4 Aralık 2018 Salı

Herkes hesap verdi bir gazeteciler mi kaldı? - Selcan TAŞÇI HAMŞİOĞLU

İftiracıydılar...
Yalancıydılar...
Çamur attılar...
Balçık saçtılar...
Sözcükleri mermi yaptılar...
"1923'te kuruldu, 2008'de arınıyor" diye manşetleri sevinçten zil çalanlar...
"Derin devlete müebbet" başlıklarıyla çıkanlar...
Hukuk tarihinin en hukuksuz yargılamalarından biri neticesinde çok ağır cezaları "Yaşasın Demokrasi" diye alkışlayanlar...
"Suç ve ceza" diye ti'ye alanlar...
"Hesap Zamanı" diye kalemlerini ovuşturanlar...
Yazdıklarıyla, yoğun bakımda tutulması gereken hastaların cezaevi koridorlarında itilip kakılmasına, bakıma muhtaç, en temel ihtiyaçlarını bile kendi başına karşılayamayacak durumda olanların hücrelerinde ölüme terk edilmelerine, onur intiharlarına yol açanlar...
Haysiyet celladıydılar...
Tetikçiydiler...
Vicdansızdılar...
İnsanlıktan çıkmıştılar...
Mide bulandırıcıydılar...
Ve fakat; her ne yaptılarsa -tası tarağını toplayıp çoktan kapağı yurt dışına atmış, kendini zaten kurtarmış, ideolojik olarak da başından sonuna kumpas organizasyonun bizatihi içinde, yürütücüsü, yönlendiricisi olan çekirdek ekip dışında kalanlardan bahsediyorum- yaranmak için yaptılar...
Başları okşansın diye...
Sırtları sıvazlansın diye...
Uçağa alınsınlar diye...
Sürahinin etrafındaki bardaklar gibi dizilenlerden olsunlar diye...
Cepleri dolsun diye...
Kuklaydılar...
Maşaydılar...
Kullanışlıydılar... Aptaldılar... Akılsızdılar...
Karakter, şahsiyet, tavır sahibi olamamış; her devrin adamlarıydılar...
Asalaktılar...
"Sahibinin sesi"nden başka hiçbir şey değildiler;
Hiçtiler!
                                       ***
Ahmet Hakan, dünkü Hürriyet'teki köşesinde "Şimdi temel soru şu: Bu kumpasın içinde görev alan hâkimler, savcılar ve polisler mahkeme huzurunda hesap verirlerken... Bu kumpasın içinde görev alan gazeteci kılıklı soytarılar, nasıl oluyor da ellerini kollarını sallayarak dolaşabiliyorlar?" diye sormuş ya;
Öyle değil o iş!
Birikmiş öfkenin, acının, "birilerinin bedel ödediğini görme" hasretinin önüne atılmış iştah açıcı bir yem ama hedefi şaşırtmak, "temel soruyu gölgelemek" dışında bir işe yaramıyor aslında!
                                       ***
 "Savcı millet adına vardır, iddia makamı millet adına ordadır, biz de millet adına evet hakkı aramanın hakkı savunmanın gayreti içindeyiz, eğer bu anlamda savcılık ise evet savcıyım" diyen kişi Cumhurbaşkanı.

"Türkiye iyi bir noktaya gidiyor. Bu sıkıntılar, sancılar bir taraftan doğum sancısıdır. Bir taraftan da bağırsakların temizlenmesidir" diyen "eski Başbakan Yardımcısı".

"Türkiye'dekileri hizaya soktuk" diyen "eski Bakan".

"Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşması" diyen "eski Başbakan Danışmanı".

"Merhamet adaleti engellerse o merhametten maraz doğar. Kurda merhamet etmek kuzuya zulüm etmektir" diyen "eski Bakan."

"Darbe heveslilerinin hevesini kursağında bıraktık... Ergenekon ve Balyoz diye ifade edilen olayların tamamında bir hayal kurulduğu ve birtakım şeylerin yapıldığı belli" diyen TBMM Başkanvekili.

Hiçbiri elini kolunu sallayarak dolaşmıyor, hepsi sorumluluklarının siyasi/hukuki neyse hesabını verdi de, tek hesap vermeyen "borazanları" mı kaldı?

                                       ***
Yanlış anlaşılmak istemem. Cumhuriyet kurumlarını, ideolojisini ve onun savunucularını enkaza dönüştüren bu "kirli tezgâh"la hesaplaşırken ne aptallık, ne de kullanışlılık elbette hafifletici sebep değildir. Ama aptallardan, kullanışlılardan hesap sormanın "adaletin tecellisi"nin ifadesi olabilmesi için aynı şekilde "aldatıldık", "kandırıldık"ların da bu davada "hafifletici sebep" sayılmamış olması gerekir!

Aksi, yani onları "dışarıda" tutan hiçbir yaklaşım gerçek/gerçekçi bir "adalet" talebi olmaz; olamaz.

Kaldı ki, "bu kumpasın içinde görev alan hâkimler, savcılar ve polisler" BİLE iddia edildiği gibi "bu kumpasın içindeki görevlerinden dolayı mahkeme huzurunda hesap veriyor" değildir!
                                        ***
Ha, siz ille de adaletin "sahipleri dururken sesleriyle hesaplaşarak" tecelli edeceğinde ısrarlıysanız, önden, daha bir yıl önce, yani "FETÖ", "kumpas" her şey ortaya çıktıktan sonra bile "Ergenekon Terör Örgütü"nün var olduğunu savunmaya devam eden hanımla, eşinden başlayalım "gazeteci kılıklı soytarıları"  yargılamaya;
Var mısınız?
Ya da durun ya...
"Ergenekon diye bir örgütün varlığına inanmıyorum" diyenlere karşı "Suyun yüz derecede kaynadığına inanmıyor musun? Sok elini, bak ne olacak" diye anıran pislik yazarı daha çok yakışır "ibreti alem" makamına;

"Elini yüz derecede kaynayan suya sokarak" başlasın mesela savunmasına!


Selcan TAŞÇI HAMŞİOĞLU / YENİÇAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder