30 Mayıs 2019 Perşembe

Avrupa Komisyonu Başkanı sendikacının kelini neden öptü? - Alpaslan Savaş

Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’nun (ETUC) geçtiğimiz hafta Viyana’da toplanan kongresinden geriye aşağıdaki fotoğraf karesi kaldı. Kongrenin ilk gününde çekilen bu fotoğrafta Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Junker, ETUC Başkanı Rudy De Leeuw’i kelinden öperken görünüyor. Lüksemburglu Hristiyan demokrat lider Junker, kongrenin açış konuşmasında “sosyal Avrupa’yı kurtardığı” için aldığı teşekküre böyle karşılık vermeyi uygun görmüş olsa gerek.

Hristiyan demokratların kel öpme şovuna sosyal demokratlar, kongreye tam kadro katılarak karşılık verdiler. Ev sahibi Avusturya’nın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Avrupa’nın tüm sosyal demokrat bloğu ETUC kongresindeydi. Kendi evlatlarının kelini bir Hristiyan demokrata öptürecek kadar da “demokrat” olduklarını kanıtlamış oldular.

Yunanistan’ın “Tüm İşçilerin Militan Cephesi” (PAME) ise toplantıyı “Kongrede hiç kimsenin kesin olarak göremediğini söyleyebileceğimiz bir şey varsa o da işçiler oldu” diye özetledi.

Kesinlikle doğru. Sendika kongresinin, bir hafta sonra yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinden hemen önce sermaye sınıfının Avrupa’daki siyasi temsilcileriyle boy gösterdiği bir arenaya dönüştüğü anlaşılıyor. Kongrede patronlar, devlet adamları, bürokratlar var. Bir de kelini öptüren ev sahibi sendikacı ile kongre turizmi fırsatını kaçırmayan başka ülkelerden sendikacılar…

***

Bu “kel öpme” enstantanesi bir tesadüf değil. Mesele II. Enternasyonal’in birinci emperyalist savaşta Avrupa işçi sınıflarını kendi ülke burjuvazilerinin peşine takmasına kadar uzanır. 1914 yazında Avrupa sosyal demokrasisi sermayenin işçi sınıfı içindeki Truva atına dönüşmüştü. Bunu sendikal merkezlerdeki sağladıkları ağırlık kolaylaştırdı. Savaştan bir yıl önce kurulan Uluslararası Sendikalar Federasyonu IFTU işçi sınıfının savaşa entegrasyonunda başroldeydi. Sendikanın merkezi Berlin’dedir, başında sağ sosyal demokrat sendikacı Karl Legien bulunmaktadır.

Neyse ki Rusya’da Bolşevikler işçi sınıfıyla birlikte karanlığı kaldırdı da emekçilerin kırıntılarla yaşamak zorunda olmadığı anlaşıldı ve insanlık için başka bir dünyanın mümkün olabileceği fikri gerçek hale geldi.

Ama sınıflar varsa, arasındaki kavga kesintisiz devam eder. Sermaye sınıfı bu kez kavgayı, işçi sınıfının 1917’de Rusya topraklarında elde ettiği büyük zaferin Avrupa’ya yayılmasını önlemek için verdi.

Sahnede yine sosyal demokrasi ve sosyal demokrat sendikacılar bulunuyor. Ekim devriminin tam bir yıl sonrasıdır. Almanya’da yüzbinlerce işçi grevdedir. Berlin sokaklarında işçiler kurdukları barikatlarda burjuva Kayzer hükümetine karşı savaşmaktadır. Ülkenin çeşitli bölgelerinde işçi ve asker sovyetleri kurulmaktadır. Alman devrimi kapıdadır ve devrim adlı adınca bir Avrupa devriminin başlangıcıdır. Kayzer’in Hollanda’ya kaçmasından iki gün sonra sosyal demokratlar burjuvaziyi ipten alacak ilk adımı atarak bir “emek-sermaye konferansı” çağrısı yaparlar. Sokaklarında barikatlar kurulu Berlin’de emek-sermaye konferansı toplamak pek de masum bir girişim değildir.

Konferansta sermaye sınıfını, daha sonra Hitler’in en önemli savaş makinesi olacak Alman savaş uçaklarını üreten Arado şirketinin patronu Hugo Dieter Stinnes temsil ediyor. Emek kesimini ise birinci savaşta burjuvazi için misyonunu eksiksiz yerine getiren IFTU’nun sosyal demokrat sendika lideri Legien.
Legien kel midir ve o konferansta Stinnes onun kelini öpmüş müdür bunu bilemiyoruz ama bildiğimiz, sendika sözleşmelerinin yaygınlaştırılması, sekiz saatlik işgünü kabulü, işyeri komitelerinin kurulması gibi taleplerin tamamını sermaye sınıfının gözünü kırpmadan kabul ettiğidir.

Bu sonuç tarihe Stinnes-Legien Anlaşması olarak geçti. Karşılığında alınanın koca bir dünya devrimi olduğu düşünülürse bunun patronlar için pek bir kazançlı alışveriş olduğu ortadadır.

Alman devriminin ezilmesinde bu konferansın büyük payı var. Birkaç hafta sonra geçici hükümet kuruluyor. Aralık ayı başında toplanan ve delegelerin dörtte üçünün sosyal demokrat parti, sendika ve kooperatif temsilcilerinden oluşan ilk İşçi ve Asker Sovyetleri Ulusal Kongresi, sovyet iktidarını reddederek kurulan geçici hükümeti destekleme kararı alıyor. Böylece sosyal demokrasinin işçi sınıfını Avrupa sendikal hareketi üzerinden burjuvaziye teslim etme operasyonu bir kez daha tamamlanmış oluyor.

Alman devrimi bastırıldıktan birkaç ay sonra IFTU yeniden kuruldu. Bu kez başkanlığı İngilizler, başkan yardımcılığını kararlı bir anti-komünist sendika lideri Gompers ile Amerikalılar aldı. Berlin’de görevini yerine getiren Legien’in ömrü başka görevleri yerine getirmeye yetmedi, 1920’de öldü.

***

Mesele II. Enternasyonal’in işçi sınıfına ihanetine kadar uzanır demiştik. Avrupa sendikal merkezleri daha sonra hep sermaye sınıfının müdahalesinin konusu olmaya devam etti. Kimi zaman işçi iktidarının Avrupa’ya sıçramasına karşı set olarak, kimi zaman bir soğuk savaş enstrümanı olarak.

ETUC bu çizginin Avrupa’daki temsilcisi olmayı sürdürüyor. ETUC’un misyonu Sovyetler Birliği ve Avrupa’daki sosyalist ülkelerdeki çözülüşün ardından da devam etti. Mevcut bütçesinin yüzde 85’i AB Komisyonu tarafından karşılanan bir sendikal merkezin başka nasıl bir misyonu olabilir ki?

ETUC, AB politikalarının çevre ülkelere taşınmasını sağlıyor. Direniş, grev gibi sözleri duyduğunda suratı ekşiyen Doğu Avrupa ülkelerinin bugünkü sendikacılarını tanımak isteyeceğinizi zannetmiyorum. Grev mi dediniz, sosyal diyalogla halletmek varken… Örgütlenme mi dediniz, patronu sendikanın kendisi için de işe yarayacağına ikna etmeye çalışmak varken… Sihirli sözcük “sosyal diyalogdur” ve sermaye sınıfına tam teslimiyetin makyajlanmış ifadesidir.

Türkiye’de ise 2000’lerin başında şişirilen AB balonunda ETUC’un fonksiyonu hiç hafife alınmamalıdır. Yüzbinlerce avro AB fonu Türkiye’deki sendikaların kasasına konuldu. Ortak eğitimler düzenlendi, projeler yapıldı. Hak-İş, Türk-İş, DİSK, KESK… Aralarında bu sürece dahil olmayanı yoktur. ETUC, AB burjuvazisi adına çok sıkı iş çıkarmıştır.

Avrupa sendikal hareketinin içinden komünistleri çıkarırsanız geriye kocaman bir ihanet enkazı kalır. Ekim devriminin hemen ertesinde kurulan Kızıl Sendikalar Enternasyonali (Profintern), İkinci savaşın bitiminde kurulan Dünya Sendikalar Federasyonu (WFTU), sermayeden ve kapitalist devletlerden bağımsız, işçi sınıfının ekonomik ve siyasal çıkarlarını birbirinden ayırmayan bir sendikal anlayışın mümkün olabileceğini gösterdiler. Bu anlayışı kapitalist ülkelerin kimi önemli sendikal merkezlerine taşımayı başardılar.

Sermayeden ve devletten bağımsız sendikal anlayış bugün uluslararası alanda güç kaybetmiş olabilir. Ancak bu anlayışın sendikal hareket ve işçi sınıfı üzerinde bıraktığı etkiyi ETUC ve benzerlerinin silmesi mümkün değildir. Bu da bir örgütlenme problemidir ve mevcut durum geçicidir.

Alpaslan Savaş / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder