“Hükümet işsize 1500 lira maaş verecek!” Yandaş medya bu açıklamayı dün flaş haber olarak geçince “tamam” dedim, “seçim ekonomisine başladı AKP.”Asgari ücretin bile ancak 800 lira olduğu, üstelik işsizliğin sürekli arttığı bir ülkede işsize 1500 lira maaş ne kadar gerçekçi ki?
11 yıllık AKP iktidarının en makyajlı, en süslü püslü altın yaldızlı ambalajı ekonomi oldu. Bu ancak; kurgunun tüketim ve rant ekonomisi üzerine inşa edildiği bir modelle gerçekleştirilebilirdi. Bu yüzden insanlar borçlanmaya, hatta kazançlarından çok daha fazla borçlanmaya özendirildi; orta direk yaşamlar uzun yıllara yayılan vadelerle taksitlendirildi. Türkiye ithalat cenneti haline getirildi. Hem sanayi hem de tarım üreticisinin feryatları hızla yükselen betonların, devasa AVM’lerin, HES’lerin, her yıl birilerini zengin etmek için sürekli yenilenen kaldırım inşaatlarının arasında yitip gitti. Ekonominin bu parlak cilası aslında mayıs ayında döküldü. Her ay portföy yatırımı kredi olarak ülkeye oluk oluk akan döviz mayısta “şıp” diye kesildi. Oysa biz her ay, o ayın cari açığından (döviz açığından) daha çok dövizin ülkeye girmesine alışmıştık. Bu sayede de döviz ucuz ucuz satılıyordu. (Güngör Uras, 12 Temmuz 2013, Milliyet). Gezi olayları patlak vermeseydi Türkiye’de kamuoyu bu dökülen cilayı ve ortaya çıkan gerçekleri çok daha önce görecekti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi’de olayları daha da şiddetlendiren tavrının arkasında yatan nedenlerden biri de AKP’nin her fırsatta can simidi gibi sarıldığı ekonominin patlak bir topa dönüştüğünü herkesin görmesini engellemekti.
Bugün ise freni tutmayan kamyon gibi yokuş aşağı iniyoruz. Dün Türkiye’nin en büyük 500 Büyük Sanayi Kuruluşu açıklandı ve verileri değerlendirildi. Bu kuruluşların en düşük performansları ihracatlarında olmuş. Satışları, kârları, üretimleri vs artmış ama en az artış oranı (binde 6) ihracatta olmuş. Bu ağırlıklı olarak iç tüketime yönelerek büyüdükleri, küresel arenadaki güçlerinin ise giderek eridiği anlamına geliyor. Ekonomi giderek daha çok ithalata bağımlı oluyor ve işin kötüsü bunun önüne geçecek en küçük bir adım bile atılmıyor. İşadamı bir dostum anlatıyor: “Bizim yeni fabrika inşaatı için malzeme seçtik. Hayretler içinde kaldım. Yangın kapılarını ithal etmek lazım (İtalya veya Almanya’dan), zira sigorta şirketi yerli kapıları ‘yangına dayanıklı değil’ diye kabul etmiyor.”
Durum böyle olunca insan sormadan edemiyor: Türkiye’de ekonominin can damarı haline gelen inşaat sanayiinde kullanılan malların yüzde kaçı ithal diye?
Evet, artık takke düştü, kel görüldü. Şimdi yapılması gereken “Bunu toplumun her kesiminde görünür hale getirmek.” Çünkü yaklaşan seçimlerde AKP iktidarı ülkenin batık ekonomisini yeniden yeni bir sahte yaldızlı ambalajla sarıp sarmalayacaktır. İşsize 1500 lira maaş bunun tipik bir ilk adımı. Oysa TÜİK işsizlik oranını yüzde 10.5 olarak belirtirken (ki bu cidden tartışmalı bir rakam!) Türkiye’deki işverenlerin yüzde 58’i yetenekli işgücü bulamıyor!
CHP bir süredir bu konuda önemli adımlar atıyor aslında, hakkını vermemiz gerek. Özellikle genel başkan yardımcıları Umut Oran ve Faik Öztrak’ın her fırsatta dile getirdikleri gerçekleri... Hepsi de TÜİK, Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı ve Dünya Bankası kaynaklarından verilerle hazırlandı. Hem AKP’nin iktidarı boyunca yaşadığımız emek sömürüsünü hem de cebimizden çıkan paranın ne olduğunu anlatıyor. Örneğin:
- 10 yılda AKP taşeron işçiliğini tam dörde katladı.
- AKP döneminde, ekmek fiyatı yüzde 173 oranında arttı.
- Motorinin fiyatı yüzde 225 arttı. 1.30 TL olan bir litre motorinin fiyatı 4.22 TL’ye ulaştı.
- 2.568.000 kişi kredi kartı & tüketici kredisi borcunu ödeyemiyor. Bu sayı 2002’de 847 bin kişiydi.
- Vatandaşın, 2002 yılında, batık tüketici kredisi tutarı, 278 milyon TL’ydi. Şimdi, 9 milyarı geçti.
- 2002 yılında Türkiye’de 6.6 milyar dolar sıcak para vardı. Şimdi 125 milyar dolar.
Tüm bunlar ve yer kalmadığı için yazamadığım diğerleri, üretmeyen, dışa bağımlı, kendi insanının emeğine saygı göstermeyen bir Türkiye tablosu. Gezi süreci ile en azından bunların bir kısmı görülür hale geldi. Ancak bu daha işin başı. Unutmayalım...
11 yıllık AKP iktidarının en makyajlı, en süslü püslü altın yaldızlı ambalajı ekonomi oldu. Bu ancak; kurgunun tüketim ve rant ekonomisi üzerine inşa edildiği bir modelle gerçekleştirilebilirdi. Bu yüzden insanlar borçlanmaya, hatta kazançlarından çok daha fazla borçlanmaya özendirildi; orta direk yaşamlar uzun yıllara yayılan vadelerle taksitlendirildi. Türkiye ithalat cenneti haline getirildi. Hem sanayi hem de tarım üreticisinin feryatları hızla yükselen betonların, devasa AVM’lerin, HES’lerin, her yıl birilerini zengin etmek için sürekli yenilenen kaldırım inşaatlarının arasında yitip gitti. Ekonominin bu parlak cilası aslında mayıs ayında döküldü. Her ay portföy yatırımı kredi olarak ülkeye oluk oluk akan döviz mayısta “şıp” diye kesildi. Oysa biz her ay, o ayın cari açığından (döviz açığından) daha çok dövizin ülkeye girmesine alışmıştık. Bu sayede de döviz ucuz ucuz satılıyordu. (Güngör Uras, 12 Temmuz 2013, Milliyet). Gezi olayları patlak vermeseydi Türkiye’de kamuoyu bu dökülen cilayı ve ortaya çıkan gerçekleri çok daha önce görecekti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi’de olayları daha da şiddetlendiren tavrının arkasında yatan nedenlerden biri de AKP’nin her fırsatta can simidi gibi sarıldığı ekonominin patlak bir topa dönüştüğünü herkesin görmesini engellemekti.
Bugün ise freni tutmayan kamyon gibi yokuş aşağı iniyoruz. Dün Türkiye’nin en büyük 500 Büyük Sanayi Kuruluşu açıklandı ve verileri değerlendirildi. Bu kuruluşların en düşük performansları ihracatlarında olmuş. Satışları, kârları, üretimleri vs artmış ama en az artış oranı (binde 6) ihracatta olmuş. Bu ağırlıklı olarak iç tüketime yönelerek büyüdükleri, küresel arenadaki güçlerinin ise giderek eridiği anlamına geliyor. Ekonomi giderek daha çok ithalata bağımlı oluyor ve işin kötüsü bunun önüne geçecek en küçük bir adım bile atılmıyor. İşadamı bir dostum anlatıyor: “Bizim yeni fabrika inşaatı için malzeme seçtik. Hayretler içinde kaldım. Yangın kapılarını ithal etmek lazım (İtalya veya Almanya’dan), zira sigorta şirketi yerli kapıları ‘yangına dayanıklı değil’ diye kabul etmiyor.”
Durum böyle olunca insan sormadan edemiyor: Türkiye’de ekonominin can damarı haline gelen inşaat sanayiinde kullanılan malların yüzde kaçı ithal diye?
Evet, artık takke düştü, kel görüldü. Şimdi yapılması gereken “Bunu toplumun her kesiminde görünür hale getirmek.” Çünkü yaklaşan seçimlerde AKP iktidarı ülkenin batık ekonomisini yeniden yeni bir sahte yaldızlı ambalajla sarıp sarmalayacaktır. İşsize 1500 lira maaş bunun tipik bir ilk adımı. Oysa TÜİK işsizlik oranını yüzde 10.5 olarak belirtirken (ki bu cidden tartışmalı bir rakam!) Türkiye’deki işverenlerin yüzde 58’i yetenekli işgücü bulamıyor!
CHP bir süredir bu konuda önemli adımlar atıyor aslında, hakkını vermemiz gerek. Özellikle genel başkan yardımcıları Umut Oran ve Faik Öztrak’ın her fırsatta dile getirdikleri gerçekleri... Hepsi de TÜİK, Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı ve Dünya Bankası kaynaklarından verilerle hazırlandı. Hem AKP’nin iktidarı boyunca yaşadığımız emek sömürüsünü hem de cebimizden çıkan paranın ne olduğunu anlatıyor. Örneğin:
- 10 yılda AKP taşeron işçiliğini tam dörde katladı.
- AKP döneminde, ekmek fiyatı yüzde 173 oranında arttı.
- Motorinin fiyatı yüzde 225 arttı. 1.30 TL olan bir litre motorinin fiyatı 4.22 TL’ye ulaştı.
- 2.568.000 kişi kredi kartı & tüketici kredisi borcunu ödeyemiyor. Bu sayı 2002’de 847 bin kişiydi.
- Vatandaşın, 2002 yılında, batık tüketici kredisi tutarı, 278 milyon TL’ydi. Şimdi, 9 milyarı geçti.
- 2002 yılında Türkiye’de 6.6 milyar dolar sıcak para vardı. Şimdi 125 milyar dolar.
Tüm bunlar ve yer kalmadığı için yazamadığım diğerleri, üretmeyen, dışa bağımlı, kendi insanının emeğine saygı göstermeyen bir Türkiye tablosu. Gezi süreci ile en azından bunların bir kısmı görülür hale geldi. Ancak bu daha işin başı. Unutmayalım...
Özlem Yüzüak
24 Temmuz 2013 - Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder