21 Ekim 2016 Cuma

Sendikal sefalet notları-(1-2): Hükümet kapısında bekçilik - ALPASLAN SAVAŞ

Dünyanın neresinde üyesi olduğu sendikadan kurtulmak için işçi üretimi durdurur?
Valla bizde oluyor.

Geçtiğimiz yıl Oyak Renault’ta başlayan protestolar patronların tüm çabasına rağmen yatışmamış sonunda şalter inivermişti. Onu Tofaş izledi. Sonra Coşkunöz, Mako, Ototrim, Ford Otosan, Türk Traktör… Birini bitirdiler, diğeri başladı. On binlerce işçi iş bıraktı.
Hak arayan işçilere genelde polis copu, biber gazı falan bilinen “ıslah” yöntemidir ya… Bu fabrikalarda işçi önce sendikayla ıslah ediliyor. Nitekim geçen sene de “sendikacılar” sopaları aldılar ellerine, Bursa Organize Sanayi’nin içinde açıklama yapan işçilerden yakaladıklarını indirdiler.

Ama bu kez hesap tutmadı, bardak taştı, işçiler bu sendikadan kurtulmak için birlik oldu. Şalteri indirdi, hem patrondan düşük ücretlerine zam istedi, hem de “bu sendika kılığındaki şebeke gitsin” dedi.

Bahsettiğimiz sendika Türk Metal. Türk-İş’in genel sekreterliği bu sendikada. Türkiye’nin de üye sayısı en fazla olan işçi sendikası.

Şu yanlışı da hemen düzeltelim. Her ne kadar tabelasında “işçi sendikası” yazsa da aslında bu bir patron örgütü. İşçiler fabrikada şefe amire yakın olan arkadaşlarına “patronun adamı” derler. Bunlar onlar işte. Patronun adamları…

12 Eylül darbesinin ardından DİSK ve bağlı sendikalar kapatılınca metal patronları işçileri kontrol altında tutmak için bu sendikayı fabrikalarının kapısına bağladılar. Cuntacıların yaptığı yasaya konan bir maddeyle bu sendikayı bir gecede onlarca fabrikada yetkili sendika yaptılar. Abartı yok; işçiler bir sabah kalktılar ve baktılar ki bu sendikanın üyesi olmuşlar. Operasyonu MESS yönetti. Ülkeyi Özal ile, fabrikalarındaki işçileri de bu şebekeyle yönettiler. Otuz küsur yıldır da öyle devam ediyorlar.

Otomotiv devlerinde geçen sene yaşanan eylemler, işçilerin bu düzene patlamasıydı aslında. İsyan bir süre sonra patronların müdahalesiyle yatıştırıldı. Şimdi fabrikalarda bu şebeke kapıya bağlı beklemeye devam ediyor.

Bir tek Oyak Renault’da beceremediler bu işi. Oysa en ağır saldırıyı Oyak Renault işçileri yaşadı. Bu yılın Mart ayında beş yüzün üzerinde çıkış yapılmasına rağmen, işçiler bu şebekeye dönmedi. Şimdi iş yeniden başa düşmüş durumda patronlar için. Müdürler, şefler sahada… İşten atma tehdidiyle baskılar yoğunlaştırılmış durumda.

Türk Metal ise, müdürünün parmağı burnuna doğru sallanan işçinin korkup kendisine yeniden dönmesi için bekliyor. Arada bir de çağırı yapmayı ihmal etmiyor “yuvanıza dönün” diye.

Geçen hafta toplanan bir şube kongresinde konuşan sendikanın genel başkanı, bir önceki başkanın Ergenekon’dan içeride yatmasına atıfta bulunarak, “15 Temmuz’da darbeye teşebbüs edenler bize kumpas kuranlardı. Ergenekon kumpasıyla Türk Metal’i ele geçirmek istediler. Olmadı… Bu sefer geçen yıl işyerlerinde yarattıkları kaosla bölmek istediler” diyor.
Düşük ücret, güvencesiz çalışma, sağlıksız koşullar, ölümüne çalışma… Buna isyan eden işçiyi “fetöcü” diye suçla. Kumpas kurmuşlar beylerimize… Sefalet derken, az bile söylemiyor muyuz?

Sadece Türk Metal değil, Türk-İş’in bütünüyle hali budur. Türkiye’nin en eski konfederasyonu tamamen bir patron şebekesine dönüşmüş durumdadır.

Peki, çaresiz mi işçiler? Hiç değil. Çare örgütlenmekte. Fabrika fabrika örgütlenmekte. Farklı fabrikalarda birlikte örgütlenmekte. Bu kez kendiliğinden patlamaya havale etmeden örgütlenmekte… Bunu yapacağımızdan emin olabilirler.

 Sendikal sefalet notları-(2): Hükümet kapısında bekçilik

Türkiye’de çalışma yaşamının kuralsızlaştırılmasında AKP’nin patronlara yaptığı hizmet çok büyüktür. Birçok esnek ve güvencesiz çalışma biçimi AKP döneminde “yasal” statüye kavuşturuldu ve alabildiğine yaygınlaştı. Son olarak kiralık işçilik eklendi listeye.
Yasal statüye kavuşturuldu dememe bakmayın, özel sektörde de kamuda da uygulamada yasal sınırları kimse dikkate almadı. En fazla “sınır ihlali” ise taşeron işçisi çalıştırma konusunda yapıldı.

AKP, 2003 yılında değiştirdiği İş Kanunu’nda taşeron işçisi çalıştırmayı düzenledi. Bu düzenleme, aynı zamanda taşeron işçisi çalıştırmanın sınırlarını da belirledi. Buna göre sadece asıl işlerin dışında kalan yardımcı işlerde taşeron işçisi çalıştırılmasına izin verildi.
Buna rağmen kamu kuruluşlarında yıllar boyu asıl işte taşeron işçisi çalıştırıldı. Kadrolu işçilerin haklarına sahip olması gereken bu işçiler daha düşük ücretlerle, sosyal haklardan mahrum, çoğu zaman kıdem tazminatları gasp edilerek çalıştırıldılar.

Bu konuda yapılmayan sahtekârlık kalmadı. Örneğin hastaneye hasta bakıcı ihtiyacı var; açıldı 100 kişilik temizlik işçisi alımı ihalesi, kazanan firmadan temizlik işçisi değil, hastabakıcı alındı. Böylece hastanenin asıl işleri arasında olan hasta bakıcılık işinde temizlik kadrosundan hasta bakıcı, hemşire çalıştırıldı.

Aslında yasaya göre bu işçilerin her biri iş başı yaptıkları tarihten itibaren ilgili kamu kuruluşunun kadrolu işçileri idi. Bu kuruluşlarda yıllardır toplu iş sözleşmesi yetkisine sahip işçi sendikaları ise bu konuda kılını kıpırdatmadı. Bırakın taşeron işçisini örgütlemeyi, en ufak sorunlarıyla bile ilgilenmediler.

Sonra kamudaki taşeron işçileri haklarını öğrenmeye ve ufak ufak harekete geçmeye başladı. Birçok işçi çalıştığı kuruma dava açtı. Bu davaların çoğunu kazandılar ve işe başladıkları günden itibaren kadrolu işçi sayıldılar. Aradaki fark kadar ücret, sosyal hak ve parayla ölçülebilir diğer haklarını aldılar.

Bunları yaparken sendikalar yanlarında değildi. En çarpıcı örneği Yol-İş’tir. Binlerce taşeron işçisinin asıl işte çalıştırıldığı Karayolları Genel Müdürlüğü’nde bu sendika, taşeron işçilerinin hakları için mücadele etmek yerine, kadroya alınmaları için onlara, dönemin Başbakanı Erdoğan’a yalvaran mektuplar yazdırdı. Hem de geçmişe dönük alacaklarından vazgeçmeyi taahhüt ederek.

Sonra iki seçimli 2015 yılı geldi. Önce taşeron işçisine kadro müjdeleri verilmeye başlandı. Yandaş sendikaların düzenlediği etkinliklerde Başbakan’a şovlar yaptırıldı. Seçimlerden sonra ortada ne kadro, ne güvence vardı.

Yetmedi, bu sefer “taşeron işçisine sendika” balonu şişirildi. Bir yönetmelik çıkarıldı. Yönetmelikte kamu kuruluşlarında çalışan taşeron işçilerinin sendikalaşması kolaylaştırıldı. Yine yönetmelikte onlar adına bağıtlanacak toplu iş sözleşmelerinin, taşeron firmanın ihale sözleşmesiyle arasında oluşacak farkın devlet tarafından karşılanacağı düzenlendi. Ardından yandaş sendika operasyonu başladı. Daha yönetmelik Resmi Gazete’de yayınlanmadan Hak-İş Konfederasyonu’na bağlı sendikacılar kamu kuruluşlarında Genel Müdürler gözetiminde toplantılar yapmaya başladı. Kiminde Türk-İş devreye sokuldu. İşçiler bu sendikalara üye yapıldı. Kazara hükümetin istemediği bir sendika yetki aldıysa, o taşeronun işkolu değiştirildi, yine yandaş sendikaya yönlendirildi.

Zaman ilerledi, taşeron işçilerinin toplu iş sözleşmeleri için süre uzadıkça uzadı. İhale süresi dolan taşeron firmalardaki işçilere “geçmiş olsun” dendi. Onlar ne sendika, ne sözleşme görebildiler. Diğerlerinde ise sendikalarla Bakanlık anlaştı, toplu iş sözleşmeleri Yüksek Hakem Kurulu’na (YHK) gönderildi. YHK’dan tüm taşeronlar için tek tip sözleşme geldi.

AKP’nin seçim operasyonundan Hak-İş’e bağlı sendikaların payına binlerce taşeron işçisinin üyeliği düştü. İşçinin bir yevmiyesi, yani ücretinin yaklaşık yüzde 3’ü oranında kesilen aidatla birlikte.

YHK’dan gelen tek tip sözleşmeyle taşeron işçilerinin ücretleri de yükseldi elbette. Ama onlar sendikaların kestiği aidattan bile daha düşük zam aldılar. Yüzde 1!
Yani sendikalı olduktan sonra taşeron işçilerinin ücreti önceki ücretlerinin altına düştü.
Şaka değil… Sendikal sefalet.

ALPASLAN SAVAŞ
SOL


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder