13 Nisan 2014 Pazar

Ateşle oynuyorlar- LEYLA TAVŞANOĞLU

Emekli Büyükelçi Taner Baytok’tan hükümetin Suriye politikalarına sert uyarılar:
Bu hükümetin kendini kaptırıp kimseye hayrı olmayacak bir dava peşinde gitmesi beni üzüyor. Bu hayalini gerçekleştirmek için bazı fiili hareketlere girişiyorsa o beni daha çok üzer. Hükümet kimyasal silahı başka ülkelere gönderiyorsa çok vahim hata olur.  
ABD’nin işine geldiği sürece Esad yerinde durur. İşine gelmedi mi gider. O kararı verdiğinde bahanesi Esad’ın halkına eziyet etmesidir. İyi de Esad dün dehalkına eziyet etmiyor muydu?


Emekli büyükelçi Taner Baytok AKP hükümetinin dış politikasını çok sert eleştiriyor. Suriye’deki şeriatçı terorist örgütlere kimyasal silah sevkıyatı yapılmasının Türkiye’nin başına büyük felaketler açacağının altını çiziyor. Bu bölgeyi bırakın dünyanın büyük gücü olan ABD’yle ilişkileri belli bir düzeyde yürütmenin gerekliliğine işaret edenBaytok, “ABD çıkarlarına dokunacak işler yaparsanız aranız açılır” diye önemlibir tespit yapıyor. 

- ABD’nin eski Ankara büyükelçileri Eric Edelman ve Morton Abramowitzortak yazdıkları birkaç makalede Erdoğan hükümeti yönetimindeki Türkiye’ninartık bölgedeki ABD çıkarları için tehdit oluşturduğuna dikkat çektiler. AKPhükümetiyle Washington bir zamanlar balayı yaşarlarken sizce ne oldu da işler bu kadar vahim bir noktaya geldi.

T.B.- Artık Türkiye ABD’ye müttefik olamaz da diyorlar. ABD’nin dünya politikalarında tek süper güç olarak kaldığı bilinen bir vaka. ABD iki süper güçten biriyken de durum aynıydı. ABD’nin en büyük çıkarı Ortadoğu petrollerindedir. Yani bu süper gücün en önemli strateji alanı Ortadoğu’dur.
Dolayısıyla ABD Ortadoğu petrolüne hiç kimseyi ortak etmez. Musul petrollerininkendisi için öncelikli önemi olduğunu akıldan çıkarmamak lazımdır. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa hatta Japonya ve Çin’e bölge petrollerine ulaşım imkânı tanımaz. Hal böyleyken benim hükümetlerimin dış politikalarının temeline bir strateji tespit edip o stratejik esastan hareket etme gibi “kötü” bir alışkanlıkları olmadığı için her halka karşı sempatik görünmek isteyen iktidar Musul meselesini konuşmaya başlar.
Bunu konuşurken Amerikalıların Musul’a Türkleri yaklaştırmak gibi bir stratejilerikesinlikle yoktur. O yüzden de iş bu raddeye geldiğinde çatallaşmıştır. Özaldöneminde bunun sınavını verdik. Orada akıllanmamız gerekirdi. Ama akıllanmadık.Bugün Ankara’nın ABD’yle ilişkisinde onun beklentisi açısından bir numaralı konuTürkiye’nin stratejik konumudur. ABD’nin gözünde artık Türkiye’ye verilen önem bu kadardır. Yani Türkiye stratejisinden Ortadoğu işlerinde yararlanmak. Amailişkilerinizde ABD çıkarlarına dokunacak işler yaparsanız aranız açılır.

- Yani Ankara olmayacak işlere mi girdi de ilişkiler bu kadar kırılgan oldu?

T.B.- Türkiye, ABD ilişkilerinde ne yazık ki hep teslimiyetçi olmuş, ezik kalmıştır. Ama Ankara’nın kafasının arkasında da hep Musul’da bir koyup üç almak vardır. İş buraya geldiği anda, durun bakalım, ne oluyoruz, derler.
ABD’nin kafasında Ortadoğu devletlerine hizmet etmek gibi bir alışkanlık yoktur. Onun için sadece ABD çıkarları vardır. Ortadoğu’da ABD çıkarlarını korumaya yararlı olduğunuz sürece iyisinizdir.
Derken, biz bunları bir lidere teslim edelim, ama o lider de bize sadık olsun, politikası izlemeye başladı. O lider sadık kaldığı sürece işler iyi gitti. Ne zaman ki biraz zikzak çizmeye başladı başına bir iş geldi. Bütün bunların olacağını doksan yıl önce görüp ona göre önlemini alan Atatürk’ün yurtta sulh cihanda sulh politikasına sanki ihtiyacımız varmış gibi bir çizgi çekip başka hayallere kapılmanın ne gereği vardı?Her şeyi çok iyi biliyorlar ya, herhalde imam hatip okullarında tarih dersinde bunları okutuyorlardır. Bana kendi okulumda okutmadılar. Osmanlı hayallerine kayınca başımız bir parça derde girdi.

Sadakatten sapanın işi biter - Suriye’de yapılan gibi mi?

Lider sadık kaldığı sürece işler iyi gitti. Ne zaman ki zikzaklar çizmeye başladı,başına bir iş geldi. Atatürk bunların olacağını doksan yıl önce görüp önlemini almıştı.

- Suriye’de yapılan gibi mi?

T.B.- İşi mezhepçiliğe kaydırarak verdiğiniz mücadeleyi
 Esad’a ya da Esad’la çarpışanlara bakarak şekillendirip bunun adına politika deyip ortaya çıkarsanız bu sizi çok açıkta bırakır. Ortadoğu’nun politikasını çizecek insanın her şeyden önce o bölge içinde başa çıkamayacağı büyük güçlerin politikalarının neler olduğunu çok iyi bilmesi lazımdır. Ondan sonra cihat ilan etmek gerekir.
Doğrusu, AKP’nin Dışişleri Bakanı (Ahmet Davutoğlu) ortaya komşularla sıfır sorun, yeni bir doktrin attığı zaman biraz tuhafıma gitti.

 - İyi de yurtta sulh cihanda sulh stratejisi dururken sıfır sorun nereden çıkıyor?

T.B.- Komşularla sıfır sorun dünyanın hiçbir yerinde olamaz. Öyle bir kavram politikada yoktur. Atatürk yurtta sulh cihanda sulh demiş ama onun “ama”sı var. Yani gerektiğinde bunu sağlamak için ben başka şeyler de yapabilirim, mesajını veriyor. Sıfır sorun, deyip sıfır komşuluk ilişkisine döndürmek ise herhalde ancak bazılarının becerebileceği bir iştir.

- Amerikalı ünlü gazeteci Seymour Hersh, Suriye’de çarpışan El Kaide, El Nusra, IŞİD gibi terörist örgütlere zehirli sarin gazının Türkiye’den sağlandığınıABD’li yetkililere dayanarak bir yazı yazdı. Hatta gazı MİT sağladı, jandarma da gönderdi, ifadesini kullandı. Gerçi iki taraf da bu yazıda geçen bilgileri yalanladıancak Hersh yazdıklarının arkasında duruyor. Sizce Suriye’de neler oluyor?

T.B.- Siz sabah akşam çıkar Suriye şöyle olmalıdır, Esad benim düşmanımdır, derseniz o zaman onun karşısındaki de sizin dostunuz olur. Yani düşmanımın düşmanıbenim dostumdur, anlayışı. İleri geri konuşmalarınız hele de olur olmaz yerlerde ipe sapa gelmez, devlet adamlığına yakışmaz sözler telaffuz etmenizle bu imkânı karşı tarafa verirseniz o zaman bu gazetecinin yazdıkları dünya kamuoyu ya da kendi kamuoyunuz tarafından inandırıcı bulunur. Yazılarda mübalağa var mı, yok mu? O tarafını geçiyorum. Olsa bile bu sizi söylediğiniz sözlerle bağlıyor... 

- AGİT nezdindeki büyükelçi Tacan İldem’in, tam bu sırada uluslararası bir konferansta Ermenistan Büyükelçisi Kirakosyan’ın, Türkiye’nin bir Suriye uçağı düşürmesi, ardından da Kesap’taki Ermeni toplumuna radikal unsurların saldırısından Türkiye’yi sorumlu tutması üzerine Reyhanlı’da 52 kişinin ölmesine sebep olan bombalı saldırıları El Kaide’nin yaptığını söylediği haberlere yansıdı. Ancak Ankara bunu yalanlayarak Reyhanlı saldırısından Esad güçlerini sorumlu tuttu. Sizce kim doğru söylüyor? 

T.B.- Tacan İldem benim yanımda yetişmiştir ve bugün Dışişleri’nin en parlak diplomatlarından birisidir. Kendisine, bu konuda neler söylemesi gerektiğine ilişkinbir talimat gittiğini hiç sanmıyorum. İldem o güç şartlar altında o bölgede El Kaide unsurlarının etkin olduğunu, dolayısıyla Türkiye’nin bir terör örgütüne yardım etmesinin söz konusu olmadığını söylemiş. Kullandığı mantıkla ülkesini koruyor.
Ankara da sadece Esad’ı sorumlu tutmak istediği için, “Bunu Esad yaptı” diyerek olayı büyütüyor. Ne kadar hatalı. Siz kendi büyükelçinizi nasıl açıkta bırakırsınız? Derdi başka. Sözüm ona onu koruyor. Şu benim verdiğim izahatı verse her şey bitecek.Sarin gazı kullanılmasına gelince... Bu hükümetin kendini kaptırıp kimseye hayrı olmayacak bir dava peşinde olması beni üzüyor. Bu hayalini gerçekleştirmek için bazı fiili hareketlere girişiyorsa o beni daha da çok üzer.
Ama beni en çok üzen, Türkiye’nin altına imza attığı
 Kimyasal Silahların Kullanılması ve Yayılmasını Önleme Antlaşması’na rağmen bunu yapabileceklerini sanmıyorum. Türk hükümetinin elinde kimyasal silah olduğunu tahmin etmiyorum. Ama onu yapıyorsa ve bunu üçüncü ülkelere savaş için gönderiyorsa çok büyük bir hata olur. Yine de sanmıyorum. Eğer bunu yapıyorsanız bu bütün dünyayı karşınıza almak demek olur. Fazla dostu kalmış bir ülke değiliz. Batı’yla yakınlık tamamıyla bitmiş durumda. ABD’yle öyle görünüyor ki ipler iyice kopmuş.

Terörizmi teşvik eden ülke oluyoruz
- Sadece onlar mı? Bölgedeki Müslüman ülkelerin hemen hemen hepsiyle ilişkilerimiz neredeyse yok olma noktasında değil mi? 

T.B.- Bu çok tehlikeli bir durumdur. Ama buna ek olarak bir de Türkiye terörizmi teşvik eden, teröristlere yardım eden bir ülke durumuna düşerse bunun çok acısınıçekeriz. Yaşatmazlar. AKP hükümetinin bunu yapacak kadar aklın dışına çıkacağını sanmıyorum.Büyük çılgınlık olur. Bir başka şey daha var. Hersh’ün yazısına göre 16 Mayıs’ta Beyaz Saray’daki toplantıda Obama MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı konuşturmamış.Ona çok memnun oldum. Çünkü bir de konuşsa kim bilir ne olurdu.
Bazı tavırlar vardır ki Batılılar bunlara çok kızarlar. Biz anlamıyoruz. Bir kere insanın burnuna doğru parmak sallamak diye bir şey olamaz. Hemen, “Çek o parmağı burnumdan” derler. Ya da yumruğu masaya vurmak... One minute, one minute diye bağırmak yok. Bu, uluslararası ilişkilerin ince tarafı. Protokol bir ihtiyaçtan doğar. Protokol, hal tavır, bunların hepsi diplomasiyi kolaylaştıran unsurlardır.Diplomaside başarı olupbittikten sonra değerlendirmek değil, üç yıl öncesinden olacakları görmektir.

ABD’nin Ortadoğu’da çok büyük çıkarı var- Suriye’de olaylar başladığında Washington, Esad rejiminin düşmesinde ısrarlıydı. Ama daha sonra bundan geri adım attı. Sizce neden? 

T.B.- ABD’nin Ortadoğu’da uyguladığı politikalar belki de en başarılı alanıdır. Çünkü bu bölgedeki çıkarları çok büyük. Bu bölgeyle ilgili Amerikalı uzmanlar, sayısız araştırma enstitüleri var. Türkiye’nin en büyük zaafı araştırma olmaması. Eskidenbizde araştırmayı Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay yapardı.
Sentezden analize giden araştırma, araştırma değildir. Sıfırdan başlamak, analiz yapmak, onun sonucunda da sentez çıkarılmalıdır.ABD’nin işine geldiği sürece Esad yerinde durur. İşine gelmedi mi gider. Esad’ın gitmesine karar verdiğinde bahanesi Esad’ın halkına eziyet etmesidir. İyi de, Esad dün de halkına eziyet etmiyor muydu? Bugün mü farkına varıldı? Mısır’da Mübarekdiye bir lider ABD için ortaya çıktı. Ama işine yaramadığına kanaat getirdiği zaman da hiç gözünün yaşına bakmadı. İran Şahı ya da diğerlerine yaptığı gibi... ABD, Arap halkını korumak için bir şeyler yapıyorsa önce Suudi Arabistan’a bir şeyler söylesin.

P O R T R E
TANER BAYTOK Yükseköğrenimini AÜ Hukuk Fakültesi’nde yaptıktan sonra London School ofEconomics’den yüksek lisans derecesini aldı. 1960’ta girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda NATO Dairesi Başkanlığı, Stratejik Araştırmalar ve Silahsızlanma Genel Müdürlüğü, Siyaset Planlama ve Araştırma Genel Müdürlüğü, AB Genel Müdürlüğü, Abu Dabi, Kopenhag, Dublin ve Bern büyükelçiliği yaptı. Daha sonrabakanlığın Dış Politika Danışma Kurulu üyesi oldu. Çeşitli üniversitelerde dış politika ve strateji dersleri verdi.  

LEYLA TAVŞANOĞLU
Cumhuriyet

Bankaların soygununa yasal kılıf - CUMHURİYET

Kredi kartı ücretinden dosya masrafına tüketicinin şikâyet ettiği konulara BDDK’nin kaldırmak yerine yasal zemin hazırlaması şok etkisi yarattı. TÜDER Başkanı Ağaoğlu, BDDK’nin banka ücret ve kesintilerini yasal zemine kavuşturan taslağın bazı maddeleri için Danıştay’da iptal davası açılabileceğine dikkat çekti.

Yurttaşın bankalara dosya masrafı ve komisyon ücreti ödememe hayali suya düştü. Zira, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)’nin, 28 Kasım 2013’te yayımlanan Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca hazırlaması gereken, finansal tüketicilerden faiz dışında alınacak ücret, komisyon ve masraflara ilişkin usul ve esasları belirleyen yönetmelik taslağı, bugün şikâyet konusu olan bir dizi ücrete yasal zemin hazırlar nitelikte. Taslakta yer alan pek çok ücret kaleminin haksız ve adil olmadığını dile getiren Tüketiciler Derneği (TÜDER) Genel Başkanı Aydın Ağaoğlu, “Deli Dumrul vergisi” olarak nitelendirdiği bir dizi uygulamanın da dava konusu olacağını açıkladı.
Bankaların 28 Mayıs 2014’te yürürlüğe girecek yeni tüketici kanununa göre talep eden her müşterisine aidatsız kredi kartı düzenlemek zorunda olduğunu hatırlatan Ağaoğlu, bireysel kredilerde kredi tahsis ücreti ve dosya masrafının başka adlarla alınmasını tüketicilerin kabul etmeyeceğini dile getirdi. “Yargıtay’ın içtihat haline gelmiş kararlarında açıkça, bankaların tüketicilere kredi kullandırırken faiz dışında sözleşmede yer verilmek sureti ile yalnızca o kredi için yasal ve zorunlu masrafları alabilmeleri mümkün görülmüştür. Ayrıca yasal zorunluluk nedeniyle bankayla işlem yapan tüketicilerin hesap işletim ücreti veya benzer isimler altında birtakım bedelleri ödemek zorunda bırakılması da haksız ve hukuksuzdur” diyen Ağaoğlu, benzer ödemelere yasal zemin kazandırılarak alınması halinde uygulamanın mahkemelik olacağını savundu.
Ağaoğlu’nun söz konusu taslağa ilişkin değerlendirmeleri ve tüketiciye önerileri özetle şöyle:
* Maaşını bankadan almak zorunda olan kişiye o maaş hesabı ile ilgili ücret tahakkuk edilmesi tüketici mecburiyetini kötüye kullanmaktan başka bir şey değil.
* Tüketicinin bankaya yatırdığı parayı o bankanın ATM’sinden çekerken ayrıca bunun içinde ücret tahsil edilmesi akıl ve mantık dışı.
* Şu anda bankalarda hareketsiz duran tüketici hesaplarına, tüketicilerin aksine talebi olmadıkça ücret tahakkuk ettirilip hesap açık tutulmamalı. Zira, binlerce tüketici kendilerine haber verilmeden açılmış bu hesapların farkında bile değil.

28 Mayıs’tan sonra ücretsiz kartınızı isteyin
Tüketici yasasının 28 Mayıs’ta yürürlüğe gireceğini hatırlatan Ağaoğlu, tüketicilerin o tarihten itibaren ücretsiz kredi kartlarını bankalarında talep etme hakkı olduğunu hatırlatarak bankaların yapması gerekenleri de şöyle özetledi:
* Bankalar yapılan işlemlerden ötürü tüketiciyi ücret ödemek zorunda bırakılmamalı.
* Tüketici kredilerinde, ihtiyaç ya da konut kredilerinde sözleşmede belirtilmek kaydıyla faiz dışındaki zorunlu giderler talep edilmelidir.
* Bankalar kart müşterilerine aidatsız kart alabileceklerini bildirmeli ve talep eden müşterilerinin kullanımdaki kartlarına aidat yansıtmamalı.
* Bu üç çözüm önerisinden sonra sosyal güvenlik, destek ödemeleri, asker harçlıkları, öğrenci üniversite harçları, emekli aylıkları, maaş hesapları, kira ödemeleri, icradan tahsilatlarla ilgili yapılan banka havalelerinde kesinlikle ücret alınmamalı.
* Aksi halde tüketici hakem heyetlerini dosya yükü ile çalışamaz hale getiren banka-tüketici ihtilafları devam edecek.

Taslakta neler var?
BDDK’nin internet sitesine konulan, başta hesap işletim ücreti olmak üzere bankaların tartışmalı birçok ücret ve kesintisine yasal zemin hazırlayan taslakta kesinti yapılacak kalemler şunlar:
* Bireysel kredilerde, tahsis ücreti, ekspertiz ücreti, taşınır ve taşınmaz rehin ücreti.
* Mevduatlarda, TL ve döviz cinsi hesap işletim ücreti.
* ATM’den para çekme ve başka bankanın ATM’sinden bakiye sorgulama.
* Para transfer ederken, elektronik fon transferi (EFT), havale, SWIFT, hatalı veya rutin işlem dışında yapılan para transferi.
* Asıl ve ek kart yıllık üyelik ücreti, kredi kartı yenileme ücreti. Burada tek fark eskiden 6 aylık alınan ücret yıllık olarak düzenlemiş.
* Yargıda içtihat haline gelmiş “dosya masrafı”nın adı değiştiriliyor. “Tahsis ücreti” diye adlandırılan ücret 500 lira ile sınırlandırılıyor.
* Kiralık kasa, kampanyalar, fatura ödeme, arşiv-araştırma, talebe bağlı bildirim, mevzuat gereği yapılan ödemeler.

Kaldırılan ücretler de şunlar
* Yeniden yapılandırma ücreti.
* İpotek fek (çözme) ücreti, kiralık kasa ziyareti.
* İstihbarat ücreti, kredi işlem fişi ücreti, ödeme planı değiştirme ücreti, değişken taksitli ödeme planı ücreti de alınmayacaklar arasında.
* BDDK ayrıca kredi kartına taksit yasağı geldikten sonra cep telefonu ve beyaz eşya satmak için müşterilerine taksitle hediye çeki ve hediye kartı satıp daha sonra bu kart ile cep telefonu ve beyaz eşya almalarını sağlayan işletmelerin önünü kesti.

Yalnız bir hesap deniyor ama...
Son dönemlerde bankalardan yurttaşlara giden aktif olmayan hesaplardan işletim ücreti alınması konusu da bir kez daha kafa karıştırdı. Her ne kadar Bankalar Birliği hemen bir açıklama yaparak, bankaların kullanılmayan hesaplardan müşterinin onayı ve bilgisi olmaksızın ücret alamadığını ve yalnız bir hesaptan ücret alındığını açıklasa da tüketici nezdinde olayın bu şekilde cereyan etmediği açık.
Zira bankalardan müşterilerin cep telefonlarına gelen mesajlarda, hareketsiz hesapların kapatılmaması halinde hesaplardan 9.5 lira civarında aylık ücret alınacağı belirtilerek birkaç haftalık süre tanındı. BDDK’nin tartışmalı taslağında tek hesaptan alınacağı ileri sürülen işletim ücreti bankalara göre değişiklik gösterse de bir hesap için 9.5 lira civarında olan ücret, iki hesapta 15, üç hesapta 18 ve 4 hesapta 20 liraya kadar ulaşıyor.
Ağaoğlu, kara listeye girmek istemeyen tüketicinin hesabı olduğunu düşündüğü bankaya mutlaka giderek hesaplarını kapatmasını öneriyor. Aksi takdirde işletim ücreti yansıtılacak ve faiz işletilecek. Bu küçük miktarlar ödenmediği sürece artacak ve tüketicinin kara listeye girmesine yol açacak.

Emekliye kötü haber
Eğer, TÜDER’in önerdiği maaş hesaplarından hesap işletim ücreti alınmaması önerisi gerçekleşmezse bugün birkaç banka tarafından emeklililere dönük yapılan kampanyalarda bankalar, emekliye kaşıkla verdiğini kepçeyle alacak gibi görünüyor. Bazı bankaların birkaç yılı o bankada kalmak koşuluyla verdiği iki çeyrek altın ya da 350-400 lira gibi promosyonları aylık ortalama 10 lira civarındaki hesap işletim ücretleri adı altında fazlasıyla geri alacağı görülüyor.

CUMHURİYET

11 Nisan 2014 Cuma

CHP’nin Köşk Adayının Fotoğrafı - Utku Çakırözer

Yerel seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz Türkiye’nin gündemi Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklandı. Seçimlerden birinci çıkan iktidar partisi AKP’nin oyun planı üç aşağı beş yukarı belli. Adayları çok büyük olasılıkla Başbakan Erdoğan olacak. O cephede merak edilen konu, Erdoğan’ın seçimleri kazanarak Köşk’e çıkması durumunda ‘Başbakanlık’ ve ‘AKP Genel Başkanlığı’ koltuklarının nasıl ve kimlerce doldurulacağı.
BDP Öcalan’ı dinler 
Muhalefete gelince... BDP ilk turda kendi adayını çıkaracak. Eğer seçim ikinci tura kalırsa mevcut iki aday arasında Kürt sorunu ve demokratikleşme konusunda en çok kim umut veriyorsa onu destekleyecekler. Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan vereceği işaret belirleyici olacak.

MHP ‘ikinci tercihe’ güveniyor 
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin tutumunu salı günkü grup toplantısında ortaya koydu: Tayyip Erdoğan dışında her Türk vatandaşı olabilir! Bahçeli aynı konuşmada MHP’li bir isim kadar, CHP’li ya da Erdoğan dışındaki herhangi bir AKP’linin de cumhurbaşkanı olabileceğini belirtti. Bahçeli kendisi kesinlikle aday olmayacak. MHP’de yapılan değerlendirmelerde, “Hem AKP hem de CHP seçmeninin ikinci tercihi MHP’den yana. Bu yüzden bulacağımız adayın şansı çok yüksek olacak” görüşü ön planda.
Akşener MHP’de tartışılmıyor 
MHP mutlaka kendi adayını gösterecek. CHP ile görüşerek ortak bir aday çıkarma gibi bir niyetleri yok. Zaten ‘işbirliği’ görüntüsü de her iki partinin tabanında belli oranda tepki de alıyor. Bahçeli geçmişte parti içinden Sabahattin Çakmakoğlu, parti dışından ise Prof. Kamil Turan’ı cumhurbaşkanı adayı göstermişti. Bu kez toplumun diğer kesimlerine de sıcak gelebilecek yüksek profilde bir aday arayışı içine girebilirler. Kulislere erken yayılan “MHP’nin adayı Meral Akşener” söylemi MHP genel merkezinde ciddi biçimde ele alınmış değil.
Kılıçdaroğlu ‘olmazları’ gösterdi 
Sıra geldi CHP’ye. 
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ge-çen hafta Hürriyet’e verdiği demeçte şu ifadeleri kullandı: 
“Ben siyasi kimliği, bir partiye aidiyeti olmaması gerektiğini söy-ledim. Sivil biri de olmalı. Dünya dengelerini iyi okuyan, iyi eğitim olmış birisini isteriz. Her yurttaşınkabul edeceği biri olmalı...” 
Bu tanımdan CHP’nin adayının kim olacağını çıkarmak oldukça güç. Kılıçdaroğlu’nun bu tanımlamasıyla şimdilik ‘olurları’ değil, ‘olmazları’ gösteriyor. 
Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ‘sivil’ olmadığı için CHP liderinin çizdiği tanımın içine girmiyor. 
Benzer biçimde, eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, TBMM Grup BaşkanvekiliGüldal Mumcu, Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan gibi CHP tabanına sıcak gelebilecek isimler de ‘siyasi kimlikleri olduğu için’ o tanımının dışında kalıyor.
Erdoğan-Gül çekişmesini bekleyecek 
Öyleyse kim? 
CHP lideri isim tartışmasına girmek yerine bir süre daha beklemekten yana. Özellikle de AKP içinde Erdoğan ile Gül arasındaki çekişmenin sonucunu görmek istiyor. Kamuoyunda ve kurmaylarında oluşan ‘Erdoğan aday olur’ algısının aksine Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın adaylığının netleşmediği düşüncesinde. Bu yüzden kendi adayını açıklamak için acele etmiyor.
BDP ile temas istedi 
Kılıçdaroğlu da MHP ile bir ‘ortak aday’ çalışması yapılmasına sıcak bakmıyor. Görünen o ki, CHP de kendi adayını çıkaracak. Eğer olacaksa uzlaşı kimin adayı ikinci tura kalırsa onun üzerinde olacak. 
CHP lideri Köşk seçimini, Kürt sorununda devreye girmek ve Erdoğan’ın ‘tek belirleyici’ pozisyonunu bozmak için de fırsat olarak görüyor. Kafasında BDP tabanının da sıcak bakacağı bir ismi aday gösterme fikri yatıyor. Ancak bazı kurmaylarının bu stratejiye çok ciddi itirazları var.
Ümit Boyner ismi önünde 
CHP liderine birkaç kanaldan TÜSİAD Eski Başkanı Ümit Boyner’in ismi gitmiş durumda. Kılıçdaroğlu’nun kafasında çizdiği profile, bugüne kadar sıraladığı kriterlere uygun bir isim. CHP, hem milletvekilliği hem de belediye başkanlığı için Boyner’e öneri götürmüş ancak olumlu yanıt alamamıştı. Konu Çankaya adaylığı olduğunda tutumu değişir mi bilinmiyor. 
TBMM Eski Başkanı Hikmet Çetin ve Prof. Mehmet Haberal’ın isimleri de CHP kulislerinde sıkça dillendiriliyor. CHP kimliklerine karşın toplumun diğer kesimlerinden oy alma potansiyellerine dikkat çekiliyor. 
Kılıçdaroğlu ise şimdilik sadece önerileri dinlemekle yetiniyor. Karar için biraz daha bekleyecek.  

Utku Çakırözer
Cumhuriyet

‘Bay Öfke’ Köşk’e çıkarsa...- CAN DÜNDAR

Bahçeli’ye katılıyorum: 
“Herkesten cumhurbaşkanı olur, Erdoğan’dan olmaz.” 
Çünkü o post için gereken ilk özellik, kucaklayıcı olmaktır. 
Erdoğan’ın CV’sindeki en büyük eksiklik bu...
***
Kılıçdaroğlu’nun yumruklandığı gün Başbakan’ın grupta yaptığı konuşmaya bakın; orada beher cümleye nakşolmuş öfkeyi, nefreti, kindarlığı, ötekileştirmeyi göreceksiniz: 
Erdoğan, seçim zaferini hazmedip yeni bir balkon konuşmasıyla ülkedeki gerilimi düşürmesini bekleyenlere “Aklınızı kendinize saklayın” dedi ve o konuşmada, adeta dağarcığındaki sövgülerin toplu dağıtım törenini yaptı: 
“Vatan hainleri, ajanlar, casuslar, alçaklar, işbirlikçiler, ağzından salyalar akanlar,utanmazlar, ahlaksızlar, edepsizler...” 
Bir hiddet tsunamisinde bütün muhalif partilere, medyaya, köşe yazarlarına, cemaate, Anayasa Mahkemesi’ne teker teker giydirdikten sonra konuşmasının sonunu, (başka birinin metninden karıştığı intibaı veren) şu cümlelerle bağladı: 
“77 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının her birine samimiyetle sesleniyorum: Biz ayrıştırıcı olmadık, olmayacağız. Nefretin, kutuplaşmanın dilini asla kullanmadık. Bundan sonra da kullanmayacağız. Türkiye’yi bir olarak, beraber olarak kucaklamaya devam edeceğiz.” 
Şaka gibi değil mi?
***
Bu işlerin şakaya gelmediği, gazap seansından yarım saat sonra anlaşıldı. 
Meclis tarihinde ilk kez bir parti lideri Meclis’te yumruklandı ve yumruklayan, “Vatan hainiydi, ondan vurdum” dedi. 
Burada cezayı hak eden, oyuncudan çok, suflörüdür. 
Çünkü memleket, taarruz emrine kulak kabartmış meczuplarla doludur. 
17 Aralık’tan beri kendisini eleştiren herkese, CHP liderine, Gezi eylemcisine, Gülencemaatine, TÜSİAD Başkanı’na, kendisine soru soran muhabire, eleştiren köşe yazarına, medyaya, “vatan haini” yaftasını takmaktan çekinmeyen Başbakan, yükselen gerilimin olduğu kadar, Meclis’e sızan şiddetin de birinci dereceden sorumlusudur. 
Ülke menfaatı için acilen sakinleştirilmelidir.
***
Gezi Direnişi, bu toprakların gördüğü en kitlesel sivil itaatsizlik eylemiydi. 
Başbakan, bu barışçıl direnişi şiddetle kırmayı seçti. 
Dönemin telefon kayıtlarından da ortaya çıktı: 
İçişleri Bakanı Muammer Güler, Gezi’nin ilk günlerinde, “direnişçiler”in parkta bir basın açıklaması yapıp dağılmak üzre kendisinden izin istediğini söylüyor veBaşbakan’la konuşmasını şöyle özetliyordu: 
“Yalvardım, yakardım. Nuh diyor, peygamber demiyor.” 
Böyle olduğunu cumhurbaşkanı da, İstanbul valisi de biliyor. 
Gezi’yi ateşe veren de, yeni açıklanan İçişleri Bakanlığı raporundaki gibi zabıta filan değil, bizzat Başbakan’dır. 
Tahammülsüzlüğü, inadı, hışmıyla, ülkeyi ateşe verme pahasına yangına körükle gitmiştir. 
Gençleri kurşunlayarak öldüren polis için “Destan yazdılar” diyerek şiddete paye vermiştir. 
Polis kurşunuyla ölen çocuğun babasını, “Oğlunun mezarına bilye atarak neyin mesajını veriyorsun” diye suçlayabilmiştir. 
“Dik durduk, diklenmedik” diye diye diklenmenin siyasi getirisini gördükçe, her konuşmasını bir meydan okumaya çevirmiştir.
***
Öfke kontrolü uzmanları, kliniğe gelenlere, “Her sözü kişisel almayın, her eleştiriyi kötü niyete bağlamayın. İş yükünüzü hafifletin, farklı şeylere zaman ayırın” tavsiyesinde bulunuyorlar. 
Cumhurbaşkanlığı, o “farklı şeyler”den biri değil. 
Orada itfaiyeciye ihtiyaç var, Neron’a değil.  

CAN DÜNDAR
Cumhuriyet

İslam Demokrasisi mi? - MERİÇ VELİDEDEOĞLU

Ne dersiniz, “demokrasi”nin de “İslamlaştırılması”nın sırası gelmedi mi? Yoksa bu“operasyon” da çoktan olup bitti mi?
 
Eğri oturup doğru konuşalım; böyle bir “değişim” böyle bir “düzenleme” gerekir doğrusu... “İslam”ı sınıflandıran stratejik dostumuz (!) “ABD”, bizim için “Ilımlı İslam” sınıfını uygun bulduğuna göre... 
Bu durumda; “ılımlaştırılmış” bu “İslam”a uygun bir “demokrasi” neden olmasın ki? Ayrıca “uyum” sağlamak için de gerekmez mi? 
“Demokrasi, ‘çağdaş evrensel’ bir kavram, dolaysiyle olamaz!” gibi bir yanıt verildiğinde soru da anında gelecektir. 
“İslam Olimpiyadı”, “İslam Ekonomisi”, “İslam Modası” yok mu? 
Bir bakıma haklılar... “Ekonomi” söz konusu olunca nelere başvurulmadı ki... 
Örneğin “İslam Bankası” gündeme geldiğinde, “faiz”in “yasak” olduğunu belirten“ayet”e karşı hemen “yorum” yöntemi devreye sokulup -kısaca söylersek-“kazançtan pay” gibi bir “anlam” kaydırılmasıyla, “İslam Faizi” yaratılıp yürürlüğe konulmadı mı? 
Kadın “moda” dünyasının bir bir ortaya koyduğu yenilikler; özellikle İslam ülkelerinin yönetici sınıfının kadınları için, gereken biçimde düzenlenip -gittikçe büyüyen bir ekonomi alanı olarak- “İslam Modası” yaratılmadı mı? 
Bunun örnekleri önümüzde, “Hayrünnisa ve Emine” hanımlar... 
Öte yanda; “İslam Şeriatı”nın sıkı bir biçimde uygulandığı “Suudi Arabistan”da, sanırım önceki yıl içinde “kadın”ların da katıldığı sınırlı bir yerel seçim yapılmıştı. 
Ne var ki hemen ardından Suudi’lerin ünlü müftüsü “Abdurrahman Barrak”: “Seçim’ kadın ile erkeği eşitlediğinden dolayı ‘haram’dır!”, “fetva”sını vermekte gecikmeyecekti. 
Oysa “seçim”lerin, “demokrasi” uygulamasının “ilk” basamağını oluşturduğu bilinir. 
Ayrıca başta “kadın-erkek eşitliği” olmak üzere “demokrasi”nin temel taşlarından biridir “eşitlik”. 
“Laik yaşam biçimi” de öyle, “evrensel hak ve özgürlükler” de. 
“Demokrasi”nin -kısaca belirtilen bu yapısı karşısında bile- İslamlaştırılmasından,“İslam Demokrasisi”nden söz edilebilir mi? 
Peki; temel eğitimini “İslami ilkeler” doğrultusunda yapan, yaşamı bu ilke ve uygulamalarıyla yoğrularak oluşan birlikte yaşadığı toplumu da, bu görüşe göre yapılandırmak isteyen bir ‘siyasetçi’den, “biri”nden, “evrensel insan hak ve özgürlükleri”ni kavraması, hele “düşünce özgürlüğü”nü anlayıp benimsemesi beklenebilir mi? 
Böyle “biri”nin yani “R.T. Erdoğan”ın; “AYM”nin “Twitter yasağı”nı kaldırma kararı karşısında: “Uygulanır ama ben ‘saygı’ duymam!” demesi bu bakımdan tam da ona uygun bir yanıt olmamış mıdır? 
“R.T. Erdoğan”ın bu yapısının bir başka dışa vurumunu da, sözde “Ergenekon Davası”nın başlangıcında, “Ben bu davanın ‘savcı’sıyım!” diye -bir bakıma-“efelenerek” ortaya koymasında görmüştük. 
“Efelenmesi”nin nedeni; bir ülkenin “Başbakan”ı olarak, her şeye “kadir” olduğu anlayışıyla “erkler ayrımı”nı hiçe sayıp, “yargı”ya da “el” atabileceğini; karşısında hiçbir “engel” tanımayacağını dolaysiyle bir “Ulülemr” olduğunu bilmemiz (!) içindi... Ne dersiniz? 
Sözde “ Ergenekon Davası”nın “savcı”ları da -bir bakıma- bu “Başsavcı”nın istekleri doğrultusunda “Atatürkçü” aydınların, askerlerin, yurtseverlerin; aileleriyle birlikte yaşamlarını karartmak, ayrıca dışardakilerin de kulağını çekmek için “yüz binlerce” sayfalık “sözde” bir “iddianame” hazırladılar... 
Bilindiği gibi, bütünüyle “düzmece” delillere dayanan; us (akıl) ve mantık dışı, yer yer insanı acı acı güldüren dolaysiyle “duruşma”ları, “çadır tiyatrosu”nun gösterilerine dönüştüren bir “iddianame”ye dayanan bu mahkemeden çıkacak “sonuç”duruşmalar ilerleyince kendini belli etmişti. 
Savunman “Nazlı Erol”un, savunma yaparken bir ara Yargıç “Haşıloğlu”na bakarak: “Siz bu iddianameyi tümüyle okudunuz mu?” sorusu öyle yerindeydi ki. 
Gerçekten tüm “iddianame”yi, günde “8 saat” okuma hızı ile okumak için bile aylar değil “yıllar” gerekiyordu... 
Değerli savunman “N. Erol”un “soru”su, her ne denli üzerlerine almasalar da başta,“Başkan” olmak üzere tüm “üye” ve “yedek” yargıçlar için de geçerliydi... 
“Duruşma”larda gerek uygulanan “hukuk”a aykırılığa; gerekse “yargıç”ların bir“yargıç”tan beklenmeyen kimi çok üzücü tutumları karşısında, “insan”ın dayanma gücü yetmiyordu. 
Duruşmaları izlerken öyle çok “utandım” ki, yalnızca duruşma salonundan çıkmak yetmezdi; birçok kez kendimi mahkeme binasının önünden geçen cadde de yürürken buldum... Bir de “sanıkları”, duruşmayı izleyen “eş”leri, “ana”ları, “baba”ları“çocuklar”ı düşünün... Yaşatılanlar ve sonuçlar -“gerekçe”yle birlikte- bir “Hukuk Katliamı” değil de nedir?  

MERİÇ VELİDEDEOĞLU
Cumhuriyet

AYM'den AKP'ye bir kötü haber daha-CUMHURİYET PORTAL

Twitter kararıyla bir anda Türkiye'nin gündemine oturan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP'lilerin sert eleştirilerine maruz kalan Anayasa Mahkemesi şimdi de HSYK düzenlemesinde iptal kararlarına imza attı.


Anayasa Mahkemesi, HSYK'nın yapısını değiştiren Kanunun, Adalet Bakanına verilen yetkilerini düzenleyen hükümlerin bazılarını iptal etti. Anayasa Mahkemesi, HSYK Başkanı da olan Adalet Bakanının görev ve yetkileri arasına, "HSYK Teftiş Kurulu Başkanını ve Teftiş Kurulu başkan yardımcılarını atamak" hükmünü ekleyen düzenlemeyi Anayasa'ya aykırı buldu, iptal hükmü kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak 3 ay sonra yürürlüğe girecek.
CHP, 6524 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurmuştu. İstemin ilk incelemesini tamamlayan Anayasa Mahkemesi, gündeminde yer almamasına rağmen dün toplanarak HSYK'nın yapısında değişiklik öngören düzenlemenin esas incelemesini yaptı.
Anayasa Mahkemesi, HSYK'nın yapısını değiştiren Kanun'un, Adalet Bakanına verilen yetkilerini düzenleyen hükümlerini iptal ederken, Adalet Akademisi ile ilgili bölümlerinin iptal istemini reddetti. Yüksek Mahkeme, düzenlemeyle Adalet Bakanı'na Teftiş Kurulu Başkanını, Teftiş Kurulu başkan yardımcılarını atama yetkisi veren hükmü iptal etti. Adalet Bakanı'nın Teftiş Kurulu'nun Genel Sekreter Yardımcılarını ataması ise anayasaya aykırı bulunmadı. Düzenleme ile Adalet Bakanı'na HSYK üyelerinin hangi dairede asıl ve tamamlayıcı üye olarak görev yapmasını belirlemesine ilişkin hüküm iptal edildi. Bu hükmün yürürlüğü de durduruldu. Daire başkanlarının, her dairenin kendi üyeleri içinden üye tam sayısının salt çoğunluğuyla belirlenecek iki aday arasından Genel Kurul tarafından seçilmesi ve Genel Kurulun ilk toplantısında toplantı veya karar yeter sayısının sağlanamaması hâlinde üç gün içinde yapılacak ikinci toplantıda, katılanların en çok oyunu alan kişinin daire başkanı seçilmesine ilişkin hüküm de anayasaya aykırı bulundu.

TEFTİŞ KURULU BAŞKANININ ADALET BAKANINA BAĞLANMASI ANAYASA AYKIRI BULUNDU

Anayasa Mahkemesi düzenlemenin HSYK Genel Sekreter adaylarının belirlendiği seçimde her kurul üyesinin bir adaya oy verebileceğine ilişkin hükümde iptal edildi. Yüksek Mahkeme, 6087 sayılı Kanun'un 12. maddesinin "Tetkik hâkimliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile Kurul hizmetlerinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından ihtiyaç duyulan her bir boş kadro için Birinci Daire tarafından teklif edilen iki katı aday içinden, muvafakatleri alınarak Genel Kurulca geçici veya sürekli çalıştırılmak üzere atama yapılır. İlk toplantıda toplantı veya karar yeter sayısının sağlanamaması hâlinde üç gün içinde yapılacak ikinci toplantıda, katılanların en yüksek oyunu alan kişinin ataması yapılır" hükmünü içeren 2 numaralı fıkrasını anayasaya aykırı buldu. Kurul'a karşı sorumlu olan Teftiş Kurulu Başkanının, Adalet Bakanına karşı sorumlu olması şeklinde yapılan değişiklik Anayasa'ya aykırı bulunarak iptal edildi. Yüksek Mahkeme Teftiş Kurulu'nun"Kanun, tüzük ve yönetmeliklerde gösterilen veya Başkan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak" şeklindeki görev tanımında yer alan Kurul ibaresinin Başkan (Adalet Bakanı) şeklinde değiştirilmesini anayasaya uygun bulmadı.

TEFTİŞ KURULU BAŞKANI VE YARDIMCILARINI ADALET BAKANI ATAYAMAYACAK

Anayasa Mahkemesi, Teftiş Kurulu Başkanı ve başkan yardımcıları, birinci sınıf hâkim ve savcılar arasından muvafakatleri alınarak Adalet Bakanı tarafından atanmasına ilişkin düzenlemeyi iptal etti.
Düzenlemenin 15. Maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Kurul müfettişleri, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile Kurul müfettişliği hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından ihtiyaç duyulan her bir boş kadro için Birinci Daire tarafından teklif edilen iki katı aday içinden muvafakatleri alınarak Genel Kurulca atanır. İlk toplantıda toplantı veya karar yeter sayısının sağlanamaması hâlinde üç gün içinde yapılacak ikinci toplantıda, katılanların en çok oyunu alan kişinin ataması yapılır" hüküm de anayasaya aykırı bulundu. Teftiş Kurulu Başkan ve başkan yardımcılarının görev ve yetkilerini belirleyen 15. Maddesinin 1. fıkrasının (e) bendinde yer alan"Kanun, tüzük ve yönetmeliklerde gösterilen veya Başkan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak veya yaptırmak" hükmündeki 'ilgili daire başkanı' ibaresinin 'Başkan' (Adalet Bakanı) şeklinde değiştirilmesini anayasa aykırı bulundu. Kurul üyelerinin seçimini düzenleyen 19. maddenin 2. fıkrasında yer alan "oy kullanabilir" hükmü anayasaya aykırı bulunarak iptal edildi.

ADALET BAKANI HSYK'YI ÜYE TAM SAYININ SALT ÇOĞUNLUĞU İLE TOPLANTIYA ÇAĞIRAMAYACAK

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulun toplantı ve yeter sayısını düzenleyen 29. Madde de yer alan Adalet Bakanı'nın gerekli hallerde veya üye tam sayının salt çoğunluğunun görüşülecek konuyu belirten yazılı talebi üzerine genel kurulu olağanüstü toplantıya çağıracağına ilişkin hüküm de anayasaya aykırı bulunarak iptal edildi. HSYK Üyeleri hakkında soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin hükümleri düzenleyen 36. Maddenin 1 ve 3. Fıkrası da iptal edildi. İptal edilen hükümler, "Kurulun seçimle gelen üyelerinin, disiplin suçu oluşturan eylemleri sebebiyle, haklarında yürütülecek disiplin soruşturması Başkan, (Adalet Bakanı) disiplin kovuşturması Genel Kurul tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır. Başkan, (Adalet Bakanı) ihbar veya şikâyetle ilgili olarak, doğrudan veya yaptırdığı inceleme sonucuna göre soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verir. Soruşturma açılmasına karar vermesi hâlinde üyeler arasından, üç kişilik bir soruşturma kurulu görevlendirir. Soruşturma kuruluna, yaşça büyük olan üye başkanlık eder" ibarelerini içeriyor.

ÜYELERİN SORUŞTURULMASI VE KOVUŞTURULMASI

Kurul üyelerin adli suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulünü belirleyen 38. Maddenin"Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma izni işlemleri Başkan, (Adalet Bakanı) kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır" şeklindeki 1. fıkrası ile "Başkan (Adalet Bakanı) suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verir. Soruşturma açılmasına karar vermesi hâlinde, üyeler arasından, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçer. Soruşturma kuruluna yaşça büyük olan başkanlık eder" şeklindeki 3. fıkrası da Anayasa'ya aykırı bulundu.

GÖREV SONLANDIRAN HÜKÜMLERE İPTAL

Anayasa Mahkemesi yasaya eklenen Geçici 4. Maddede yer alan 1.,2., 3., 4., 5. ve 8. fıkralarını da iptal etti. Kanun yürürlüğe girdiğinde görev sonlandırmalarına ilişkin hükümleri içeren iptal edilen hükümler şöyle:
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Kurulda görev yapan Genel Sekreter, genel sekreter yardımcıları, Teftiş Kurulu Başkanı, Teftiş Kurulu başkan yardımcıları, Kurul müfettişleri, tetkik hâkimleri ve idari personelin Kuruldaki görevleri sona erer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on gün içinde; Başkan (Adalet Bakanı) tarafından Teftiş Kurulu Başkanı, Teftiş Kurulu başkan yardımcıları ve genel sekreter yardımcıları atanır. Genel Kurul tarafından, bu Kanunla öngörülen usule göre Genel Sekreter adayları belirlenir. Genel Sekreter adayları belirlendikten sonraki üç gün içinde Başkan tarafından Genel Sekreter atanır. Kuruldaki görevleri sona eren Genel Sekreter, genel sekreter yardımcıları, Teftiş Kurulu Başkanı, Teftiş Kurulu başkan yardımcıları, Kurul müfettişleri ve tetkik hâkimleri müktesepleri dikkate alınarak uygun görülecek bir göreve atanırlar. Kuruldaki görevleri sona eren idari personel Adalet Bakanlığınca, Bakanlığın merkez veya taşra teşkilatında mükteseplerine uygun kadrolara atanırlar. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl içinde, adli ve idari yargı hâkim ve savcıları arasından yapılacak Kurul üyeliği seçimlerinde, adayların hâkimlik ve savcılık mesleğinde yirmi yıl çalışmış olmaları şartı aranır."
İptal hükümleri kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından 3 ay sonra yürürlüğe girecek.
BTK DÜZENLEMESİNE DE İPTAL
Anayasa Mahkemesi, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'na (BTK) elektronik haberleşme sektörüyle ilgili kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğinin korunmasına ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi veren Kanun hükmünü iptal etti.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun BTK'ya, elektronik haberleşme sektörüyle ilgili kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğinin korunmasına ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi veren 51. maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Talebi esastan görüşen Anayasa Mahkemesi BTK'ya, elektronik haberleşme sektörüyle ilgili kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğinin korunmasına ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi veren Kanun hükmünü iptal etti. Kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğin korunması başlığını taşıyan 51. Madde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nu, elektronik haberleşme sektörüyle ilgili kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğinin korunmasına yönelik usul ve esasları belirlemeye yetkili kılıyordu. İptal hükmü kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından 6 ay sonra yürürlüğe girecek. Yüksek Mahkeme, iptal hükmünün yürürlüğe girmesinin ertelenmesi nedeniyle bu maddeye yönelik yürürlüğün durdurulması istemini ise reddetti.

CUMHURİYET PORTAL

6 Nisan 2014 Pazar

Christie's bile bile sattı-ÖZGEN ACAR

Londra Christie’s müzayede kuruluşu, Türkiye’den kaçırıldığını bile bile 4-5 binyıllık iki tarihsel mirası açık artırmada sattı. Christie’s, Kültür Bakanlığı’nın uyarı olarak gönderdiği her türlü bilimsel belgeleri dikkate almadı ve bu yapıtları açık artırmaya çıkardı.
Birinci yapıt, 90’lı yılların sonlarında Urfa Suruç ilçesindeki Amabor Höyük’ün 5 binyıllık tarihsel mezarında kaçak kazılarda bulunan 26 cm. uzunluğunda, tunçtan bir arabadır.
Urfa Müzesi’nde çeşitli örnekleri bulunan bu tunç arabalar İÖ 4. binyıla tarihleniyor. Konu hakkında Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu’nun İngilizce yazılmış bilimsel makalesi Christies’e belge olarak gönderildi. Genelde bu yöredeki mezarlara konulan bu tunç arabaların pişmiş topraktan benzerleri de bulunuyor.
Ayrıca kısa bir süre önce Adana-Konya yolunda arabaları aranırken kaçakçılarda yakalanan benzeri iki yapıtın bilgi ve görselleri de müzayede evine iletildi. Geçen kasım ayında kaçakçılar yakalandıklarında “…” demişlerdi.Yolda bulmuştuk. Müzeye götürüyorduk
Christie’s, müzayede katalogunda arabanın “Anadolu” kökenli olduğunu açıkça yazmaktan çekinmemişti. Arabanın Nev York Metropolitan Müzesi’nde de bazı benzerleri bulunuyor.
Müzayede evi bu verilere ek olarak bakanlığın gönderdiği belgeleri de dikkate almaksızın tunç arabayı 50 bin sterline (yaklaşık 178 bin liraya) adı açıklanmayan bir alıcıya sattı.
İkinci yapıt ise Afyonkarahisar’ın Sandıklı ilçesi yakınındaki Kusura Höyüğü’nde sıkça bulunan 4700 yıllık bir idoldür. Müzayede evi 13.4 cm yüksekliğindeki mermer yapıtın da Anadolu Kusura kökenli olduğunu katalogda açıkça yazmıştı.
Bu yapıt 43.750 sterline (yaklaşık 155 bin liraya) satıldı.

ÖZGEN ACAR
Cumhuriyet

AKP Boğaz'ı çok sevdi-FIRAT KOZOK

Tarabya’daki birinci derece sit alanı 20 dönümlük arazi, 12 milyon 150 bin dolara İller Bankası’na satıldı. Banka, bir özel şirkete 42 bin 800 TL karşılığında ‘Ekolojik Değerlendirme Raporu’ hazırlattı. Rapor doğrultusunda arsanın sit alanı statüsü kaldırıldı.

Başbakan Tayyip Erdoğan, “Yeşile hayranım, hastayım. Bize adeta çevre düşmanı gibi bir yaklaşım içinde olmak, çok büyük haksızlık olur” derken, İller Bankası’nın, sahte raporlarla Boğaz’ın incisi Tarabya sırtlarındaki ormanlık alanı talan etmeye hazırlandığı ortaya çıktı. İmarda “çamlık” olarak geçen 20 bin metrekarelik alan, alelacele hazırlanan sözde “bilimsel” raporla birinci derece sit alanı statüsünden çıkarıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yapılan tüm işlemleri anında onayladı.

İstanbul Sarıyer’deki Tarabya Mahallesi’nde yer alan 74 pafta 1108 ada, 10 parsel numaralı 22 bin 954 metrekare yüzölçümlü ve 1/10 hissesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait olan orman vasıflı arsanın 9/10’luk bölümü, İller Bankası Yönetim Kurulu’nun 17.01.2013 tarih ve 2/32 sayılı kararıyla 12 milyon 150 bin dolar karşılığında satın alındı.

Ekspertiz raporuna göre çamlık
İller Bankası tarafından satın alınan arsanın ekspertiz raporunda, arsanın mevcut imar planına göre imar durumunun, “tarla ve çamlık” olduğu ve “Sarıyer, Geri Görünüm ve Etkileme Bölgeleri Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı” dahilinde “Koru Alanı, Park Alanı ve Yol Alanı” lejantlarında kaldığı, 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu İmar Planına tabi olduğu ve birinci derece doğal sit alanı olarak belirlenmiş olduğu belirtildi.

43 günde rapor!
İller Bankası tarafından Boğaziçi’nde yer alan arazinin rahatlıkla kullanılabilmesi için “Birinci Derece Doğal Sit Alanı” statüsünün kaldırılması çalışmalarına başlandı. Bunun için “Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu” hazırlanması amacıyla “AKS Planlama Mühendislik Ltd. Şti” ile 27.02.2013 tarihinde sözleşme imzalandı. Bu çalışma için firmaya 42 bin 800 TL ödendi. Sözleşme gereği AKS firması 43 gün içinde raporu hazırlayıp 11.04.2013 tarihinde İller Bankası’na teslim etti.

Yönetmeliği çiğnediler, raporu “uydurdular”
Ancak AKS firması tarafından hazırlanan raporun “Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik” hükümlerine aykırı olduğu ortaya çıktı. Yönetmeliğe göre “Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu” hazırlanabilmesi için, biyolojik çeşitlilik, hidroloji, hidrojeoloji başta olmak üzere her açıdan arazi durumunun en az ardışık dört mevsim (1 yıl) boyunca araştırılması, araştırma sonucuna göre en az ardışık dört mevsimi kapsayan ekolojik temelli bilimsel araştırma raporun hazırlanması gerekiyordu.
Banka yönetimi yönetmeliğe göre en az ardışık dört mevsim (1 yıl) boyunca araştırılarak hazırlanması gereken raporu 45 gün içinde AKS firmasından sahte rapor hazırlanmasını istedi.

Rapor istedikleri gibi çıktı
Diğer taraftan AKS firması tarafından hazırlanan raporun giriş bölümünde “… bu rapor 1 yıl boyunca teknik esaslarda belirtilen dönemlere ve metotlara uygun olarak gerçekleştirilen arazi çalışmaları ve yerinde gözlem ile geniş çaplı literatür taraması yapılarak hazırlanmıştır” denilerek sahtecilik gizlenmeye çalışıldı.
Özetle yönetmelik hükümleri çiğnenerek hazırlanan sahte raporla Boğaziçi’nde bulunan birinci derece doğal sit alanındaki Ta­rab­ya arazileri talan edilmeye başlandı.
Hazırlanan sahte rapor üzerine, İller Bankası tarafından Tarabya arazilerinin birinci derece doğal sit alanı durumunun değerlendirilmesi için Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne 16.04.2013 tarih ve 11206 sayılı yazı yazıldı. Yazı üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İstanbul 4 Numaralı Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’nun 27.08.2013 tarih ve 04-406 (1/2) sayılı kararıyla Tarabya arazilerinin birinci derece doğal sit alanı statüsünün değiştirildiği ve nihai kararın alınmak üzere Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne gönderildiği ortaya çıktı.

FIRAT KOZOK
Cumhuriyet

30 Mart 2014 Pazar

Defolup Gidin! - ZEYNEP ORAL



“Ey bu meclisin aşağılık mensupları!.. Acele edin ve defolup gidin...
Oturumunuzu sonlandırmaya geldim.
Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim.
Siz ki fitneci, fesatçı meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışındaki her şey!!!
Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için Tanrı’ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı?
Bir parça vicdan da mı yok?
Atım kadar bile dindar değilsiniz!Altın sizin yeni Tanrı’nız olmuş!Satılığa çıkarmadığınız bir değer de kalmadı!
Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz?
Sizi çıkarcı sürüsü, bulunduğunuz bu kutsal meclisi, o varlığınızla kirletiyorsunuz!
Tanrı’nın kutsadığı bu meclisi, ahlak yoksunu davranışlarınızla hırsızların ini halineçevirdiniz!
Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız.
Siz ki, halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız. Kendiniz halka en büyük dertkaynağı oldunuz!Ama ülkeniz beni asırlardan beri temizlenmemiş bu ahırı temizlemeye çağırdı!
Ve bu gücü de bana Tanrı verdi. Bu şeytan ocağını yönetmeye geldim. Vay halinize!
Şimdi derhal defolun!!!
Acele edin rüşvetin köleleri!
Acele edin, gidin! Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!..”
Dikkatli okurlar anımsayacaklar, beş yıl önce de bu köşede bu söyleve yervermiştim...Yukarıdaki söylev, “demokrasinin beşiği” diye tanınan İngiltere’den…1653 senesinin 20 Nisan günü, meclis çatısı altında kükreyerek konuşan General Oliver Cromwell’dir. Katılır ya da katılmazsınız, ama bu nutuk tarihi şekillendiren 50 konuşmadan biri sayılıyor.
Afedersiniz, siz ne sanmıştınız?
Malum bugün seçim yasakları var... Haddime mi düşmüş kimilerinin aklındangeçirdiklerini yazmak! O nedenle bir kez daha tarihe sığındım!
Hepinize bilinçli seçimler dileyerek...  


ZEYNEP ORAL
Cumhuriyet

Sallanırken...- MİNE KIRIKKANAT



İlk sarsıntı olduğunda, tavla oynadıkları masa hafifçe yerinden oynadı, atılan zarların tıngırtısı biraz uzun sürdü, o kadar.“Şeş caar!” dedi, dede.“Altı beş!” dedi, baba.Ve devam ettiler.
Ataerkil bir aileydi. Orta halli bir evde, ana baba, dede torun, dayı yenge, birlikte otururlardı. Hırlaştıkları olurdu, ama seviştikleri günler de vardı.İkinci sarsıntı ile duvardaki Ata portresi yan yattı. Tepedeki lamba şöyle bir gidip geldi, atılan zarlar çalkalandı.
“Yahu ben penci dü atmıştım, dü beşe döndü!” diye şaşırdı, dede.Torun, telefonda konuşmayı kesip, “Deprem oluyor!” diye bağırdı.
Dayı televizyonun önünden fırlayıp, Ata’nın portresinin yanına asılı mavzeri kaptı, pencereye seyirtip mevzilendi:
“Kimse kıpırdamasın, yakarım!”
Ana çığlık çığlığaydı:“Oğlum, oğlum! Kirişin altına gir, koru kendini!”
Baba, ilk şaşkınlıktan sonra tüfeği sokağa doğrultan dayıyı sakinleştirmeye çalıştı.“Sokak kıpırdamıyor birader, kendine gel, yer sarsıntısı oluyor, yer sarsıntısı!”
Dede, “Bizim zamanımızda yerler böyle sarsılmazdı!” dedi.
***
“Bırakın yakayım bu evi sallayanları!” diye naralanan dayı ile tüfeği elinden almak isteyen baba, pencerenin önünde boğuşuyorlardı.
Kuran okumakta olan yengenin tiz sesi, işaretparmağını havaya dikip: “Dinsizler, imansızlar, kıyamet günü geldi işte, hesabını verin bakalım günahlarınızın!” diye çınladı.Üçüncü sarsıntıyla birlikte, Ata’nın sureti yere düştü, tavla devrildi, zarlar ortaya saçıldı. Dayı, tüfek elinde hazırola geçti.“Saat dokuzu beş geçe, Atam Dolmabahçe’de gözlerini kapadı, bütün dünya ağladı, doktor doktor kalksana, lambaları yaksana, Atam elden gidiyor, çaresine baksana!”
“Elektrik kesildi ama” dedi baba.“Zaten bugün bir gitti, bir geldi, ütü yapamadım!” diye sızlandı, ana.
Torun, “Saçmalamayı bırakın!” diye gürledi. “Derhal evden çıkmamız gerekiyor!”
Dede, yere saçılan zarları topluyordu. “Vay canına, şeş beş gelmiş!”
***
Ana, oğlunun koluna yapıştı.“Hayır çıkma! Masanın altına girelim.”
Yenge elindeki Kuran’ı bırakıp, kendini masanın altına attı.
“Masanın altı benim, kimse giremez!”
Baba, kirişlere sarılmış ağlıyor, dayı, devrildiği koltuktan bağırıyordu. “Bırakın tepeleyeyim bu depremi yapanları!”
Torun, “Canımızı kurtaralım, dışarı çıkalım, ne olur!” dedi.
Ana, “Kal, beraber ölelim” diye inledi. Baba hıçkırdı: “Evim elden gidiyor, devlet nerede?”
Dede, dört ayak üstünde tavlanın pullarını arıyordu. Dayı, kalkamadığı koltuktan mavzerin kurşunlarını boşaltıyordu pencereye doğru ve görünmeyen düşmanların üzerine. Masanın altındaki yenge, altın bileziklerine ve banka hesaplarına ağıtyakıyordu“Vademi kimler yiyecek aah... Duamı kimler diyecek vaah!”
Dördüncü sarsıntının şiddetiyle, hepsi yere yuvarlandılar. Evin kapıları menteşelerinden çıktı, ardına kadar açıldı.
Deprem gelmişti.
***
Okuduğunuz küçük öyküyü, 1995 yılında yazdım. Elbette ki ne 1999’da olacak depremi öngörmüş, ne de herhangi bir doğal felaketi kastetmiştim. Sadece Türkiyeevini ayakta tutan menteşelerin bir bir attığını, kirişlerin çatladığını gözlüyordum. O gün bugündür gözlüyorum...
Bugün yaşadığımız seçim gününün anlam ve önemini, bundan daha iyi anlatamazdım.İşte deprem kapıya dayandı. Acaba kimin depremi geldi?
G N O K T A S I
Eski Güzel Bir Lise Günüydü 
Sanki yaşanmamış
eski güzel bir lise günüydü
daha kaybolmamıştım
tek tek sayardım yıldızları
geceler de uzardı dersler de
ne çok sevinirdik okulla İstanbul’a
gittiğimiz zamanlar
kaçıp bir keresinde herkesten
küçücük bir tatlıcıda oturmuştuk
uzun bir kırmızıda durmuştu zaman
dönerken Çorlu’ya
otobüste aynı şişeden votka içmiştikelimle altı yıldız getirmiştim sana
yalnızca eline dokunmak için
gülmüştün bulutlara kadar
saçların yağmur gibi yüzüme değmiştibir türlü sığdıramadık ellerimize yıldızları
ekmek kavgaları hüzün ayrılık
yeni kutsallarım oldu artık kitabımda
geçen yıllar yığıldı yollarımıza
kış üstüne kış misali
bir bahar aralığı umut yoküstelik ayaklarım da üşüyoryanlış sonbaharlar kadar güzelkoyu yeşil gözlerini unutmadım
bütün mevsimlerde kayboldum şimdiçok yaşanmış
eski güzel bir lise günüydü.
A.KADRİ ERGİN
“Politikada, tüm dostlukların temelini ortak kinler oluşturur.” ALEXIS DE TOCQUEVILLE  

MİNE KIRIKKANAT
Cumhuriyet