30 Ekim 2023 Pazartesi

Cumhuriyet'in ilk 100 yılında devlet borçları (III): II. Dünya Savaşı sonrası yeni dünya düzeninde devlet borçları (1946-1960 dönemi) - Binhan Elif Yılmaz / T24

 

Çok partili siyasal yaşam ve liberalleşme eğilimleri gölgesinde ekonomi politikaları

Türkiye, İkinci Dünya Savaşına girmese de savaşın zararlarına maruz kalmıştı. Seferberlik ilanı ekonomik faaliyet düzeyini düşürürken, kaynakların önemli kısmı orduya tahsis edilmişti. Dış ticaret olanaklarının kesilmesi darlığa, bu da karaborsacılığa yol açmıştı. 1943-1945 yılları arasında büyüme oranı ortalama yüzde 10 düşerken, fiyatlar genel seviyesi yüzde 50 civarında gerilemişti. İthalat zayıflarken dış ticaret dengesi fazla vermişti.

Nurhan Yentürk ve Yakup Kepenek (1995) kitaplarında o dönemi şöyle tanımlar: "İkinci Dünya Savaşı yıllarında ileri boyutlara ulaşan özel sermaye birikimi, ülke içindeki ve dışındaki gelişmelerin etkisiyle ekonomik ve toplumsal gelişmede gücünü artırdı, bu süreç kırsal kesimin pazara açılması, hızlı kentleşme ve buna bağlı olarak yeni birikim olanakları yarattı. Ancak bu dönemde alınan Milli Koruma Kanunu gibi olağanüstü önlemler ve hükümetin ekonomiye müdahalesi sonucu fiyat denetimleri artırıldı, banka kredileri sınırlandırıldı, faiz oranları yükseltildi ve Varlık Vergisi uygulaması özel sermayeyi ürküttü. Tarım kesimi ise hem olağanüstü vergileme hem de savaş hazırlıklarının yarattığı insan gücü kaybı gibi nedenlerle üretim azalışı ve gelir kaybıyla karşılaştı."

1946 yılında Türkiye'nin kendi dinamiklerinden doğan 1930'lardaki devletçiliğin devamı niteliğinde İvedili Kalkınma Planı hazırlanmıştı. Ancak sanayi sektörünü destekleyen bu planın içeriğini ABD kabul etmemişti. Türkiye de Marshall yardımlarından pay alabilmek için ABD onaylı yeni bir plan hazırlamak durumunda kalmıştı. Bu plan, 1947 yılında İktisadi Kalkınma Planı ya da Vaner Planı olarak bilinen plandı. İvedili plandan sonra Beş Yıllık Tarımsal Kalkınma Programı hazırlanmış, bunun sonucu olarak hükümet Marshall yardımını (dış borç) almıştı.

Bu son Planla ekonomik gelişmede sanayileşmeye değil, tarıma önem verilmeye başlanmıştı. Bu hedef de Türkiye'nin Avrupa'nın zahire ambarı (tarımsal hammadde deposu) yapılma isteğiyle uyum içindeydi. Ayrıca devletin ekonomiye müdahalesi de sınırlandırılmıştı. 1950- 1960 yılları arasında, Demokrat parti döneminde başka da bir plan yapılmamıştı.

Sonunda Türkiye yüzünü Batı'ya dönmüştü ve ABD yardımlarından yararlanmıştı.

O dönemde iç siyasette çok partili sisteme geçilirken, uluslararası düzen yeniden şekillenmekteydi. 1944 yılında imzalanan Bretton Woods anlaşmasıyla IMF ile Dünya Bankası'nın kurulması kabul edilmiş, bu tarihten sonra ülkeler yerel paralarını dolara göre tanımlamışlar ve ABD ya da doların egemenliğini kabul etmişlerdi. Türkiye 1947 yılında IMF'ye, 1948 yılında da Batı Avrupa ülkelerine ABD yardımlarının (Marshall Yardımı) dağıtımını düzenleyen ve sağlayan OECD'ye üye olmuştu.

Artık Türkiye'de liberalleşme eğilimleri hız kazanmıştı. Bu yeni düzende sanayileşmeyi özel sektöre bırakmak, tarım sektörüne öncülük vermek ve dış ticarette liberalizasyon şeklinde üç temel iktisat politikası uygulamaya konulmuştu.

1946-1960 yıllarında ekonomik ve mali göstergeler nasıl şekillendi?

Savaş sonrası dışa dönük, kağıt üstünde Plan ile uygulanan liberal ekonomi politikalarıyla 1946-1959 döneminde GSYH ortalama yüzde 8,5 oranında artmış, 1950-1953 yılları arası Kore Savaşı'nın ihracata olumlu katkısı ile üretim artışı gerçekleşmişti. Enflasyon oranı 1946-1952 aralığında özellikle tarım üretiminin bolluğu, Marshall yardımları ve ithalatın serbestleştirilmesinin de etkisiyle artmamış, ancak 1952-1958 yılları arasında giderek yükselerek 1959 yılında yüzde 20'lere çıkmıştı (Bakınız Tablo 1).

1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti dış ticarette daha liberal bir politika izlese de 1950 yılından itibaren hızla artan dış ticaret açıklarının döviz rezervlerini eritmesi, enflasyonun ihraç ürünlerinin dış pazarlarda rekabet gücünü azaltması, iklim koşulları nedeniyle tarımda üretimin düşmesi gibi etkenler nedeniyle dış ticaret politikasında daha korumacı bir rejime geçilmesi gerekmişti.

1957-1959 yılları arasında 1 dolar resmi kura göre 2,8 TL'den işlem görmesine rağmen ithalatta 18 TL'ye çıkmıştı. Bu para politikası aynı zamanda ihracatı azaltıp, dış ticaret açığını artırarak döviz kıtlığı yaratmıştı. İthalatçılar ucuz döviz almak isteğiyle ihtiyaçlarını normalin üstüne çıkarınca piyasada ithal malı kıtlığı ve karaborsa oluşmuştu. Dış borç için alacaklı devletlere başvurulmuş, ancak devalüasyon yapılırsa dış yardım yapılabileceği tavsiyesi alınmıştı. Sonuçta ekonomi ihracatın artan ithalat karşısında artırılamaması sürecine girmişti.

Demokrat parti izlediği liberal ekonomi politikalarına rağmen 1954 yılından sonra yeni KİT'ler kurmuştur. Kamu yatırımlarına önem verilmesiyle yatırım harcamalarının bütçedeki payı yüzde 20'nin üzerine çıkmaya başlamıştı. Yüksek düzeydeki borçluluk ve borç servisinin aksatılmasıyla yaşanan 1958 moratoryumu transfer harcamalarının bütçedeki payını o yıl yüzde 25'e çıkarmıştı.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında bütçe gelirleri içinde vergilerin payı azalış göstermişse de 1953-1960 döneminde kamu finansman aracı olarak vergi gelirleri en yüksek orana ulaşmıştı. Verim alınamayan Kazanç Vergisinin yerine Gelir, Esnaf ve Kurumlar vergileri kabul edilmişti. 1957 yılında gider vergileri reformu gerçekleştirilmişti. En fazla vergi hasılatı sağlayan vergi, 1957 yılına kadar yürürlükte kalan Muamele Vergisi olmuştu. Dolaylı nitelikte olan bu verginin hasılatında görülen artış ile vergi gelirlerinin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 60'ı geçmiş, vergi sistemine dolaylı vergiler hâkim olmaya başlamıştı.

Cumhuriyetin ilk "borç çıkmazı"

Ülkenin kalkınma hamlelerine ve bu çerçevede 1954 yılından itibaren kurulan KİT'lerin finansmanına vergi gelirleri yetersiz kalmıştı. Bütçe açığı giderek büyümüş ve bu açığın önemli bir kısmı Merkez Bankası kaynaklarından ve iç borçlanma ile karşılanmıştı. Bu dönemde ayrıca dış borçlanma da sorun yaratmaya başlamıştı.

Cumhuriyetin ilk önemli krizi, 1958 kriziydi ve Türkiye dış borçlarında ilk defa moratoryuma gitmişti.

4 Ağustos 1958'de IMF ile Stand-By düzenlemesi ve bir istikrar programı yapılmıştı. TL yüksek oranlı devalüe edilirken, iç piyasada krediler daralmıştı. Dış borç ile dış ticaret tıkanıklıkları giderilmiş ve enflasyondaki artış frenlense de ekonomiyi dengeye getirecek programın sonuçları iyice belirmeden 27 Mayıs 1960 ihtilâli olmuştu.

İç borçlanma

1950-1953 yılları arasında yüzde 16,5 oranında gerçekleşen para arzı artışı, 1954-1957 yılları arasında yüzde 30,2 oranına ulaşmıştı (Bakınız Tablo 2). Para arzı artışı-enflasyon döngüsü yaşanmaya başlamıştı.

İç borçlarda bu önemli sorunu Hüseyin Şahin (1995) şu örnekle açıklar:

"1950-1954 yılları arasında özellikle parasal genişleme önemli boyutlara ulaşmaya başladı ve fiyatlardaki artışı açıklayan bir neden oldu. Hükümet bu dönemde para arzını kontrol etmek yerine enflasyonla mücadeleye başladığından, fiyatları ve kâr marjlarını kontrol altında tutmaya çalıştı. 1958 yılına kadar parasal genişlemenin önüne geçilmedi. 1958 istikrar programıyla para arzı ve banka kredileri bir süre sınırlandırıldı."

1946-1960 dönemi Türkiye'nin iç borç sözleşmesi sayısının ve borç miktarının hızla arttığı yıllar olmuştu. Bu dönemde iç borçların özelliklerini maddeler ve tablo halinde toparladım (Bakınız Tablo 3):

  • İç borçlanmalar orta ve uzun vadeli, yüzde 5-7 faiz oranıyla ihraç edilmişti.
  • Kamu açıklarının finansmanı konusunda Merkez Bankası'na önemli görevler düşmüş ve emisyon artışı yaşanmıştı.
  • KİT'ler hazine kefaletine haiz bonoları kırdırarak finansman sağlamış ve kamunun finansmanında fonlar da kullanılmıştı.
  • Uzun vadeli iç borçlanma senetlerinin getirileri vergiden muaf tutulmuştu.
  • 1960'ta kısa vadeli olması gereken ve süresinde ödenmeyerek biriken dalgalı borçların olumsuz etkisini önlemek amacıyla konsolidasyona (tahkim) başvurulmuştu. Tahkimler iç borç miktarını önemli ölçüde arttırıcı rol oynamıştı.

Dış borçlanma

Türkiye'nin uluslararası finansman kuruluşlarına üyeliğinin ardından dış borçlanmasındaki değişikliklerden en önemlisi; artık birkaç devletten ve Rusya'dan değil, ABD'den ve uluslararası finans kurumlarından ve daha yüksek miktarlarda borç almaya başlamasıydı.

İlker Parasız (2001) Türkiye'nin bu dönemde yüzünü neden ve nasıl Batıya döndüğünü Truman Doktrini ve Marshall Yardımları üzerinden şu şekilde anlatır: "İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra Türkiye ve Yunanistan'a yardım yapmaya devam eden İngiltere, Şubat 1947'den itibaren yardımı kesmişti. 12 Mart 1947'de Truman Doktrini kapsamında Türkiye bağımsız ve iktisadi açıdan güçlü bir ülke olarak kabul edilerek Yunanistan'a 400, Türkiye'ye 100 milyon dolarlık askeri yardım yapılmıştı. Haziran 1947'de açıklanan Marshall Yardım Planı'na Türkiye de dahil olmuştu. Plana göre Avrupa ülkelerinin bir araya gelerek ortak bir plan hazırlamaları halinde yardım alabilecekleri açıklanmış ve aralarında Türkiye'nin de bulunduğu on altı Avrupa ülkesi, Avrupa İktisadi İşbirliği Komitesi'ni oluşturmuştu."

Türkiye'ye uygulama süresi 4 yıl 3 ay olan Marshall Yardım Planı öncesinde 1946'da devalüasyon yapılması yönünde telkinler yapılmıştı. Devalüasyonun ardından yardımlar alınmıştı.

1950-1960 döneminde dış borçların gelişimini etkileyen iki ayrı borç türü de ortaya çıkmıştı. Bunlar kamu sektörü kredili ithalat borcu ve ariyere borçlardı. Döviz yetersizliği hem kamu hem de özel sektörün dış ödeme taahhütleri bir gecikme ve birikmeye uğramıştı.

1946-1960 dönemi dış borçlarının özelliklerini maddeler ve tablo halinde toparladım (Bakınız Tablo 4):

  • İstikrar programını destekleyen borçlar nedeniyle en çok borçlanılan yıl, 1958 yılı olmuştu.
  • 1950-1960 döneminde dış borç seviyesinde yüzde 800'lük artış yaşanmıştı. Normal devlet borçlarının yanında ariyere borçlar ve kamu sektörü kredili ithalat borcu da yer almıştı.
  • 1950-1960 döneminde en çok borç ABD'den alınmıştı.
  • Uluslararası Kalkınma Örgütü (AID) teknik yardım programları yürütmüş ve Batıya yüzünü dönen Türkiye bu yardım ve bağışlardan yararlanmıştı.

 1946-1947 yıllarında IMF ve Dünya Bankası'nın kurulması Türkiye'de liberalleşme eğilimlerinin başlamasını, sanayi yatırımlarının özel kesimce gerçekleştirilmesini, tarım kesiminin desteklenmesini, dış kredi ve yardım sağlanmasını ve yabancı sermaye yatırımlarını teşvik edici düzenlemelerin gerçekleştirilmesini gerektirmişti. Ancak bu politikalar sonucu ülkenin borçluluk düzeyi giderek yükselmişti.

Ancak 1946-1960 yılları arasında kullanılan kredilerin 1955'te yüzde 83'ü, 1956'da yüzde 72,5'i yıl içinde borç servisinde harcandığından alınan borçlar verimli kullanılmamış, dönemin ilk yıllarında borç servisine ait tutar oldukça düşük iken ilerleyen yıllarda servis miktarı giderek artmıştı (Bakınız Tablo 5).

Türkiye'yi 1958 istikrar önlemlerine götüren bu yıllarda borç servisinin milli gelir içindeki payı da yükselme eğilimine girmişti. Demokrat Parti döneminde sermaye gruplarından vergi almak yerine, rant dağıtımına öncelik verilmesi, yıllarca enflasyonist finansmana başvurulması, Marshall yardımları başta olmak üzere yoğun dış borçlanmaya gidilmesi ve konsolidasyonun sıradanlaşması ülkeyi bir borç çıkmazına götürmüş, moratoryum ilan edilmişti.

Bir stand-by düzenlemesiyle gelen IMF, 1958 istikrar programında devalüasyon, KİT ürünlerine zam, sıkı para ve maliye politikası yanında ücretleri baskılayıcı başlıklardan oluşan acı reçetesini uygulatmıştı. Programın akıbeti tam olarak belirlenemeden 1960 ihtilâli yaşanmıştı.

IMF'nin bu önerileri karşılığında birikmiş dış borçların ödenmesinde kolaylık sağlanması ve yeni dış kaynak gündeme gelse de kabul edilen istikrar programının gerçek nedeni mevcut dış borçların konsolidasyonu değil, dış yardım ve kredinin devamını sağlama isteği ön planda olmuştu. Bunun için de öncelikle dış borçların yeni bir ödeme planına bağlanması gerekmişti. 1959 yılında imzalanan Paris Antlaşması'na dayalı olarak 1972 yılına kadar borçların ödenmesi kabul edilmişti.

Demokrat Parti döneminde borç çıkmazına giren Türkiye ekonomisi uzun yıllar borca bağımlı yaşamak zorunda kalmış, ilerleyen yıllarda konsorsiyum kredileriyle borç kısır döngüsünü devam ettirmişti.

Binhan Elif Yılmaz / T24


YARARLANILAN KAYNAKLAR 

Parasız, İ.; Türkiye Ekonomisi, 1923'ten Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi Kitabevi, Bursa, 1998.

Kepenek, Y. ve Yentürk, N.; Türkiye Ekonomisi, 18. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1995.

Yaşa, M.; Devlet Borçları, İstanbul, Sermet Matbaası, 1965.

Yaşa, M.; Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Yayınları, İstanbul, 1980. 

Şahin, H.; Türkiye Ekonomisi, Tarihsel Gelişimi-Bugünkü Durumu, Ezgi Kitabevi, Bursa, 1995. 

İnce, M.; Devlet Borçları ve Türkiye, 6. Baskı, Gazi Kitabevi, Ankara, 2001. 

Akbulak, Y. vd.; Kayıp Yıllar - Türkiye'de 1980'li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikalarının Bankacılık Sektörüne Etkileri, Beta Basım, İstanbul, 2004.

Erol, A.; Ekonomik Etkileri Açısından Türkiye'de Devlet Borçları (1981-1990), MGB APK Yayın No: 1992/324, Ankara, 1992.

Kandaş, B.; Azgelişmiş Ülkelere Yapılan İktisadi Kalkınma Yardımları ve Türkiye'nin Dış Kamu Borçları, İstanbul Üniversitesi SBE, Basılmamış Doktora Tezi, 1969.  

T.C. Cumhurbaşkanlığı, Strateji Bütçe Başkanlığı; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder