28 Temmuz 2020 Salı

Başakşehir’e gelene kadar: Yine siz vardınız! - İSMAİL SARP AYKURT / SOL

Egemen ve gerici siyaset, futbola sirayet etmiş durumda. Başakşehir ve Trabzonspor’da cisimleşen AKP içi iki fraksiyonun çekişmesi de zaten çıplak gözle görülebiliyor.

İktidar ve sponsor takımı Başakşehir’in şampiyonluğu tartışılmaya devam ediyor.

Kulüp, aldığı ilk şampiyonluğun ‘uyandıramadığı’ yankının üstesinden gelmeye çalışırken üzerindeki siyasi gölgeyi de inkâr etmeye çalışıyor. Oysaki Türkiye futbolunun tarihi, siyaseten belirlenen federasyon, kulüpler ve devlet arasındaki ilişkilenmenin net bir fotoğrafını veriyor. 

Arada kulağımıza gelen sorulardan biridir. Türkiye bir futbol ülkesi midir? Soruya verilecek yanıt, bana kalırsa kalın harflerle yazılmış bir ‘Hayır’dır. Çünkü Türkiye bir futbol ülkesi olmaktan çok, futbolla idare edilebilecek ülkelerden biri olma kategorisine yatkındır. Bu yüzden futbol demek, her coğrafyada olacağı gibi siyasi ilişkiler demektir. Metin Kurt’un deyişi ile siyaset, sporun babaevidir ve futbol da siyasetin en büyük çocuklarından biridir.

“Ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” tekerlemesi ise futbolun ve futbolcunun sağ siyasete terk edilmesidir. Öyle de olmuştur. Şimdi, ligler henüz sona ermişken ve Başakşehir şampiyonluğa uzanırken bu tespitin önemi daha da artmıştır. Ancak Başakşehir bir sonuçtur ve ortada siyasi bir bilanço vardır. Sonuç, futbolun sağcı siyasete bırakılmasının rasyonel tezahürüdür. Futbol bir oyun olarak hâlâ basit olsa da siyasetin futbolu, karmaşık ve çarpık ilişkiler yığınıdır.

Merkezden çevreye: Siyasetin uğrakları

Yine tarihî bir parantez açalım ve iki örnek üzerinden ilerleyelim. Futbolun yakın tarihindeki dönemler bize bir çekişmeyi anlatır. Adı, İstanbul ile Anadolu gerilimidir. Futbolun merkezi İstanbul’dur, bir vitrindir ve Anadolu takımlarında top koşturanlar için İstanbul’a gelmek, futbolun zirvesine çıkmak gibi görülür. İletişim de bu kadar gelişmiş değildir fakat yine de Anadolu’da bir takım varsa az da olsa gazetelerde kendisine yer bulabilecek durumdadır. 

Yerel sermayenin gelişmesiyle birlikte ise İstanbul ile farkın kapanacağı hissiyatı belirir. Anadolu, mesafenin kapanması için canhıraş bir çaba içerisindedir ve Eskişehirspor’un istikrarlı çıkışı şampiyonluk ile noktalanmasa da İstanbul’a bir gözdağı verir. Ancak Anadolu’dan çıkan ilk şampiyon Trabzonspor olur. Anadolu için bu şampiyonluk bir meydan okuma ve başkaldırıdır!

Merkez ile çevre arasındaki mesafenin kapanabileceği algısı oluşurken darbe gelmekte; 80’lerden hemen sonra futbol, Özalist rejimden payını almaktadır. Serbest piyasa ekonomisi futbolun İstanbul ayağını metropolize ederken, diğerlerine taşralaşma kalacaktır. Anadolu’nun rekabet etme gücü yeniden sekteye uğramıştır. Artık piyasanın belirlediği futbol, siyasetin zaten gölgesi altındadır. İstanbul, futbolcular için zirve demekken, Avrupa’ya geçiş için de bir durak hâline gelmiştir zamanla…

Egemen siyasetin tekelinde biçimlendirilen futbol daha önceden keşfedilmiş olsa da beklentiler hızlıca artar ve kabuk değiştirir. Siyasetle kurulan ilişki artık siyasilerin dillerindedir ve futbolun popülerliğinden onlar da faydalanmak isterler. Faydalanırlar da… Zamane CHP lideri Baykal, küme düşen Diyarbakırspor ve Samsunspor’un ligde tutulması gerektiğinden bahseder, gerici siyaset kulüp edinmede/ele geçirmede atağa kalkar ve atkı takma şovları yavaştan başlar. 

Düzen siyasetinin her odağı futbolun etkisinin farkına varmıştır.

Gerçi, farkına varma eylemi yeni değildir. Takvimde öne de geriye de gitseniz, Türkiye’de kulüplerin ve futbolun nesnel tarihinde ilginç anılarla karşılaşıyorsunuz. Bunların bir tanesinde yerel bir örnek vardır ve çarpıcıdır:

“TİY (Tarsus İdman Yurdu) kulüp yöneticileri Faruk Sodak,  Hasan Ülkü,  Abdullah Göçük,  İçel (Mersin) Milletvekili Kadir Çetin ve İçel senatörü Talip Özdolay’dan oluşan bir heyet kurularak,  Kamil Ocak’a hem  ‘Hayırlı olsun’a,  hem Tarsus İdman Yurdu’nun İkinci  Lig’e  alınmasının   konuşulması   amacıyla gidilir. Konuya girmek amacıyla Sodan, “Sayın bakanım siz Tarsusluların hayır duasını aldınız” der. Ocak gayet sakin “Hayrola o niye?” derken, Sodan “Tarsus’u İkinci Lig’e aldınız, bundan daha hayırlı bir iş mi olur sayın bakanım?” der. Kamil Ocak, “O iş çok zor kardeşim” der. İçel senatörü Talip Özdolay atılır,  “Yahu Kamil ağa sen ne diyorsun,  önce söz veriyorsun, şimdi de cayıyorsun,  bu nasıl iş?”  Kamil Ocak sinirlenir: “Be kardeşim siz de benim her sözümü senet sayıyorsunuz.  Sanki politikayı bilmiyorsunuz. Enerji Bakanı Rafet Sezgin gelir,  ‘Çanakkale gibi bir serhat şehrini niye almıyorsun’  der,  Devlet Bakanı Hasan Dinçer gelir,  ‘Afyon gibi gazi bir şehri nasıl almazsınız’  der.  Söyleyin ben ne yapayım.”  Söylenecek şey yoktur,  tekrar hayırlı olsun denir ve kalkılır” (Daşlı, 2003).

Bir örnek olmaktan daha fazlasıdır.

Federasyonun ‘dokunaklı’ tarihinden bir örnek

Türkiye ‘ne alakası var’ sorusunun karşılık bulamayacağı bir ülkedir. Çünkü kapalı kapılar ardında alınan kararlar ile Türkiye’de şike, bahis ve envai çeşit iş yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir. Siyasilerin desteklediği, yatırım yaptıkları, öne çıkarttıkları ya da şampiyon yaptıkları kulüpler hep var olmuştur.  

2020’nin Başakşehir’inin tüm bunlardan bağımsız ne özelliği vardır?

Kulüpler için ziyadesiyle örnek bulunabilir. Ancak bu işin bir de federasyon tarafı vardır. Federasyonlar siyasi ilişkilerin ve gerilimlerin adreslerinden birisidir. Haluk Ulusoy hatırlanacaktır. Siyasetin zirvesinin o dönemde Haluk Ulusoy’un başkanlığına ilişkin kimi rezervleri vardır.  Önce olmayan bir kural, yani ‘üniversite mezunu olma’ şartı getirilir ve Ulusoy’un adaylığı engellenir. 

Karar hızlıca mahkemelik olur ve geri alınırken, tartışmalar bitmez. Zamanın spordan sorumlu devlet bakanı Mehmet Ali Şahin, “Federasyon başkanı üniversite mezunu olmalıdır, mahkemeyi yadırgadım” der. 19-20 Ocak 2006 tarihleridir. Ayhan Bermek ismi ön plana çıkartılmaya başlanmıştır. Kadrosunda önemli isimler vardır ve fakat Hasan Doğan öne çıkar. Çünkü Tayyip Erdoğan ile bağı aşikârdır.

Bakan Mehmet Ali Şahin, Ulusoy seçilirse Teftiş Kurulu’nu toplayacağını söyler. Ortam gerilmiştir ve taraflaşma eğilimleri vardır. Melih Gökçek ve dönemin Trabzonspor başkanı Nuri Albayrak, Haluk Ulusoy’u destekleyeceğini açık ettikten sonra, dönemin Radikal gazetesi spor yazarı İbrahim Altınsay köşesinde şöyle yazar:

“Federasyon seçimleri, ‘Ak Parti hükümeti-Ak Parti teşkilatı’ maçı oldu. Trabzonspor'un tavrına bakın, anlayın. Bu maç cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, bakan değişikliklerinde devam eder gözüküyor. Ayrıca iktidarın bir süre sonra kendini yemeye başladığının da kanıtı... "Odunu koysam seçtiririm" olmuyor yani. Bu arada Ak Parti, Trabzon'u kazanmış olabilir. Gelecek sezon da Trabzonspor bir şeyler kazanabilir...”

Bir küçük parantez açmak gerekir. 2005 yılından başlamak üzere üç yıllığına Trabzonspor başkanlığına soyunan Nuri Albayrak, 2002-2005 yılları arasında da İBB SK’da başkanlık görevinde bulunmuştur.

Devamını getirelim.

Seçimi Ulusoy kazanır ve hemen sonra bakan Şahin, suç duyurusunda bulunur. ‘Siyasetin kaybedip, futbolun kazandığı’ sesleri yükselir ve başlık şu şekilde atılmıştır: 

Ulusoy: 1 Erdoğan: 0… 

Başakşehir: “Hiçbir şey olmamış olsa da kesinlikle bir şeyler oldu” takımı

Siyaset, hep olduğu gibi federasyon ve kulüpler ile içli dışlıydı. Maçların, sonuçların ya da şampiyonlukların bunlardan özerk olduğunu düşünmek için hiçbir sebep olamazdı. Zaten değildi ve hiç olmadı.

Şimdi de olmuyor. Egemen ve gerici siyaset, futbola sirayet etmiş durumda. Başakşehir ve Trabzonspor’da cisimleşen AKP içi iki fraksiyonun çekişmesi de zaten çıplak gözle görülebiliyor. Şampiyonluğu ‘kazanan’ Başakşehir’in bir iktidar ve sponsor takımı olarak değerlendirilmemesi ve çubuğun sadece futbola bükülmesi ise sağ siyasetin ekmeğine yağ sürüyor. 

Sahi, Başakşehir nasıl oluyor da rahatça ve hiçbir finansal sorun yaşamadan transfer yapabiliyor, ödeme güçlükleri çekmiyor, sponsor bulabiliyor ve kaynaklarını doğru yönetebilen, ‘iyi futbol oynayan bir takım’a dönüşebiliyor? 

Alenen tekrar edilmesine rağmen, “her şeyden bağımsız olarak değerlendirilirse” girişi ile başlayan Başakşehir değerlendirmeleri, hem denklemin yanlış kurulmasına yol açıyor hem de gerçekliği büküyor.

Futbol ne zamandan beri ‘oda koşullarına’ indirgeniyor?

O yüzden taraftarsız ve nepotist sermaye şirketi Başakşehir’in sahibi, Göksel Gümüşdağ’ın sorusuna yeniden cevap vermek gerekiyor.

Siyasi desteği reddeden ve bunları temeli olmayan iddialar olarak gören Gümüşdağ, “Bu lafları çıkaranlar Allah’ından bulsun, arkamızda siyaset mi var?” diyor. 

Başlarken ‘Hayır’ ile başlamıştık. Bitirirken ise kocaman bir ‘Evet’ yazıyoruz.

Kusura bakmasınlar!

İSMAİL SARP AYKURT / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder