Türkiye’de iletişim biliminin öncü ismi, güzel ismi, unutulmaz ismi Prof. Ünsal Oskay’ı 17 Ekim 2009’da kaybettik. Onun bir grup “tâlibi” olarak, bize yâdigârı Çınar Oskay’ın da katılımıyla dün mütevazı bir anma toplantısındaydık. Buluşmayı sağlayan dostlarım, Göksel Aymaz ve Uraz Aydın’a Aşk olsun!..
***
***
Ama Neil Postman’ın Türkiye bağlamında karşılığı olmak anlamında değil sadece... Kelimenin esas anlamıyla da bir “postman”, yani “postacı”ydı.
Meşhur Hollywood klasiği filmde olduğu gibi kapıyı iki kere çalan değil, kapıyı erken çalmış bir “Postacı”…
Ekonomik, politik, toplumsal, kültürel ve ahlâkî bakımdan “MESH” (medya-eğlenceshow) endüstrisinin güdümüne girecek bir ülkenin halini erken haber vermiş bir “Postacı”!..
***
“Erkekler ağlar!.. Ağlamayan erkek puşttur!”
O, yaşarmayan gözden hiçbir hayır gelmeyeceğini bilen bir mübarek bilgeydi.
***
***
Ünsal Hoca’yı ben yüz yüze tanımadan önce “Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri” başlıklı kitabıyla tanıdım.
Kitap basıldığında (1982) Türkiye onun
içindekileri anlama, daha doğrusu “alımlama” imkânı sunan bir çağdan çok
uzaktı. Geçin sibernetik ve mobil “yeni medya” kültürünün varlığını,
televizüel medya bile devletin elinde tek kanallı bir doktrinasyon
aracından ibaretti.
Ama Türkiye’ye nereye yol tutacağının,
neler yaşayacağının, ne hallere düşeceğinin haberini veren bir kitaba
adeta “erken doğum” yapmıştı Ünsal Hoca...
Sonra Türkiye, “kültür endüstrisi”yle
tanıştı. Özel televizyonların 1990’ların başından itibaren patladığı
dönemde Ünsal Hoca’nın kitabında sözünü ettiği kuramsal düşünce
erbabının, onların bir kısmının içinde yer aldığı “Frankfurt Okulu”nun,
onunla özdeş “Eleştirel Kuram”ın izini sürenler için muazzam bir
iletişim sosyolojisi laboratuvarı haline geldi Türkiye.
Ünsal Hoca’nın akademik çevreler dışında
kamusal tanınması da bu dönemde oldu. On yıllarca “akademya”da
yazdığıçevirdiği kitaplar kendi boyunu aşmış adam, medyada da boy atmaya
başladı böylece.
Bununla birlikte Ünsal Hoca, bu endüstriyel
işleyişin entelektüel kaygıları giderek sıfırlarken eğlence
taşkınlığını sınırsızlaştırdığı yörüngesine karşı hep sorgulayıcı ve
eleştirel olmayı sürdürdü.
İletişim kuramcısı ve kültür eleştirmeni Neil Postman’ın
1950’lerden itibaren Amerika’da televizyon dolayımıyla yaşananlar
temelinde kaleme aldığı “Televizyon: Öldüren Eğlence” adlı yapıtında
anlattıklarını 1990’lar ve 2000’ler Türkiye’sinde dillendirmek ona
düştü.
O yüzden Ünsal Hoca, bizim “Postman”ımızdı.Ama Neil Postman’ın Türkiye bağlamında karşılığı olmak anlamında değil sadece... Kelimenin esas anlamıyla da bir “postman”, yani “postacı”ydı.
Meşhur Hollywood klasiği filmde olduğu gibi kapıyı iki kere çalan değil, kapıyı erken çalmış bir “Postacı”…
Ekonomik, politik, toplumsal, kültürel ve ahlâkî bakımdan “MESH” (medya-eğlenceshow) endüstrisinin güdümüne girecek bir ülkenin halini erken haber vermiş bir “Postacı”!..
***
Hoca, kelimenin tam anlamıyla “yazılı kültür çocuğu” idi. Okumak, ona “ekmek, su, hava”ydı.
Okuduklarını sular seller gibi paylaşırken de onları yaşar, duygularını hiç esirgemez, yazıyı gözyaşlarıyla söze dönüştürmekte hiç tereddüt etmezdi.
Oğlu Çınar, değindi buna ve onun bir üniversitede konferans verirken
yine gözyaşlarını tutamadığı bir anda sözü ağlamaya getirip “Ağlamayan
erkek olmaz” diyerek şöyle devam ettiğini aktardı:“Erkekler ağlar!.. Ağlamayan erkek puşttur!”
O, yaşarmayan gözden hiçbir hayır gelmeyeceğini bilen bir mübarek bilgeydi.
***
Hocamızı medyanın magazinelleşmekten de öte kültürel anlamda “pornografikleştiği” bir ortamda kaybettik.
Elbette böyle bir ortamda Ünsal Oskay’a tarihe mal olmak yakışırdı!..
Büyük bir zihin ve yürek emeğiyle ürettiği,
Türkiye’nin dününe, bugününe, geleceğine kül yutmaz bir dirençle ışık
tutan yapıtlarıyla tarihsel abide olarak aramızda o...
Bu yüzden bizim dünyamızda hâlâ son sözü hep o söylüyor:
“Pornonun kriterleri, tek yanlılık,
baskınlık ilişkisi ve alt konumdaki insanın dilediği gibi
yaşayamaması... Pornodaki ilişki biçimi, televizyon programlarından
tutun da uluslararası ilişkilere varana kadar bütün bir hayatımızı
kaplıyor aslında. Yarışma programlarında görüyoruz, gencecik insan
ağlıyor, hiçbir umudu kalmadığını söylüyor, annesiyle beraber Maraş’tan
gelmiş, Edirne’deki elemelere katılmaya çalışıyor. İnsanın, insan
karşısında teslimiyetini iki lokma ekmek ve bir işe girmek için
kabullenmesi, pornonun ta kendisidir”
Tayfun Atay / CUMHURİYET
(Ü. Oskay, “Hayatımız Porno”, Söyleşi: Melis Çelebi [Alphan], Milliyet Popüler Kültür, Sayı: 27, 19 Mart 2004).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder