Yerel seçimlerin ülke gündeminde tartışılmaya başlandığı bu günlerde, siyasi partilere/gruplara kişisel çıkarları için sızmış/ele geçirmiş, şu ya da bu partide olması fark etmeyecek, omurgasız/ideolojisiz/idealsiz, siyasi başarıyı kendilerinin/hempalarının konumunu korumaktan ibaret sayan “figürleri” ve onların söylemlerini bir tarafa bırakarak, süreçteki pratik bazı sorunlara değinmek istiyorum.
İttifak meselesi:
Devletlerin, siyasi partilerin, hareketlerin, daha küçük ölçekli örgüt ve grupların ve hatta kişilerin, seçimli iktidar yarışlarında bir araya gelmeleri, beraber hareket etmeleri ve işbirliği yapmaları anlaşılabilir. Çoğu zaman bu durum kaçınılmaz olur. Parlamento seçimlerinden baro seçimlerine, meslek odalarının seçimlerinden cumhurbaşkanlığı seçimine kadar “somut durumlar” bu birliktelikleri zorunlu kılar. Ancak genel olarak “ittifak” olarak adlandırabileceğimiz bu bir araya gelişler/iş birlikleri her zaman başarının garantisi olmaz. Zaman zaman ittifak yapanların matematik toplamlarının bile altında kalır ya da stratejik hedeften uzaklaştırır.
Sol/sosyal demokratlar ve sosyalistler de değişik ülke ve tarihlerde ittifaklar ve koalisyonlar yapmışlar, reddetmişler, tartışmışlar ve oldukça büyük bir deneyim biriktirmişlerdir. Toplumun kutuplaştığı, otoriter/baskıcı yönetimlerin hüküm sürdüğü ve devlet şiddetinin arttığı, faşizan iklimlerde kimi zaman bu tartışmalar hayati önem taşır. Ülkemizde de özellikle sol, ittifakla ilişkilendirilebilecek, “Faşizme Karşı Birleşik Mücadele” ve “Temel Çelişki/Baş Çelişki” başlığı altında yabana atılmayacak bir teorik tartışma ve deneyim oluşmuş durumda. Ancak parlamentodaki muhalefetin bu deneyimlerden ve tartışmalardan faydalanmak bir yana, ittifakı da sağın ve iktidarın kalıpları ve gözlüğü ile ele aldığı görünmekte. Gezi/Haziran Direnişi, 7 Haziran-1 Kasım arası yaşananlar, Hayır Kampanyaları ve Adalet Yürüyüşü gibi deneyimler ise boş böbürlenmelere dönüşmüş durumda.
“Sağ-sol bitti, karşı mahalleye seslenmek, %70 muhafazakâr-%30 laik seçmen oranı, entelektüel akademik ve elitist bariyerler” gibi kodlarla şekillenen ittifak arayışları kendi kimliğini, değer ve iddialarını eriten bir pratiğe dönüşmüş durumda. Üstelik defalarca denenip başarısız sonuçlar alındığı halde!
Bilindiği üzere 24 Haziran seçimlerinde, neo-MC niteliğindeki “Cumhur” ittifakının karşısına, “merkez sağ” ittifak izlenimi veren “Millet” ittifakı ile çıkılmıştı. Başarısızlıkla sonuçlanan bu girişimin “rüzgâr” olarak adlandırılması, aynı tercihlerin derinleşerek sürdürüleceğinin göstergesi niteliğinde.
İttifak tartışmaları, muhalefet partilerinin (özellikle mensubu bulunduğum CHP’nin) halı altına süpürülen sorunlarını, program (ve ideoloji) arayışlarını daha verimli yürütülmesine, en önemlisi de muhalefetin “iktidarın keyfine” göre kriminalleştirildiği düşünce ikliminin aşılmasına hizmet edecektir. “Kullanışlı Muhalefetin” zincirleri buradan kırılmaya başlanabilir.
Seçim güvenliği ve sonrası:
29 Eylül’deki yazımda özetle; 24 Haziran seçimlerindeki güvenlik, adil seçim ve meşruiyet tartışmalarının dinamikleri (YSK, İttifak Yasası, şiddet kullanımı, mükerrer oy iddiaları, vs.) ve iktidarın kayyum, istifa ettirme ve açığa alma gibi müdahaleleri ortada aynen duruyorken hiçbir şey olmamış gibi yeni bir seçime hazırlanılmasını anlayamadığımı söylemiştim. İnci Hekimoğlu, ArtıGerçek’teki yazısında bu suskunluğu “omerta” olarak değerlendirdi.
Erdoğan, “Mart seçimleri geliyor. Bu seçimlerde de teröre bulaşmış olanlar, olur ya, sandıktan çıkacak olurlarsa, öyle bekleyelim şu olsun bu olsun yok. Anında gereğini yapıp kayyum tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz. Beklemek yok” diyerek HDP için seçimleri kıymet-i harbiyeden düşürdü. Kendi belediyeleri için “istifa ettirme” CHP’li belediyeler içinse “açığa/görevden alma” tarifesinin süreceği açık. Özetle; iktidarın oluşacak yerel yönetimlere “müdahale kabiliyeti” ve “cüreti”,yerel yönetimleri ülke iktidarının filizleneceği alanlar olmaktan net bir şekilde çıkarmış görünüyor.
Bir şey daha oldu: Bilgisayar Mühendisleri Odası, “24 Haziran 2018 Seçim Sonuçları Veri Analizi” raporunu yayımladı. Rapor seçim güvenliğinin önemli ölçüde risk altında olduğunu ortaya koyuyor. Sordukları sorulardan birisi şu:
“Seçimlere katılan cumhurbaşkanı adayları ve siyasi partiler, pek çoğu hızla göze çarpan ve çok belirgin olan bu hatalara neden itiraz edip düzeltilmelerini sağlamamışlardır?” (Bazı hataların AKP aleyhine olduğunu da vurgulayalım)
“Bu soru yanıtlanmadan seçmen nasıl sandığa gitmeye ikna edilecek?” diye de ben sorayım.
Bu iki başlık (seçim güvenliği ve yerel yönetimlere müdahale) esasen artık AKP’li seçmenin ve diğer partilerin de sorunudur.Hangi belediyeye kayyum atanması, açığa alınması, istifaya zorlanması ikna edici bir şekilde kamu oyuna açıklandı? Bundan sonra da bu pratiğin sadece saray ve AKP elitleri lehine işleyeceği tartışmasız.
O halde güvenli ve adil koşullarda yapılmayacağı ve seçilenlerin ise o koltukta oturmaları bir kişinin iradesine bağlı olacağı, lütfedilip izin verilirse merkezden müdahalelerle felç edilebileceği bir yerel yönetimi tüm boyutları ile sorgulamak zorunluluktur.
İlhan Cihaner / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder