Ölümlerinin üstünden 99 yıl geçiyor ve kurdukları örgüt ile “fırka” sözcüğü dışında aynı adı taşıyan bir parti, onların adına “örgütlenmeye” çağırıyor. Önümüzdeki hafta “Mustafa Suphi örgütlenme haftası”dır.
Peki bir insan ne zaman ölü sayılır?
Ruhun bir başka yaşam sürdüğünü ilan veya ima eden yaklaşımları bir kenara bırakırsak ve çok daha gerçek bir yanıt ararsak, aşağı yukarı tek bir sonuca varıyoruz: Kişinin büsbütün ölmesi demek, bugünü ve yarını etkileme olanağının yok olmasıdır.
Hatırlayabilirsiniz, tarih kitaplarında veya tanıdıklarının anlatılarında rast gelebilirsiniz… Ama yetmez. Bir insana öldükten sonra bile, onun hakkında “aramızda”, “yaşıyor” diyebilmek için onun eski yaşamının bugünkü yaşamları etkiliyor olması gerekir.
Mustafa Suphi, ve kimileri hakkında belirsizlik bulunan yoldaşları 99 yıl sonra bugünü etkilemeye devam ediyorlar. Türkiye Komünist Fırkası’nı kurmuşlardı ve o partinin yolunda, kendileri için sürpriz olmayacak bir sonla, göze aldıkları, cüret ettikleri bir ölümle buluştular. Türkiye Komünist Partisi 99 yıl sonra onların adlarıyla bugünün insanlarını mücadeleye çağırıyor.
“Yaşatma pratikleri” ideolojiye, kültüre, dünya görüşüne göre farklılık kazanabilir. Kimileri yitirdiklerinin cennette yaşamaya devam edişiyle teselli bulur. Başkaları yitirdiklerini heykelleştirir, anıtlaştırır; sanki onların bizimle olduklarını söylemek için, ille fiziki olarak temsil edilmeleri gerekiyordur…
Bunların her biri bir anma, hatırlama, güncelleme yöntemi. Yöntemler birbirine bulaşabilir de. Örneğin komünizm davasına inanan birinin “On beşlerin ruhu” için dua okuması “olmayacak iş” sayılmamalıdır. Nitekim çok uzak olmayan geçmişte ölünün ardından okuduğu duaları memleketin büyükleri arasında saydığı kimi devrimcilere de yollayan hocalara rastlanmıştır. Komünizm davasının çok daha toplumsallaştığı ortamlarda, bir eşitsiz gelişme örneği olarak çok daha fazlası da olabilecektir… Veya bizim de heykellerimiz, resimlerimiz olabilir; var da…
Ancak diyelim ki, geçmiş kuşak komünistlerin hiç takipçisi kalmamış, onların çağrısı artık tekrarlanmaz olmuş; ama heykelleri yapılıyor! Veya -Atatürk’ün başına geldiği gibi- üst üste koyduğu taşları devirmişler, üstüne de ruhuna Fatiha okuyorlar!
Olmaz olsun. Heykellerimiz kalmışsa eğer, geçmişten bir hatıra, turistik bir unsur niyetine değil, komünizmin bütün heybetiyle geri döneceğinin iddiası olarak kalsın!
On beşler ulusal kurtuluş mücadelesinin kalıcı zaferinin ancak toplumsal kurtuluşla sürmesi koşuluyla mümkün olacağı tezidir. On beşler toplumsal kurtuluşun ancak ulusal kurtuluş savaşına işçilerin ve yoksul köylülerin temsilcisi olarak katılan komünist partinin eseri olabileceği tezidir.
Doksan dokuz yıl sonra bu tezlerin güncellenmiş versiyonu herhangi bir varlık kazanamamış olsaydı, 28 Ocak katliamını anmak, hatta o günleri akademik bir eksende tartışmak, yine de mümkün olabilirdi. Ama bu tür bir hatırlama, ölenlerin “yaşadığını”, “aramızda olduklarını” değil ölüp gittiklerinin ilanı olmaz mıydı?
2020’de, kurdukları fırkanın 100. yaşında, toplumsal kurtuluş tezlerinin güncellenmiş hali ayaktadır. Bu nedenle bugünkü Parti, o günkü Fırka ile özdeş sayılır.
Bugünkü Parti, Suphi ve yoldaşlarının bağımsızlıkçı, yurtsever, gericilik karşıtı, emekçi sınıfları temsil eden çizgisinin güncellenmesidir. Doksan dokuz yıl sonra ülkeyi boğan karanlığın, adaletsizliğin, bağımlılığın işçi sınıfı partisinin önderliğinde bir sosyalist devrimle yok edileceği iddiası ve mücadelesi, “Suphiler yaşıyor” dediğimizde bizi hamasetten uzak tutuyor.
Katliamı lanetlemenin, yoldaşlarımızı anmanın en güçlü yolu önümüzdeki hafta onların ve bizim, bir ve aynı olan mücadelemize yeni insanların katılması olacak. Suphileri en iyi anan kişi, gelecek hafta onların ve bizim mücadelemize en fazla yeni insanı katan kişidir…
Mustafa Suphiler yaşıyor; önümüzdeki hafta onların adıyla yapılan çağrıya olumlu yanıt verenler ne kadarsa, bu çağrı bugünü ve geleceği ne ölçüde etkiliyorsa o kadar yaşıyorlar.
Çok yaşayın yoldaşlar!
Aydemir Güler / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder