Sözlükler bu edimi (fiil), “temizlemek veya parlatmak için fırçayla sürtmek” diye açıklıyor; bu gerçek anlamının dışında da, “kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlama” olarak belirtiyor.
Değerli dostlar, “fırçalamak”tan söz etmemin nedeni, Başbakan Binali Yıldırım’ın geçen hafta bunu, “fırça yemek” biçiminde daha da somutlaştırarak kullanması.
Başbakan’ın muhalefetle sürdürülen kimi görüşmelerinin bir sonuca bağlanamaması üzerine, partisinin yöneticilerinden, uzlaşmanın sağlanması için,“Cumhurbaşkanı’yla konuşalım!” önerisini, “Ben ikna edemedim!” diye yanıtlayıp; ardından “Fırça yemek istiyorsanız gidin!” diye ekler; böylece“Erdoğan” ile görüşmenin nasıl bir ortamda gerçekleştiğini, “fırça yemiş” bir “ Başbakan” olarak açıkça ortaya koyuverir.
Öte yanda Erdoğan’ın -özenle bezenle- seçtiği Başbakan’ını “fırçalarken” neler söylüyordu ki, canı iyice yanan Başbakan, onca insana, “yediği fırça”yı açıkça ortaya koyuyordu, “sıkıysa gidip konuşun” dercesine...
Ne var ki, artık günümüzde neredeyse yüz yıllık çağdaş bir hukuk devletinde böyle bir “üst yönetici”nin varlığından söz edilmeli mi? Eğer ediliyorsa, yönetici için “sağlıklı”bir tutum mu bu? Bu çizgiye gelen bir durumu hâlâ “olağan” görmeyi sürdürecek miyiz?
Yanıtın ne olduğunu bildiğimiz halde insan yine de sormaktan kendini alamıyor...
Ve yine de “tepeden” gelen “birlik beraberlik” çağrısının, “bütün” ülkemiz için, “tüm”halkımız için “yaşamsal” bir konu olduğunun ayrımında olmalıyız, dolayısıyla da bugünü, yarını iyice düşünerek, “özellikle” de “dünü” anımsayarak ele almanın bilincinde de olmak durumundayız.
Değerli dostlar, kısa bir dile getirilişle de olsa, “dünü anımsamak” vurgusuna uysak diyorum; öyle çok gerilere değil, “Emine Erdoğan”ın “enkaz” dediği “Kurtuluş Savaşı” dönemine uzanalım ve “Recep T. Erdoğan”ın “ayyaş” dediği “Atatürk”ün önderliğinde kurulan “Türkiye Büyük Millet Meclisi”nin “17 Mart 1921” günkü oturumunda konuşulanlara kulak verelim; ama önce kısa bir “giriş”.
“Kurtuluş Savaşı” sürecinde Anadolu’yu kasıp kavuran, orduyu da uğraştıran iç ayaklanmalardan biri de “1921 Mart”ının ilk günlerinde beliren “KoçgiriAyaklanması”ydı; “İngiltere” tarafından başlatılıp desteklenen bu başkaldırıların amacı, Anadolu’da bir “Kürdistan” devleti kurdurmaktı.
Ne ki bu ayaklanmanın haberi yayılır yayılmaz, “Meclis”e telgraflar yağmaya başlar, sözü edilen oturumda da okunur; bunlardan birinde, “Kürtler Türk Birliği”nden ayrılmak zihniyetinde bulunanları, kendi milletinden addetmezler. Kürtlerin mukadderatı, Türk’ün mukadderatıyla bağlıdır...” Ve bu telgraf, “İzoli, Aluçlu, Berickan, Bükler, Cürdi, Zeyve, Dayüken” aşiretlerinin reislerince imzalanmış.
Bu “birlik” çağrıları, İngiltere’yi düş kırıklığına uğratırsa da, İngiltere yeni bir “durum”yaratmakta gecikmez; Yunanistan’ın, “Birinci İnönü Savaşı” yenilgisinden sonra, hemen bir “Barış Konferansı” düzenleyiverir; hem “Osmanlı” hem “Ankara” hükümetlerini çağırır; bununla da yetinmez, Meclis’in “Kürt” kökenli milletvekillerine de ayrıca çağrı yapar; ne var ki sonuç yine aynıdır. Meclis’e gelen telgraflarda,“Konferans”ta “Kürtleri” de, Meclis’ce seçilen, “Büyük Millet Meclisi Heyeti”delegelerinin temsil edeceği bildirilir; ayrıca bu durum, kendilerine çağrı yapan Londra’daki “Düveli Muazzama” da iletilir.
Bu “birlik oluş” durumu sürdürülecektir, dönem emperyalizminin “us
ta” lideri İngiltere’nin tüm oyunlarına, ustaca engellerine karşın...
Savaş sona erip barış sürecine girildiğinde, “Lozan”a gönderilecek delegelerin seçimi için yapılan tartışmalı bir Meclis oturumunda, “Dersim” (Tunceli) Milletvekili aşiret reisi “Diyab Ağa”, söz alıp kürsüye çıkar, vurgulaya vurgulaya şöyle seslenir:“Efendiler (...) bizim içimizde ayrılık gayrılık yoktur. Ne Kürtlük ne Türklük davası vardır. Hep biriz, kardeşiz. Ama düşmanlar bizi birbirimize sardırmak için tuzaklar kuruyorlar, sen şöylesin ben böyleyim diye(...) Ama biz kardeşiz!” (3.11.1922)
Meclis ayaktadır, salon alkıştan inler...
Bugün, “Diyab Ağa”nın adının söylenmesinin bile neden suç sayıldığı ortada;“bebeler”i bile öldürmekten çekinmeyeni “baştacı” yap, ama insanca “birlik” içinde yaşamayı önereni “hain” say...
Ama artık bu durum sürdürülmemeli, son verilmeli...
Meriç Velidedeoğlu / Cumhuriyet
Değerli dostlar, “fırçalamak”tan söz etmemin nedeni, Başbakan Binali Yıldırım’ın geçen hafta bunu, “fırça yemek” biçiminde daha da somutlaştırarak kullanması.
Başbakan’ın muhalefetle sürdürülen kimi görüşmelerinin bir sonuca bağlanamaması üzerine, partisinin yöneticilerinden, uzlaşmanın sağlanması için,“Cumhurbaşkanı’yla konuşalım!” önerisini, “Ben ikna edemedim!” diye yanıtlayıp; ardından “Fırça yemek istiyorsanız gidin!” diye ekler; böylece“Erdoğan” ile görüşmenin nasıl bir ortamda gerçekleştiğini, “fırça yemiş” bir “ Başbakan” olarak açıkça ortaya koyuverir.
Öte yanda Erdoğan’ın -özenle bezenle- seçtiği Başbakan’ını “fırçalarken” neler söylüyordu ki, canı iyice yanan Başbakan, onca insana, “yediği fırça”yı açıkça ortaya koyuyordu, “sıkıysa gidip konuşun” dercesine...
Ne var ki, artık günümüzde neredeyse yüz yıllık çağdaş bir hukuk devletinde böyle bir “üst yönetici”nin varlığından söz edilmeli mi? Eğer ediliyorsa, yönetici için “sağlıklı”bir tutum mu bu? Bu çizgiye gelen bir durumu hâlâ “olağan” görmeyi sürdürecek miyiz?
Yanıtın ne olduğunu bildiğimiz halde insan yine de sormaktan kendini alamıyor...
Ve yine de “tepeden” gelen “birlik beraberlik” çağrısının, “bütün” ülkemiz için, “tüm”halkımız için “yaşamsal” bir konu olduğunun ayrımında olmalıyız, dolayısıyla da bugünü, yarını iyice düşünerek, “özellikle” de “dünü” anımsayarak ele almanın bilincinde de olmak durumundayız.
Değerli dostlar, kısa bir dile getirilişle de olsa, “dünü anımsamak” vurgusuna uysak diyorum; öyle çok gerilere değil, “Emine Erdoğan”ın “enkaz” dediği “Kurtuluş Savaşı” dönemine uzanalım ve “Recep T. Erdoğan”ın “ayyaş” dediği “Atatürk”ün önderliğinde kurulan “Türkiye Büyük Millet Meclisi”nin “17 Mart 1921” günkü oturumunda konuşulanlara kulak verelim; ama önce kısa bir “giriş”.
“Kurtuluş Savaşı” sürecinde Anadolu’yu kasıp kavuran, orduyu da uğraştıran iç ayaklanmalardan biri de “1921 Mart”ının ilk günlerinde beliren “KoçgiriAyaklanması”ydı; “İngiltere” tarafından başlatılıp desteklenen bu başkaldırıların amacı, Anadolu’da bir “Kürdistan” devleti kurdurmaktı.
Ne ki bu ayaklanmanın haberi yayılır yayılmaz, “Meclis”e telgraflar yağmaya başlar, sözü edilen oturumda da okunur; bunlardan birinde, “Kürtler Türk Birliği”nden ayrılmak zihniyetinde bulunanları, kendi milletinden addetmezler. Kürtlerin mukadderatı, Türk’ün mukadderatıyla bağlıdır...” Ve bu telgraf, “İzoli, Aluçlu, Berickan, Bükler, Cürdi, Zeyve, Dayüken” aşiretlerinin reislerince imzalanmış.
Bu “birlik” çağrıları, İngiltere’yi düş kırıklığına uğratırsa da, İngiltere yeni bir “durum”yaratmakta gecikmez; Yunanistan’ın, “Birinci İnönü Savaşı” yenilgisinden sonra, hemen bir “Barış Konferansı” düzenleyiverir; hem “Osmanlı” hem “Ankara” hükümetlerini çağırır; bununla da yetinmez, Meclis’in “Kürt” kökenli milletvekillerine de ayrıca çağrı yapar; ne var ki sonuç yine aynıdır. Meclis’e gelen telgraflarda,“Konferans”ta “Kürtleri” de, Meclis’ce seçilen, “Büyük Millet Meclisi Heyeti”delegelerinin temsil edeceği bildirilir; ayrıca bu durum, kendilerine çağrı yapan Londra’daki “Düveli Muazzama” da iletilir.
Bu “birlik oluş” durumu sürdürülecektir, dönem emperyalizminin “us
ta” lideri İngiltere’nin tüm oyunlarına, ustaca engellerine karşın...
Savaş sona erip barış sürecine girildiğinde, “Lozan”a gönderilecek delegelerin seçimi için yapılan tartışmalı bir Meclis oturumunda, “Dersim” (Tunceli) Milletvekili aşiret reisi “Diyab Ağa”, söz alıp kürsüye çıkar, vurgulaya vurgulaya şöyle seslenir:“Efendiler (...) bizim içimizde ayrılık gayrılık yoktur. Ne Kürtlük ne Türklük davası vardır. Hep biriz, kardeşiz. Ama düşmanlar bizi birbirimize sardırmak için tuzaklar kuruyorlar, sen şöylesin ben böyleyim diye(...) Ama biz kardeşiz!” (3.11.1922)
Meclis ayaktadır, salon alkıştan inler...
Bugün, “Diyab Ağa”nın adının söylenmesinin bile neden suç sayıldığı ortada;“bebeler”i bile öldürmekten çekinmeyeni “baştacı” yap, ama insanca “birlik” içinde yaşamayı önereni “hain” say...
Ama artık bu durum sürdürülmemeli, son verilmeli...
Meriç Velidedeoğlu / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder