bir yapı değil, Saray’ın buyruğuna göre tutum alan bir devlet dairesidir. Kurum yöneticileri, siyasal iktidar ne derse ona uymak zorundalar. O yüzden yeni TDK’nin Türkçeye yaklaşımı bilim çevrelerinde sürekli tartışılıyor.

Türkçeyle ilgili konular gündeme geldiğinde, doğal olarak yüzümüzü bir başka kuruma çeviriyoruz: Dil Derneği… Bu dernek, 1987 yılında, aralarında eski TDK yönetici ve uzmanlarının da bulunduğu ilerici aydınlar tarafından kuruldu. Derneğin temel amacı, “Türkçenin özleşmesini, bütün bilim, teknik, sanat kavramlarını karşılayacak yolda gelişmesini devrimci bir anlayışla ve bilimsel yöntemleri uygulayarak sağlamaya çalışmak"tır.

TDK’ye karşı devrimci bir seçenek olarak kurulan bu dernekten, abeceye beş yeni harf eklenmesi ve “ortak alfabe” konusunda aydınlatıcı bir açıklama bekledi yazın dünyası. Ama Dil Derneği, gündemde böyle bir konu yokmuş gibi sessiz kalmayı yeğledi. Oysa bu derneğin varlık nedeni, Dil Devrimi’ne aykırı uygulamalar karşısında halkı uyarmak ve doğru yolu göstermek olmalıdır.

Şunu da belirtmeden geçmeyelim: Harf ve Dil devrimlerini gerçekleştirmiş CHP’den de “ortak alfabe” konusunda bir görüş açıklanmadı. CHP zaten kültür-sanat konularına hayli uzak bir parti görünümünde. Ana muhalefet partisinin kültür siyasası ülke gündeminde ağırlıklı biçimde yer almıyor. CHP’nin “Gölge Kültür Bakanı” var mı, kamuoyu onu da bilmiyor! Merak edip araştırdım. Partinin görevlendirdiği böyle biri varmış ve adı da Koza Yardımcı imiş. İnanın, ne adını ne kültür-sanat alanındaki bir çalışmasını duydum bugüne değin!

“Tek adam rejimi”nin ülkenin boğazını iyice sıkmaya başladığı bugünlerde, tüm ilerici kurum ve kuruluşlarımızın üzerlerindeki ölü toprağını atarak hızla silkinmeleri gerekiyor!

                                                                  /././

Ekonomik büyüme durdu -Hayri Kozanoğlu-

Teknik olarak resesyona giren Türkiye ekonomisi, üçüncü çeyrekte yüzde 0,2 küçüldü. Sanayide daralma derinleşirken, bireysel borçlanma ve tüketim hız kesti. Dolar bazındaki artış ise aldatıcı bir tablo sunuyor.

Ekonomide durgunluk belirtileri netleşmeye başladı. Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) 2024’ün üçüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 2,1 artarken, asıl kritik gösterge, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH bir önceki çeyreğe göre yüzde 0,2 azaldı. Birinci çeyrek büyümesi yüzde 2,4’lük büyümeden yüzde 1,4’e, ikinci çeyrek büyümesi de yüzde 0,1’lik büyümeden yüzde 0,2’lik daralmaya revize edildi. Böylelikle iki çeyrek art arda  küçülmeyle teknik anlamda resesyona girilmiş oldu. 2024 yılının Orta Vadeli Plan’ında (OVP) öngörülen yüzde 3,5’lik oranın çok altında, düşük bir büyüme temposuyla kapatılması olasılığı yüksek görünüyor.

İNŞAAT VE FİNANS ÇEKİŞLİ TALEP

Büyümenin sektörel kırılımlarına baktığımızda, deprem bölgesinde devam eden imar faaliyetlerinin de etkisiyle yüzde 9,2’lik bir performans sergileyen inşaat ve yüzde 6,2 genişleyen finans çekişli bir tabloyla karşılaşıyoruz. Büyümenin geçmiş dönemlerdeki motoru hizmetlerde ise yüzde 1,4’lük sınırlı bir artış var. Buna karşın kilit kabul edilen sanayi sektöründe yüzde 2,2’lik bir daralmayla karşılaşıyoruz. Zaten aylık sanayi üretim göstergeleri Haziran-Temmuz-Ağustos döneminde bir önceki yılın aynı aylarına göre sırasıyla yüzde 5,0, yüzde 3,9 ve yüzde 5,2 düşüş sergilemişti. Yılın 3’üncü çeyreğinde tek yüz güldüren veri, tarım üretiminin yüzde 4,6 artışı görünüyor. Ancak, madem tarım üretimi böyle bir artış ivmesi gösteriyor, o zaman taze meyve-sebze, et-tavuk enflasyonu niye bu ölçüde yükseliyor sorusu açıklama bekliyor.

YÜZDE 2,1 BÜYÜMENİN KAYNAKLARI

Önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 2,1’lik büyümenin kaynaklarını irdelediğimizde ise, özel tüketim harcamalarının ve net ihracatın yüzde 2,1 ve yüzde 2,2 katkı sağlaması göze çarpıyor. Özellikle ithalattaki düşüş dikkat çekiyor. Buna karşın kamu harcamaları yüzde 0,1 ve özellikle makine teçhizat yatırımlarının daralması nedeniyle yatırım harcamaları yüzde 0,2 oranında büyümeyi aşağı çekiyor. Talebin bir kısmının da üretim yerine stoklardan karşılandığı görülüyor. Bunu da yüksek faizler nedeniyle çalışma sermayesi ihtiyacının artışı ile açıklamak mümkün.

DOLAR BAZINDA ZENGİNLEŞME ALDATICI

GSYH üçüncü çeyrekte dolar bazında 358 milyar dolara yükseldi. Bu sayede ekonomi yıllık bazda 1.260 milyar dolara ulaştı. Bu rakamı iktidar çevrelerinin bir öğünme malzemesi olarak tepe tepe kullanacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Halbuki söz konusu istatistik, halkın refah düzeyinin yükselmesinin bir yansıması değil. Sadece, TL’nin yabancı paralar karşısında reel anlamda değer kazanması sonucu ortaya çıkan yanıltıcı bir görüntü. Olası bir kur hareketinin hemen bu pembe tabloyu değiştireceğini, 2018, 2021 ve daha önceki deneyimlerimiz sayesinde görebiliyoruz.

BORÇLANARAK HARCAMA HIZ KESTİ

Ağustos sonunda, yıllık bazda bireysel kredi kullanımı yüzde 26, kredi kartı harcamaları yüzde 68 dolaylarında artmıştı. 15 Kasım itibarıyla bu oranlar yüzde 30 ve yüzde 66 idi. Tüketici enflasyonuyla karşılaştırıldığında borçlanarak harcama yapmanın ivme kaybettiği, önümüzdeki aylarda da talebi, dolayısıyla büyümeyi hareketlendiremeyeceği tahmin edilebiliyor. Aksine, 100 milyar liraya dayanan bireylerin takipteki alacaklarının baş ağrıtacağı anlaşılıyor.

EMEĞİN PASTADAKİ PAYI DÜŞÜŞTE

İşgücü ödemelerinin katma değer içerisindeki payı bir önceki çeyreğe göre yüzde 40,4’ten yüzde 36,4’e geriledi. Bunun temel nedeni, asgari ücrete temmuz ayında zam yapılmaması, asgari ücretlilerin satın alma gücünün gerilemesi. Buradan hareketle işgücünün katma değerden aldığı payın 2024’ün son çeyreğinde daha da gerileyeceğini tahmin edebiliriz.

DURGUNLUK DERİNLEŞECEK

Sonuç olarak henüz enflasyon içinde durgunluk, “stagflasyondan” söz edemesek de bu yönde belirtilerin arttığını söyleyebiliriz. Reel sektörün 12 ay sonrası enflasyon beklentisi yüzde 47,8, bireylerin ise yüzde 64,1. Buna karşın Enflasyon Raporu’nun 2025 enflasyon tahmini yüzde 21. Aradaki bu yüksek fark, hâlâ talebi öne çekme eğilimini besliyor. Zamanla bu farkın azalması, bireylerin ve küçük işletmelerin borç limitlerine dayanması; Türkiye’nin en önemli ihracat kapısı AB’deki ekonomik durgunluk da göz önüne alınırsa, önümüzdeki çeyreklerde ekonomik  büyümenin sert bir frenle karşılaşma riskini artırıyor.

                                                                  /././

DEM seçmeninde duygusal kırılma -İbrahim Varlı-

Rejimin, Bahçeli üzerinden servis ettiği “çözüm” açılımının Diyarbakır üzerinde yarattığı etki gözle görünür durumda. Kayyum atamaları, milletvekillerinin hapsedilmesi, partilere kapatma davalarının açılması seçmen üzerinde duygusal kırılmalar yaratmış.

Rejimin gün geçtikçe artan baskıları, kayyum darbeleri, Bahçeli üzerinden servis edilen ne idüğü belirsiz “çözüm” tartışmalarının gölgesinde Diyarbakır’dayız.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi (DBB) eşbaşkanları Serra Bucak ve Doğan Hatun, DEM Yerel Yönetimler Eşsözcüleri Canan Kebenç Özkan ve Mehmet Rüştü Tiryaki’nin katıldığı medya buluşmasının ana konusu kayyumların yol açtığı tahribat ve buna karşı yerel yönetimlerin yaklaşımları.

DİYARBAKIR SEMASINDA AĞIR BULUTLAR

Bu bir yerel yönetim buluşması olsa da siyasetin merkezinde yaşanan yoğun trafiğin etkisi kendisini her alanda olduğu gibi burada da hissettiriyor. Bir yanda rejimin kayyum politikası, diğer tarafta da ne olduğu belirsiz “çözüm” tartışmalarının kavurucu gölgesi altında altında yerel yöneticilerin kendi asli işlerine odaklanması haliyle zorlaşıyor.

2016’dan bu yana sekiz yıl boyunca kayyum tarafından yönetilen Diyarbakır Belediyesi’nin ve diğer muhalefet belediyelerinin üstünde “kayyum darbesi” demoklesin kılıcı gibi sallanıyor. “Bir sabah kayyum atanır mı” haleti ruhiyesi içinde gündelik işlere odaklanmak meşakkatli olsa da, inadına çalışmaya, üretmeye, yönetmeye kararlı bir irade var. Saray rejiminin yarattığı bu iklim her yere sirayet etmiş durumda.

SİYASETLE YATIP KALKAN KADİM KENT

Diyarbakır politik bir kent, bunu adım attığınız andan itibaren solumak mümkün. Kürt sorununun yakıcılığı kentin her bir sokağına, bireyine sinmiş durumda. En ufak bir açıklamanın, söylemin, atılan veya atılmaya çalışılan adımın kente yansıması yoğun oluyor.

Rejimin, Bahçeli üzerinden servis ettiği “çözüm” açılımı da haliyle kent üzerinde derin bir etki yaratmış. Bahçeli’nin açıklamalarına kuşkulu-mesafeli bir yaklaşım var, Erdoğan’ın oynamak istediği oyunun farkındalar. Ancak yine de Kürt sorununun yeniden gündeme gelmesinden, siyasetin merkezinde oturmasından memnunlar.

Kayyum atamaları, milletvekillerinin hapsedilmesi, partilere kapatma davalarının açılması seçmen üzerinde duygusal kırılmalar yaratmış. Mardin’den Batman’a, Dersim’den Esenyurt’a kayyum atanan kentleri dolaştığını kaydeden Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eşbaşkanlardan Tiryaki yaşanan “duygusal kırılmayı” şu şekilde aktarıyor:

“Kayyum atanan kentlerde ve diğer yerlerde karşılaştığımız seçmen bize şunu soruyor, şu sitemde bulunuyor; Parti açıyor kapatılıyor, vekil seçiyoruz cezalandırılıyor, belediyeyi kazanıyoruz kayyumlarla gasp ediliyor. Madem irademiz her seferinde çalınıyor, gaspediliyor, cezalandırılıyor niye hala Meclis’te bulunuyorsunuz, neden hala belediyelerde kalıyorsunuz. Meclis’ten çekilin, belediyelerden çekilin, irademiz yok sayılıyor o halde Meclis’te, belediyelerde olmamızın bir manası yok.”

Kürt seçmende, DEM Parti seçmeninde bu hissiyat son dönemlerde oluşmuş. Tiryaki 10 yıl önce seçmende bambaşka bir ruh halinin olduğunu, seçmenin umutlu ve pozitif olduğunu kaydediyor. 2015’teki seçim mitingine bombalı saldırı yapılmasına rağmen seçmenlerin yaralı halde dahi oy kullanmaya gittiğini vurgulayan Tiryaki, şimdi o ruh halinin sönümlendiğini, seçmen iradesinin yok sayıldığı yerde mevcut siyasete de inancın azaldığını söylüyor.

NEDEN ÇEKİLMİYORLAR!

Tiryaki seçmenden gelen sitem, çağrı ve talebe dair parti olarak ne düşündüklerini de şöyle özetliyor: “Biz Meclis’e de Belediyelere de kolay gelmedik. Uzun, zorlu bir mücadele ve ödenen ağır bedeller sonrasında buralara gelindi. Öyle kolay vazgeçmeyeceğiz, bırakıp gidemeyiz. Her şeye rağmen buralarda olacağız, terk etmeyeceğiz bu mecraları. İnadına mücadelemizi buralarda sürdüreceğiz. Demokratik zeminde her türlü mücadelemizi vereceğiz.”

                                                                 /././

Bilince zorla müdahale: Ne amaçlanıyor?-Önder KULAK/Kurtul GÜLENÇ-

Bir yüzyıldan fazla bir süredir, insan bilincine dışarıdan müdahale etme konusunda kapsamlı araştırmalar yapılıyor. Biyomühendislik çalışmaları popüler olsalar da henüz emekleme aşamasındalar. Buna karşılık, nörofarmakolojik araştırmalar çok daha köklü bir birikime sahip.

Bir süredir Hamide Zekeriya İtil Vakfı (HZİ) etrafında sürdürülen tartışmalar aslında ne Türkiye’de ne de dünyada yeni. Dışarıdan fiziksel bir müdahaleyle bireyin bilinç içeriminin iradesine rağmen bir başkası tarafından kontrol edilebilmesi on yıllardır burjuva iktidarların hayali.

DIŞARIDAN MÜDAHALE

Toplumsal manipülasyon biçimleri üzerinden bireyin bilincine sızmak, bilincini şekillendirmek ve böylece onu yanılsama örüntüleri arasına itmek, nihayetinde kırılgan bir çaba. Maddi yaşamın üretiminden toplumsal bilinç biçimlerine katılımına değin, bireyin yaşam pratiğiyle uyumlu olmayan fikirler, toplumdaki varoluşuna yabancı bir mahiyet taşıdıklarından ki, her zaman sönümlenmeye açık. Dolayısıyla bu çaba, işleyen manipülasyonda süreklilik, bireyin kendi özbilincini üretmesine müsaade etmeme ve onu bu üretimin imkanlarından yoksunlaştırma gibi birtakım elverişli koşullara ihtiyaç duyar. Bütün bunları sağlamak da yine mutlak bir hakimiyet için yeterli değil. Öyle ki, antikapitalist fikirlere sahip azımsanmayacak bir toplam mevcut.

Eğer beynin kimyasal ve fizyolojik yapısına müdahaleyle bilinç içerimlerini değiştirme olanağı olsaydı, düzenin korunması belki daha az meşakkatli olabilirdi. Kolayca bilinçteki içeriklere erişebilmek, istenen içerikleri eklerken istenmeyen içerikleri çıkarmak ve ihtiyaç halinde bilinci nispeten işlevsizleştirmek mümkün olurdu.

Bir yüzyıldan fazla bir süredir, insan bilincine dışarıdan müdahale etme konusunda kapsamlı araştırmalar yapılıyor. Bugünlerde çeşitli biyomühendislik çalışmaları popüler olsalar da henüz emekleme aşamasındalar. Buna karşılık, tarihi yirminci yüzyılın ortalarına kadar uzanan nörofarmakolojik araştırmalar çok daha köklü bir birikime sahip.

Nörofarmakolojik araştırmaların başlıca amacı, psikoaktif maddeler sayesinde verili bilinç içerimini bozmak ve telkinler aracılığıyla bilinci istenen formda yeniden şekillendirmektir. Tarihsel örneklere bakıldığında, düzeni tehdit ettiği düşünülen siyasi yapılara mensup kimselerin burada öncelikli hedefler olduğu söylenebilir. Bu kişilerin kendilerine yönelen fiziksel ve bilişsel saldırılar karşısında dirençli olmaları beklenir. Dolayısıyla esaret altında olsalar dahi söz konusu bireylerden hassas bilgiler almak, aidiyetlerini terk etmelerini ve karşı saflara geçmelerini sağlamak pek olağan bir durum değil. Bunu değiştirmek üzere, ABD ve müttefiki iktidarların on yıllardır psikoaktif maddeleri birer saldırı ve işkence aracı olarak kullandığına dair pek çok veri ve kanıt var.

DİSTOPYALARIN GÖLGESİ

Gelecekte bahsi geçen nörofarmakolojik araştırmaların daha ileri sonuçlar elde etmesi şaşırtıcı olmaz. Peki belirli bir eşiğin ardından, söz konusu kimyasalların örneğin ilk olarak mahkumlarda ve savaş esirlerinde, daha sonra tüm toplum nezdinde kullanılması olağanlaştırılmaya çalışılabilir mi? Bunun yanıtı aslında gelecekten ziyade geçmişte saklı. Zira bugünün burjuva iktidarları geçmişin birikimleri üzerinde otururlar. Örneğin toplumda önce kapalı bir yapıyı temsil eden toplama kampları, zamanla dışa açılmış ve pratikleri tüm toplumsal ilişkilere sirayet etmiştir. Bu etki artık şu ya da bu ölçüde verili ilişkilerin bir parçası. Geçmiş örnekler takip edilerek, bilhassa zor kullanımında belirli bir süreklilik zinciri olduğu belirtilebilir. Bugün insanların sabah kalktıklarında psikoaktif içerikli ilaçlar almalarının önerildiği, hatta zorunlu tutulduğu bir gelecek tasavvuru şu an bir distopya konusu olarak anılabilir ancak böylesi bir koşul olağanlaştırıldığı ölçüde hapishanelerden tüm topluma doğru açılması sadece bir adım uzaklıkta olacaktır. Neticede kurucu iktidar nezdinde temel olan, hakimiyetin en meşakkatsiz şekilde korunmasıdır.

Güncel kapitalizm giderek derinleşen yapısal sorunlarıyla her geçen gün işlerliğini yitiriyor. Bu sorunların tetiklediği süreğen kriz ortamında, iktidarların hoşnutsuz kalabalıkları ikna edemedikleri ve kendilerini tehdit altında hissettikleri durumlarda, doğrudan bedeni hedef alan katıksız bir şiddet alanına tekrar yönelmeleri beklenebilir. İnsan bilincine zorla müdahale de olanaklılığına bağlı olarak, zamanla merkezi bir önem kazanabilir. Kaldı ki kapitalizmin yerini gelecekte toplumsal mülkiyet temelinde bir toplum almayacaksa, bir distopyaya varmak kaçınılmaz. Ekranlarda sergilenen distopyalara bakılırsa, psikoaktif maddelerin öne çıktığı örneklerden biri de pekala mümkün.
Kalabalıkların her sabah Prozium isimli psikoaktif içerikli ilacı alıp telkinlerle güne başladıkları distopik Equilibrium (2002) filminde devlet, bireylere bedenlerini ve bilinçlerini Prozium’a teslim etmeleri ya da katledilmeleri dışında bir seçenek bırakmıyor. Bu ikilemi reddeden bireyler, ancak ki bir karşı-şiddet örgütleyip Libria’nın dışında bir yaşam kurarak yeni bir seçenek yaratabilmekteler. Sokaklarda sürekli devriyelerin dolaştığı, her noktada metrelerce duvarların yükseldiği Libria’da, insanlar üretimin sürdürülmesi dışında fişi çekilmiş birer makineden farksızlar. Çünkü Prozium’un desteklediği benlik yitimi ve duygulardan arınmışlık toplumda resmi bir övünç kaynağı. Bu sert toplumsal iklimin siyasal düzleminde, bir yanda bedenin korunması, bilince dışarıdan bir müdahalenin reddi ve Libria denen distopik yapıyı şiddet yoluyla yıkma çabası, bir yanda ise bedenin ve bilincin mutlak anlamda ele geçirilmesi ve Libria’nın korunması var. Böylesi bir gelecek şu an bulunulan noktadan ne kadar uzak olsa da dünden daha yakın olduğu da yadsınamaz bir gerçek.

                                                                  /././

Çayırhan’ın ‘bilindik’ talipleri -Nurcan Bilge Gökdemir-

Çayırhan Termik Santralı’nın özelleştirilmesi yüzlerce işçiyi yeraltında direnişe başlattı, bin dolayındaki işçiyi kara kışta Ankara yollarına döktü. Özelleştirmenin ihale yöntemi pazarlık, iştahı kabaran şirketler de “bilindik”

Çayırhan Termik Santralı ve Maden Sahalarının Özelleştirilmesi kararı Eylül ayında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın internet sayfasından şöyle duyuruldu: “Ankara’da bulunan 620 MWe kapasiteli Çayırhan TES ve Maden Sahaları, enerji arz güvenliğine katkı sağlayan termik enerji sektörüne yatırım yapmak isteyen yatırımcılar için gelecek vaat eden bir yatırım fırsatı sunmaktadır.”

“Gelecek vaat eden…” ibaresi zaten sermayenin çok iyi bildiği bir özellik. Çünkü Çayırhan yüksek verimle çalışan, büyük artı değer üreten bir santral. Sermaye için gelecek vaat eden özelleştirme kararı, 2100 işçi için ise karanlık bir gelecek anlamına geliyor. Çoğu başka kentlerden çalışmak için gelen büyük bölümü aileleri ile lojmanlarda kalan, yıllardır Çayırhan'da bir hayat kuran bu işçiler işsiz kalmak, göçmek, evlerini yitirmek riskiyle karşı karşıya kaldı.

Kararın duyulmasının ardından direniş kararı alan işçiler önce kendilerini yeraltına hapsetti. 500 dolayındaki işçinin yeraltında sürdürdüğü direniş, iktidarın duvarlarını aşamayınca bu kez bin dolayındaki işçi Ankara’ya, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş sürerken kamuoyunun itiraz ettiği durumlarda zamana yayma, bu yolla tepkileri sönümlendirme, alıştırma yöntemine başvuran iktidar bunda da aynı tavrı gösterdi ve ihaleye son teklif verme tarihi 4 Aralık 2024’ten 4 Mart 2025’e ertelendi. Ertelemeye ilişkin kararın duyurulduğu yazılı açıklama “İhaleye konu alanların gözden geçirilerek tekrar değerlendirilmesi, çalışanlarımızın taleplerinin incelenerek değerlendirilmesi…” ile de soslandı.

Bir işçinin kararı duyuran sendika yöneticisine söylediği “İşveren iyi niyetli değil, inanmıyoruz” sözleri bu taktiğin amacının muhataplarınca anlaşıldığını gösteriyor. Yeraltındaki işçiler direnişlerini sona erdirerek ocak dışına çıktı ancak işçiler özelleştirme kararından vazgeçilinceye kadar eylemlerini dönüşümlü olarak sürdüreceklerini duyurdu. Mart ayına kadar geçecek sürecin nasıl sonuçlanacağı 2100 işçinin kararlılığına, direnme kapasitesine ve onlara verilecek desteğe bağlı elbette… Karşılarında tercihini her zaman sermayeden yana koyan bir iktidar ve kamu kaynaklarının oluk oluk aktarıldığı sermaye grupları var.

AYNI YÖNTEM AYNI ŞİRKETLER

Çayırhan, AKP-Saray iktidarının 22 yıldan bu yana özelleştirme adı altında sürdürdüğü peşkeşin, sermaye aktarımının yeni bir örneğini oluşturuyor, özelleştirme için başvurulacak yöntem bilindik, bu kıymetli yatırım için iştahı kabaranlar da bilindik.

İktidarın 13 Eylül’de duyurduğu ve “EÜAŞ’a ait termik santral ile Çayırhan Linyit İşletmeleri tarafından kullanılan taşınırların, Çayırhan Termik Santralı ile Çayırhan Linyit İşletmesi tarafından kullanılan taşınmazların ‘Varlık Satışı’, Ruhsatların ‘İşletme Hakkının Verilmesi’ yöntemiyle bir bütün halinde özelleştirilmesi” kararı açık ihale yöntemiyle hayata geçirilmeyecek. Rant aktarımının en büyük aparatına dönüşen pazarlık yöntemi bu ihalede de kullanılacak. İhale sürecinde, birden fazla teklif sahibinden kapalı zarfla teklif alınacak bunlarla  “pazarlık” yapılacak. Pazarlık görüşmelerine devam eden teklif sahiplerinin katılacağı açık artırma ile de ihale sonuçlandırılacak.

Yöntem bilindik, termik santral ve maden sahalarının iştahını kabarttığı sermaye grupları da bilindik. Kesin sayı bilinmemekle birlikte sayıları 13’e kadar çıkan şirketlerin ihale şartnamesi aldığı konuşuluyor. Bunlardan altısı duyuldu: Cengiz Holding, Çelikler Taahhüt,  IC İçtaş,  Limak Holding,  Kolin İnşaat ve Yıldızlar Holding. Her biri AKP döneminin parlayan, kamu ihaleleri ile servetlerine servet katan şirketleri. Bu isimler arasında sürpriz yok ancak eksikler var. Kamu varlıklarını sahiplenme denilince ilk anda akla gelen diğer şirketlerin de şartname alıp almadığı henüz bilinmiyor. Ancak listenin eksiklerinin yine bilinen şirketler olduğu konusunda ilgili tüm çevreler hemfikir.

İHALE KİMDE KALACAK?

Çayırhan'a 60 kilometre uzaklıktaki Koyunağılı'ndaki Yunus Emre Termik Santralı’nı Yıldızlar Holding işletiyor. Bu santralın işletilmesi için gereken kömürün temininde  zaman zaman sıkıntı yaşanıyor. İhtiyaç duyulan kömürün bir bölümü de Çayırhan’dan geliyor. Yıldızlar Holding’in patronu Selahattin Yıldız, TBMM tarafından Üstün Hizmet Ödülü ile taltif edilen bir işadamı. Şimdilik ertelenen ancak iktidarın aslında geri adım attığına inanılmayan bu özelleştirmenin en güçlü adaylarından biri olarak bu holding konuşuluyor. Tek başına ya da bir konsorsiyum içinde Çayırhan’ın ihalesini almasının sürpriz olmayacağı düşünülüyor.

AKP iktidarının özelleştirme konusundaki sabıkası, yatırımın iştah kabartacak cazibesi, adayların kamudan aldıkları ihalelerle varlıklarına varlık katan özellikleri de düşünüldüğünde Çayırhan inadından vazgeçildiğini düşünmek saflığa varan iyi niyetlilik olur. Yaşamını savunan işçilerin yanında durmanın onlara destek olmanın ötesinde anlamı var. Halkın vergileriyle oluşan kamu varlıklarını uluslararası sermaye ve yerli işbirlikçilerine kaptırmamak, cebimizden elektrik faturası ile daha fazla para alınmasına dur demek, kamu kaynaklarının hakça paylaşılmaması nedeniyle daha fazla fakirleşmemek  için bu itirazı çoğaltmak yurttaşlık görevi olarak orta yerde duruyor…

                                                                    /././

Dersim Belediyesi Eş Başkanı Birsen Orhan gözaltına alındı

Yerine kayyum atandıktan sonra hakkında ev hapis kararı verilen DEM Partili Dersim Belediye Eş Başkanı Birsen Orhan gözaltına alındı. Sosyal medya hesabından paylaşım yapan Orhan, "Gözaltına alınıyorum. Pertek Emniyetince" yazdı.(https://www.birgun.net/haber/dersim-belediyesi-es-baskani-birsen-orhan-gozaltina-alindi-580240)

                                                               ***

İsmailağa’yı ceza bile durdurmuyor -İsmail Arı-

CHP’li Osmangazi Belediyesi, AKP döneminde kaçak medrese inşa eden İsmailağa Cemaati’ne 16 milyon TL’den fazla para cezası kesti. Cezayı ödemeyen cemaat, mühürlenmesine rağmen inşaata devam etti.(https://www.birgun.net/haber/ismailagayi-ceza-bile-durdurmuyor-580152)

                                                          ***

AKP’li belediyeden dere yatağı talanı -Onur Durmuş-

Ordu’da AKP’li Ulubey Belediyesi, dere yataklarında ruhsatsız taşocakları kurdu. Belediye kırdığı taşları inşaatlara satarken, DSİ ve Karayolları ise belediyenin kendilerinden herhangi bir izin almadığını söyledi.

                                                       ***

Cumhur İttifakı formunda: Yurttaşın yararına düzenlemelere ret -Mustafa Bildircin-

AKP'nin kanun teklifleri ve uluslararası anlaşmaların geçirilmesi için çalıştırılan TBMM’de, yurttaşın yararına olan ancak iktidar grubunca reddedilen önergelere yenileri eklendi. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun AKP ve MHP’li üyeleri, kadınların ekonomik refaha kavuşturulması, çocukların yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve yoksullukla etkin mücadele için kaynak artırılması taleplerine, “Hayır” dedi.(https://www.birgun.net/haber/cumhur-ittifaki-formunda-yurttasin-yararina-duzenlemelere-ret-580236)

                                                                ***

(BİRGÜN)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

BİRGÜN "Gündem" -15 Haziran 2025 -

İran'da üst düzey üç nükleer bilimci daha İsrail saldırısında öldürüldü -Birgün- İran'da devlet medyası, İsrail saldırılarında üç üs...