3 Nisan 2022 Pazar

İrfan Atasoy ve Kunt Tulgar’ın ardından(I-II) - Mesut Kara / Evrensel

 (I)-(27/MART/2022)

   Soldan sağa ayaktakiler: Levent Çakır, Çetin İnanç, Kunt Tulgar. Oturanlar: Safa Önal, Yılmaz Atadeniz, Mesut Kara      (Fotoğraf: Kişisel arşiv)


Sinemada yaprak dökümü sürüyor. Gidenlerin arkasından yazmak çok zor. Daha önce bu sayfada sinema ve tiyatrodan Altan Karındaş, Rasim Öztekin, Aytekin Çakmakçı, Ertem Göreç, Serdar Selvidal, Mehmet Ezici, Oktay Yavuz, Ekrem Turan Gökkaya ve Mustafa Dik; edebiyat dünyasından Demir Özlü, Erol Toy, Sporcu ve Tiyatrocu Yazar Hakan Dilek’in vedaları üzerine “Dört mevsim sonbahar" ile “Siz orada çoğalırken, biz burada çok eksiliyoruz” başlıklı iki yazıya yer vermiştik.

Ölümlerin ardından yazmak zorken, acı verici ve üzücüyken bir yazıda kısa süre içinde arka arkaya kaybettiğimiz onca tanıdığın, dostun ardından yazmak çok zordu, çok üzücüydü. Her cümleyle acılarım tazelendi. Ne yazık ki, yaprak dökümü sürüyor, haberler yine ve arka arkaya “ölüm ölüm” gelmeyi sürdürüyor. Bir acının üzüntüsünü hafifletemeden bir başka ölümün, düşen yaprağın acısı ekleniyor acılarımıza.

İRFAN ATASOY


Geçtiğimiz günlerde önce unutulmaz Sinemacı Oyuncu, Yönetmen, Yapımcı, Yılmaz Güney’in can arkadaşı İrfan Atasoy’un 3 Şubat 2022’de doğum gününde hayatını kaybettiği haberi geldi. Aradan çok geçmemişti, bu kez de (17 Mart 2022) Yeşilçam’ın iz bırakan, unutulmaz isimlerinden Yönetmen, Senarist, Yapımcı, Oyuncu ve Seslendirme Sanatçısı Kunt Tulgar’ın acı haberini aldık. Yeşilçam sineması için çok değerli, unutulmaz isimler yine arka arkaya aramızdan ayrılıp yıldızlara karışmışlardı. İrfan Atasoy da Kunt abi de tanıma, sohbet edebilme, söyleşi yapma olanağı bulduğum, benim için çok değerli insanlardı. İkisi de çok yönlü, tam bir sinema emekçisiydi ve Yeşilçam sinemasında çok emekleri vardı.

İrfan Atasoy birçok sinemacı gibi Adana doğumluydu. (3 Şubat 1937) Sinemaya senaryo yazarı olarak adım attı. Filme çekilen ilk senaryosu henüz yirmi yaşındayken yazdığı Kahraman Üçler (1961) olur. Sonrasında 18 senaryosu filme çekilen İrfan Atasoy 50 filmde oyuncu olarak yer alırken 4 filmin yönetmenliğini, 34 filmin de yapımcılığını üstlenir. İrfan Atasoy’un oynadığı filmler arasında benim unutamadığım, Yılmaz Güney’le birlikte oynadığı, Erol Taş’ın ürkütücü, inanılmaz bir kötü adamı canlandırdığı Yılmaz Duru’nun yönettiği 1967 yapımı “İnce Cumali”,  yine Yılmaz Duru’nun yönettiği 1974 yapımı “Susuz Yaz”, Melih Gülgen’in yönettiği “Adanalı Kardeşler” (1972), “Maskeli Şeytan” (1970), Casus Kıran/Yedi Canlı Adam (1970), “Kızıl Maske” (1968), “Casus Kıran (1968), “Killing İstanbul’da (1967),  “Killing Uçan Adam’a Karşı” (1967) gibi defalarca izlediğim filmleri de var. 1967 yılında “İnce Cumali filmiyle yapımcılığa ve aynı yıl içinde Klink İstanbul’da filmi ile de oyunculuğa başlayan İrfan Atasoy’un Yılmaz Güney’e -kimi zaman filmine- oynadığı tavlalar ve dostlukları Yeşilçam sokaklarında ballandıra ballandıra anlatılırdı.

Yıllarca filmlerini izlediğim, sinema yolculuklarını bildiğim İrfan Atasoy’la da, Kunt Tulgar’la da 2006 yılında “Fantastiğin Sineması” belgeselini çekerken yüz yüze tanışma olanağı bulmuştum. İrfan Atasoy’u ’90’lı yıllarda ne zaman Gazeteci Erol Dernek Sokak’tan geçsem güleç yüzüyle sinema emekçileriyle sohbet ederken görürdüm. Çekim için buluştuğumuz film şirketi de bu sokaktaydı. Belgesel için yaptığımız söyleşide anlattıklarından notlar aktarmak isterim:

SÖZ İRFAN ATASOY’DA

*“Askere gittim, askerdeyken 2 tane senaryo yazdım. Birini 20 liraya birini 50 liraya. Bunların biri çekildi, biri sansürden geçemedi. Bir piçi anlatıyordum. ‘Türkiye’de piç yok’ diye, sansür reddetti bunu.”

* “Canlı Adam” filminde çok enteresan bir şey oldu. Şimdi beni düşmanlarım yakalamıştı, bir kotrada eğleniyorlardı. Beni de ellerimden bağlayarak denize atmışlardı. Kotranın arkasında çekiyorlardı. Sonra film ekibi beni denizde unuttu. Hava soğuktu hem de çok soğuktu. Morarmıştım. Artık ölümle burun buruna gelmiştim. Neden sonra Kameraman Ali Yaver “İrfan Bey nerede” diye sorunca beni hatırladılar. Hemen koştular beni yukarı çektiler. Çektikleri zaman işin ucuna gelmiştim, morarmıştım. Donmuştum daha doğrusu. O arada 2 tane hanımı soydular, onların arasında, onların vücut ısılarıyla kendime geldim. Bu fikir Yönetmen Yılmaz Atadeniz’in aklına gelmişti. Tehlike aklımıza gelmiyordu. Bütün mesele o işi iyi yapmaktı. Yani ölürsek ölürüz, yaşarsak film iyi olur diye düşünüyorduk. Bu düşünceyle çok tehlikeli sahneler çektik. Ne dedilerse yaptım; atla dediler atladım, zıpla dediler zıpladım, uç dediler uçtum.  İşte sonunda bu iyi filmler ortaya çıktı.”

 *“Kızıl Maske filminde de çok enteresan bir şey oldu. Düşman trenle kaçıyormuş. Ben de köprünün üstünden trenin üstüne, düşmanı yakalamak için atlayacakmışım. Damından kayarak pencereden girip düşmanı yakalayacakmışım. Yapılması mümkün değil yani. Şimdi tren karşıdan geliyor. 1500- 2000 kişi de birikmiş, ben trenin üstüne atlayacağım. Tren karşıdan geliyor süratle, ben trene baktım, baktım. Tren geldi geçti. Yani cesaret edemedim atlamaya, gerçek bu. Çetin (İnanç) geldi ‘Abi niye atlamadın?’ dedi. ‘Nasıl atlayayım, ya ölürsem’ dedim. Çok zor bir iş. ‘Sen atlarsın’ dedi. Atlayamamış olmama rağmen, çekimleri izlemek için biriken halk alkışladı. Sonra tren gitti, yeniden geliyor. Geldi geldi köprünün altından geçerken kamerada üstümde Rafet abi çekiyordu. Ben atladım trene. Trenin damı delindi içine girdim. Pencereden girme sahnesi gitmiş oldu. Örneğin benim trenin üstüne atlamamı dünyanın hiçbir yerinde hiçbir aktör yapmaz. Biz yaparız anlıyor musunuz?”

*“Filmcinin hiç itibarı yoktu. Biz de yaptığımız işin 7. sanat olduğunu bilmiyorduk. Devlet bilmiyordu ki. Çünkü devlet sinemada satılan biletin üstüne eğlence rüsumu koymuştu. Bar, pavyon, genelev kategorisinde tutmuştu. Biz de ondan yaptığımız işi, eğlence işi olarak gördük.

*“Bizim değerini bilmediğimiz bu ürünler bugün çok önemseniyor. Tabii bu bizi üzüyor. Halkımız bunun ne kadar önemli olduğunu anlamış ki, büyük kitleler olarak izlemişler. Fakat biz yapımcı, oyuncu, yazan olarak anlayamadık.”

(II) - (3 NİSAN/2022)

İki değerli isim de Yeşilçam’ın iz bırakan, unutulmaz isimlerindendi. Sinema alanında “asli işi stüdyoculuk” olan Kunt Tulgar, yönetmen, senarist, yapımcı, oyuncu ve seslendirme alanındaki çalışmalarıyla tam bir sinema emekçisi olarak önemli işlere imza atmıştı.



1946 İstanbul doğumlu olan Kunt Tulgar sinemacı babasından dolayı sinemanın içine doğar. Ev film stüdyosu gibidir.

“Babam ‘Milli Film’i 1944’te kurmuş.  Hava Sokak’ta yazıhanesi vardı. Yurt dışından film ithal ediyorlardı. Bir ara rahmetli Orhan Atadeniz ile konuşuyorlar. ‘Tarzan filmi yapalım’ diyor babam. Amerikalıların o zaman ‘Tarzan New Yorkta’sı var, bizde Tarzan İstanbulda’yı yapalım diyor. Tamer Balcı, (Toma Valcis), Aziz Basmacı, Hayri Esen, Cemil Demirel… bu oyuncularla güzel bir Tarzan filmi çekiyorlar. O zamanlar bizim evde senkron makinesi, montaj masası var. Montajı bizim evde yapıyorlar. Film çekilirken Yönetmen Orhan Atadeniz’in her tarafında orijinal filmden kare doküman parçalar var. Aslan, papağan, timsah… onlara bakardı, yürüyen kafileyi o yönde yürütürdü ki montajında doküman parçayı kullandığı zaman yanlış tarafa yürümüş olmasınlar diye.”

Babası Sabahattin Tulgar’ın yapımcılığını ve kameramanlığını üstlendiği, Orhan Atadeniz’in yönettiği Tarzan İstanbul’da (1952) filminde Tarzan’ın küçüklüğünü canlandırır Kunt Tulgar: Böylece kamera karşısında ilk oyunculuk deneyimini de yaşar. İlk okulu farklı okullarda tamamlayan Kunt Tulgar girdiği Robert Kolejin sınavını 340 kişi arasından üçüncülükle kazanır. Fakat babası İtalya’da arkadaşları olduğu, İtalyanlarla iş yaptığı için, “Sen İtalyan Lisesine git” der. İtalyan Lisesini bitirdikten sonra, çalışmak için İtalya’ya, Roma’ya gider. Üçüncü montajcı olarak çalışmaya başlar.

Stüdyo işini öğrendiği o günlerde İstanbul’da Milli Film yapım stüdyosunu kuran babasının çağrısıyla İstanbul’a döner.

“Babam 1963 yılında Milli Film Stüdyosunu kurmuştu ve bana artık dönüp kurduğu stüdyoda çalışmamı yazmıştı. Türkiye’ye döndüm ve stüdyoda çalışmaya başladım.”

1967 yılında kendi firması olan Kunt Film’i kurar. ’70’li yıllarda birçok avantür-fantastik kült filmde oyuncu, yönetmen, senarist olarak yer alır. Oyunculuk ve yönetmenliğin yanı sıra birçok filmde kurgu, eşleme, ses ve negatif kurgusu, ses çekimi ve kopya baskı yıkama işleri yapar.

Sinemanın mutfağının her kademesinde çalıştığını vurgulayan Kunt Tulgar Yılmaz Atadeniz’in yapımcısı ve yönetmeni olduğu 1972 yapımı “Yılmayan Şeytan” adlı avantür-fantastik filmde başrolde oynar. Filmde dünyayı kötülerden, kurtarmak isteyen maskeli kahraman olarak Bakırbaş’ı, canlandıran Kunt Tulgar maskesiz olarak da Bay Tekin’i oynar. Başrol arkadaşı Mine Mutlu’dur. Dünyayı yok edecek bir icat yapan çılgın kötü adam Dr. Şeytan rolüyle Erol Taş yine kötülüğün, ‘kötü adam’lığın tarihini yazıyor.

Özel TV kanallarının Yeşilçam’ın avantür filmlerini gösterdiği 1990’lı yıllarda genç kuşaklar da Yeşilçam’ı, fantastik diye adlandırdıkları avantür filmleri de keşfetmişti. Ben de o yıllarda Yılmaz Atadeniz, Çetin İnanç gibi Türk avantür- fantastik sinemasının “baba yönetmenleri”yle ilk söyleşileri yapan gazeteci-yazar olarak sonrasında da türün izini sürdüm.

“Dünyayı Kurtaran Adam” filmi patlayıp kült filme dönüştüğü, medyanın, yazarların Cüneyt Arkın’a yöneldiği günlerde “Bu filmin bir de yönetmeni var” demiş, Dünyayı Kurtaran Adam’ın kendisiyle konuşmakla yetinmemiş, o sıralarda kimsenin ilgilenmediği “Dünyayı Kurtaran Adam” filminin Yönetmeni Sevgili Çetin (İnanç) Ağabey’i bulmuş ilk söyleşiyi yapma ayrıcalığının keyfini yaşamıştım.

Birlikte belgesel filmler yaptığımız Yılmaz Atadeniz’den dolayı filmlerini izlediğim Kunt Tulgar’la da “Fantastiğin Sineması” belgeselini yaptığım 2006 yılında tanışıp söyleşi yapmıştım.

Maskeli, maskesiz, uçan-koşan süper kahramanlı filmler çekildiği dönemde Kunt Tulgar da “Süpermen Dönüyor”u (1979) çeker. Filmin çekim hikayesi oldukça ilginç, komik ve fantastiktir:

“1979’da ben babam ve eşim Paris’e gitmiştik. Süpermen-1 oynuyordu, girdik izledik. Film bitti, dışarı çıkarken babam bana ‘bir Süpermen de sen çek’ dedi. Filmi çekmek mühim değil, adamı uçurmak mühim. Adam uçmadığı sürece Süpermen’i çekseniz nolur çekmesiniz nolur. İstanbul’a döndük, Evde kızımın Barbie bebeği vardı, onun üstüne eşim Süpermen kıyafeti dikti. O Süpermen kıyafetiyle alıp, işyerine götürdüm. Bir çerçeve yaptık, üzerine aydınger kağıdı gerdik. Sonra onu tavana astık dublaj stüdyosunda. Projeksiyon makinesine Türkiye’nin ve İstanbul’un panla çekilmiş planlarını alıp aydınger kağıdından çerçeveye yansıttık. Süpermen’i omuzlarından ve topuklarından misinayla bir tahtaya bağladık, onu orada tuttuk Görüntü de uçuyor, uçuyor da acaba kameraya çekersek nasıl olacak diye düşündük. Biraz prova çektik, yıkadık, iş kopyasını bastık. Oturduk büyük ekranda izledik adam uçuyor, ama bir hata var. Tamam, adam uçuyor, arka taraftaki resimler gidiyor, adam gidiyor her şey güzel de bir hata var. ‘Ya dedim bunun pelerini oynamıyor. Gittik saç kurutma makinesini getirdik. Süpermen’in altından yukarı doğru tuttuk, bir daha prova çektik, pelerin başladı oynamaya. Oynatınca baktık adam uçuyor görünüyor. Onun üzerine senaryoyu yazıp filmi çektik.

2008’de felç geçirip hastanede yatmıştım uzun süre. Eve çıkıp toparlanmaya çalıştığım günlerde sık sık haberleşip sohbet ettiğim Kunt Tulgar ve eşi Emel Hanım eve kadar geçmiş olsun ziyaretine gelmişti. Unutamadığım o günden sonra çok sık görme olanağı bulamadım Kunt ağabeyi.

En son eylül 2011’de Ankara’da gerçekleştirilen Fantasturka Festivali’nde üç gün boyunca birlikte filmler izledik, söyleşiler yaptık. Sinemanın fuayesinde Yılmaz Atadeniz, Çetin İnanç, Safa Önal ve Levent Çakır ve Kunt Tulgar’ın gençlerle kurdukları sıcak yakınlık, yaptıkları sohbetler ve Kunt Tulgar’ın gençlerle canlandırdığı kavga sahneleri, mizansenler belleğimizde unutulmaz izler bıraktı.

Mesut Kara / Evrensel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder