2 Eylül 2021 Perşembe

Bu büyümeyi halk hissetmedi(I)+Kavanozlar bu yıl boş kalacak(II) - BİRGÜN

 

Bu büyümeyi halk hissetmedi(I)

Yılın ikinci çeyreğinde ülke ekonomisinin yüzde 21,7 büyüdüğü açıklandı. İlk çeyreklik döneme göre büyüme oranı yüzde 0,9 oldu. Sermayenin büyümeden aldığı pay artarken ücretlilerin payı yine azaldı.

Ülke kronikleşen işsizlik, ekonomik kriz ve salgının çemberinde yılın ikinci çeyreğinde devasa büyüme oranı açıklandı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yılın ikinci çeyreğine ilişkin Gayri Safi Yurt içi Hâsıla (GSYH) verilerine göre geçen yılın aynı döneminde sert çakılan ülke ekonomisi, bu yıl ikinci çeyrekte baz etkisiyle yüzde 21,7’lik büyüme kaydetti.

Pandeminin en yoğun yaşandığı ve ekonomide tam kapanma önlemlerinin uygulandığı geçen yıl ikinci çeyrekte ülke yüzde 10,4 küçülmüştü.

Nisan-haziran dönemine ait verilere göre ülke ekonomisi 2021 yılının ikinci çeyreğinde cari fiyatlarla bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 52,4 artarak 1 trilyon 581 milyar 120 milyon TL gelir elde etti. GSYH’nin ikinci çeyrek değeri ABD doları bazında 188 milyar 566 milyon olarak gerçekleşti.

Öte yandan 2021 yılı ikinci çeyreğinde bir önceki yıla göre hizmetler yüzde 45,8, sanayi yüzde 40,5, mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri yüzde 32,4, diğer hizmet faaliyetleri yüzde 32,3, bilgi ve iletişim faaliyetleri yüzde 25,3, kamu yönetimi, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetleri yüzde 8,5, gayrimenkul faaliyetleri yüzde 3,7, inşaat yüzde 3,1 ve tarım, ormancılık ve balıkçılık yüzde 2,3 arttı. Finans ve sigorta faaliyetleri ise yüzde 22,7 azaldı.

SERMAYENİN PAYI YİNE ARTTI (Ekonomist Firuze Nazlı Ergin)

GSYH içinde emek gücünün aldığı pay azalırken sermayenin kâr payı arttı. TÜİK, verilerinde emeğin GSYH içindeki payı işgücü ödemeleri adı altında belirtiliyor. Çalışanların aldıkları ücret Gayrisafi Katma değer içindeki payı geçen yılın aynı çeyreğine göre yüzde 11 azaldı. Geçen yılın aynı döneminde yüzde 37,0 olan işgücü ödemeleri bu yılın aynı çeyreğinde yüzde 32,9 oldu. Sermaye kesiminin geliri olan net işletme artığı/karma gelirin payı ise yüzde 42,8’den yüzde 49,8’e yükseldi. 
Ekonomist Firuze Nazlı Ergin, açıklanan büyüme rakamlarını BirGün’e değerlendirdi. Baz etkisini açıklayan Ergin, ”Çeyreklik bazdaki büyüme oranı ise yüzde 0,9 oranında. Yıllık ve çeyreklik bazdaki büyüme performansı arasındaki makas, bize yıllık bazdaki büyüme verisinin arkasında güçlü baz etkisinin katkısı olduğunu gösteriyor. Geçen yılın ikinci çeyreğindeki dip veri ile kıyaslandığı için yüzde 21,7 gibi sürdürülebilir olmayan bir sıçrama gözlemlememiz normal” dedi.

Hizmetler sektöründeki büyümeye dikkat çeken Ergin, “Sektör bazında baktığımızda, hizmetler ve imalat sanayideki yüzde 45,8 ve yüzde 43,4’lük artış büyüme verisindeki ana itici güçleri oluşturuyor. Ancak pandemiden orantısız bir biçimde etkilenen ve yeterince destek alamayan hizmet sektörü henüz yaralarını sarabilmiş değil” ifadelerini kullandı.

Açıklanan büyüme rakamlarının ücretli kesimler tarafından hissedilmediğine dikkat çeken Ergin, “Yüksek enflasyon, maaşlı çalışanların büyümeden aldığı payı yüzde 37’den yüzde 32,9’a düşürdü. Dolayısıyla imalat sanayisindeki büyümenin de ücretli çalışanlar tarafından hissedildiğini söyleyemeyiz” şeklinde konuştu. Büyüme ve refah arasındaki makasa dikkat çeken Ergin, “Büyüme verisi her şeyi özetleyen tek bir veri olarak okunmak istendiği için uzun süredir niteliği ve sürdürülebilirliği geri planda bırakılıyor. Bu nedenle büyüme ve refah arasındaki makas hiç olmadığı kadar açılıyor. Enflasyonla mücadeleyi önceliklendirmeden büyümenin çalışanlar tarafından hissedilmesi söz konusu olamaz” diyerek önceliğin enflasyon olması gerektiğini belirtti.

                                                                          ***

İktidar sözcülerinin destanlarına kanmayın (Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu - İktisatçı, BirGün yazarı)

Aynı yere sert düşen bir topun fazla zıplaması gibi, 2020’nin ikinci çeyreğinde sert çakılan ekonominin 2021’in aynı döneminde hızla büyümesi beklenirdi. Nitekim öyle de oldu. Şimdi isterseniz basit bir hesaplamayla yüzde 20’yi aşan büyüme istatistiğinin aslında olağanüstü bir performansa denk gelmediğini 

gösterelim. Zincirlenmiş hacim endeksi 2019’un ikinci çeyreğinde 170,8’di. 2021’in aynı döneminde ise 186,3’e yükselmiş. Diğer bir ifadeyle yüzde 9,08’lik bir artış göstermiş Demek ki yıllık ortalama büyüme yüzde 4,5 civarında olmuş ki bu da Türkiye’nin geçmiş büyüme eğilimlerine paralel. Aslında Covid-19 pandemisinin 2020’de yarattığı şokun ardından dünyanın birçok coğrafyasında 2021’de baz etkisiyle yüksek büyüme istatistikleri açıklandı. Örneğin 2021 2. Çeyreğinde İspanya ekonomisi yüzde 19,8 Fransa, yüzde 18,7, İtalya yüzde 17,3 büyüdü.

Aslında Türkiye ekonomisindeki büyüme trendini okuyabilmek açısından elverişli gösterge mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış çeyrekten çeyreğe büyüme. 2021’in ilk çeyreğine göre hacim endeksi 2. çeyrekte yüzde 0,9 arttı. Bu da yıllık yüzde 3,6’ya yani, Türkiye’nin büyüme potansiyeli civarında bir performansa işaret ediyor. Dolar bazında da Türkiye ekonomisinin 765,1 milyar dolarlık bir büyüklükte olduğu görülüyor. Geniş halk kesimleri büyümenin kendi yaşamlarına yansımadığından, ekonomi iyiye giderken durumlarının kötüye gittiğinden şikâyetçi. Peki, bu bir yanılsama mı? Hayır. TÜİK, kendi rakamları da emeğiyle geçinen kesimlerin ekonomi pastasından aldıkları payın giderek küçüldüğünü doğruluyor. İkinci çeyrekte de bir yıl önce yüzde 37 olan işgücü ödemeleri yüzde 32,9’a geriledi. Tüm bunlara karşın hane halkının tüketim harcamalarının yüzde 22,9 arttığı ilan edildi. Çünkü insanlar gelirleri düşse de tüketici kredisine başvurursak, kredi kartlarına dayanarak yaşam standartlarını korumaya, enflasyon karşısında zayıflayan satın alma güçlerini dengelemeye çalıştılar. Nitekim 2020’nin haziran sonuyla 2021’in haziran sonunu karşılaştırdığımızda, ihtiyaç kredilerin 338,8 milyar liradan 414,7 milyar liraya, kredi kartı bakiyesinin de 115,1 milyar liradan 167,1 milyar liraya sıçradığını görüyoruz.

Özetle, 2020’den gelen baz etkisine, sade yurttaşı borçlandırmaya, liranın değer kaybının ihracatı hareketlendirmesine dayalı bir büyüme ile karşı karşıyayız. O nedenle iktidar sözcülerinin büyüme destanlarına kanmayın. Türkiye ekonomisinin yüksek enflasyon, kronik işsizlik, adaletsiz gelir dağılımına dayalı bozuk yapısında ne yazık ki bir değişiklik yok.

                                                                           ***

6 kişilik kadroya 3 bin 813 başvuru

Gençlik ve Spor Bakanlığı Adıyaman Gençlik ve Spor il Müdürlüğü’nde, 6 kişilik erkek temizlik kadrosu açıldı.

İŞKUR üzerinden alınacak temizlik görevlisi kadrosuna, 5 günde 3 bin 813 kişi başvurdu. Başvuruda bulunanlar arasındaki bin 70 kişinin, lisans ve ön lisans mezunu olması dikkat çekti. Geçtiğimiz mart ayında da Adalet Bakanlığı, Adıyaman ve ilçelerinde görevlendirilmek üzere İŞKUR üzerinden 9 kişilik temizlik kadrosu açmıştı. 9 kişilik kadroya, bin 443'ü üniversite mezunu olmak üzere toplamda 5 bin 226 kişi başvurmuştu. Adıyaman, işsizliğin en çok olduğu ilk 10 il arasında yer alıyor. Merkez, ilçe, belde ve köylerle birlikte toplam 630 bin nüfusu barından Adıyaman’da, İŞKUR’a kayıtlı 53 bini aktif, 20 bini ise pasif olmak üzere toplam 73 bin kayıtlı işsiz var.

                                                                        ***

Kavanozlar bu yıl boş kalacak(II)(Nisa Küçük-BİRGÜN)

Ankara Ulus Hali’ndeki esnaf ve yurttaş dertli. İşlerinin azaldığını belirten esnaf, “Geçinemiyoruz” derken yurttaş ise pahalılıktan şikâyetçi: “Kışlık hazırlayacak kadar dahi alışveriş yapamaz haldeyiz”

Kışa hazırlık için domates, patlıcan ve taze fasulye ile doldurulan kavanozlar bu yıl boş kalacak. Kışı düşünen yurttaş, giderek derinleşen ekonomik krizle birlikte artık sadece günü kurtarmanın peşinde. Ankara’nın merkezinde bulunan Ulus Hali’ndeki esnaf ve yurttaş, hayat pahalılığını BirGün’e anlattı.

Ev emekçisi Zeynep Kiraz, pazardan yalnızca günlük ihtiyaçlarını alabildiğini söyledi. Pahalılık nedeniyle kışlık alamadığını kaydeden Kiraz, “Kış için sadece barbunya alabildim ama fiyatı çok pahalıydı. Geçen sene fiyatı 7 TL olan barbunya bu yıl 14 TL” ifadelerini kullandı.

Ancak ihtiyaçlarını azaltarak geçinebildiklerini dile getiren Kiraz, şunları söyledi: “Eve tek maaş giriyor ve kredi borcu ödüyoruz. Üniversiteye giden iki çocuğum var. Okullar da açılıyor, biz şimdi kara kara düşünüyoruz. Çocukları mı okutalım, evi mi geçindirelim? Mutfak masraflarını da kısar olduk. Bu yıl bamya alamadım çünkü kilosu 20 TL'ydi. Şu an domates ve salatalığın mevsimi olmasına rağmen fiyatları çok pahalı. En fazla üç lira olması gereken domates altı-yedi lira. Her şey çok pahalı… Bu yıl idareten menemen yaptım. Geçen sene yirmi şişe yaptıysam, bu sene on şişe yapabildim.”

KIŞA HAZIRLIĞIMIZ YOK

Asiye G. de pazardan sadece salatalık ve domates alabildiğini kaydetti. Hale torunu ile birlikte gelen Asiye G, “Ben Türközü'nde oturuyorum, burası ucuz diye buraya geldim ama ucuz da değil. Fiyatlar bize göre fazla” dedi ve ekledi: “Bir kilo salatalık ile bir kilo domatese 20 TL verdim. Kışa hazırlığımız ise yok. Evdekiler işsiz olduğu için günü bile zor kurtarıyoruz. Kirada oturuyoruz, beş çocuğum ve torunlarım var. Eşim bulabilirse günübirlik işe gidiyor, aldığı iki kuruş parayla geçinmeye çalışıyoruz. Doğru dürüst bir şey yediğimiz içtiğimiz yok.”

Adını vermek istemeyen bir yurttaş da pahalılıktan şikâyet etti. Emekli olduğunu ve kirada oturduğunu söyleyen yurttaş, şunları dile getirdi: “Fakir fukara artık bir kilo değil, yarım kilo sebze alabiliyor. Doğru düzgün hiçbir şey alamıyorum. Bir kilo zeytin, bir kilo peynire 50 TL verdim. Artık eskisi gibi sebze alıp kurutamıyorum, konserve yapamıyorum. Nasıl yapalım? Geçen sene 50 kilo domatesi 60 TL’ye almıştım. Şimdi 10 kilo domatesi 60 TL’ye alamıyorum.”
Yurttaş, sadece sebze fiyatlarından değil, meyve fiyatlarından da yakınıyor. Artan zamlarla birlikte vatandaşın ilk gözden çıkardığı gıdalar arasında meyveler geliyor.

Hale alışveriş yapmaya gelen Leyla Akçın, her şeyin çok pahalı olduğunu vurguladı. Emekli olduğunu aktaran Akçın, “Maaş elektriğe, suya, doğalgaza ancak yetiyor. Bu yüzden her şeyden kısar olduk. Buraya geldim üzüm, muz, erik alamıyorum. Nasıl alalım? Kilosu 10 TL'den aşağı meyve yok. Muzun tadını unuttuk. Artık meyve lüks sayılıyor” diye konuştu.

kavanozlar-bu-yil-bos-kalacak-916931-1.



Halde meyve satan Ahmetcan Yetişir de müşterileri gibi fiyatlardan şikâyetçi. Yaz sonu olduğu için meyve miktarının arttığını dile getiren Yetişir, “Biz meyve satıyoruz ama fiyatlar ucuz değil. Satabildiğimizi satıyoruz ama eski işler yok. Şeftali 10 TL. Dört tane şeftali bir kilo ediyor. Beş kişilik bir ailenin en az iki kilo alması lazım o da 20 TL yapıyor” şeklinde konuştu.

KİRA ÖDEYEMİYORUM

Yurttaş, fiyatların pahalılığından şikâyetçiyken esnaf da işlerin durgunluğundan yakınıyor. 20 senedir Ulus Hal’de sebze meyve satan Seyit Devran, halin boş olduğunu belirtti. Geçinemediğini kaydeden Devran, üç aydır kira ve vergisini ödeyemediğini ifade etti. Sabah erken saatte başına geçtiği tezgâhından tek bir ürün dahi satamadan ayrıldığı günler olduğunu anlatan Devran, “20 senedir bu mesleği yapıyorum ama böyle kötü bir yıl görmedim. Ağustos ayında bamya, barbunya, patlıcan, biber çuval çuval satılırdı, kurutmak için alınırdı. Şimdi ise bir aydır beş kilo kurutmalık patlıcan alan yok. Çünkü pahalı ama biz de pahalıya alıyoruz” dedi.

Aynı manavda esnaflık yapan Kemal Durgun da işlerin kötü olduğunu aktardı. Salgının da kazancı etkilediğini kaydeden Durgun, “Millet almadan geçiyor, eski işler yok. Halk ekonomik olarak zaten sıkıntıda. Vatandaşın alım gücü yok. Fiyatlar kış mevsimi de aynı” dedi.

kavanozlar-bu-yil-bos-kalacak-916933-1.



Geçen seneye göre işlerin daha da kötüleştiğini aktaran Durgun, “Vatandaş ürünleri pahalı buluyor ama biz de pahalıya alıyoruz. Keşke ucuz olsa biz de uyguna satsak. Üretici de haklı çünkü mazot pahalı, gübre pahalı ama vatandaş da tükendi artık” ifadelerini kullandı.

SATIŞ YAPAMIYORUZ

Yıllardır halde sebze sattığını söyleyen Şevket Deniz de piyasadaki durgunluktan yakınanlardan. Müşterilerin çoğunun yabancılar olduğunu kaydeden Deniz, “Yabancılar olmasa şu anki kazandığımızı da kazanamayız” diye konuştu. Artık konserve yapılamadığını söyleyen Deniz, sözlerini şöyle sürdürdü: “43 senedir buradayım, halin eski halini de biliyorum. Önceden 450, 500 parça mal satardık. Şimdi 20,30 parçayı satamıyoruz. Şu an tam konserve zamanı ama alan yok. Çünkü domates üç dört lira. Bu fiyata nasıl alsınlar, iki lira olacak ki konserve yapabilsinler. Biz de o fiyata satamıyoruz çünkü bize de üç liraya geliyor, elli kuruşluk karla satmaya çalışıyoruz. Emekliyim ama yine de çalışıyorum, çocuklara bakmakla yükümlüyüm. Emekli maaşımı kredi borcuma veriyorum. Buradan kazandığımızla da evi geçindirmeye çalışıyorum.”

kavanozlar-bu-yil-bos-kalacak-916932-1.



KAPAK FİYATLARI UCUZ

Halde mutfak malzemelerin satan Hasan Çeliker, sebze fiyatlarının yüksekliği nedeniyle kavanoz satışlarının da azalacağını düşündüğünü söyledi. Kavanoz kapak fiyatlarının geçen seneye göre ucuz olduğunu ifade eden Çeliker, “Müşteri domates, patlıcan alacak ki konserve yapsın. Konserve yapılmayınca kavanoz kapağı da alınmaz. Halk sebze fiyatlarını pahalı bulduğu için kışlık çok yapamayacak gibi. İnsanlar şükretmeye alıştılar. ‘Buna da şükür’ deyip geçeriz. Algılamamız var ama sorgulamamız yok. Bugün burada bir tepki yoksa biz öyle alıştırdık” diye konuştu.

(Nisa Küçük-BİRGÜN)







Erdoğan Bayraktar’ın içine oturan taş - Barış Terkoğlu / CUMHURİYET


Hem sağında hem solundalar. Kafanı çeviriyorsun ardından geliyorlar. Sağ adımını atıyorsun onlar da sağ ayaklarını kaldırıyor. Yürüyorum sanıyorsun. Aslında içinde olduğun kalabalık seni yürütüyor. Gittiğin yolun senin olmadığını yalnız kalınca anlıyorsun.

Gazeteler “itiraf” yazıyor. Eski Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın açıklamalarından bahsediyorum. 17-25 Aralık için “Dosyamda ne varsa, hem tapeler doğrudur hem teknik takip doğrudur hem de benim telefon konuşmalarım A’dan Z’ye kadar doğrudur” dedi ya... 29 Nisan 2014 tarihli Adli Tıp Raporu’nu açtım. AKP-FETÖ kavgasının ardından dosyaya yeni savcı atanmıştı. O da 2 hard disk, 20 DVD, 12 klasörden oluşan tapeleri ve çözümlerini Adli Tıp Kurumu’na göndermişti. “Doğru” mu yoksa “montaj-dublaj mı” diye sormuştu. Bakın, o raporun sonucunda ne yazıyor:

“İnceleme konusu tüm ses kayıtları ile ses kayıtlarına ait tapelerde yapılan karşılaştırma sonucunda; basit imla ve yazım hataları dışında, konuşmanın anlam bütünlüğünü bozacak herhangi bir bulgunun tespit edilemediği...”

Kısacası itiraf denileni, devlet resmen 7 yıl önce kabul etti. 

BAYRAKTAR ATILDI AMA OYUN SÜRDÜ

Bayraktar’da kontrolsüz bir damar var. Kriz anlarında daha çok görünüyor. Sakin kalıp diplomatik konuşmak ya da politika yapmak yerine aklına ilk gelenin peşinden gidiyor. Kanser hastası Dilek ile diyaloğu yıllarca unutulmadı. 2016’da girmek istediği sitede, kendisine kimlik soran bir güvenlik görevlisini, yumrukla-copla dövdü.

Sadece bunlar değil...

17 Aralık sabahı, FETÖ’cü savcıların operasyonu başladığında, Bayraktar’a ilk haber veren oğluydu. Abdullah Oğuz Bayraktar, 06.36’da babasına “Benim evi polisler bastı, acil birilerini arar mısın” demişti. Erdoğan Bayraktar neler olduğunu anlamıştı. Telefon trafiği saat 06.57’de danışmanı Sadık Soylu’yu aramasıyla sürdü. “Sadık polis birazdan gelip seni alacak, evden kaç” demişti. Bayraktar, “Konuşmaların hepsi doğru” dedi ya. Aslında Sadık Soylu da kabul etti. Soylu, Meclis’te verdiği ifadede şunları söyledi: “Erdoğan Bey benim babam gibidir. ‘Kaç Sadık’ demiştir. Ben de ‘Efendim kafede oturuyorum. Orada bekleyeceğim’ dedim.”

Meselenin bam teli burada...

O Sadık Soylu, daha geçenlerde Sedat Peker’in açıklamalarıyla gündeme gelen Süleyman Soylu’nun kuzeninden başkası değil. Peker, “Murat Kurum mu yönetiyor Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı, Sadık Soylu mu” diye sorunca adı yıllar sonra yeniden hatırlandı. Peker’in sözleriyle anlaşıldı ki aradan geçen 7 yılda, eski düzen devam etmişti. Ama bir farkla... Yıllarca o düzeni kurmak için her şeyi göze alan Erdoğan Bayraktar, oyundan atılmıştı.

BAYRAKTAR KENDİNİ NEDEN AYIRDI?

İşin ilginci, bunun nedeni, kriz anında yine “aklına ilk geleni” söylemesiydi. Önüne “istifa et, Erdoğan’ı rahatlat” diye bir metin konduğunda tepesi atmıştı. Televizyon kanalında isyan etti: “Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan (Erdoğan)’ın onayıyla yapıldı.” 

Mesela Urla villaları fezlekesi Erdoğan Bayraktar’ı haklı çıkarıyordu. Hikâye, Erdoğan ile işadamı Latif Topbaş’ın görüşmesiyle başlıyordu. Topbaş, villaların yapılacağı arsanın 1. derece sit alanı olduğunu, çözmek için de Erdoğan Bayraktar’ın devreye girmesini istiyordu. Erdoğan da Bayraktar’ı arayarak yardımcı olmasını söylüyordu. Tayyip Erdoğan’ın dediğini yapan Erdoğan Bayraktar, günah keçisi yapıldığını düşünüyordu. 

Haklı bir tarafı daha var...

Geçen gün Altan Sancar’a verdiği söyleşide “Beni rüşvet ve yolsuzluk çuvalının içine koydular”, “‘Reis’, Sayın Cumhurbaşkanım, beni hırsız çuvalının içine koydu ve attı” diye isyan etti ya...

17-25 Aralık hikâyesi iki ayrı dosyadan oluşuyor. 

Birincisi Reza Zarrab aracılığıyla dönen ticaret. Bal tutanın parmağını yaladığı düzende, 3 bakan (Egemen Bağış, Zafer Çağlayan, Muammer Güler) menfaat karşılığı bu sistemin parçası olmakla suçlandı. 

İkinci dosya ise kamunun usulsüz işleriyle ilgiliydi. Özetinde; yandaş zenginler kamu varlığı denizini siyaset aracılığıyla içerek zenginliklerine zenginlik katıyordu. Erdoğan Bayraktar ise bu işlerle suçlanıyordu.

Sadece Cemil Çiçek değil, aslında AKP de farkındaydı. Yüce Divan için 20-21 Ocak 2015’te yapılan oylamanın sonucu her şeyi gösteriyor.

Zafer Çağlayan: 242 aleyhte, 264 lehte oy

Muammer Güler: 241 aleyhte, 258 lehte oy

Egemen Bağış: 245 aleyhte, 255 lehte oy.

Erdoğan Bayraktar: 219 aleyhte, 288 lehte oy.

Rakamların dili söylüyor, AKP, büyük fireler verdi. Partinin en çok sahip çıktığı isim ise Bayraktar oldu. 

Zira herkes, Erdoğan’ın isteğiyle “dava adına” yapılanların farkındaydı. Yandaş işadamlarının siyaset eliyle kamu rantını paylaştığı bir düzen yaratılmıştı. AKP’nin iktidar sistemi bu paralel ekonomiye dayanıyordu. Örneğin “havuz medyası” buydu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Sabah-ATV satışı için havuza para aktaran firmalara 87 milyar 832 milyon liralık ihale verildiğini açıklamıştı. 

İşte Bayraktar, bu nedenle kendisini ayırarak “Benim dosyamda hırsızlık yok, görevi kötüye kullanma var” dedi.

17-25 ARALIK BİR BAŞKA BAHARA

Canlı yayında bakanlıktan istifasını açıkladı ama 25 Aralık 2013 tarihli Resmi Gazete’de Erdoğan’ın onu görevden aldığı yazdı. Vekillikten istifa ettiğini söyledi ancak bir türlü yürürlüğe konmadı. Bayraktar’a ağız tadıyla çekip gitme hakkı bile tanınmadı.

“Ne yaptıysam Erdoğan istediği için kırgını” Bayraktar, sistemin dışına itilmeyi, yalnız bırakılmayı, sıfatsız kalmayı kabullenemedi. Sosyal medya hesabından sık sık sitem etti:

“Biz ilçe teşkilatlarında çalışarak, elektrik direklerine bayrak asarak partili olduk. Sonunda mancınıkla atıldık. Siz ise; zekânız, eğitiminiz ve babanız sayesinde bizlere horozluk yaptınız. Şimdi ise ‘parti’nizin başındasınız.”

FETÖ’nün Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülüklerden biri de bu. AKP’yle 2002-2014 aralığında beraber yürüyen örgüt, Ergenekon gibi kumpaslarda, hükümetin yolsuzluklarını açıklayan muhalifleri yargılamıştı. Yollar ayrılınca, bu kez yolsuzluk dosyalarını AKP’ye karşı kullandı. FETÖ’nün niyeti, yolsuzlukla hesaplaşma değil, yolsuzluğu kendi iktidar hesaplaşmasına meze yapmaktı. Bu da AKP’ye, FETÖ’yle kavga ederken yolsuzluğu da örtme fırsatı verdi. Olan da yolsuzluk düzeniyle hesaplaşamayan Türkiye’ye oldu. 

Tedavi edilmeyen hastalıkların kriz anlarında açığa çıkması gibi. Erdoğan Bayraktar’ın yıllar sonra aklına geleni söylemesi, üstü örtülmüş yolsuzluğun yıllar sonra ilk ağızdan kabulü oldu. FETÖ’cüler eliyle kurgulanan 28 Şubat davası da Gezi davası da sürerken 17-25 Aralık bir başka düzene kadar örtü altında yaşamaya devam edecek.

Kırgın ve kızgın. Haksızlığa uğradığını düşünüyor. Ancak Erdoğan Bayraktar’ın kalabalıktan koparak yalnız yürüdüğü yolda bıraktığı izler, Türkiye’nin eksik hesaplaşmasını bugün değilse de bir gün mutlaka tamamlamasına neden olacak.

Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

Yargıtay Başkanı üzerinde cübbesiyle duaya katıldı: Laikliğin ruhuna fatiha! - SOL


Yargıtay Yeni Hizmet Binası ve 2021-2022 Adli Yıl Açılış Töreni’nde Diyanet İşleri Başkanı'nın duasına Yargıtay Başkanı Akarca cübbesiyle katıldı.

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yargıtay Yeni Hizmet Binası ve 2021-2022 Adli Yıl Açılış Töreni’nde açıklamalar yaptı.

Yeni anayasa için tarih veren Erdoğan, "Devletin dini adalettir, adalet devletin varlığının sebebidir" dedi. Erdoğan'ın konuşamasının ardından Diyanet İşleri Ali Erbaş kürüsye çıkarak dua okudu.

Dua sırasında Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca da kürsüye çıktı. Akarca üzerinde cübbesiyle duaya katıldı.

'Laik hukuk devletinde yargıda dinin yeri olamaz'

Anayasa Mahkemesi emekli raportörlerinden Ali Rıza Aydın konuyla ilgili soL'a değerlendirmelerde bulundu. "Laik hukuk devletinde ve bu devlet içindeki yargıda dinin yeri olamaz" diyen Aydın, "Bağımsız ve tarafsız yargı ayrımcılığı reddeder. Bugün adli yıl açılışında bir dinin, hatta bir dinin bir mezhebini üzerinden okunan dualar ve yapılan konuşma, ayrımcılık ilkesini açıkça ihlal etmiştir" şeklinde konuştu.

Aydın şunları söyledi:

"Anayasanın laiklikle ve yargıyla ilgili hükümleri bir arada değerlendirildiğinde laik hukuk devletinde ve bu devlet içindeki yargıda dinin yeri olamaz.

Bağımsız yargıyı 'bağımsız ve tarafsız' yapan AKP, kendi koyduğu tarafsızlık ilkesini açıkça çiğnemiştir.

Bağımsız ve tarafsız yargı ayrımcılığı reddeder. Bugün adli yıl açılışında bir dinin, hatta bir dinin bir mezhebini üzerinden okunan dualar ve yapılan konuşma, ayrımcılık ilkesini açıkça ihlal etmiştir.

Aynı dinin başka mezheplerinden olanlar, başka dinlere inananlar ve inanmayanlar karşısında yargı bir dinin bir mezhebi yanında taraf olmuştur. Bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiştir."

                                                                              ***
Kılıçdaroğlu da oradaydı.(SOL)

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Yargıtay Başkanı'nın cübbesiyle katıldığı Diyanet İşleri Erbaş'ın duasına en ön sıradan eşlik etti.

Yargıtay Yeni Hizmet Binası ve 2021-2022 Adli Yıl Açılış Töreni tartışma konusu oldu. 

Törende konuşma yapan AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Devletin dini adalettir, adalet devletin varlığının sebebidir" dedi. Erdoğan'ın konuşamasının ardından Diyanet İşleri Ali Erbaş kürsüye çıkarak dua okudu. Erbaş'ın duasına Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca cübbesiyle katıldı.


Öte yandan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da törene en ön sırada katıldı. Kılıçdaroğlu kurdela kesiminde Erdoğan ve Yargıtay Başkanı'nın hemen yanında yer aldı.

CHP Genel Başkanı dua okunurken de en ön sırada ellerini açarak Erdoğan ve Erbaş'a eşlik etti.

                                                                      ***

Erdoğan: Devletin dini adalettir, adalet devletin varlığının sebebidir.(SOL)

Erdoğan, 'Devletin dini adalettir, adalet devletin varlığının sebebidir' dedi. Erdoğan yeni anayasa için de tarih verdi.

Yeni anayasa için tarih veren Erdoğan, "Devletin dini adalettir, adalet devletin varlığının sebebidir" dedi. Erdoğan'ın konuşamasının ardından Diyanet İşleri Ali Erbaş kürüsye çıkarak dua okudu.


Yargıtay binasının dualı açılışına CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da katıldı. Kılıçdaroğlu açılış kurdelesini diğer devlet yetkilileriyle birlikte kesti, Erdoğan'la birlikte dua etti.

Erdoğan'ın törende yaptığı konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

  • "Yeni adli yılı karşılıyor olmamızı ayrıca önemli görüyorum. Son 20 yılda adalet teşkilatımızın fiziksel çevresini değiştiren yapısını gösteren yeni bir örneğini daha sizlerle şahit oluyoruz. Temeli 2018 Mart'ın da atılan ve 191 dönümlük arazi üzerinde kurulan bu bina.. Toplam 10 bloktan oluşan Yargıtay binamız çalışanların, ve ilgili tüm kesimlerin ihtiyaçlarını karşılayacak teknolojiye donanıma sahiptir.
  • Eğer bir devlette adalet yoksa, onun hangi sistemle yönetildiğinin, kim tarafından idare edildiğinin, vatandaşlarının hangi inanca veya milliyete sahip olduğunun bir önemi kalmaz, orada sadece zulüm hüküm sürer. Adalet devletin varlığının temelidir.
  • Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi oyunları denerlerse denesinler başaramadılar. Çünkü zulüm ile abad olunmaz, nitekim onlar da olamadılar. Asıl görevlerini bir kenara bırakıp vesayet güçlerine, cuntacılara selam duranların elinde yargının nasıl bir zulüm makinesine dönüşebileceğini gördük. Önce darbecilerin, sonra vesayetçilerin ve nihayet FETÖ'nün milletimizin adalet duygusuna vurduğu darbelerin izlerini tamamen silene kadar çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
  • Ankara'da 6 ayrı binaya bölünmüş olan Yargıtay'ı tek çatı altına toplayarak halen önünde 516 bin civarında derdest dosya bulunan bu kurumun işleyişindeki vakit ve kalite kaybının önüne geçtik.
  • Adalet tesisinin garantisi yargının bağımsız ve tarafsız bir anlayışla vereceği adil kararlarıdır. Adaleti sadece duruşma duvarlarına tahsisli bir alan olarak görmeyeceğiz
  • Ankara'ya şanına ve tarihine yakışır bir adliye binası kazandırmakta kararlıyız. Proje çalışmaları bitmek üzere, inşallah yıl bitmeden temeli atılacak.
  • Devletin dini adalettir, adalet devletin varlığının sebebidir.
  • Yeni bir yargı paketi için hemen kolları sıvadık. Arkadaşlarımız en kısa zamanda bu yeni paketi Meclis'in gündemine getirecekler.
  • Yeni Anayasa konusundaki süreci de yakından takip ediyoruz. Cumhur İttifakındaki ortağımızla birlikte kendi hazırlığımızı yavaş yavaş şekillendiriyoruz. Her ne şekilde olursa olsun, önümüzdeki yılın ilk aylarında kendi hazırlığımızı milletimizin takdirine sunmakta kararlıyız."
SOL


1 Eylül 2021 Çarşamba

Teknolojide ABD-Çin rekabeti - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

 

ABD ve Çin arasındaki küresel hegemonya mücadelesinde şu anda en yoğun çatışma teknoloji alanında yaşanıyor. ABD’yle kıyaslanınca Çin’in süreci daha iyi yönettiğini, kararlı adımlar attığını söyleyebiliriz.

ABD ile Çin arasındaki küresel hegemonya mücadelesi, en şiddetli yansımasını teknoloji ekseninde buluyor. Aynı zamanda teknoloji şirketlerinin hızla artan gücü karşısında her iki ülke de düzenleyici, dizginleyici adımlar atma çabası izliyor. Ancak peşinen söyleyelim ki Çin Komünist Partisi’nin örgütsel gücü, kendi teknoloji devlerini dize getirmek yolunda daha başarılı olmasını sağlıyor.


ABD’NİN HAMLESİ

Haziran 2021’de hem Demokratlar’ın hem de Cumhuriyetçiler’in desteğiyle ABD Yenilikçilik ve Rekabet Yasası yürürlüğe girdi. Böylelikle yapay zeka, kuantum hesaplaması ve yarı iletkenler alanlarının Çin’e üstünlük sağlaması amaçlanıyor.

Çip sektörüne yapılacak 52 milyar dolarlık destekle ABD’nin Asya tedarik zincirlerine bağımlılığının azaltılması umuluyor. 120 milyar doların ise yapay zeka ve quantuma yönelik teknolojik yatırıma ayrılması öngörülüyor.

Yasa kamu kurumlarının Çinli şirketlerin ürettiği droneları alması bir yana, federal devlet çalışanlarının Tik Tok uygulamasını indirmesini bile yasaklıyor. Amerika’nın adeta bir Çin paranoyası yaşadığını söylemek mümkün.

ÇİN’İN SIÇRAMASI

Çin’in ABD’yi iyice tedirgin eden hamlesi, “Çin malı 2025” sloganı altında gerçekleştirdiği teknolojik yatırımlarla gelmişti. Pekin başta 5-G teknolojisi olmak üzere klonlama, yarı iletkenler, quantum, yapay zeka, robotik gibi sektörlerde büyük atılım yaptı. Bir uzay aracını Mars’a indirmeyi başardı. ABD bunlar karşısında en azından teknolojinin belli alanlarında Çin’le başa çıkamayacağı endişesine kapılınca, Sovyetler ile yaşanan Soğuk Savaş dönemini andıran ayrı egemenlik alanları oluşturma stratejisine yöneldi. Bu stratejinin en belirgin örneğini, 5-G teknolojisinde ileri giden Huawei şirketini Avustralya ve İngiltere’de yasaklatması, Kanada’da üst düzey yöneticisini tutuklatması vakalarında gözlemledik.

YENİ BİR SOĞUK SAVAŞ MI?

ABD’nin Çin’i açıkça karşısına almasını geçmişte Sovyetler Birliği ile yaşadığı Soğuk Savaş’a benzetenler az değil. Ancak Joe Biden’ın niyeti bu bile olsa, konuya ayrıntılarıyla yaklaşınca ortada belirgin farklılıklar bulunduğu da dikkat çekiyor. ABD’nin en etkili strateji dergisi Foreign Affairs, bugünkü konjonktür ile ABD-Sovyetler Birliği çekişmesi arasındaki üç belirgin farklılığa dikkat çekiyor.

Birincisi, bugün geçmişte olduğu gibi üçüncü ülkelerin sempatilerini kazanmaya, akıllarını çelmeye yönelik bir ideolojik kavga söz konusu değil. ABD’nin “hür dünya” söylemi eskisi kadar karşılık bulmadığı gibi, Çin’in de sosyalist olduğunu iddia etmesine karşın, başka ülkelere ideoloji, bütünlüklü bir dünya görüşü ihraç etme çabası yok. Pekin aksine işbirliğinde bulunduğu ülkedeki iktidarın niteliğine aldırmaksızın tamamen pragmatik bir tarzda ilişkilerini yürütüyor. İkincisi, ABD Biden ile ittifaklarını güçlendirmeye çalışırken, Çin giderek Rusya ve İran ile yakınlığını artırıyor. Gelgelelim ABD ve Çin adına geçmişte Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi vekâlet savaşı yürütecek organik ittifaklar söz konusu değil. Üçüncüsü, ABD ve Sovyetler Birliği’nin kontrol ettiği bölgelerin birbirleriyle ekonomik ilişkileri çok sınırlı iken; bugün dış ticaret, yatırımlar, tedarik zincirleri üzerinden çok iç içe geçmiş bir küresel ekonomi var.

ÇİN ABD’NİN ENSESİNDE

İki ülke arasındaki rekabetin en fazla dikkat çeken boyutu, Çin ekonomisinin hızlı bir büyüme temposuyla dünya liderliğinde ABD’yi tehdit eder hale gelmesi. Dünya Bankası verilerine göre, 2001’de Çin’in ekonomik büyüklüğü ABD’nin sekizde biriydi. Buna karşın 80’lerin başında Sovyet ekonomisinin büyüklüğü ABD’nin yüzde 50’sinin az altında tahmin ediliyordu. Bugün ise piyasa fiyatları temelinde bile Çin’in GSYH’si ABD’nin yüzde 71’i civarında seyrediyor. Çin 2013’te ithalat artı ihracat anlamında dünyanın bir numaralı dış ticaret gücü haline geldi. Bu arada doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını cezbetmek konusunda da ABD’yi geride bıraktı.

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) 2021 Teknoloji ve Yenilikçilik Raporu’nu incelediğimizde ABD-Çin yarışının teknoloji cephesinde de aynı hararetle sürdüğünü görüyoruz. UNCTAD 11 “ileri teknoloji” saptıyor: Yapay zeka, nesnelerin interneti, büyük veri, blockchain, 5-G, 3D basım, robotik, dronelar, genetik yazılım, nanoteknoloji ve güneş fotovoltaik sistemleri. Bu teknolojiler sayesinde hem üretkenlik artabiliyor hem de günlük hayatın sorunlarına çözümler üretilebiliyor.

Bu teknolojileri geliştiren şirketlerin çoğu, önde gelen bulut hesaplama platformlarının bulunduğu ABD’de faaliyet gösteriyor. Çin ise 5-G, dronelar ve güneş fotovoltaik sistemlerinde başı çekiyor. Tüm bu teknolojiler birlikte düşünüldüğünde bu iki ülkenin patentler ve yayınların yüzde 30’u ila yüzde 70’ini aralarında paylaştıkları görülüyor.

ABD SALDIRIYA GEÇİYOR

ABD’nin Çin teknoloji şirketlerine karşı saldırısının merkezi 5-G teknolojisinde çığır açan Huawei’i yasaklama kampanyası oldu. Üstelik bu teknolojide öncü bir şirketi bulunmadığı için dolayısıyla Avrupa Nokia ve Ericsonn’a daha bağımlı hale geldi. Kampanya diğer bir 5-G devi devlet şirketi ZTE, WeChat ve Tik Tok yanında adı daha az bilinen birçok Çinli şirketin önüne engeller çıkarılmasıyla sürdü.

Biraz gerilere gidersek, Çin 90’ların sonundan itibaren özellikle Batı’da eğitim görmüş ve deneyim kazanmış girişimcileriyle, kendi Silikon Vadisi modeli şirketlerini yarattı. Alibaba, eBay ve Amazon; Tencent, AOL ve Facebook; Baidu, Google ile aynı kulvarda koşmaya başladı.

İlk başta Çinli şirketler, Amerika’daki benzerlerini taklit eder, kendi ülkelerinde bulunmayan hizmetlerin benzerini sunmakla yetinir izlenimi veriyorlardı. Ancak zamanla Tencent’in WeChat ve Alibaba’nın Alipay uygulamaları ödeme sistemlerinden, kapıya gıda siparişine kadar çok daha kapsamlı bir hizmet skalası yarattılar.

Bu sırada ABD de Facebook, Google, Amazon gibi hissedarları hızla zenginleşen, doğru dürüst vergi ödemeyen, faaliyetleri denetlenemeyen kendi teknoloji şirketlerini disiplin altına alma çabasına girişmişti. Onlar da gerek lobi faaliyetleriyle, gerekse boşluklardan yararlanarak düzenlemeleri boşa çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu arada düşük faiz-bol likidite döneminde hisse senedi fiyatları tavan yapmakta, güçleri artmaktaydı.

ÇİN’DE ŞiRKETLERE DiSİPLİN

Çin’de ise aniden farklı bir hikâye yazılmaya başlanır. 2020 Ekim’de Alibaba kurucusu Jack Ma ülkesindeki düzenlemelerin yenilikçiliği boğduğu yolunda bir açıklama yaptı.

Derken Alibaba’nın finansal hizmetler kolu Ant Grup’un 34 milyar dolar beklenen rekor halka arzı iptal edildi. Şirket hakkında 2.8 milyar dolar cezayla sonuçlanacak tekelcilik soruşturması açıldı. Jack Ma bir anda gözlerden kayboldu.

Arkasından, Uber benzeri araba çağırma platformu Didi 2 Temmuz’da tam New York’ta 4.4 milyar dolarlık bir halka arza hazırlanırken şirket hakkında güvenlik soruşturması açıldı. Telefon satıcılarına Didi uygulamasını kaldırmaları talimatı verildi.

Bunu yiyecek sipariş şirketi Meituan ve internet devi Tencent’e yönelik soruşturmalar izledi. Derken eğitimli orta sınıflar açısından çocuklarının eğitimi için hayati gözüken online eğitim platformlarının yasaklanması kararı geldi.

Teknoloji şirketlerine yönelik bu hareketi başkan Xi Jinping’in, halkın ülkedeki gelir ve servet dağılımı bozukluklarına karşı biriken tepkisini soğurma önlemi olarak yorumlamak olanaklı. Bir yanda platform ortağı milyar dolarlık servet sahibi girişimciler; öte yanda Başbakan Li Keqiang’ın ifadesiyle ev kirası ödemekten aciz, 1000 yuan (154 dolar) civarında gelirle geçinmeye çalışan 600 milyon insan.

Operasyonların diğer bir gerekçesi de, Çin’in büyük teknoloji firmalarının küçük rakiplerini kendi platformlarına katılmaya zorlaması ve ucuza satın alması eğilimini dizginlemek. Aynı şekilde platformlardaki emekçilerin kötü koşullarda çalıştırılmasının ve kendileriyle iş yapan küçük şirketlere baskı uygulamasına tepki de sözkonusu. Bu nedenlerle bu güçlü şirketlerin sindirilmesinin, hem sade halk nezdinde, hem de küçük şirketler gözünde destek bulduğu tahmin ediliyor.

Zaten Jinping, 100. yılını kutlayan Çin Komünist Partisi içinde giderek gücünü ve yetkilerini pekiştirirken; halkta büyük tepki uyandıran yolsuzlukların üzerine gitmesi, ülkenin son derece yetersiz sosyal güvenlik sistemini yavaş da olsa düzeltme çabası izlemesi, gelir ve servet dağılımı adaletsizliklerinden rahatsızlığını dile getirmesi gibi politikalarla sade yurttaşların kalbini kazanmayı umuyor.

BU KAVGA KOLAY BİTMEZ

Özetle, ABD ve Çin arasındaki küresel hegemonya mücadelesinde şu anda en yoğun çatışma teknoloji alanında yaşanıyor. Önümüzdeki dönemde başlı başına bir yazının konusu olabilecek önemdeki yarı iletkenler rekabeti kilit önem kazanabilir. Zaten şimdiden çip teminindeki aksamalar nedeniyle dünya otomotiv üretimi iyice yavaşlama noktasında. Şimdilik, ABD’yle kıyaslanınca Çin’in süreci daha iyi yönettiğini, kendi teknoloji sektörünü denetim altına alarak, bu alandaki faaliyetleri ülkenin genel kalkınma çabasına eklemleme yolunda kararlı adımlar attığını söyleyebiliriz. Ancak işin nereye varacağını şimdiden söylemenin olanaksız olduğu da açıkça görülüyor.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN


Barajı düşürmek bu gerçeği örtmez-Mustafa KÖMÜŞ / BİRGÜN

 ÖSYM YKS yerleştirme sonuçlarını açıkladı. Buna göre bin 280 bölümü tercih eden öğrenci sayısı 10’un altında kaldı. 169 bölüm hiç tercih edilmedi. ‘Her ile üniversite’ politikasının çöktüğünü gösteren yerleştirme sonuçlarına göre 9 vakıf üniversitesi kontenjanın yarısını bile dolduramadı.

Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı (YKS) yerleştirme sonuçları dün açıklandı. ÖSYM ayrıca yerleştirme sonuçlarına ilişkin sayısal bilgileri de kamuya ilan etti. 

Sonuçlar AKP iktidarının ‘her kente üniversite’ politikasının çöktüğünü bir kez daha gösterdi. 

Hem kamu üniversitesinde hem vakıf üniversitelerinde birçok bölüm boş kaldı. 

Bin 300’e yakın bölüme yerleşen kişi sayısı 10’un altında kaldı. Ayrıca tam 169 bölüm kimse tarafından tercih edilmedi. 

Özellikle son yıllarda olduğu gibi mühendislik bölümlerinde boş kalan bölümler oldukça fazla. Bununla beraber mimarlık bölümü de az tercih edilen ya da tercih edilmeyen bölümler arasında yer aldı. 

Yine fen-edebiyat fakültelerindeki bölümler de bu durumdan nasibini aldı. En çok göze çarpan ise hiç kimsenin tercih etmediği bölümler arasında moleküler biyoloji ve genetik dahi var. 

Özellikle felsefe bölümü hiç kimsenin yerleşmediği bölümler arasında dikkat çekti. Öte yandan dikkat çekici diğer bir nokta ise bu bölümlerin büyük bir çoğunluğunun ikinci öğretim (İÖ) bölümlerinden olması. Ayrıca küçük sayılabilecek birçok kentteki üniversiteler de tercih edilmedi. 

Örneğin Adıyaman, Amasya, Iğdır, Ardahan gibi illerde üniversitelerde oldukça fazla bölüm boş kaldı. Toplamda ise boş kalan kontenjan sayısı ise 195 bin 304. Bu kontenjanın 120 bin 167'sini 4 yıllık lisans programları, 75 bin 137'sini ise 2 yıllık önlisans programları oluşturdu.

Ülke genelinde toplam bin 280 bölüme 10 kişinin altında öğrenci yerleşti. 5 kişi veya altında öğrencinin yerleştiği bölüm sayısı ise 988. 169 bölüme ise hiç kimse yerleşemedi. Hiç kimsenin yerleşemediği bu bölümlerin bazılarının kontenjanları ve üniversiteleri şöyle:

• Afyon Kocatepe Üniversitesi, lojistik yönetimi, 40 kontenjan
• Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi, sağlık yönetimi (İÖ), 70 kontenjan
• Amasya Üniversitesi, şehir ve bölge planlama, 50 kontenjan
• Artvin Çoruh Üniversitesi, işletme, 25 kontenjan
• Artvin Çoruh Üniversitesi, peyzaj mimarlığı, 40 kontenjan
• Atatürk Üniversitesi, işletme, 40 kontenjan
• Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, iktisat (İÖ), 40 kontenjan
• Balıkesir Üniversitesi, turizm işletmeciliği, 40 kontenjan
• Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi, uluslararası ilişkiler, 40 kontenjan
• Bartın Üniversitesi, rekreasyon (İÖ), 40 kontenjan
• Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, maliye (İÖ), 50 kontenjan
• Bursa Uludağ Üniversitesi, ekonometri (İÖ), 100 kontenjan
• Çankırı Karatekin Üniversitesi, iktisat, 50 kontenjan
• Erzurum Teknik Üniversitesi, felsefe, 25 kontenjan
• Gaziantep Üniversitesi, iktisat, 40 kontenjan
• Giresun Üniversitesi, gıda teknolojisi, 45 kontenjan
• Hitit Üniversitesi, Antropoloji, 20 kontenjan
• İnönü Üniversitesi, maden mühendisliği, 30 kontenjan
• İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Türk-İslam arkeolojisi, 30 kontenjan
• Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler, 40 kontenjan
• Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, sosyoloji (İÖ), 40 kontenjan
• Munzur Üniversitesi, mimarlık, 40 kontenjan
• Muş Alparslan Üniversitesi, moleküler biyoloji ve genetik, 20 kontenjan
• Ondokuz Mayıs Üniversitesi, tarımsal biyoteknoloji, 30 kontenjan
• Sakarya Üniversitesi, çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri (İÖ), 60 kontenjan
• Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, kimya mühendisliği, 20 kontenjan
• Trakya Üniversitesi, arkeoloji, 30 kontenjan
• Uşak Üniversitesi, rekreasyon, 30 kontenjan
• Yozgat Bozok Üniversitesi, sosyoloji, 70 kontenjan

Ayrıca bazı üniversitelerde birden fazla bölüm boş kaldı. O üniversitelerden bazıları ve 10 kişinin altında öğrencinin tercih ettiği bölüm sayıları şöyle:

• Adıyaman Üniversitesi: 8
• Afyon Kocatepe Üniversitesi: 19
• Aksaray Üniversitesi: 10
• Iğdır Üniversitesi: 17
• Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi: 17
• Ardahan Üniversitesi: 8
• Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi: 19
• Munzur Üniversitesi: 13

BOĞAZİÇİ DOLDU

AKP’nin hedefi haline gelen Boğaziçi Üniversitesi’nin bütün kontenjanları doldu. İlk tercih olmasına rağmen üniversitenin kontenjanlarında yer kalmadı. Boğaziçi Üniversitesi’nin yanı sıra Orta Doğu Teknik Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi gibi köklü üniversiteler de kontenjanlarını büyük oranda doldurdu.

VAKIFLAR BOŞ

Öte yandan birçok vakıf üniversitesinde de kontenjanlar boş kaldı. Kontenjanları yüzde 50’nin altında kalan vakıf üniversiteleri ve oranları şöyle:

• Beykoz Üniversitesi: Yüzde 48,73
• İstanbul Gelişim Üniversitesi: Yüzde 48,68
• Antalya Akev Üniversitesi: Yüzde 48,18
• İstanbul Arel Üniversitesi: Yüzde 45,34
• Kapadokya Üniversitesi: Yüzde 45,25
• İstanbul Rumeli Üniversitesi: Yüzde 45,01
• İstanbul Kent Üniversitesi: Yüzde 34,56
• İstanbul Esenyurt Üniversitesi: Yüzde 32,34
• Avrasya Üniversitesi: Yüzde 30,78

GELECEK KARANLIK

Ortaya çıkan bu tabloyu eğitim uzmanları değerlendirdi. 2002’den bu yana üniversite sayısında ciddi bir artış olduğunu ancak nitelikli ve donanımlı öğrenci yetiştiren kurumların azaldığını belirten Eğitim Uzmanı Ali Taştan şunları aktardı: “Şu an üniversite sayısı 207’ye ulaşmış durumda. Ama bu artış nitelikli bir eğitim verildiğine işaret etmiyor. 90’lı ve 2000’li yıllardan önce öğrenciler soruların neredeyse yüzde 30-40’ını yapamadığında 4 yıllık bölümlere yerleşemiyordu. Ancak günümüzde toplam soruların yüzde 10’unu yapan öğrenciler 4 yıllık bölümlere yerleşebiliyorlar. Her geçen yıl daha az soru yapan çocuklar 4 yıllık fakültelere giriyor. Bu gittikçe daha da aşağı iniyor ve nitelik düşüyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin yüksek eğitim geleceğinin parlak olmadığı görüyorum. Gelecek açısından bir ışık görülmediğini vurgulamak gerekli” ifadelerini kullandı.

Baraj puanının düşürülme sebebinin kontenjanların dolmayacağı endişesi olduğunu hatırlatan Taştan, şöyle konuştu: “Görüyoruz ki AKP’nin her şehirde bir üniversite politikası çökmüş oldu. AKP iktidarı sadece tabela üniversitesi açıyor. Öğrencilerimizin tam donanımlı mezun olmaması sebebiyle, işsizliğin artışını da gözlemliyoruz. Tam donanımlı birey yetiştiren kurumlara ihtiyaç var ancak apartman dairelerinde, kampüsü olmayan, kadrolu öğretim görevlisi olmayan ve kütüphanesinde öğrenci başına bir kitap düşmeyen üniversitelerimiz var.”

Avrupa ve Türkiye üniversitelerinin bütçelerini karşılaştıran Taştan, sözlerini şöyle noktaladı: “Avrupa’daki büyük üniversitelerden bir tanesinin bütçesi, bizim tüm ülkedeki 207 üniversiteye verdiğimiz bütçeden daha fazla. Durum böyleyken Avrupa’daki gelişmiş ülkelerde mi bilim ilerler, yoksa bizim gibi üniversitelerine nitelik katamayan gelişmekte olan ülkelerde mi bilim gelişir, aşıyı kim bulur?”

ÖSYM HAZIRLIK YAPMADI

Eğitim Uzmanı Salim Ünsal ise, YÖK ve ÖSYM’nin pandemi koşullarına uygun hazırlık yapmadığına değinerek şunları iletti: “Üniversite sınav sistemini kurgulayan YÖK ve ÖSYM’nin, bu sonucu öngöremeyip, uygun sınav hazırlayamaması ile ilgili bir durum. Özellikle sınavın matematik ağırlıklı bir sınav olmasının da çok büyük bir payı var. Ülkede matematik başarı düzeyi düşük olduğu için, az aday barajı geçti. Az aday barajı geçince de kontenjanlar yeterli ölçüde dolmadı. Pandemi koşullarının da bu durumda elbette etkisi var. Yüz yüze eğitimin sekteye uğrayınca, performans da düşer” ifadelerini kullandı. Sınavın diğer yıllarla karşılaştırıldığında nispeten daha zor olmasının da etkili olduğunu belirten Özkan şöyle konuştu: “ÖSYM ve YÖK’ün bunun tedbirini alarak pandemi gibi kritik zamanlarda bu tip sınavları öğrencilerin performanslarına daha yakın düzeyde organize etmeliydi. Önceki yıllarda yaptıkları sınavlar incelenip bir simülasyon çalışması yapsalardı bu yıl sınavın nasıl yapılması gerektiği konusunda bir fikirleri olurdu. Elbette kolay bir sınav hazırlasınlar diye düşünmüyorum ancak bu kadar zaman alıcı ve zorlayıcı sınav hazırlanması kontenjanların boş kalmasına yol açtı. Zaten buna istinaden bizim itirazlarımız ve bu konuda değerlendirmelerimiz kamuoyunda ses getirince ikinci ek yerleştirmeyi tekrar gündeme aldılar.”

Özellikle 4 yıllık bölümleri tercih eden aday sayılarının azalmış olmasına değinen Özkan, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Genelde 4 yıllıkbölümlerde 30-40 bin boş kalırken bu yıl tam olarak 120 bin 167 boşluk kalmış. Bunlar tamamen 4 yıllık hukuku seçecek aday sayısının azalmasıyla alakalı…”

baraji-dusurmek-bu-gercegi-ortmez-916562-1.

Mustafa KÖMÜŞ / BİRGÜN

"Toplumun ruh sağlığı alarm veriyor" - CUMHURİYET

Belirsizlik, gelecek kaygısı, salgın, orman yangını, sel, deprem ve ekonomik sıkıntılar gibi nedenler, pek çok bireyin psikolojisini olumsuz etkilerken, antidepresan kullanımı artıyor. Uzmanlar tehlikeye dikkat çekiyor.

Ruh sağlığı bireylerin genel 

sağlığının ayrılmaz bir parçası. 

Ruhsal bozukluklarda kimi zaman 

genetik faktörlerin payı olsa da 

uzmanlar; çevresel, ekonomik ve 

sosyal nedenlere de dikkat çekiyor.

Son yıllarda artış gösteren psikolojik sıkıntılar, bireylerin ilaç kullanımına da yansıyor.

Bakan Koca: Son 3 yılda 61 milyon kişi sinir ilacı, 12,3 milyon kişi de antidepresan kullandı

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın paylaştığı bilgilere göre, son 3 yılda 61 milyon kişi sinir ilacı, 12,3 milyon kişi de antidepresan kullandı.

Psikiyatri bölümlerine başvuran hasta sayısındaki artışa dikkat çeken hekimlere göre ruh sağlığını bozan en büyük neden belirsizlik.

Independent Türkçe'den Lale Elmacıoğlu'nun haberine göre; pandemi, artan işsizlik, ekonomik sıkıntılar, aile ve iş hayatındaki olumsuzlukların yanı sıra yangın, sel, deprem gibi olaylar, toplumun bir bölümünde kaygıyı tetikledi ve yaşananlar nedeniyle güven sıkıntısı doğdu.

"Asıl sorun belirsizlik; dayanışma ağları ve güven duygusunun zayıflaması da etkili"

Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Barış Erdoğan, yaşanan belirsizlikler karşısında bireylerin destek alacağı sosyal dayanışma ağlarının zayıflamasının toplum genelinde kaygı düzeyinin yükselmesine neden olduğunu söyledi.

Deprem, sel, orman yangını gibi olayların her zaman yaşanabileceğini belirten Erdoğan, buradaki kilit noktanın ise insanların içinde yaşadığı sosyal çevreye ve kurumlara güven duyup duymaması olduğunu savundu.

"Sosyal desteğin olması, kurumların kendilerinden beklenilen görevleri yerine getirmesi durumunda insanlar içinde yaşadıkları toplumda huzur içinde olurlar" diyen Erdoğan, "Başlarına bir sıkıntı dahi gelse parçası olduğu toplum tarafından korunup kollanacağını bilmek bireye güven verir. Zira sosyal bir varlık olan insan yaşamını devam ettirebilmek için bir başkasına muhtaçtır. Kır toplumundan modern şehir yaşamına doğru geçtikte birbirimize olan ihtiyacımız tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar artmıştır. Modernleşmeyle beraber aile, cemaat gibi informel dayanışma ağlarının yerini de resmi kurumlar almaya başlamıştır.  Bu nedenle Toplumsal hayatın içinde patolojik olarak adlandırabileceğimiz kriz dönemlerinde sosyal destek ağlarının ve kurumların bireylere güçlü destek sunması kaygı durumunu azaltır, bireyi topluma bağlar" diye konuştu. 

"GİDEREK DAHA FAZLA İNSAN RİSKLİ DURUMDA"

Bireylerin kendi kontrolleri dışında pek çok riskle karşı karşıya olduğunu dile getiren Barış Erdoğan, işini iyi yapan, sağlığına dikkat eden birinin dahi -belki de hiç olmadığı kadar-  işsiz kalma, öldürücü bir virüs kapma riskiyle karşı karşıya olduğuna dikkati çekerek, "İnsanların günümüzdeki en büyük beklentisi sosyal çevre ve kurumlara güven" dedi.

Doç. Dr. Erdoğan, bireylerin işsiz kalsalar bile aç kalmayacaklarını, yerel ya da merkezi idareye bağlı kurumların ya da bir yakınlarının onlara bakacağı yani bir şekilde gelirlerinin olacağını bilirlerse, güven duyabileceklerini ve böylelikle kaygılarının da azalabileceğini belirtti. 

"KİŞİLER GİBİ TOPLUMLAR DA YORULUYOR"

Barış Erdoğan, "Salgının neden olduğu belirsizlik, gündelik yaşam ve iş pratiklerindeki keskin değişimler, kaygılarımızı artırıyor. Bir de formel ve informel ağlardan destek alınamazsa, antidepresan ya da benzeri ilaçlara müracaat edenlerin sayısında artma oluyor" ifadelerini kullandı. 

"EN BÜYÜK ETKEN BELİRSİZLİK"

Avrupa Şafak Hastanesi'nde görev yapan Psikiyatrist Doğan Işık da benzer görüşleri paylaştı.

Özellikle son iki yıldır psikiyatri bölümüne başvuruların çok arttığını ifade eden Işık'a göre en büyük etken belirsizlik.

"TOPLUMUN PSİKOLOJİSİ CİDDİ ŞEKİLDE BOZULUYOR”

Genetik etkenlerin yanı sıra yaşamsal koşulların da ruh sağılığı üzerinde etkili olduğunu belirten Doğan Işık; yangın, sel, deprem, ekonomik zorluklar ve pandeminin uzaması gibi durumları sıraladı.

"Stres verici olaylar artıyor, toplumun psikolojisi ciddi şekilde bozuluyor, ruh sağlığımız etkileniyor" diyen Işık, Bakan Koca'nın da milyonlarca kutu ilaç kullanıldığına ilişkin açıklamasını da hatırlattı.

Psikiyatrist Doğan Işık, yurtdışında "En mutsuz ülke", "En sinirli bireylerin yer aldığı ülke" gibi çeşitli çalışma ve anketlerde de Türkiye'nin üst sıralarda yer aldığını ve toplumun ruh sağlığının alarm verdiğini öne sürdü.

Uzun süre evde kalmanın kaygı bozukluklarını artırdığını ve panik atakların yükseliş kaydettiğini dile getiren Uzman Dr. Işık, "Tüm psikiyatrik durumlar stresle beslenir. Stresin nedeni belirsizlik, maddi sıkıntılar, doğal felaketler gibi durumlar. Uzun süredir vardı sıkıntılar ama son dön emde daha da arttı. Bu durumdan en çok etkilenenler ise yaygın kaygı bozukluğu olanlar hastalar oldu" şeklinde konuştu.

"KADINLARDA DAHA FAZLA GÖRÜLÜYOR"

Hastalarının ağırlıklı olarak kadınlardan oluştuğunu belirten Doğan Işık'a psikiyatrideki tedavi yöntemlerini de sorduk.

Genel olarak kaygı bozukluğu, depresyon gibi hastalıklarda tedavinin ömür boyu sürmediğini belirten Işık, stres devam ederse ilaç ve terapinin devam ettirildiğini ve ortalama 1-1,5 yıllık planlama yapıldığını söyledi.

"PANDEMİNİN BİTİŞİ RUH SAĞLIĞINA DA OLUMLU ETKİ EDER"

Pandemide işlerin bozulması, evlere kapanma ve çocukların okula gitmemesi gibi durumların da bireylerin etkilediğini belirten Işık, salgının sona ermesiyle ruhsal durumlarda nispeten iyileşme olabileceğini savundu: 

"'Çocuklar okula gitse de kafam rahatlasa, salgın sona erse de işler açılsa' gibi düşüncelerde milyonlarca kişi var. Pandeminin bitişi ruh sağlığına da olumlu etki eder çünkü böylelikle bazı kişilerin yaşadığı belirsizlik ve gelecek kaygısı azalabilir."

CUMHURİYET

 

Emperyalizmin barışı - Kadir Sev / SOL

 Bugün 1 Eylül Dünya Barış günü. Kutlamalarla yetinmeyelim. Asıl zor olan savaşı değil, barışı kazanmak: bu güce erişmek zorundayız.

Emperyalizm düşmansız yaşayamaz. Ülkeleri-halkları-emekçileri, ötekilerden oluşan parçalara ayırıp örgütlemek zorundadır. İç ve dış düşman üretiminde, gerek ırk gerekse siyasallaştırılıp kitleselleştirilmiş din, alabildiğine bol malzeme sunar. Bunlar sömürünün kadim araçlarıdır. Öylesine elverişlidir ki; aynılıklardan, benzerliklerden bile kanlı/bıçaklı düşmanlık odakları oluşturulabilir. Diyelim ki Müslümansınız bu yetmez, “kimlerdensin?” diye sorarlar. “sana ne!” demek cesaret işidir. Böyle sanal malzemelerden derlenen düşmanlıklarla yoksul halklar birbirlerine kırdırılır; çalışma arkadaşları, yoldaşları emekçilere düşman diye belletilir.

Düşmanlaştırmanın yolu, beyinlerin kör inançlarla doldurulmasından geçer: halka, cahillik öğretilmelidir. Milyonlarca kişiye cahillik eğitimi vermek kolay değildir, çok da pahalıdır. Ülkemizde bu amaç için her yıl yüz milyarlarca lira harcanmaktadır. Yalnızca yurt içinde de değil; Diyanet Vakfı bile yurt dışında camiler yapmak için önemli harcamalara girişmiştir. Son yıllarda iki önemli projesi dikkate değer. Arnavutluk’ta 24 milyon 230 bin Avro’ya, 10 bin kişinin aynı anda ibadet edebileceği Tiran Namazgâh Camisi; Makedonya Üsküp’te 15 milyon 500 bin Avro’ya, 2 bin kişinin aynı anda ibadet edebileceği bir cami yaptırmaktadır.

Bütün bunlar oluyorken bir holding patronu basının karşısına geçip şöyle cümleler kurmamaktadır; paraları boşa harcayacağınıza bize verin ekonomiye kazandıralım, ülke sanayileşir, kalkınırız… Söylemezler elbette, laikliğin tehlikesini herkesten çok onlar bilir. Ve bu yüzden de ne kadar laiklik karşıtı vakıf, dernek varsa besliyorlar. Yalnızca Diyanet Vakfına 2010-2020 yılları arasında yapılan bağışın tutarı cari fiyatlarla 6,5 milyar lirayı aşıyor. Üstelik giderek artıyor; 3,2 milyarı son üç yılda toplandı.

Türkiye Cumhuriyetinin temel harçlarından biri olan 30 Ağustos 1922 zaferi bile dualarla, düşmanlara edilen beddualarla anılıyor artık. Ve Anayasasında Laik yazan bir ülkenin diyanet başkanı, bütün devlet erkânının karşısına geçip; Peygamber (sas) ocağı şanlı ordumuz…diye başlayan cümleler kurabiliyor.

Yukarıdaki cümle, 30 Ağustos 2021 günü, sermayeye müjdeler verilen bir temel atma töreninde kuruldu. Ankara Etimesgut ilçesinde TSK’nın bütün birimlerinin toplanacağı, 12,6 milyon m² arazi üzerine kurulacak ay-yıldız projesine başlanılıyor. Henüz ihale yok ama olsun. Pentogon’u bile gölgede bırakacağını söylüyorlar. O büyüklükteki yapıları hangi müteahhitlerin başarabileceğini hepimiz biliyoruz.

Yalnızca o da değil: askeri yapıların hepsi Ankara’nın merkezi Kızılay’da. MSB; Genelkurmay Başkanlığı; Kara, Hava Deniz Komutanlıkları ile Kara Harp okulu yapıları boşaltıldığında milyarlarca liralık yeni rant kapıları açılacak.

Proje bu sözlerle sunulmadı elbette ama yalnızca arif olan parababaları anlayabildi. Tayyip Erdoğan törende şöyle seslendi; “…bunu Milli Savunma Bakanı, Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarıyla enine boyuna değerlendirdik, artık bize bir müşterek merkez gerekiyor dedik…Merkezle beraber dünyaya farklı bir sinyal verelim.

Kısacası, Emperyalizmin yaşaması için gereken düşman yaratma görevi Türkiye’de başarıyla yürütülüyor. 2021 Küresel Barış Endeksinde 163 ülke içinde 149. Sıradayız. Dünya liderliğine az kaldı. Afganistan, Suriye, Somali, Sudan, Irak, Yemen gibi ülkelerle yarışıyor olmasak ipi çoktan göğüslemiştik.

Küresel Barış Endeksi, henüz Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nce yayımlanan yolsuzluk endeksi kadar ünlü değil. Pek bilinmiyor. Kısaca bilgi vermekte yarar var.

Dünya barış enstitüleri ile düşünce kuruluşları ile uzmanlarının işbirliğinde Avustralya merkezli “Ekonomi ve Barış Enstitüsünce” hazırlanıyor. Ülkeler, güvenlik düzeyleri; ulusal ve uluslararası çatışmalar ve savaşlarla ilişkileri; askeri harcamaların büyüklüğü, gibi başlıklar altında değerlendirilip sıralanıyor. İlk kez, Mayıs/ 2007’de yayımlanmıştı; her yıl güncelleniyor ve BM Genel Sekreterliğince yayımlanıyor.

Bulguları, kapitalist dünyanın değer yargılarını gösteriyor deyip geçiştirilebilir. Bunu kanıtlayacak çok sayıda örnek de gösterilebilir. Sözgelişi Taliban’la işbirliği içinde olmayı içselleştirmiş Almanya 17’nci; İngiltere 33’üncü; Fransa 55’inci; ABD 122’nci sırada yer alıyor. Onların bu işlerdeki sorumluluğunu nasıl görmezden gelebiliriz? Diye sorulabilir.

Ama şunu unutmayalım; ülkeyi, Taliban’la çok farklı düşünmediğini vurgulayan bir anlayış yönetiyor.

****

Bugün 1 Eylül Dünya Barış günü. Kutlamalarla yetinmeyelim. Asıl zor olan savaşı değil, barışı kazanmak: bu güce erişmek zorundayız.

Dünya Barış Günü 1 Eylül günü kutlanıyor ama Birleşmiş Milletlere göre 21 Eylül. Öyküsü kısaca şöyle: İkinci Dünya Savaşının başlama tarihi olarak Almanya’nın Polonya’yı işgal ettiği 1939 yılı 1 Eylül kabul edilir. SSCB ile Varşova Paktı üyeleri, savaşın başladığı günü Dünya barış günü ilan etmiş ve bütün dünyada genel kabul görmüştü. Birleşmiş Milletler 1981’de, belki de savaş ve Alman Faşizmi arasında kurulan algıyı unutturmak amacıyla; Eylülün üçüncü Salı günü kutlanmasına karar verdi. 2001 yılında ise bu görüşünden de caydı; 21 Eylül gününü Dünya Barış günü ilan etti. Buna karşın dünyanın birçok ülkesinde ve bu arada Türkiye’de 1 Eylül’de kutlanıyor.

Kadir Sev / SOL