Sayın Kılıçdaroğlu 'Gel bakalım Faik' diyerek kendi ekonomi ekibine de bir çağrı yapsa mesela... Bir peçeteyle istek sorularımı kendilerine iletmek isterim...
Önceki dönemlerde görev yapan üç eski CHP milletvekili olan Metin Lütfi Baydar, Mevlüt Dudu ve Hakkı Akalın'ın, değerli üç eski Genel Başkan Deniz Baykal, Hikmet Çetin ve Murat Karayalçın ile yaptığı, parti içindeki sorunların çözümü temalı görüşmeler, parti tabanında heyecan yaratan iyi niyet beyanı olarak okunmalı.
Bu girişimin, özellikle son 40 yıla tekabül eden zaman diliminde partinin halkçı, toplumcu, devrimci siyasi aksının tasfiye edilmesinin açıkça masaya yatırılarak hak ettiği gibi siyaseten mahkum edilip, kayıkçı kavgasına dönen sen/ben tartışmalarını bitirecek bir sonuca ulaşması için de katkıya ihtiyacı var.
'Nasıl bir sonuç bekleniyor?' ya da 'Nasıl bir sonuç çıkabilir?' soruları ise can alıcı. Benim umudum, değerli eski Genel Başkanların, tarihi fırsatların kaçırıldığını, halkımızın yoksullaşmasına neden olan yasaların altına bizzat imza atıldığını, partinin bu yanlış politikaların ve halkın yoksullaşmasının aracısı yapıldığını kabul etmeleri; kendilerine danışan değerli milletvekillerine de teşekkür edip, "Bizim yap(a)madığımızı sizler yapın" diye tembihleyip, kendilerini de zamanın/tarihin yargısına bırakılmasını istemeleri.
Adını andığım üç eski Genel Başkan, elbette, Ankara siyasetinin geçmişteki labirentlerinin haritasına sahip olmakla beraber, bu güç ve yetkiyi kullanarak partiyi iktidar perspektifine oturtup hedefe ulaşabilecek bir kapasite yaratamadıklarından dolayı, parti içi ilişkileri açısından ve bizim nezdimizde de kişilikleri değerli olmakla birlikte, siyaseten düşkündürler.
Hepsinin ayrı ayrı ve birden çok sebebi var tabii ki... Sayın Baykal Türkiye'yi neoliberalizme teslim eden Kemal Derviş'i önce milletvekili ardından da genel başkan yardımcısı yaparak partiyi teslim edişinin, Sayın Karayalçın da aynı amaca hizmet eder şekilde, ülkemizi açık pazar haline getirip, sömürü zincirinin önemli bir halkası olan Gümrük Birliği anlaşmasına neden imza koyduğunun özeleştirisini vermediler. Her ikisi de, sadece bu iki gerekçeyle bile, yurttaşlarının karşısındaki tarihi sorumluluklarından kurtulamazlar.
Polemik yazısı niyetinde ya da partiden gidenlerin niye gittiğini, kalanların niye kaldığını tartışacak değilim.
Bugünün içeriksiz tartışmalarına da uzağım ama "Gel bakalım Muharrem" diye çağrıldığı kürsüden Cumhurbaşkanı adaylığı açıklanan Muharrem İnce'nin, daha üç ay öncesinde yapılan 36. Kurultay'da yaptığı konuşmada, "CHP'nin Genel Başkanı, doğal Cumhurbaşkanı adayıdır. Bundan kaçamaz. Yok böyle bir şey." diye feveran ederken; bu kez, bir önceki konuşmayı canlı olarak dinleyen binlerce partilisinin önünde yüz seksen derecelik tam karşıtı bir konuşma ile "Sayın Genel Başkanım hep söylediniz parti başkanından Cumhurbaşkanı olmaz, parti üyesi Cumhurbaşkanı olmaz, bunu hep söylediniz, ben de bu görüşünüze hep katıldım" diyerek konuşuvermesi, partilileri şaşkına çevirmiş ama 'seçim zamanı susmak gerek' diye seslerini çıkaramamışlardı. Sayın İnce de bunun öz eleştirisini vermeli.
Sayın Kılıçdaroğlu'nun, "Gel bakalım Muharrem" çağrısı, Sayın İnce'ye karşı kişisel bir kabalık. Sayın İnce bundan alınmakla haklı. Ancak birlikte çalıştığı arkadaşlarına bu şekilde seslenmesi bir yakınlık belirtisi sayılabilir. Her halükarda, bu tarz içeriksiz tartışmalar pratikte bir fark yaratmıyor, pek bir yere de varmıyor.
Ne eski Genel Başkanlar, ne partiden giden ya da gidecek olanlar veya şu anda yönetimde olanlar, partinin iktidar hedefine ulaşmasını kolaylaştırıcı bir etki yaratamıyor.
Ama ülkemizin yaşadığı sorunların temelinde, hali hazırda parti yönetiminde bulunanların izlediği politikaların bulunduğu da gün gibi aşikar.
Bugün Genel Başkanlık koltuğunda oturan Sayın Kılıçdaroğlu'nun 2 Şubat'ta yapılan çiftçi buluşmasındaki konuşması bunun izlerini taşıyor.
Sayın Kılıçdaroğlu'nun "Patatesin maliyeti 1 lira ama üretici yarısına satamıyor. TMO niye çiftçiyi desteklemiyor? Ziraat Bankası niye düşük faizli kredi vermiyor? Tarımımızı dışarıya bağımlı hale getirdiler. İlacı, gübreyi çiftçiye ucuza ver, üretsin." sözleri doğru olmasına doğru da, Türkiye'yi buna mahkum eden, bu siyaseti savunan ekipteki en önemli kişiyi, Sayın Faik Öztrak'ı hemen yanında tutmaya da devam ediyor.
Zaten, Sayın Öztrak da bu konuşmadan sadece bir gün önce, kendisinin o dönemdeki sorumluluğunun ve ülkenin bu hale gelmesindeki rolünün unutulduğunu zannettiğinden olsa gerek, "Çiftçi, tohum, mazot, gübre fiyatlarının altında ezdiriliyor. Gübre için sadece bu yıl 1 milyar dolardan fazla para ödedik. Gemlik Gübre özelleştirilmiş, Samsun Gübre özelleştirilmiş." diye konuşmuştu.
Hatırlanacaktır, başta Sayın Kılıçdaroğlu, Öztrak, Böke ve diğer ekonomi kurmayları 2002-2008 Ak Parti iktidar dönemini başarılı buluyor ve yine dönemin ekonomi Bakanı Ali Babacan'ı, Derviş'in de beğendiği gibi yere göğe koyamıyorlar.
Lafı uzatmanın bir anlamı yok.
Sayın Kılıçdaroğlu "Gel bakalım Faik" diyerek kendi ekonomi ekibine de bir çağrı yapsa mesela...
Bir peçeteyle istek sorularımı kendilerine iletmek isterim:
1- Toprak Mahsülleri Ofisi'nin görev tanımını niye değiştirdiniz? Girdi maliyetlerini arttıran, çiftçinin ekememesine, ektiğini ise maliyetine bile satamamasına neden olan, alım garantili taban fiyat politikasının sonunu getiren değişiklikleri yapan sizler değil misiniz? Çiftçiye kimi şikayet ediyorsunuz?
2- Ziraat Bankası'nın kuruluş amacı olan, üretici ve çiftçinin düşük faizli ya da faizsiz kredilerle desteklenmesini sağlamak olan görevini yapmasını niye yasayla engellediniz?
3- Gübre-ilaç ve tohum zinciri oluşturarak üreticiyi koruyan tarım birliklerini kaldırarak üreticileri piyasanın insafına neden terk ettiniz?
4- İGSAŞ gibi, Gemlik gübre fabrikası gibi, çiftçinin girdi fiyatlarını düşürmesine yardım eden fabrikaları neden sattınız? Girdi fiyatlarını artırıp çiftçinin üretememesine yol açan bu yasaları niye çıkardınız, bunlarla kimlere hizmet ettiniz?
Hatırlatayım, 600-650 milyon dolar tutarında kaynağa sahip olan Gemlik Gübre Sanayi, 83.1 milyon dolara peşkeş çekilmişti. 2002 yılı kârı 13,5 milyon dolar olan, varlıkları arasındaki limanının tek başına 50 milyon dolar değeri olan 2300 işçinin çalıştığı İGSAŞ ise, Petrol İş sendikasının verilerine göre 500 milyon dolar değeri varken, sadece biri peşin ödenecek 5 taksitte toplam 50 milyon dolara satılarak yok edilmişti.
Sorulara yanıt vermesi gereken sadece sayın Faik Öztrak değil elbette. Sayın Kılıçdaroğlu, MYK üyelerini şöyle karşısına oturtup, "Yıllarca, kapatılmalı, vakıf olmalı, CHP'yle olmuyor, yeni parti kuralım diyen sizdiniz. Partiyi size teslim ettim, gidenlere de dur demedim. İstediğinizi milletvekili, Belediye Başkanı, meclis üyesi yaptım. Kefil olup Belediye Başkanı, meclis üyesi yaptırdığınız isimlerin kimi mafya soruşturmalarından, kimi rüşvetten içeri alınıyor, özeleştiri bile vermiyorsunuz. İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?" dese nasıl olur sahi?
Hem eski genel başkanlar, hem şimdiki yönetim; hem dün gidenler hem de şimdi heybesini toplayanlar aynı oyunu oynayan tiyatronun, vasat karakterleri; yok birbirlerinden farkları.
Oy, gönül ve emek verenler bu tiyatroya daha ne kadar katlanır bilemem.
Turgay Develi / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder