Sabah akşam birilerini terörist ilan ediliyor. Yatılıyor beka sorunu, kalkıyor ezan-din düşmanları.
Üstüne bir de Yeni Zelanda’daki katliam geldi. Saldırı görüntüleri miting meydanlarında halka izlettiriliyor, “dedelerini tabutla yolladık” hatırlatması yapıyor.
Gereğini onlar yapmazsa kendileri “öyle ya da böyle” yapacaklarmış buyurdu Erdoğan... “Öyle ya da böyle” kuralsızlığı da ima ettiğine göre, herhalde suikast timi falan gönderecekler diye mi düşünmeliyiz...
Yok, düşünmeyelim; bunların hamaset, boş laf olduğunu en başta kendisi biliyor. Böyle kuru sıkıya devam edecekler.
Katliamdan hemen sonra “Ayasofya ibadete açılsıncılar” meydana çıkınca ne dediğine dikkat ettiniz mi: Önce Sultan Ahmet’i doldurun. Be kardeşim. Bir şey söylerken duygusallıkla, affedersin bu alçağın, bu teröristin sözlerine karşı böyle bir talepte bulunmanın bir anlamı yok.
İşte böyle. Yetkinin kendisinde olduğu, adım atmaya cesaret edemeyeceği konularda Erdoğan’ın sağduyusu birden devreye giriyor. Ama havaya sallamaya devam.
Şimdi de idam meselesine döndü, yine... İdamı kaldırmakla yanlış yapılmış, bunları cezaevinde beslemek bile zoruna gidiyormuş.
Erdoğan bu seçim sürecinde tüm klişeleri kullanmaya yemin etmiş görünüyor. Asmayalım da besleyelim mi, din-millet düşmanları, teröristler, haçlı savaşları, falanlar filanlar...
Hızını alamayıp bir asır önce Mustafa Kemal’in “onlar bizim evlatlarımız” sözüyle tarih önünde çözülmüş sorunlara bile el attı.
Ha bir de hapis tehditleri var tabii. Meral Akşener, Mansur Yavaş... Yavaş’ın seçileceği kesinleşmiş olsa gerek ki, bir şekilde seçime girmesine engel olmaya çalışıyorlar. Görüntü bu.
Evet böyle bir seçim sürecinin normal, söylenen lafların yenilir yutulur olmadığı açık. Ama pek bir panik hali olmadığı gibi, muhalefet de küçük atışmalar dışında halinden şikayetçi görünmüyor. O kadar lafa rağmen sessiz-sedasız gidiliyor seçimlere.
Burada bir gariplik yok mu? İşte ben oraya gelmek istiyorum.
Öncelikle herkes hemfikir ki, Erdoğan ve AKP’nin son yıllardaki en zor seçimi olacak 31 Mart. Zaten şirazenin bu kadar kaymasının gerekçesi de bu. Ekonomik durum sorunlu ama tek başına yeterli bir neden de sayılmamalı bu zorlukta. Siyasi alternatifleri çoğaldı. Her koşulda önümüzdeki süreçte siyasette yeni tartışmaların açılacağı belli.
Erdoğan, Bahçeli’nin seçim sonucunda ortaya çıkacak tabloya göre sistemin (başkanlık ve ittifak) sorgulanabileceğini söylemesini dostane bir uyarı olarak görmeyecek kadar uyanık bir siyasetçi. Bahçeli’nin böylesi bir tabloda önce ittifakı bozup, sonra da Türkiye’yi yeni bir sürece sokacak adımları atabileceğini yakın tarihe göz gezdirenler tahmin edebilir. Bahçeli’ye güvenmek için hiçbir neden yok. Zaten kim kime güveniyor ki?
Yani özetle Türkiye’nin en önemli sorununun Erdoğan iktidarı olduğunu düşünen; en büyük ve tek siyasi beklentisi AKP’den ve Erdoğan’dan kurtulmak olan ya da bu siyasete mahkum edilen milyonlarca insanın, beklentisinin en yüksek olması, en çok heyecan duyması gereken seçim bu değil mi o zaman?
Halk yıllarca bu beklentiyle ilkesiz ittifaklara, kirli pazarlıklara razı edilip, bunları savunmak zorunda bırakılmadı mı? Öyleyse niye heyecanlı ya da umutlu bir tablo yok?
Erdoğan’ın kendinden daha emin girdiği önceki seçimlerde bile estirilen hava hatırlandığında bu soruyu sormamız gerekiyor.
Hatta bazı anketlerden Erdoğan’ın bu süreci aşırı agresif götürmesinin sandığa gitmeyecek olanları sandığa çektiği, aslında bir kesimde seçimlere dönük ilgisizlik olduğu sonucu çıkıyor.
Düzen partilerindeki sağcılaşma ve ilkesizlik, Türkiye muhalefetindeki siyasi heyecanı ve mücadele azmini zayıflattı.
Deniz Baykal çarşafa rozet taktığında “takiyye” deniliyordu, İmamoğlu’nun camide kuran okuması hem ona hem de CHP’ye yakışıyor artık.
Erdoğan eskisi kadar orijinal, AKP sağdaki tek adres değil şimdi.
Böylece sabah akşam tehdit, küfür, hakarete karşın saraya çıkıp tokalaşıp fotoğraf çektirebiliyorlar. İki taraf da birbirini ciddiye almıyor. Erdoğan’ın esip gürlemesinin altında seçim telaşı olduğunu, taraflar arasında ideolojik-siyasi büyük uçurumlar olmadığını herkes biliyor.
Erdoğan bağırıp çağırırken Binali beyin her açıklamasında onu düzeltmesi boşuna değil.
İşte bu yüzden Erdoğan’ı ciddiye almama, Erdoğan’la kavga etmeme kararı bu seçimlerde belki daha fazla işine yarıyor muhalefetin ama siyasetin tasfiye edildiğinin de bir kanıtı. Erdoğan gerçekte olmayan bir taraflaşmayı suni şekilde yaratamıyor.
CHP ne kadar İYİ Parti’yse, İYİ Parti o kadar MHP, MHP ne kadar AKP’yse, AKP o kadar CHP artık.
Ülkedeki ilerici enerjiyi zayıflatmak pahasına, kendi sağcılarının seçilme şansını artırdılar. Olur olmaz, bunun pek bir önemi kalmadı zaten.
İyi tarafı da var bu durumun.
Aslında CHP, Türk sosyal demokrasisi yıllardır emekçilere takiyye yapıyor, onlara boş umutlar veriyor, gerçek çözümün önünde engel oluyordu. Artık bundan giderek uzaklaşmış olmasına sevinmek gerekiyor.
Burada büyük bir boşluk yarattılar ki, buna karşı önlem almaları zaten mümkün değildi. Topyekûn sağcılaşırlarken AKP düzenine teslim olmayan milyonlarca ilericiyi, emekçiyi de ortada bırakmayı göze aldılar. Ciddi bir kopuş yaşanmıyor henüz, ama mesafe açılıyor.
Türkiye Komünist Partisi tarihi bir görevle karşı karşıya. Seçimlerle sınırlı kalmayan ve asıl ondan sonra büyüyecek bir görev bu.
Volkan Algan / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder