Sonunda Federal Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel Ankara’nın
ayağına geldi ve Alman askerlerinin, bu arada Tornado uçaklarının
İncirlik’ten çekilmek zorunda kalacağını, “bir parlamento ordusu
olduklarını”, bunun normal karşılanması gerektiğini bildirdi. Tabii
Ankara ile iyi ilişkilerin bozulmayacağını ekleyerek. Bu, bir uzlaşma
aslında.
Başka nasıl uzlaşacaktı Berlin ile Ankara? İncirlik’te Alman vekiller Alman askerlerini ziyaret edebilseydi, karşılığında Almanya’ya sığınma başvurusu yapan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, bunlar arasında da özellikle Ankara’nın “FETÖ’cü” olduklarını iddia ettiği rütbeli NATO subaylarının, hemen Ankara’ya teslimi mi gerçekleşecekti? Olacak şey değil.
Sorunun, bir askeri üsteki Alman askerlerinin Alman parlamenterlerce ziyaret edilmesi falan olmadığını taraflar çok iyi biliyor. Alman ordusunun “demokrat bir parlamento ordusu” olduğu yolundaki açıklamalar, genel seçimlere üç buçuk ay kala Alman seçmenlerin gazını almak ve Alman siyaset sınıfını, bir zamanlar kendi yarattığı ve şimdi nefret nesnesine dönüştürdüğü “Erdoğan öcüsüne“ karşı yeniden birleştirmek dışında bir anlam taşımıyor. Olay fazla büyütülmeden de ziyaret sorunu çözülebilirdi. Ama Türkiye ile “Alman demokrasisi” arasındaki fark bu sayede bir kez daha gösterilmiş oldu. Batılı değerler hep gündemdeydi ve “despot Erdoğan rejimine” Avrupa demokrasisi adına “lider” Berlin kafa tutuyordu. Fakat Ankara ile ipleri de koparmıyordu. Böyle bir mesaj. Çok sayıda mesajdan sadece biri.
Mesele, önce şu: Her arzusu yerine getirilen ve rakipsiz bir “üst akıl” falan yok emperyalist sistem içinde. Tersine, büyük güçlerin birbirinin ayağına basmaksızın, hatta savaşmaksızın küçüklerin kanını ememediği gerçeği var. Yani, sürekli ve hep derinleşen bir “üst kriz” var, bağımlı ülkeleri (zayıf halkaları) ezen, hatta perişan eden. Hep kırılan ve yeniden kurulan bir “suni denge” bu. Emperyalist sistem kendisini böyle sürdürebiliyor. Ancak üst katlardaki sürtüşmelerin sonuçları Türkiye ile özellikle ekonomik alanda epeydir rakipsiz efendisi Almanya arasındaki ilişkileri de sarsıyor. Yugoslavya’dan bu yana açıkça bölgede yerleşik tüm yapıları altüst etmeye (“parçacıklar siyaseti”) mecbur emperyalist sistemin ağababaları, kendi aralarında ortak bir yol haritasında anlaşamıyorlar. Emperyalist mekanizmalar, uzlaşmayı önlüyor. Kriz derinleşiyor. Sistem, krizin finansmanını mevcut siyasal birimleri, yani büyücek ülkeleri küçülterek, endüstrisizleştirerek, etnikleştirerek, mezhep çekişmelerine sahne yaparak ve mafya tarzı birer ticari depoya dönüştürerek sağlamaya çalışıyor. Bunun Türkiye’ye yansıması, diğer “küçümen” ülkelerden çok farklıdır.
İki sağcı başkent de kendi kitlesini ve siyaset sınıflarını kavileştirmek için karşılıklı güç gösterisine muhtaç. Komşudaki “solcu Syriza” da benzer şeyleri yapmıyor mu? Türkiye’deki kamuoyunun gazını alabilmek için, bundan böyle Kürt kartına oynayacağını açık eden Berlin’e kafa tutmak gerekiyordu. En azından göstermelik bir tepki masaya konuldu. İncirlik’ten uçak çekme operasyonu da Berlin’in yanıtı oldu.
Bu sürtüşmelerden birkaç erken sonuç çıkarabiliriz.
Birincisi: İncirlik’ten çekilecek personelin Ürdün’de de ilelebet kalacağını kimse iddia edemez. Erbil veya bir başka yeni Kürt devleti, ki emperyalizmin çekmecelerinde en az üç yeni Kürt devleti kartı olduğu anlaşılıyor, yeni ev sahipleri onlar da olabilir.
İkincisi: Berlin ile İslamcı Ankara’nın bu son sürtüşmelerden kazançlı çıkacaklarına inandıkları söylenebilir. “Antidemokratik Türkiye”ye hiçbir mali yaptırım uygulanmayacak olması biraz da bununla bağlantılıdır.
Üçüncüsü: Erdoğan Türkiyesi, Almanya’nın bir iç politika sorunudur. Ankara’nın İslamcıları bunu çabuk fark etti. Şantaj dahil tüm oyunları bu denge veya dengesizlik üzerine kurmaya başladı. Türkiye kökenli 3 milyonu aşkın bir nüfusun, Almanya’nın dengelerini bozacak bir hareketlenme yaşayabileceğinden korkuyor Berlin. Ancak aynı Berlin, son aylarda Almanya’da tuhaf bir Erdoğan nefretinin yayıldığını da gördü. Alman seçmenlerin ezici çoğunluğunun Erdoğan’ın despotik yöntemlerinden nefreti, Berlin için bir tür yakıt. Çünkü sadece ana akım medya ve kaşarlanmış siyaset sınıfı değil, sıradan milyonlarca seçmen de böyle düşünüyor. Berlin, giderek yayılan bu tepkiyi kullanmak istiyor. Fakat Ankara da benzer bir “iğrentiyi” Türkiye’de Berlin’e karşı yayma peşinde. İpler koparılmadan bu istikrarsız denge (“suni denge”) korunmaya çalışılıyor.
Dördüncü mesele, üçüncünün bir sonucu veya nedeni: AKP, bir iç politika unsuru gibi sarsmaya başladığı Almanya’ya bir tür AfD (Almanya için Alternatif) olarak müdahale edebileceğini anladı. Dışsal bir sağ popülist bir hareket ve biz buna “AfD (Dış)” diyebiliriz. Alman ana akım siyaset sınıfının Erdoğan ve partisini Alman seçmene bir tür AfD gibi sunmaya başladığı, ama böyle bir etiketten kaçındığı gözleniyor.
Bedelini emekçi halkımızın ödeyeceği çok kirli bir oyun, bir anda büyük çatışmalara da dönüşebilecek bir kayıkçı dövüşü şu sahnedeki.
Şimdilik.
Osman Çutsay / SOL
________________
(*) Bu yazı Boyun Eğme dergisinin 78’inci sayısında yayınlanmıştır.
Başka nasıl uzlaşacaktı Berlin ile Ankara? İncirlik’te Alman vekiller Alman askerlerini ziyaret edebilseydi, karşılığında Almanya’ya sığınma başvurusu yapan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, bunlar arasında da özellikle Ankara’nın “FETÖ’cü” olduklarını iddia ettiği rütbeli NATO subaylarının, hemen Ankara’ya teslimi mi gerçekleşecekti? Olacak şey değil.
Sorunun, bir askeri üsteki Alman askerlerinin Alman parlamenterlerce ziyaret edilmesi falan olmadığını taraflar çok iyi biliyor. Alman ordusunun “demokrat bir parlamento ordusu” olduğu yolundaki açıklamalar, genel seçimlere üç buçuk ay kala Alman seçmenlerin gazını almak ve Alman siyaset sınıfını, bir zamanlar kendi yarattığı ve şimdi nefret nesnesine dönüştürdüğü “Erdoğan öcüsüne“ karşı yeniden birleştirmek dışında bir anlam taşımıyor. Olay fazla büyütülmeden de ziyaret sorunu çözülebilirdi. Ama Türkiye ile “Alman demokrasisi” arasındaki fark bu sayede bir kez daha gösterilmiş oldu. Batılı değerler hep gündemdeydi ve “despot Erdoğan rejimine” Avrupa demokrasisi adına “lider” Berlin kafa tutuyordu. Fakat Ankara ile ipleri de koparmıyordu. Böyle bir mesaj. Çok sayıda mesajdan sadece biri.
Mesele, önce şu: Her arzusu yerine getirilen ve rakipsiz bir “üst akıl” falan yok emperyalist sistem içinde. Tersine, büyük güçlerin birbirinin ayağına basmaksızın, hatta savaşmaksızın küçüklerin kanını ememediği gerçeği var. Yani, sürekli ve hep derinleşen bir “üst kriz” var, bağımlı ülkeleri (zayıf halkaları) ezen, hatta perişan eden. Hep kırılan ve yeniden kurulan bir “suni denge” bu. Emperyalist sistem kendisini böyle sürdürebiliyor. Ancak üst katlardaki sürtüşmelerin sonuçları Türkiye ile özellikle ekonomik alanda epeydir rakipsiz efendisi Almanya arasındaki ilişkileri de sarsıyor. Yugoslavya’dan bu yana açıkça bölgede yerleşik tüm yapıları altüst etmeye (“parçacıklar siyaseti”) mecbur emperyalist sistemin ağababaları, kendi aralarında ortak bir yol haritasında anlaşamıyorlar. Emperyalist mekanizmalar, uzlaşmayı önlüyor. Kriz derinleşiyor. Sistem, krizin finansmanını mevcut siyasal birimleri, yani büyücek ülkeleri küçülterek, endüstrisizleştirerek, etnikleştirerek, mezhep çekişmelerine sahne yaparak ve mafya tarzı birer ticari depoya dönüştürerek sağlamaya çalışıyor. Bunun Türkiye’ye yansıması, diğer “küçümen” ülkelerden çok farklıdır.
İki sağcı başkent de kendi kitlesini ve siyaset sınıflarını kavileştirmek için karşılıklı güç gösterisine muhtaç. Komşudaki “solcu Syriza” da benzer şeyleri yapmıyor mu? Türkiye’deki kamuoyunun gazını alabilmek için, bundan böyle Kürt kartına oynayacağını açık eden Berlin’e kafa tutmak gerekiyordu. En azından göstermelik bir tepki masaya konuldu. İncirlik’ten uçak çekme operasyonu da Berlin’in yanıtı oldu.
Bu sürtüşmelerden birkaç erken sonuç çıkarabiliriz.
Birincisi: İncirlik’ten çekilecek personelin Ürdün’de de ilelebet kalacağını kimse iddia edemez. Erbil veya bir başka yeni Kürt devleti, ki emperyalizmin çekmecelerinde en az üç yeni Kürt devleti kartı olduğu anlaşılıyor, yeni ev sahipleri onlar da olabilir.
İkincisi: Berlin ile İslamcı Ankara’nın bu son sürtüşmelerden kazançlı çıkacaklarına inandıkları söylenebilir. “Antidemokratik Türkiye”ye hiçbir mali yaptırım uygulanmayacak olması biraz da bununla bağlantılıdır.
Üçüncüsü: Erdoğan Türkiyesi, Almanya’nın bir iç politika sorunudur. Ankara’nın İslamcıları bunu çabuk fark etti. Şantaj dahil tüm oyunları bu denge veya dengesizlik üzerine kurmaya başladı. Türkiye kökenli 3 milyonu aşkın bir nüfusun, Almanya’nın dengelerini bozacak bir hareketlenme yaşayabileceğinden korkuyor Berlin. Ancak aynı Berlin, son aylarda Almanya’da tuhaf bir Erdoğan nefretinin yayıldığını da gördü. Alman seçmenlerin ezici çoğunluğunun Erdoğan’ın despotik yöntemlerinden nefreti, Berlin için bir tür yakıt. Çünkü sadece ana akım medya ve kaşarlanmış siyaset sınıfı değil, sıradan milyonlarca seçmen de böyle düşünüyor. Berlin, giderek yayılan bu tepkiyi kullanmak istiyor. Fakat Ankara da benzer bir “iğrentiyi” Türkiye’de Berlin’e karşı yayma peşinde. İpler koparılmadan bu istikrarsız denge (“suni denge”) korunmaya çalışılıyor.
Dördüncü mesele, üçüncünün bir sonucu veya nedeni: AKP, bir iç politika unsuru gibi sarsmaya başladığı Almanya’ya bir tür AfD (Almanya için Alternatif) olarak müdahale edebileceğini anladı. Dışsal bir sağ popülist bir hareket ve biz buna “AfD (Dış)” diyebiliriz. Alman ana akım siyaset sınıfının Erdoğan ve partisini Alman seçmene bir tür AfD gibi sunmaya başladığı, ama böyle bir etiketten kaçındığı gözleniyor.
Bedelini emekçi halkımızın ödeyeceği çok kirli bir oyun, bir anda büyük çatışmalara da dönüşebilecek bir kayıkçı dövüşü şu sahnedeki.
Şimdilik.
Osman Çutsay / SOL
________________
(*) Bu yazı Boyun Eğme dergisinin 78’inci sayısında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder