'İçinde bulunduğumuz yüzyılda tekrar sosyalizm kurulmaya başladığında gerçeklerin üzerini örten yalan perdesi tamamen kalkmış olacak.'
Sömürüye dayalı her tarihsel dönemde egemen sınıfın çıkarlarını yansıtan temel dogmaları bulunur.
Ortaçağ feodalizminin temel doğması dünyanın bütün evrenin merkezinde yer aldığıydı. Feodal sömürüyü ve hiyerarşiyi meşrulaştırıyor, dönemin bilim insanları için içinden çıkılamaz bir girdap oluşturuyor, düşüncelerini esir alıyordu. Aydınlanma döneminde feodalizm çatırdarken dogmaya karşı duran bilim insanlarının çabaları ile aşıldı.
19. yüzyıldan itibaren ise ırkçılık temel bir dogma haline geldi. Avrupa insanlarının sözde ırksal üstünlüğü sermaye sınıfının bütün dünya emekçilerine dayattığı sömürgeciliğe meşru bir zemin sağlıyordu. Öyle baskın bir ideolojik yük oluşturmuştu ki bilim insanlarının bu görüşten çoğu kez kendilerini kurtarmaları mümkün olmadı.
Halen izleri devam eden ırkçılık 20. yüzyılda ilerici bilim insanlarının gayreti ve dünya halklarının sömürge karşıtı mücadeleleri ile büyük ölçüde geriletildi. Ancak Avrupa merkezli düşüncenin etkisinden halen sıyrılabilmiş değiliz, etrafımızı saran dev külliyat bizi esir almaya devam ediyor.
20. yüzyılın ise iki temel dogmasından bahsedebiliriz:
Biri santral dogma olarak adlandırılıyor ve DNA’dan proteinlere, davranışlara ve en nihayet toplumsal yapıya doğru giden tek yönlü işleyişi tanımlıyor. Toplumsal eşitsizliklerin, savaşların, insanların şiddete eğilimlerinin bir kader olarak kodlandığını vaaz ediyor. Bu dogmanın etkileri sürmekle birlikte sınıf mücadeleleri ve Marksist/ilerici bilim insanlarının çabası ile genler ve çevre arasında sayısız karşılıklı birbirini etkileyen yol tanımlanarak büyük ölçüde aşıldı.
20. yüzyılın ikinci büyük dogması ise Sovyetler Birliği’nde sosyalist kuruluş esnasında 1929-1953 arasının karanlık bir dönem olduğuydu. On milyonların iradesi ile dünyada ilk kez inşa edilen sosyalizm sürecinde sanki başka irade ve emek yokmuş gibi her şey Stalin’in omzuna yıkıldı ve dogmanın ismi anti-Stalinizm oldu: Stalin çok kötüydü, o kadar ki Hitler ile eş bir kötülüğe sahipti.
Özellikle 1956 sonrası ortalık iyice boş kalınca girdabından hemen hiçbir bilim insanının kaçamadığı bir ideolojik yük haline geldi. Stalin dönemini eleştirmeyen bir çalışma bilim dışı olarak kabul edildi.
Dogmanın gücü sadece emperyalizmin ideolojik aygıtlarının ve yalan üretme makinesinin gücünden kaynaklanmıyordu, Sovyetler Birliği’nde 1956 sonrası benzer bir hava esiyor, bu dönemin kötülüklerine ilişkin kanıtlar sunuluyordu.
Bu yalanlara karşı mücadele eden muhakkak birçok işçi sınıfı partisi ve aydını oldu. Ancak bir tanesinin adı özel olarak anılmayı hak ediyor.
1944 doğumlu olan ve ABD’de Ortaçağ İngiliz edebiyatı uzmanı ve New Jersey’de Üniversite profesörü olan Grover Furr.
Grover Furr Sovyetler Birliği’nde kolektivizasyon, sanayileşmeye dayalı planlı kalkınma ve Sovyet ülkesinin Nazi saldırısına karşı savunulması ve yenilgiye uğratılması ile tanımlı bu döneme ilişkin yalanları, çarpıtmaları ve kumpasları bir bilim insanı ciddiyeti ve bir savcı titizliği ile inceleyerek deşifre etti.
Çok sayıda makalesinin yanı sıra süreci takip edip tarihsel gerçekleri belgelediği Kirov Cinayeti, Hruşçov’un Yalanları gibi kitapları bütün dünyada yayınlandı. Oldukça yeni olarak Yazılama Yayınevi Ogün Eratalay’ın titiz çevirisiyle Troçki’nin Yalanları kitabını bastı.
Tıpkı öncekilerde olduğu gibi bu dönemi karalayan, aşağılayan dogmanın da bir amacı olduğunu anlıyoruz: Sovyetlerde kapitalizmin yeniden kurulması.
Sovyet coğrafyasını parçalayarak kapitalizmi yeniden kurmayı başardıkları için tarihsel olarak süreçteki bağlantıları da izleyebiliyoruz.
Troçki ve yandaşlarının, Sağcıların (Buharin ve arkadaşları) ve Zinovyevcilerin nasıl gizlilik içinde bir blok kurduklarını, kapitalizmin restorasyonu için terör ve sabotaj yöntemini seçtiklerini ve emperyalist ülkelerle bağ kurduklarını anlayabiliyoruz. Hatta Almanya’ya Ukrayna’yı vermeyi düşündüklerini okumak günümüz emperyalist rekabetine de ışık tutuyor.
NEP’te zorunlu olarak bir süre yaşayan kapitalizme dönmeye, tüketim araçlarının üretimine önem vermeye, kolektivizasyonu durdurmaya ve merkezi planlamanın parçalanmasına dayalı ortak programlarının nasıl Hruşçov ve Garbaçov dönemlerinde tekrar ortaya çıktığı izleyebiliyoruz.
Önce Hruşçov döneminde, sonra 1980’lerin sonundan itibaren yaşanan karşı devrimde, sosyalizmin kurulmasını sabote edenlerin itibarlarının nasıl iade edildiğini ibret verici şekilde görüyoruz.
Ayrıca bu çapta dogma yıkıcı bir aydının ABD’den çıkmasını bir yere yerleştirmeliyiz.
İçinde bulunduğumuz yüzyılda tekrar sosyalizm kurulmaya başladığında gerçeklerin üzerini örten yalan perdesi tamamen kalkmış olacak. O zaman insanlığın ilk sosyalist kuruluş deneyimindeki eksiklik ve hataları daha rahat ve kaygısız ele alabileceğiz.
Bu 1 Mayıs’a düzeni koruyan bir dogmanın daha aşılmaya başlamasının rahatlığı ve kıvancı ile gideceğiz.
Yaşasın 1 Mayıs!
Erhan Nalçacı / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder