Biliyoruz, ya öleceğiz ya düzenin tatlı rüyasına son vereceğiz. Çok basit yolu, şişe yerine para babası Bezos’un üzerine işemenin bir yolunu bulacağız.
Hekim Dr. Tomris Cesuroğlu soLTV’de yayımlanan “Avrupa’dan soL Bakış” programının konuğuydu iki gün önce.
Hollanda’da, “refah”a ulaşmış kapitalizmin bu ilk ülkesinde salgın yönetimini anlatıyordu. Hollanda’nın egemenleri 2006’dan bu yana sağlık reformu yapıyorlar ve sağlığı özelleştiriyorlardı. Ancak aniden kapıyı çalan salgın bu yolla sağlanacağı iddia edilen başarıyı büyük bir yıkıma dönüştürmüştü.
Orada da sistem halkın ihtiyaçlarına göre değil, piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillendirilmişti çünkü. Salgının şiddetiyle sağlık sistemi çalışmaz hale gelince “dezavantajlı gruplar”, yani yaşlılar, yoksullar ve göçmenler kaderine terk edilmişti.
Gerçekleşmiş kapitalizm rüyasının ülkesinin az gelişmiş Türkiye’den tek farkı okulları açık tutmayı başarmış olmasıydı. Bir de kriz boyunca yoğun bakım kapasitelerini aşmama üzerine bir strateji geliştirmiş ve bunu yönetmeyi başarmışlardı. Ama o sırada yaşlılar kaderlerine terk edilmiş, bakım evleri yangın yerine dönmüştü.
“Peki neden oldu bu” diye soruyor Dr. Tomris Cesuroğlu. Diyor ki özetle, kökeninde sağlık sisteminin “mukavemet düşüklüğü” sorunu var. Şokları atlatabilmek için bir miktar “artıklık” olması gerekiyordu. Yani sistemde bir miktar verimsizlik, bir miktar âtıl kapasite olmalıydı. Bu durumda bir miktar fazla emekçi tutacaksınız ve ihtiyaç üstünde bir miktar boş yatak bulunduracaksınız. Ama bu da “verimlilik ilkesine” aykırıydı. Haliyle bütçeyi kısıp daha az emek gücüyle daha çok iş yapmak üzerine kurdular sistemi. Adı reformdur. Salgında karşılaşılan krizin en büyük sebebi bu.
Çok acıklı; kapitalizmin cennetinde, yaşlı bakım evlerine vasıfsızları doldurmuşlar. Başlarına bir eğitimli koyarak işi ucuza kapatmışlar. Ölümcül bir uygulamadır. Verimlidir ama insanlığa aykırıdır. Hepsine birlikte “piyasa toplumu” diyoruz.
Sağlık ve eğitim sistemi kârlılık ve verimlilik üzerine inşa edilemez yani. Ortada gerçek bir toplum varsa, yoksulluğu yönetmeye yeltenemezsiniz. Demek ki kamuyu, hizmetlerini bir kapitalist şirket gibi yönetemezsiniz. Toplumun değil, ekonominin ihtiyaçlarına göre örgütlenmiş bir toplum, toplum değil iktisadi bir organizmadır. Böylece “kapitalizm” adlandırmasının kaynağına ulaşmış oluyoruz. Mantığı toplumun ve insanın silinmesine dayanır. Ahlak dışıdır, irrasyoneldir ve insanlık ailesi için ölümcül bir haldir.
***
Bugünün meselesi sayamıyoruz. İnsan soyunun acılı bir tarihi var. Açlıktan, savaşlardan ve salgın hastalıklardan kırıla kırıla geldik. Çok kırıldık ve az huzur bulduk. Belki de bu yüzden kırılışımızı unutma ve refahımızı ebedi sanma eğilimimiz var. Kısa bir “ayrıcalıkla çağ” uykusundan daha bir kabusla uyanıyoruz şimdi. Unutmak istiyoruz.
Yaklaşık 10 bin yıl önce yeryüzünde beş-on milyonduk. Çok doğurgandık fakat çok ölüyorduk. 17. yüzyılda ite kaka 500 milyona ulaşabildik. Kısa refah ve barış dönemlerinde çoğaldık, uzun kıtlık, savaş ve hastalık dönemlerinde azaldık. Refahımız hep gelip geçicidir.
Bütün varlığımız son bin yıldaki dalgalanmaların etkisinde hâlâ. Avrupa’nın çalkantılı “Karanlık Çağ”ı 11. yüzyılda sona erdi. Takip eden üç yüzyılda ortalama insan ömrü uzadı ve sayısı arttı. Ama buna denk düşecek bir örgütlenme ve üretim geliştirilememişti. Kıtlık baş gösterdi. Elde edilen üründen kalabalık alt sınıfın aldığı pay giderek azaldı. Açlık hastalıkları davet ediyordu, veba kapıyı çalmak üzereydi. 14. yüzyılın ortasında ardı ardına kentleri vurdu. Hastalık köylerde ve kentlerde, kalelerde ve kasabalarda insan bırakmadı. “Kara Ölüm” karanlık çağa rahmet okutuyordu. Veba vura vura Avrupa’yı ve Asya’yı yeniden şekillendiriyordu. Avrupa karanlıktan gelmiş karanlığa dönüyordu…
Ardından Avrupalıların nüfus döngüsü yeniden başladı. Veba öylesine kırıp geçirmişti ki hayatta kalanlar için yeteri kadar arazi ve yiyecek vardı. 16. yüzyılda Avrupalıların nüfusu 80 milyon civarındaydı. 17. yüzyılda 100 milyona ulaştı. Sonra yine kıtlık, yine savaşlar... Kara Ölüm yeni yoldaşlar bulmuştu. Çiçek, dizanteri, tifüs ortalığı kasıp kavuruyordu. Tifüs bitlerle ilerliyordu, hapishaneler, gemiler ve savaş alanları tifüsle yüzleşmek zorunda kalıyordu.
“Bir kez değil, bin defa, boşuna, Tanrı’ya yalvardılar, dua ettiler, ayinlerde yaptıkları hep bu oldu. Daha dindarlar, sofular, kendi usulleriyle, Tanrı önünde kefaretlerini ödemeye kalktılar, hiçbiri sonuç vermedi. Ve dediğim yılın baharında korkunç felaket, şaşırtıcı bir şekilde başladı, yürekleri dağlayan yıkım ortaya çıktı.” Yalçın Küçük “Fatih” kitabında “Decameron”dan aktarıyor bunları. 1348’de vebanın vurduğu Avrupalıların ruh halidir, büyük korku ve büyük çaresizliktir. Diyor ki Hoca, “Veba, ölümü demokratize etmiş ve Ortaçağ’ın temel insanlık tarifi olan sadakati, insanoğlundan kazımıştı. Kapitalizmde insanın temel çizgisi sadakatsiz olmasıdır; demek veba, feodalite ile kapitalizm arasındaki büyük uçurumdur.” Uçurumun dibindeyiz…
Ölümün tokatladığı yobaz Hıristiyanlar tanrıdan umudu kestiler ve inançlarını gevşettiler. Kapitalizmin doğuşu vebanın alanı düzlemesinden sonradır. Varlığı mutlak bir ahlaksızlığı varsayıyordu, “kapitalist ahlakı”- Weber bunu Protestanlığın hanesine yazıyordu- o salgına borçluyuz.
Açlıktan, savaşlardan ve salgın hastalıklardan kırıla kırıla geldik. Çok kırıldık ve az huzur bulduk. Unutuyoruz. Açlık, pislik, hastalık, cehalet içinde yüzüyorduk ve bir çıkış arıyorduk. Aydınlanmanın ışığı parlıyordu, Fransa’dan devrim kokuları geliyordu. Toplum ve tarih radikal bir dönüşüme hazırlanıyordu. Uçurumdan çıkma çabasıdır.
***
O derin ahlaksızlığın bizi nerelere sürüklediğinin işaretleri salgında kabak gibi ortaya çıktı. Mesela dünyanın en zengin asalağı Jeff Bezos'un Amazon firması salgını fırsat bilip işçilere tuvalet molası vermeyi yasaklamıştı. İşçiler mecburen ihtiyaçlarını şişelere gideriyordu. Öyle böyle değil, dünyada bir milyondan fazla işçi çalıştırıyor Bezos. Günde milyonlarca şişe idrar demek bu. Böyle olduğu için salgın milyonlarca insanı işsiz bırakırken bir avuç asalak servetlerine servet kattı. Onlar cüzdanlarını şişirsin diye kurulan irrasyonel düzen sebebiyle iki buçuk milyon insanımız da soluksuz kalıp can verdi.
Haliyle kapitalist ilerleme hayali salgında büyük bir gürültüyle çöktü. Kapitalizm akıldışılığının yanında bir de büyük bir halk sağlığı sorununa dönüştü. Milyonlarca ölü vererek savuşturmaya çalışıyor salgını. Bir avuç aşıyı halka ulaştırmayı başaramıyor. Ölümü seyrediyor, yoksulluğu kışkırtıyor, hırsızlığı yaygınlaştırıyor. Dünyayı bir avuç asalağın ellerine bıraktı ama hala huzursuz. Daha fazla kâr, daha verimli çalışma istiyor.
Tek yol bırakıyor geriye. Ölmemek için kapitalizmi öldürmek. Tepetaklak piyasa toplumu ucubesine derhal son vermek.
Açlık, pislik, hastalık, cehalet içinde yüzüyorduk ve bir çıkış arıyorduk. Hâlâ aynı yerdeyiz. Büyük Fransız Devrimi özgürlüğü öğretti, yurttaşlık esastır. Eğitim ve sağlık karşılıksızdır, yurttaşlık hakkıdır. Ekim Devrimi eşitliği öğretti, mülkiyet kamu malıdır, yoldaşlık hakkıdır. Ürettiğimizi eşit paylaşabiliriz, sermayenin egemenliğine son vererek kendimizi özgür kılabiliriz, kaynaklarımızı planlayarak kader birliği yapabiliriz. Hayatta kalabiliriz. Çok basit yolu, şişe yerine Sermayedar Bezos’un üzerine işemenin bir yolunu bulacağız. Kol kola olacağız. Yeryüzünü cehenneme çeviren bir avuç asalağı idrarımızda boğacağız…
***
Tarihimiz bu; savaş, yoksulluk ve salgın iç içe. Yoksulluk varsa savaş var, salgın var. Ve hepsi yoksulları öldürerek ilerler. Ölüyoruz yine. Ama salgınlar ve savaşların yol açtığı toplu ölümler yerleşik zihniyeti yıkar, isyanın yolunu açar.
Açlık, pislik, hastalık, cehalet içinde yüzüyorduk ve bir çıkış arıyorduk. Hâlâ aynı yerdeyiz. Yoksulluğu ve kötü yaşam koşullarını ortadan kaldırabilsek salgını da önlemiş olacağız. Bilmem sosyalizm için bundan daha sağlam bir gerekçemiz var mı?
Sosyalizmi ise hatırlamamıza borçluyuz. Biliyoruz, ya öleceğiz ya düzenin tatlı rüyasına son vereceğiz. Çok basit yolu, şişe yerine para babası Bezos’un üzerine işemenin bir yolunu bulacağız. Kol kola olacağız. Yeryüzünü cehenneme çeviren bir avuç asalağın mülkiyetine el koyacağız…
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder