2002’de ABD Senatosu, Başkan Bush’a Irakla savaşılması için gereken yetkiyi vermişti. O zaman yapılan anketler, ABD halkının yüzde 70’inin 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırının Saddam Hüseyin tarafından düzenlenmiş olduğuna inandıklarını yansıtmıştı. George Bush ve takımı, Saddam’ın kitleleri yok edebilecek silahlara sahip olduğunu da ileri sürmekteydiler.
Bu savaşın sonunda bir ülke mahvoldu, milyonlarca insan öldü. Bugün biz ticaret merkezine saldırı düzenleyenin Saddam olmadığını ve kitleleri yok etme silahlarının da bulunmadığını biliyoruz.
Bu rezalet nasıl oluştu?
1993-2001 yılları arasında ABD’de başkan yardımcılığı yapmış olan Al Gore, “Akla Saldırı” başlıklı kitabında açıklamıştır:
Korku, aklın en güçlü düşmanıdır. İnsanoğlunun varlığını sürdürmesi için akla da korkmaya da ihtiyacı vardır. Akıl bazen korkuyu bastırır ama korku da sıkça aklın önüne geçer.
İnsanların düşüncelerinin belli amaçlarla yayılan korkularla bastırılması demokrasiyi yok edebilir. Demogoglar bu korkuları çıkarları yönünde kullanırlar. Serbest basın ise demokrasiyi bu tür sapmalara karşı koruyan bağışıklık sistemidir.
Bugün bilim adamları bir tür görüntüleme (fMR) yöntemiyle uyarıların beynin hangi köşesinde tepkiye yol açabildiğini saptayabilmektedirler. Bu araştırmalar, insanı korkutan görüntülerin, olayları akılla irdeleyen beyin bölümlerine uğramadan belli tepkileri göstermemizi sağlayan merkezlere götürülebildiğini saptamışlardır. Bu mekanizmayla verdiğimiz tepkiler, önceki deneyimlerimizin bizde oluşturduğu duygusal tepkilerdir. Bu tepkilerin oluşumunda sadece yaşayıp gördüklerimiz değil bize anlatılanlar da etkin olur.
Televizyonda bize gösterilenler, duygusal tepkilerimizin oluşumunda yani sevdiğimiz, korktuğumuz nesnelerin belirlenmesinde çok önemli bir rol oynar.
Reklamcılar bundan yararlanırlar: Etkileyici görsel desteklerle gerçekmiş gibi tekrar tekrar sunulan korkutucu iddialar, zamanla duygusal tepkileri pekiştirerek, oluşturarak bunların beynin olanı biteni akılla irdeleyen köşelerine uğramadan öne geçmesini sağlayabilir.
George Bush ve takımı, bu tür propagandalarla politik gerçekleri saptırıp halkın 11 Eylül korkusunu körükleyip onlara, Saddam’dan kaynaklanacak ABD’ye yönelik terör saldırılarını önlemenin tek yolunun Irak’a asker yollamak olduğunu benimsetmişlerdi. Bu, seçim de “Demokratların kazanması, terörün kazanmasıdır” diyen Bush’a yaramıştır: Ekonomik sıkıntıların geri plana itilmesi sağlanmış, silah satışlarının getirisi artmıştı ancak bugün insanlar bu sahtekârlığın yol açtığı felaketlerle hâlâ cebelleşmektedirler.
Sadece ABD’de değil dünyanın her köşesinde bu felaketleri engelleyebilecek en önemli etken, bağımsız bir basın ve güdümlü değil, bağımsız basını izlemenin önemini kavramış vatandaşların sayısının çoğalmasıdır.
Selçuk Erez / CUMHURİYET
Bu savaşın sonunda bir ülke mahvoldu, milyonlarca insan öldü. Bugün biz ticaret merkezine saldırı düzenleyenin Saddam olmadığını ve kitleleri yok etme silahlarının da bulunmadığını biliyoruz.
Bu rezalet nasıl oluştu?
1993-2001 yılları arasında ABD’de başkan yardımcılığı yapmış olan Al Gore, “Akla Saldırı” başlıklı kitabında açıklamıştır:
Korku, aklın en güçlü düşmanıdır. İnsanoğlunun varlığını sürdürmesi için akla da korkmaya da ihtiyacı vardır. Akıl bazen korkuyu bastırır ama korku da sıkça aklın önüne geçer.
İnsanların düşüncelerinin belli amaçlarla yayılan korkularla bastırılması demokrasiyi yok edebilir. Demogoglar bu korkuları çıkarları yönünde kullanırlar. Serbest basın ise demokrasiyi bu tür sapmalara karşı koruyan bağışıklık sistemidir.
Bugün bilim adamları bir tür görüntüleme (fMR) yöntemiyle uyarıların beynin hangi köşesinde tepkiye yol açabildiğini saptayabilmektedirler. Bu araştırmalar, insanı korkutan görüntülerin, olayları akılla irdeleyen beyin bölümlerine uğramadan belli tepkileri göstermemizi sağlayan merkezlere götürülebildiğini saptamışlardır. Bu mekanizmayla verdiğimiz tepkiler, önceki deneyimlerimizin bizde oluşturduğu duygusal tepkilerdir. Bu tepkilerin oluşumunda sadece yaşayıp gördüklerimiz değil bize anlatılanlar da etkin olur.
Televizyonda bize gösterilenler, duygusal tepkilerimizin oluşumunda yani sevdiğimiz, korktuğumuz nesnelerin belirlenmesinde çok önemli bir rol oynar.
Reklamcılar bundan yararlanırlar: Etkileyici görsel desteklerle gerçekmiş gibi tekrar tekrar sunulan korkutucu iddialar, zamanla duygusal tepkileri pekiştirerek, oluşturarak bunların beynin olanı biteni akılla irdeleyen köşelerine uğramadan öne geçmesini sağlayabilir.
George Bush ve takımı, bu tür propagandalarla politik gerçekleri saptırıp halkın 11 Eylül korkusunu körükleyip onlara, Saddam’dan kaynaklanacak ABD’ye yönelik terör saldırılarını önlemenin tek yolunun Irak’a asker yollamak olduğunu benimsetmişlerdi. Bu, seçim de “Demokratların kazanması, terörün kazanmasıdır” diyen Bush’a yaramıştır: Ekonomik sıkıntıların geri plana itilmesi sağlanmış, silah satışlarının getirisi artmıştı ancak bugün insanlar bu sahtekârlığın yol açtığı felaketlerle hâlâ cebelleşmektedirler.
Sadece ABD’de değil dünyanın her köşesinde bu felaketleri engelleyebilecek en önemli etken, bağımsız bir basın ve güdümlü değil, bağımsız basını izlemenin önemini kavramış vatandaşların sayısının çoğalmasıdır.
Selçuk Erez / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder