Son yıllarda Doğu Akdeniz’de yaşananlar, bölgede gerginliklerin uzun süreli olacağına işaret etmektedir. Açıkça söylemek gerekirse, Doğu Akdeniz’de gerginlikler derinleşiyor, rekabet kurumsallaşıyor.
Liberal yaklaşıma göre karşılıklı bağımlılık tarafları yakınlaştırır, aralarında yeni işbirliği alanları oluşturur, böylece gerginlikler giderilir. Liberalizmin bu iddiasını doğrulaması beklenen Doğu Akdeniz örneği tam tersi bir sonuç veriyor. Doğu Akdeniz’de
(a) fosil enerji rezervleri ve bunların Avrupa pazarına ulaştırılması için
(b) boru hatları, tarafları işbirliğine götürmesi beklenirken son yıllarda açıkça görüldüğü üzere, tersine gerginlik derinleşmekte, rekabet kurumsallaşmaktadır.
İlki 1999’da İsrail tarafından, 2011’den itibaren ABD, sonra Britanya, İtalya ve Fransa kökenli enerji şirketlerinin Doğu Akdeniz’de ekonomik değeri yüksek fosil yakıt rezervleri bulunduğunu keşfetmeleri yalnızca bölge ülkeleri arasındaki tansiyonu yükseltmekle kalmadı, bölge dışı büyük sermaye gruplarının devreye girmesine, böylece gerginliğin genişleme ve derinleşmesine yol açtı. İşbirliği yerine gerginlik ve rekabet arttı.
Liberalizmin bir başka versiyonu bu duruma şöyle bir açıklama getirmeye çalışıyor: Bu bölge ancak bir hegemonik güç tarafından kontrol edildiğinde istikrarlı olabilir.
Bu, açıkça emperyalizme davetiyedir!
Bu da yapıldı: Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan hükümetleri uluslararası dev enerji şirketlerini bölgeye davet ettiler, fosil yakıt arama ruhsatı anlaşmaları yaptılar. Kıbrıs Rum yönetimi 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan, 2010’da İsrail ile Doğu Akdeniz’in ekonomik varlıklarını biçimsel bakımdan uluslararası hukuka aykırı düşmeyecek şekilde BM (1982) Deniz Hukuku Sözleşmesine dayandırarak Münhasıran Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırma anlaşmaları imzaladılar. Böylece tanımladıkları MEB’leri uluslararası enerji şirketlerine fosil yakıt aramak için lisansladılar.
Kuzey Kıbrıs Türk yönetimi ve Türkiye hükümeti bu süreçte önce şaşırdı, sonra 2011 yılında aralarında imzaladıkları kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması ile TPAO’ya fosil yakıt arama izni verildi, böylece sismik arama gemileri bölgeye gönderilmeye başladı. Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan, AB’yi de arkasına alarak tepki göstermeye başladı.
Ocak 2019’da Kahire’de gerçekleştirilen toplantıda Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İtalya, İsrail, Mısır ve Ürdün’den oluşan Kuzey Kıbrıs Türk Yönetimi ve Türkiye’nin temsil edilmediği Doğu Akdeniz Gaz Platformu adıyla anılan bir oluşumu başlatmaları ABD’nin devreye girişine ve gerginliğin kurumsallaşmaya ve derinleşmeye başladığına işaret etmektedir.
25 Haziran 2019’da iki senatör tarafından sunulan “Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı Tasarısı” ABD senatosundan geçti. Bu tasarıya göre ABD, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında Doğu Akdeniz’de enerji işbirliğini koordine edecek bir Merkez kurulacak. Elbette bu merkezin baskın, hegemonik aktörü ABD olacak.
Bu merkez liberalizmin bir versiyonunun öngördüğü hegemonik istikrarı sağlayabilir mi? Teorik olarak belki, ama gerçekte mümkün gözükmüyor, çünkü ABD artık eskisi kadar güçlü bir hegemon değil; ABD yanına AB’yi alsa dahi enerji denkleminde Rusya ve Çin’in izleyecekleri politikalar oldukça önemli; ABD’nin tek başına hegemonyayı belirlemesi mümkün olmaktan çıkmıştır. Kısacası, Doğu Akdeniz’de istikrar sağlamak kolay gözükmüyor.
Liberalizmin değişik versiyonları bu sorunu çözemiyor; çözemez de. Bunlar gerginliği derinleştirip, kurumsallaştırıyorlar. Böylece bölgedeki halklar ulusal düzlemde birbirine karşı mücadeleyi esas alıyorlar. Bu bir kısır döngü oluşturuyor: bugün a ulusu, yarın b ulusu diğerinin çıkarını zedeliyor, ama son tahlilde bu sistem içinde hep uluslararası tekeller kazanıyor.
Esas olarak sorunun çözümü, doğru bir başlangıç ile kapitalizme alternatif bir sistem kurmak ile mümkün olabilir. O bölgede yaşayan bütün halklar, Doğu Akdeniz’de bulunan fosil enerji kaynaklarının hak sahibidirler. Bunu başlangıç noktası olarak görmek elzemdir. Birini veya ötekini yok sayarak veya dışlayarak yeraltı kaynakları hakça dağıtılamaz. Uluslararası hukuk üzerinden yapılacak tartışmalar hakça dağıtımın garantisi değildir, zaten uluslararası hukukun varlığı, geçerliliği de tartışmalı hale gelmiştir.
Emperyalizme davetiye çıkarmak yalnızca kapitalizme hayat öpücüğü verir. Bakın Türkiye’de iktidarın düştüğü duruma; bir zamanlar emperyalizme yaslanıp alt süper güç olma hevesindeydiler, şimdi ona karşı güvence arayışındalar.
Mustafa Türkeş / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder