1 Haziran 2019 Cumartesi

Çürümüş düzen ve Assange davası - ERHAN NALÇACI

WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange hakkında yıllardır süren dava ve geldiği boyut sanırım ancak Dreyfus davası ile karşılaştırılabilir.

Paris Komünü’nün kanı üzerine kurulu bir cumhuriyet koyu bir gericilik ile sürdürülebilirdi. Bu gericiliğe bağlı çürümenin belki birçok belirtisi vardı ama toplumu en çok taraflaştıran konu Dreyfus Davası oldu.

Yahudi bir ailenin çocuğu ve antisemitizme rağmen yetenekleri ile orduda yükselen bir subay olan Dreyfus, Almanlara yazılmış bir mektuptan dolayı suçlanarak 1894’te tutuklandı. Yıllarca hapis yatan ve suçsuzluğunu ispatlayan delillere rağmen yargılanması daha uzun yıllar süren Dreyfus’un davası Emile Zola gibi aydınların da katıldığı bir toplumsal taraflaşma ve meşruiyet krizi yarattı.

Assange Davası tabii ki bu olaya içerik olarak benzemiyor ama toplumsal çürümenin, uzun sürmüş gericiliğin ürünü olması ve yarattığı toplumsal taraflaşma ile Dreyfus davasına gönderme yapmamıza izin veriyor.

1971, Avustralya doğumlu Assange savaş karşıtı bir babanın oğlu olarak bölünmüş bir ailede yetişti. Üniversitede matematik, fizik okudu ve en nihayet programcı oldu ve internet ağları üzerinde uzmanlaştı.

Assange’in bırakın Marksist olmayı, belki solcu olduğu bile söylenemez. İnternetin bilgiye sınırsız erişimle insanları özgürleştireceğini, böylece “demokratik” bir toplumun oluşacağını hayal etmişti. Serbest erişim programları ile 1990’larda bu işe hizmet etmeye çalıştı. Muhtemelen Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle dünyanın özgürleşeceği yanılsamasından etkilenmişti.

Fakat özgür toplum hayallerini yıkan bir olay yüzeye çıkıyordu. ABD bir yandan giderek artan savaş suçlarını da içerecek şekilde dev bir bilgi yığınını halktan gizliyordu. Öte yandan ABD istihbaratı “bu özgür iletişim dünyasını” internet üzerinden sürekli gözlemeye ve gizlice topluma ait bütün haberleşme ağlarını takip etmeye başlamıştı.

Assange ve arkadaşları internetin özgürlüğe değil totaliter bir rejime yol açtığını ileri sürüp kendilerince bir özgürlük savaşı vermeye karar verdiler. ABD başta olmak üzere güçlü devletlerin gizli bilgilerine internet yoluyla ulaşmayı ve toplumla serbestçe paylaşmayı amaçlayan WikiLeaks 2006’da kuruldu.

Fark edildiği gibi burada ne sınıf mücadeleleri, ne iktidarın ele geçirilmesi, ne de mülkiyet ilişkilerinin değiştirilmesi var, bir çeşit internet anarşizmi denilebilir belki.
Öte yandan emperyalizmin olağanüstü çürümüş kirli dünyasına naif bir şekilde çomak soktular.

Halktan gizli tutulan milyonlarca bilgiyi sızdırdılar ve toplumla paylaşmaya çalıştılar. Sızdırdıkları bilgiler birçok kez emperyalist medyanın süzgecinden geçerek farklı şeylere hizmet etse de önemli bir etkisi oldu. Muhtemelen ABD ordusunun içinden de yardım aldılar. Amerikalı er Manning Irak işgali esnasında WikiLeaks’e yardım ettiği gerekçesiyle yıllarca hapis yattı.

ABD’nin Irak’ta, Afganistan’da sivil halka karşı işlediği sayısız ve gizlenen cinayet, ABD ordusunun yaptığı işkenceler, ABD’li siyasetçilerin sermaye ile kirli ilişkileri, CİA’nın iletişimi nasıl dinlediği ve kaydettiği gibi bilgiler ortalığa döküldü.



(Fotoğrafta Assange ABD’nin Afganistan’ın işgalinde başvurduğu yöntemlerin sızdırılmış bilgilerini yayınlayan gazete ile görülüyor.)




Sonrasında başlayan Assange Davası hem emperyalizmin bu karın ağrısına karşı tahammülsüzlüğünü hem de hukukun üstünlüğü denilen şeyin emperyalist düzende nasıl bir yalan olduğunu gösterdi.

2010 yılında Assange için İsveç’te tecavüze karıştığı için uluslararası yakalama kararı çıkartıldı. Bugün yüzeysel okuma yapan bir okur, her yerde bahsedilen bu haber nedeniyle tarafını belirleyebilir. Oysa bu hikâyenin Assange’e karşı düzenlenen komplonun bir parçası olduğunu biliyoruz. Assange İsveç’teyken iki kadın ona yanaşırlar ve kısa süren gönüllü bir cinsel birliktelik yaşanır. Sonradan kadınlar bu birliktelikte kondom kullanılmadığını ileri sürerek savcılığa başvururlar, çünkü İsveç yasalarına göre kondomsuz ilişki tecavüz sayılmaktadır.

Bu suçlamaya dayanarak İngiltere’de tutuklanacağını anlayan Assange, Londra’da Ekvator elçiliğine 2012’de sığınır. Ekvator’un solcu lideri Correa döneminde sığınma hakkı, hatta Ekvator vatandaşlığı verilir. ABD’nin bütün tehditlerine ve İngiltere’nin bilindik aşağılayıcı işbirliğine rağmen Ekvator direnir.
Ancak Ekvator’da birçok Latin Amerika ülkesinde olduğu gibi yönetime sağcılar gelir ve muhtemelen İMF ile kredi anlaşması karşılığında Assange’i İngiliz hükümetine satarlar. Elçilikten geçen ay çıkarılır çıkarılmaz, savunma yapmasına bile izin verilmeden tutuklanır.

Şimdi ABD’ye iadesinden bahsediliyor.

Tüm bu olay dizisi Kaşıkçı cinayeti, Venezuela’nın ABD’deki elçiliğinin polis tarafından basılması gibi olaylarla birleştirilince düzenin nasıl bir çürüme düzeyine ulaştığını gösteriyor.

Öte yandan ABD emperyalizminin güçlü savaş makinelerine rağmen insanı kaybettiğine ve vatandaşlarını bir savaşa ikna edip itemeyeceğine de işaret ediyor.

Erhan Nalçacı / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder