28 Mayıs 2021 Cuma

Kirli Üçgen: Siyaset - Mafya - Ticaret (I-II-III-IV-V) - Miyase İlknur/Zehra Özdilek/Tuğba Özer-CUMHURİYET

 (I)-"Hep beraber yürüdüler"

Türkiye’de organize suç örgütlerinin de bürokrasi ve siyasi ayağı her dönemde olmuştur. Bu iki ayağın desteği olmadan bu örgütlerin varlığını sürdürmesi olanaksızdır. Bu kirli üçgen, herkesin malumudur, lakin malumun ilamı ancak ya organize suç örgütlerinin ya da güvenlik bürokrasisinin birbiriyle rekabeti sonucunda gerçekleşir.

Babalar Meyhanesi - Mekân: Yer altı dünyası

Vakit: Geceyarısı

Babalar meyhanesi tıklım tıklım

sigara dumanı, rakı, şarap, bira

Masalarda mezeler ve kapıda firariler

Sıra sıra..

*

Gemiler

TIR’lar...

Pazarlıklar...

Silah, viski, yedek parça, esrar, sigara...

Mark, dolar, lira...

Tehdit, şantaj, cinayet 

ve küfrün bini bin para

*

Burası yeraltı dünyası

Vakit geceyarısı

Babalar meyhanesi tıklım tıklım...

*

Ve...

Uzaklarda, çook uzaklarda

Bir polis düdüğünün cılız ve titrek sesi

Ara sıra...

Aslında bu dizi boyunca anlatacağımız kirli üçgenin işbirliğini çok güzel özetlemiş yukarıdaki şiir. Bu şiiri yazan bir kabadayı ya da kaçakçı değil. Yeraltı dünyasının kirli ilişkilerini soruşturan bir yargıç. 12 Eylül’den sonra Yüce Divan’da yargılanıp mahkûm olan eski Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı’nın başta uyuşturucu kaçakçıları ve diğer karanlık kişilerle ilişkilerini soruşturmak amacıyla kurulan komisyonun başkanı Yargıç Albay Akdemir Akmut’a ait yukarıdaki dizeler.

Siyaset, bürokrasi ve yeraltı dünyasının ilişkilerini ortaya saçan en somut örneklerden biridir Mataracı soruşturması. Bir ucunda siyaseten bakanlığa gelmiş bir isim, onun altında gümrük kapılarına kaçakçıların isteğiyle atanmış müdürler, bu müdürlerin atanması için milyonlarca döviz rüşveti siyasetçi ve bürokrasiye ödeyen uyuşturucu kaçakçıları, kaçakçılarla siyasetçiler arasında bu ilişkiyi kuran kamuoyunda saygın iş insanları ve uyuşturucu kaçakçısı hakkında “Ona kötü davranmayın, bizim elemanımızdır” diye sıkıyönetim başkanlığına resmi yazıyla başvuran MİT.

***

Mafya ve yeraltı dünyası dediğimiz organize suç örgütleri, kapitalizmin bir türevi, yan ürünüdür. Sınır tanımayan kara para, kapitalizmin bankası, uluslararası deniz ve hava taşımacılığı, limanları, silah sanayiinin eşgüdümlü çalışmasıyla elde edilir. Bunun bir ayağını da siyaset ve bürokrasi oluşturur. Hele terör ortamının bulunduğu istikrarsız bölgeler çok kazançlı pazarlardır. Terör örgütleri ihtiyaçları olan silahların finansmanını başka yasadışı işlerden elde ettikleri kapitalle sağlarlar. Uyuşturucu ticareti bunların başında gelir.

Bu konuda ülkelerin karşı kamplarda olması sorun teşkil etmez. Ticareti yapan organize suç örgütü üyelerinin farklı ideolojik kamplarda olması da...

Soğuk savaş dönemlerinde NATO ülkelerine ait silah sanayiinin ürettiği salihlar. Başta Bulgaristan olmak üzere Doğu Bloku ülkelerinde üslenmiş kaçakçılar tarafından Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya pazarlanırdı. Yine uyuşturucu ayrıştırma merkezi olan Fransa’nın Marsilya kentinde bu işi yapan Ermenilerin, uyuşturucudan elde edilen para ile ASALA terör örgütünü finanse ettiği bilinen bir olguydu. Bunlarla ilişkili olan Türk uyuşturucu mafyasının ülkede terör estiren ülkücülerin, silahlanmasında ve hapishaneden kaçmalarında ve kaçtıktan sonra Sofya’da ağırlandıkları da geçmişte belgeleriyle göz önüne serilmişti.

***

Türkiye’de organize suç örgütlerinin de bürokrasi ve siyasi ayağı her dönemde olmuştur. Bu iki ayağın desteği olmadan bu örgütlerin varlığını sürdürmesi olanaksızdır. Bir kirli üçgen, herkesin malumudur, lakin malumun ilamı ancak ya organize suç örgütlerinin ya da güvenlik bürokrasisinin birbiriyle rekabeti sonucunda gerçekleşir. Birinci MİT raporu ve Susurluk olayı bu durumun en somut iki örneğidir. Bir de askeri darbeler sonucunda yapılan operasyonlarla üzerlerine gidilir. Ancak orda da ipin ucu MİT, Emniyet ya da Jandarma gibi güvenlik bürokrasisine uzanınca birden operasyonun yönü değişir ve her dönem Emniyet’in çekmecesinde bulunan kumar, içki ve sigara kaçakçılarının listesinde ismi bulunanlar toplanarak iş kapatılır. Uluslararası uyuşturucu ve silah kaçakçılarına nedense hiç dokunulmaz. Onun yerine torbacılar ya da dağıtım işini organize eden aracılar göstermelik olarak alınıp bir süre sonra da bırakılır. Silah kaçakçılığında uluslararası mafya örgütleriyle bağlantısı bulanan Bekir Çelenk ile yine dünyanın sayılı uyuşturucu baronu “Sarı Avni” lakaplı Yaşar Avni Musullulu’ya hangi ülkede, hangi otelde iş tuttukları bilinmesine rağmen ne askeri yönetim döneminde ne de sivil iktidarlar döneminde operasyon yapılmış, bulundukları ülkelerle diplomatik kanallarla ilişki kurularak istenmemiştir. Hoş o ülkelerin de bu ticaretten nemalanmaları nedeniyle bu suçluları vermeleri beklenmez ama bu yol denenmemiştir bile.

***

Uluslararası mafyanın yerli uzantıları, kamuoyunda işadamı olarak lanse edilir. Aslında bunların asıl para kaynağı MİT ve Emniyet tarafından bilinmez değildir. Bu suç örgütü liderleri aynı zamanda kamuoyunda meşruiyet sağlamak için hayır hasenatta da oldukça cömerttirler. Devlet adamları tarafından plaketlerle ödüllendirilir, yaptırdıkları cami, okul ve yurtların açılış törenlerinde kurdeleyi siyasiler ve bürokrasinin tepesindeki isimlerle birlikte keserler. Hemen hepsinin sanat dünyası ile de ilişkileri iyidir. Görünürdeki işleri genellikle eğlence sektörüdür. Kulüpleri, lokantaları ya da müzik şirketleri yoluyla hem sanat hem basın hem de siyaset dünyası ile ilişki kurarlar. Emniyet müdürleri, yargı mensuplarını ağırlar, resimlerini basına servis ederler. 

1980’den sonra Türkiye’de bir de yeni tip bir mafya türedi. 12 Eylül’den sonra tutuklanan kabadayıların ya da mafya babalarının yerini ülkücü mafya doldurdu. Dışarıdaki klasik mafya gruplarıyla çatışmaya giren ülkücü mafya, 1981’de ortaya çıktı. Önceleri çek-senet tahsilatı, eğlence yerlerinden haraç toplama, belediyelerin çay bahçesi ve otopark ihale işlerini şiddet yoluyla ele geçirme işiyle ilgilenen Ülkücü mafya, biraz palazlanınca işleri büyüttü. Yanlarında silahlı en az 100 adam bulunan ve çoğu da ülkücü olan bu şebekeler, MİT, Emniyet ve siyasiler tarafından kullanılır. Kimi zaman para sahiplerini korumada, kimi zaman Kürt işadamlarının öldürülmesinde, kimi zaman konuşmasından endişe edilen birinin yok edilmesinde, kimi zaman da yurtdışı operasyonlarda ya da kara para sahiplerinin mallarına çökülmesinde, hatta siyasilerin kurultaylarında rakipleri sindirmede kullanılan bu organize suç örgütlerinin liderlerine Emniyet ya da MİT kimlikleri, sahte pasaportlar, polis koruması, çakarlı arabalar tahsis edilir. Bir süre sonra ya çok fazla bilgiye sahip olduklarından ya da aralarında rant paylaşımı nedeniyle ayrışma yaşandığından bunlardan kurtulmak istenilir. İşte o zaman da ateş topuna dönen bu kullanışlı şebeke liderleri dönüp sahibini vurur.

Son günlerde yaşadığımız Sedat Peker olayı da bir süre yol yürümüş siyaset-bürokrasi ve organize suç örgütünün kendi iç çatışmasıyla kirli işbirliğinin ortaya saçılmasından ibarettir. Bu dizide geçmişten bugüne suç örgütleriyle bürokrasi ve siyasetin ilişkilerini aktarmaya çalışacağız.

GÜNDÜZ SAVCI GECE KABADAYI: MARLON KEMAL


Asıl adı Kemal Şimşek olan ve Eyüp savcılığı döneminde çözdüğü bir cinayet olayı nedeniyle ünlenen Marlon Kemal, boksör olması ve Marlon Brando’ya benzemesi nedeniyle bu lakapla anılır olmuştu. Aslen Oflu olan Marlon Kemal, o zamanın İstanbul’unda bitirimlerin yatağı olarak bilinen Balat’ta büyümüştü. Çift tabanca taşıyan, kabadayılarla oturup kalkan ve kumarhaneleri haraca bağlayan, bu arada kendisi de kumar oynayan Marlon Kemal, Eyüp Savcılığından İstanbul Emniyet Müdürlüğü 3.Şube Teftiş Kurulu4na atandı. Artık gündüzleri savcılık geceleri de kabadayılarla birlikte kumarhanelerde ya da eğlence yerlerinde “bu âlemin kralı” benim dercesine bitirimlik yapıyordu.

Kumarhanelerde sadece kumar oynamıyor, kumarhane sahiplerinden haracını da alıyordu. İstanbul’un yeraltı dünyasından özellikle Oflu Hasan olarak bilinen “Hasan Cevahiroğlu ile Oflu Süleyman olarak nam salmış İsmail Hacısüleymanoğlu ve Dündar Kılıç gibi kabadayılarla oturup kalkıyordu. Yer altı dünyası ile ilişkilerini “Kimi topa meraklıdır, kimi kelebek avcılığına. Bense delikanlı, mert, kabadayı insanların âşığıyım” diyecek kadar fütursuzdu. 

KIRMIZI MERCEDES...

Kırmızı Mercedes arabasıyla geceleri eğlendikten sonra Hilton Oteli’ndeki özel odasında dinlenmeye çekiliyordu. Kabadayılığa özeniyor, bekçi, polis, kabadayı dinlemiyor dövüyordu. Çifte tabancalı savcımızın milletvekili dövmüşlüğü bile vardır. Vukuatları çoğalınca Eskişehir’e savcı yardımcısı olarak sürüldü. Savcımız Eskişehir’de sıkılıyordu. İstanbul’un renkli geceleri burnunda tütüyordu. Artık gündüzleri Eskişehir geceleri İstanbul’daydı. Yine İstanbul’da bir kumar âleminde bir kabadayının tetikçisinin kurşunlarıyla can verecekti. 7 Mart 1977 günü Oflu Hasan’ın kumar oynatılan Kulübünde Dündar Kılıç’ın bir adamı tarafından beş kurşunla öldürüldü. Ceketinden çıkan defterde Dündar Kılıç’ın kardeşi İbrahim Kılıç, Ahmet Cevahir ve Yusuf Özbir gibi yeraltı dünyasının tanınmış isimlerinden 2 milyon TL alacağına ilişkin notlar olduğu görüldü.

Marlon Kemal’in ölümüyle ilgili dosya 1980’den sonra da soruşturuldu. “Babalar Operasyonu” sonucunda gözaltına alınan Dündar Kılıç sorgulandı. Dündar Kılıç, Marlon Kemal’i kendisinin vurdurttuğu iddialarını reddederek şunları söylüyordu:

“Marlon Kemal, resmi kisvesine güvenip milleti döverdi. Kulüp sahiplerinden borç alır vermezdi. Zorba bir şahıstı. Birkaç kez nasihatte bulundum. Dinlemedi. ‘Hepsinin kafasını ezeceğim’ derdi.”

SİLAH KAÇAKÇISIYLA DOST OLAN VALİ

Refet Küçüktiryaki

1975-78 yılları arasında Malatya Valiliği görevinde bulunan Refet Küçüktiryaki, II. Milliyetçi Cephe hükümeti tarafından 1979’da Emniyet Genel Müdürlüğü’ne atandı. Malatya valiliği döneminde tanıştığı “Hamal Hüseyin” lakabıyla tanınan silah ve uyuşturucu kaçakçısı Pötürgeli Hüseyin Uğurlu ile dostluğunu Emniyet Genel Müdürlüğü sırasında da sürdürmekten kaçınmaz. Hatta o göreve Hüseyin Uğurlu’nun referansı ile geldiği söylentileri vardır. 

Hüseyin Uğurlu, her mafya babası gibi yasadışı yollardan elde ettiği paranın zekâtı bile olmayacak miktarı ile hayır işleri yapar. İşte bu uyuşturucu ve silah kaçakçısı baba, memleketi Pötürgeye bir cami yaptırır. Caminin yapımı ve açılışı nedeniyle Malatya’ya gelip giderken Vali Küçüktiryaki ise tanışır. Küçüktiryaki ile Uğurlu’yu tanıştıran kişi ile AP Milletvekili ve eski İmar İskân Bakanı Ahmet Karaaslan’dır.

Küçüktiryaki’nin Uğurlu ile dostluğu Merkez Valisi olup da İstanbul’a yerleştikten sonra da sürer. Evleri de birbirine yakındır. Uğurlu’nun bürosuna sık sık ziyarete giden Küçüktiryaki, bu dostluğu basına yansıyınca “Malatya’da cami yaptırdığı sırada tanıştım kendisiyle. Tesadüfe dayanan bu tanışıklığın hudutları içinde İstanbul’da da zaman zaman münasebetlerimiz olmuştur” demişti.

Merkez valisi de olsa üst düzey bir bürokratın sabıka dosyası hayli kabarık Hüseyin Uğurlu ile görüşmekte bir çekince duymaması bir yana bir “dostunun” suç profilini önemsiz bir kişiymiş gibi şu sözleriyle küçültüyor:

“Okuma yazma bilmeyen, hareket kabiliyeti sınırlı bir insandan, insanda korku uyandıran bir baba portresi çıkartmışsınız.”

BALCI VE AĞAR...

Eski vali ve sonrasında da Emniyet Genel Müdürü olacak olan Küçüktiryaki’ye göre bir insanın suç örgütü lideri olması için okuma yazma bilmesi ve hareket kabiliyetinin tam olması gerekiyor. Uğurlu’nun uyuşturucu kaçakçılığındaki Türkiye şubesi Örfi Çetinkaya da sonrasında tekerlekli sandalyeye mahkûmdu ama bu durumu uyuşturucu işlerini yürütmede hiçbir engel oluşturmadı.

Emniyet Genel Müdürü olan Refet Küçüktiryaki, kendisi gibi organize suç örgütü liderleriyle içli dışlı olan Şükrü Balcı’yı İstanbul Emniyet Müdürü olarak atar. Şükrü Balcı’nın yardımcısı olarak Mehmet Ağar’ın atanmasında da onun imzası vardır.  

‘40 BİN ALEVİYE KAN KUSTURDUM...’

Kenan Evren’in arşivinden çıkan ve Küçüktiryaki’ye ait olduğu iddia edilen mektup Meclis Darbe Araştırma Komisyonu’nda ele alındı. Kendisine ait olmadığını belirten Küçüktiryaki’ye isnat edilen mektupta şu ifadeler yer alıyordu: “Beni emniyet genel müdürü yapan, Başbakan Süleyman Demirel değildir. Beni keşfeden ABD hükümetinin Ankara temsilcilerinin tavsiyesi ile bu göreve atandım. Türkiye’de ilk defa resmi olarak Alevi-Kızılbaş soykırımını devlet adına başlatan benim. 1976 yılının ocak ayında Malatya Beylerderesi olayından sonra, Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi Kızılbaşa kan kusturdum. Yavuz Selim’den sonra en büyük Alevi- Kızılbaş düşmanı benim, bunu ispat ettim ve ispat etmeye de devam edeceğim. Ben, Beylerderesi olayları sırasında yanımda Malatya İl Jandarma Komutanı albay olduğu halde ‘Malatya’daki tüm Alevi-Kızılbaş köyleri ortadan kaldırılmalı’ dedim. Benim sözlerimi Mayıs 76 tarihli Halkın Kurtuluşu adlı dergi yazdı. Şu anda Emniyet Genel Müdürüyüm. 76 yılında ben Malatya’da valiyken emniyet müdürü olan –ki o da en az benim kadar Alevi-Kızılbaş kasabıdır- Abdülkadir Aksu’yu yardımcım yaptım. Ankara’da alevi-kızılbaşların oturduğu “kurtarılmış bölge”lere kan kusturan Reşat Akkaya’yı ankara Emniyet Müdürü yapan benim. Sıkıyönetim komutanının emriyle görevden alındı. Zannedilmesin ki, pasifize oldu, gölgede kalarak gerçek Ankara Emniyet Müdürü yine o olacaktır. Beni hiçbir kuvvet yerimden söküp atamaz, ne başbakan ne cumhurbaşkanı ne de bir başkası. 1981 seçimlerinde AP’den Malatya Milletvekili adayıyım. Beni silah kaçakçılığıyla suçlayanlara şunu söylemek isterim ki; ben, Bulgaristan üzerinden gelen komünist silahlarla Alevi kasaplığı yürütmüş adamım.”

                                                                           ***

(II)-"Polis müdüründen silah kaçakçısına polis kimliği"

İstanbul Emniyeti 2. Şube Amiri Ahmet Ateşli’nin İstanbul yeraltı dünyasının gizli patronu olduğu söylenir. Ahmet Ateşli’nin, Ankara’dan İstanbul’a atanan Emniyet Müdürü Ünal Erkan ile yardımcısı Mehmet Ağar’ı da yeraltı dünyası ile nasıl ilişki kurulacağı ve İstanbul’da polis ile organize suç örgütlerinin nasıl kardeş kardeş yaşayacaklarının formülünü öğrettiği de söylentiler arasındadır.


İstanbul Emniyeti 2. Şube Amiri Ahmet Ateşli’nin çek-senet tahsilatından, kumarhanelere ve uyuşturucu ticareti yapan yeraltı dünyası ile dostluğu dışında ortak iş ilişkileri de vardır. Bu ilişkiler MİT raporunun eklerinde de yer almıştı. 1990’lı yıllarda başta Abdullah Çatlı olmak üzere pek çok çete üyesine verilen pasaport ve polis kimliğinde İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın imzası çıkmıştı. Anlaşılan bu konuda ilk dersi de “Ahmet Abi” dediği Ahmet Ateşli’den almıştı. Çünkü 1980’lerin başında silah kaçakçılığından aranan Zihni İpek’in üzerinden çıkan polis kimliğinde Ahmet Ateşli’nin imza attığı ortaya çıkmıştı.

MİT RAPORUNDA

Ahmet Ateşli, yeraltı dünyası ile ilişkilerini öyle gizli kapaklı yürütmezdi. Gazinolarda yeraltı dünyasının tanınmış adamlarıyla aynı masada oturur, onların kumarhanelerinde videolu okey ve poker oynardı.

1985 yılı aralık ayı sonunda Bebek Gazinosu’nda Dündar Kılıç’ın kardeşi İbrahim Kılıç’la aynı masada otururken Kılıç’ın adamlarından Zekeriya Ülkücü, MİT haber elemanı Tarık Ümit’i tabanca ile yaralamıştı. Tarık Ümit, Kılıç hakkında güvenlik bürokrasisine rapor verdiği için vurulmuştu. 

Uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü 2. Şube’de görev yapmış olan polis memuru Mümin Mandil’in, uzun yıllar yanında çalıştığı Ahmet Ateşli’yi uyuşturucu kaçakçılığı yapmakla suçlayan ifadesi MİT raporunun eklerinde şöyle yer almıştı:

“1982 sonbaharı veya 1983 ilkbaharında Şükrü Balcı’nın Emniyet Müdürü olduğu zamanda İzmir Emniyet Müdürü Balcı’nın şahsına özel mektupla Ahmet Ateşli’nin eroin işi yaptığını, bunu İstanbul’dan İzmir’e getirdiğini, İzmir’den roro gemisine, boş şoförsüz Mercedes arabaya koyarak İngiltere’ye Osman Cevahir’e gönderdiği yazıyor. Mercedes polisin kullandığı çeynç (motor ve şase numarası değiştirilmiş araba) bir makam arabası. Bu ilk sefer değil, ilk sefer olmasına imkân yok. 

Fatih’te Hayri Enişte diye bir kaportacı var. Siirtli, İstanbul’da zula işini yapan tek kaportacı budur.

Bunun kadar araba zulası yapan adam yoktur. İyi zulacıdır. İzmir işini bu yaptı, Mercedes’te zula işini bu yaptı. O zamanlar Fethi Kamil denilen memur arkadaş, şimdi komiser muavinidir. Zamanında pavyonda polislerden dayak yemiş ve ben de polis olacağım diyerek 1968 senesinde polisliğe geçmiş. Muazzam şoförlüğü vardır. Ateşli’nin ve Erkan’ın ise şoförlüğü yoktur. Erkan, Fevzi Öz vasıtasıyla eroini alıp Ateşli’ye götürür. Ateşli, Erkan, Fethi eroini İzmir’e götürürler. Fethi arabayı kullanır. Arabanın zulasına yerleşir, İstanbul’dan İzmir’e üçü birlikte giderler. Feribota koyarlar, İngiltere’ye gönderirler ve oradan filan kişi arabayı çeker. 

Bir seferinde İngiltere polisi araba gemiden inerken arabaya el koyuyor. Eroin çıkıyor ortaya. Polis arabanın nereden sevk edildiğini araştırıyor ve İzmir’den konulduğunu anlıyor. Interpol’den İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne yazı geliyor. İzmir Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’nın bizzat kendisine mektup yazıyor. Şükrü Balcı, Ahmet Ateşli’ye telefon açıp ‘kuyruğun elimde’ diyor. Ahmet Ateşli de ‘aman beyim al 5 milyon, al 20 milyon, al 10 milyon’ ha bire bastırıyor. Şükrü Balcı da tabii yazıyı atıyor sümen altına. İzmir Emniyet Müdürlüğü yazı bekliyor. Birinci yazı, ikinci yazı. O zaman İzmir Emniyet Müdürü kim bilemiyorum. 

Şükrü Balcı’nın son dönemleri ile Mustafa Yiğit’in Emniyet Müdürü olduğu dönemdi. Şükrü Balcı gittikten sonra Mustafa Yiğit geliyor. İzmir Emniyet Müdürlüğü bu sefer ona yazıyor. Mustafa Yiğit de hakkında muamele yapmıyor. Sadece ikinci şube, birinci kısım amirliğinden alıp Beykoz Emniyet Amirliği’ne gönderiyor. Sadece onu yapabiliyor. Ateşli, bu görevde 8 ay kalıyor. Cebinde Ali Tanrıyar’ın telgrafı, başbakan da dahil torpillerle tekrar gerisingeriye geliyor.”

MAFYA, POLİSLE KORKUTARAK TAHSİLAT YAPILIYOR

Mümin Mandil, İstanbul’da MİT raporundaki ifadesinde Ateşli’nin İstanbul mafyasının lideri olduğunu iddia ediyor ve Dündar Kılıç’la çek-senet tahsilatında polisi de alet ettiklerini belirterek şu bilgileri veriyordu:

“O tarihte büyük şirketler batmış, ihtilal olmuş, şirketler alacaklarını alamamışlar. Mecburen piyasaya 500 milyon, 1 milyar, 2 milyar borcu olmuş. Ne yaptılar, bunu iflas gösterdiler. 500 milyonluk senedim, çekim var ama kanunen bir şey yapamıyorum. Mecburen adam gitti Dündar Kılıç’a, siz Dündar Kılıç’ı biliyorsunuz, İstanbul mafyasının en büyük beyni Ahmet Ateşli. 

ÖZEL TELEFONDAN ARIYORLAR

Bir kısmının haricinde Karadeniz mafyasının beyni Ahmet Ateşli’dir. Emniyet ile irtibatlıdır. Mesela ben geliyorum Dündar’a diyorum ki ‘Benim 500 milyonluk çekim var, bunu tahsil et, yarısı senin yarısı benim’ Dündar da haliyle ‘Bunu tahsil ederim ama ne kadarını tahsil edeceğimi bilemiyorum. Edebileceğim kadarının yarısı senin yarısı benim işine gelirse’ diyor. Bakıyorum ben kanunen bir şey yapamam, adamın gırtlağına basıp da çekip alamam, çünkü ben bir ticaret adamıyım. Benim de gayri resmi bir adamım olmadığından bu işi kim yapar, Dündar Kılıç yapar. Dündar Kılıç alıyor eline çekleri, senetleri, açıyor adama telefonu. Bu parayı 1 hafta 10 gün veya 1 ay içinde ödeyeceksin diyor. Aksi halde ben Dündar Kılıçım, öldürürüm seni diyor. Ahmet Ateşli’ye telefon ediyor. 

Ahmet Ateşli’nin makamında özel bir telefonu bulunuyor. Özel telefondan Ahmet Ateşli’ye böyle bir durum var diye bildiriyor. Dündar bu arada borçlu kişiyle devamlı irtibat halinde ve adamlarını gönderiyor. Artık iş öyle bir duruma geliyor ki Ateşli’nin sağ kolu bir memur, ekip şefi Erkan Şat diye bir memur altlarında bir Mercedes araba, bu araba çeynç. Haliyle anarşi dönemi, halk tedirgin olmuş ama anarşi temizlenmemiş. Ellerinde MP-5 veya Akrep, silah çelik yelek mevcut. Erkan haliyle ekip şefi, bir tanesi şoför diğer ikisinde MP-5 ve Akrep ellerinde. Dündar Ateşli’ye telefon ediyor. Filan yerdeki adres, yazıhane veya fabrikaya gidin, araba orada dursun. Araba zaten sivil araba. Arabadan bir tanesi MP-5 ile insin, etrafında bir tur atsın, ondan sonra gitsin. Tabii bu durumdan Erkan’ın haberi var ama o gariban üç memurun hiçbir şeyden haberi yok. Ateşli Erkan’a anons ediyor, ‘görüşelim’ diyor. Görüşelim deyince biz uyanıyoruz işe, muhakkak diyoruz özel bir iş var. Ekibe talimat verdiği zaman ‘kısmı arayın’ diyor. Erkan’ı aradığı zaman ‘görüşelim’ diyor. Tabii bu arada Erkan’a veriyor adresi. Erkan gidiyor adresi buluyor, yukarıya çıkıyor bilmem ne yapıyor, memurlar arabanın etrafında dolanıyorlar. Bir yandan da Erkan’a küfür ediyorlar ana avrat. Erkan, Ateşli’ye anons ediyor malum yerdeyiz diye. Ateşli de Dündar’a telefon açıyor, ‘şu anda malum yerdeler’ diyor. Dündar bu sefer şahısa telefon açıyor, ‘Bak dışarıda beyaz bir Mercedes göreceksin’ diyor. ‘Sen polisten başka silahlı adam dolaşmaz zannediyorsun ama bak bakalım adamların elinde ne var’ diyor. Adam bir bakıyor pencereden hakikaten elinde MP-5 ile dolaşan bir kişi görüyor. MP-5’in sadece polis te olacağını adam düşünemiyor, ‘tamam’ diyor. ‘Bana 3 gün, 5 gün müsaade et, paranı ödeyeceğim.’ 3.5 gün sonra para şakır şakır ödeniyor. Dündar 500 milyonu alıyor eline, adama diyor: ‘250 benim 250 senin’. Ahmet Ateşli’ye dolar lazım, mark lazım. Şükrü Bey para lazım diye Ahmet’e söylüyor. Amerika’daki çiftliğe para lazım diyor, ver 5 milyon, 10 milyon dolar, mark... Ateşli anında gönderiyor.” 

‘BUYUR ÇANTANI’

Mümin Mandil, itiraflarında Ahmet Ateşli’nin 1982 yılında Dündar Kılıç’tan rüşvet tahsilatını alırken oyuna geldiğini anlatan bir bölüm var. Ateşli, Rıdvan korumasını yolluyor. Bu polis memuru çantayı aldıktan sonra aynı kısımda çalışan Tuncer adlı başka bir polis memuru arabasının önünü keserek içi para dolu çantayı alıyor. Sonra da götürüp Ateşli’nin masasına koyarak “Buyur çantanı” dediğini aktarıyor.

                                                                         ***

(III)- "Birinci Babalar Operasyonu"

'Kirli Üçgen' yazı dizinin üçüncü sayısında, darbe dönemlerinde mafyaya yapılan operasyonlar ve kirli ilişkiler ele alındı.


12 Mart darbesinin ardından Ziverbey Köşkü’nde solcuların sorgulanmasında işkenceci olarak kullanılan Mehmet Eymür’e mafyaya operasyon yapma konusunda görev verilir. Eymür uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapan Uğurlu, Bezal, Mirza ailelerinin üyeleri ile Zihni İpek’e operasyon yapar. Ancak uyuşturucu ve silah kaçakçısı babaların ev ve ofislerinde oldukça sakıncalı resim ve evraklara rastlanır. Aralarında subaylar da vardır ünlü polis şefleri ile üst düzey bürokratlar da...

Üstelik gözaltına alınıp sorgulanan mafya üyeleri, ifadalerinde pek çok bürokrata rüşvet verdiklerini de ikrar etmişlerdir. Eh bu durumda da ordunun ve emniyetin itibarı her şeyden önemli olduğu için bu isimler dosyadan ayıklanır. 

İşin ilginç yanı 11 yıl sonra yapılacak darbe döneminde yapılan II. Babalar Operasyonu’nda da yeraltı dünyası ile bürokratlar arasındaki rüşvet ilişkisinde aracılık görevi yapan aynı isimdir: Ünlü Gazinocular Kralı Fahrettin Aslan.

İKİNCİ BABALAR OPERASYONU

1970’li yıllarda yıllarca terörü besleyen iki ana damarın uyuşturucu ve silah kaçakçılığı olduğunu, uluslararası kaçakçıların yurtiçi bağlantılarını, bürokrasideki uzantılarını yazarımız Uğur Mumcu yıllarca yazmasına ve o dönemde neredeyse Türkiye’nin her bölgesinde sıkıyönetim uygulamasına karşın harekete geçmeyen ordumuz darbeden sonra hidayete eriyor. 

12 Eylül’den bir ay sonra 11 Ekim 1980 günü İkinci Babalar Operasyonu için düğmeye basıldı. Türk Armatörler Birliği Başkanı Ziya Kalkavan, Kürt İdris, Dündar Kılıç, Arap Nasri, Fikri Erdöş, Fahrettin Soysal ve demir tüccarı Şükrü Ertürk, Savaş Kalkavan ve Nizamettin Aytemiz gözaltına alındı. Gözaltına alınma nedenleri kaçak yollardan yurda hurda demir sokulmasıydı. Peki ya uyuşturucu ve silah kaçakçıları?

ACELEYE GEREK YOK CANIM..

Uyuşturucu ve silah kaçakçılarına ancak bir yıl sonra sıra gelebildi. 23 Aralık 1982 günü Genelkurmay Başkanlığı’nda kaçakçılık ve rüşvetle ilgili bir toplantı düzenleniyor. Toplantıda Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı Kaçakçılık ve İstihbarat Şubesi gibi bir birimin MİT içinde de kurulması ve iki kurumun koordineli çalışması kararı alınıyor. MİT’te kurulan Kaçakçılık Şubesinin başına da 12 Mart’ta birinci “Babalar Operasyonu”nu gerçekleştiren Mehmet Eymür atanıyor.

Nihayet şubat ayında uyuşturucu ve silah kaçakçılarına operasyon gerçekleşiyor. Dündar Kılıç, Behçet Cantürk, Zihni İpek, Hüseyin Cevahiroğlu, ünlü balıkçı Uğurcan Elmas ve Fahrettin Aslan gözaltına alındı. Ünlü silah ve uyuşturucu kaçakçısı Abuzer Uğurlu ise 12 Eylül yönetiminin “Yurda dönmedikleri takdirde yurttaşlıktan çıkarılacakları” açıklananlar listesinde adı olduğu için yurda dönerek güvenlik güçlerine teslim oldu.

BAKAN KAÇAKÇININ EMRİNDE

Ünlü kaçakçılardan Pötürgeli Hüseyin Uğurlu’nun büyük oğlu Abuzer Uğurlu’nun yönettiği başta silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapan şebeke üyeleri de gözaltına alındı.

Üst düzey üç gümrük görevlisi ile birlikte 1.Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’na gönderilen sanıklar arasında o güne kadar hiç gözaltına alınmamış ancak silah kaçakçılığını yönlendirdiği bilinen Topal Yaşar (Yaşar Yamak), şüpheli bir şekilde ölen ve Uğur Mumcu’ya gönderdiği mektuplarda önemli itiraflarda bulunan İbrahim Telemen’in ihbarlarında adı geçen Örfi Çetinkaya ile Hacı Mirza da bulunuyordu.

Abuzer Uğurlu silah ve her türlü malın Türkiye’ye kaçak olarak girişi için İpsala gümrüğünü kullanıyordu. Gözaltında alınan ifadelerden sonra kendilerine rüşvet karşılığı yardım eden Gümrük Başmüdürlerinden Yaşar Apak, Trakya Gümrükleri Başmüdürü Tali Kut ile İpsala Gümrük Müdürü Süleyman Yavuz da operasyan sonucu yakalandı.

Yurtdışında şebekeyi yöneten Abuzer Uğurlu ile Yaşar Yamak arasındaki haberleşmeyi Örfi Çetinkaya sağlıyordu. Özellikle Gümrük ve Tekel Bakanlığı bünyesindeki tayinler için Yamak devreye giriyordu. Devreye soktuğu en üst düzey siyasi eski Gümrük ve Tekel Bakanı Ahmet Çakmak’tı.

Bu bakanlığa Tuncay Mataracı atanınca da durum değişmedi. Bu kez de Mataracı’ya rüşvet karşılığında gümrüklerdeki atamalara yine Abuzer Uğurlu ve adamları karar veriyordu.

Abuzer Uğurlu 1969-1974 yılları arasında Bulgaristan’da Bulgar devletinin kiraladığı bir evde kalarak himaye edilen ve Kintex şirketiyle işbirliği içinde kaçakçılık işlerini organize ediyordu.

SİLAH KAÇAKÇISI MİT’Çİ ÇIKIYOR

1985 yılında bir MİT yetkilisi, dönemin MİT Müsteşarı Burhanettin Bigalı’ya yazdığı mektupta silah kaçakçısı Abuzer Uğurlu’nun “Yıldırım” kod adıyla teşkilatın adamı olduğunu söylüyordu:

“Bugün bütün dünyanın adından söz ettiği Abuzer Uğurlu, 1974-1979 yılları arasında teşkilatımızca kullanılmıştır. Bildiğim kadarıyla Abuzer Uğurlu’yla resmi ilişkinin kesilmesinden sonra da bazı kişisel temaslar devam etmiştir. Duyduğuma göre Mataracı davası nedeniyle gözaltına alınan Abuzer Uğurlu’ya; kaçakçılık konularına bakan bir mensubumuz, yanında İstanbul Ülkü Ocakları eski Başkanı Komando Mustafa olduğu halde Beşiktaş’ta Abuzer’in Mercedes otomobili ile Sadettin Tantan’a teslim edilmiş ve ona iyi davranılmasını istemiştir.”

RÜŞVET POSTACISI ÜNLÜ BALIKÇI

Rüşvet ve irtikap suçlarından hakkında dava açılan eski Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı’ya gümrük kapılarında yapılacak tayinlerle ilgili listeleri Abuzer Uğurlu ve Topal Yaşar hazırlıyor, eski bakanlardan Ahmet Çakmak ile ünlü balıkçı Uğurcan Elmas da Tuncay Mataracı’ya iletiyordu. Restoranının adı “Urcan” olduğu için Urcan lakabıyla anılan Uğurcan Elmas, Uğurlu’nun istediği tayinler gerçekleşince Bakan Mataracı’nın dostu Şaban Eyüboğlu’na çekle para gönderdiği, aynı günlerde Mataracı’nın müteahhit Eyüboğlu’ndan Çankaya’da kat satın aldığı ortaya çıktı.

Ünlü sosyete balıkçımız Uğurcan Elmas için 21 Aralık 1980 tarihinde de 1450 kilo uyuşturucuyu Hollanda’ya sokarken yakalanan Süleyman Necati Topuz, malın asıl sahibinin Uğurcan Elmas ve Abuzer Uğurlu olduğunu söylemiş ve tutuklanmıştı.

1990’lı yıllarda Uğurcan Elmas’a ait Urcan Balık Cumhurbaşkanından bakanlar kuruluna ve ünlü bürokratlara kadar devlet erkanının uğrak yeriydi.

SIKIYÖNETİM SAVCISI NACİ GÜR MAFYANIN MASASINDA: ‘YILMAZ GÜNEY KAVGASI’

Dündar Kılıç ve Yılmaz Güney. Kürt İdris, “Tanıdığım en büyük insandır” dediği Yılmaz Güney için Of’lu Osman’la tartışmıştı.

Kürt İdris, bir söyleşisinde Sıkıyönetim Savcısı Naci Gür’ün de olduğu masada “kardeşim” dediği Yılmaz Güney yüzünden Oflu Osman’la tartışmasını ve silahların çekilmesi olayını şöyle anlatıyor:

Bir akşam beni tuzağa düşürdüler. Bir arkadaşım beni Çakıl Gazinosu’na davet etmişti. Gittim baktım, beni davet eden arkadaş orada yoktu. Bizim kabadayı âleminin bütün adamları orada. O akşam düşürüldüğüm tuzaktan Dündar Kılıç beni kurtardı. Yoksa bir felaket olabilirdi. Sıkıyönetim vardı o zaman (1979). Adanalı ünlü bir Sıkıyönetim Savcısı Naci Gür, Oflu Osman ve bazı subaylarla birlikte oturuyordu. Bir masada, Dede Sultan, Dündar (Kılıç), beş altı kişiyle oturuyor. Ötede Arap Nasri birkaç kişiyle...

Beni davet edenleri görmedim. Oflu Osman, bana saygı gösterdi, kalkıp masasına davet etti. Mecburen oturdum. Masada, sağdan soldan konuşurken, Savcı Naci Gür ve öteki subaylar Yılmaz’dan bahsettiler. Ben de arkadaşımı anlattım.

Oflu Osman bozuldu:

“Yahu” dedi. “Yılmaz’ı Allah gibi anlatıyorsun. Allah mı bu?”

“Hayır Allah değil. Ama tanıdığım en büyük insandır.”

“Şüphelenmeye başladım İdris, nerdeyse Ermenileri..”

Ermeni lafını duyunca tepem attı. Çünkü, bu sözün evveliyatı vardı. Tarabya’da Lazlardan bir arsa satın almıştım. Sonradan, paha biçilmez bu arsayı, tek kuruş almadan garibanlara dağıttım. Şimdi oğlum, orada kiracı olarak oturuyor. Tarabya’daki yeri Yılmaz da çok seviyordu. Bazen telefonla arardı:

“Abi biraz dolaşalım mı?”

Arabaya biner; Tarabya’ya giderdik. Çok güzel bir yerdi. İçinde kaynak suyu ve bir de konak vardı. Dündar’ı da çağırırdık. Gittiğimizde bir ağacın altında oturup konuşurduk. Yılmaz’ın dinlenmesine de konuşmasına da hayranım. Çok güzel konuşurdu o büyük adam. İnsanı dinlemesi de bir başka güzeldi.

Akşamüstleri giderdik. Bazen sabaha karşı gider bülbül seslerini dinlerdik.

İşte o arsayı fakir fukaraya dağıttıktan sonra sağda solda laf etmişler: “Ermeniler, bu arsayı alıp, Ermenilere dağıttı...”

Bu olay çok ağırıma gitmişti. Ben Ermeni değilim. O garibanlardan hiçbiri de değildi. Oflu Osman, Ermeni deyince, o olay çağrışım yaptı. Tepem attı. Aramızdaki çekişme ve tartışma silahların çekilmesine kadar vardı. Allah’tan, zehrin panzehiri Dündar (Kılıç) ordaymış. Osman akrabası olmasına rağmen, benim hayatımı kurtardı. Bu davete giderken, yanımda Adanalı Enver’i de götürmüştüm. Ne olur, ne olmaz diyerekten... Cebimde, altın kabzalı ufak bir tabanca vardı. Ama asıl silah Enver’deydi. Silah çekilince, ben geri geri gidiyorum. Çıkmaya çalışıyorum. Meğer Enver de, gazinoya girerken silahı, tuvalete saklamış. Biz çıkarken, bu da tuvalete girdi. Çıkınca silahı çekti. Bir el ateş etti. Silahın otomatik olduğunu bilmiyor, ikinci mermiyi de ağzına veriyor. Tabii ikinci mermi ters dönüyor. Ben bunların farkında değilim. Enver de bilmiyor. Bu sırada ben:

“Enver bana aleti yetiştir” diye bağırınca, yanıma varıp uzattı. Silahı aldım Enver’den. Tam o sırada, Osman’la karşı karşıya geldik. Tetiğe basacağım sırada Dündar Kılıç bağırdı:

“Tetiğe dokunma, mermi ters dönmüş...”

Onu fırlatıp attım. Kendi küçük silahımı çektim. Osman delikanlı adamdı: “Bu dava ikimiz arasında ama ben sana silah sıkamam” dedi. Dündar beni dışarıya çıkardı. Gece, benden sonra orası karışmış... Belki bin mermi yakılmış. O dava ve çekişme 20 gün sürdü. Allah’tan kimsenin burnu kanamadı. Hepimizi içeriye aldılar. İki taraftan da... Fakat Laz tarafı hep otel, motel, gemi sahibi kişiler. Bizimkiler gariban takımı, hamallar...”

                                                                                 ***

(IV)- Rüşvet ağındaki Emniyet müdürü

12 Mart’ta İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün, “Solculara karşı kahramanca mücadele ettiği gerekçesiyle” Balcı hakkındaki iddiaların soruşturma dosyasından çıkarılması için emir veriyor. 12 Eylül dönemindeki soruşturmada ise tanıklar ifadelerini sonradan geri alınca bir kez daha ceza almaktan kurtuluyor.


Babalar Operasyonu kapsamında 1 Mart 1984 günü İstanbul’daki adresinde yakalanarak Ankara’ya getirilen Dündar Kılıç, adının karıştığı kaçakçılık olayları ile ilgili işbirliği yaptığı ve rüşvet verdiği isimleri ifadesinde tek tek sıralamıştı. Kılıç, ifadesinde, tahsissiz demir, sac, kalay gibi maddeleri kaçak olarak yurda soktuklarını, kumarhane işlettiğini, bu işleri Hüseyin Cevahiroğlu ve gazinocu Fahrettin Aslan’la birlikte yaptığını itiraf etmiş ve bu yasadışı işlere göz yumması karşılığında da Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’ya düzenli olarak gazinocu Fahrettin Aslan üzerinden rüşvet verdiklerini açıkladı. 

Kılıç’ın ifadesinden sonra  Hüseyin Cevahiroğlu ile kokain satmak suçundan, diğer sanık Fahrettin Aslan, yakalanarak Ankara’ya getirildi. 

Gazinocular Kralı Fahrettin Aslan’da Maçka Kadınlar Kulübü’nden ortağı Dündar Kılıç’ın iddialarını ifadesinde teyit etti. Aslan, Balcı’yla işadamları arasındaki rüşvet ağını şöyle anlatıyordu:

“Yahudi asıllı Cebra döviz transferi ve hammadde temini için İstanbul’daki işadamlarından dövizleri toplar, Albert Damas da yurtdışından bu şahıslara hammadde gönderirdi. Bu şahısların gayri kanuni işlerle uğraştığını duyan İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı bu şahıslarla gizlice temasa geçerek, yasadışı işlerini örtbas etmek için 25 milyon TL İstemiş. Cebra yanıma gelerek Şükrü Balcı’ya verilmek üzere 25 milyon TL bırakacağını söyledi. Cebra aynı gün yazıhaneme gelerek bir naylon torba içerisindeki 25 milyon TL bıraktı. Bu paradan 5 milyonunu alıp geriye kalan 20 milyonu yazıhaneme gelen Şükrü Balcı’nın adamı olan Bayram adlı kişiye teslim ettim.”

RÜŞVET ÇARKI

Şükrü Balcı’ya kumarhane olarak işletilen kulüplerin de her ay düzenli ödeme yaptığını açıklayan Fahrettin Aslan, kumar rüşveti işleyişini de şöyle aktarıyordu:

“İstanbul Maçka’da bulunan Kadınlar Kulübü’nün ortağı olmam nedeniyle 1981-1982 yılları arasında kış sezonlarında her ay kulübün ortakları arasında hisse oranlarına göre toplanan birer milyon TL parayı Şükrü Balcı’ya verirdik. Ayrıca Polo adıyla ve bir dernek olarak 12 Eylül 1980 harekâtına kadar faaliyet gösteren ve ortağı olduğum bu yerden de kulübe ortak bütün şahıslardan hisse oranlarına göre her ay birer milyon para toplanıp, bu parayı bizzat ben Şükrü Balcı’ya teslim ederdim. Rüşvet paralarını ‘Güneş’ rumuzu ile kayda geçerdik.

İstanbul’da 50 milyon TL masraf yaparak bütün kanuni formaliteleri tamam olmasına rağmen ruhsatı için müracaat ettiğimde Şükrü Balcı benden 5 milyon lira rüşvet istedi. Bu parayı vermek istemedim ancak, ruhsatı alamayınca 5 milyon TL rüşvet olarak Şükrü Balcı’ya vererek ruhsatı alabildim.”

BALCI’YA GURBETTE ZIRHLI OTO HARACI

Hakkında rüşvet iddiaları ayyuka çıkan Şükrü Balcı, 1983 yılında Dışişleri Bakanlığı tarafından ABD’ye güvenlik ataşesi olarak atanır. Balcı’ya her ay düzenli rüşvet ödeyen babalar, ona “güle güle” demek üzere makamına giderler. Balcı, kendisini ziyarete gelen mafya üyelerine, “İstanbul’a önce Trafik Şube Müdürü, sonra 1.Şube Müdürü, bilahare İstanbul Emniyet Müdür Muavini ve en son olarak İstanbul Emniyet Müdürü olarak atandım. Amerika dönüşümde İstanbul’a vali  veya Emniyet Genel Müdürü olarak atanacağım kesin. Bu nedenle şimdilik verilen yeni görevime başlayacağım. Ama, en kısa zamanda İstanbul Valiliği ya da Emniyet Genel Müdürlüğü görevleri nihayet bana verilecektir. O nedenle benimle bağlarınızı koparmayın, gelecekte de birlikte çalışacağız” diye göz dağı vermeyi de ihmal etmemiştir.

KULÜBÜN YÖNETİCİSİ

Balcı’nın verdiği mesajı alan Dündar Kılıç da “Sayın müdürümüze Amerika’da Ermeniler maazzallah suikast falan düzenleyebilirler. Onun için müdürümüze bir zırhlı Mercedes alalım” der. Balcı da güya bu teklifi istemeyerek de olsa kabul etmiş görünür. Zırhlı oto alınması için Dündar Kılıç, 5 milyon TL kendisi, 2.5 milyon TL da orada olmayan ortağı Hüseyin Cevahiroğlu adına parayı verir.

Peki yasadışı kumar oynatılan Maçka Kadınlar Kulübü’nün idari yönetiminde kim vardı?

Tarık Ümit.

Hani şu,  2 Mart 1995’te Erenköy’de özel harekâtçı polisler Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça tarafından kaçırıldıktan sonra ortadan kaybolan, arabası dört gün sonra Silivri yakınlarında Jandarma bölgesinde terk edilmiş olarak bulunan MİT istihbarat elemanı Tarık Ümit. 

Şimdi Tarık Ümit kimdi bir hatırlayalım.

Küçük yaşta ailesini kaybettiği için Almanya’da amcasının yanına gitti. 1968 yılında yurda döndüğünde yeraltı dünyası ile tanıştı. Kendisi gibi Düzceli olan ve adı eroin kaçakçıları arasında geçen Ferda Seven ile ilişki kurdu. Seven’in önerisiyle Dündar Kılıç’ın yanında çalışmaya başladı. 1975’ten itibaren MİT içerisinde görev alan ve1978’de ikinci sınıf uzman olarak teşkilattaki resmi görevine de başlayan Tarık Ümit, “Babalar Operasyonu”nda hakkında uyuşturucu ticaretinden dolayı tanıklık yaptığı için Dündar Kılıç tarafından Zekeriya Ülkücü adlı adamına Tarık Ümit’i vurdurttu. Saldırıdan yaralı kurtulan Tarık Ümit, üç yıl sonra da Mehmet Eymür ve ekibi tarafından oluşturulan MİT raporunun hazırlanmasına katkıda bulunanlar arasında yer aldı.

ALİ BALKANER DE BALCI’YI BESLEMİŞ

12 Eylül 1980 Harekâtı’na kadar faaliyet gösteren Polo adlı kulübün ortakları tarafından hisse oranlarına göre Dr. Hamdi Akça, Necmi Akça, Talat Sadıkoğlu, Mehmet Üstünkaya, Ali Balkaner, Hayrullah Kefeoğlu, Nevzat Köker, Tanju Zarbon, Melih Caculi ve Fahrettin Aslan tarafından kulübün tüzüğünde yazılı olmayan ve oynanması yasak olan oyunlar için aralarında her ay birer milyon TL para toplayarak kumar oynamalarına göz yuman Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’ya rüşvet verirler. Bu toplanan para da kulübün ortağı Fahrettin Aslan tarafından Şükrü Balcı’ya teslim edilir. Tefeci Ali Balkanar, demek o yıllarda kumarhane işiyle uğraşıyormuş.

‘SOLCULARA ÇOK DARBE VURDU’

1973 yılında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın Mart-1 operasyonu çerçevesinde gözaltına alınarak, MİT ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube Müdürlüğü’nce sorgulanan Abuzer Uğurlu’nun babası Hüseyin Uğurlu ifadesinde “1972 yılında İstanbul Emniyet 1. Şube Müdürü olan Şükrü Balcı, silah kaçakçılığı ile ilgili olarak gözaltına alındığımda 200 bin TL rüşvet karşılığı beni serbest bıraktırdı. Rüşvet parasını Gümüşsuyu’nda ‘Hacı otomobil galerisi’ sahibi Hacı Mustafa Özkan vasıtasıyla kendisine ilettim” dedi.

Yapılan soruşturma sonucunda Şükrü Balcı’nın Gümüşsuyu’nda Hüseyin Uğurlu ve oğlu Mustafa Uğurlu ile buluşup görüştüğü anlaşılmış, Uğurlu’nun ifadesi Mustafa Uğurlu, Ali Bezal ve Hacı Mustafa Özkan’ın ifadeleriyle de örtüşmüştü..

Balcı hakkında bu kadar iddia varken İstanbul SıkıYönetim Komutanı orgeneral Faik Türün, soruşturmayı yapanları makamına çağırarak İstanbul Emniyet Müdür Muavini Şükrü Balcı’nın aşırı sola karşı çok darbe vurmuş bir kimse olduğunu, yolsuzluklarının duyulması halinde bunun sol mihraklarca istismar edilebileceğini belirterek, Şükrü Balcı ile ilgili kısımların ifadelerden çıkarılmasını ister.  

Şükrü Balcı’nın Mahmut Karaduman ile irtibatı vardır. 1922 Musul doğumlu Mahmut Karaduman silah ve uyuşturucu madde kaçakçılarındandır. Istanbul’da ‘Marmara’ pavyonda fedailik yapmış ‘Karavan’ pavyonu işletmiş bilahare uzun yıllar Beyrut’ta yaşamış daha sonra Türkiye’ye gelerek Vatan Konserveleri’nin sahibi haline gelmiştir. Mahmut Karaduman, Şükrü Balcı ile oğlu Ertuğrul Balcı’ya ait Washington’daki numarasıyla irtibat kurmaktadır. 

MÜDÜRLÜĞÜ RÜŞVETLE ALDI

Ekim 1982 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığı’na gönderilen bir ihbar mektubunda İstanbul’da yaşayan azınlık faaliyetlerini içeren bir ihbar mektubunda Şükrü Balcı hakkında da şu bilgiler veriliyordu:

“Bu şahıs İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nü Sadettin Bilgiç’ten 40 milyon peşin ayda 4 milyon aidatla satın almıştır. Türkiye’deki bütün büyük kaçakçılık işlerinde hissesi vardır. Sağ ve sol örgütlere ayırt etmeden silah temin eden Çayırovalı Osman, bu şahsın ortağıdır. Şükrü Balcı, oturduğu evi 7 milyona, boğazdaki mafyanın hediye ettiği köşkü 30 milyona 1978 senesinde satmış, paralarını Amerika’ya transfer etmiştir.”

Şükrü Balcı hakkında Eyüp 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Savcılık iddianamesinde Balcı hakkkında rüşvet, irtikap ve tehdit suçlamalara yer verildi. İddianamede Şükrü Balcı’nın İlyaho Anter’den 20 milyon, iş ortağı İshak Kodrik adına Raif Dinçkök’ten 25 milyon, İshak Sati, Simon Pur, Rone Somek, Daniyel Susar, Stavro Kordemidis ve Raul Kalaliero’dan toplam 45 milyon, Cebra Bildirici’den 20 milyon lira olmak üzere toplanan 115 milyon liranın 27 milyon lirasını yurtdışına  döviz olarak kaçırdıkları, belirli bir para verilmediği takdirde yolsuzlukları ihbar edileceği bildirmek suretiyle irtikap yolu ile menfaat sağladığının anlaşıldığı belirtildi.

AĞAR KARŞILADI

Emniyette Şükrü Balcı’ya rüşvet verdiklerini söyleyen Dündar Kılıç, Hüseyin Cevahiroğlu ve Fahrettin Aslan mahkemede ifadelerini reddettiler. Hatta Dündar Kılıç daha da ileri giderek “Balcı, namuslu adamdır” bile dedi. 

Hakkında dava açılan Şükrü Balcı’dan, görevli olarak bulunduğu Washington’dan yurda dönmesi istendi. Balcı, hakkında soruşturma açılmasına rağmen havalimanında gazetecilere “yıllık iznimi kullanmak için döndüm” diyordu. Havalimanında eski Emniyet Müdürü Balcı’yı kim karşılıyordu peki? Onun izinden giden İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar ile Siyasi Şube Müdürü Mete Altan.

                                                                         ***

(V)-"Taşları yerinden oynatan MİT raporu"

'Kirli Üçgen' yazı dizinin beşinci sayısında, 1988'de yapılacak referandum öncesi hazırlanan çarpıcı MİT raporu ele alındı.


Başbakan Özal, 1988 yılında yapılacak “Siyasi yasakların kaldırılması” referandumu öncesinde DYP’yi güç duruma düşürmek için MİT içinde kendine yakın gruptan bir rapor hazırlanmasını istedi. Mehmet Eymür tarafından “Banker Bako Olayı-Emniyet Üst Düzey Yetkilileri ve Yeraltı Dünyası” başlığıyla kaleme alınan raporda hedef sadece DYP değildi. 

Eymür ve Hiram Abas ekibi, raporda güvenlik bürokrasisindeki rakiplerini tasfiye amacıyla notlara yer verdi. Eski Genelkurmay Başkanı Üruğ, MİT Bölge Başkanı Gündeş, İstanbul Emniyet Müdürü Erkan ve İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ağar için yazılanlar gündeme bomba gibi düştü. Tasfiyesi istenen ekip yerine raporu yazanlar tasfiye oldu.

12 Eyül darbesinden sonra siyaset yasağı getirilen eski parti liderleri kendilerine yakın isimlere partiler kurdurtmuş ve bu partiler üzerinden perde arkasında siyaset yapmayı sürdürüyordu. ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Özal, bu durumdan rahatsızdı. Sonuçta siyaset yasağının kalıcı olması için konuyu 1988 yılında referanduma götürme kararı aldı. Referandum gezilerine başlayan Özal, Demirel’in memleketi Isparta’da yoğun protestolarla karşılaşınca öfkelendi. Basın mensuplarına, “Şu batık Banker Bako ile DYP’nin ilişkilerini bir araştırın bakalım” diyen Özal, konuyu sadece basının değil MİT’in de araştırmasını istemişti. 

Özal, bu görevi MİT içinde kendisine yakın Eymür-Abas grubuna vermişti. Bu grup da fırsattan istifade, MİT içinde geçmişten beri birbirlerine operasyon çeken İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş, Emniyet içindeki rakipleri Ünal Erkan, Mehmet Ağar ekibi ile Evren’den sonra Cumhurbaşkanlığı hesapları yapan Necdet Üruğ’la ilgili bölümlere de yer vermişti raporda. Yeraltı dünyası ile ilişkiler ve özel yaşamları üzerinden rakiplerine ağır bir darbe indirmek isteyen Eymür ve Abas, raporu Başbakan dışında Cumhurbaşkanı Evren’in damadı ve danışmanı MİT mensubu Erkan Gürvit’e sundular önce. Uzun süre beklemelerine karşın herhangi bir gelişme olmayınca raporu “2000’e Doğru” dergisine sızdırdılar. Dergi de üç ay beklettikten sonra raporu yayımladı. Rapor Türkiye gündemine bomba gibi düştü.

MİT raporunda görülen bir yanda devletin MİT’i, karşı tarafta Emniyet Genel Müdürü, valiler ve eski Genelkurmay Başkanı ve MİT Bölge Müdürü. Dergi hakkında toplatma kararı verildi. Haberi yazan ve yazıişleri müdürü hakkında dava açıldı. Hükümet sözcülüğünden yapılan yazılı açıklamada MİT tarafından böyle bir rapor hazırlanmadığı, dolayısıyla Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a ve Genelkurmay Başkanı’na sunulmasının da söz konusu olamayacağı belirtildi. Cumhurbaşkanı Evren ise rapordan ancak eski Genelkurmay Başkanı Üruğ’un, “hakkımda soruşturma açılsın” talebini içeren mektubuyla haberdar oluyor. Özal  ve MİT ise “Rapor değil, etüt” diyerek tepkileri yumşatmaya çalışsa da devletin tepesi sarsıldı. Sonuçta, Mehmet Eymür görevden alınıp İstatistik Kurumu’na danışman olarak gönderildi. Ancak Eymür bu göreve gitmeyip istifa etti. Tabii hamisi Hiram Abas da... Bu grubun Emniyet ayağında bulunan ve rapora kaynak belge sağlayan dönemin Kaçakçılık Daire Başkanı Atilla Aytek, Eskişehir’e tayin edildi. Yine Emniyet görevlilerinin yeraltı dünyası ile ilişkileri hakkında bilgi veren MİT haber elemanı Tarık Ümit de Eymür ve Abas MİT’ten ayrılınca Ağar ve Erkan grubuna yanaştı. 

DALLAS DİZİSİ GİBİ

80’lerde çok izlenen “Dallas” dizisinde entrikalar, skandallar, kirli ilişkilerden daha fazlası MİT raporunda vardı. Yatak odası hikâyelerini pas geçip yeraltı dünyası ile güvenlik bürokrasisinin kirli ilişkilerini içeren bölümleri özetledik:

- Vali Ayaz, Bako olayında Emniyet Müdürü Ünal Erkan ve yardımcısı Mehmet Ağar’ı korumuş, Hürriyet gazetesinde çıkan ve Ankara’daki yöneticileri “Takunyalılar” olarak niteleyen yazı ile hiçbir ilgilerinin olmadığını ve yazının hazırlandığı gece birlikte yemekte olduklarını, İçişleri Bakanı ve Emniyet Genel Müdürü’ne ifade etmiştir.

- Esasen İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün çeşitli irtibatları arasında aşırı sağcı unsurlar bulunmaktadır. Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar, Süleymancı Kemal Kaçar’ın koordinatörlük yaptığı şirketin sahipleri İbrahim Aslan ve Mahmut Şahin ile yakın temas halinde olup bu şahıslara gizli kalması icap eden soruşturma ve tahkikatlarla ilgili bilgi vermektedir. İbrahim Aslan’a ait Aslan Nakliyat, TIR taşımacılığı yapmakta 150 TIR’a sahip bulunmaktadır. İbrahim Arslan, Malatya Vali şoförlüğü sırasında uyuşturucu ve silah ticareti yapmıştır. Mahmut Şahin’e ait Şahlan Nakliyat, deniz ticareti ile iştigal etmektedir. Hira 1-2-3 gemileri bilinmektedir. Şahlan ve Aslan nakliyat firmalarının genel koordinatörü Süleymancı lider Kemal Kaçar’dır.

POLİS-MAFYA İLİŞKİSİ

- İstanbul polisi ile mafya bağlantısını kuran kişi emekli Cinayet Masası Amiri Ahmet Ateşli olup, Ahmet Ateşli’nin halen İstanbul polisi üzerinde Emniyet müdüründen fazla bir etkinliği bulunmaktadır. Bu etkinlik İstanbul İkinci Şube’de bariz bir şekildedir. İstanbul Emniyet Müdürü Ünal Erkan ve yardımcıları Ahmet Ateşli’ye “Bab” “Ağabey” şeklinde hitap etmektedirler. Ünal Erkan daha önce Emniyet müdür yardımcılığı yaptığı dönemde, Mehmet Ağar ise ikinci şube müdürlüğü döneminde Ateşli ile yakınlaşmışlar ve böylece polis-yeraltı ilişkileri pekişmiştir. Esasen Ankara’da bulunduğu dönemde Kürt Ahmet ve Kemal Horzum’la yakın münasebeti dikkat çeken Ünal Erkan’ın İstanbul’a tayini bir hayli polemiklere sebep olmuş ve Başbakan Özal’a iyi bir şekilde takdim edilmesi ve başbakanca desteklenmesi üzerine kadrosu ile birlikte İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne verilmiştir. Ünal Erkan’ın Ahmet Turgut ve Kemal Horzum ile ilişkileri ve bunun mahiyeti hakkında kayıtlarımızda Kasım 1987 ayı içinde Haydar Koç tarafından yapılan açıklamalar paralelinde bilgiler bulunmakta olup bu bilgiler eski tarihlerde Cumhurbaşkanlığı’na ve Başbakanlık’a not olarak da sunulmuştur. Ünal Erkan’ın ekibine ayak uyduramayan Kemal Yazıcıoğlu kadrodan dışlanmış ve Ankara’ya Teftiş Kurulu’na verilmiştir. Kadro dışında Mehmet Ağar ise Ünal Erkan’ın en yakın mesai arkadaşı haline gelmiştir.

‘MEHMET AĞAR, YERALTI DÜNYASINI FENA SAĞAR’

- Mehmet Ağar’ın hemşerisi Kebapçı Set Kemal’in geçen kış Kürt İdris’in yeğeni Nihat’ı vurma hadisesi ile Kemal’in ağabeyi Kenan’ın 1 kişiyi öldürme hadisesi İstanbul polisince kapatılmıştır.

Mehmet Ağar, fındık kralı diye bilinen Lokman Kondakçı’yı bir yeraltı grubuna dövdürmek ve sonra himayesine almak suretiyle Lokman’la yakınlık kurmuş, keza hayali ihracatın büyük isimlerinden Turan Çevik’e de baskı kurdurarak aynı yakınlığı sağlamıştır.

- Yeraltı dünyasını Ankara’daki üst düzey bürokratlara da Ağar empoze etmekte ve Turan Çevik, Fevzi Öz, Necdet Ulucan gibi ünlü isimleri üst düzey bürokratlarla ve hatta bakanlarla tanıştırarak bağlantılarını sağlamlaştırmakta, faaliyetini legalize etmektedir.

EV VE ARSA TAPULARI

- Mehmet Ağar, Nihat Camadan, İsmail Taşkafa, Ziver Öktem ve Necati Altuntaş’ın gayrimeşru paraları Mehmet Ağar’ın dayısı Yılmaz Akçadağ ve ortağı Ekrem Gocay’a verilmekte, bu şahıslar da paraları büyük işadamlarına vererek faiz almaktadırlar. Perşembepazarı’nda otomobil yıkayıcılığı yaparken kısa zamanda demir ticareti ve faizcilikle milyarder olan Ekrem Gocay ve ortağı Yılmaz Akçadağ’ın Kabataş Setüstü’nde yazıhaneleri vardır.

- Mehmet Ağar’a ait 18 adet ev ve arsa tapusu, dayısı Yılmaz Akçadağ’ın boşanmış olan eşi Şükran Akçadağ’ın üzerindedir. Dayısının eski eşi bu tapuların üzerinde gözükmesinden rahatsızdır.

- 12 Eylül’den sonra Dündar Kılıç’ın Bandırma’da gözaltına alındığı tarihlerde bir DEV-SOL mensubu, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’na 12 Eylül’den önce ve sonra Dündar Kılıç ve kardeşi İbrahim Kılıç’la zaman zaman buluştuklarını, her buluşmada adı geçenlerden 200 bin TL para ve 20 kutu mermi aldıklarını ihbar etmiş, ihbarın tahkiki İstanbul Birinci Şube Müdürlüğü’ne verilmiştir.

GİZLİ BULUŞMALAR

- Olaya Elazığlı kebapçı Set Kemal’in tavassutuyla o tarihte İkinci Şube Müdürü olan Mehmet Ağar ve Birinci Şube Müdürü Tayyar Sever müdahale etmişler ve Birinci Şube Müdür Muavini Alican Özgenler ve Başkomiser Celal Altıntaş’ın muhalefetlerine rağmen olayı kapattırmışlar, soruşturmayı Başkomiser Celal’den alarak başkasına vermişlerdir. Sorgulamada İbrahim Kılıç’ın ifadesine başvurulmuş, Dündar Kılıç’ın evi ve işyeri usulen aranmış ve İbrahim Kılıç’ın ihbarcıyı cezaevinden tanıdığı ve hastası olduğu için para verdiği şeklindeki beyanına itibar edilerek ve ihbarcıya baskı yapılarak olay kapatılmıştır. Olaydan sonra Başkomiser Celal ve Alican Özgenler pasif görevlere alınmışlar, her ikisi de İbrahim Kılıç’ın kendilerine renkli TV hediye etme teklifini reddetmişlerdir.

- Ünal Erkan ve Mehmet Ağar’ın gizli ve önemli buluşmalarını yaptıkları Etiler Ulus Mahallesi’nde ve Kadıköy- Bostancı’da iki ev vardır. Ulus Mahallesi’ndeki ev Diyarbakırlı Vekin Aktan’ın üzerine olup, parası Behçet Cantürk tarafından ödenmektedir.

- Turan Çevik, üç yıl kadar önce Mehmet Ağar’a 5 milyon değerinde bir saat, Lunaparkçı Osman Kavran 86 yılı yılbaşında beş adet beşi biryerde ve Aşçıoğlu grubunun adamı, kaçakçı ve kuyumcu Cavit de Mehmet Ağar’ın eşi Emel’e bir Reno 5 almıştır.

- Mehmet Ağar’ın Turan Çevik, Burak Sağman ve bazı bürokratlarla ortak hayali ihracat işleri vardır. Mehmet Ağar’ın bu işlerini Ankara’ya sık sık gidip gelen şoförü polis memuru Necdet takip etmektedir. Necdet’in hakkındaki söylentilerin açığa çıkması karşısında yakın tarihte polislikten ayrıldığı ve Ayvalık’ta belediyeye ait 160 yataklı bir oteli kiraladığı belirtilmektedir.

- Turan Çevik, Burak Sağman, bazı bürokratlar ve aktrist Nazan Şoray, 1986 sonlarında Ankara Başkent Gazinosu’nda birlikte görülmüşler, bunu takip eden günlerde Sağman’ın yönetim kurulu başkanı olduğu Atlas A.Ş’nin Antalya’da bir gemide yakalanan 80 milyarlık hayali ihracat olayı meydana çıkmıştır. Olayın kapanması için Ağar ve Turan Çevik’e yakın bir Devlet Bakanı teşebbüslerde bulunmuştur.

AĞAR’IN TELEFONLARI...

- 5 Ağustos 1985 tarihinde Milano’da Bülent Gökben, Mehmet Serdar Alpan, Fikri Pahparoğlu, Fahrettin Özdemir isimli şahıslar 10 kilo 230 gram eroinle yakalanmışlardır. İtalya polisi, yakalananların üzerinde bulunan telefon numaraları meyanında İstanbul ... ve ... telefonlarını vermişlerdir. Kaçakçılık Daire Başkanlığı, bu telefonların nerelere ait olduğunu İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden sormuş, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ise genel bir cevap ile olayı geçiştirmiştir. Esasında her iki telefon da İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar’ın makam telefonlarıdır. (Sirkeci ve Gayrettepe’deki).

- Mehmet Ağar’ı bu telefonlardan arayanlardan bir diğer şahıs ise Londra.... No’lu telefonda bulunan Halil Peril’dir. Kulüpçülük ve uyuşturucu kaçakçılığı yapan Halil Peril, Kıbrıs’ta Con Aziz adıyla bilinen yeraltı dünyasına mensup Aziz Mehmet Kent’in adamıdır ve Oflu Osman (Osman Cevahiroğlu) ile irtibatlıdır.

- Yeni Mali Şube Müdürü Orhan Uzeler, daha önce Behçet Cantürk’ten rüşvet almaktan soruşturma geçirmiştir. Elazığlı olan Orhan Uzeler’i, hemşerisi Ağar ve Emniyet Müdürü Erkan müffetişlere karşı himaye etmişler ve aklanmasını sağlamışlardır. O. Uzeler, Ş. Balcı lehinde tanıklık yapmıştır. Orhan Uzeler’in Mali Şube’deki odasında Orhan Uzeler, Şükrü Balcı, Tayyar Seven, Cevdet Saral, gazeteci İrfan Ülkü ve Kasım Gence toplanarak, Atilla Aytek ve MİT’e karşı yapılacak yayımları planlamaktadırlar. (Böyle bir toplantı 3 Kasım1987 günü akşamüstü mezkûr yerde yapılmıştır.)

- SÜRECEK -







Kıbrıs'tan Susurluk'a: Korkut Eken kimdir?- SOL

 Sedat Peker Kutlu Adalı cinayetinden sorumlu tutunca Korkut Eken ismi yeniden gündeme geldi. Son yıllarda adı pek anılmasa da Eken ismi, devlet-mafya ilişkisinde kritik bir yerde durmaya devam ediyor.

Hikayesi 1974’teki Kıbrıs Harekatı ile başladı. 1996 yılında gerçekleşen Susurluk kazası sonra mafya ile girdiği karmaşık ilişkiler ve cinayetler ortalığa saçıldı. Açılan davada mahkûm oldu ve bir süre hapis yattı. O yıllarda işlenen Uğur Mumcu ve Kutlu Adalı cinayetleri ile ilgili olarak Mafya lideri Sedat Peker’in açıklamaları ile tekrar gündeme geldi. Peker, Kutlu Adalı cinayetini Korkut Eken’in organize ettiğini iddia etti.

1963 yılında Kara Harp Okulu'na girdi. 1974’te Kıbrıs Harekâtına katıldı. Yaptığı hizmetlerden dolayı "Şerit Rozet beratı" ile ödüllendirildi. Dört yıl sonra Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Özel Harp Dairesinde görev yapmaya başladı.

1984 yılında PKK’nın Eruh ve Şemdinli baskınlarının ardından Eruh ve Sason bölgelerinde görevlendirildi.

1987’de kendi isteğiyle askerlikten emekliye ayrıldı ve MİT’de Güvenlik Dairesi Başkan Yardımcısı olarak göreve başladı. Bir yıl sonra bu görevinden de ayrıldı. Mehmet Ağar’ın çağrısıyla 1993-1996 yılları arası Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Polis Özel Harekât Timleri'nin eğitiminde görev yaptı. “PKK ile mücadelede” gerekçesiyle Güneydoğu'daki bazı aşiretleri silahlandırıp örgütledi.

1996 yılında gerçekleşen Susurluk kazası sonra mafya ile girdiği karmaşık ilişkiler ve cinayetler ortalığa saçıldı. Açılan davada mahkûm oldu ve bir süre hapis yattı. O yıllarda işlenen Uğur Mumcu ve Kutlu Adalı cinayetleri ile ilgili olarak Mafya lideri Sedat Peker’in açıklamaları ile tekrar gündeme geldi. Peker, Kutlu Adalı cinayetini Korkut Eken’in organize ettiğini iddia etti.

Özel Tim'in mimarı

Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele ve Harekât Daire Başkanlığı bünyesinde Özel Harekat Timleri 1986 yılında “PKK ile mücadele” amacıyla oluşturuldu. Time katılacaklar gönüllü polisler arasından seçildi. Bu gönüllülerin çoğunluğu MHP kökenliydi. Ankara Gölbaşı ve İzmir Urla'da eğitim gören seçilmiş polisler, Olağanüstü Hal ilan edilen Kürt bölgelerinde görevlendirildiler.

1993 yılından sonra, Özel Harekât timlerinin görevi artırıldı ve Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ın isteği ile Özel Harekât timlerinin reorganizasyonunda Hüseyin Kocadağ'a görev verildi. Emniyet, yeni tim mensuplarının yetiştirilmesi için de Korkut Eken'i görevlendirdi.

Timlerin sayısı arttırıldı. Timler yalnızca Güneydoğu'da değil büyük kentlerde de görev yapmaya başladı.

Sayıları 7 bini bulan bu kuruluşun mensuplarının adı, zamanla uyuşturucu kaçakçılığı, rüşvet, adam kaçırma, fidye alma gibi kirli işlere karışmaya başladı. 1650 Özel timci hakkında soruşturma açıldı. Başta Ömer Lütfü Topal cinayeti ve Kürt kökenli uyuşturucu kaçakçılarının kaçırılıp öldürülmesinin özel timciler tarafından yapıldığı ortaya çıktı.

İkinci MİT raporundaki izler

2. MİT Raporunda anlatılanlara göre "faili meçhul cinayetler" devletin bilgisi dahilinde işlenmiş ve örtülmüştü. Tarık Ümit’i kaçıranlar İbrahim Şahin’e bağlı özel timcilerdi. MİT’ten gelen bilgilere göre, Ümit’in kaçırılışında Mehmet Ağar’ın haberi, Abdullah Çatlı’nın parmağı vardı. 28 Temmuz 1996’da, yani Susurluk yol kazasından yaklaşık 3 ay önce bir önemli cinayet daha işlenmişti. Kumar kralı Ömer Lütfü Topal, Tarık Ümit olayına adı karışan aynı özel timciler tarafından öldürülmüştü.

Ümit 12 Eylül döneminde Dündar Kılıç’ın yanında başladığı ajanlık işini büyütmüş çok taraflı çalışmayı bir kural haline getirmişti. Dündar Kılıç’ın ortağı olmasına rağmen, onun silah ve uyuşturucu kaçakçılığı ile suçlanıp yargılandığı mahkemede aleyhine tanıklık etti. Ancak Dündar Kılıç bu yargılamada beraat etti, Tarık Ümit’in kendisine "istihbarat amacıyla" yanaştığını anladı, öcünü kendine özgü yöntemlerle aldı. Mahkemenin sonuçlanmasından kısa bir süre sonra Tarık Ümit, 1986 yılında sevgilisi Füsun İnal ile Bebek Park Gazinosu’ndan çıkarken silahlı saldırıya uğrayarak dört yerinden vuruldu. Olaydan sonra yakalanan tetikçi Zekeriya Ülkücü’yü, Dündar Kılıç’ın kardeşi İbrahim Ali Kılıç’ın azmettirdiği ileri sürüldü. Ülkücü ise Ümit’i kendisini işten attığı için vurduğunu söyledi. Çok yaşamadı, Ümit’i vuran Ülkücü, yattığı cezaevinde öldü. Bu dünyanın "racon"u buydu.

Dündar Kılıç, Tarık Ümit’i kendisinin yanına yerleştiren kişinin MİT’çi Mehmet Eymür olduğunu öğrendi; bu yüzden başına gelenleri hep Eymür’den bildi. Düşmanlığını ve kinini ölene kadar arttırarak sürdürdü.

Çok taraflı muhbir Tarık Ümit bir süre sonra polise de çalışmaya başlamıştı. Ümit’in bu ilişkilerini Mehmet Eymür DGM’ye verdiği yedi sayfalık dilekçesinde şöyle anlattı: "Tarık Ümit, Korkut Yarbayın (Korkut Eken) teklifi doğrultusunda, birlikte Mehmet Ağar’ın makamına çıktı. Ağar’ın da ‘Bize katıl Ne istersen yapalım. Temizlik lazım.’ teklifini kabul etti. Tarık Ümit’in, 4 susturuculu Uzi silah ile yardımcısı ve kendisi için ABD ve İngiltere vizeleri bulunan iki yeşil pasaport talebi, aynı gün yerine getirildi. Vizeler için Mehmet Ağar büyükelçiliklere telefon açtı. Tarık Ümit, büyük Uzi’yi arabayla Nurettin Güven’e yolladı. Nurettin Güven, İngiltere’de yakalandı, ifadesinde Mehmet Ağar’ın bilgisi dâhilinde kendisine verilen yeşil pasaport için dahi gerçek açıklamada bulundu." Bütün bunlar, Dev-Sol lideri Dursun Karataş’ı yakalamak ve öldürmek içindi; eroin Karataş’a ulaştırılırken yeri saptanacaktı, iddia böyleydi. Ancak bu kılıf içinde yurtdışına çıkarılan uyuşturucular satılıp paraya çevriliyordu.

Bu kez yakalanmış olmakla birlikte, Ümit, bu ilişkilerini paraya ihale etmekte çok başarılı olmuştu. Kaybolduğunda geride bıraktığı mal varlığı inanılmazdı. Büyük paralara hükmediyordu; bunu çok taraflı çalışmasına borçluydu.

Çatlı ve ekibinin Ümit’i ihanetle suçladığı Eymür’ün bir dilekçesine de yansımıştı: "Abdullah Çatlı, birkaç kişinin daha (Tarık Ümit’in kaçırılması) konuyla ilgili olarak aradığını, ihanete hiç tahammül edemediğini, bu insanları da cezalandıracağını söyledi." 2. MİT Raporu’na göre benzer sözleri İbrahim Şahin de telefonda tekrarlamıştı. Sonunu hazırlayan şeyin bu “ihanet” olduğu açıktı.

Tarık Ümit’in Ağar’a bağlı ekip tarafından öldürülmesi, MİT’teki Eymür ekibi tarafından bir savaş nedeni sayılmış ve gereği yapılmak üzere hareket geçilmişti. Ümit’in kızı, aynı yöntemle onlarca cinayet işlediği söylenen babasının başına gelenleri gazetecilere anlatmıştı. Olayla ilgili haber şöyle: "Babası Tarık Ümit kaybolduğundan bu yana, yaklaşık bir buçuk yıl sessizliğini koruyan Hande Birinci sonunda bildiklerini anlatmaya karar verdi. İşte müthiş iddiaları:

1-Babam, Mehmet Ağar’ın emniyet genel müdürü olduğu dönemde kurulan, yönetimini Ağar’ın müşaviri Korkut Eken’in üstlendiği özel ekip tarafından öldürüldü.
2-Çünkü bu ekibin uyuşturucu ve haraç işine karıştığını açıklayacaktı...
3-Bunları bana MİT Daire Başkanı Mehmet Eymür anlattı. Savcılığa gidip Korkut Eken’in adını vermemi tavsiye etti. Resmi makamların kendisine sorması halinde cinayetle ilgili tüm bildiklerini açıklamaya hazır olduğunu söyledi...
4-Babamı önce sorgulayıp sonra öldürenler Abdullah Çatlı ile Özel Harekâttan Ziya ve Ayhan adlı polislerdi..."

Mehmet Eymür de İstanbul 6. No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görülen Susurluk davasında benzer bilgiler aktarıyordu: "Kendisine yönelik eylem yapılacağından tedirgindi. Emniyet Genel Müdürlüğü’nde Mehmet Ağar ve ekibinden, Abdullah Çatlı grubundan tedirgindi. Çatlı ve arkadaşlarının evinin etrafında araştırma yaptığını söyledi. Düzce’den özel bazı kişiler getirdiğini, birinin evi yakınında sebze satıcısı gibi yerleştiğini söyledi. Güvenlik için köpek almıştı."

Susurluğa giden yol 

Tarık Ümit’in öldürülmesi Susurluk yol kazasına giden yolu da açmış oldu. Kamuoyu neler olduğunu anlamak için çabalarken Ağar’ın ezeli düşmanı Eymür yine yeni bir rapor için mesaiye başlamıştı bile. Ümit artık yoktu, rapora adı geçirilecekler arasında bu kez birinci rapor için birlikte ter döktüğü Korkut Eken de vardı.
Rapor tartışılırken, Türkiye’de birbirinden bağımsız gibi görünen olaylar da birbirine bağlanmaya başlanmıştı. Tarık Ümit cinayeti, sonradan bir başka olayla birlikte de anıldı. İstanbul Gazi Mahallesi’nde bir kahvehanenin taranması ile başlayan olayların sırrını açıklıyordu bu. Gazi olaylarının ardından bir gazete, provokasyonun ardından vatandaşların üzerine silah sıkanlar arasında çetenin özel timcilerinin de olduğunu saptadı. Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı da böyle olması gerektiğini şu sözlerle anlatıyordu: "Burada hepimiz açısından yaşanan bazı soru işaretleri var. Ben bu olayları herhangi bir sol örgütün ya da illegal örgütün yaptığına inanmıyorum. Yani bu saldırıyı terörist gruplar yapmadı. Kimin yaptığına gelince, devlet denemez ama devletin içinde bazı kişiler var." Gazi Mahallesi’nde, yargısız infazlarda, adam kaçırıp boğazlamalarda, işkence hanelerde hep aynı ekip vardı.

1995 Mart’ı öncesinin olaylarını konu alan ikinci veya yeni MİT Raporu bu olayların özetiyle başlıyordu: "Emniyet Genel Müdürlüğünce PKK ve Dev-Sol’a karşı faaliyetler için kullanılıyor görüntüsü ile özel bir suç ekibi teşkil edilmiştir. Tehdit, gasp, haraç, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçların içinde olan bu grup genellikle eski ülkücülerden teşekkül etmiştir. Grup doğrudan Em. Gn. Md. Mehmet Ağar’a bağlı olup, Em.Gn.Müdür Müşaviri Korkut Eken tarafından sevk ve idare edilmektedir. Grup üyelerine Em.Gn.Müdürlüğünce ‘Polis’ hüviyeti ve ‘Yeşil Pasaport’ verilmiştir. Bahsi geçen grup, teröristlere karşı faaliyetlerde bulunma görünümünde Almanya, Hollanda, Belçika, Macaristan ve Azerbaycan’a gidip gelmekte, uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktadırlar. Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanlığında görevli Polis Memurları, Ayhan Akça, Ziya ve Semih, bu grupla birlikte çalışmakta ve aynı zamanda grubun himayesini sağlamaktadır."

Çift taraflı çalıştıkları açığa çıkan muhbirler Askar Smitko ve Lazım Esmaeili adlı İranlılarla, bir başka muhbir Tarık Ümit’in öldürülmelerinden Ağar’ı ve örgütünü sorumlu gösteren rapor, 50 kişilik listede yer alan işadamlarının haraca bağlandığını da ileri sürüyordu.

Yattı, çıktı

Korkut Eken, 12 Şubat 2001'de İstanbul 6 No'lu DGM'de karara bağlanan “Susurluk Davası” kapsamında, "cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve bu teşekkülü yönetmek" suçundan 6 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edildi. Cezası kesinleşince polise teslim oldu. Suçsuz olduğunu savunan Eken, "Susurluk kazasının siyasi bir hesaplaşmanın sonucu olduğunu" savundu.

Aynı dava kapsamında, Özel Harekât Dairesi eski Başkanvekili İbrahim Şahin, 21 Şubat 2002 tarihinde yakalanarak 6 yıllık ağır hapis cezasının infazı amacıyla Metris Cezaevi'ne konulmuştu.

SOL